29 Mayıs 2017 Pazartesi

80.Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri BÖLÜM 1


80.Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri BÖLÜM 1



80. Yılında İnkılâp (Tarihi) Dersleri 
*D. Mehmet Doğan 
*Yazar 


Özet 

Tarihin yakın dönemlerini yazmak ve öğretmek bazı sıkıntıları beraberinde getirir. Türkiye’de bu 1930’lu yıllarda yapılmaya başlanmıştır. Bu yakın tarihin başlangıçta “İnkılâp tarihi” olarak adlandırıldığını, daha sonra daha objektif bir yaklaşım benimsenerek “Cumhuriyet tarihi”ne dönüştürüldüğünü hatırlayabiliriz. 

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Kanunu’na göre, bütün üniversitelerde İnkılâp Tarihi Enstitüsü, araştırma ve uygulama merkezleri açmak mecburî 
sayılmaktadır. Üniversitelerde İnkılâp Tarihi dersi mecburîdir, fakat bu işin tarihi ile ilgili belli başlı bir çalışma yoktur. Bu derslerin düzenli olarak verilişinin 80. yıldönümünde, 80.yıl önceki başlangıcın şekli ve muhtevası bu makalede ele alınmaktadır. 

GİRİŞ

Yakın devirlerin tarihini yazmak kadar öğretmek de problemlidir. Hele yaşayanların müdahil olduğu/olabileceği bir tarih kesitini yazmak/ anlatmak 
daha ciddi sıkıntılara yol açar. Türkiye’de bu 1930’lu yıllarda, daha net konuşmak gerekirse, Cumhuriyet’in 10. yılında, yani rejimin müellifi 
hayatta ve muktedir iken yapılmaya başlanmıştır. Bu başlangıcın 1927’de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 2. Umumî Heyeti’nde Gazi Mustafa Kemal 
Paşa’nın Nutuk’uyla bir doktrin halinde müjdelendiğini söylemek mümkündür. Bu yakın tarihin başlangıçta “İnkılâp tarihi” olarak adlandırıldığını, daha sonra daha objektif bir yaklaşım benimsenerek “Cumhuriyet tarihi”ne dönüştürüldüğünü, muhteva değişmediği için 1960 darbesinden sonra inkılâp yerine “devrim” denilerek devam edildiğini, nihayet 1980 darbecilerinin “devrim”i “inkılâb”a çevirerek ve başına “Atatürk ilkeleri” ibaresini ekleyerek öğretimi sürdürdüklerini hatırlayabiliriz. 

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Kanunu’na göre, Türkiye’de bütün üniversitelerde İnkılâp Tarihi Enstitüsü, araştırma ve uygulama merkezleri açmak mecburî sayılmaktadır.1 Bu bilhassa 28 Şubat döneminde sıkı tutulan bir işti, bu yüzden o zaman mevcut bütün üniversiteler böyle enstitüler, merkezler kurdular. İşe bakın ki, bu enstitüler-merkezler var ve üniversitelerde İnkılâp Tarihi dersi mecburî, fakat bu işin tarihi ile ilgili belli başlı bir çalışma yok. Sahayı bilmek iddiasında olanların dahi gerçek bilgiler yerine söylentileri gerçek sanıp tekrarladıkları sık rastlanan bir hâl. Mesela, ilk inkılâp tarihi dersinin 1933’te verildiği, ilk konuşmayı Atatürk’ün veya İnönü’nün yaptığı bu kabildendir.2 

Bu derslerin düzenli olarak verilişinin 80. yıldönümü hatırlanmadı bile... 

Dr. Reşit Galip ve İnkılâp dersleri 

“İnkılap tarihi” derslerinin başlangıcı, zamanın Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt)’un Ankara Hukuk Mektebi’nde verdiği “İhtilaller tarihi” dersine 
dayandırılmaktadır (1925). Darülfünun, gerçek özerk bir üniversite olgunluğu ile inkılâplar konusunda siyasetle paralel hareket etmemiş, belki de esas olarak bu sebeple lağvedilerek 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarını yürüten Maarif Vekili Dr. Reşit Galib’in inkılâp tarihinin Üniversite’de öğretilmesi konusunda da ilk adımları attığı anlaşılmaktadır. 

Reşit Galip, 1933 te Üniversite kuruluş çalışmaları sırasında İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün (Türk İnkılâbı Enstitüsü) kurulacağını, Türk inkılâbının ideolojisini yeni üniversitenin işleyeceğini belirtmiştir.3 

Reşit Galib’e göre, İnkılâp Enstitüsü, siyasî, hukukî, adlî, içtimaî, iktisadî, malî sahalarda ve umumî olarak millî kültür sahasında Türk inkılâbını doğuran sebepleri, Türk inkılâbının ana unsurlarını, prensiplerini, inkılâptan doğan Türk geleceğinin her safhasını inceleyecektir.4 Enstitüye ırkan Türk olmayanların alınmayacağı, işe yeminle başlanacağı da ifade edilmektedir.5 O zamanın gazete haberlerine göre, İnkılâp tarihi kürsüsü Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey’e teklif edilmiş, o da kabul etmiş ve böylece kürsünün kadrosu tamamlanmıştır. Kadroda muavin olarak Mükrimin Halil (Yınanç), Hilmi Ziya (Ülken), Akdes Nimet (Kurat), Enver Ziya (Karal), Nizamettin Ali, Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu), Ahmet 
Akil beyler çalışacaklardır.6 

Öğreticilerde ırk mensubiyetini şart koşma, yemin etme gibi unsurlar bu dersin ilimden çok inanç sahasına girdiğini, başlangıçta tamamen ideolojik bir öğretimin hedeflendiğini gösterir. 

Üniversite reformunu yapan Bakan’ın fahrî profesör olarak İnkılâp kürsünün başına getirilmesi döneminde tartışmalara-dedikodulara yol açmıştır. 

Reşit Galip, 1933 yazında Moda’da bir deniz kazasında çocuklarını ve baldızını kurtarmak için denize atlamış, kurtarma işini yapmış, ama daha 
önce verem geçirdiğinden bünye zafiyeti yüzünden rahatsızlanmıştır. 

Bu vak’adan sonra Atatürk Yalova’da bulunurken huzura davet edilmiş, O da rahatsızlığını öne sürerek gelemeyeceğini belirtmiştir. O sıralar kendisi 
ile ilgili bazı dedikodular dolaşımdadır. Bunlardan biri inkılâp tarihi profesörü yapılmasıdır. Atatürk’ün sofrasında “siz varken, İsmet Paşa varken Reşit Galip nasıl profesör olur” diyenler vardır. Ayrıca, Darülfünun lağvedilince M. Kemal, İsmet ve Fevzi paşaların fahrî profesörlükleri de ortadan kalkmıştır. Bu vasatta Reşit Galib’in kulağına Atatürk’ün “istifa etsin” dediği haberi geliyor. İstifasını özel ulakla İsmet Paşa’ya ulaştırıyor. İsmet Paşa’nın “o istifa ederse ben de ederim” dediği söyleniyor. Bu tartışmalar sırasınde Rektör Neşet Ömer (İrdealp) ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Fuat (Köprülü) Yalova’ya, huzura çağrılıyor. Atatürk Reşit Galib’in istifasını kabul ediyor, bir süre sonra Hikmet Bayur’u İnönü ile arasının açık olduğunu bilmesine rağmen Maarif Vekili yapmak istiyor. Reşit Galib’in istifasından sonra Maarif Vekilliği’ne iki buçuk ay sonra, o sırada Riyaseti Cumhur Umumî Kâtibi (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) olan Yusuf 
Hikmet (Bayur) getiriliyor.7 

Reşit Galib’in bakanlığı bir yıldan az sürmüştür (19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933) Reşit Galib’in Maarif Vekili yapılması Gazi ile bir sofra tartışmasına dayandırılıyor. 

Aydın milletvekili olan Reşit Galip Ankara Halk Evi başkanlığını da üstlenmiştir. Halk Evi’nde tiyatro faaliyetleri de yapılmaktadır. Maarif Vekili, faaliyetlerinde ona yeterince yardımcı olmamaktadır. Reşit Galip sofrada 

M. Kemal Paşa’nın hocası olan Maarif Vekili Esat (Sagay) Bey’i tenkid ediyor. Atatürk de hocasının bu şekilde eleştirilmesine kızıyor. Sarhoş olduğu anlaşılan Reşit Galib’in sözlerine devam etmesi üzerine M. Kemal Paşa ona sofradan kalkmasını söylüyor. O da “ burası milletin sofrasıdır ” diyor. Bunun üzerine Paşa sofrayı terk ediyor. Reşit Galip de haber vermeden Ankara’ya gidiyor. Aradan aylar geçtikten sonra M. Kemal Çankaya sofrasında Reşit Galib’i hatırlıyor ve Kılıç Ali’ye soruyor. Bunun üzerine Reşit Galip getirtilir, Paşa’nın elini öper. Sandalyesi iki askere taşıttırılıp sofradan kaldırılarak kendisine ders verilir.8 Bakanlığa tayininin bu hadiseden sonra olduğu anlaşılmaktadır.9 

Bir süre sonra da bu sefer İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda M. Kemal Paşa hocası Millî Eğitim Bakanı’nı sıkıştırır. Cevabından memnun olmaz. 
İstifasını ister ve yerine bir isim teklif etmesini söyler. Bir odada görüşürler ve çıkınca, Esat Bey yerine Reşit Galib’i teklif eder. Durumdan Başvekil 
İsmet Paşa’nın haberi yoktur. Telefonla haber verilir. İsmet Paşa biraz direnir, fakat sonunda “emir ve irade Şef’imindir” diyerek kabul eder.10 

Reşit Galib’in Bakanlığı sırasında yaptıklarından ötürü kıskanıldığını, kendisinden beş yıl sonra Maarif Vekili olan Hasan Âli Yücel ifade etmektedir. 
Ona göre, “iki ruh cücesi” onun eteklerine yapışıp umulmadık bir zamanda bu karakter kahramanının yere düşürülmesine aracı olmuşlardır.11 

Dr. Reşit Galib’i 1933 yılında ideolojik bir İnkılâp tarihi dersinin Üniversite’de okutulması konusunda harekete geçiren sebep ne olabilir? 

1933 nisanında Milliyet gazetesinde başlatılan Millî Mücadele ile ilgili yayınlar, doğrudan Cumhuriyet’in ilk muhalif partisi olan Terakkiperver 
Cumhuriyet Fırkası (Partisi) erkânını -ki bunlar Millî Mücadele’nin önemli isimleridir- itibarsızlaştırma maksatlıdır. “Ankaralının defteri” sütununun 
27 Nisan tarihli yazısı “Tek cepheye sadakat böyle mi olur?” başlıklıdır ve Kâzım Karabekir Paşa’yı hedef almaktadır. 

Bu yazıları takip eden Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın parası ile eski yaveri ve o sırada Siirt meb’usu olan Mahmut (Soydan) tarafından 
çıkarılan bu gazetede yazılanlara itiraz eder. Her şeyi göze alarak cevabî yazılar (mektuplar) gönderir. Bu yazılar önce yayınlanır, sonra çürütülmeye 
çalışılır. Daha sonra bazı vesikalar konmaz ve nihayet cevabî yazılar neşredilmez. 8 Mayıs tarihli gazetede, Gazi’nin Kâzım Paşa’nın yazıları 
hakkında kanaati Falih Rıfkı’nın ağzından aktarılır: “Bu mektubu yazan üzerine akıl doktorlarının dikkat nazarını celbederim.” 

Bunun üzerine Paşa, “şarkılı ibret yazacağına İstiklâl Harbi’ne ait bir eser yaza idin” diyenlere cevaben, böyle bir eserin yayınlanmasına karar 
verir. Böylece İstiklâl Harbimizin Esasları kitabı matbaaya gönderilir.12 

İşte tam bu sırada Kâzım Karabekir Paşa’nın Erenköy’deki köşkünün etrafında emniyet gözetimi sıkılaştırılır. Kitabın birinci cildinin basımı bitmek 
üzereyken matbaacı, maruz kaldığı tehditler üzerine “pasaportumu alarak savuşmaktan başka çaresinin kalmadığını” bildirir.13 Daha sonra 
böyle “millî dâvaya aykırı” bir eseri basmak istemediğini beyan eden telgraf gönderir. 

Bu arada kitabın basılı formaları bir gece Yeşilköy yolundaki bir kireç ocağında yakılmıştır. 4 Haziran 1933’de Paşa’nın köşkü Emniyet’çe aranır 
ve 96 dosya alınıp götürülür... 

İnkılâp tarihinin resmî anlatımını tedrisat konusu yapmak böyle bir döneme rastlamaktadır. Yıl, 1933, Cumhuriyetin 10. Yıldönümüdür. Maarif 
Vekili Reşit Galib’in bu havada, Gazi Paşa’ya sadakatını ısbat etmek için Üniversite’de kürsü kurulmasına yöneldiğini, fakat Paşa’nın etrafındaki 
bazı kişilerin dedikoduları üzerine teşebbüsünün akim kaldığını söyleyebiliriz. Gazi Paşa’nın fikri beğendiğini, fakat başka bir sadık adamı tarafın
dan hayata geçirilmesini uygun bulduğunu tahmin edebiliriz. Bunun için seçilen isim “Riyaseti Cumhur Umumî Kâtibi” Yusuf Hikmet (Bayur)dir. 
Cumhurbaşkanı “Genel Sekreteri”ni bu iş için görevlendirmiştir. Gazi’nin, Dr. Reşit Galip yerine Yusuf Hikmet’i seçme sebeplerinden biri de Reşit 
Galib’i İnönü’ye yakın görmesi olabilir. Nitekim Reşit Galib’in istifası İsmet Paşa’ya ulaştırıldığında ilk tepki olarak “o istifa ederse ben de ederim” 
demesi ilgi çekicidir. 

Yusuf Hikmet (Bayur) ve İnkılâp Enstitüsü 

Dr. Reşit Galib’in hazırladığı zemin üzerinde ilk İnkılâp (tarihi) dersleri, 1934 yılının mart ayında verilmeye başlanmıştır. Maarif Vekili Yusuf 
Hikmet Bey tarafından 4 Mart 1934 günü İstanbul Üniversitesi İnkılâp Enstitüsü açılmıştır. Ankara’da yayınlanan CHP’nin yayın organı 3 Mart 
tarihli Hakimiyet-i Milliye haberi 1. Sayfadan ve resimli olarak vermiştir: “İnkılâp Enstitüsü. Maarif Vekili Hiket Bey yarın ilk dersi verecektir.” 
Gazetenin başyazısı da bu konuya ayrılmıştır. Falih Rıfkı (Atay), yazısında bir Fransız ihtilalcisine ait olduğunu iddia ettiği şu sözü aktarır: “Yarım 
inkılâp yapanlar mezarlarını kazıyor demektir.” Falih Rıfkı’ya göre, Türk inkılabı yaradış ve tamamlanış hareketine nesillerce devam edecektir: 

“Fakat bugün artık bu hareketin ana istikametleri, ana prensipleri ders olarak verilebilir.” 

“İnkılâp yürüyor demek, inkılâp düşünüyor, inkılâp okuyar, inkılâp yazıyor, inkılâp sıcak ve taze şuur hassasını muhafaza ediyor demektir.” 

İlk ders haberi 5 Mart 1934 tarihli gazetelerde yer almıştır. Cumhuriyet gazetesi haberi 1. Sayfadan şu başlık altında vermektedir: “İnkılâp enstitüsü 
açıldı. İlk dersi Maarif Vekili Hikmet B. Verdi.” 

Alt başlıkta salonu dolduranların dersten evvel hep bir ağızdan “Cumhuriyet marşı”nı terennüm ettikleri (okudukları) belirtiliyor. 
Cumhuriyet marşının 10. Yıl marşı olduğu tahmin edilebilir. İstiklâl Marşı’nın değil de “Cumhuriyet marşı”nın açılışta okunması ilgi çekicidir. 
Haberle ilgili iki resimde kalabalık dinleyici topluluğu ve dersi veren Hikmet Bey görülmektedir. 

“İstanbul Üniversitesi İnkılâp Enstitüsü, dün saat 17.30 da Maarif Vekili Hikmet Bey tarafından Üniversite konferans salonunu hınca hınç 
dolduran binlerce talebe ve samiinin (dinleyicinin) huzuru (katılması) ile açılmıştır. Salonun oturacak ve ayakta durulabilecek yerleri binlerce 
Üniversite ve Harp Akademisi talebeleri ile Türk ve ecnebi profesörleri tarafından doldurulmuş bulunuyordu.” 

“Ders başlamadan evvel salonu dolduranlar hep bir ağızdan Cumhuriyet marşını terennüm etmişlerdir.” 

“Tam saat 17.30’da Vekil Bey alkışlar arasında kürsüye gelerek, Enstitü faaliyetinin ne şekilde cereyan edeceğini ve tedrisatın kimler tarafından 
ve hangi bahisler üzerinden yapılacağı hakkında kısa bir mukaddemeden sonra ilk dersine başlamıştır.” 

“Vekil Bey Türk inkılâbının yüksek mânasının ne olduğunu ve bu inkılâbın nasıl başladığını anlatmak üzere Türk inkılâbını muhtelif kısımlara 
ayırmış ve bunların en mühimminin ilk safhayı teşkil eden askerî kısmı olduğunu, bunun temadisi olan hukukî kısmın inkılâbın ikinci safhasını, 
iktisadî kısmın üçüncü safhayı, haricî siyaset kısmının da dördüncü safhayı teşkil ettiklerini söylemiş ve bunlaran birinci kısmın, Recep Bey 
tarafından, hukukî kısmın Mahmut Esat Bey tarafından, iktisadî kısmının Yusuf Kemal Bey tarafından ve harici siyaset kısmının da kendisi tarafından 
tedris edileceğini söylemiştir.” 

“Vekil Bey, bundan sonra uhdesine almış bulunduğu inkılâp safhasının ilk dersini, Türk inkılâbının siyasî kısmını safha safha anlatmaya başlamıştır.” 

“Hikmet Bey tedrisatına, Büyük Harbe takaddüm eden cihan vaziyetini ve bu vaziyet içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasî, iktisadî, coğrafî halini ve İmparatorluğun zaaf noktalarını izah ederek girişmiş, Büyük Harp’teki büyük devletlerin ve Osmanlı Devleti’nin karşılıklı vaziyet ve münasebetlerini, harbin neticesini siyasî noktayi nazardan büyük bir itina ve vukufla izah etmiş ve bu izah hazurun tarafından büyük bir alâka ile dinlenmiştir.” 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder