26 Mayıs 2017 Cuma

11 EYLÜL SONRASI A.B.D SAVUNMA PLANLAMA VE STRATEJİLERİNDE YAŞANAN DEĞİŞİMLER BÖLÜM 2



11 EYLÜL SONRASI A.B.D SAVUNMA PLANLAMA  VE STRATEJİLERİNDE YAŞANAN DEĞİŞİMLER BÖLÜM 2



Küreselleşme ile ekonomik verileri ilişkilendirenler haksız sayılmamalıdır;   çünkü küreselleşmenin politik, kültürel, sosyal, demografik, çevresel ve askeri 
etkilerinin yanısıra çok sayıda ekonomik yansıması da mevcuttur. Ancak sözkonusu olan ABD savunma stratejisi olduğunda, konunun güvenlik boyutu ön plana çıkmaktadır. Nitekim küreselleşmenin uluslar arası güvenlik üzerindeki etkileri, ABD savunma stratejisinde; Avrasya’dan, Avrasya’nın güney ve doğu bölgelerine, Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Kuzeydoğu Asya ve Okyanusya’ya doğru genişleyen bir perspektifi odak almayı, daha sofistike silahları ve asimetrik operasyonları gözönünde bulundurmayı esas tutan bir yapılanmayı beraberinde getirmiştir (Flanagan ve diğerleri, 2001). 

Güç savaşlarında hakimiyeti elde bulundurmaya yönelik yeniden yapılandırma çalışmalarının, kuşkusuz, ABD’ye bir maliyeti de olmalıydı. Buna mukabil, savunma uzmanlarının, bütçe yükünü minimum düzeye çekme çalışmaları sonuç vermeye başlamıştı. Nitekim bütçe göstergeleri de bu durumu doğrular 
nitelikteydi (Şekil-2). Pentagon’un sorunlarının büyük miktardaki paralarla çözülemeyeceğini düşünenler, tehdit oranlarında azalma olmasına karşın, muharebe ihtiyaçlarının önemli ölçülerde artmasına dikkatleri çekerek, problemin çözümünü “kaynak yönetimi” gibi daha başka noktalarda arama uğraşı içindeydiler (Conetta & Knight, 2000). 1997-2001 yılları arasındaki ABD savunma bütçesinin incelendiği bir çalışmada ise, savunma bütçesinin, zirve noktaya ulaştığı Soğuk Savaş yıllarından itibaren bir düşüş sergilediği görülmekteydi (Corbin & Levitsky, 2003). 



Şekil-2: ABD Askeri Harcamaları, 1945-2008 (Corbin & Levitsky, 2003) 

ABD askeri gücünde 1945’ten bu yana dört önemli “azaltma” politikası4 yaşandığını belirten Ullman (1995), 2 nci Dünya Savaşı’nın ardından Truman 
yönetiminin büyük oranlarda askeri gücü tasfiye etmesinin, sözkonusu politikaların ilk ayağını oluşturduğunu belirtmektedir. Daha sonra Eisenhower 
yönetiminin 1953 yılından başlamak üzere savunma harcamalarında önemli kesintilere gitmesi, 1969 yılında Güneydoğu Asya krizinin ve 1989 yılında da 
Soğuk Savaş’ın sona ermesi; Ullman’ın sözünü ettiği “azaltma” politikalarının yapıtaşlarını oluşturmaktadır. Nitekim John F. Kennedy’nin, 1961’de Beyaz Saray’a girdiğinde Savunma Bakanı’na verdiği ilk talimatlardan biri, ülkenin savunulması için neye gereksinim duyulduğunun belirlenmesi ve bunun mümkün olan en düşük maliyetle yapılması olmuştur (Kugler, 2001:109). 

11 Eylül olaylarından 12 yıl önce, yani 1989’da, Berlin Duvarı’nın yıkılması ile, savunma planlama ve stratejilerini şekillendiren tehdit ve tehlikelerin de azaldığı inancı, sadece ABD’de değil, dünya genelinde savunma harcamalarının ciddi boyutlarda (üçte bir oranında) kısılmasını sağlamıştır. ABD’nin eski ve potansiyel “düşman”larının5 savunma harcamalarında da, 1985-2001 yılları arasında yüzde 72’ye varan azalmalar görülmüştür. Buna rağmen ABD savunma 
harcamalarındaki düşüş oranı sadece yüzde 17 düzeyinde kalmıştır (Conetta, 2003). 1985-2001 yılları arasındaki verilere bakıldığında şöyle bir tablo 
ile karşılaşılmaktadır: 


4 1950-2000 yılları arasında, ABD Savunma Bakanlığı insangücü ihtiyacındaki değişim veri ve yüzdeleri için EK-B’ye bakınız. 



Tablo-2: ABD Savunma Harcamaları Trendi (Kugler, 2001) 

Mali alandaki “daraltma” politikası, kendisini, denizaşırı askeri varlıkta da hissettirmekteydi. Vietnam Savaşı’na sahne olan 1966-1971 yılları arasında yüzde 35’lere varan denizaşırı askeri varlık oranı, takip eden yıllarda gözle görülür ölçüde düşüş göstermektedir (Şekil-3). Düşüş trendinin, Birinci Körfez Savaşı’nın patlak verdiği 1990-1991 yıllarında sekteye uğradığı dikkat çekmektedir.6 



Şekil-3: ABD Denizaşırı Askeri Varlık Yüzdeleri 

19 Mayıs 1997 tarihinde Pentagon, 21 nci yüzyıla yönelik bir stratejik taslak (Quadrennial Defense Review -QDR) yayınlamıştı. Taslak; birçok askeri üssün 
kapatılmasını, planlı uçuşların sayısının azaltılmasını ve aktif görevdeki birliklerin sayısında da 60 bine yakın indirime gidilmesini öngörmekteydi. 

RAND analistleri, belgeyi, Pentagon’un stratejik düşüncelerinde önemli değişimlerin yaşanmaya başladığının göstergesi olarak değerlendirdi. 

RAND Ulusal Savunma Araştırma Enstitüsü’nün stratejik planlamacılarından, aynı zamanda Carter ve Reagan dönemlerinde de Savunma Bakanlığı’nda görev 
yapmış olan Paul K. Davis sözkonusu değişime vurgu yapmaktadır: 

“Muhtemeldir ki tarihçiler 1997 QDR’yi, Amerikan savunma sisteminin yeni dönemin gerçekleriyle yüzleşmeye başladığı bir dönüm noktası olarak 
hatırlayacaklardır. Yine de herşey, yeni stratejinin sert program kararlarıyla desteklenip desteklenmeyeceğine bağlıdır.” (Escaping the Box, 1997) 

Bazı savunma stratejistlerine göre, dünyadaki belirsizlik, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle daha da artmıştır ve bu durum, savunma alanında etkili bir planlama yı gerektirmektedir. Soğuk Savaş döneminde savaşılacak taraf(lar)ın ve dolayısıyla planların da belli olması, ABD’nin, Kore ve Vietnam gibi öngörül memiş krizlerle baş etmek zorunda kalmasını engelleyememişti. Soğuk Savaş’ın ardından gelmesi umulan istikrar dönemi, bölgesel kriz ve çatışmaların gölgesinde kaldı. 

Çok geçmeden, Doğu-Batı çekişmesinin sona ermesinin, barış ve istikrar demek olmadığı anlaşıldı. Kore’den Güneydoğu Asya’ya, Hindistan’dan Güneybatı 
Asya’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya, “güvensizlik” var olmaya devam etti. Bu defa istikrarsızlığın kökleri daha derinlerdeydi ve karmaşıktı: kabilecilik, sınır 
anlaşmazlıkları, zayıf veya kanunsuz yönetimler ve dinsel fanatizm (Gompert ve diğerleri, 2004:3). Aslında tüm bunlardan daha tehlikeli bir sorun, gelişmiş 
ülkelerin müdahale etmemekten yana tavır koymalarıyla, gittikçe daha kronik hale gelmekteydi. Az gelişmiş ülkelerin payına, dünya “refah pastası”ndan düşen dilimin boyutu giderek küçülmekteydi. 

Sanayileşmiş ülkeler, dünya nüfusunun sadece yüzde 28’ine sahipti; ancak zenginliğin yüzde 70’ini ellerinde bulunduruyorlardı (Flanagan ve diğerleri, 2001:9). 
Açlık ve yoksulluğun hüküm sürdüğü bölgelerde gelişen ve serpilen “terörizm” dalgasının, yakın bir gelecekte hangi kıyıları dövmeye başlayacağını kimse 
kestiremiyordu. 

1990’lı yılların başından itibaren köklü bir değişim geçiren terörizmin bu yeni “kimliği”, 1990’lı yıllar boyunca çoğu kimse tarafından fark edilemedi. Bu nedenle terörizm algılamaları ve terörizme dönük politikalar, terörizmin doğduğu 30 yıl öncesininkilerle neredeyse aynı kaldı. 1990’lı yıllarda terörist olayların sayısında bir düşüş gözlenmesine rağmen, olaylarda ölen insanların oranı genel olarak yükselmişti. Yani teröristler daha az aktif olmalarına karşın, daha ölümcüldüler (Hoffman, 2002). Dünyanın küreselleşmesine karşılık terörizm de küreselleşiyor ve terörist eylemler, dünyaya yön veren politikaları etkileme / yönlendirme amacı ile hedef sahalarını genişletiyorlardı. Kuşkusuz bu “asimetrik tehdit”in alacağı boyutu önceden kestirebilenler de vardı. Danzig (1999:14), “ABD’nin en büyük güvenlik riskleri”ni tanımladığı kitabında, “üç büyük tehlike”yi açıklıyor7 ve bunlar arasında “travmatik saldırılar”a dikkat çekiyordu: 

“(...) Tıpkı fizikte olduğu gibi savaşta da aynı kural geçerlidir: Her hareket, karşıt bir tepki doğurur. Her güç, zayıf yönünü ortaya çıkaracak farklı bir alanın 
araştırılmasına davetiye çıkarır. 

Eğer biz, klasik savaş alanlarında yenilmez olarak algılanıyorsak, düşmanlarımız bizi klasik olmayan şekillerle yenmeye çalışacaklardır. (...)” 

Değişen tehdit algoritmaları, pek çok ülkede olduğu gibi ABD’de de savunma anlayışının sorgulanması sonucunu doğurdu. “Açık sınırları ve açık toplum 
niteliği ile teröristler için kolay hedef teşkil eden” (Rumsfeld, 2004b) ABD’de savunma stratejilerinin sorgulanması, esasen, Soğuk Savaş yıllarına 
dayanmaktadır. Stratejik vizyon eksikliğinden ve uzun dönemli planlamaların yapıl(a)mayışından yakınan uzmanlar, o dönemde bunu bir zayıflık olarak 
nitelendirmekteydiler (Smith ve diğerleri, 1987). Stratejik planlamaya atfedilen önemin arka planında “geleceğin tasarlanması” yatmaktaydı. 
Nitekim bu önemi, dönemin ABD başkanı Eisenhower da 1958 yılında yaptığı bir konuşmada vurgulamıştı: 

“Hiçbir askeri görev; bizi ulusal hedeflerimize ulaştıracak olan kuvvet yapılarında ve silah sistemlerinde devrim yaratabilecek stratejik planlar geliştirmekten 
daha önemli değildir.” (Lovelace, 1995) 

Ochmanek ve Hosmer (1997), stratejinin, temel milli hedefler belirlemekle başladığını ve sözkonusu ABD olduğunda, bu hedeflerin Cumhuriyet’in kuruluşundan beri değişmediğinin söylenebileceğini ifade etmektedirler. Yazarlara göre tehditler, tehlikeler, fırsatlar gibi uluslar arası çevre koşullarının incelenmesi ve ABD kuvvetlerinin hazırlıklı olması gereken görevlerin tespiti gibi aşamalar; sözkonusu hedeflerin tanımlanmasının ardından gelmelidir. 

5 Bu ülkeler Sovyetler Birliği ile Varşova Paktı’nın diğer üyeleri, Çin, Kuzey Kore, Kuzey Vietnam, İran, Irak, Suriye, Libya ve Küba’dır. 

6 “Active Duty Military Personnel Strengths by Regional Area and by Country”, produced by the Statistical Analysis Division of the Directorate for Information 
Operations and Reports, US Department of Defense(DoD). Ayrıntılı bilgi için adresine bakılabilir. 

7 Yazar bu tehlikeleri, “büyük bir askeri düşmana karşı yenilenmiş rekabet, travmatik saldırılar ve destek kaybı” olarak sıralamaktadır. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..



***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder