26 Mayıs 2017 Cuma

11 EYLÜL SONRASI A.B.D SAVUNMA PLANLAMA VE STRATEJİLERİNDE YAŞANAN DEĞİŞİMLER BÖLÜM 3


11 EYLÜL SONRASI A.B.D SAVUNMA PLANLAMA  VE STRATEJİLERİNDE YAŞANAN DEĞİŞİMLER BÖLÜM 3



    1997 yılında ABD’nin temel milli hedefleri şu şekilde sıralanmaktaydı: Yurt içi ve yurt dışındaki Amerikan vatandaşlarının can güvenliklerini sağlamak, 
egemenliği korumak, değerleri, kurumları ve topraklarının dokunulmazlığı ile ülke bağımsızlığını ve siyasi özgürlüğü muhazafa etmek, ülkenin ve insanlarının 
refahını sağlamak. (Uncertainty, But No Mystery, 1997). Aslında 1997 QDR’nin ortaya koyduğu görevler ile bu görevlerden özellikle son ikisi üzerine yaptığı 
özel vurgu, belirtilen hedeflere ulaşma yollarında önemli değişimler yaşandığını göstermekteydi. Bu kapsamlı görevler; mevcut krizlere müdahale etmek, 
stratejik çevreyi şekillendirmek ve belirsiz bir gelecek için şimdiden hazırlanmak olarak tanımlanmaktaydı (Conetta, 2000). Savunma Bakanlığı daha 
sonra bu görevleri, “şekillendir, cevap ver, şimdiden hazırlan” şeklinde sloğanlaştıracaktı. 

1997 QDR’nin ardından, ABD Kongresi, alternatif ve bağımsız bir değerlendirme komitesi kurulmasını ve QDR’nin tartışılmasını istedi. Ulusal Savunma 
Paneli (NDP), birkaç savunma konsepti ve kuvvet yapısında değişiklik öngören tavsiyeler geliştirdi. 2001 Ocak ayında hazırlanmasına başlanılan ve 11 Eylül 
saldırılarından sadece birkaç gün önce tamamlanan ikinci QDR ise, Savunma Bakanlığı’nın “dönüşüm” hedeflerine dikkat çekmekteydi. Belgede, birinci önceliğin, geniş çaplı “asimetrik” tehditlere karşı ABD halkı ve topraklarının savunulmasında olduğu açıkça belirtilmekteydi (Schrader ve diğerleri, 2003). Hepsinden önemlisi, ABD savunma planlamasında “tehdit temelli”den “yetenek temelli” yaklaşıma geçiş, esas dikkatleri çeken değişim habercisiydi. 

Donald Rumsfeld (2004b), 11 Eylül Komisyonu’na verdiği ifadede değişime yönelik diğer çalışmalardan şöyle söz ediyordu: 

“(...) ABD’nin pekçok harp planının iki yıldan daha eski olduğunu gördüm. Hatta bazı planların dayandırıldıkları varsayımlar üç veya dört yıldır günümüze 
uyarlanmamıştı. 
2001 Mayıs’ında harp planlarının hazırlanma şeklinin modernize edilmesine yönelik bir süreç başlattık. Böylelikle planların hazırlanma süresinde azalma, 
güncellenme sıklıklarında artma, plan yapılarında da güvenlik çevresinde olagelen değişimlere daha fazla esneklik ve uyumluluk gösterme gibi amaçlarımıza ulaşmayı hedefliyoruz.” 

Umulmadık bir anda, umulmadık bir tarzda ve umulmadık boyutta gerçekleşen terör eylemleri, görünüşte İkiz Kuleler’i hedef almıştı; ancak saldırılar 
dünya kamuoyunda daha farklı değerlendirildi. Dünyanın en büyük gücü, kendi evinde vurulmuştu ve bunun karşılıksız kalmayacağı açıktı. 
ABD, saldırıları “İslamcı terör”le özdeşleştirdi. Parachini (2004), sözkonusu tehditle mücadele etmek için ABD yönetiminin geniş kapsamlı politik-askeri 
strateji izlemesi ve bu stratejinin de; teröristlere ve terör örgütlerine saldırmak, İslamcı terörün gelişmesini önlemek ve terörist saldırılara karşı hazırlıklı 
olmak politikalarının kararlılıkla uygulanmasını da kapsaması gerektiğini söylemekteydi. Peki gerçekte ABD savunma planlama ve stratejilerinde ne gibi 
değişimler yaşanmıştır? Ulusal hedeflerden bütçeye, uluslar arası ilişkilerden güvenlik politikalarına, bu değişimler hangi boyutta gerçekleşmiştir? 

11 Eylül olayları bu noktada nasıl bir milat teşkil etmiştir? Bu sorulara, araştırmamızın ikinci bölümünde cevap arayacağız. 

ÖNLEYİCİ SAVAŞ 


İkiz Kuleler’e yönelik saldırılar, dünya politikasını ve elbette ABD ulusal ve dış politikasını da büyük ölçüde değiştirmiştir. Saldırılar sonrası yoğun bir iç ve dış 
değerlendirmeler dönemi yaşayan ABD’nin, 11 Eylül sonrası “aldığı dersler”, yaşanan / yaşanacak olan değişimler hakkında önemli ipuçları vermektedir. 
Walt (2001:58) bu dersleri dört başlık altında toplamaktadır: 

• ABD dış politikası bedelden bağımsız değildir 
• ABD, kendisini düşündüğünden daha az popülerdir 
• Somali, Ruanda, Afganistan gibi başarısız ülkeler birer ulusal güvenlik problemidir 
• ABD yoluna yalnız devam edemez 

Kuşkusuz, alınan dersleri bunlarla sınırlamak doğru olmayacaktır; ekonomik, politik, hatta sosyolojik pekçok boyuttan söz etmek mümkündür. Ancak belki de 
üzerinde en fazla durulması gereken boyut savunma planlama ve stratejileri olmalıdır. 

Johnsen (1998), 21 nci yüzyılın güvenlik çevresini ve ABD ordusundan beklenen görevleri tanımlarken “caydırıcılık, zorlayıcılık ve şekillendirme” üzerinde 
durmakta (Şekil-4) ve dünyada artan istikrarsızlık döneminin, ABD ordusunu denizaşırı müdahalelere mecbur kılacağı yönünde uyarılarda bulunmaktadır. 

Halbuki kimilerince 11 Eylül’ün bizatihi kendisi “istikrarsızlık ortamı yaratma fırsatı” olarak değerlendirilmektedir (Kaynak, 2004). Hatta Joxe (2003:213) bunu bir adım daha ileri götürerek; saldırıların, “becerilerini kanıtlamak üzere bir yıldır hazır bekleyen ABD’nin küresel silahlı kuvvetlerinin parlak bir karşılık 
verebileceği koşulları yaratmak için” tam istenen zamanda meydana geldiğini belirtmektedir. 


Şekil-4: Zorlayıcılık, Caydırıcılık, Şekillendirme (Johnsen, 1998:11) 

11 Eylül sonrası ABD savunma plan, program ve faaliyetlerinde yaşanan değişimler, daha önce belirttiğimiz üzere geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu bölümde, birkaç başlık altında söz konusu değişimleri inceleyeceğiz. 

1. ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ 

Bush yönetiminin önümüzdeki 20 yıl içinde yüzleşmek zorunda kaldığı/ kalacağı stratejik tehditleri daha belirgin olarak ortaya koyan Bunn ve Sokolsky 
(2001:65), 11 Eylül’den evvel, bu tehditleri potansiyel Rus tehlikesinin yeniden canlanması, Çin’den gelebilecek düşmanca tehditler ve (K.Kore, Irak, İran vb.) 
endişe kaynağı ülkelerin düşmanlıkları olarak tanımlamaktaydı. 1997 QDR de aynı yönde tehdit ve küresel güvenlik çevresi tanımları ortaya koymaktaydı 
(Tablo-3). 

11 Eylül saldırıları, “terörizm” olgusunu gözle görülür biçimde ön plana koymuştur. ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi (2002) belgesinin giriş 
paragraflarında bu yönde önemli göstergelere rastlamak mümkündür. Belgede; geçmişte ihtiyaç duyulan büyük ordular ve geniş çaplı endüstriyel yeteneklerin yerini, bir tank almak için yapılacak harcamadan daha azını sarf ederek amaçlarına ulaşabilen insanların “gölge şebekeleri”ne bıraktığı belirtilmektedir. Belgede yeni stratejinin hedefinin sadece daha güvenli değil, aynı zamanda daha iyi bir dünya olduğu vurgulanmakta ve stratejik hedeflere götürecek alt görevler şu şekilde sıralanmaktadır: 

• Küresel terör ile mücadele edebilmek için müttefikleri güçlendirmek, 
• Bölgesel çatışmaları engellemek için diğer ülkelerle işbirliği yapmak, 
• Düşmanların kitle imha silahları tehdidini önlemek, 
• Serbest piyasa ve serbest ticareti teşvik ederek, bir küresel ekonomik gelişme dönemi başlatmak, 
• Demokrasiyi yayarak ve açık toplumlar inşa ederek gelişim çemberini genişletmek, 
• Diğer küresel güç merkezleri ile işbirliği takvimi geliştirmek, 
• Ulusal güvenlik kurumlarını, 21 nci yüzyılın tehdit ve tehlikelerini karşılayacak şekilde dönüştürmek. 

Tehditler Küresel Güvenlik Çevresi 





Tablo-3: Tehdit Özeti -QDR 1997 (Tangredi, 2000:33) 

Bir zamanlar en büyük tehdit olarak Sovyet nükleer silahları gösteriliyorken, Bush yönetiminin Ulusal Güvenlik Stratejisi, günümüzün güvenlik tehditlerini çok daha farklı tanımlamaktadır. 11 Eylül’ün ardından üzerinde en fazla tartışılan belgelerden biri olan ve Beyaz Saray tarafından hazırlanan Ulusal Güvenlik 
Stratejisi’nde değişen tehdit algılamaları ile ilgili şu ifadelere rastlanmaktadır: 

“Ulusumuzun yüzyüze kaldığı en ciddi tehlike, köktencilik ve teknolojinin kesişme noktasında bulunmaktadır. Düşmanlarımız, kitle imha silahları geliştirme arayışı içinde olduklarını açıkça deklare etmişlerdir ve kanıtlar göstermektedir ki, bu konuda oldukça kararlıdırlar” (2002:2) 

11 Eylül sonrası kulaklara en fazla çalınan kavramlardan ikisi, kuşkusuz, “caydırıcılık” ve “önleyici savaş” kavramlarıdır. Her iki kavrama da Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde büyük önem verilmekte ve sıklıkla atıfta bulunulmaktadır; ancak Wirtz ve Russell’a (2003:120) göre uluslar arası kamuoyu ABD ile aynı fikirde değildir. 
Uluslar arası kamuoyu, ABD’nin tek taraflı veya önleyici savaş doktrinin tehlikeli olduğu düşüncesindedir; zira bu tür hamlelerin, 2 nci Dünya Savaşı’nın 
ardından büyük zorluklarla oluşturulan bazı uluslar arası kurum, kuruluş ve hatta gelenekleri hiçe saymak anlamına geleceği kanaati hakimdir. Konu uluslar 
arası terörizm olduğunda, bu karşı duruşun zayıfladığını söylemek ise yanlış olmasa gerek. 

2. SAVUNMA BÜTÇESİ 

ABD savunma örgütlerinin yapısı ve buna bağlı olarak da planlama, programlama, bütçeleme süreçleri, uzun yıllardan beri tartışılmaktadır. 80’li yıllardan beri üzerinden en fazla konuşulan konuların başında ise, hiç şüphe yok ki, savunma bütçesi gelmektedir (Hobkirk, 1983). Deniz aşırı operasyonlarla birlikte kabaran fatura, her yıl yaklaşık olarak 500 milyar dolar dış ticaret açığı veren ABD’de, savunma harcamalarını kamuoyu nezdinde tartışılır hale getirmiştir. Tartışılan sadece harcamaların boyutu değildir elbette; savunma ihalelerindeki “şaibeler” de gündemden düşmemektedir. 

Kamu harcamalarını yakından izleyen Center For Public Integrity (CFPI) (Kamu Dürüstlüğü Denetleme Merkezi) adlı bir kuruluşun yayımladığı bir rapora göre, 
çok az sayıda dev firma, Pentagon harcamalarından aslan payını, üstelik ihalelere teklif vererek rekabet etmelerine gerek kalmadan almaktadır. 
1998-2003 döneminde listenin başında 94 milyar dolarla Lockheed Martin bulunmaktadır. Bunu 81 milyar dolarla Boeing izlemektedir. Raytheon 39 milyar 
dolarla 3 ncü, General Dynamics de 34 milyar dolarla 4 ncü sıradadır. Rapor, savunma alanında çalışan en büyük 10 firmanın başkanlık seçimlerinde adaylık 
kampanyalarına toplam 35.7 milyon dolar bağış yaptığına, lobi etkinliklerine de 414.6 milyon dolar harcadıklarına, buna karşılık Pentagon kontratlarından 
340 milyar dolar kazandıklarına dikkat çekmektedir.8 


11 Eylül saldırılarının ardından, ABD Kongresi, adeta tehditlere cevap olarak, 2003 yılı için savunma bütçesinde 49.6 milyar dolarlık artış öngörmüştü. Bütçe açığı 500 milyar doları zorlarken, yönetim, gelecek beş yıl için toplam 2.2 trilyon dolarlık bir askeri harcama planlamaktaydı. Bu rakamlara, şimdiden 166 milyar doları aşan Afganistan ve Irak operasyonlarının maliyetinin dahil edilmediğini de belirtelim (A Unified Security Budget for the United States, 2004). 

2002 bütçesi, 2001 yılına oranla 14.2 milyar dolarlık bir artış göstermekteydi. Beyaz Saray kaynaklarına göre9, bu artışın nedenleri arasında askeri 
ödemelerdeki artış, lojman yapımı, araştırma geliştirme faaliyetlerine kaynak aktarımı, üs yapımı gibi konular yer almaktaydı. 

Savunma Bakanlığı bütçesinin 1986-2002 yılları arasında izlediği seyir, yıllık ortalama yüzde 4.6’lık bir büyümeye işaret etmekteydi (Şekil-5). 

8 Cumhuriyet, 4 Ekim 2004. 
9 http://www.whitehouse.gov/news/usbudget/blueprint/bud18.html 



Corbin’e (2003:5) göre, her ne kadar askeri harcamalar, askeri güç veya yeteneklerin doğrudan bir göstergesi olmasa da, ülkelerin harcamalarının 
karşılaştırılması, bazı gerçekleri açığa çıkarabilmektedir. 



Şekil-5: ABD Savunma Bakanlığı Bütçe Seyri (1998-2002) 

Şekil-6’da ABD ile bazı “potansiyel düşmanlar”ının, müttefiklerinin ve ilgi alanı içindeki bazı ülkelerin 2002 yılına ait askeri harcamalarının karşılaştırması 
görülmektedir. Tablo açıkça ortaya koymakta ki, ABD, “kendi liginde oynamaktadır.” 

ABD ile ilişkileri zayıf ülkeler 
ABD müttefikleri 
Diğer ülkeler 



Şekil-6: Karşılaştırmalı Küresel Askeri Harcamalar, 2002 (Corbin, 2003:4) 


Artan maliyetlerin, Savunma Bakanlığı’nı yeni tedbirler almaya zorladığını tahmin etmek hiç de zor değildir. Sözkonusu tedbirler arasında çoğunluğu 
Almanya’dakiler olmak üzere Avrupa’daki bazı üslerin kapatılması öncelikli yer tutmaktadır. Nitekim Almanya’daki üslerin idamesinin Pentagon’a yıllık 
maliyetinin 7 milyar dolar olduğu belirtilmektedir. Ancak kimi uzmanlar, konunun maliyet veya “stratejik esneklik” ile açıklanamayacağını, arka planında 
“Yaşlı Avrupa”yı “cezalandırmak” gibi daha başka nedenlerin olabileceğini düşünmektedirler10. Almanya’daki toplam 26 birliğin yer değiştirme planlarına 
rağmen, İngiltere’de konuşlu bulunan 12 bin asker ile ilgili benzer kararlar alınmamış olması, bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir. Tüm bunlara ilave olarak, ABD’nin sözkonusu “küçülme” operasyonunda başarılı olup olamayacağı da sorgulanmaktadır. Nitekim McInerney (1998), 1978 ile 1988 yılları arasında önemli üslerin hiçbirisinin, Kongre’nin kamu sektöründe iş kaybı yaratacağı yönündeki endişesi nedeniyle kapatılamadığını hatırlatmaktadır. 

Eldeki tüm verilere rağmen, 11 Eylül sonrası savunma harcamalarındaki artışın ne kadarının, terörist saldırılarla doğrudan ilişkilendirilebileceğini söylemek 
mümkün değildir; bu noktada başka faktörlerin katkısını da göz ardı etmemek gerekir. Yine de İkiz Kuleler’i hedef alan saldırıların, “bütçeyi şişiren” en önemli 
etken olduğu söylenebilir. Savunma Enformasyon Merkezi’nin verilerine göre (Kosiak, 2003:8), 11 Eylül sonrası savunma harcamalarındaki toplam artış 
160 milyar dolardır. Bu yüklüce miktarın hangi alanlarda kullanıldığı Tablo-4’de görülmektedir. 

Hellman’ın (2001), 2 nci Dünya Savaşı’ndan itibaren barış dönemlerindeki en büyük üçüncü artış olarak vurguladığı 2002 savunma bütçesi, 2001 bütçesine 
yüzde 10.5’lik bir fark atmakta ve bu oran 32.6 milyar dolara tekabül etmekteydi. Böylece ortaya 342.2 milyar dolarlık bir fatura çıkmaktaydı. 2003 yılı bütçesi, 2002’ye göre 45.3 milyar dolarlık bir artış göstermekte ve 396.1 milyar dolara ulaşmaktaydı. Bu tutarın 27.2 milyar doları terörizm ile mücadele için ayrılmıştı. 

Harcamalardaki artışa paralel olarak bütçe açığı da hızla büyümekte ve 2003 için öngörülen miktar 80 milyar dolar sınırlarını zorlamaktaydı. 
2004 yılında savunma harcamalarına ayrılan pay, 399.1 milyar dolara ulaştı. Yönetim, bir sonraki altı yıl için toplam 2.7 trilyon dolarlık askeri harcama 
öngörüyordu. 
10 Lawrence J. Korb. The New York Times, 30 Temmuz 2003 




Tablo-4: 11 Eylül Sonrası Ülke Güvenliği, Terörizmle Mücadele ve Savunma Harcamaları (Security After 9/11, 2003:9) 

2005 yılı bütçesine bakıldığında, öncekilerden çok farklı bir tablo ile karşılaşılmamaktadır. Şekil-7’den de görüleceği üzere 11 

ABD bütçesinin aslan payını askeri harcamalar oluşturmaya devam etmektedir. Planlamaya dahil edilen ve bütçeden pay ayrılan alanlar arasında Irak ve 
Afganistan operasyonları ile terörizm ile mücadele çalışmalarının bulunmadığı görülmektedir. Buna gerekçe olarak Savunma Bakanlığı’nın, sözkonusu 
faaliyetlerin alacağı boyutları önceden kestirememesi gösterilmektedir. 


Şekil-7: 2005 Yılı ABD Ayrıştırılmış Bütçe Bilgileri 

11 Ayrıntılı bilgi için bkz. 
< http://www.armscontrolcenter.org/archives/000567.php > 


11 Eylül sonrası hızlı ve keskin bir yükseliş trendine giren ABD savunma bütçesinin ileriki yıllarda izleyeceği seyri anlamak için, başlamış ve devam etmekte olan önemli ve “pahalı” silah sistem projelerini de bilmek gereklidir. 2005 yılı bütçesinde belirtilen bu projeler arasında yer alan silah sistemleri, adetleri, her bir birimin maliyeti ve toplam tutarlar, Tablo-6’da verilmiştir. 




Tablo-5: Bütçede Yer Alan Bazı Silah Sistemleri 

(http://www.armscontrolcenter.org/archives/000567.php) 


Conetta (2002a), 11 Eylül’den önce, savunma harcamalarında 50 milyar dolarlık bir artışın geniş bir uzlaşma ile kabul görmesinin, ekonominin zayıflığı, 
ekonomik tahmincilerin karamsarlığı gibi nedenlerle, politik olarak çok zor gerçekleşeceğini belirtmektedir. Ancak 11 Eylül’den sonra, yani 2001’den itibaren, gelecek 10 yıldaki bütçe fazlası miktarı yüzde 71 oranında düşmüştür. 2007 Pentagon bütçesinin 451 milyar dolar olması beklenmektedir. Savunma Bakanlığı, rakamlardaki büyümenin, bütünüyle terörizmle mücadeleyi yansıtmadığını; araştırma geliştirme faaliyetleri, balistik füze savunma programı ve yeni nesil silah programları gibi çalışmaların da sözü edilen rakamlara dahil olduğunu vurgulamaktadır (Kosiak, 2003:11). Yine de pastadan en büyük payı, terörizmle mücadele faaliyetlerinin aldığı bilinmektedir. 

3. ASKERİ YARDIMLAR 

Beyaz Saray tarafından hazırlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde, terörizm ve terörizmi finanse eden kaynaklar ile mücadele etmek için “bölgesel 
ortaklar” ile işbirliğini geliştirmeye özel önem atfedilmektedir: 

“Bölgesel ortaklarımızı, teröristleri izole eden bir işbirliği içinde olmaları yönünde teşvik etmeyi sürdüreceğiz. Bölgesel mücadele sonucu, tehdit belirli bir 
devlete yöneldiğinde, sözkonusu devlete, görevin başarılması [teröristlerin imhası] için askeri, yasal, politik ve mali yönlerden destek sağlayacağız (2002:6).” 

11 Eylül sonrası tepkisini “Eğer bizimle birlikte değilseniz, karşımızdasınız demektir.” şeklinde ortaya koyan ABD’de askeri yardımlar, “çevre şekillendirme” stratejisinin de önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Esas itibariyle bu yardımlar, ABD topraklarının korunmasına yöneliktir. Ancak Gabelnick’e (2002) göre, yardımın boyutları, amacının dışına çıkacak kadar büyümüş durumdadır. Afganistan’da yürütülen “Sonsuz Özgürlük Operasyonu”nu esnasında gerek üs sağlayarak, gerekse hava sahasını açarak ABD’ye destek veren Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Azerbaycan, Ermenistan gibi ülkeler, askeri araç, silah ve teçhizat yardımı ile ödüllendirilmişlerdir. Yardımların tutarı da dikkat çekici boyutlardadır. 2001 yılında 3.57 milyar dolar olan Dış Askeri Finansman miktarı, 2003 yılında 4.12 milyar dolara ulaşmıştır. Askeri yardımlar temelinde, bazı ülkelerin 11 Eylül öncesi ve sonrası durumları Tablo-7’de belirtilmiştir. 



Tablo-6: ABD Askeri Yardım Envanteri 

(http://www.cdi.org/program/document.cfm?documentid=652&programID=39&from_page) 

ABD’nin, stratejik noktalardaki ülkeler ile ilişkilerini devam ettirme niyeti açıktır. Terörizm ile mücadele doktrininin temellerinden biri olan bu niyetin etkili bir 
şekilde hayata geçirilebilmesi, Conetta’ya (2002b) göre, Arap ve İslam ülkeleri ile yoğun bir işbirliği içinde bulunulmasına bağlıdır. Ona göre terörizm ile 
mücadele programının ulusal ve uluslar arası boyutları bulunmaktadır; bu durumda yeni ortaklıklara kapı açacak yeni gayretler içinde bulunulmalıdır. 

Görünen o ki, ABD, ilgi alanı dahilinde bulunan stratejik ülkeleri desteklemeye devam edecektir. Bütçenin hassas dengeler üzerinde bulunduğu ve kamuoyundan yükselen tepkiler göz önüne alındığında, uluslar arası askeri yardımların, gelecekte gündemdeki tartışma maddeleri arasında yer alacağını söylemek kehanet olmayacaktır. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder