29 Mayıs 2017 Pazartesi

Tarihçilerin Savaşı: Birinci Dünya Savaşı’nın Kökenleri, Nedenleri ve Başlangıcı Üzerine BÖLÜM 2



Tarihçilerin Savaşı: Birinci Dünya Savaşı’nın Kökenleri, Nedenleri ve Başlangıcı Üzerine BÖLÜM 2


Söz konusu hatıratlar arasında en düzenli olanı Sir Edward Grey’in 1892’den 1916’ya değin Dışişleri Bakanlığı’nda geçirdiği dönemdeki önemli gelişmeleri belgeler eşliğinde aktardığı üç ciltlik eseri 25 Years (25 Yıl) olarak öne çıkmaktadır. Oldukça ciddi bir dilde yazılmış olan bu hatıratın ikinci 
cildi, 1890’ların sonlarında değişmeye başlayan İngiliz İmparatorluğu’nun güvenlik stratejisi çerçevesinde Fransa ve Rusya ile girişilen rekabetin 
bu devletleri nasıl işbirliğine zorladığını başarıyla anlatırken, sonrasında devam eden bölümlerde Almanya’nın Avrupa’da yükselen gücü itibariyle girişmiş olduğu hâkimiyet mücadelesine karşısında İngiltere’nin barışı korumak adına Almanya’nın karşısına dikilişi teması değişik biçimlerde tekrar tekrar işlenir.10 Asquith’in The Genesis of War (Savaşın Doğuşu) başlıklı hatıraları ise Almanya’nın savaş sürecinde ortaya atmış olduğu masumiyet tezlerini çürüterek, İngiltere’nin savaşa girmesini meşrulaştırmayı amaçlayan bir anlatıma sahiptir.11 

Winston Churchill’in The World Crisis (Dünya Krizi) ve David Lloyd George’un War Memoirs of David Lloyd George (David Lloyd George’un Savaş Hatıratı) 
isimli anılarındaki işledikleri tema ile savaşın suçunu fazla sorgulamadan Almanya’nın üzerine yıkma konusunda tereddütsüzlerdir. Savaş süresince İngiliz stratejisinin devamlılığında etkin roller üstlenen bu iki genç politikacının anıları vermiş oldukları kararların doğruluklarını meşrulaştıracak ve kötü gitmiş 
olan girişimlerin sorumluluklarını başkalarına yükleyecek pek çok kısmı içermektedir.12 

Karşı cephe olarak Almanya’da ise İngiltere’den farklı olarak yayınlanan hatıratlarında savaşı Almanya adına yürütmüş olan üst düzey yöneticiler 
gerek alınan yenilgiye ve gerekse de 231. Maddenin yüklemiş olduğu savaş suçuna karşı savunma üretme endişesi içindedirler. Bu nedenle dikkatle bir araya getirilmiş açıklamalar ve olaylar ile savaşa giden süreçte yaşanmış krizlere yönelik analizler bu anıların karakterlerini oluşturur. 

II. Wilhelm’in The Kaiser’s Memoirs (Kayzerin Hatıratı), Şansölye Theobald Bethman-Holweg’in Reflections of the World War (Dünya Savaşı Üzerine Düşünceler) ve Donanma Bakanı Alfred Von Tirpitz’in My Memoirs (Benim Hatıratım) başlıklı eserleri bu anlamda öne çıkmaktadır. 
Bu çerçevede hatıralarının “suç sorunu” başlıklı bölümünde Wilhelm, kendi yönetimindeki Almanya’ya yüklenmiş olduğunu düşündüğü savaş suçuna karşı uzun bir savunma kaleme almıştır. Bu savunma çerçevesinde Wilhelm ilk olarak savaş öncesi uluslararası ortamı tanımlayarak, yükselen bir güç olan Almanya’nın kendini savunmak için büyük bir donanma inşa ettiğini ve kimse ile çatışma niyeti taşımadığını fakat Antant içindeki İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından tarafından agresif politikalar eşliğinde bir çember içine alınarak çevrelendiğini ve buna karşılık Almanya’nın barışı devam ettirebilmek için İngiltere ile işbirliğini çeşitli vesilelerle aradığını fakat her seferinde hüsrana uğradığını belirtir.13 Devam eden kısımlarda ise Amerika’nın savaşa girişinin dengeyi değiştirdiğini ve Amerikan halkının samimiyetinden şüphe duyulmayacak olsa da, Başkan Woodrow Wilson’un 14 ilkesini barış sürecinde galip Antant devletleri lehine egzersiz ettiğini yazdıktan sonra, Başkan Wilson’un barış için kendisinin tahttan çekilmesi şartını öne sürmesine olan kırılmışlığını anlatır.14 Bu noktadan itibaren ise daha sert bir dil eşliğinde Almanya’nın barışı korumak adına yapmış olduğu hatalardan dolayı suçlu olmadığını ama yanılmış olduğunu vurgular. Ona göre savaş isteyen bir Almanya bu amacına rakiplerinin 
güçsüz olduğu geçmiş dönemlerde pek çok kez ulaşabilirdi ama tersine rakipleri Almanya’yı en hazırlıksız olduğu dönemde yakalamışlardır ve bu durumda İngiltere’nin samimiyetsizliğinin ve egoistliğinin de payı büyüktür.Bu şartlar altında Versailles Antlaşması haksız temellerde ve aşırılıklarda dayatılmış bir anlaşmadır ve gerekli düzeltmelerin yapılacağı umudu devametmektedir.15 Theobald Bethmann-Holweg’in hatıratı da şansölye olarak atandığı 1909 yılından başlayarak savaşa giden süreci bulunduğu pozisyondan gözlemlediği biçimde anlatır. Wilhelm’den farklı olarak hatıratı kronolojik bir sırlamada gider, belgeler ve analizler ile desteklenirken, bir anlamda Sir Edward Grey’in hatıratının Almanya’daki karşıtı biçimindedir.16 Wilhelm gibi bir savunma bölümü içermese de hatıratın genelindeki analizlerde İngiltere’nin barışın devamlılığı ile ilgili samimiyetsizliği ve Almanya’nın her hamlesine karşı problem yaratmaktaki samimiyetsizliği vurgusu Bethmann-Holweg’in hatıratının genel havasında 
rahatlıkla algılanır. Donanma Bakanı Tirpitz’in hatıratı ise daha çok Almanya’nın donanma politikası üzerinedir ve önemli miktarda iç politika kısmını da içerir. Diğer taraftan Tirpitz hatıratının pek çok yerinde Alman dış politikası ile ilgili analiz ve tespitlerde bulunur ve savaşa giden süreçteki etkilerini işler. Tirpitz’in hatıratı da Churchill ve Lloyd George’un hatıratları ile karşılaştırılabilir.17 

Birinci Dünya Savaşı’na giden süreci ve savaşı yöneten kişilerin kendi ellerinden çıkan hatıratların 1920’lerin başlarından itibaren basılmaya başlaması ile yeni bir mücadele alanının ortaya çıktığı söylenebilir. Özellikle savaşta karşı karşıya gelmiş tarafların kendi bakış açılarını, savaşın sonundaki pozisyonlarının verdiği duygusal ortam ile birleştirdikleri bu tartışma alanı ülkelerinin büyük yıkıma neden olmuş savaştaki payını masumlaştırmaya ya da haklı çıkartmaya çalışan yazılarla dolmaya başlamıştır. Bu durum da doğal olarak bir cepheleşmeyi ortaya çıkartır. Belki de bu konudaki ilk karşılaşma yukarıda örnek olarak verilen Wilhelm’in hatıratındaki savunma kısmına karşılık, Herbert Asquith’in kendi hatıratının sonuna eklediği üç bölümlük cevap kısmıdır.18 

1920’lerde savaşın nedenleri ve kökenleri üzerine çıkan hatırat ve analiz yazımları Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’nın tarihi ile ilgili tartışmaları 
da ciddi biçimde etkiler. Bu çerçevede İngiltere ve Fransa’da tarih yazımı savaşın kökenlerini ve nedenlerini salt Almanya’nın sorumlu olduğu bir düzen içinde kurgularken, Almanya’da da iki ayrı görüş etkin durumdadır. Bunlardan görüşlerden ilki Almanya’ya 231. Madde çerçevesinde yüklenmiş olan savaş suçunun haksızlığını kanıtlamak üzere masumiyet temasını işleyen bir savunma mantığını benimserken, ikinci görüş de Versailles antlaşmasının bütün içeriğinin Almanya’yı içine düşürdüğü durumun acımasızlığı ve haksızlığı üzerinde temalaşarak savaş suçu ithamının diğer devletlere yönlendirilmesi üzerine odaklanmıştır. Böylece İttifak ekolü revizyonist anılırken, Antant ekolü de anti revizyonist olarak tanımlanmıştır. 

Revizyonist ekolün en çalışkan isimlerinden biri 1915’te ordudan emekli olduktan sonra kendini Almanya’nın savaş konusundaki haklılığı ile ilgili çalışmalara adayan ve Paris Kongresinde Weimar Cumhuriyeti’nin savaş suçunu inceleyen heyetinin resmi sözcüsü olarak galip devletlerin iddialarına karşı duran Kont Max von Montgelas’tır. 1924 yılında Walther Schucking ile beraber yayımladıkları The Outbreak of the World War-German Documents Collected by Karl Kautsky (Savaşın Başlangıcı-Karl Kautsky Tarafından Bir Araya Getirilen Alman Dokümanları) adlı dört cildi bulan belgeler ile Almanya’nın savaşın başlangıc ındaki masumiyetini kanıtlamaya çalışmışlar; fakat propaganda amacı taşıyan, eksik ve tartışmalı belgelerin bir araya gelmesi ile oluşan bu toplama çalışma çok büyük eleştiri almıştır.19 Montgelas ertesi yıl yayınladığı The Case for Central Powers-An Impeachment of the Versailles Verdict (Mihver Güçlerinin Davası-Versailles Kararını Sorgulama) adlı eserinde bu sefer Antant devletlerinin savaş öncesi politik hedeflerini ve çıkarlarını tanımlayarak, savaşa giden süreçte bu devletlerin diplomatik krizleri kendi çıkarlarına göre 
yönlendirdiklerini belgeler ile kanıtlamayı ve Versailles antlaşmasının savaş suçu maddesinin haksızlığını anlatmayı hedeflemiştir.20 Montgelas 1928’de ise British Foreign Policy under Sir Edward Grey(Edward Grey’in Yönetiminde İngiliz Dış Politikası) başlıklı kitabını yayınlamıştır. 

Bu kitapta ise o dönemde yayınlanan eski İngiliz Dışişleri Bakanının hatıratını eleştirerek, İngiliz dış politikasının Almanya’yı savaşa nasıl zorla itelediğini analiz etmektedir.21 

Revizyonist ve anti revizyonist görüşlerin taraf olma özellikleri nedeniyle öne sürdükleri görüşlerin objektif yapısı sorgulanır ve sınırlı olması nedeniyle savaşın ertesindeki erken dönemde hem savaşın nedenleri ve hem de savaşın yapılışı konusunda ortaya çıkan çalışmalar sınırlı kalmıştır. Diğer taraftan savaşın ardından açıklanmaya başlayan diplomatik belgeler ve hatıratlar özellikle tarihçiler için önemli bir çalışma alanı yaratmıştır. Büyük çoğunluğu ilk el olan işlenecek kaynağın bu derece bol olduğu bir ortamda daha revizyonist ve anti revizyonist polemiğinin darlığını aşabilecek çalışmaların ortaya çıkması doğal bir sonuç olacaktı. Bu çerçevede savaşın nedenleri ve savaş suçu sorgulamasına yeni katkılar okyanusun diğer tarafından geldi. Bunlardan en çok ses getiren iki tanesi 1926 yılında Harry Elmer Barnes tarafından kaleme alınan The Genesis of the World War (Dünya Savaşının Başlangıcı) ve 1929 yılında Sidney Bradshaw Fay’in The Origins of the World War (Dünya Savaşının Kökenleri) adlı eserleriydi. 

Barnes’ın The Genesis of the World War isimli kitabı gerek amaç olarak ve gerek de yöntem olarak, Avrupa’da devam eden cepheleşmeden farklı bir kimlik taşımasına karşılık ulaştığı sonuçlar ile Almanya’nın tezlerine oldukça uygun düştüğünden dolayı eleştirilere de hedef olmuştu. Diğer taraftan önsözünden bu durumun farkında ve beklentisinde olduğunu belirtmekte olan Barnes, ortaya çıkmış olan materyaller ışığında yapılacak analizlerin Versailles antlaşmasının savaşın suçunu acımasızca tek tarafa yıkışının haksızlığını vurgulamaktaydı.22 Diğer taraftan kitabın alt başlığı olan “savaş suçuna giriş” ibaresi, kitabın amacını belirtmekteydi. Bir tarihçi olarak Barnes eserini savaşa karşı olan nefretini göstermek için kaleme almıştı ve bu çerçevede dünyanın yaşamış olduğu bu felaketin Versailles antlaşmasının getirdiği oldubitti çerçevesinde unutulmasını istememekteydi. Bu çerçevede savaşa giden süreci doğru analiz edebilirse, bu sürecin içinde olan her tarafın ders alacağı umudunu taşımaktaydı.23 

Kitabın özellikle ilk kısmını oluşturan savaşın nedenlerinin değerlendirilmesi çerçevesinde Barnes, yalnızca diplomatik süreçleri değil, aynı zamanda psikolojik, sosyolojik ve ekonomik nedenleri de inceleyerek analizlerine farklı boyutlar getirmiştir. Kitap bütün iyi niyetine karşılık sert dili, duygusal 
sayılabilecek analizler taşıyan içeriği ve nihayetinde savaş suçunu Antant devletleri üzerine yoğunlaştırması nedeniyle tepki almıştır. Barnes’ın daha 
önceden bahsedilen Max von Montgelas’ın Edward Grey’in dış politikasını eleştirdiği British Foreign Policy under Sir Edward Grey adlı kitabının 
ABD basımını düzenleyerek, kitabın yazarı gibi kendisinin de Grey’i ve İngiliz dış politikasını eleştirdiği bir giriş yazısı yazması da ilginçtir. 

Barnes’ın akademik ortamdan dostu olan Fay 1929 yılında yazdığı The Origins of the World War adlı eseri ile dostunun kitabından daha büyük bir etki yaratmayı başarmıştır. Fay’ın iki ciltlik eserinin önsözünde kendisini savaş suçunu Almanya’ya yükleyen güruhun daima dışında görmekle beraber, amacının herhangi bir devleti ya da kişiyi aklamak değil, objektif bir tarihçi olarak gerçekleri sorgulamak olduğunu vurgulamaktadır.24 Fay kitabının ilk kısmında çalışmasının kaynakları üzerinde değerlendirme yaptıktan sonra, savaşın kökenleri ve nedenleri üzerinde değerlendirmeler yapar. Burada kurduğu tez savaşın Avrupa’nın 19. Yüzyıldaki siyasal sisteminin ve bu yapı içinde oluşan diplomatik değerlerin savaşa giden sürece neden oluşturduğu üzerinedir. Bu çerçevede Fay, 1870’den sonra 

Bismarck’ın düzenlemeleri ile Avrupa’da hâkim olan gizli diplomasi sisteminin geçirdiği dönüşümlerin savaşı hazırlayışını kalan bölümlerde ayrıntısıyla 
incelemektedir. Fay’in savaşın kökenlerini ve nedenlerini Avrupa siyasal sistemi içinden sorgulaması oldukça önemli ve yenilikçi bir yaklaşım olmuştur. Fay’in açtığı yeni alan İkinci Dünya Savaşı’nın ertesine kadar ABD ve İngiliz akademik camiası için önemli bir bakış açısı oluşturacaktır ve Birinci Dünya Savaşı ile ilgili çalışmaları revizyonist- anti revizyonist polemiğinin darlığından önemli ölçüde kurtaracaktır.25 

Fay’in yöntemini takip eden en önemli isim Bernadotte Everly Schmitt’tir. Belge ve arşiv çalışmaları üzerinde uzmanlaşan Scmitt, 1930’da yayımladığı The Coming of the War1914 (Savaşın Gelişi 1914) adlı çalışmasında Fay’in sistem analizini temel almış, fakat savaşın başlangıç sürecini Avusturya-Macaristan ve Sırbistan arasında 1908 sonrasında gelişen gerginlik üzerinden incelemiştir. İki ciltlik eserinin savaşın başlangıcı ile ilgili sorumluluğa yaptığı vurgu, Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın oluşturduğu merkez bloğun politikalarının savaşı getirdiği yönündedir.26 1934’te yayımladığı Triple Alliance and Triple Entente (Üçlü İttifak ve Üçlü Antant) başlıklı diğer çalışmasında ise bu sefer Avrupa siyasal sistemini savaştan önce krize sürükleyen ittifaklar ve koalisyonlar sistemini analiz etmiştir. Önceki çalışmasının ilk bölümünün daha genişletilmiş hali olarak da görülebilecek bu çalışma Avrupa sisteminin savaşa temel oluşturan bloklaşmasını analiz etmektedir.27 Schmitt’in 1937’de The Annexation of Bosnia,1908-1909(Bosna’nın İlhakı 1908-1909) başlıklı çalışması ise 1908 Bosna Krizi ile ilgili yayımlanmış en önemli eserlerden biri olarak 
göze çarpar.28 

1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşının 1945’te sona ermesinin ardından büyük bir yenilgi ve yıkıma uğrayan Almanya için savaşın en acı sonuçlarından 
bir tanesi de 1920’den 1930’ların ortalarına kadar akademik alanda vermiş olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın suçluluğundan kurtulma mücadelesini 
kaybetmeseydi. Savaşın sona ermesinin ardından mevcut olan uluslararası ortamda İkinci Dünya Savaşı ile ilgili bütün suçlardan Almanya’da iktidarda olan Nazilerin sorumlu olduğunun kabulü, Nüremberg davaları ile bu durumun resmileştirilmesi ve nihayetinde soykırım ve diğer bütün savaş suçlarının yalnızca Nazilere değil, onlara destek veren Alman ulusuna da yüklenmiş olması Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nın suçlarını savunma iddialarının sessizleşmesine neden oldu. Diğer taraftan İkinci Dünya Savaşı sürecinde İtalya’da yayınlanan Luigi Albertini’nin The Origins of the War of 1914(1914’teki Savaşın Kökenleri) başlıklı üç ciltlik eseri Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren yayınlanmış en kapsamlı çalışma olarak değer kazanmaktaydı. İngilizceye 1953 ile 1957 yılları arasında çevrilerek yayınlanan, üç bin sayfayı aşan, bu masif eser, savaşın ardından çıkan aşağı yukarı bütün belgelerin gözden geçirilmesi ve o dönemde hala yaşayan pek çok önemli karakter ile yapılan mülakatları içermekteydi. Albertini 1890’ların başından incelemeye başladığı Avrupa politik yapısı içinde Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın riskli politikalarının savaşa giden süreci yönlendirdiği sonucuna ulaşmaktaydı. 

Bundan öte Albertini Almanya’nın harekât planı olan Schliefen Planı’nın esneklik tanımayan yapısının da savaşın başlangıcına etkisini vurgulamaktaydı.29 
Albertini’nin etkisi Nazilerden dolayı Almanlara karşı hala hoşnutsuz olan Anglo Saksonlar için Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı’nı eşleştirebilecek 
bir tarih bütünü yaratılması için bir fırsat yaratmaktaydı. Bu çerçevede İngiliz tarihçi Alan John Percivale Taylor 1954’te kaleme aldığı The Struggle for Mastery in Europe 1848-1918 (Avrupa’da Üstünlük Mücadelesi1848-1918) adlı tarih incelemesi ile İkinci Dünya Savaşı ertesinde yeni bir tarih ekolü yaratmayı başardı. Taylor bu eserinde Avrupa diplomasisinin geçirdiği evreleri değerlendirerek, Almanya’nın gücünün yükselişini ve uluslararası sistem içinde kendine pozisyon arayışını işlemekteydi. Ona göre Almanya uluslararası sistemdeki yerine sığamadığı her seferde sorun yaratmaktaydı. Bu sorun da Avrupa sisteminin üzerine kurulmuş olduğu güç dengesini bozmakta ve genelde büyük savaşlara dönüşmekteydi.30 Taylor’un eseri o kadar etkili olmuştur ki, halen Anglo Sakson tarih ekolünün 19. Yüzyıl tarih yaklaşımının hâkim görüşü bu eserin tespitleri üzerinde şekillenmektedir.31 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder