Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Osmanlı’nın Cihan Harbinin “ Hikâye” si BÖLÜM 2


 Osmanlı’nın Cihan Harbinin “ Hikâye” si 
BÖLÜM 2


   Şehit haberinin ulaştığı evler, daima onurlu ve Hakk’a teslimdir. Feryad, figân şehid ailesine yakıştırılmaz. Tüm güçlüğe rağmen herkes ölçüyü muhafaza 
eder: “ Şehit Validesi ”12, “ Zeynep Kadın ”13, “ Son Görüş ”14 

Zeynep Kadın, bir akşam vakti köyün ihtiyar jandarmasının kendini köy odasına davet edişiyle endişelenir. Evde gelini bugün yarın doğuracak hâldedir. Ona endişesini sezdirmeden çağrıldığı yere gider. Köyün imamı, oğlunun şehadeti haberini verecektir. Zeynep Kadın, adeta çöker. Jandarma ve İmam Efendi bir müddet onu ağlaması, boşalması için yalnız bırakırlar; ancak az sonra, gelininin hamile oluşunu hatırlatarak sükûnet tavsiye ederler. Tavsiye kolay, uygulama zordur. Zeynep Kadın, evinin yolunu tutar. İçeri girerken merakla bekleyen gelinine her şeyin yolunda olduğunu; ancak az evvel ayağını burktuğunu ve acısına dayanamadığını söyler. Bütün gece, “Ah evladım!” yerine “Ah ayağım” diyerek ağlar. 

“ Son Görüş ”te ise Erzincan’a, oğlunuz Erzurum’daki hastaneye yaralı getirildi, haberi üzerine evladına ulaşmak için at üstünde kilometrelerce durmadan yol alan ihtiyar baba, hastanede oğlunun ruhunu teslim ettiğini ve yıkanmak üzere alt kata indirildiğini öğrenecek, gözlerinden dökülen sessiz yaşlarla oğlunun yaralı bedenini yıkayacaktır. 

Şehâdet bir bakıma net bir haberdir. Bu haberi alamayan ve cephedeki evladıyla irtibatları kesilen ailelerin en korktukları şey, çocuklarının düşman tarafına 
esir düşmesi hâlidir. Bilhassa 93 Harbinin esirlerinden intikal eden hikâyeler, aileleri fazlasıyla tedirgin eder. Esir askerlerimizin çektikleri maddî zaruretler ve onlara yapılması gereken yardım hikâyeler de konu edinilmiştir. 

Hikâyelerde esir askerlerimizi ve ihtiyaçlarını nazara veren üç metin vardır. Bu üç metnin de okuyucuyu uyandırmaya yönelik propaganda metinler olduğunu düşünüyoruz: “ Beyaz Güvercinler ”15, “ Esirin Anası ”16, “ Yetîmenin Bayramlığı ”17. 

“Beyaz Güvercinler”de iki beyaz güvercininden birini satarak esirlere yardım gönderen kahramanımız, diğer güvercininin eşinden ayrılığa dayanamayıp 
öldüğünü görür. “Esirin Anası” ise, elinde avucunda iki keçisi dışında hiçbir şeyi olmayan ve sokakta bir dilenciyi andıran ihtiyar kadının keçilerini satarak Hilâli Ahmer merkezine ulaşmaya çalışması, oğlu ve kimsesiz arkadaşları için yardım kolisi göndermesi anlatılır. “Yetîmenin Bayramlığı”, harp gazisi babaları ile birlikte annelerinin mezarını ziyarete giden iki kız çocuğunun yol kenarında esir oğlundan gelen mektubu okutan ihtiyar kadının çamaşır isteyen oğluna bunu nasıl göndereceğinin telaşına girişini görmeleri ve üzülerek her çocuğun bayramlık paralarını vermesiyle fakir esirlerimizin bir parça rahat edeceğini hatırlatmalarını içerir. 

Cephe manzaraları ve sıcak harp sahneleri okuyucuyu heyecanlandıran ve yaşanan harbi daha iyi anlamasını sağlayan metinlerdir. Tabi bu sahneler çoğunlukla kahramanlıklarla doludur: “Bir Gazinin Hatıratı”18, “SonTebessüm”19 , “Türk’ün Gazası”20, “İki Lâlenin Hikâyesi”21, “Bir Genç Zabitin Defterinden”22, “Yaralı Arslan”23, “Ateş Böcekleri”24, “Anlamak İçin”25, “Fazıl Ferid’in Gazası”26 

Son üç harbin gazilerinin günlük hayata, geçim telâşına yeniden dahil oluşları ve halktan gördükleri duyarsız muameleler de hikâyecilerin nazarından kaçmamıştır. Onlarca yara ile ölümden dönen bu kahraman gaziler, uğruna harp ettikleri vatandaşların tavırları karşısında şehit olup cephede kalmadıklarına üzülürler: “Kaç Yerinden?”27, “Dokunma Belki Bir Kahramandır”28, “İki Defada Dokuz Yara Bir Kol”29 

Kahramanın bir sandalcıya öfkelenip vuracakken bir anda arkadaşının “Dokunma belki bir kahramandır!” uyarısı ve ardından anlattığı hikâye, savaş gazilerimizin durumunu anlatan en ustalıklı metinlerden biridir. Kahramanımızın arkadaşı, bir akşamüzeri önceden anlaştığı bir arabacının işi ağırdan alması üzerine zabıta zoru ile onu yola çıkarışını, yol boyu arabacıyı birçok kez azarlayıp tahkir ettikten sonra onun cephe cephe dolaşmış vücudu harp yaraları ile dolu bir gazi olduğunu öğrenişini anlatır. Bu durum, onu kahredecektir. 

“İşte bu geceden sonra, aziz dost, işte bu geceden sonra düşündüm ki memleketin her tarafı böyle kahramanlarla doludur. Yarın büsbütün, her taraf bunlarla dolacak. Biz birisine bir iş tahmil ederken korkacağız ki o kahraman lardan biri olmasın, bir başkasını azarlarken düşüneceğiz ki belki Çanakkale harbinde döğüştü. Bir sandalcının başına yumruğumuzu indirirken birden hatırımıza gelecek ki belki Anadolu müdafaasında bulundu, işte onun için demin sana “Dokunma belki bir kahramandır.” dedim.”30 

Evine cephede bırakılmış bir uzuvla eksik dönen de vardır, döner dönmez hayata gözlerini yuman da. Bir de ailesine kavuşup aklı ve ruhu cephede kalan, bir an önce harp meydanına ulaşmayı isteyenler… “Sılada”31, harpten izinli evlerine dönen üç hemşehrinin hikâyesidir. Evlerine döndüklerine sevinemezler; çünkü senelerdir cephede bir amaç etrafında yaşamaya alışmışlardır. Köylerinde, evlerinde her şey onlara anlamsız gelir. Eşleriyle, akrabalarıyla tartışırlar. İyileşip izinlerinin bitmesini dört gözle beklemektedirler. Bu hikâye de Yakub Kadri’nin insana dair farklı psikolojileri yakalayışının enteresan örneklerindendir. Yakub Kadri, insanın görünen yanının ardındaki incelikleri yakalamada mahirdir. “Küçük Zabit”32 de bu hikâyelerdendir. Yazar burada İstanbul’un narin, alfranga, şık beylerinden birini Çanakkale cephesinde kendisine İstanbul’un nezih yerlerinde uzun yıllar yoldaşlık eden Fransız dostuyla süngü savaşında karşılaştıracak ve küçük zabiti bu cidal sırasında büyütecektir. Küçük zabit, artık bambaşka biridir. Harp birçok kişiyi değiştirmiş, kendine getirmiş, birçok bakımdan bilinçlendirmiştir. 

Gençlerin milletlerine karşı sorumluluklarını yeni baştan fark edişlerine bir örnek de Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun “Sümbül Kokusu”33 adlı hikâyesinde önümüze çıkar. Budapeşte Darülfünûnunda talebe iki gencimiz, gazetelerden edindikleri Çanakkale ve Dersaâdet haberleri ile perîşandırlar. Pencere önünde saksıdaki sümbülün kokusu iki genci bir anda İstanbul’a götürür. İstanbul kaybediliyorsa yaşamak alçaklıktır, diyen Hüseyin Arif’i Mehmet Siyavuş kendine getirir. Aslında vatan müdafaa edilmek zamanı iken başka bir memlekette durmak alçaklıktır. İki genç apar topar hazırlanırlar, öğrencilikleri sebebiyle tecil edilen askerliklerini bozarak gönüllü yola çıkarlar. 

“Onbaşı Ali’nin Gördükleri”34 ise Yemen’de harp eden Ali’nin Bursa’daki köyüne dönüşünde köylülerine nasıl cennet gibi bereketli topraklarda yaşadıklarını 
anlatmaya çalıştığını görürüz. Çöllerden ve çöl insanlarından bahseden Ali’nin, yemek diye yenilen şeyleri, susuzluğu ve fakirliği anlatıp vatanın kıymetini bilmek lüzumunu hatırlatması, daha fazla gayret etmek gerektiğini söylemesi, başka diyarlara giden askerlerimizin ufuklarının açıldığını da düşündürüyor. 

Tüm olumsuzluklara rağmen hikâyeler ümit tavsiye eder. Ümidini yitiren her şeyini yitirmiş demektir. Hikâyeler, ümitsizliğe karşı savaşırlar. 
Çanakkale Cephesi, ümit tazelemek için oldukça önemlidir. “Rahat Döşeği”35,
“Çanakkale’den Sonra”36, “Müjde”37, “Mustafa’nın Hilesi”38, “Altıpatlar”39, bu yoldaki hikâyelerdir. 

“Mustafa’nın Hilesi”nde, Kastamonulu bir erin su taşıyan eşeğiyle düşman safına yanlışlıkla dalması ve düşman askerlerinin ellerinden zekâsıyla sağ salim kurtuluşu esprili bir şekilde anlatılır. Böyle zekî erleri olan bir ordu elbette muvaffak olacaktır. “Altıpatlar” ise teknik üstünlüğün değil vatan sevgisinin getirdiği delice cesaretin memleketi kurtaracağına işaret eder. “Müjde”, Çanakkale Cephesini ziyarete giden sanatçı heyetinin bir aralık gökyüzüne bulutlarla yazılmış “fethun karîb” (fetih yakındır) ifadesini görmeleri ve Allah’ın 
yardımının yakında olacağına dair bir işaret aldıklarını düşünmelerini sağlar:“Genç şairler, karargâhlarında kumandanlara, siperlerde zabitlere, neferlere hep parlak, mavi göğün -o gelirken gördükleri- büyük müjdesini büyük bir imanla, büyük bir samimiyetle anlatıyorlar, onları da kendileri gibi bu büyük mucizeye inandırıyorlardı. Orada, Çanakkale’de ezeliyet fecrine giden gizli 
manevi yollara benzeyen uzun, nihayetsiz siperler içinde benim de –bilmem nasıl oldu- gelirken gördüğüm şeyin Tanrı eliyle yazılmış “fethun karîb” müjdesi olduğuna şüphem kalmadı.” 40 

“Çanakkale’den Sonra”da ise ülkesinden ve insanından uzun vakittir bütün ümidini kesmiş, İstanbul’un ve memleketin işgâlini, kendisinin de ölümünü bekleyen bir adamın Çanakkale’deki muazzam netice karşısında kendine, milletine ve istikbale inancının oluşması ve ilerlemiş yaşına rağmen evlenerek yeni bir hayata başlaması anlatılır. Kahramanımızın bir kızı olur ve ismini Mefkûre verir. Gerçekten de Çanakkale zaferi Türkler için tek başına Birinci Dünya Savaşı’nın neticesidir. Harp sonundaki anlaşmalarda masa başında ortaya çıkan sonuç ne olursa olsun bu cephe, milletin kendine itimadını yeniden kazandırmış, Millî Mücadele bu sayede gerçekleşebilmiştir.41 

Sonuç Yerine 

Yukarıda Osmanlı’nın Cihan Harbinin hikâyesi anlatılmaya çalışıldı. Hiçbir harbin hikâyesi iç ferahlatıcı değildir. Bu harp de öyle. Üstelik Birinci Dünya Savaşı sonrası yapılan anlaşmalar, Türk’ün tüm gayretine rağmen, Anadolu’yu Türklere bırakmaz. Bu, yeni bir varoluş kavgasını daha tetikler. Bitti zannedilen bir hikâyeden Millî Mücadele ile yeni bir kutlu can doğar. 

Dört sene boyunca harbe dair yazılan hikâyelerin azlığı düşündürücüdür. Yine de bu hikâyeler aracılığıyla Türk hikâyesinde İstanbul’un dışına çıkıldığı, yeni insanlar, yeni mekânlar ve yeni konular yakalandığı bir gerçektir. Cephe hikâyeleri içerisinde en fazla Çanakkale cephesi konu edinilmiştir. 

Anadolu ise gönüllü asker alımları ve şehit yakınları noktasında gündeme gelmiştir. Hikâyelerdeki ortak ruh millî birlik ve beraberlik, ayrıca Allah’ın yardımına duyulan ihtiyaçtır. 

Birinci Dünya Savaşının hikâyesini yazan kalemlerle Birinci Dünya Savaşının romanını yazan kalemlerin farklı meseleler üzerinde yoğunlaştıklarını görülür. Romanlarda, hikâyelerde önümüze çıkan meselelerden farklı olarak İstanbul’un işgâli ve savaş esnasındaki İstanbul, daha yoğun olarak işlenir. Bu romanlarda sıkça karşımıza çıkan İstanbul’un kıtlık günleri, harp zenginleri, vagon ticareti, işgal gücü askerleri ile bir kısım Müslüman ahâlinin münasebetleri hikâyelerde yer almamıştır. Hikâyelerde önümüze çıkan Anadolu ve farklı cephe manzaraları da romanlarda fazla detaylandırılmaz. Hikâye, tür olarak yine kenarda kalmış küçük insan üzerinden maksadını aktarır. 


DİPNOTLAR;


1 Ceyhan, Nesime; II. Meşrûtiyet Dönemi Türk Hikâyesi (1908-1918), İst. 2009, Selis Yay. s.43./ Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, “Basın” Maddesi, 
C.1, Dergâh Yay., İst.1997, s.322. 
2 Köroğlu, Erol; Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) Propagandadan Millî Kimlik İnşasına, İletişim Yay., İst.2004., s.46-61. 
3 a.g.e. s.52. 
4 Harb Mecmuası, (Haz. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır) , Kaynak Yay., İst.2004. 
5 Çakır, Ömer; Türk Şiirinde Çanakkale Muharebeleri, AKM Yay., Ank.2004. 
6, Çalışma boyunca Nesîme Ceyhan’ın, Osmanlı Dağılırken Ağlayan Hikâyeler 3, 1. Dünya Savaşı Hikâyeleri, ( Selis Yay., İst.2007) adlı kitabında yer alan 
hikâyelerden yararlanılacaktır: Âkil Koyuncu, “Bir Azizlik”, Yeni Mecmua (Çanakkale Nüsha-i Favkalâdesi), İst. Nu:5/18, Mart 1331/1915. 
7 Ceyhan, a.g.e. (F(e). Celâleddin, “Mustafa’nın Hilesi”, Yeni Mecmua (Çanakkale Nüsha-i Favkalâdesi), İst. Nu:5/18, Mart 1331/1915.) 
8 Ceyhan, a.g.e. (Recâizâde Ercümend Ekrem, “Ahmed bin Hamud”, Donanma, Nu:106, 16 Temmuz 1331/1915, s.888-889.) 
9 Ceyhan, a.g.e.(Salime Servet Seyfi, “Oğlumu Hududa Gönderdikten Sonra”, Yeni Mecmua (Çanakkale Nüsha-i Favkalâdesi), İst. Nu:5/18, Mart 1331/1915. ) 
10 Ceyhan, a.g.e. (Raif Necdet, Ufûl, “Anadolu’nun Mezarı”, Resimli Kitap Matbaası, İst.1329/1914, s.236-255.) 
11 Ceyhan, a.g.e. (Raif Necdet, Ufûl, “Anadolu’nun Mezarı”, Resimli Kitap Matbaası, İst.1329/1914, s.188-189.) 
12 Ceyhan, a.g.e. (Enis Tahsin, “Şehit Validesi”, Sabah, 19 Eylül 1331/2 Teşrinievvel 1915.) 
13 Ceyhan, a.g.e. (Yakub Kadri, “Zeynep Kadın”, İkdam, Nu:6999, 7 Ağustos 1916.) 
14 Ceyhan, a.g.e. Hasan Dündar, “Son Görüş”, Türk Yurdu, C:14, Nu:8, 15 Haziran 1338/15 Haziran 1918.) 
15 Ceyhan, a.g.e. (Arif Oruç, “Beyaz Güvercinler”, Sabah, Nu: 9593, 29 Temmuz 1916.) 
16 Ceyhan, a.g.e. (Arif Oruç, “Esirin Anası”, Sabah, Nu:9588, 24 Temmuz 1916.) 
17 Ceyhan, a.g.e. (Arif Oruç, “Yetîmenin Bayramlığı”, Sabah, Nu:9597, 4 Ağustos 1916. ) 
18 Ceyhan, a.g.e. (yazarı belli değil), “Bir Gazinin Hatıratı”, Sabah, Nu:9426, 25 Teşrinisani 1331/8 Kanunuevvel1915. ) 
19 Ceyhan, a.g.e. Enis Tahsin, “Son Tebessüm”, Sabah, Nu:9348, 8 Eylül 1331/21 Eylül 1915. 
20 Ceyhan, a.g.e. Fâzıl Turgut, Donanma, Nu:92/44-93/45, 23 Nisan 1331/6 Mayıs 1915, s.292294. 
21 Ceyhan, a.g.e. (Hüseyin Râgıb, “İki Lâlenin Hikâyesi”, Yeni Mecmua (Çanakkale Nüsha-i Favkalâdesi), İst. Nu:5/18, Mart 1331/1915.) 
22 Ceyhan, a.g.e. (Sadiye, “Bir Genç Zabitin Defterinden”, Sabah, Nu:9709-9710, 13-14 Teşrinisani 1332/26-27 Teşrinisani 1916.) 
23 Ceyhan, a.g.e. (Arif Oruç, “Yaralı Arslan”, Sabah, Nu:9300, 23 Temmuz 1331/4 Ağustos 1915.) 
24 Ceyhan, a.g.e. ((yazarı belli değil), “Ateş Böcekleri”, Tanin, Nu:2768, 14 Ağustos 1332/27 Ağustos 1916. ) 
25 Ceyhan, a.g.e. (Aziz Hüdâî, “Anlamak İçin”, Talebe Defteri, Nu:40, 10 Mayıs 1333/23 Mayıs 1917, s.641-642.) 
26 Ceyhan, a.g.e. (Fatma Hayrünnisa, “Fâzıl Ferid’in Gazası”, Donanma, Nu:18, Nisan 1333/1917, s.282-284. ) 
27 Ceyhan, a.g.e. (Ömer Seyfeddin, “Kaç Yerinden”, Yeni Mecmua, C:1, Nu:9, 6 Eylül 1917, s.178180.) 
28 Ceyhan, a.g.e. (Yakub Kadri, “Dokunma Belki Bir Kahramandır”, İkdam, Nu:5965, 19 Haziran 1916.) 
29 Ceyhan, a.g.e. (Emin Ali, “İki Defada Dokuz Yara Bir Kol”, Yeni Mecmua (Çanakkale Nüsha-i Favkalâdesi), İst. Nu:5/18, Mart 1331/1915.) 
30 Ceyhan, a.g.e. (Yakub Kadri, “Dokunma Belki Bir Kahramandır”, İkdam, Nu:5965, 19 Haziran 1916.) 
31 Ceyhan, a.g.e. (Yakub Kadri, “Sılada”, İkdam, Nu:6970, 7 Temmuz 1916. ) 
32 Ceyhan, a.g.e. (Yakub Kadri, “Küçük Zabit”, İkdam, Nu:6966, 3 Temmuz 1916.) 
33 Ceyhan, a.g.e. (Müftüoğlu Ahmet Hikmet, “Sümbül Kokusu”, Yeni Mecmua (Çanakkale Nüsha-i Favkalâdesi), İst. Nu:5/18, Mart 1331/1915. ) 
34 Ceyhan, a.g.e. (Ali Suad, “Onbaşı Ali’nin Gördükleri”, Halka Doğru, Nu:15, 17 Temmuz 1329/30 Temmuz 1913, s.116-118.) 
35 Ceyhan, a.g.e. (Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Çağlayanlar, “Rahat Döşeği”, Kültür Bakanlığı Yay., Ank.1990, s.120-123.) 
36 Ceyhan, a.g.e. (Ömer Seyfeddin, “Çanakkale’den Sonra”, Yeni Mecmua, C:1, Nu:6, 16 Ağustos 1917, s.119-120.) 
37 Ceyhan, a.g.e. (Ömer Seyfeddin, “Müjde”, C:2, Nu:36, 21 Mart 1918, s.196.) 
38 Ceyhan, a.g.e. (F(e). Celâleddin, “Mustafa’nın Hilesi”, Yeni Mecmua (Çanakkale Nüsha-i Favkalâdesi), İst. Nu:5/18, Mart 1331/1915.) 
39 Ceyhan, a.g.e. (Yakub Kadri, “Altıpatlar”, İkdam, Nu:6984, 2 Temmuz 1916.) 
40 Ceyhan, a.g.e. (Ömer Seyfeddin, “Müjde”, C:2, Nu:36, 21 Mart 1918, s.196.) 
41 Yukarıda bütün hikâyelere yer verilmemiştir. Birinci Dünya Savaşı hikâyeleri için bkz. Nesîme Ceyhan, Osmanlı Dağılırken Ağlayan Hikâyeler 3, 
1. Dünya Savaşı Hikâyeleri, Selis Yay., İst.2007. 


Kaynaklar 


Ceyhan, Nesime, II. Meşrûtiyet Dönemi Türk Hikâyesi (1908-1918), İst. 2009, Selis Yay. 
Ceyhan, Nesime, Osmanlı Dağılırken Ağlayan Hikâyeler 3, 1. Dünya Savaşı Hikâyeleri, Selis Yay., İst.2007. 
Çakır, Ömer, Türk Şiirinde Çanakkale Muharebeleri, AKM Yay., Ank.2004. 
Köroğlu, Erol, Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) Propagandadan Millî kimlik İnşasına, İletişim Yay., İst.2004. 
Harb Mecmuası, (Haz. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır) , Kaynak Yay., İst.2004. 
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, “Basın” Maddesi, C.1, Dergâh Yay., İst.1997. 


***

Osmanlı’nın Cihan Harbinin “ Hikâye” si BÖLÜM 1




Osmanlı’nın Cihan Harbinin “Hikâye”si 



*Nesîme Ceyhan Akça 
*Doç. Dr. Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. 


Özet 

Birinci Dünya Savaşı, 1914-1918 yılları, Osmanlı’nın parçalanma ve yok edilme sürecinin en sıcak seneleridir. Üç kıtanın ihtiyar efendisi, bedeninin birçok 
yerinden yaralanarak, ihanete uğrayarak, zulüm görerek ve ancak bir cihan harbinin neticesinde alt edilebilir. Bir asır her gün tekrar edilen “hasta adam” ifadesi hakikate dönüştürülür ve çözülmesi zaruri görülen “şark meselesi” çözülür. Osmanlı Devleti, bir cihan harbi hikâyesiyle miadını doldurur. Öngörülemeyen, tahmin edilemeyen ise, bu milletin yeni bir devletle nefes almaya devam etmesidir. 

Bu çalışmamızda 1914-1918 yıllarında Osmanlı’nın neredeyse on cephede gerçekleşen dünya savaşı mücadelesi, harple eşzamanlı olarak basına yansıyan 
hikâyelerle gözler önüne getirilmeye çalışılacaktır. Harp hikâyelerinin genel hüviyetini taşıyan bu hikâyeler, zamana şahitlik etmesi ve o günlerin toplum 
psikolojisini aksettirmesi bakımından önemlidir. Edebî eserlerin tarihi vesika sayılamayacağı malumdur; ancak bu metinler, realist gözlemlerin mahsulü 
olmaları münasebetiyle tarih yazıcılarının ihmal ettiği anları gerçeğin kalemiyle aktarmaktan geri durmamışlardır. 
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı, hikâye, edebiyat. 

GİRİŞ

Osmanlı Devleti, bir oldu bitti ile Birinci Dünya Savaşı’na dâhil edildiğinde Afrika’daki son Osmanlı toprağı Trablusgarp elimizden çıkalı üç, 
Balkanları kaybedeli bir sene olmuştur. Ordu ve halk daralan coğrafyadan, kötüye giden ekonomiden, siyasî istikrarsızlıktan, İstanbul ve Anadolu’ya 
yığılan harp muhacirlerinden bizardır. Yeni bir harp, hele bir cihan harbi işleri çok daha kötüye götürecektir. 93 Harbinden o güne Anadolu, bir 
kuşak dedelerine, sonra oğullarına şimdi ise o şehit dedelerin torunlarına göz diken harbe kuşkudan çok öfkeyle bakmaktadır. Tüm bunlara rağmen 
Almanların malum Goben ve Breslav zırhlılarını satın alınmış, Yavuz ve Midilli adlarıyla Türk bayrağı çektirip Karadeniz’de Odesa ve Sivastopol şehirlerini bombardıman edilişle birlikte –biz bombalamasak da zırhlılar Türk bayrağı taşımaktadır- cihan harbinin tam içine dalmış olunuyor. 

Dünya İttifak ve İtilâf ülkeleri olarak ayrılırken; Türkler, Almanlar için birçok cephede Türk askerine sırt verip rahatlama demekti. Türklerse yaklaştıkları; 
ancak ilgi görmedikleri İngiltere ve Fransa’dan sonra Almanya ile bu koca harbin ortasında mutlak bir parçalanmadan korunmayı ve belki kaybedilen Balkan topraklarını yeniden kazanmayı hesap ettiler. Bu feci harp, başta Çanakkale ve Sarıkamış olmak üzere Lübnan, Beyrut, Filistin, Suriye, Irak, Hicaz, Mısır, Yemen, Kafkasya, Galiçya ve Romanya’da şehitlikler bırakmamıza yol açmıştır. Bazı cephelerde kazanılan mutlak zafere rağmen, savaş sonunda mağlup tarafta oluşumuz bizi de mağlubiyete mahkûm etmiş, 1918’de İstanbul’un işgâline engel olunamadı. 

Basın, Sansür, Propaganda ve Edebiyat 

Basın, bugün olduğu gibi Osmanlı Devletinde önemli bir toplumsal bilinçlendirme ve yönlendirme aracıdır. İkinci Meşrûtiyet’in ilânının ardından gazete ve dergi çıkartmayla alâkalı hukukî prosedürün hafiflemesi üzerine yaşanan yayın patlaması (Hürriyet’in ilânından 31 Mart vakasına kadar süreli yayınların altı’dan üç yüz elli üç dergi ve gazeteye çıkması) ilerleyen günlerde sakinleşecek, 1910’da 130, 1912’de 124, 1912’de 45, 1913’te 92 ve 1914’te 75 yayın, basında boy gösterecektir.1 Birinci Dünya Savaşına girene kadar, 1909’dan 1912’ye uzun ve 1913’te ise kısa süreli sansürle karşı karşıya kalan matbuat, savaştan sonra uzun bir süre devam edecek olan askerî sansür dönemine girer. 1915’te 6, 1916’da ise sadece 8 gazete ve dergi yayımlanabilmiştir. Süreli yayınlarda düşüş sadece sansür sebebiyle değildir. Yaşanan ekonomik kriz de önemli bir etkendir. Çıkabilen gazetelerin boyutlarının dergi boyutuna düşürülmesi ve sayfa sayılarının azaltılması da bunun bir göstergesidir. 

Birinci Dünya Savaşının baş aktörleri Almanya ve İngiltere’nin, basını önemli harp propaganda aracı olarak kullanmalarına rağmen Osmanlı Devleti bu hususu ağır sansür bağı sebebiyle değerlendirememiştir. Almanya, müttefikimiz olarak propaganda faaliyeti olarak İstanbul’da kitap ve resim sergileri açmak, danışma büroları ile savaşın gidişatı hakkında halkı bilinçlendirmeye çalışmak gibi faaliyetler gerçekleştirmiştir; ancak İttihat Terakki Hükümeti bu konuda çok zayıf kalmıştır.2 

Cephede askerin şevklenmesi, cephe gerisinde halkın ümidini yitirmemesi ve halkın cepheyi maddi manevi desteklemesi için soyut harp mefhumu 
ile somut halk arasında bir irtibata ihtiyaç vardır. Bu, edebî metinle gerçekleşebilecektir. Oysa hem azalan yayın araçları hem de bu yayınlar 
üzerindeki yoğun sansür edebiyatçıları ve yayıncıları suskunluğa itmektedir. Ziya Gökalp’in 1916’da Harp Mecmuası’nda yayımladığı “Asker ve Şair” adlı şiiri devrin tüm ediplerine atılan bir tokat gibidir. “Şairin bu askere dikkatle bakmasını emreden Gökalp, asıl şairin, “sezdiği ve duyduğu” için bu asker olduğunu söyler. Bu asker, uyurken bile elinden düşürmediği bombasıyla şiir yazmakta, ilhamını vatanından almakta, uyurken bile savaş rüyaları görmektedir. Bu asker belki birazdan ülkesi için şehit olacak ve tarihe geçecektir. Oysa o, orada vatan için canını verirken, şair burada o asker için destan yazmaya üşenmektedir. Gökalp, şiirini bir tehditle bitirir: Üşengeç şairin kalemini elinden almalı ve onu cepheye göndererek orada ölen askerlere mezar kazdırmalıdır.”3 Bu tehdit tabii ki sadece Türk şairi için değildir. Topyekûn tüm edipler vazifelerini hatırlamalıdır. 

İttihat Terakki’nin harp propagandasına ve edebiyatçıların yaşanan harbe yönelik edebî faaliyetlerde bulunmalarına dair hiçbir faaliyeti olmamıştır diyemeyiz. 
Sınırlı da olsa bu faaliyetler şu şekilde sıralanabilir: 

1-Harp Mecmuası’nın yayımlanması. Hükümet ve ordunun 1915 yılında yayımlamaya başladığı Harp Mecmuası, yayın yapmanın çok güç olduğu 
bir dönemde iyi cins kâğıda cephe fotoğrafları ve asker fotoğraflarıyla birlikte basılan, cepheden haber veren önemli bir çalışmadır.4 

2- Edebiyatçılara halkı ve askerî yüreklendirmeye yönelik sipariş usulü kitap yazdırılması. Kitap yazıldığında yazarına yüklü telif ödenir. Kitap, Harbiye Nezareti tarafından satın alınarak basılıp orduya dağıtılır. 

3- Çanakkale Cephesine ziyarete götürülen sanatçılar heyeti: Haziran 1915’te otuz kadar isme gönderilen davet mektubuna on sekiz kişi mukabele eder ve heyet cephe gerisini ve cepheyi gözlemek ve bu geziden hareketle edebî eser vücuda getirmekle görevlendirilir. 5 

Tüm bu faaliyetleri yok saymak mümkün değildir; ancak yeterli olmadığı aşikârdır. Birinci Dünya Savaşı süresince Osmanlı basınında harbe dair 
hikâye türünde sadece kırk sekiz metne tesadüf etmemiz bunun en önemli göstergesidir. Titiz taramalarımıza rağmen gözden kaçmış hikâyeler de 
olabilir; ancak bu da dört yıl süren ölüm kalım mücadelemizin hikâyesi olarak yine de oldukça düşük bir rakamdır. 

Birinci Dünya Savaşının “Hikâye”si 

Harp hikâyesi, harp edebiyatı genel başlığının bir şubesi olarak düşünülebilir. Harbin yaşandığı yıllarda kaleme alınmış, hadiselerin tüm sıcaklığı yazılan ların üzerlerinde iken, henüz yaşananların gerisindeki siyasî sebepler çok netleşmemişken ve sadece vatana dair hassasiyetlerin en zirvede hissedildiği metinlerdir bunlar. Eserler, yazarların siyasal yahut askerî erk tarafından sistematik yönlendirilmeleri ile kaleme alınabilecekleri gibi, yazarların 
tamamen bireysel sorumluluk hisleri ve harbe dair duyarlılıkları ile de yazılabilirler. Sadece harp yıllarında kaleme sarılan ve sonrasında yayın dünyasında görünmeyen birçok yazar vardır. 

Bizde 1911’den başlayarak on yıl süresince art arda yaşanan harpler, harple eş zamanlı ve içinde bulunulan harbi konu edinen metinlerin yazılmalarına 
sebep olmuştur. Balkan Savaşları başladığında Trablusgarp Savaşı; Birinci Dünya Savaşı başladığında Balkan Savaşı; Millî Mücadele senelerinde de Birinci Dünya Savaşı edebî eserin gündeminden ayrılmıştır. Her biri diğerinden daha endişe verici ve vatan coğrafyasını daraltıcı bu harpler, gelenin gideni arattığı bir güçlüğü beraberinde taşımıştır. Bu bağlamda Birinci Dünya Savaşı ile ilgili hikâyeler, 1914-1918 yılları arasında yazılır ve büyük ölçüde tamamlanır. Roman, daha farklı bir süreç yaşar. 

Birinci Dünya Savaşı hikâyelerine baktığımızda yazar olarak şu isimlere tesadüf ederiz: Aziz Hüdâi, A(yın) Ali, F(alih) R(ıfkı), Arif Oruç, Ali Suad, A(yın) Kemâl, M(im) N(un), Gazzeli Cemâl, Recâizâde Ercümend Ekrem, E(lif) T(e), Enis Tahsin, Fazıl Turgut, Ömer Seyfeddin, Yakup Kadri, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Hüseyin Ragıb, Hâlide Edib, Emine Semiha, F(e) Celâleddin), Akil Koyuncu, Salime Servet Seyfi, Aka Gündüz, Emin Ali, Fatma Hayrünnisa, Hasan Dündar, Sadiye, Raif Necdet. Yazarı belli olmayan hikâyeler de mevcuttur. Devrin hikâye yazarlarından Cemil Süleyman’ın Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşına asker olarak bizzat katıldığını, buna karşılık devrin basınında harple uzaktan yakından 
ilgisi olmayan hikâyeler yayımladığını; Mehmet Rauf’un, Refik Hâlid’in, Hüseyin Rahmi’nin ise büyük harbin telaşıyla pek ilgilenmediklerini görürüz. 


Birinci Dünya Savaşı seneleri boyunca Osmanlı matbuatında bu savaşa dair yayımlanan hikâyelerin azlığı genel olarak cephelerden gelen haberlerin 
olumsuz oluşuyla da ilişkilendirilebilir. Çünkü Çanakkale Cephesi ile ilgili hikâyeler 48 hikâye içerisinde 16 rakamıyla epey bir yekûn tutar ki Çanakkale Cephesi çok çetin ve fakat zaferle neticelenen bir cephedir. Aslında herkes bir parça ümidin peşindedir. 

Çanakkale Cephesinin anlatıldığı hikâyelerden başka herhangi bir cephenin anılmadan genel olarak Birinci Dünya Savaşı atmosferine yer veren hikâyeler, Filistin-Suriye Cephesini, Doğu Cephesini, Yemen’i, Lübnan’ı, Irak Cephesini ve burada yaşananları anlatan hikâyeler mevcuttur. Elbette yazarların tamamı, bahsi geçen cephelerde bulunmuş değillerdir. İçlerinden bir kısmı belki bu toprakları tanımıştır; ancak genel olarak yazarlar, oralardan gazeteler ve mektuplar aracılığıyla alınan havadislere ve hayâl dünyalarına dayanarak bu metinleri kurgularlar. Daha on yıl öncesine kadar Türk tahkiyesi İstanbul’dan başka mekân tanımazken harpler, Trablusgarp’ten Balkanlara ve cihan harbinin diğer cephelerine Türk okuyucusunu taşımaya başlamıştır. Hikâyelerde cephedekileri bekleyenler yahut cepheye asker gönderenler sebebiyle Anadolu’nun köyleri; yaralılar sebebiyle hastaneler yahut cephe gerisinde yaralılarla dolu revirler; İstanbul’da esirlere yardım gönderen Hilâli Ahmer merkezi de diğer mekânlar olarak anılabilir. 

Uzak coğrafyalardaki cephelerde bedenini türlü kahramanlıklarla feda eden Anadolu askerleri, mahzun ve gariplik vurgusuyla sunulurken Çanakkale’nin kahramanları daha coşkulu ve emin takdim edilir. Hatta Çanakkale cephesiyle ilgili esprili olaylar da aktarılır: “Bir Azizlik” 

“Mustafa’nın Hilesi”7 

Çanakkale Cephesi hikâyeleri, Türk’ün ne muazzam bir asker kitlesi ile mücadele etiğinin ve harbin ahlâktan yoksun yüzünün de göstergesidir. Fransız ve İngiliz müstemlekelerinden kandırılarak getirilen Müslüman ahâlinin karşılarında Müslümanlar olduğunu fark edişleri iç burkucudur. “Ahmed bin Hamud”8, bu zulmün hikâyesidir. Afrika içlerinden İslâm’ın halifesine yardım edecekleri inancıyla gemilere bindirilen yüzlerce siyâhî Müslüman, çatışma gününün akşamında siperlerin gerisinden yükselen ezan sesi ile kime karşı savaştıklarını anlayacaklar, bir kısmı Türkler safına geçecek bir kısmı ise intiharı seçecektir. 

Çanakkale cephesi, Anadolu’nun ve Osmanlı’nın çevre topraklarından birçok gönüllü askerin şehadet mekânı olmuştur. Bu cephe müthiş bir insan akınına uğramış, ölüm kalım mücadelesine sahne olmuştur. Hikâyelerde Anadolu’dan gönüllü yola çıkan genç neferler Moskof savaşında (93 Harbi) şehit düşmüş dedelerinin yahut sonraki harplerde şehit düşmüş babalarının intikamını almak üzere cephelere aileleri tarafından coşkuyla gönderilirler. Aileler evlatlarını gönderirken adeta sevinir. Şehit haberlerini büyük bir olgunlukla karşılar. Bu romantik bakış, esasında ne kadar doğrudur? Askere gidişi teşvik kokusu hissedilen bu hikâyeler, Anadolu’nun 1914’teki hâli düşünüldüğünde çok gerçekçi kabul edilemez. Şehit oğulların bu kez de kundakta kalmış yavruları yetim büyüyecektir. Anadolu’da çocuklar, son elli senedir babasız büyümeye alışmıştır: “Oğlumu Hududa Gönderdikten Sonra”9. 

Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı’nın harp sahalarının insan kaynağı olan Anadolu, işe yarar insan gücü bakımından oldukça zayıf hâldedir. “Anadolu’nun Mezarı”10, adlı hikâye 1914 Anadolu’sunun hâli perîşânını aksettirmesi bakımından eşsiz bir belge-metindir: 

“Yemen, hatta Arnavutluk Anadolu’nun mezarıdır, derler. Doğru… Fakat bundan daha doğru bir hakikat vardır ki o da Anadolu’nun Yemen’den daha müthiş, daha müfteris bir mezar olmasıdır: Anadolu, evet Anadolu’nun mezarı bizzat Anadolu, 
Anadolu’nun sefalet-i sıhhiye ve iktisadiyyesidir. Gıda namına aç ve boş midesi hatta bazen ot ile dolan, en basit, en iptidai kavâid-i sıhhiyeden bile bîhaber dimağı hurafelerle paslanan mevcutlar memleketi elbette bir diyar değil, bir mezardır. (…)Ahmet Ağa gayet sağlam bir vücuda malik iri bir adam idi. (…) Bu adamın biri kız olmak üzere on dört çocuğu dünyaya gelmiş idi. Yani bir düzineden iki fazla. (…) Fakat ne kadar elim bir ırsî salâbetle pek gürbüz doğan bu on dört çocuğun on üçü cehalet, hıfzıssıhaya adem-i riâyet yüzünden ikişer üçer yaşlarında ölmüş… Yani Anadolu’nun mezarı tatmin edilmek nedir bilmez bir ihtirâs-ı akûr ile bu yavruları da sîne-i müfterisine çekmiş. Cehalet, humma-yı itiyat yalnız bir aileden vatana on iki asker, on iki zekâ, on iki kuvveti kaybettirmiş. İşte Anadolu’nun ufak mikyasta feci ve beliğ bir vefeyât-ı etfâl istatistiki!”11 

Firengi, verem, tifo ve koleranın kol gezdiği Anadolu’da evlat dünyaya getirmek değil, onu hayatta tutmak; daha sonra da besleyip büyütebilmek çok ciddi bir problemken tüm sıkıntılardan sağ salim kurtulmuş ve ele gelmiş bir genci harpte öğütülmek üzere teslim etmek fazlasıyla güçtür. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Turan Gazetesi Örneğinde Osmanlı Basınında Kafkas Cephesi’nin İlk Ayları ve Sarıkamış Harekâtı BÖLÜM 4



Turan Gazetesi Örneğinde Osmanlı Basınında Kafkas Cephesi’nin İlk Ayları ve Sarıkamış Harekâtı BÖLÜM 4



  Görüldüğü gibi Sarıkamış yenilgisine tek kelime ile dahi temas edilmeden yapılan bu değerlendirme, yeni bir taarruz beklentisiyle kamuoyunu 
bahara kadar, yani savaşın yeniden başlayacağı tarihe kadar oyalamayı amaçlıyordu. Gazetenin bundan sonraki yayınları da hep bu amaca yönelik 
olacaktı. Özellikle Daily News’ten nakledildiği ifade edilen bir yazı bu açıdan oldukça dikkat çekiciydi. Petersburg muhabirin (Daily News’a) bildirdiğine 
göre Türk kuvvetleri Sarıkamış’a adeta bir düğün dernek havası içerisinde gelmişlerdi86: 

Savaş Sarıkamış civarındaki Soğanlı tepelerinde başlamıştı. Her taraf karlarla kaplıydı. Rus birliklerinin kazdıkları avcı siperlerindeki savaş araç gereçleri yetersizdi. Bunlar karlarla dolu siperler içinde ve dağlık arazide beş saatlik bir mesafeyi kat etmek zorunda kalmışlardı. Düşman kuvvetleri ile en çok Kartaltepe’de temas edilmiş ve burada meydana gelen çarpışmalar iki gün devam etmiştir. Osmanlı kuvvetleri, topların koruması altında Rus mevzilerine iki defa süngü ile hücum etmişlerdir. Sonunda Ruslar Bardız Geçidi’ni tahliyeye mecbur oldular. Geçidi geri almak için yapılan karşı taarruzlar Osmanlı askerlerinin şaşılacak derecedeki gayret ve metanetiyle püskürtülmüştür. Savaş bazen Osmanlıların bazen de Rusların lehinde cereyan etmiştir. 

Osmanlı askerlerinin aslanlar gibi çarpıştığı inkâr edilemez. Heybetle ilerleyen kolordunun her tarafında al sancaklar dalgalanıyordu. Başında da alay musikisi latif havalar çalarak yürümekteydi. Kolordu, Rusların cehennemî ateşi karşısında bir an bile durmayıp ilerlemekte, Rus siperlerini birbiri ardınca ele geçirmekteydi. Katır ve deve kervanları orduya aralıksız olarak mühimmat getirmekteydi. Osmanlı askerlerinin donanımı olağanüstü mükemmel olup en küçük ayrıntı bile ihmal edilmediğinden savaş alanındaki her bir asker eksiksiz donanımıyla dikkat çekiyordu. Sağlık teşkilâtı da mükemmel olan ordunun iaşe ve mühimmat konusunda zengin olduğu anlaşılıyordu. 

Bu haberin birçok açıdan gerçeklerle örtüşmediği açıktır. Öncelikle Türk birlikleri, Sarıkamış önlerine düğün alayı gibi mızıka çalarak değil, sarp ve karlı dağlar üzerinde cebri yürüyüşlerle yıprandıktan sonra yorgun argın bir halde gelmişlerdir. Harekâta katılan bir Türk subayının anılarında bu yürüyüş şöyle anlatılmıştır87: 

Fırka yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava eksi 15-20 derece, askerin sırt çantalarının ağırlığı 30-35 kilogramdı. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyorlar, dinlenmek için yol kenarlarına oturuyorlardı. Asıl felâket o zaman başlıyordu… Yere çömelip öylece donup kalıyorlardı. 

Ayrıca iddia edildiği gibi her türlü donanımı mükemmel bir Türk ordusundan bahsetmek mümkün değildi. Aksine Sarıkamış Harekâtı, lojistik hizmetler ve kışlık donanım eksikliği yüzünden başarısız olmuştu88. Bu durum, yukarıdaki haberin tahrif edilerek iktibas edildiği izlenimini uyandırmaktadır89. 


Donanım açısından ve lojistik hizmetler bakımından Türk ordusundan çok daha iyi durumda olan Rus ordusunun ise perişan bir halde olduğu iddia ediliyordu. Rus esirlerinin ifadelerine dayandırılan bu iddialara göre şiddetli açlığın yarattığı büyük huzursuzluk yüzünden Rus ordusunda ihtilâl alametleri görülmeye başlanmıştı90. 

Turan gazetesi, bu yaklaşımıyla bir tür psikolojik harekât icra ederek Sarıkamış bozgununu perdelemeye gayret etmiştir. Böylece daha savaşın ilk aylarında meydana gelen bu üzücü hadisenin kamuoyunda yılgınlık yaratmamasını önlemeye çalışarak ülke menfaatleri adına önemli bir hizmet ifa etmiştir. 


DİPNOTLAR;

1 Ramazan Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, İstanbul: Nesil Yayınları, 2007, 110. 
2 “Ardahan Alındı”, Turan, 20 Kânunuevvel 330 (2 Ocak 1915). 
3 İttihat-Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (1918-1919), yay. haz. Osman Selim Kocahanoğlu, İstanbul: Temel Yayınları, 1998, 448. 
4 “İşâ‘ât-ı Kâzibede Bulunanlar”, Tasvir-i Efkâr, 10 Kânunuevvel 1330 (23 Aralık 1914); “İşâ‘ât-ı Kâzibede Bulunanlar”, Tanin, 10 Kânunuevvel 
   1330 (23 Aralık 1914). 
5 İttihat-Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (1918-1919) , 250, 284, 428, 448. 
6 Yunus Nadi, “Yalan Haberlere Karşı”, Tasvir-i Efkâr, 11 Kânunuevvel 1330 (24 Aralık 1914). 
7 “Karilerimize”, Turan, 29 Teşrinievvel 1330 (11 Kasım 1914). 
8 Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi görmüş olan Nebizâde Ahmed Hamdi Bey (Serez, 1888-1969) Emile Durkheim ve Henri Louis Bergson 
gibi ünlü filozoflardan dersler almıştır. 1911 yılında Selanik’te yayınlanan Yeni Felsefe Mecmuası’nın kurucuları arasında yer almıştır. 1918-1919 yılları arasında Zaman gazetesinde başyazılar yazmış, 1920-1924 yıllarında Anadolu’da Yenigün gazetesindeki yazılarıyla Türk Kurtuluş Savaşı’na destek olmuştur. Yazıları Yenises gazetesinde de yayınlanmıştır. 1920 Tarihinden itibaren Trabzon milletvekili olarak aralıksız altı dönem (22 yıl) TBMM’de görev yapmıştır. 
1931 yılında, sonradan Yuca Ülkü adını alacak alan İnkılâp eğitim kurumlarını açmıştır. Bkz., Nejdet Bilgi, “Millî Mücadele’nin Başlarında İstanbul’da Yayınlanan Türk Dünyası Gazetesi”, Tarih İncelemeleri Dergisi, X, İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları, 1995, 274; Güngör Görmüş, Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi Ülkümen, Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006. 
9 İttihat ve Terakki’nin Türkçülük fikrini benimsemesi hakkında bkz. Erdal Aydoğan, İttihat ve Terakki’nin Doğu Politikası (1908-1918), İstanbul: 
Ötüken Neşriyat, 2005, 49-55. 
10 Aslen Azerbaycanlı olan Ağaoğlu Ahmet’in cemiyetle ilişkileri oldukça eskiydi. İttihatçıların ileri gelenleriyle 1889’da eğitim görmek üzere gittiği Paris’te 
tanışmıştı. 1894’te memleketine döndükten sonra Rusya Türklerinin haklarını savunan yazılar yayınladığı için Rus hükümetinin takibine uğrayınca 1909’da 
Türkiye’ye geldi. Türk Ocağı’nın kurulmasında ve bu kuruluşun yayın organı olan Türk Yurdu dergisinin yayımlanmasında faal rol oynadı, İttihat ve Terakki 
Cemiyeti’nin Türkçü-Turancı ideolojiyi benimsemesinde etkili oldu. Bkz. Fuat Süreyya Oral, İmparatorluk Kurtuluş Savaşı Cumhuriyet/Türk Basını, I, 
(Basım tarihi ve yeri yok), 256; Y. Doğan Çetinkaya, “Orta Katman Aydınlar ve Türk Milliyetçiliğinin Kitleselleşmesi”, Modern Türkiye’de Siyasal 
Düşünce/Milliyetçilik, IV, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, 91; Nuri Yüce, “Ağaoğlu Ahmet”, DİA, I, 464-466. 
11 Sultan Mehmet Reşat’ın Rus filosunu saldırgan ilan eden 29 Teşrinievvel 330 (11 Kasım 1914) tarihli irade-i seniyyesininn tam metni için bkz. 
“Resmen Hal-i Harp İlânı”, Turan, 30 Teşrinievvel 1330 (12 Kasım 1914). 
12 Karadeniz hadisesinin iç yüzü için bkz. Tuncay Öğün, “Türklerin ve Rusların Gözüyle 100’üncü Yılına Girerken Karadeniz Baskını ve Osmanlı Devleti’nin 
1. Dünya Savaşı’na Girişi”, History Studies, Special Issue on Balkan Wars Volume 5/Issue 6 2013, 90-111. 
13 “Türkiye-İtilâf-ı Müselles Muharebesi”, Turan, 30 Teşrinievvel 1330 (12 Kasım 1914). 
14 Bkz. “Şark Hududundaki Vekayiin Hülâsası”, Turan, 31 Teşrinievvel 1330 (13 Kasım 1914). 
15 “Türkiye-Rusya Harbinin Müsebbibi Kim?”, Turan, 25 Kânunuevvel 330 (7 Ocak 1915). 
16 “Türkiye-İtilâf-ı Müselles Muharebesi”, Turan, 30 Teşrinievvel 1330 (12 Kasım 1914). 
17 Turan, 31 Teşrinievvel 1330 (13 Kasım 1914). 
18 Mütarekeden sonra Fransızların isteği üzerine dönemin Polis Müdir-i Umumisi Bedri Bey, Üsküdar Belediye Reisi Kadri Bey ve Duyun-ı Umumiye Heyet-i 
Tahririye Müdiri Bedri Bey ile Osman Reis isminde bir şahıs hakkında, abidenin yıkılması için halkı tahrik ve teşvik ederek eşyalarını yağmalamak iddiasıyla 
inceleme başlatılmıştır. Bkz. BOA DH. İ UM, Dosya No: E-108, Vesika No: 65, Dâhiliye Nezareti tezkiresi, 27 Haziran 1332 (10 Temmuz 1916); BOA, DH. EUM. 
AYŞ, Dosya No: 17, Vesika No: 75, Müzekkere sureti, (tarihsiz). 
19 “Abide Değil de Kale İmiş”, Tasvir-i Efkâr, 4 Teşrinisani 1330 (17 Kasım 1914). 
20 Hüseyin Ragıp, “Kars’taki Boynu Bükük Hilâl”, Turan, 18 Teşrinisani 1330 (1 Aralık 1914) 
21 Turan, 22 Kânunuevvel 330 (4 Ocak 1915). Çok arzu edilmesine rağmen o sırda ortadan kaldırılamayan bu anıt 1918 baharında Kars’ı ele geçiren 
Türk kuvvetleri tarafından yıkılacaktır. Bkz. “Menhus Bir Hatıranın Refi Müyesser Odu”, Tasvir-i Efkâr, 28 Nisan 1334 (28 Nisan 1918). 
22 “Şark Hududundaki Vekayiin Hülâsası”, Turan, 31 Teşrinievvel 1330 (13 Kasım 1914). 
23 “Son Haberler Batum’a Doğru”, Turan, 31 Teşrinievvel 1330 (13 Kasım 1914). 
24 “Kafkasya’da Yeni Muvaffakiyetlerimiz”, Turan, 6 Teşrinisani 1330 (19 Kasım 1914). 
25 Turan, 3 Teşrinisani 1330 (16 Kasım 1914). 
26 “Batum’da”, Turan, 2 Teşrinisani 1330 (15 Kasım 1914). 
27 Bahaeddin Şakir, Yakup Cemil ve Rıza Bey tarafından organize edilen çeteler 4.000-4.500 kişilik bir mevcuda sahiptiler. Sınır birlikleri ise Melo Hudut 
Taburu’nun 400 askerinden ibarettiler. 6 Aralık 1914’te bu birliklere İstanbul’dan sevk edilen iki tabur daha ilave edilecek ve oluşturulan müfreze Alman 
Topçu Yarbayı Stange Bey komutasına verilecekti. Bkz. Hatice Yalçın, Harp Ceridesi (I.Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi), Tokat: Gaziosmanpaşa Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008. 49, 59, 236. 
28 “Kafkasya’da Yeni Muvaffakiyetlerimiz”, Turan, 1 Teşrinisani 1330 (14 Kasım 1914); “Azerbaycan Hududu”, Turan, 4 Teşrinisani 1330 (17 Kasım 1914). 
1907 tarihinde İngiltere ile bir anlaşma imzalayarak İran’ı taksim eden Ruslar, ülkenin Osmanlı topraklarıyla komşu olan kuzey kesimlerini ele geçirmişlerdi. 
Bkz. “İran’ın Vaziyeti”, Turan, 3 Teşrinisani 1330 (16 Kasım 1914). 
29 “Kafkasya’da Yeni Muvaffakiyetlerimiz”, Turan, 6 Teşrinisani 1330 (19 Kasım 1914). 
30 Gönüllü Kürt aşiretleri Teşkilât-ı Mahsusa önderlerinden Ömer Naci ve İbrahim Fevzi Bey tarafından sevk ve idare edilmekteydiler. Bkz. Barış Metin, 
“Birinci Dünya Savaşı’nda İran Coğrafyasında Etnik, Dini ve Siyasi Nüfuz Mücadeleleri, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış 
Doktora Tezi, 2007, 72; E. Aydoğan, 95-97. 
31 “Azerbaycan’daki Aşiretler”, Turan, 4 Kânunuevvel 1330 (17 Aralık 1914). 
32 Teşkilât-ı Mahsusa’nın Kafkasya ve İran’daki bu tür faaliyetleri için bkz. Vahdet Keleşyılmaz, “Kafkas Harekâtının Perde Arkası”, Atatürk Araştırma Merkezi 
Dergisi, XVI/47, Temmuz 2000, 277-304. 
33 Konferansın geniş özeti için bkz. “Kafkas Türkleri/Türklerin Mukadderatı-Dünkü Hayatları Bugünkü Hayatları-Her Şey Hazır-Bizi Bekliyorlar”, Turan, 
31 Teşrinievvel 1330 (13 Kasım 1914). 
34 “Âlem-i İslâm”, Turan, 2 Teşrinisani 1330 (15 Kasım 1914). 
35 “Kafkasya’da Yeni Muvaffakiyetlerimiz”, Turan, 6 Teşrinisani 1330 (19 Kasım 1914). 
36 “Türkiye-İtilâf-ı Müselles Muharebesi/Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 16 Teşrinisani 1330 (29 Kasım 1914). 
37 “Türkiye-İtilâf-ı Müselles Muharebesi/Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 24 Teşrinisani 1330 (7 Aralık 1914). 
38 “Kafkasya’daki Kardeşlerimiz”, Turan, 9 Kânunuevvel 330 (22 Aralık 1914). 
39 “Tebliğ-i Resmî”, Turan, 10 Kânunuevvel 330 (23 Aralık 1914). 
40 Harekât emrinin tam metni için bkz. Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3’ncü Ordu Harekâtı, I, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1993, 371-372. 
41 “Tebliğ-i Resmî”, Turan, 11 Kânunuevvel 330 (24 Aralık 1914). 
42 R(e) S(at), “Oltu Muvaffakiyeti” , Turan, 12 Kânunuevvel 330 (25 Aralık 1914). 
43 Lehistan’da Alman orduları, Ruslara ardı ardınca ağır darbeler indirerek büyük kayıplar verdirmiş, yüz binlerce Rus askerini esir almışlardı. Bkz. 
“Vaziyet-i Harbiye”, Sabah, 11 Teşrinisani 1330 (24 Kasım 1914); “Müşir Hindenburg’a Selâm”, Tanin, 17 Teşrinisani 1330 (30 Kasım 1914); 
“Avrupa Harbi/Vaziyet-i Harbiye”, Turan, 4 Teşrinisani 1330 (17 Kasım 1914); “Rus Esirleri 60.000”, Turan, 16 Teşrinisani 1330 (29 Kasım 1914). 
44 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 12 Kânunuevvel 330 (25 Aralık 1914). 
45 “Son Haberler/Muzafferiyetimize Ait Tafsilat”, Turan, 12 Kânunuevvel 330 (25 Aralık 1914). 
46 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 13 Kânunuevvel 330 (26 Aralık 1914). 
47 .Maslofski, Umumî Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, Çev. Nazmî, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1935, 99. 
48 Nikolski, Bir Rus Generalinin Anlatımıyla Sarıkamış Harekâtı (12-24 Aralık 1914), çev. Nazmi, ed. Ersan Güngör, İstanbul: Kariyer Yayıncılık, 2010, 42-43; 
Köprülü Şerif, Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muharebesi, İstanbul: Necm-i İstikbal matbaası, 1338, 162. 
49 “Tebliğ-i Resmî”, Turan, 14 Kânunuevvel 330 (27 Aralık 1914). 
50 Tebliğ-i Resmi Turan, 16 Kânunuevvel 330 (29 Aralık 1914). 
51 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 15 Kânunuevvel 330 (28 Aralık 1914). 
52 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 17 Kânunuevvel 330 (30 Aralık 1914). 
53 “Vaziyet-i Umumiye”,Turan, 18 Kânunuevvel 330 (31 Aralık 1914). 
54 “Tebliğ-i Resmî”, Turan, 19 Kânunuevvel 330 (1 Ocak 1915). 
55 “Kafkasya’daki Askerî Muvaffakiyetlerimizin Tafsilatı”, Turan, 21 Kânunuevvel 330 (3 Ocak 1915). 
56 Turan, 20 Kânunuevvel 330 (2 Ocak 1915). 
57 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 20 Kânunuevvel 330 (2 Ocak 1915). 
58 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 21 Kânunuevvel 330 (3 Ocak 1915). 
59 “Ardahan Alındı”, Turan, 21 Kânunuevvel 330 (3 Ocak 1915). 
60 H. Yalçın, 107. 
61 Bkz. “Sarıkamış Muzafferiyeti - 2.400 Esir”, Sabah, 22 Kânunuevvel 1330 (4 Ocak 1915); “Büyük Zafer”, Tanin, 22 Kânunuevvel 1330 (4 Ocak 1915). 
62 Köprülü Şerif, 192-193; Arif Baytın, İlk Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi/Sessiz Ölüm Sarıkamış Günlüğü, İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2007, 161-162 
63 Sabah, 22 Kânunuevvel 1330 (4 Ocak 1915). 
64 Tanin, 22 Kânunuevvel 1330 (4 Ocak 1915). 
65 Tasvir-i Efkâr, 22 Kânunuevvel 1330 (4 Ocak 1915). 
66 Turan, 22 Kânunuevvel 330 (4 Ocak 1915). 
67 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 22 Kânunuevvel 330 (4 Ocak 1915). 
68 “Vilayatda Şevk ve Sürur”, Tanin, 24 Kânunuevvel 1330 (6 Ocak 1915). 
69 “Vilayâtda Sürûr” Turan, 23 Kânunuevvel 330 (5 Ocak 1915); Zor ve Adana’dan gönderilen benzer telgrafları için bkz. “Ordumuzun Muzafferiyatı-Vilayatta 
Şevk ve Meserret”, Tanin, 23 Kânunuevvel 1330 (5 Ocak 1915). 
70 “Kafkasya’daki Muzafferiyetlerimiz” Turan, 23 Kânunuevvel 330 (5 Ocak 1915). Müttefik basınından aktarılan farklı yazı örnekleri için bkz. 
“Ardahan’ın Zaptına Dair”, “Von Der Goltz Paşa’nın Beyanatı”, Turan, 26 Kânunuevvel 330 (8 Ocak 1915); “Kafkasya’daki Muvaffakiyetlerimizin 
Netayici”, “Kafkasya Darü’l-Harekâtına Dair”, Turan, 27 Kânunuevvel 330 (9 Ocak 1915). 
71 Rus basının Bulgar basını vasıtasıyla takip edildiğine dair örnek haberler için bkz. “Avrupa Harbi/Vaziyet-i Harbiye”, Turan, 4 Teşrinisani 1330 
(17 Kasım 1914); “Son Haberler”, Sabah, 24 Kânunuevvel 1330 (6 Ocak 1915). 
72 “Son Haberler/Kafkasya Azerbaycan ve Basra’da”, Turan, 28 Kânunuevvel 330 (10 Ocak 1915). 
73 R. Balcı, 111-112. Ali İhsan Paşa’nın esareti ve esaret yıllarına ait anıları için bkz. İhsan Latif, Bir Serencam-ı Harp, İzmir: Maarif Matbaası, 1925. 
74 “30’uncu Tümen Harp Ceridesi-2”, yay. haz. Ahmet Tetik-Ayşe Seven-Melike Gürler, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl: 58, Sayı: 123 (Haziran 2009), 212. 
75 İttihat-Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (1918-1919), 60. 
76 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 29 Kânunuevvel 330 (11 Ocak 1915). 
77 Turan, 2 Kânunusani 330 (15 Ocak 1915). 
78 “Tebliğ-i Resmî “, Sabah, 4 Kânunusani 1330 (17 Ocak 1915). 
79 O günlerde Viyana basınında Türk taarruzu üzerine Rusların Lehistan’dan Kafkasya’ya asker göndermeye mecbur kaldıklarına dair bir haber çıkmıştı. 
Bu haber Turan gazetesince de iktibas edilmişti. Bkz.“Lehistan’dan Kafkasya’ya Asker Geliyor”, Turan, 29 Kânunuevvel 330 (11 Ocak 1915). 
80 Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 4 Kânunusani 330 (17 Ocak 1915). 
81 . “Muhtelif Darü’l-harekâtlar ve Düşman Kuvvetleri”, Tanin, 28 Kânunuevvel 1330 (10 Ocak 1915). 
82 “Tebliğ-i Resmî “, Turan, 6 Kânunusani 330 (19 Ocak 1915). 
83 “Tebliğ-i Resmî”, Tanin, 9 Kânunusani 1330 (22 Ocak 1915). 
84  Maslofki, 144. 
85 “Vaziyet-i Umumiye”, Turan, 9 Kânunusani 330 (22 Ocak 1915). 
86 “Düşmanlarımızın Ordumuz Hakkındaki Takdiratı/Sarıkamış Muharebesi Tafsilatı”, Turan, 18 Kânunusani 330 (31 Ocak 1915). 
87 Ziya Yergök, Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920), yay. haz. Sami Önal, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2005 100. Sarıkamış önlerindeki Türk askerlerinin bitkin 
bir halde geldiklerine dair ayrıca bkz. Merih Baran Erbuğ, Kaybolan Yıllar/Mülâzım Ahmet Hilmi’nin Sarıkamış-Sibirya-Afganistan Hatıraları ve Hayatı, Ankara: 
Vadi yayınları, 2007, 33-40. 
88 Türk ordusunun lojistik hizmetleri için bkz. Tuncay Öğün, Kafkas Cephesinin I. Dünya Savaşı’ndaki Lojistik Desteği, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi 
Yayınları, 1999. 
89 Bu haber, küçük çeviri farklılıklarıyla aynı gün Sabah gazetesinde de yayınlanmıştır. Orada belirtildiğine göre asıl kaynağı Daily News olan haber, Berlin’de 
çıkan 26 Ocak 1915 tarihli Neue Freie Presse’den almıştır. Bkz. “Sarıkamış Muharebesi”, Sabah, 18 Kânunusani 330 (31 Ocak 1915). 
90 “Rus Esirleri ve İtirafları”, Turan, 21 Kânunusani 330 (3 Şubat 1915). 


Kaynaklar 

Arşiv Belgeleri 

BOA, DH. İ UM (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezareti İdare-i Umumiye Evrakı), Dosya 
No: E-108, Vesika No: 65. 

BOA, DH. EUM. AYŞ (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Asayiş 
Kalemi Evrakı), Dosya No: 17, Vesika No: 75. 

Süreli Yayınlar 

Sabah 
Tanin 
Tasvir-i Efkâr 
Turan 

Kitap ve Makaleler 

“30’uncu Tümen Harp Ceridesi-2”, yay. haz. Ahmet Tetik-Ayşe Seven-Melike Gürler, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl: 58, Sayı: 123 (Haziran 2009), s. 1-235. 
Aydoğan, Erdal, İttihat ve Terakki’nin Doğu Politikası (1908-1918), İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005. 
Balcı, Ramazan, Tarihin Sarıkamış Duruşması, İstanbul: Nesil Yayınları, 2007. 
Baytın, Arif, İlk Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi/Sessiz Ölüm Sarıkamış Günlüğü, İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2007. 
Bilgi, Nejdet, “Millî Mücadele’nin Başlarında İstanbul’da Yayınlanan Türk Dünyası Gazetesi”, Tarih İncelemeleri Dergisi, X, (İzmir, 1995), 265-288. 
Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3’ncü Ordu Harekâtı, I, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1993. 
Çetinkaya, Y. Doğan, “Orta Katman Aydınlar ve Türk Milliyetçiliğinin Kitleselleşmesi”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce/Milliyetçilik, IV, İstanbul: 
İletişim Yayınları, 2008, 91-102. 
Erbuğ, Merih Baran, Kaybolan Yıllar/Mülâzım Ahmet Hilmi’nin Sarıkamış-Sibirya-Afganistan 
Hatıraları ve Hayatı, Ankara: Vadi yayınları, 2007. 
Görmüş, Güngör, Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi Ülkümen, Trabzon: Karadeniz Teknik 
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006 
Hüseyin Ragıp, “Kars’taki Boynu Bükük Hilâl”, Turan, 18 Teşrinisani 1330 (1 Aralık 1914). 
İhsan Latif, Bir Serencam-ı Harp, İzmir: Maarif Matbaası, 1925. 
İttihat-Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (1918-1919), yay. haz. Osman Selim 
Kocahanoğlu, İstanbul: Temel Yayınları, 1998. 
Keleşyılmaz, Vahdet, “Kafkas Harekâtının Perde Arkası”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XVI/47, Temmuz 2000, 277-304. 
Köprülü Şerif, Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muharebesi, İstanbul: Necm-i İstikbal matbaası, 1338. 
Maslofski, Umumî Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, Çev. Nazmî, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1935. 
METİN, Barış, “Birinci Dünya Savaşı’nda İran Coğrafyasında Etnik, Dini ve Siyasi Nüfuz 
Mücadeleleri, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2007. 
Nikolski, Bir Rus Generalinin Anlatımıyla Sarıkamış Harekâtı (12-24 Aralık 1914), çev. Nazmi, ed. 
Ersan Güngör, İstanbul: Kariyer Yayıncılık, 2010. 
Oral, Fuat Süreyya, İmparatorluk Kurtuluş Savaşı Cumhuriyet/Türk Basını, I, (Basım tarihi ve yeri yok). 
Öğün, Tuncay, “Türklerin ve Rusların Gözüyle 100’üncü Yılına Girerken Karadeniz Baskını ve 
Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na Girişi”, History Studies, Special Issue on Balkan 
Wars Volume 5/Issue 6 2013, 90-111. 
---------------------, Kafkas Cephesinin I. Dünya Savaşı’ndaki Lojistik Desteği, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1999. 
R(e) S(at), “Oltu Muvaffakiyeti” , Turan, 12 Kânunuevvel 330 (25 Aralık 1914). 
Yalçın, Hatice, Harp Ceridesi (I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi), Tokat: Gaziosmanpaşa 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008. 
Yergök, Ziya, Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920), yay. haz. Sami Önal, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2005. 
Yunus Nadi, “Yalan Haberlere Karşı”, Tasvir-i Efkâr, 11 Kânunuevvel 1330 (24 Aralık 1914). 
Yüce, Nuri, “Ağaoğlu Ahmet”, DİA, I, 464-466. 

Tuncay Öğün 
Turan Gazetesi Örneğinde Osmanlı Basınında Kafkas Cephesi’nin İlk Ayları ve Sarıkamış Harekâtı 

***

Turan Gazetesi Örneğinde Osmanlı Basınında Kafkas Cephesi’nin İlk Ayları ve Sarıkamış Harekâtı BÖLÜM 3





Turan Gazetesi Örneğinde Osmanlı Basınında Kafkas Cephesi’nin İlk Ayları ve Sarıkamış Harekâtı BÖLÜM 3




   Görüldüğü gibi Türk ordusunun büyük bir başarı kazandığına inanılıyor, mevzilerinden çıkarılan Rus kuvvetlerinin bozgun halinde ricat etmekte 
oldukları sanılıyordu. Oysa ricat ettiği sanılan sağ kanattaki Rus birlikleri Türk kuşatma kollarına karşı Sarıkamış’ı takviye etmek üzere çekiliyorlardı47. 
Buna karşılık Türk birliklerinin 25 Aralık akşamı Sarıkamış’a yaptıkları gece taarruzu ise başarısız olmuş, Sarıkamış civarındaki dağlarda gecelemek zorunda kalan Türk birlikleri, açlık ve şiddetli soğuklar yüzünden ağır kayıplar vermeye başlamışlardı48. 

Birlikler sınır ötesine geçtikleri için haber akışı da eskisi kadar kolay sağlanamıyordu. Daha önce kamuoyuna her gün düzenli olarak bilgi verildiği 
halde şimdi resmî açıklamalar iki-üç günde bir yapılıyordu. Üstelik cephedeki gelişmelerin çok genel ifadelerle geçiştirildiği de dikkatlerden kaçmıyordu. Karargâhın 27 Aralık 1914 tarihli oldukça uzun bildirisinde Kafkas cephesine en son satırda “Kafkasya’da Ordumuz ileri yürüyüşüne muzafferane devam ediyor” şeklinde tek cümleyle temas edilmişti49. 29 Aralık’ta ise “Kafkas ordusundan bugün alınan malumatta düşmanın takip edilerek birçok esir alındığı ve kıtaatımızın silâh, cephane ve sair levazım-ı harbiye iğtinam ettiği bildirilmektedir” deniyordu50. 

Karargâhın bu tavrı karşısında harekâtın akıbetinden endişe edilir olmuştu. Turan gazetesi, kamuoyunun diken üstünde olduğu bu günlerde, okuyucularını teskin etmek için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Harekâtın kar ve soğuklar nedeniyle süratle icra edilemediğini belirtiyor51, arazinin sarplığı yüzünden her bir adımın bin müşkülâtla atılabildiğine dikkat çekiyor52, tabii şartlar nedeniyle meydana gelen bu bir iki günlük gecikmenin uzun sürmeyeceğini belirterek yüreklere su serpmeye çalışıyordu53. Kamuoyunun hassasiyetini dikkate alan karargâh da 1 Ocak 1915 günü bir açıklama yaparak kaygıları gidermeye çalışmıştı54: 

Kafkasya’da ordu-yı asliyemizin harekâtı muvaffakiyetle ilerlemektedir. Telgraf ittisâlâtı (bağlantısı) kıtaatımızın ileri yürüyüşünü takip edemediği cihetle Karargâh-ı Umumi şimdilik harekâtın teferruatına dair malumat alamamıştır. 

Bu açıklamanın da kaygıları gidermeye yetmediği anlaşılıyordu. İleri yürüyen birliklerden haber alınamadığı halde harekâtın başarıyla devam ettiği nasıl bilinebilirdi. Tam da bu gergin bekleyiş esnasında Ardahan’ın Çoruh vadisinden ilerleyen Türk birliklerince 29 Aralık’ta ele geçirildiğinin haber alınması55 ülkeyi yeniden bayram yerine çevirdi. Sansür kuralları gereği resmen tebliğ edilmediği sürece askeri harekât hakkında bilgi verilmesi kesinlikle yasak olduğu halde Turan gazetesi resmî açıklamayı beklemeden Ardahan’ın zaptını “Ardahan Alındı”, Yine Zafer” gibi çarpıcı başlıklarla duyurdu 56. Ardahan’ın zaptıyla Kars etrafında toplanmak isteyen Rus kuvvetlerinin tehdit altına alındığı ve böylece daha kolay hareket etme imkânına kavuşan merkezdeki aslî Türk kuvvetlerinin Sarıkamış’ı da geçip Kars önlerine kadar ilerleyecekleri yazdı 57. Birkaç gün önceki tedirginlikten eser dahi kalmamış, Turan hülyalarını yeniden depreştirmişti 58: 

“Hususiyle unutmamalıdır ki ordumuz, bugün senelerden beri Moskof zulmü altında yaşayan kan ve din kardeşlerimizi tahlise (kurtarmaya) başlamıştır… Bize Turan yolunu açan kahraman ordumuza gönülden binlerce selâm…” 

Bununla da yetinilmiyor zalim Moskof’un asırlık günah defterleri açılarak 
intikam isteniyordu 59: 

“Halaskâr ordu! Kanın pahasına kazandığın muzafferiyet tebşîrâtıyla (müjdeleriyle) beraber bizim uzaktan işittiğimiz bu faciaları sen gözünle 
gördün, bu faciaların kurbanı olan kardeşlerinin gönül yakıcı, yaralayıcı feryatlarını kendi kulaklarınla işittin ve bittabi hüküm ve kararını verdin; fakat duyduğumuz acılar bizi de söyletiyor, biraz da beri tarafı dinle bir kelimede toplanan ricalarımıza, istirhamlarımıza kulak ver: 
İntikam…” 

Oysa ülkeyi sevince boğan Ardahan zaferinin ömrü çok kısa olmuş, Ardahan’da sadece dört gün kalabilen Türk birlikleri, 3 Ocak’ta şehri terk ederek Şavşat istikametinde çekilmek zorunda kalmışlardı60. Ancak bu haber henüz kamuoyuna ulaşmadığından zafer coşkusu tüm hızıyla devam ediyordu. Üstelik karargâhtan 3 Ocak’ta yapılan yeni bir açıklama ile merkezdeki aslî kuvvetlerin de Sarıkamış’ta kesin bir zafer kazandıkları müjdelenmişti61: 

Kafkasya ordusu kumandanlığından bugün gelen malumata nazaran kıtaatımız muzafferane ileri harekâtına devam etmektedir. Ordumuzdan bir kısım kuvvet Sarıkamış’a kadar ilerleyerek burada mu‘annidâne muharebâtı müteakip bir muvaffakiyet-i kâmile kazanmıştır. 

Mah-ı halin on ikisinden (25 Aralık) itibaren kıtaatımız Ruslardan 2.000’i mütecaviz esir alarak sekiz top, 13 makineli tüfek, birçok esliha ve azim miktarda cephane ve her türlü malzeme-i harbiye iğtinam eylemiş ve keza hayli
erzak elimize geçmiştir. Sarıkamış ile Kars arasında tekmil muhteviyatıyla iki dolu askerî tren zapt olunmuş ve Sarıkamış-Kars demiryolu tahrip edilmiştir. Daha şimalde icra-yı hareket eden kıtaatımız yeni bir muvaffakiyet iktisabıyla kesp-i temeyyüz etmiştir. Tavuskert’ten Rus arazisi dâhiline ilerleyen bir kol bir Rus taburunu bir boğazda mühellak bir ateş altına almıştır. Düşman taburu 200 maktul, 400 esir vermiş ve mütebaki kısmı darmadağınık olmuştur.” 

Sarıkamış zaferi de tıpkı Ardahan’daki gibi aldatıcıydı. Biri Soğanlı, diğeri Allahuekber Dağları’ndan ilerleyen iki Türk kolordusunun 28 Aralık’ta 
Sarıkamış önlerinde birleşmesiyle harekât planı sadece teorik olarak gerçekleş mişti. Aşırı soğuklar, açlık ve cebri yürüyüşler nedeniyle ağır zayiata uğrayan birlikler, 4 Ocak’tan itibaren Sarıkamış önlerinden çekilmek zorunda kalmışlardı 62. Yani Sarıkamış Zaferi ilan edildiğinde aslında Türk ordusunun yenilgisi kesinleşmiş bulunuyordu. 

İstanbul basını bu durumun farkında olamadığından sözde Sarıkamış Zaferini de büyük bir sevinçle karşıladı. Sabah gazetesi “Sarıkamış’ta Azim Bir Muvaffakıyet Kazandık”63, Tanin gazetesi “Büyük Zafer”64 Tasvir-i Efkâr “Sarıkamış da Eyâdî-i Osmaniyânda” (Sarıkamış da Osmanlıların Elinde) diye manşet attı65. “Yine Zafer” başlığını tercih eden Turan gazetesi ise bu zaferin öncekilerle kıyas kabul etmeyecek derecede büyük bir başarı olduğunu ve bu sayede Türk ordusunun Bakü yolunu tutarak Osmanlı sancağını bütün Kafkasya’da dalgalandıracağını yazdı. Alınan esir sayısına dikkat çekerek yüzde on beşi esir edilen Rus ordusunun ricat değil firar, mağlup değil münhezim olduğunu öne sürdü66. Sözde zafer için teorik bir altyapı oluşturma gayreti de vardı67: 

Oltu’nun zaptı ile yandan bir darbe yiyen düşmanın zaten Sarıkamış’ta kalması imkânsızdı. Özellikle Ardahan’ın alınması, Rusları mümkün olduğu kadar süratle Kars’a çekilmeye mecbur etmişti. Alınan esirler, ele geçirilen mühimmat ve zapt edilen iki tren Rusların arkadan çevrilme tehlikesini atlatmak için ne kadar süratle Kars’a doğru firar ettiklerini göstermeye kâfidir. Şimdi Ruslar Sarıkamış, Oltu ve Ardahan arasında bir yarım daire şeklinde birleşen kuvvetlerimiz karşısında Kars’ı istinat merkezi kabul ederek yeni bir savunma hattı oluşturmaya teşebbüs etmek zorundadırlar. Mamafih ordumuzun büyük bir süratle ilerlemesi durumunda Kars’ı müdafaa edecek ufak bir kuvvet bırakarak çekilmeye devam etmeleri de kuvvetli bir ihtimaldir. 

Zafer haberleri sadece İstanbul’da değil ülkenin her yanında büyük bir memnuniyet ve heyecan yaratmıştı. Sevinç gösterileri düzenleniyor, memleketin dört bir yanından gazetelere tebrik telgrafları yağıyordu. Öyle ki Tanin gazetesi yer darlığı nedeniyle bu telgrafları yayınlayamadığını açıklamak 
zorunda kalmıştı68. Turan gazetesi ise Konya ve Kudüs’ten gönderilmiş iki tebrik telgrafına yer vermişti. Kudüs’ten gelen şu telgraf zafer 
sevincinin ne kadar coşkulu olduğunu gösteriyordu69: 

Kudüs 22 Kânunuevvel (5 Ocak) –Kahraman ordumuzun Kafkasya’da kazandığı kesin zaferi müjdeleyen telgraflar memleketimizde büyük bir sevinç ve memnuniyet yaratmıştır. Yöre halkı olağanüstü sevinç gösterilerinde bulunmuş, tekke ve zaviyeler sancaklarla donatılmıştır. Aralarında ulema ve eşrafın da bulunduğu binlerce kişi mektep öğrencileriyle birlikte hükümet konağı, kumandanlık, belediye dairesi, Almanya ve Avusturya konsoloslukları önünde sevinç gösterilerinde bulunmuşlardır. Askerî ve mülkî görevliler Müslüman ahali ile birlikte kahraman ordumuzun muzaffer ve muvaffak olması için dua etmişlerdir. Kudüslülerin bu vesileyle ortaya koydukları vatanperverlik tarif edilemez derecededir. 

Kafkasya’da elde edilen galibiyetlerin, müttefikler tarafından da önemsendiğini göstermek için Almanya ve Avusturya basınından alıntılar yapılmıştı. 

Viyana’da çıkan Viz Allgemeine Zeitung’dan nakledilen bir yazıda savunmada kalmayarak, taarruza geçen Türkleri herkesin takdir ettiği ifade ediliyordu. Berlin’in Deutsche Tageszeitung gazetesinden alınan yazı ise Ardahan’ın zaptından övgü ile söz ediliyordu70: 

“Ardahan’ın muzaffer ve kahraman Türk ordusu tarafından zaptını, Almanya büyük bir sevinçle selamlar. Asır dide düşmanın şimdi, evvelce kaybettiği araziden çekilmesi Türkler için en büyük ve en güzel bir muvaffakiyettir. Ardahan’ın zaptı, müttefikimiz Türklerdeki muvaffak olmak azminin kendilerini Süveyş Kanalı’nda da zafere isal edeceğine delildir.” 

Zafer sevinci ülke sınırlarını da aşarak dalga dalga yayılırken Sarıkamış bozgununu haber alan karargâhın derin bir sessizliğe gömüldüğü dikkat 
çekiyordu. Rus basını ise Türklerin mağlup edildiğini yazmaya başlamıştı. Rus Hükümeti’nin yayınladığı bildiriler İstanbul’a gelen Bulgar gazeteleri aracılığıyla Türk kamuoyuna da ulaşıyordu71. Bu nedenle karargâh 10 Ocak’ta yeni bir bildiri yayınlayarak sessizliğini bozmak zorunda kaldı. Yenilgi iddialarını reddederek harekâtın kar ve şiddetli soğuklar yüzünden durdurulduğu öne sürdü72: 

Rus matbuatı Osmanlıların Kafkasya’da bir mağlubiyete uğradıkları hakkında şu günlerde havadis neşretmektedir. 

Mukabilen Karargâh-ı Umumi de iki haftadan beri devam eden harekât-ı cedide hakkında mah-i halin 27’si (9 Ocak 1915) tarihiyle Kafkas Ordusu Kumandanlığı’ndan almış olduğu telgraf nameyi ber-vech-i ati neşreder. 

Asıl muharebe cephesinde kıtaatımız hududun ilerisinde hâkim mevkii düşmandan zapt etmiş ve Oltu ve Ardahan cihetindeki kıtaatımızın 
harekâtı kar ve soğuğun şiddetinden dolayı hal-i tevakkufta bulunmuştur… 

Rusların bir kolordumuzun fırka kumandanlarını esir ettikleri hakkındaki yalanları katiyen tekzip olunur. Yalnız geçenlerde bir yaralı kafilesine bir Rus köyünde hücum eden Rus müfrezesi orada ağır yaralı bulunan bir fırka kumandanını esir ve yaralı efradı şehit etmişlerdir.” 

Sarıkamış yenilgisi sadece kamuoyundan değil devletin ilgili birimlerinden de saklanıyordu. Bu yüzden, IX. Kolordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın karargâhı ve bir kolordudan fazla Türk askeriyle birlikte esir edildiğine dair Rus telgraflarını ele geçiren Osmanlı istihbarat birimlerine 3. Ordu Komutanlığı’nca bu haberlerin tümüyle gerçek dışı olduğu bildirilmişti73. 

Enver Paşa, kendisiyle birlikte her şeye tanık olan silah arkadaşlarına bile Sarıkamış yenilgisini itiraf etmemiş, cepheden ayrılırken orduya hitaben 
yayınladığı bildirisinde yenilgiden değil, elde edilen büyük başarılardan, ele geçirilen topraklardan söz etmişti74. İstanbul’a döndükten sonra 
sadrazama da Sarıkamış’ta olup bitenler hakkında bilgi vermemişti75. 

Harekâtın yoğun kar ve şiddetli soğuklar nedeniyle durdurulduğu açıklandığından Turan gazetesi de tahmin edileceği üzere hemen aynı yolda yayın yapmaya başladı. Daha birkaç gün önce bütün Kafkasya’nın zapt edileceğinden bahseden gazete şimdi ağız değiştirmişti 76: 

İleri harekâtımızın başladığı ilk günden beri tabiat şartlarından kaynaklanan engellerin dikkatten uzak tutulmaması gerektiğinde herkesten çok ısrar etmiş ve soğuğun, karın harekâtımızı engelleyebileceğini söylemiştik. Görüldüğü üzere kahraman ordumuz bu engellere rağmen ileri harekâtını duraksayarak bile olsa devam ettirmekte ise de, bazı yüksek yerlerde kar ve buz yürümeyi bile imkânsız kıldığından Oltu ve Ardahan taraflarında askerî harekât icra edilememektedir. 

Coğrafyanın ne kadar sarp, kar ve soğuğun ne kadar şiddetli olduğunu göstermek için Kafkasya’dan bir dağ geçidi resmi yayınlanarak şu açıklamaya 
yer verilmişti 77: 

“Kafkas Dağlarındaki geçitlerden birini gösteren bâlâdaki (yukarıdaki) resme bir nazar atmak; ordumuzun ne kadar müşkül ve mânialı arazide yürümekte bulunduğu hakkında bir fikir edinmeye kâfidir. Şüphesiz kahraman Türk orduları tabiatın bu bîaman mânialarını kırıp geçecek ve düşmana başladığı darbeyi vurmakta devam edecektir.” 

Osmanlı karargâhı ordunun Sarıkamış’ta uğradığı ağır kayıpları gizlemeyebilmek için Rusların aldıkları yardım kuvvetleri sayesinde karşı taarruza geçebildiklerini öne sürüyordu78. Bunu fırsat bilen Turan gazetesi de Viyana basınında çıkan asılsız bir habere79 dayanarak Rusların Lehistan’dan Kafkasya’ya yardım kuvvetleri gönderdiklerini iddia ediyordu80. Oysa Türk ordusunun Sarıkamış’ta uğradığı yenilgisinden sonra üstünlüğü ele geçiren Rusların böyle bir yardım kuvvetine ihtiyaç duymayacakları gibi Lehistan cephesinde sıkışık vaziyette olduklarından isteseler bile bunu yapabilecek durumda değillerdi81. 

Bu tür teviller ve laf cambazlıkları Rus basının yaptığı yayınlar karşısında etkili olamadığından Osmanlı karargâhı 18 Ocak akşamı yayınladığı bir bildiri ile Kafkas Cephesi’nde üstünlüğün Ruslara geçtiğini üstü örtülü de olsa kabul etmek zorunda kaldı82: 

Kafkasya’da kıtaatımız mütefevvik (üstün) kuvvetlerle taarruz eden Ruslara karşı mevzilerini muannidane bir surette müdafaa etmektedir. Düşmanın kolordularından birinin cenahı çevirmek hususundaki teşebbüsü akim bırakılmıştır. 

Görüldüğü üzere, 93 Harbi’nin intikamını almak ve esir Türk ellerini kurtarmak gibi yüce ideallerle yola çıkan Türk ordusu, Sarıkamış önlerinde uğradığı ağır yenilgi nedeniyle üstünlüğü kaybederek düşman kuvvetleri karşısında savunmaya geçmek zorunda kalmıştı. Karargâh, 21 Ocak’ta yayınladığı 
yeni bir bildiri ile Rus taarruzunun kesin olarak durdurulduğunu açıkladı83. Şiddetli çarpışmalarda ağır kayıplara uğrayan ve kendileri de yorgun düşen Rus kuvvetleri, Türk topraklarının sarp coğrafyasında taarruzlarını daha fazla devam ettirememişlerdi84. 

Savaşın başından beri karargâhın bildirilerini halkı paniğe düşmeyecek şekilde tahlil ve tevil etmekte bir hayli ustalık kazanmış olan Turan gazetesi, 
gelinen bu noktayı bile önemli bir başarı olarak göstermeye çalışıyordu 85: 

Dünkü resmî açıklama bizim için büyük bir müjde niteliğindedir. Çünkü Ruslar kendi topraklarına çekilmek zorunda kaldıklarında durumun vahametini anlayarak Lehistan cephesinden yeni kuvvetler getirmişler ve bu sayede taarruza geçmişlerdi. Savaş esnasında taarruz halinde olmanın önemi inkâr edilemeyecek kadar açık olduğundan, kahraman ordumuz düşman kuvvetlerinin üstünlüğüne rağmen, Kafkas topraklarından çekilmemek için on iki günden beri inatla ve cidden kahramanca savaşmış ve sonunda düşmanı durdurmuştur. 

Rusların durdurulmuş olmaları, bu yardım kuvvetleriyle arzu ettikleri neticeyi elde edemediklerini gösterir ki bunun ne kadar önemli olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Şimdi düşünülecek şey Rusların yeni kuvvetler getirip getirmeyecekleri meselesidir. Bizce Lehistan’da pek zor bir durumda bulunan düşman ancak oradaki konumunu sarsmayacak kadar bir kuvveti çekebilirdi. Bunu ise bugün yapmış bulunuyor. Varşova’yı müdafaa için Galiçya ve Karpatlardaki kuvvetlerinden yararlanmak zorunda kalan Rusların bu defa Kafkasya’ya için yeni bir kuvvet ayıramayacağı anlaşılıyor. Bundan dolayı ordumuzun pek yakında taarruza geçmesi beklenebilir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***