OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN SON DÖNEMİNDE ORTAYA ÇIKAN SİYASİ AKIMLAR BÖLÜM 1
VE.... ATATÜRK’ÜN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
ÖĞRETMEN ATATÜRK,
Büyük Millet Meclisi, ATATÜRK, Millet, Mehmet Çanlı,
ÖĞRETMEN ATATÜRK ,Milliyetçilik, Türkçülük, Turancılık,
Mehmet Çanlı
Özet:
Milliyetçilik çok eski dönemlerden beri bilinen bir kavramdır. Bununla birlikte, siyasi bir kavram olarak XIX. Yüzyılda tüm dünyada etkili olmaya başlamıştır.
Bu kapsamda, Osmanlı İmparatorluğu içinde de, ülkenin yıkılmasını engellemek için ortaya atılan fikirler gibi önemli bir yer taraftar kitlesi kazanmıştır.
Türklerde başlangıçta kültürel ağırlıklı olarak başlayan milliyetçilik akımı, ortaya çıkan gelişmelerin de etkisiyle, Türkçülük-Turancılık gibi tüm dünyadaki
Türkleri birleştirmeyi hedefleyen yayılmacı bir anlayışa doğru evrilmiştir.
Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, diğer fikir akımları ile birlikte, bu tür milliyetçilik akımları da etkinliğini kaybetmiş ve Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlayan Milli Mücadele hareketi ile birlikte; Misak-ı Milli’de belirlenen coğrafi alanla sınırlanan, daha kapsayıcı ve kültür birliğine önem veren yeni bir milliyetçilik anlayışı ortaya çıkmıştır.
Bu milliyetçilik anlayışı; din ve ırk birliği gibi objektif unsurlara değil, dil, kültür tarih birliği ve gelecekte de birlikte yaşama arzusu gibi sübjektif unsurlara
dayanan modern bir yaklaşım arz etmektedir.
Anahtar Kelime: Millet, Milliyetçilik, Türkçülük, Turancılık.
Giriş:
İnsanlar, tarihin en eski dönemlerinden beri kendilerine benzeyen ve aynı kökten geldiklerine inandıkları insanların daha üstün olduğu duygusu içinde o
lmuşlardır. Bu durum tam olarak bu günkü milliyetçilik kelimesi ile ifade edilen anlama gelmese de yine de milletlerin ve milliyetçilik kavramının oluşmasına
kaynaklık teşkil etmiştir.
Bununla birlikte siyasi anlamdaki milliyetçilik açısından en önemli gelişmeler XIX. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu dönemde milliyetçilik fikri tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Bu sebeple bu dönemde başlayan fikirler XX. yüzyıldaki gelişmelerin de temelini oluşturmuştur.[1]
Milliyetçilik konusunu ele almadan önce kısaca milleti tarif etmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğüne göre millet: ‘’ Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus; bir yerde bulunan kimselerin bütünü, herkes ve benzer özellikleri olan topluluk’’ olarak tarif edilmektedir.[2]
Burada, devletin resmi bir kurumunun ülkede geçerli anayasal millet tanımının dışına çıkmamaya gayret ederek bir tanım yapmaya çalıştığı görülmektedir.
Mesela bu tanımda ırk, soy veya din birliğinden bahsedilmemektedir. Ancak tarih boyunca gerek dünyada, gerekse Türk devlet geleneğinde yapılan millet
tanımlarında genellikle bu unsurlara göre de millet tanımı yapılmıştır. Nitekim Millet kelimesi Türk diline Arapçadan geçmiştir. Arapça millet kelimesi; din
birliği çerçevesinde birbirlerine bağlı insan topluluklarını ifade etmektedir. Bu anlam Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Milli Mücadele döneminde de benzer
anlamda kullanılmıştır. Batı dillerinde kabul gören millet tarifi ise, Fransızca “nation” kelimesinin karşılığı olarak; aynı kökten ve aynı soydan gelen, aralarında ortak bağları olan insan topluluğu şeklindedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine kadar olan süreçte, millet kelimesi dini anlamda kullanılmış olsa da, gerek eğitim vb.
amaçlarla Avrupa’ya giden, gerek yabancı kaynakları okuyup araştıran ve gerekse batı ile daha yakın teması olan Hristiyan azınlıklarının milliyetçilik
hareketlerinden etkilenen bazı Türkler zamanla Fransız ihtilali’nin yaydığı fikirlerden etkilenen ‘’nation’’ anlamında millet ve milliyetçilik tanımlarına yaklaşan millet tanımlamaları yapmaya ve buna bağlı olarak bir Türk milliyetçiliği fikrini geliştirmeye başlamışlardır.
Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, zaman içinde, millet tarifinde hâkim olmuş iki görüş ortaya çıkmıştır.
Bunlardan birincisi, objektif Millet anlayışıdır.
Bu görüşe göre; millet aynı ırktan gelen, aynı dili konuşan ve aynı dine inanan insanların meydana getirdiği topluluktur.
İkinci görüş ise, sübjektif veya kültürel millet anlayışıdır. Bu anlayışa göre ise; bir milletin meydana gelmesinde, ırk, dil veya din esas alınarak yapılan tanımlar
eksiktir. Yani bir toplumdaki fertlerin arasında, kültür birliği, gönül birliği, ülkü birliği, birlikte yaşama ve ortak tarih şuurunun var olması gerekmektedir.[3]
Milliyetçilik ise milliyet duygusundan hareket eden bir fikir akımıdır. Bu duygu kişilerin, milli tarihlerine, milletlerin mazideki hem parlak, hem de felâket ve
ıstıraplarına karşı derin bir içsel bağlılık ve saygı hissi şeklinde ortaya çıkar. Yani milliyetçilik kişinin milletini sevmesi, milletine güven duyması, onun varlığını
ve güçlenmesini savunmasıdır.
1. Türklerde Millet ve Milliyetçilik.
Millet ve milliyetçilik kavramları Türklerde tarihin en eski dönemlerinden itibaren var olmuştur. Tarihte ilk defa, Türk boylarını bir bayrak altında toplayan
Mete ile birlikte Türklerin milli birliklerini kurdukları bilinmektedir.[4]
Orhun abidelerinde geçen kavramlar incelendiğinde Türk milletinin geçmişinde de milli duygunun ve milliyet fikrinin var olduğu görülmektedir.
Türk milliyetçiliğinin en önemli yazılı belgelerinden biri olan Orhun abidelerinde millet, milliyetçilik hatta Türk birliği fikrini açıkça görmek mümkündür.
Dahası bu devletin adı bile Göktürk Devleti’dir.
Bu abidelerde;“Ben Gök Tanrı gibi gökte yaratılmış Bilge Kağan’ım. Türk ulusu, sesimi sonsuzluğa kadar işit..”, “Ey Türk ulusu! Tutsaksan özgür, yoksulsan
varlıklı, çıplaksan giyimli olacaksın. Niçin yenik düştüğünü, niçin tutsak olduğunu bilmelisin ve hiç unutmamalısın!”[5] sözleri yaklaşık 1300 yıl öncesinde de
Türklerde millet duygusunun var olduğunu göstermektedir. Yine aynı kitabelerde yer alan “Ey Türk ulusu, bu gerçekleri işitin, bilin! Yukarıda gök çökmedikçe
aşağıda yağız yer delinmedikçe, Türk ulusu, senin ülkeni kim alabilir? Töreni kim bozabilir? Ey, Türk ulusu, titre ve kendine dön!”[6] denilerek Türk milletinin
sonsuza dek yaşayacağına olan inanç açık bir şekilde ifade edilmektedir.
Türklerdeki milli duygular ve millet bilincinin, İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra da devam ettiğini görmekteyiz. Nitekim Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ü Lügat-it Türk” isimli eserinde bu milli duygular açıkça görülmektedir. Örneğin Kaşgarlı Mahmut, Türk milletini yüceltmek adına eserinde “Türklerin Hazreti Muhammed tarafından övüldüğüne” dair Hadis’lere yer vermiştir.[7]
Ahmet Yesevi, Yunus Emre gibi önemli kişlikler de milli duyguları dil birliği içinde devam ettirmişlerdir. Bu dönemlerde, Karamanlı Mehmet Bey, Türkçe’nin yazı ve saray dili olmasını emrederek Türkçe’nin Arapça ve Farsça karşısında gerilemesine karşı çıkmıştır. Onun Türkçe’ye verdiği bu önem,
dilde milliyetçilik olarak kabul edilebilir.
XV. asırda Ali Şir Nevai dil milliyetçiliğine diğer bir örnek olarak gösterilebilir. Ali Şir Nevai yaşamı boyunca Türk dil ve kültürünün Fars dil ve kültüründen üstün
olduğunu göstermeye gayret etmiştir. O “Muhakemet-ül Lûgateyn” adlı eserini de bunu ispat etmek için yazmıştır. Hatta bazı yazılarında Türklerin Farslara
göre zekâ ve anlayış olarak ta üstün olduğunu savunmuştur.[8]
Aynı milli duygu ve uygulamalar Osmanlı Devleti’nin bazı dönemlerinde de görülmektedir. Bunlardan biri de Türklerin üstünlüğünü Kur’an ayetleri ve hadisleri örnek göstererek ispatlamaya çalışan Vani Mehmet Efendi’dir.[9]
Her ne kadar, yukarıda belirtildiği gibi çok eski devirlerden beri Türklerin yazılı edebiyatlarında ve devlet uygulamalarında milliyetçilik izlerine rastlanıyorsa da
Türklerde siyasi anlamda milliyetçilik, Fransız ihtilâlinde sonraki gelişmelerle ortaya çıkmıştır. Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı milliyetçilik anlayışı kısa süre
içinde tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu içindeki azınlıkların devlete karşı milliyetçi isyanlar başlatmalarına sebep olmuştur.
Önceleri Hristiyan Balkan milletleri arasında başlayan milliyetçilik hareketleri ve isyanlar sonraki yıllarda imparatorlukta yaşayan Müslümanlar arasında da
görülmeye başlamıştır. Bu gelişmeler Osmanlı Türk aydınlarının da uyanmasına ve Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasına etki etmiştir.
2. Osmanlı Türklerinde Milliyetçilik Fikrinin Ortaya Çıkması.
Osmanlı Türklerinde milliyetçilik fikrinin ortaya çıkmasında, yukarıda da bahsedildiği gibi, birçok sebep vardır. Bütün bu sebeplerin sonucunda Türk
aydınlarında milliyetçiliğe doğru bir hareketin başladığını görmekteyiz.
Milliyetçiliğin sistemli bir fikir akımı olarak ortaya çıkması, bu hareketin gelişmesi sonucunda olmuştur. Özellikle, ortaya çıkan isyanlarla giderek artan toprak
kayıpları karşısında Türklerin, devleti ayakta tutmak için gösterdikleri dayanışma Türk milliyetçiliğinin gelişmesi için kuvvetli bir zemin hazırlamıştır.
Milliyetçiliğin gelişmesinde başka bir faktör de, XIX. yüzyıldan itibaren başlayan toprak kayıplarının bir sonucu olarak elde kalan topraklara Kırım, Kafkasya ve
Balkanlardan birçok insanın göç etmesidir. Kaybedilen topraklardan göçlerle gelen bu insanlar arasında eğitim düzeyi yüksek birçok aydın bulunmaktaydı.
Osmanlı siyasi ve kültürel hayatında önemli roller oynayan bu insanlarda özellikle şiddetli bir Rus düşmanlığı ve vatanlarına karşı duygusal bağlılık mevcuttu.
Bunlardaki milliyetçi düşünceler Osmanlıdaki Türk aydınlarım da etkiledi.
Özellikle Kırım savaşından sonra Osmanlı devletinin Rusya’daki Türklerle ilgilenmesi ve siyasi münasebetleri, milliyetçi düşüncelerin canlanmasında daha da etkili olmuştur. Bütün bu gelişmeler önceleri İslâmi dayanışmayı güçlendirmiş daha sonraları ise, gelişen siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik olayların tesiriyle
Türk milliyetçiliğinin gelişmesini sağlamıştır.
Devletin içindeki Hristiyan unsurlar ve daha sonra Türk olmayan Müslüman nüfus, özellikle de Araplar arasında milliyetçiliğinin ortaya çıkmasıyla, Türkler de
giderek artan bir oranda kendilerini ayrı bir millet olarak hissetmeye başlamışlardır.
Öte yandan, Osmanlı devletinde meydana gelen bütün bu milliyetçi gelişmeler devlet yöneticilerini bazı tedbirler almaya yöneltmiştir. İmparatorluğun
bütünlüğünü korumak için azınlıklar arasındaki milliyetçi gelişmelere karşı askeri, siyasi ve idari tedbirler alınmaya başlanmış ve ülke içindeki milletler
imparatorluk fikri etrafında bir arada tutmaya çalışılmıştır.
Bu maksatla gelişen Osmanlıcılık fikri özellikle Genç Osmanlılar tarafından bir ideoloji olarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Böylece Osmanlıcılık Türklerde değişik anlamda da olsa ilk nasyonalizm kavramı olmuştur. Amaç imparatorluk içindeki milletleri eşit siyasi haklara sahip bir Osmanlı milleti olarak tanımlamak ve ortak bir vatan mefhumu etrafında birleştirmekti. Ancak 1908 yılındaki II.Meşrutiyet’in ilanından sonra, İmparatorluğun değişik unsurları arasında görülen kısa bir kucaklaşmanın hemen ardından, Osmanlılık kavramının boş bir ütopya olduğu ortaya çıkmaya başladı.[10]
Bu durum Balkan Savaşları sonucunda tamamen netleşmiş oldu.
Hristiyan Balkan uluslarının bağımsızlığı ve Balkan coğrafyasının çoğunun elimizden çıkmasının ardından ülkede halkın büyük bir çoğunluğu Müslümanlar dan oluşur hale geldi. Bunun sonucunda da gayrimüslimleri de kapsayan Osmanlıcılık fikri, ortadan kalkmasa da, giderek zayıfladı ve artık daha az telaffuz edilir hale geldi.
Osmanlıcılık fikri ile devletin bir arada tutulamayacağını anlayan yöneticiler ve aydınlar arasında bu sefer daha II. Abdülhamit devrinde devletin bir arada
tutulmasında uygulanan siyasi bir kavram olan ve artık imparatorluğun ezici bir çoğunluğunu teşkil eden Müslümanları bir arada tutmak düşüncesi ağır
basmaya başladı. Bu düşünce, padişahın aynı zamanda halife olması sebebiyle, imparatorluğun en yaygın ideolojik gücü durumuna geldi. Ancak kısa süre
içinde İslâmcılık düşüncesi ile de devleti bir arada tutmanın mümkün olamayacağı ortaya çıktı. Çünkü imparatorluk içerisindeki Türk olmayan Müslüman gruplarda da milliyetçi hareketler giderek güçlenmeye başladı.
Osmanlıcılığı ve Panislâmcılığı ortaya çıkaran unsurların pek çoğu aynı zamanda o dönemde henüz başlangıç hâlinde olan Türk milliyetçiliğinin de gelişmesine
yol açmıştır. Bu iki fikir akımının yetersizliklerinin zamanla ortaya çıkması sonucunda Türk milliyetçiliği giderek daha da güçlenmiştir. Bunda 1910 yılından
itibaren yoğun bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu’na gelen birçok Asyalı Türk aydınının da katkısı olmuştur. Bunlar ayrıca daha çok ülke sınırları içinde sınırlı
olan diğer iki görüşün aksine dikkatlerin Rusya, İran ve değişik bölgelerde yaşayan Türklerle bir birlik oluşturma düşüncesine çevrilmesine sebep olmuşlardır.
Çünkü söz konusu bölgedeki halklar Türklerle sadece aynı ırka değil aynı zamanda aynı dine de mensuptular.[11]
Artık Osmanlıcılık fikrinin devleti bir arada tutamayacağı anlaşılmış, İslâmcılık fikrinin de Müslümanların birleştirmediği görülmeye başlanmıştır. Tüm bunların
etkisiyle çeşitlenen siyasi hayat içinde milliyetçilik akımı II. Meşrutiyetten sonra iyice belirginleşmiş ve değişik hedefleri olan ulusçuluk tartışmalarını
başlatmıştır. Bundan sonra Milliyetçilik, kültürel alanda, fikri alanda ve siyasi alanda gelişmeye, yayılmaya ve Türklerin kurtuluşu için tek çare olarak
görülmeye başlanmıştır.
Bu üç fikir akımının mevcut durum göz önüne alınarak değerlendirilmesi ve Türkçülük veya Milliyetçilik fikrinin en uygun çözüm olduğunun ispatlanmaya
çalışılması ise ilk olarak Yusuf Akçura tarafından, Kazan’da yazılıp Mısır’daki ‘’Türk Dergisi’’nde yayımlanan ‘’Üç Tarz-ı Siyaset’’ isimli yazı ile ortaya
konulmuş tur. Diğer görüşleri savunanlar tarafından yoğun eleştirilere uğrayan bu yayım tüm olumsuz eleştirilere rağmen milliyetçilik anlayışının daha sonraki
gelişiminde oldukça önemli etkiler bırakmıştır.
Akçura bu eserinde; Osmanlıcılık ve İslamcılık düşüncelerinin olumlu ve olumsuz (güçlü ve güçsüz) yönlerini açıkladıktan sonra kendi görüşüne göre ülkenin
ve milletin geleceği için en uygun çare olacağını düşündüğü Türkçülük hakkında değerlendirmeler yapmıştır. Buna göre; önce Osmanlı İmparatorluğu içindeki
Türkler ve az da olsa Türkleşmiş olan diğer Müslüman unsurlar (Türkleştirilerek) ile Türk milliyetçiliği esasında bir birlik sağlanması, müteakiben Asya ve Doğu
Avrupa’daki Türklerle birleşerek büyük bir Türk birliği kurulmasına çalışılması en uygun çözümdür.[12]
Milliyetçiliğin oldukça uzun bir zamandır dil, kültür ve fikir alanında etkinliğini sürdürmesine rağmen bu yaklaşım büyük bir siyasi Türk birliğinin kurulmasını
ortaya atan sistemli ilk yaklaşım olmuştur. Bu yaklaşım daha sonra; bir yönüyle milliyetçilerin bir kısmının ‘’Turancılık’’ diye ifade edilen Türk birliğini savunması na yol açtığı gibi diğer yönüyle (Türk çoğunluğu ve azda olsa Türkleşmiş diğer unsurların tamamen Türkleştirilmesi anlamında) de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra yeni bir millet oluşturma sürecine etki etmiştir. Yusuf Akçura 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a gelmiş ve bu fikirlerini ‘’Türk Yurdu Gazetesi’’nde yayımladığı yazılarla geniş kitlelere açıklamaya başlamıştır.
Türk milliyetçiliğinin temelleri dil, tarih ve edebiyat sahasındaki çalışmalarda o tarihe kadar büyük merhaleler kaydetmiş ve kültürel temelleri atılmıştı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Paris kolu daha 1902 ve 1906 döneminde milliyetçilik görüşünü benimsemiş ve buna göre faaliyetlere başlamıştı.[13]
Bunların da etkisiyle milliyetçilik fikri daha hızlı yayılmaya ve teşkilâtlanmaya başladı. Bu dönemde milliyetçiliği savunan birçok yayının yanında birçok
cemiyet de kurulmuştur.
Bu sırada Türklerde milleti sosyal bir gerçek olarak ilk defa tarif eden kişi Ziya Gökalp olmuştur. Gökalp, milleti meydana getiren temel faktörlerin ırk,
kavim, coğrafya olmadığını ifade etmiş milletin; dilce ahlâkça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan
topluluk olduğunu belirtmiştir.[14]
Buraya kadar bahsedilmeyen ve oldukça etkili olan diğre bir fikir akımı da Batıcılık’tır.[15] Ancak bu fikir kendi başına milliyetçilik üzerinde müstakil bir
etkiye sahip olmadığı gibi diğer fikir akımlarını savunanların da büyük bir kısmı, birbirlerinden oldukça farklı yorumlasalar da, aynı zamanda Batıcılık akımına
taraftardırlar.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
..***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder