Turan Gazetesi Örneğinde Osmanlı Basınında Kafkas Cephesi’nin İlk Ayları ve Sarıkamış Harekâtı BÖLÜM 1
*Tuncay Öğün
*Doç. Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Özet
Kafkas Cephesi ve Sarıkamış Harekâtı son zamanlarda çok sayıda akademik çalışmaya konu olmuştur. Ancak döneme ait gazetelere neredeyse hiç
başvurulmadığından cephedeki gelişmelerin kamuoyuna nasıl yansıdığı incelenememiştir. Konuyu Turan gazetesi örneğinde ele alan bu makale,
söz konusu eksikliği bir ölçüde olsun gidermeyi amaçlamaktadır.
Türkçü-Turancı bir yayın politikasına sahip olan Turan gazetesi, Kafkas Cephesi’ndeki savaşı 93 Harbi’nin rövanşı olarak görmüş, Rus esareti altındaki soy ve din kardeşleri için bir kurtuluş ümidi olarak değerlendirmiştir. Hükümetin politikalarını daima desteklemiş, basına uygulanan sansürün de etkisiyle yayın içeriğini karargâhtan yapılan resmî açıklamalara göre şekillendirmiştir.
Osmanlı kuvvetlerinin üstün olduğu durumlarda haber ve yorumlarıyla kamuoyunu coşturmaya çalışmış, başarısızlık hallerinde ise gelişmeleri tedirginlik ve ümitsizlik yaratmayacak şekilde yansıtmaya özen göstermiştir.
Harekâtın ilk günlerinde, Sarıkamış’ta büyük bir zafer kazanıldığının açıklanması üzerine Turan yolunun açıldığını müjdelemiş, bütün Kafkasya’nın ele geçirilece ğini öne sürmüştür. Muzaffer Osmanlı ordusuna seslenerek yıllardan beri Türklere ve İslâmlara zulmetmekte olan Ruslardan intikam alınmasını istemiştir. Alman ve Avusturya basınından alıntılar yaparak elde edilen galibiyetin müttefik ülkelerde de büyük bir memnuniyet yarattığını duyurmuştur.
Sadece birkaç gün süren bu zafer coşkusunun ardından Türk ordusunun aslında Sarıkamış’ta büyük bir yenilgiye uğradığı anlaşıldığında ise gerçeği kamu oyundan gizlemek için büyük bir çaba göstermiştir. Yenilgi hakkında tek kelime bile yazmamış, resmî açıklamalara uygun olarak harekâtın kar ve şiddetli soğuklar nedeniyle durduğunu bildirmiştir. Türk ordusunun uğradığı ağır kayıpları perdelemek için Rusların Lehistan’dan getirdikleri yardım
kuvvetleri sayesinde savunmadan taarruza geçtiklerini öne sürmüştür...,
Tuncay Öğün .
GİRİŞ;
1 Kasım 1914’te Kafkas Cephesi’nde Ruslarla savaş başladığında Osmanlı basını tümüyle hükümetin denetim ve kontrolü altında bulunuyordu.
Alınan karar gereğince savaşın komutası gibi savaş haberleri de tek merkezden yönlendiriliyordu1. Gazeteler, yayınlayacakları haber ve yazıları her gün düzenli olarak sansür memurluğuna teslim etmek ve oradan verilecek karara göre hareket etmek zorundaydılar2. Her türlü özel haberleşme de denetim altına alınmıştı. Açık zarflara konulması zorunlu olan asker mektupları Askerî Sansür Dairesi’nce incelendikten sonra adreslerine teslim ediliyor du 3.
Haber akışının bu denli sıkı denetim altında olması, savaş haberlerinin cephelerden dönen hasta ve yaralıların anlattıklarıyla süslenen dedikodular
şeklinde yayılmasına ortam hazırlıyordu. Ancak hükümet, bu tür dedikoduların da toplumda infial yaratmasına engel olmak için gerektiğinde sert önlemlere başvurmaktan çekinmiyordu. Sarıkamış Harekâtı’nın icra edildiği günlerde İstanbul Merkez Komutanlığı’ndan yapılan bir açıklama hükümetin bu konuda ne kadar kararlı olduğunu gösteriyordu4:
“Kötü niyetli asılsız haberler uydurmak ve yaymak daha önce yayınlanarak ilan edilmiş olan idare-i örfiye beyannamesiyle yasaklanmıştı. Aşağıda isimleri yazılı olan şahıslar bu yasağa rağmen belirtilen fiilleri işlediklerinden divan-ı harb-i örfice yargılanarak suçlarının derecesine göre cezalandırılmışlardır.”
Yazının devamında hüküm giyen şahısların isimleri ve aldıkları cezalar tek tek sayılmıştı. Buna göre biri emekli yüzbaşı, diğeri görevinden çıkarılmış eski bir polis memuru ve öbürü de imam olmak üzere üçü Müslüman, diğerleri gayrimüslim olan toplam on beş kişi iki aydan üç yıla kadar değişen hapis ve beş liradan elli liraya kadar değişen para cezalarına çarptırılmışlardı. Emekli yüzbaşının rütbeleri sökülmüş, imam görevinden ihraç edilmiş, her ikisinin de maaşları kesilmişti. Bakkal, marangoz, berber, gazinocu gibi farklı meslek gruplarına mensup olan diğer hükümlüler arasında Avramidi ve Mavromani isimli iki de gazeteci vardı. Avromadi üç yıl Mavromani on altı ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Komutanlığın açıklaması tehdit içeren şu ifadelerle sona eriyordu:
“Ülkenin huzur ve güvenini korumak amacıyla yasaklanmış olan söz konusu fiilleri işleme cesaretinde bulunarak mutlak sükûnete ihtiyaç duyulan şu zamanda kamuoyunu kışkırtanların, onları gözetlemek ve takip etmekle görevli olan memurlar tarafından yakalandıklarında şiddetle cezalandırılacakları bir kez daha beyan olunur”.
Basının ve özel haberleşmenin sansüre tabi tutulması Osmanlı hükümetine has bir uygulama değildi. Savaş halinin olağanüstü koşullarında, Fransa ve ABD başta olmak üzere dünyanın en demokratik ülkelerinde bile sansür vardı5. Bu bakımdan, hükümetin askerî sırların ifşa edilmesini önlemeye yönelik bu tür tedbirleri basın çevrelerinden de destek bulmaktaydı. Dönemin önemli gazetecilerinden Yunus Nadi, asılsız haber yayanlara verilen cezaların az bile olduğunu ifade ettikten sonra ahaliyi hükümete yardımcı olmaya davet ederek bu tür insanların kulaklarından tutulup zaptiyeye teslim edilmelerini istiyordu 6.
Zaten katı bir sansüre tabi olan basın yayın organları bu baskı ve tehditler nedeniyle bağımsız kaynaklardan bilgi edinme olanaklarını da büsbütün
yitirmiş bulunuyorlardı. Bu şartlar altında Karargâh-ı Umumî’den yapılan resmi açıklamalar savaş haberleri için başvurulabilecek tek kaynak durumundaydı. Cephelerden gelen raporlar Karargâh-ı Umumî’de değerlendirildikten sonra uygun görülen bilgiler, uygun görülen şekilde bir basın bildirisiyle kamuoyuna açıklanıyordu. Böylece karargâhın süzgecinden geçen savaş haberleri duruma göre bazen birkaç gün, bazen bir hafta, bazen de daha uzun bir gecikmenin ardından kamuoyuna ulaşabiliyordu. Gazeteler, haberlerini ve yorumlarını zorunlu olarak bu bildiriler kapsamında hazırlıyorlardı. Gazeteler, farklı isimler altında yayınlanıyor olsalar bile özellikle savaş haberleri açısından neredeyse aynı içeriğe sahip bulunuyorlardı. Bu yüzden çalışmamızın temel kaynağı durumunda olan Turan gazetesi kapsamında yapılan bu inceleme, Osmanlı basınının Kafkas Cephesi ve Sarıkamış Harekâtı’na bakış açısını ortaya koymak bakımından da önemlidir.
İlk defa 1912 yılında Selânik’te Rumeli adıyla çıkmaya başlayan ve kısa bir süre Türkili ve Türk Dili isimlerini kullandıktan sonra yayın hayatına İstanbul’da devam eden Turan gazetesi,7 isminden de anlaşılacağı üzere Türkçü-Turancı bir yayın politikası takip ediyordu. Günlük, dört sayfa halinde ve resimli olarak yayınlanan gazete, baskı kalitesi ve içeriği açısından Tanin, İkdam, Sabah ve Tasvir-i Efkâr gibi dönemin önde gelen diğer gazetelerden hiç de geri kalır bir durumda değildi. Gazetenin sorumlu müdürü Nebizâde Ahmet Hamdi (Ülkümen) Bey Avrupa’da eğitim görmüş önemli bir şahsiyetti.8. Yazar kadrosunda Ruşen Eşref (Ünaydın), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Hüseyin Ragıb (Baydur) ve Ağaoğlu Ahmet gibi dönemin siyaset ve düşünce hayatının önemli isimleri vardı. Başyazılar çoğunlukla Hüseyin Ragıb ve Ağaoğlu Ahmet tarafından kaleme
alınıyordu.
Turan gazetesi, sadece sansürün etkisiyle değil gönüllü olarak da İttihat ve Terakki Hükümeti’nin politikaları doğrultusunda yayın yapıyordu. Zira
gazetenin görüşleriyle hükümetin politikaları arasında bir uyum ve paralellik vardı. Balkan Savaşları’ndan sonra Türkçülük-Turancılık fikri hükümet
çevrelerince de benimsenerek ülkenin iç ve dış siyasetini yönlendiren en güçlü akım haline gelmişti9. Gazetenin İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle organik
bağları da vardı. Yazar kadrosunun önde gelen isimlerinden Ağaoğlu Ahmet Bey, cemiyetin hem merkez-i umumi (genel merkez) üyesi, hem de Afyonkarahisar mebusuydu10.
Gazete, hükümetin resmî görüşüne11 uygun olarak, iki ülke arasındaki savaşı Rusların başlattığını iddia ediyor, aslında Osmanlı donanmasının saldırısı üzerine gerçekleşen Karadeniz hadisesinin (29 Ekim 1914)12 Rusların saldırgan tutumu nedeniyle meydana geldiğini öne sürüyordu13. Rusların, bu hadisenin hemen ardından (1 Kasım 1914) Kafkasya’da saldırıya geçmelerini bu görüşünü desteklemek için delil olarak gösteriyor, uzun süreli bir hazırlık yapılmadan böyle bir harekâta girişilemeyeceğine göre Rusların önceden beri saldırı niyetinde olduklarını yazıyordu14. Böylece Ruslara karşı yapılan savaşa bir nefs-i müdafaa anlamı yükleyerek Rusya Müslümanlarının Osmanlı saflarına geçmeleri için uygun ortam hazırlamak istiyordu15.
Rus boyunduruğu altındaki Türk ve İslâm topluluklarının sorunlarını yakından takip eden gazete, bu savaşı, 93 Harbi’nin rövanşı, Rus esareti altındaki ırk ve din kardeşlerinin kurtuluş ümidi olarak görüyordu. Bu yüzden Rusya’ya karşı resmen savaş ilân edildiğinde “Turan Yolunda…” manşeti atarak, “böyle yekdil ve yekvücut olarak çalıştıkça düşmanlarımızdan intikam almaya, mazlum ve esir din ve kan kardeşlerimizi esaretten kurtarmaya muvaffak olacağımız şüphesizdir” ifadelerine yer vermişti.
Gazete Ruslara karşı galip gelineceğinden o derece emin görünüyordu ki Türk ordusunun ileri harekâtının kolayca takip edilebilmesi için sınır bölgesini gösteren bir de harita yayımlamıştı16.
Daha savaşın ilk günlerinden itibaren Ruslarla mücadeleye böyle tarihsel ve ideolojik bir anlam yükleyen gazete, 13 Kasım 1914 tarihli nüshasını
“Göğsümüzde Bir Mezar Taşı” manşetiyle yayınlamıştı. Manşetin hemen altına ise Rusların 93 Harbi’nde ölen askerleri anısına Ayastafanos (Yeşilköy)’ta inşa ettirmiş oldukları görkemli abidenin bir resmi yerleştirilmişti. Rus abidesinden nefretle söz ediliyor, bunun sadece korkunç bir felâketi (93 Harbi’ni) hatırlatan bir abide değil, öldü zannedilen Türklük için zalim Ruslar tarafından milletin ta kalbine saplanmış kocaman bir mezar taşı olduğu ifade ediliyordu. Gazete “Temenni ederiz ki hükümet Türk gençlerine, her işte olduğu gibi, rehber olsun, bu kocaman mezar taşını, yarın doğacak zafer güneşi görmesin”, sözleriyle hükümeti ve halkı abidenin yıkılması için açıkça tahrik ve teşvik ediyordu17.
Abideyi kalabalık bir halk topluluğuna yıktırma düşüncesi, aslında hükümetin perde arkasından planlayıp organize ettiği bir operasyonuydu18.
14 Kasım 1914 günü görkemli bir törenle cihad-ı ekber ilan edilmesi kararlaştırılmıştı. Kutsal savaşın böyle bir organizasyon eşliğinde ilan edilmesi
hem halkın kin ve nefret duygularını tahrik edecek, hem de Ruslara gözdağı verilmiş olacaktı. Ayastafanos’taki Rus abidesi, bu plan ve düşünce gereği
Turan gazetesinin de desteğiyle galeyana getirilen kalabalık bir halk kitlesi tarafından 14 Kasım 1914 günü tahrip edildi. Abidenin, Tasvir-i Efkâr’da
yayınlanan fotoğrafı tahribatın ciddi boyutlara ulaştığını gösteriyordu19.
Ayastefanos abidesinden sonra sıra Rusların yine 93 Harbi anısına Kars’ta inşa ettirmiş oldukları zafer anıtına gelmişti. Gazetenin önemli yazarlarından
Hüseyin Ragıp, “Kars’taki Boynu Bükük Hilâl” başlıklı yazısında bu konuyu şu etkileyici ifadelerle dile getirmişti20:
“Deli Petro’nun hain milleti Kars’ı aldıktan, Kars’ı çaldıktan sonra, şehrin en mutena bir yerine, tıpkı Ayastafanos’taki gibi, büyük bir abide kurmuştu. Fakat bunun buradakinden daha başka, göze batan nişane-leri vardı: Büyük abidenin ta yukarısına boynu bükük, yüzü solgun bir Osmanlı bayrağı, senin al bayrağın çakılmıştı; bunun üstünde savlete müheyya (saldırmaya hazır)bir yırtıcı kuş vardı ki, iri gagasıyla bayrağımızın nurlu necm ü hilâlini (ay yıldızını) didiklemek, parçalamak üzere bulunuyordu.
Ve işte kardeşim, Kars’ın senelerden beri elem ve hicran inleyen kalbi bu yırtıcı şimal kuşunun didiklemeleri altında bitap düşmüş bu bayrak, Kafkas dağlarının semalara yükselen tepelerinden, geniş sırtlarından aşarak kulaklarımıza kadar gelen imdat nidalarıyla seni, Türkleri ve İslâm ordusunu çağırıyor.”
Celâl Sahir (Erozan)’ın Türk Yurdu’ndan iktibas edilen Kafkas Türküsü şiiri de yine bu heykelden bahsediyordu21:
Başında bir topuz gibi Moskof’un eli,
Bağrında bir hançer gibi Kars’ın heykeli,
Kaç muharrem geçti böyle sine döveli?
Görüldüğü gibi gazete, semboller üzerinden yaptığı bu tür yayınlarla bir taraftan halkın vatanperverlik duygularını okşarken, diğer taraftan kin ve intikam duygularını kamçılayarak kamuoyunu savaşa hazırlama hususunda önemli bir görev ifa ediyordu. Bu sırada cepheden gelen haberler de işlerin iyi gittiğini, ilk Rus saldırısı karşısında geri çekilen Osmanlı ordusunun toparlanarak karşı taarruza geçtiğini gösteriyordu. Osmanlı karargâhının Köprüköy savaşlarından sonra yayımladığı 13 Kasım 1914 tarihli resmi bildiriye göre Kafkas cephesindeki durum özetle şöyleydi22:
Karadeniz’de yaptıkları baskının bir benzerini kara sınırlarımızda da yapmak isteyen Ruslar, 1 Kasım’da savaş ilân etmeksizin beş koldan Kafkasya’da sınırını geçtiler. Sınır birliklerimiz düşmana şiddetli darbeler vurarak ağır ağır geri çekildiler. Böylece gerideki birliklere vakit kazandırarak gerekli önlemlerin alınmasını sağladılar. Bu direniş karşısında düşman sınırı geçtikten dört gün sonra ancak Köprüköy civarına gelebildi.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder