18 Mayıs 2017 Perşembe

AMERİKA DA DEMOKRASİ.



  AMERİKA DA DEMOKRASİ.





Amerika’da bulunduğum esnada, dikkatimi çeken yeni meselelerden hiçbiri, beni, şartların eşitliği kadar şaşırtmadı. Bu vakanın, cemiyetin gidişi üzerindeki 
muazzam tesirini kolayca farkettim: halk efkârına belli bir istikamet veren; kanunların muayyen bir tarzda çıkmasını sağlayan; idare edenlere yeni formüller, 
idare edilenlere de hususî alışkanlıklar kazandıran hep oydu. Çok geçmeden aynı vakıanın, tesirini kanunların ve siyasî adetlerin çok ötesine kadar yaydığını 
ve sivil hayattaki nüfuzunun Devlet hayatındakinden daha az olmadığını anladım: Fikirler yaratıyor, hisler doğuruyor, adetler telkin ediyor ve kendi yaratmadığı 
her şeyi de tadil ediyordu. Böylece, Amerikan cemiyeti ile  alâkalı tetkiklerimi artırdıkça, şartların eşitliği vakıasının, her hususî oluşun kendisinden çıktığı 
temel vakıa olduğunu gitgide daha fazla bir şekilde görmeye başlıyor ve onu hep önümde bütün müşahedelerimin varacağı merkezî nokta olarak buluyordum.

O zaman düşüncelerimi bizim yarım dünyaya yönelttim ve yeni dünyanın bana arzettiği manzaraya benzer bazı şeyleri orada da farkeder gibi oldum. 
Amerika’daki gibi son hudutlara varmamış olsa bile, oraya doğru her gün biraz daha fazla yaklaşan, şartların eşitliği oluşunu gördüm. 
Ve Amerikan cemiyetlerinde hüküm süren tipte bir demokrasi, Avrupada’da, bana, iktidara sür’atle yaklaşır gibi göründü. Bu andan itibaren, okumak üzere 
bulunduğumuz kitabın ana fikri kafamda belirdi.


Büyük bir demokratik inkılâp gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Herkes Onu görüyor, fakat hakkında aynı hükmü vermiyor. Bazıları onu yeni bir şey olarak 
telâkki ediyorlar ve geçici sandıkları için hala durdurulabileceğini zannediyorlar. Diğerleri, kendilerine tarihte rastlanılan en eski ve devamlı olay olarak 
göründüğü için, bunun karşı konulmaz bir şey olduğuna hükmediyorlar.

Bir an için nazarlarını yedi asır önceki Fransa’ya çeviriyorum: onu toprağa sahip ve sakinlerini idare eden bir avuç aile arasında parçalanmış bir halde 
buluyorum. Hükmetme hakkı nesilden nesile miras yoluyla geçiyor, insanların birbiri üzerinde tesiri için tek vasıta var: kuvvet, iktidarın biricik menşeî: 
toprak mülkiyeti. Fakat çok geçmeden ruhban sınıfının siyasî gücü teessüs ediyor ve yayılmağa başlıyor. Ruhban sınıfı sinesini zengin, fakir; asil, avam 
herkese açıyor. Eşitlik Devlet idaresine kilise yoluyla nüfuz etmeye başlıyor ve ebedî bir köleliğe mahkûm gibi görünenler, asillerin arasında rahip olarak yer 
alıyor ve ekserî kralların da üstünde oturuyor. Zamanla cemiyet daha medenî ve istikrarlı bir hal aldıkça, insanlar arasındaki çeşitli münasebetler de daha 
kabarık ve karışık oluyor. Medenî

Kanun ihtiyacı kendisini kuvvetle hissettiriyor. O zaman hukukçular ortaya çıkıyorlar, mahkemelerin karanlık çalılarını ve tozlu odalarını terkederek prensin 
sarayına, zırhlı ve kürklü baronların yanma oturmağa gidiyorlar. Krallar büyük teşebbüsler peşinde harap oluyorlar; asiller hususî harplerde bitip tükeniyorlar; 
avam, ticaret yoluyla zenginleşiyor. Paranın tesiri Devlet işlerinde kendini hissettirmeye başlıyor. Ticaret iktidar temin eden yeni bir kaynak oluyor ve 
borsacılar hem istihfaf hem de dalkavukluk edilen bir siyasî kudret halini alıyor. Yavaş yavaş kültür seviyesi artıyor; san’at ve edebiyat zevkinin doğduğu 
görülüyor; kültür bir muvaffakiyet, ilim bir idare vasıtası, zekâ bir sosyal kuvvet oluyor. Kültürlü kimseler Devlet idaresine giriyorlar. Bununla beraber, 
iktidara giden yeni yollar keşfedilince asaletin değerinin azaldığı görülüyor. XI. asırda asalet ölçüsüz derecede kıymette iken XIII. asırda satın alınıyor; ilk 
asalet tevcihi 1270 de vukubuluyor ve nihayet eşitlik Devlet idaresine bizzat aristokrasi yolu ile giriyor. Geçen yedi asır boyunca, kralın otoritesine savaşta 
veya rakiplerinin güçlerini bertaraf etmede, asillerin halka siyasî kudret verdikleri bazen görüldü. Halkı aynı seviyeye getirmede en sebatlı ve en aktif krallar 
Fransa Kralları oldular. Kuvvetli ve haris oldukları zaman halkı asillerin seviyesine yükseltmeye çalıştılar; zayıf ve mutedil oldukları zaman da halkın kendilerinin 
üstünde yer almasına müsaade ettiler.

Bazıları demokrasiye kabiliyetleriyle, bazıları da acizleri ile hizmet ettiler. XI. ve XIV. Louis tahtın altındaki her şeyi eşit kılmağa çalıştılar ve XV. LOUİS 
nihayet sarayı ile birlikte tozlara bulandı. Vatandaşlar feodal taksimden başka yollarla toprak mülkiyetine sahip olmağa ve tanınmış olan menkul mülkiyeti 
tesir yaratmağa, kudret temin etmeğe başladıktan sonra, insanlar arasına birçok yeni eşitlik elemanı sokmayan ne bir sanayi keşfinde bulunuldu ne de 
endüstri ve ticarette bir ıslâhat yapıldı. Bu andan itibaren keyfedilen bütün metotlar, doğan bütün ihtiyaçlar, tatmin edilmek istenen bütün arzular evrensel 
bir seviye eşitliğine doğru terakkilerdir. Lüks zevki, savaş aşkı, moda iptilâsı, insan kalbinin en sathî ve en derin ihtirasları, zenginleri fakir, fakirleri zengin 
yapmak için ahenkle çalışıyor görünüyorlar. Zekâ eserlerinin zenginlik ve kuvvet kaynağı oluşundan itibaren, ilmin her terakkisini, her yeni malûmatı, her 
yeni fikri halka uzanan yeni bir kudret kaynağı telâkki etmek icabetti. Şiir, hitabet, hatıralar, zekâ oyunları, muhayyilenin ateşi, düşünce derinliği, 
Tanrı’nın tesadüfe göre dağıttığı bütün meziyetler, demokrasiye hizmet ettiler; ve hattâ hasımlarının elinde bulunduğu zaman dahi, insanın tabiî 
büyüklüğünü ortaya koyarak demokrasi davasına yaradılar. Şu halde zihin aydınlığının ve medeniyetin terakkisi, demokrasinin terakkisi demek oldu. 

Edebiyat fakirlerin de, zayıfların da her gün silâh aramağa koştukları bir cephane halini aldı. Tarihimizin sayfalan çevrilirse, denilebilir ki yedi asırdan beri 
eşitlik yönünde hizmet etmeyen hiç bir büyük hadiseye rastlanamaz.

Haçlı Seferleri ve İngiltere harpleri asilleri çok azaltıyor ve topraklarını bölüyor; kazaların kuruluşu feodal monarşiye demokratik hürriyeti sokuyor; ateşli 
silâhların keşfi asil ile köylüyü muharebe sahasında eşit kılıyor; matbaa zekâlarına eşit kaynaklar veriyor; posta sarayların kapısına olduğu kadar fakir 
kulübesinin eşiğine de ışık getiriyor; Protestanlık, bütün insanların eşit şekilde Tanrı’nın yolunu bulabileceklerini ilân ediyor. Keşfedilen Amerika binlerce 
yeni servet yolu açıyor ve meçhul macerapereste hem zenginlik hem de kudret temin ediyor. Şayet XI. asırdan itibaren ellişer yıllık safhalar halinde 
Fransa’da olup bitenleri incelerseniz, her safhada cemiyetin yapısında ikili bir inkılâbın vuku bulduğunu farketmemenize imkân yoktur. Asil, sosyal 
hiyerarşide gerilerken, avam ilerlemekte; biri inerken öbürü çıkmaktadır. Her yarım asır onları yaklaştırmakta ve çok geçmeden birbiriyle birleşir bir hâle 
getirmektedir. Oysa, bu sadece Fransa’ya has birşey de değildir.

Nazarlarımızı ne tarafa çevirirsek çevirelim, bütün Hıristiyan âleminde aynı inkılâbın cereyan ettiğini farkederiz. Her tarafta milletlerin hayatında çeşitli 
olayların demokrasiye hizmet ettiğini görürüz. Herkes ona yardım etmektedir: Bu rejimin muvaffakiyetinde payı olmak isteyenler yanı sıra, ona hizmeti 
aklından bile geçirmeyenler; onun için çarpışanlar yanı sıra, kendilerini açıkça düşmanı ilân edenler, bütün hepsi karmakarışık bir şekilde aynı yolda 
sürüklendiler; ve hepsi kimi arzusu hilâfına kimi de bilmeden kaderin elinde oyuncak olarak müştereken çalıştılar.

Şartların eşitliğinin tedricî gelişimi, şu halde, İlâhî bir oluşun belli başlı özeliklerini taşımaktadır: evrenseldir; devamlıdır; insanın önleyebileceği bir şey 
değildir; bütün insanlar ve bütün hadiseler gelişmesine yardım etmektedir. Bu kadar uzaklardan gelen bir toplumsal hareketin, bir neslin çabalamasıyla 
önlenebileceğini sanmak akıllıca bir iş olur mu? Kralları mağlup eden, derebeyliği altüst eden demokrasinin, zenginler ve buıjuvalar önünde gerileyeceği 
söylenebilir mi Demokrasi, kendinin bu kadar kuvvetli ve hasımlannın da bu kadar zayıf olduğu şu anda mı duracak?

O halde nereye gidiyoruz? Kimse bilmiyor. Zira mukayese ölçüleri şimdiden elimizden çıktı. Zamanımızda Hıristiyanlar arasında şartlar, dünyada hiç bir 
yerde ve hiç bir zamanda görülmemiş derecede eşittir, ve şimdiye kadar olanların azameti, bundan sonra olup bitecekleri sezmeye mâni oluyor. 
Okuyacağınız bu kitap, bütün manialara rağmen bunca asırdır yol alan ve halâ bugün bile bizzat kendi eseri olan harabeler arasında yürüyen ve önlenmez 
inkılâbın manzarasının, yazarın ruhunda yarattığı bir nevi dinî korkunun baskısı altında yazıldı. Tanrı’nın ne istediğini anlamamız için, mutlaka konuşması 
şart değildir. Hâdiselerin daimî temayülünün, tabiatın olağan aklının ne olduğunu tetkik etmek yeter. Tanrı’nın sesini duymasam bile, yıldızların gökte onun 
parmağının çizdiği yolu takib ettiklerini biliyorum. Şayet zamanımız insanları, devamlı müşahedeler ve samimi düşüncelerle eşitliğin tedricî gelişiminin 
tarihimizin hem mazisi hem istikbâli olduğunu kabul ederlerse, yalnız bu seziş bile, bu gelişime Tanrı iradesinin mukaddes mahiyetini verecektir. 
Demokrasiyi durdurmak istemek, o zaman bizzat Tanrı’ya karşı savaşmak gibi görünecek ve insanlar için Tanrının kendilerine zorunlu kıldığı sosyal 
duruma uymaktan başka çare kalmayacaktır.

http://www.derindusunce.org/2017/05/17/amerikada-demokrasi-alexis-de-tocqueville-3/#more-42471


..

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder