23 Kasım 2015 Pazartesi

CEVAP BEKLEYEN SORULAR



CEVAP BEKLEYEN SORULAR

 

 
   Mustafa Nevruz SINACI

Gazetelere göre: “CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sordu, Başbakan Erdoğan sustu.”
Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bütçe görüşmelerinde sorduğu 13 soru cevapsız kaldı, Başbakan Erdoğan soruların hiçbirine yanıt veremedi. (13 Aralık 2012, Perşembe)
Kılıçdaroğlu’nun mecliste sorduğu ve yanıtını alamadığı sorular şöyle:

1- Yasayı ihlal ederek orta vadeli programı neden 37 gün gecikmeyle açıkladınız?

2- Sayıştay raporları TBMM’ye gelmeden “kesin hesap kanun tasarısını” nasıl değerlendireceğiz? ”Kanun hükmünde kararnameyle düzenleme yaptık. Raporlar o nedenle yetişmedi” diyeceksiniz. O kanunu çıkarırken Sayıştay Genel Kuruluna sordunuz mu, sormadınız mı? Sormadıysanız, siz Sayıştay’ı da tanımıyorsunuz demektir. 

Böyle devlet olur mu? Sayın Başbakan, o raporlar Sayıştay’dan niye gelmedi?

3- Niğde’de patates üreticisinin derdini sordunuz mu? Patates 10 kuruşa düştü, ne oldu da bu böyle oldu? Siz, önce canlı hayvan, sonra kırmızı et, sonra kurbanlık koyun, en sonunda da saman ithal ettiniz. Acaba nasıl oluyor da saman ithal eder noktaya geliyoruz?

4- İşsizlik sorununu çözecektiniz, niye çözmediniz, elinizden tutan mı var? Siz yasa getirdiniz de biz karşı mı çıktık?

5- Sizden önceki ve sonraki icra daireleri sayısını açıklayın. Niçin icra dairelerinin sayısını artırıyorsunuz? 

6- Niçin 7 kez mali af çıkardınız? O mali afları niçin şantaj unsuru olarak kullandınız? 

7- Türkiye Cumhuriyeti 1987 yılında 14′üncü büyük ekonomiydi.  Bugün 17′nci sırada. Niye geriye gidiyoruz?
8- 1979′dan 2003′e kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesinden ödenen faiz 135 milyar lira. 2003-2011 döneminde ödediğimiz faiz 450 milyar lira. Sayın Başbakan 450 milyar lirayı kimin parasından ödediniz?

9- 2002′de hapishanedeki kişi sayısı 59 bin 429’dı. 2012 yılında 125 bin 100 kişi oldu. Ekonomi iyiyse, işsizliği çözdüyseniz, insanlar niye hapishaneye girer?
10- Türkiye Cumhuriyeti’nin, enerji konusunda Rusya’ya bağlı olduğu oranda başka bir ülkeye bu oranda bağlı olan ikinci bir ülke var mı?

11- Kapalı kapılar ardında İsrail’le yaptığınız pazarlıkları niye açıklamıyorsunuz? 

12- Parasız eğitim isteyenlerin hapse atıldığı bir ülkedeyiz. Yurt dışına gittiğiniz zaman, gittiğiniz ülkelerin Başbakanlarına, “Sizin ülkenizde basılmamış kitaba bir yargı kararıyla yasak getirilirse siz ne düşünürsünüz?” diye sordunuz mu?

13- Sayın Başbakan, 12 Eylül darbe hukukunu değiştirmeye var mısınız? Kenan Evren’in getirdiği yasanın arkasına niye saklanıyorsunuz? 

Bunlar, halk tarafından, tıpkı Milliyetçi Hareket (!?) nam MHP gibi: “Acaba! AKP ve Hükümet ile iştirak yahut ittifak halinde mi?, yoksa gerçekten muhalefet mi?, olduğu konusunda derin kaygı duyulan ve “Asli görevi olan muhalefet de acze düşerek, kamu vicdanını sızlatan”; Tarihi, kadim ve kurucu Halk Partisi’ne reddi miras eden “Yeni CHP"nin Başkanı’na ait!..

Lâkin “gerekli cevaplar verilse bile” önemi, anlamı yok!..
Çünkü Milletin, aylar yıllardır cevap beklediği "ACİL" sorular var: 
 
1. Başta anarşi, terör, tedhiş örgütü ile dâhili ve harici bedhahlara ait; Ardı arkası kesilmeyen rüşvet, iltimas, suiistimal, uyuşturucu, kara para, gasp-irtikap, organize suç ve nitelikli dolandırıcılık, kundakçılık, kaçakçılık bataklığı neden ve niçin halâ kurutulmuyor?..

2. Bunca asker, jandarma, polis, bakan, vekil ve generale rağmen; Anarşi, terör-tedhiş nasıl oluyor da her yerde kol geziyor? Yol kesiyor, yolsuzluk, hortumculuk ve kundakçılık yapabiliyor? Palikarya (Yunanistan) hırsızı, arsızı ve edepsizi tarafından; Alenen gasp, irtikap ve işgal edilen “Egedeki Türk adaları” rezaleti, gaflet, dalâlet ve hıyanetine “korkaklıktan mı” göz yumuluyor?.. Yoksa neden’... 

3. TÜİK tarafından belirlenen resmi enflâsyon oranına rağmen; Neden, niçin?, hangi hak, etik ve hukukla; Başta Benzin, Mazot, Doğalgaz, Elektrik, Telefon, Et, Ekmek, Süt ve Su olmak üzere; Temel tüketim, hayati hizmet ve zorunlu gıda ürünlerine yıllık enflâsyonu üçe, beşe katlayan; İnsan Hakları, Adalet, Hukuk, Yasa ve ahlâk ihlâl edilerek zam yapılabiliyor? Bu apaçık bir zulüm, hak ve halk düşmanlığı, İnsanlık davası ve İslâm’a muhalefet değil mi? 

4. Yaklaşık 50 yıldır Millet ve Devlet olarak maruz kalınan haksızlık, hukuksuzluk ve insanlık dışı dayatmalara, hakaretlere rağmen, ısrarla AB kapılarında pineklemenin; Sürekli taviz vermenin, cehalette direnmenin sebebi nedir?

5. Öncelikle Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarını ıslah edip; Demokrasi, İnsan hakları, adalet, ahlâk ve hukuk dışı: Ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlar ile Memurin Muhakemat Kanunu’nu, sadece ve yalnızca kürsü masuniyeti hariç olmak üzere kaldırmak varken; İrtica, demokrasi düşmanlığı, gericilik ve yobazlıkta direnmek neden?...  

6. Mutlak bir harici zorlama, ısmarlama ve dayatma olmasına; Neticede ülke, millet ve devletimize ‘telâfisi gayri kabil’ büyük zararlar vereceği bilinmesine rağmen; Yeni ve (sözde) sivil anayasa saçmalığında inat etmenin sebebi, hikmeti ne?..   

..

22 Kasım 2015 Pazar

11 EYLÜL SONRASI ABD POLİTİKASI






11 EYLÜL SONRASI ABD POLİTİKASI 



Volkan TÜRKMEN
11 MAYIS 2012 


11 EYLÜL SONRASI ABD POLİTİKASI

11 Eylül dünya tarihinde bir dönemeç ya da kısaca, insanlığın geleceğini ilgilendiren bir dönüm noktasıdır. Saldırıyla ilgili birçok spekülasyon yapılsa da gerçek olan şudur ki, İkiz Kuleler çökmüş ve dünya değişmiştir. Nasıl mı? İşte 11 Eylül ve sonrasında ABD politikası…

ABD Sovyet bloğu dağılıncaya kadar dünyayı denetim altında tutmak için “düşman-öteki” kavramını kullanmıştır. Sovyet bloğu dağılınca ABD karşısında düşman kalmamış ve ABD dış politikada yeni bir öteki arayışına girmiştir. Dünya haritasını önüne alan ABD ve Batı ülkeleri oluşturacakları yeni dünya düzeninde değerlendirilmelerde bulunmuşlardır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda dünya haritasına dikkatlice bakıldığında Rusya haricinde bütün enerji kaynakları ve zengin yer altı kaynaklarının gelişmemiş statüsünde bulunan Müslüman ülkelerin egemen olduğu topraklarda bulunduğu gözlemlenmiştir. Bu kaynakların denetim altına alınması için öyle bir neden olmalıdır ki bu olay uluslararası alanda meşru hale gelmelidir. Bu tehdit, başlangıçta “İslam köktendinciliği”, daha sonra “İslami terörizm” olarak belirlenmiştir. 

11 Eylül günü İkiz Kuleler’e yapılan saldırı ABD’nin bu politikasını uygulaması için önemli bir fırsat haline gelmiştir. Bu saldırı aynı zamanda Yeni Dünya Düzeni’nin ne şekilde uygulanacağının göstergesi niteliğindeydi. 11 Eylül saldırısı ABD’nin uzun süredir kurguladığı düşmanını nihayet bulmasını sağlamıştır. Düşmanın ismi terördür. 
Ancak bu düşmanın somutlaştırılması gerekir. Düşman somutlaştırılmazsa yönetim zafiyet içerisinde kendisinden bekleneni yerine getirmemiş sayılır. ABD başkanı George W. Bush kısa süre zarfında saldırıyı gerçekleştirenlerin Usame Bin Ladin ve onun yönettiği El-Kaide adlı terör örgütü olduğunu açıklamıştır. 

Bu kısa süre zarfında uluslararası kamuoyunun desteğini alan ABD Afganistan’a müdahale etmiştir. 11 Eylül sonrasında ABD stratejisi tamamen Orta Doğu’yu hedef almıştır.

11 Eylül’de yaşanan terör olayı sonucunda tüm dünyada barış sağlanabilmesi ve Yeni Dünya Düzeni’nin oluşturulabilmesi için yeni bir hareket başlatılmıştır. 
Bu harekete ulaşmak için ABD’nin ortaya attığı “demokrasi uğruna savaş sistemi” ilk olarak Orta Doğu üzerinde uygulamaya geçirilmiştir. 
Bu olay sonucunda birçok akademisyenin ve siyaset adamının görüşü, gerçekleştirilen operasyonlarda ABD’nin kendi milli ekonomik çıkarlarını ön plana aldığı şeklindedir. 
Bölgenin zengin petrol yataklarına sahip olması bu komplo teorilerini destekler niteliktedir. Irak Savaşı’nın temelleri buraya bağlanabilir. ABD ve İngiltere hükümetleri Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu bahanesi ve aynı zamanda Saddam Hüseyin yönetiminin El-Kaide’ye destek verdiği iddiasıyla Irak’ı 2003 yılında “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” adı altında işgal etmiştir. 11 Eylül sonrasında ABD stratejisi tamamen Orta Doğu’yu hedef aldığına göre ABD stratejilerini 11 Eylül öncesi ve sonrası şeklinde kategorize edebiliriz. ABD’nin 11 Eylül öncesindeki saldırıları daha çok “caydırıcı” özellik taşırdı. Mesela 1991 Körfez Savaşı, 1995 Bosna ve 2001 Afganistan Savaşı gibi. Ancak 11 Eylül saldırısı tarihte bir değişikliğe yol açtı. Irak saldırısını bunun bir sonucu olarak değerlendirmek gerekmektedir. 

Artık tüm dünyada demokrasi rejiminin yayılması için başlatılan hareket ile ABD savaş tanımını değiştirmiştir. ABD’nin Orta Doğu’da istediği yeni bir toplum, 
millet modeli ile din ve kültür inşasıdır. Ancak durumlar ABD’nin istediği şekilde gitmemektedir. ABD Orta Doğu bataklığına saplanmış, Irak’ta istediği demokrasi yi inşa edememiş ve bölgede güç kaybetmektedir. Çünkü ABD’nin 11 Eylül sonrasında uyguladığı politika ben merkezli tasnif politikasıdır. Bu süreçte terör küreselleşirken, ABD yönetiminin teröre karşı savaşı küreselleştirme gayreti Irak işgali zemininde inandırıcılığını yitirmiştir. Irak’ta dikta rejimi yıkılmasına rağmen bölgede Saddam rejiminden kalma terör grupları bulunmakta ve demokrasi karşıtı eylemler yapılmaktadır. Bütün bunların yanı sıra İran ise bölgede nükleer çalışmalarına devam etmekte ve uluslararası ültimatoma kayıtsız kalmaktadır. Dünyayı kasıp kavuran terör artmakta ve bölgede ABD’yi tehdit etmektedir.  

Bölgede ABD yalnızlaşmakta ve İkinci Vietnam sendromu yaşamaktadır. ABD’nin savaşta yanında hareket eden bütün müttefikleri Irak’ı terk ederken, ABD yönetimi Irak’tan çekilme hesapları yapmaktadır. Bununla birlikte ABD’nin bölgede uyguladığı hatalı politikalar yüzünden terör grupları da saldırı cephelerini genişletmiştir. ABD’den sonra Türkiye, İngiltere ve İspanya da terör saldırılarının hedefi olmuştur. 11 Eylül’le birlikte küresel değişim meydana gelmiştir. 11 Eylül dünyanın yanı sıra ABD dış politikasının belirleyicisidir.

Sonuca gelecek olursak 11 Eylül dünyada din, güvenlik ve terör kavramlarını ve algılarını topyekûn değiştirmiştir. Bazıları Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” kuramının geçerli hale geldiğini savunmuştur. Bu kuram Müslüman ve Hristiyanların bir arada yaşayamayacağı görüşündedir ki bu görüş 11 Eylül öncesi istisna iken, 11 Eylül sonrasında daha geçerli hale gelmiştir. Artık ABD politikası buna göre şekillenmeye başlamıştır. ABD’nin Irak ve Afganistan’dan sonra nükleer çalışmalarıyla hedefi haline gelen İran ve Suriye’yi hedef alacağı yönünde yorumlar yapılmaktadır. Ancak dünya kamuoyunda yapılan tartışmalara bakıldığında Beyaz Saray’ın Irak operasyonu bitmeden bu işe kalkışmayacağı düşünülmektedir. ABD’nin demokratikleşme söyleminde girdiği Afganistan ve Irak’ta kaos ortamı ve iç çatışmalar devam etmektedir. Orta Doğu’da özellikle Irak’ta çatışmaların uzun bir müddet daha devam edeceği kan ve gözyaşının hüküm süreceği görülmektedir..


http://politikaakademisi.org/2012/05/11/11-eylul-sonrasi-abd-politikasi/

..

19 Kasım 2015 Perşembe

Medya Şirketleri’nin Sahipleri Kimler ?




Medya Şirketleri’nin Sahipleri Kimler ?



Israil’in Mavi Marmara katliamından sonra batı medyasında çıkan Israil yanlı yazıları hepimiz şaşkınlıkla okuduk ve hayretler içinde kaldık.
Bu kadar da olmaz dedik.
Bu oldukça eski bir yazı ama son olaylardan sonra tekrar öne aldım. dikkatle okuyun.
* * * *
Bizde ve Batı’da sıklıkla “hür medya”dan bahsedilir. Fakat medya gerçekten hür müdür ?
Aşağıdaki resimlerde hepimizi hergün psikolojik savaş kapsamında bombardımana tutan bu şirketlerin sahipleri ve yan kuruluşlarının listesini bulacaksınız.
Yani medya ahtopotunu!!
Listeyi okumayı bitirince bu şirketlerin Türkiye’deki iştiraklerini ve ortak olduğu Türk firmalarını düşünün. Bu firmaların Türkiye’deki sanayi, bankacılık, medya gibi dallarda ne kadar etkili olduğunu kafanızdan geçirin.
Ayrıca bilhassa medya şirketlerimizin aşırı borçlu olduğunu gözönüne aldıktan sonra gelinde bu adamların yazdıklarına ve Türkiye için çalıştıklarına inanın!!

GENERAL ELECTRIC

WESTINGHOUSE / CBS INC.

VIACOM INTERNATIONAL INC.

DISNEY / ABC / CAP

TIME-WARNER, TBS, AOL

NEWS CORPORATION LTD. / FOX NETWORKS

(Rupert Murdoch)



Kıbrıs Tarihi,




Kıbrıs Tarihi



Kıbrıs adası bugünde yaşayarak gördüğümüz gibi yüzyıllardır, savaşlar, katliamlar ve entrikalar ile çalkalanmıştır. Kıbrıs tarihine bakıp geleceğe yönelik fikir yürütmenin daha sağlıklı olacağını düşündüğüm için Kıbrıs tarihini kısaca hatırlamakta yarar var.
Kıbrıs adası, M. S. 648 yılında Hz.Osman tarafından fetih edilmiş ve o yıllardan itibaren adada islâmiyet var olmuştur. Venedik’lilerin zorba idaresi karşısında ada halkının sürekli yardım talepleri,  II.Selim’in  şehzâdeliği döneminde Mısır’dan gönderilen hediyelere el konulması, 1563 yılında, Mısır Hazîne defterdârının bindiği geminin yağmalanması üzerine Kıbrıs adası 1570’de Türkler tarafından fetih edilir.

Osmanlı ile bütünleşen ada bir daha da Türklerden koparılamaz. II. Abdülhamid, gelirinin Osmanlı Hazinesi’ne verilmesi şartıyla 4 Haziran 1878’de Kıbrıs adasını geçici olarak Ingiltere’ye terk eden antlaşmayı imzalar. Ayrıca 1 Temmuz 1878’de yapılan sekiz maddelik bir ek anlaşmayla Rusya’nın Kars ve Doğu Anadolu’yu terk etmesi durumunda Ingiltere’nin Kıbrıs’ı tahliye edeceği de kayıt altına alınır.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılmasıyla Ingiltere 5-Kasım-1914 tarihinde Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhâk etti. Osmanlı Devleti ise bu ilhâkı sadece protesto etmekle yetinmiş, Ingiliz tâbiiyetine girmek istemeyen 8.000 kadar Türk ailesi Anadolu’ya göç etmiştir. Tarih tekerrür ediyor, bakalım anlaşma olursa Kıbrıs’tan kaç bin kişi Türkiye’yedönmeye zorlanacak!!
23 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması ile Itilaf Devletleri tarafından resmen tanınan Türkiye Cumhuriyeti, gelen yoğun baskılarla Kıbrıs’ın Ingiliz mülkü olduğunu kabul etmiştir. Lozan Anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmek isteyen Kıbrıslı Türklere iki yıllık bir süre tanınması üzerine, Ingiliz idaresinden memnun olmayan çok sayıda Türk anavatan Türkiye’ye göç etmiştir.
15-20 Ocak 1950 tarihinde Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi “plebisit” yapılarak Kıbrıs’ın Yunanistan’ailhâkını istemiş ama Ingiltere bunu kabul etmemiştir. Barışçı yollardan “Enosis”i gerçekleştiremeyeceklerini anlayan Rumlar 1953 yılında kurdukları “EOKA” terör örgütünü 1 Nisan 1955’te harekete geçirdiler. “Grivas’ın” komutasındaki “EOKA” yayınladığı bildiriyle Ingilizleri ve Türkleri düşman ilan edip onları imha edeceklerini açıkladılar.
“Enosis” uğruna birçok Ingiliz ve Kıbrıslı Türk “EOKA”nın kurbanı oldu. Şiddet eylemleri karşısında kendini korumak isteyen Kıbrıs Türk Halkı 1-Ağustos-1956 tarihinde “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı”nı (TMT) kurdu. 11-Şubat-1959’da Zürih Anlaşması’yla Kıbrıs Cumhuriyeti için ilk adımı atıldı.
Kıbrıs Türk ve Rum liderleri de 19 şubat 1959’da Londra Anlaşması’nı imzalayarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını kabul ettiler. Bu anlaşmalara istinaden hazırlanan Kıbrıs Anayasası’nın kabulüyle 15/16-Ağustos-1959 gece yarısı “Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edildi.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanıyla Yunanistan “ Enosis ”, Türkiye de “Taksim” tezinden vazgeçmiş oldu. Makarios’un Türkleri yok edip Kıbrıs’ı elde etme planlarını gerçekleştirmek üzere kurulan 20 bin kişilik EOKA, modern silahlarla donatılıp harekete hazır duruma getirilmesi ile Türkiye sert tepki göstermiş Kıbrıs Türk halkının imhâ tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu belirtmiştir.
Garantör devletlerden biri olan Türkiye gelişmeler üzerine, 15-Temmuz-1974’te Bakanlar Kurulu kararı ile, ülkenin menfaatleri ve güvenliği için her türlü tedbiri almak üzere Başbakan Bülent Ecevit’e tam yetki vermiştir. Bütün Kıbrıs’ta sıkıyönetim ilan eden darbeciler kısa zamanda Lefkoşe ve Girne’ye hâkim oldular.
Nikos Sampson, Kıbrıs’ta bir “Helen Cumhuriyeti” kurulduğunu açıklıyordu. Ingilizler tarafından helikopterle adadan kaçırılan Makarios, “Kıbrıs’ın Yunanistan işgalinde” olduğunu açıklıyordu.
Türkiye, 1959 yılında imzalanan Londra Anlaşması’nın (4.) maddesine istinaden 20 Temmuz 1974 günü tek taraflı olarak Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlattı. Türk askerleriyle mücâdele edemeyen Millî Muhâfız Ordusu ve EOKA-B, Türk yerleşim birimlerine saldırarak büyük bir katliâma girişti. Yüzlerce Kıbrıslı Türk katledildi.
Kadınların ırzına geçildi, çocuklar sokak ortalarında öldürüldü, köyler yakılıp yıkıldı. Türk kuvvetleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirdi. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul etti.

Türk müdâhalesi sonucu Yunanistan’daki cunta idaresi ve onun Kıbrıs’taki kuklası Nikos Sampson hükûmeti de yıkıldı. Ateşkes kararından sonra 25 Temmuz 1974’te Türkiye, Yunanistan ve Ingiltere dışişleri bakanları “Birinci Cenevre Konferansı” çalışmalarına başladı.

30 Temmuz’da sona eren konferansta Türk tarafının istekleri doğrultusunda: “Ada’da bir güvenlik bölgesinin kurulması, Rum ve Yunan işgalindeki Türk bölgelerin derhal boşaltılması, esir durumda olan asker ve sivillerin mübâdele edilmeleri veya serbest bırakılmaları, barışın sağlanması ile birlikte anayasaya uygun bir hükümet kurulmasının temini, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk Toplumu ile Kıbrıs Rum Toplumu olmak üzere iki otonom idarenin mevcûdiyeti” kabul ve ilan edildi.

Bu anlaşmaya rağmen, Rum-Yunan kuvvetleri Türk köylerine saldırılarını sürdürdüler. Türkiye, Rum-Yunan ikilisiyle anlaşmanın mümkün olmadığını görerek 22 Temmuz’da başlayan fakat ateşkes sonucu tamamlanamayan harekatın tamamlanmasına karar verdi. 14 Ağustos’ta başlayıp 16 Ağustos’ta sona eren üç günlük harekât neticesinde bir taraftan Magosa’ya diğer taraftan Lefke’ye varılarak Türk tarafının sınırları çizildi.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın çizdiği sınırlar Türk tarafına devlet kurma imkânı verdi ve 13 şubat 1975 tarihinde “ Kıbrıs Türk Federe Devleti ” ilan edildi. Adalı Rumlar ve Yunanistan, yoğun kulisler sonucunda; BM’den KTFD’ni ortadan kaldırmayı öngören 13 Mayıs 1983 tarihli kararı çıkartmaya muvaffak oldular.

Bu durum karşısında, Kıbrıs Türk halkı, 20 Mayıs 1983 tarihinde Devlet Başkanı Rauf Denktaş’a bir muhtıra vererek bağımsızlık ilan edilmesini istedi. Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi de 15 Kasım 1983 tarihinde oybirliğiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Bağımsızlık bildirisi ”Rauf Denktaş tarafından okundu KKTC’ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti resmen tanıdı. 17Nisan1984 tarihinde de büyükelçiler, karşılıklı olarak güven mektuplarını cumhurbaşkanlarına sundular.

Bugün ise Kıbrıs; adanın Rumlara devrini isteyenler ile Türk devleti ve milleti yaşasın diyenlerin mücadelesine sahne olmaktadır. Annan’cıların ve adanın Rum hakimiyetine geçmesini isteyenlerin başını M.Ali Talat çekmektedir.

CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat, BDH Başkanı Mustafa Akıncı ile ÇABP Başkanı Ali Erel le işbirlikçi partilerin milletvekili adayları Türkiye ve KKTC aleyhinde sürekli olarak konuşmakta ve dış destekli kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Kıbrıs’da ki muhalifler Türkiye’yi işgalci, ordusunu işgal ordusu olarak kabul etmekte ve açıkça söylemektedirler.

Rum meclisine dönelim, Denktaş uzlaşmaz, Türkiye benim Anavatanım değil, biz ne Rumuz, ne Türküz, biraz Maronit, biraz Latin, biraz Türk, biraz Rum, biraz Ingiliziz, Türkiye bizi rehin tutuyor, Türkiye ne seni, ne paranı, ne memurunu istemiyoruz
diyen sözde muhalifler, maalesef Türkiye’deki bazı güçlerin ve dış bağlantılı odakların da desteklerini almaktadırlar.

Irak 2004., Vietnam 1964.,




Irak 2004 Vietnam 1964



Yukarıdaki başlık UPI’den Ted Carpenter tarafından atıldı ve zamanlamasıyla hedefi tam 12’den vurdu.
Bu aralar ABD basınında gittikçe artan bir şekilde Irak-Vietnam bağlantısı yapılmakta ve ABD’nin Irak’ta bataklığa saplandığı inancıda gittikçe artmakta. Daha önce Bosna , Kosova içinde benzer yakıştırmalar yapıldı ve doğru çıkmadı fakat bu sefer sanki gidişat o yönü gösteriyor.
Direnişin artan gücü , ABD’nin dostla düşmanı birbirinden ayırmadaki çaresizliği , dost geçinenlerin güvenilmezliği gittikçe daha fazla orandaVietnamı hatırlatıyor. ABD’nin kazanamayacağı bir savaşta olduğu gittikçe açığa çıkıyor.
Bush şu anda 1964’de Lyndon Johnson’un geldiği gibi yol ayrımında. 1964’te ABD ordusu aynen bugün Irak’ta olduğu gibi asker sayısı yetersiz olduğu için Vietkong’u yok edemiyordu ve yönetimin önünde iki tane seçenek vardı :

  • Ya ABD askerlerini Vietnam’dan çekecek ve dünyadaki kredibilitesi dibe vuracaktı
  • Veya Asker Sayısını arttırıp savaşı tırmandıracaktı. (Bugün olanlara ne kadar benziyor !! , tarih tekerrür eder lafı boşuna söylenmemiş)
Zamanın yönetiminin dış politika uzmanları Hans Morgenthau ve Walter Lippmann’ın şiddetli karşı çıkışlarına rağmen Johnson yönetimi savaşı tırmandıma yönünde karar aldı. Bu uzmanlara göre ABD prestij kaybını göze alarak hemen Vietnam’dan çekilmeliydi. Bu karar uzun vadede ABD’nin yararına olacaktı ama karar aksi yönde çıktı. Bıu karar sonucunda olanları hepimiz biliyoruz.
Bugünde yönetim birebir aynı durumdadır. Asker sayısı Irak’ı kontrol etmekte ve direnişi bastırmakta yetersizdir. Ve Bush aynı yol ayrımında karar aşamasında. Senatonun kuvvetli isimleri John McCain ve Joseph Lieberman Bush’tan acilen Irak’ta asker sayısını arttırmasını istiyorlar.
Fakat Irak’ta savaşı tırmandırmak aynen Vietnamda olduğu gibi ters etki yapacaktır. Zaten her geçen gün azalan ABD yanlısı sivil halk tamamen dönecek ve ABD işgalci güç haline gelecektir. (zaten şu anda da büyük olçüde işgalci güç olarak görülüyor)

Gallup’un son yaptığı ankete göre Irak’lıların %71’i ABD’yi işgalci güç olarak görüyor , Kuzey’deki Kürtleri anketten çıkarınca bu sayı %81’e yükseliyor. ( Bu anketin son resimler ortaya çıkmadan yapıldığını hatırlatayım )
Çekilmekte başka problemleri yaratacaktır. Bu direnişçiler ve aşırı dinciler için kesin zafer anlamına gelecektir. Çekilme sonrası Irak’ta iç savaş çıkacağı ve Irak’ın bölüneceği muhakkaktır ve bu da bütün bölge (bilhassa Türkiye için) büyük problemler yaratacaktır.

ABD toplumu için çekilmenin moral bozukuluğu seneler sürecektir. Vietnam bozgununun moralman atlatılmasının ne kadar uzun sürdüğü hala hatırlardadır. Onun için ABD mümkün olduğu kadar çekilmeyi geciktirecektir ve asker sayısını arttıracaktır gibi gözüküyor. Bazı uzmanlara göre ise ABD’nin hemen Irak’tan çıkması sonradan aynı durumda kalmasından çok daha iyidir. ( binlerce ölü ve milyarlarca dolar kurtarılabilir )

Yukarıdaki alternatiflere bakarsak ABD’nin seçimlerinin hepsi çok risklidir ve hepside bizi derinden etkileyecektir.
Fakat ABD’nin Irak’a gönderecek fazla muharip birliğide kalmamıştır. Sıranın Türkiye’den birlik istemeye geldiği ve bunun için yavaş yavaş bizim tarafsız basındada (!!) düğmeye basılmak üzere olduğu çok açık… (tekrar aynı senaryoları yakında göreceğiz galiba , 8.5 milyar USD kredi , aslansınız kaplansınız , kahraman mehmetçik , AB aday adaylığı , stratejik ortaklık vs. palavraları )
Irak olmadı bari Afganistan’a asker gönderin diye yoklamalar yavaş yavaş başladı zaten. (gönderelimki oradaki birlikleri Irak’a kaydırabilsinler!)

Not : Bu arada 2,500 Alman askerinin Almanya’daki ABD üslerinin korumasını üstlendiği ortaya çıktı. Yani bütün askerler Irak’ta , Almanya’daki üslere koruma görevi yapacak asker bile kalmamış. Almanya 2004 sonundan itibaren bu korumayı yapmayacağını ve ABD’nin bu tarihten sonra başının çaresine bakması gerektiğini açıkladı. !!!!


.