3 Temmuz 2016 Pazar

Libya ve Suriye’de Olanlar Planlı mı?



Libya ve Suriye’de Olanlar Planlı mı?



Yazar: Ümit Özdağ
09 EYLÜL  2011 CUMA


Çünkü, Çavuşesku'ya karşı Romanya'da başlayan ayaklanmadan bu yana ayaklanma, isyan ve savaşlar televizyonlardan naklen yayınlanmaktadır. Bu da kitlelere "gözümle gördüm demek ki öyle" ve kesin inançlı olma imkânı vermektedir.

Oysa gözle görülen çoğu şey doğru değildir. Çavuşesku'ya bağlı birlikler tarafından öldürüldüğü söylenen ve sokaklarda cesetleri yatan Romenlerin aslında morglardan alınan cesetler olduğu sonra ortaya çıktı. Saddam'ın Basra Körfezi'ne boşalttığı ham petrolden dolayı üstü başı ham petrol ile kaplı deniz kuşlarına acıyarak bakan insanlar savaştan sonra bu kuşların Kuzey Denizinde İngiliz petrol şirketlerinin denize karışan petrollerinden zehirlenen kuşlar olduğunu anlaşıldı. Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Şimdi Suriye başta olmak üzere benzer görüntüleri Arap Baharının bir parçası olarak televizyonlarda seyrediliyor. 
Doğruyu televizyonlardan çok yazılı belgelerde bulmak mümkün.
Orgeneral Wesley K Clark, 1997-2000 yılları arasında NATO'nun Avrupa Birlikleri Komutanı olarak görev yapmış ve Kosova operasyonunu yönetmiştir. Daha sonra Washingon'da bazı görevler alan Org. Clark, Irak'ın işgalinden sonra "Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire" (Modern Savaşları Kazanmak-Irak, Terörizm ve Amerikan İmparatorluğu) adlı bir kitap yayınlamıştır. 

Org. Clark, Bush Yönetiminin 11 Eylül sonrasında "Teröre karşı savaş" başlığı altında düzenlediği savaş stratejisini özellikle de Irak'ın işgal edilmesini sert bir şekilde eleştirmiş bir Amerikalı subaydır. Clark, kitabının önsözünde Bush Yönetimini şöyle tenkit etmektedir: "Bush Yönetiminin bizi El Kaide ile yapılacak gerçek bir savaşı yapmamak pahasına Irak ile bir savaşa ittiği, acele ettirdiği, yanlış yönlendirdiği ve manipüle ettiği benim için açıktı."

Org. Clark, kitabının ilerleyen sayfalarında bugünün dünyasını anlamamız için çok daha ilginç ve önemli olan bilgiler vermektedir:"Kasım 2001'de Pentagon'a geri döndüğüm zaman yüksek rütbeli bir kurmay subay ile sohbet etme fırsatı buldum. "Evet, hala Irak'a karşı bir operasyon için iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu.Irak ile başlanacak sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti. Evet, diye düşündüm bu onların 'bataklığı kurutmak' diye konuştuklarında kastettikleri şeydi. Ayni zamanda bir Soğuk Savaş yaklaşımının da kanıtıydı. 

Terörizminbir devlet sponsoru olması gerekirdi. Ve bu devlete saldırmak daha etkili olurdu."[1]

Tunus'ta bir seyyar satıcının kendisini ateşe vermesi ile başlayan "Arap Baharı"nın bu aşamada bir dış müdahale veya kurgu olmadığını söylemek mümkündür. Ancak olayların, Mısır, Libya ve Suriye'ye sıçrama ve yayılma süreçlerinde ABD'nin gelişmeleri bilinçli bir şekilde yönlendirmeye çalışmadığını söylemek çok zordur. Üstelik, Org. Clark'ın açıklamalarının çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi ABD'nin bu ülkeler ile ilgili çalışmalarının kökleri 2001 Eylül-Kasım'ına kadar geri gitmektedir. Bu da Org. Clark'ın bildiği kısmıdır. Amerikalı sistem dışı dış politika analizcilerindenF. William Engdahl, ABD'nin Arap coğrafyasında "Arap baharı" sürecinde uyguladığıpolitikaya "yaratıcı tahrip" adının verildiğini ileri sürmektedir.[2]

Mısır'da Mübarek'i devirmek için gösterilerin devam ettiği bir sırada Mısır Genelkurmay Başkanı Sami Hafez İnan'ın Washington'da olduğunu belirten Engdahl, internet üzerinden Mübarek'e karşı etkili bir mücadele sürdüren Müslüman Kardeşler üyelerinin de Amerikan askeri istihbaratı tarafından eğitildiğini iddia etmektedir. Üstelik Engdahl'a göre Müslüman Kardeşler-ABD işbirliğinin kökleri Nasır'a karşı ortak muhalefete kadar geri gitmektedir.[3]
Engdahl'ın bu açıklaması Libya'da NATO'nun El Kaide militanları ile Kaddafi'ye karşı işbirliği yaptıkları ile birlikte düşünülür ise ABD-Müslüman Kardeşler işbirliğini çok şaşırtıcı olarak görmemek gerekmektedir.[4] Gerek Libya'da gerek Mısır'da her iki taraf da Mübarek/Kaddafi'nin aşılması sonrasında zemini gerekir ise çatışarak kendi lehlerine düzenleme peşindedirler.

Engdahl, Mısır'daki ayaklanmanın Gürcistan ve Ukrayna'daki Turuncu Devrimlerin izlerini taşıdığını ileri sürmektedir. Engdahl, Mısır'da Müslüman kardeşler ile bağlantılı ve Mübarek'e karşı isyanda önemli bir rol oynayan "Kefaya " (Yeter) hareketi ile Gürcistan'da 2003 Turuncu Devriminde rol alan Kmar (Yeter) hareketinin isim benzerliklerinin tesadüf olmadığını ileri sürmektedir.[5]
Engdahl, "Kefaya" hareketi ile ilgili olarak Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen düşünce kuruluşu RAND'a 2008 yılında Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı-Birleşik Komutanlık, Deniz Kuvvetleri, Deniz Piyadesi ve askeri istihbaratın sponsorluğu ile "The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative" adlı bir çalışmanın yaptırılmış olmasını tesadüf olarak görmemektedir. Bu çalışmada Amerikan hükümetine Ortadoğu'da muhalif hareketleri enformasyon teknolojileri konusunda eğitilmesine destek verilmesi önerilmektedir. [6]
Engdahl, uluslararası ilişkiler camiasında muhalif bir isim olarak bilinmektedir. Bundan dolayı tespitleri olgular üzerinden olmasa da kişiliği üzerinden eleştirilebilir. Ancak İngiliz diplomat, Alastair Crooke için ayni şeyleri söylemek mümkün değildir. 
Crooke, AB Dış İşleri temsilcisi Javier Solana'nın eski danışmanı ve Conflicts Forum'un kurucusu ve direktörüdür.

Crooke'un Asia Times'ta yayınlanan 15 Temmuz 2011 tarihli analizi Suriye'de yaşanan ayaklanma ile ilgili oldukça ilginç ve Engdahl'i doğrulayan saptamalarda bulunmaktadır.[7]Suriye'deki protestocularABD hükümeti ve diğer yabancı kaynaklar tarafından finanse edilen sürgündeki gruplardır. ABD'nin Şam Büyükelçiliğinde yapılan bazı yazışmalara göre bu gruplardan çoğu ve bunlara bağlı TV kanalları ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD merkezli vakıflardan on milyonlarca dolar para yardımı yanında eğitim ve teknik destek almaktadırlar.
ABD ile işbirliği yapan bu gruplar Selefi isyancıları Suriye'ye karşı kullanmayı düşünmektedirler. Suriye'deki Selefi grupların büyük bir bölümü El Kaide bağlantılıdır. Bu gruplar Irak Savaşı sonrasında Irak'ta Amerikan Ordusu ve Şii partilere karşı savaşmışlardır. Etkileyici bir iç savaş deneyimi olan bu gruplar Irak'taki çatışmaların durması sonrasında Suriye'ye geri dönmüşlerdir. Plana göre bir Selefi isyanı Suriye hükümetinden büyük bir tepki çekecek, bunun ardından da halkın büyük bir bölümü kutuplaşarak devlete karşı düşmanlık duymaya başlayacak, başlayacak iç savaşa Batı'nın müdahalesi kaçınılmaz hale gelecektir.[8]

Org. Clark, F. William Engdahl ve Alastair Crooke'un söyledikleri bir arada değerlendirildiği zaman Ortadoğu'da uzun soluklu bir planın uygulandığı görülüyor. Clark'ın müdahale edilecek ülke olarak saymış olduğu Irak, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan'da büyük ilerleme kaydedildiği görülmektedir. Irak işgal edilmiş ve fiilen parçalanmıştır. Lübnan, Suriye'nin etkisinden çıkarılmış ve İsrail tarafından 2005'de işgal edilmek istenmiştir. Sudan, Güney ve Kuzey olarak ikiye bölünmüştür.Libya'da NATO'nun muhalefeti desteklediği bir iç savaş sonrasında Kaddafi rejimi devrilmiştir. Suriye'de Batı destekli isyan yayılmaktadır. İran ise kuşatılmaktadır. Demek ki plan işlemektedir.


[1]Wesley K Clark, "Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire" , 2004, s.130

[2] F. William Engdahl,Egypt's Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?

[3] Age,s.1

[4] NATO-El Kaide işbirliği konusunda yaygın bilgi arasından iki tanesi burada anılmaktadır. The "Liberation" of Libya: NATO Special Forces and Al Qaeda Join Hands "Former Terrorists" Join the "Pro-democracy" Bandwagon by Prof. Michel Chossudovsky,www.globalresearch.com ve /www.telegraph.co.uk/news/worldnews/africaandindianocean/libya/8391632/Libya-the-West-and-al-Qaeda-on-the-same-side.html

[5]F. William Engdahl,Egypt's Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?, s.4

[6] The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative, www.rand.org/pubs/monographs/2008/RAND_MG778.pdf

[7] Alastair Crooke'nin makalesinin Türkçesi için bkz. Turquie diplomatique, 15 Ağustos-15 Eylül 2011, Sayı 31, s.14-15

[8] Asia Times, 15 Temmuz 2011


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2011/09/09/6288/libya-ve-suriyede-olanlar-planli-mi

..

Libya ve Suriye’de Ayaklanmaları ve Rus Deniz Üsleri



Libya ve Suriye’de Ayaklanmaları ve Rus Deniz Üsleri 

Yazar: Ümit Özdağ
24 NİSAN 2012 SALI

Libya'nın federasyona dönüşmesi talepleri daha çok isyanın merkezi olan ve sürekli geri bırakıldığını düşünen Bingazi bölgesinden geliyor. Bölgenin bir diğer özelliği de Libya petrollerinin büyük bir bölümünün bu bölgede bulunması. Üstelik Bingazi bölgesinde federasyon taleplerini gündeme getiren ve yoğunlaştıran toplantıları düzenleyen Libyalı Amerikan vatandaşı olan bir petrol mühendisi. Bu mühendis, Batılı petrol şirketlerine Libya petrolleri konusunda danışmanlık yapıyormuş.
Şimdi biraz geriye gidelim. Kaddafi, Libya'da demokrasiyi sona erdirerek değil, mutlakiyetçi bir monarşiyi devirerek, garip bir diktatörlük kurmuştur. Kaddafi Libya petrollerini millileştirmiştir ancak Libya halkı Kaddafi döneminde ne ekonomik ne sosyal olarak herhangi bir ilerleme kaydetmemiştir. Büyük petrol gelirlerine rağmen ne temel sosyal hizmetler tamdır ne de ciddi herhangi bir devlet yatırımından bahsedilebilir. Esasen Kaddafi Libya'da 20. Yüzyılın anladığı anlamda bir devlet ve orduda oluşturmamıştır. İşleyen rasyonel bir bürokrasi ve kurumsallaşmış bir ordu yapılanması olmadığı isyan başlaması ile derhal ortaya çıkmıştır. Kaddafi'yi ayakta tutan aşiretler koalisyonu çökünce sistem çökmüştür.

Kaddafi, Libya halkının kaynaklarını israf etmiştir. Petrolden gelen büyük paralar İtalya'da oğlu için futbol takımı satın almak dahil anlamsız işler için harcanmıştır. Kaddafi Libyayı boyundan büyük fantezi işlere sürüklemiştir. Afrika'nın lider ülkesi olmak için kara Afrika'daki savaşlara müdahale, Mısır ile birleşmek için yüz binlerce Libyalının Mısır-Libya sınırına yürütülmesi, IRA gibi örgütlerin desteklenmesi 2.5 milyonluk bir ülkenin gücünü çok aşan işlerdir.

Petrol gelirlerini anlamlı bir şekilde kullanmak yerine fantezilere harcaman Libya'yı geri kalmış bir ülke olarak tutmuştur. Kaddafi'nin devrilmesinden kısa bir süre önce Libya'ya yaptığım bir ziyarette gördüğüm husus Libya'nın başkentinin 2011'de 1960 Ankarasından daha geri bir kent görünümüne sahip olduğu idi. Muhalefet üzerinde büyük bir baskı uygulanarak en küçük bir muhalif gelişmeye izin verilmemiştir. Bütün bunlara rağmen Libya halkının önemli bir bölümü Kaddafi'yi sevmiş ve desteklemiştir. Ancak yukarıda anlattığım şeylerden hiçbirisi NATO'nun Libya'ya müdahale etmesinin gerekçeleri değildir. Eğer sadece anti demokratik rejimlere sahip olmak veya halk ayaklanmaları NATO müdahalesi için gerekçe olsaydı, NATO'nun Suudi Arabistan ve Katar'a da müdahale etmesi gerekirdi. Veya Bahreyn'de çoktan NATO güçleri yerleşmiş olmalıydı.

Peki, Kuveyt'i ve halen devam etmekte olan süreci, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi anti demokratik rejimlerden farklı kılan ve NATO tarafından müdahale edilmeye değer hale getiren ne? Libya ve Suriye halklarının demokrasiyi anılan diğer ülke halklarından daha fazla hak etmeleri mi? Tabii ki değil ve tabii ki sadece bir nedeni de yok. Ancak bir çok 16 Ocak 2009 tarihli Alman Die Welt gazetesinin İngilizce yayınında çıkan "Rusya, Suriye, Libya ve Yemen'de deniz üsleri planlıyor" başlıklı haber Libya, Suriye ve Yemen'de olanları aydınlatmaktadır.

Haberde şöyle denilmektedir: " Moskova'nın büyüyen dış politik hedeflerinin bir göstergesi olarak Rusya, Libya, Suriye ve Yemen'de gelecek birkaç sene içinde deniz üsleri kurma kararı aldı. Bir askeri yetkili "Donanmamız için bu ülkelerde üsler kurmamızın ne kadar zaman alacağını söylemek zor ama şüphesiz birkaç yıl içinde bu gerçekleşecek" dedi. Itar-Tass ajansına açıklama yapan Rus Genelkurmay Başkan yardımcısı Korgeneral Anatoly Nogovitsyn, "yabancı hükümetler ile pazarlıklar gerçekleştirildi. Üsler ile ilgili yayınlar bu tür görüşmeleri olumsuz etkiliyor" demiştir. Ayrıca basına bu deniz üslerinin Yemen'de Sokorta Adasına, Libya'da Tripoli'de ve Suriye'de zaten bir tamir tesisinin bulunduğu Tarsus'da inşa edileceği yer almıştır.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Çevre, Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Tuğçe Varol ise bu konuda" Son donemde Rusya'da belli çevrelerin bu tür açıklamaları ABD'nin Rusya etrafına kurduğu füze savar sistemlerine karşı bir blöf olarak değerlendirmektedirler. Fakat Rusya Savunma Bakanlığı bu tur bir planlarının olmadığını açıklamıştır." Değerlendirmesini yapmaktadır. Tabii NATO'yu tedirgin eden bir diğer gelişme Libya ile Rusya arasında 140 milyar Dolar tutarında, bedeli petrol ile ödenecek ve S 300 hava savunma sistemlerini de kapsayan bir silah anlaşmasını yapılmış olmasıdır.

NATO'nun Rusya'nın denizlerde tekrar varlık göstermesinden çok rahatsız olduğu bir sır değildir. Bir devletin dünya denizlerinde etkili olabilmesi yaygın bir deniz üssü ağına sahip olmasına bağlıdır. 

Moskova'nın Akdeniz ve Hint Okyanusunda etkin olma girişiminin şimdilik önü kesilmiş görünmektedir. 

Nisan 2012'de Uzakdoğu'nun açık sularında başlayan Rus-Çin büyük deniz tatbikatına bir de bu açıdan bakmakta fayda vardır.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/libya/2012/04/24/6578/libya-ve-suriyede-ayaklanmalari-ve-rus-deniz-usleri

..


Rauf Denktaş Kıbrıs’ın Milli Mücadelesinin Önderi Önünde Saygıyla Eğilerek



Rauf Denktaş Kıbrıs’ın Milli Mücadelesinin Önderi Önünde Saygıyla Eğilerek,



Yazar: Ümit Özdağ,

13 OCAK 2012 CUMA


Bütün hayatını Kıbrıs'ta Türk milleti üzerinde kurulmak istenen Rum ortadoks egemenliğine karşı mücadele ederek geçirdi. Ancak onun mücadelesi sadece Rumlara ve Yunanlılara karşı değildi.

Denktaş, Rum-Yunan ittifakının arkasındaki ABD-AB ittifakının oyunları, Birleşmiş Milletlerin tuzakları ile de mücadele etmek zorunda kaldı. Arkasında Türkiye'nin desteği olduğu sürece Denktaş'ın bütün bu bloğa karşı mücadelesi zorda olsa devam eden bir mücadele idi.

Rauf Denktaş 21. Yüzyıla taşıdığı mücadelesinde ne yazık ki, 2002 Kasımında iktidara gelen AKP Hükümeti tarafından yalnız bırakıldı. Annan Planı adlı Birleşmiş Milletler tuzağı Türkiye ve Kıbrıs Türküne karşı kurulurken, New York'ta ameliyattan çıkmış Denktaş'a karşı küresel bir psikolojik savaş " Mister No " sloganı ile başlatıldı.

AKP Hükümeti ise önce sustu. Denktaş'ı küresel psikolojik saldırının önüne attı. Hatta bu sorun bir an önce çözülmeli diyerek, Annancı bir tavır aldı. AB'nin Türkiye lobisi daha okumadığı Annan Planına televizyonlarda övgüler dizdi. Denktaş, buna rağmen tek başına direndi. Annan Planını iki kez değiştirdi. Ancak artık Türkiye Denktaş'ın arkasında değildi. Hatta AKP Denktaş'ın karşısındaydı. Denktaş, mücadelesini kendisine kalan tek alan ART televizyonuna taşıdı. Her hafta yaptığı televizyon programları ile Türk milletine seslenmeye devam etti.

Bu arada tarih Denktaş'ı haklı çıkardı. Annan Planını Rumlar reddetti. Rumlar ile anlaşmak konusunda çok hevesli olan CTP iktidarı bile Rumlar ile anlaşamadı. Denktaş, kurduğu devletin bayrağının altında hayata gözlerini yumdu. Eminim cennette Atatürk, " Hoş geldin oğlum Rauf " diyerek karşılayacak ve gözlerinden öpecektir.

Allah rahmet eylesin.




..


LİBYA’YI BÖLDÜNÜZ SIRA SURİYE’DE Mİ?



LİBYA’YI BÖLDÜNÜZ SIRA SURİYE’DE Mİ?



Yazar: Ümit Özdağ
08 MART 2012 PERŞEMBE

Bingazi'de yapılan ve yarı-özerkliğin ilan edildiği "SirenaykaHalkının Kongresi" adlı toplantının öncülüğünü ise Amerikan vatandaşı bir petrol mühendisi olan Muhammed Buysiyer yaptı. Buysiyer'in Libya'yı bölmek dışında ikinci işinin petrol şirketlerine danışmanlık olduğu görülüyor.

Ülkenin doğusunda yarı-özerklik ilan edilirken, ülkenin batısında Kaddafi'yi deviren aşiretlerin önde gelenlerinden Misrata ve Zintanlı aşiretleri arasında başkent Trablus'da iç çatışmalar devam ediyor. Kaddafi'nin devrilmesinden sonra yönetimi eline alan Ulusal Geçiş Konseyi artık ülkede gizli bir iç savaş olduğunu kabul ediyor. Hala Kaddafi'ye bağlı olan güçler de varlıklarını sürdürüyorlar. Kısa bir süre önce büyük bir kasaba Kaddafi güçleri tarafından ele geçirildi.

Özetle Libya hızla parçalanmaya doğru sürükleniyor. Sudan'ın güney petrol bölgesinin Ocak 2011'de bölünme kararı alması ve 9 Temmuz 2011'de resmen bölünmesinden kısa bir süre sonra Libya komşusu Sudan'ın ayak izlerini takip ediyor. Batı'nın saygın sesi BBC'de bir süre önce yayınlanan bir yorumda İngiliz tarihçi Peter Jones yaptığı yorumda Libya'nın 1911'de İtalyanlar tarafından yaratıldığını ileri sürerek, iki devletli çözümün en iyi çözüm olduğunu ileri sürerek parçalanmasının tarihsel ve politik meşruluk zeminini hazırlıyor. 
Ülkeler birkaç ayda bölünmez. 

Sudan'da uzun bir iç savaştan sonra bölündü.

Libya'yı bölen güçler şimdi Suriye üzerine odaklanmış durumda. Suriye'de Esat rejimini zor kullanarak devirecek bir askeri müdahalenin Irak benzeri bir iç savaşa neden olması kaçınılmaz. Irak'ta nasıl iktidarı elinde tutan sunni Arap azınlık (%20-25) temsilcisi Saddam'ın devrilmesinden sonra bugüne kadar devam eden bir iç savaşı sürdürdü ise Suriye'de de Nüsayri azınlık kendilerine yönelik intikam, dışlama ve cezalandırma politikalarına tepki olarak Esad öldürülse bile savaşı sürdürecektir. Üstelik, Nüsayrilerin bölgedeki stratejik müttefikleri Irak'taki sunni Arapların sahip olduğu müttefiklerden daha güçlüdürler. İran ve Hizbullah, Suriye iç savaşının mümkün olduğunca uzaması ve sunni Müslüman Kardeşler iktidarının kurulmaması için savaşacaklardır. Nüsayrilerin, Dürziler ve Hristiyanlardan da müttefikler bulması büyük bir olasılıktır.

İsrail'de Suriye'de Müslüman Kardeşlerin iktidarı yerine parçalanmış bir Suriye tercih edecektir. Washington ne düşünür ise düşünsün, İsrail, Mısır ve Suriye'de iki Müslüman Kardeşler iktidarı arasında yaşamak istemeyecektir. 1982'de Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organında çıkan bir makalede İsrail'in güvenliği için Irak'ın şii, sunni ve Kürt olmak üzere üçe, Suriye'nin ise Nüsayri, Dürzi, Şam ve Halep cumhuriyetleri olmak üzere dörde ayrılması fikri savunulmuştur. Irak bölünmüştür. Suriye bu dört bölgeye Kamışlı bölgesinde beşinci bir parçalanma bölgesi olan Kürt bölgesinin katılımı ile beş parçaya bölünmeye doğru ilerlemektedir. Suriye'nin bölünmesi, Türkiye'nin toprak bütünlüğü üzerinde olağanüstü bir yük oluşturacaktır.

Bu arada PKK, İran ile yapılan pazarlık neticesinde ve yüklü bir para alarak, 2000 teröristi Esad rejimine destek vermesi için Suriye'ye kaydırmıştır. Esad'ta PKK'nın önemli bir gücünü Halep'in kuzeyine Türk bölgelerine baskı yapacak şekilde yerleştirmiştir. PKK bugün için Esad'ın yanındadır. Ancak Esad'ın devrilmesi durumunda Kamışlı bölgesinde en etkin politik-askeri güç haline gelmesi muhtemeldir.

PKK, Türkiye içinde de DHKP/C, TKP/ML gibi terörist örgütler ile işbirliği yaparak, elindeki terörist unsurların önemli bir bölümünü Suriye'ye kaydırdığı için askeri birliklerin yoğun ve teyakkuz halinde olduğu Güneydoğu Anadolu'dan çok büyük kentlerde toplumsal çatışmaları da körükleyecek eylemler ilemuhtemelen Karadeniz, Akdeniz, Osmaniye-Adana hattı gibi çok ses getirecek bölgelerde eylemlere yönelecektir. PKK, Suriye sürecini "Kürt Baharına" dönüştürmenin arayışı içindedir.

Bu arada AKP Hükümetinin PKK ile tekrar müzakerelere başlaması bir şey değiştirmeyecektir. "Suriye normu" diye, devletlerin terör örgütlerine karşı isyan bastırma eylemlerini sınırlayıcı bir kuralın devletler hukukuna taşınmaya başladığı bir dönemde PKK, kendisini her zaman olduğundan daha güçlü hissetmektedir.

AKP Hükümetinin Suriye'de Müslüman Kardeşleri iktidara taşımak amacı ile izlediği ve milli menfaate değil, ideolojik parti dayanışmasına dayanan dış politika AKP dahil herkese zarar verecek bir noktaya doğru hızla ilerlemektedir. Suriye'de muhalifler ile Esad arasında uzlaşma zemininde gerçekleşecek bir demokratikleşmeyi sağlayabilecek tek ülke Türkiye'dir. 

Başbakan Erdoğan'ınŞam'a yapacağı bir ziyaret böyle bir süreci başlatabilir.



..

Kuzey Irak’a Türkiye’nin Cevabı-Ezici ve Kucaklayıcı Diploması



Kuzey Irak’a Türkiye’nin Cevabı-Ezici ve Kucaklayıcı Diploması



Yazar: Ümit Özdağ
01 ARALIK 2011 PERŞEMBE

Barzani'nin Türkiye ziyaretinden sonra yine Barzani ve Talabani'nin Türkiye ile PKK arasında ara buluculuk yaptıklarına dair haberler yükselmeye başladı. Bizde bu haberleri ısrarla okumaya devam ediyoruz. Oysa bu haberlerin hiçbir anlamı ve faydası yok. Türkiye'nin doğru dürüst bir Kuzey Irak politikası oluşturmadan PKK ile mücadelesinde sonuç alması da mümkün değil. Önce PKK politikası değil, önce Kuzey Irak politikası gerekiyor terörü sona erdirmek için.

Türkiye'nin Kuzey Irak'a yönelik izlemesi gereken politikayı bir cümlede ifade etmek gerekir ise "Kuzey Irak'ın, Irak'ın bütünlüğü içinde kalması veTürkiye ile samimi dostluğa zorlanması" şeklinde ifade edilebilir. Türkiye'nin K.Irak'ta yaşayan Kürtlere yaklaşımı dünya Türklüğünün diğer unsurları olan Özbek, Kazak, Kırgız, Azerbaycan Türklerinden farklı olmamalıdır. Kuzey Irak'taki Kürtlere yönelik politika ile Barzani/KDP ve Talabani/KYB'ye yönelik politikalar birbirinden ayrılmalıdır.

Bu ise Türkiye'nin Kuzey Irak'a yönelik Ankara politikalarının PKK endeksli olmaktan çıkarıp, çok daha geniş bir algılama zeminine oturtulmasına bağlıdır. Daha açık bir ifade ile, Kuzey Irak'ta PKK olsa da olmasa da Türkiye'ye düşmanca davranan KDP ve KYB eksenlibir siyasal akım Türkiye için tehdit olacaktır.


Ancak bu tehdidin ortadan kaldırılması Türkiye'nin tek askeri eksenli değil, nihai olarak ve sırası ile "ezici ve kucaklayıcı diplomasi" şeklinde tanımlanabilecek çok boyutlu politikalar izlemesine bağlıdır. Amerikan askeri varlığının ve politik desteğinin de ABD'nin Irak'tan çekilmesinden sonra da bu bölgede kalarak, Kürt siyasi varlığına destek olacağı/olabileceği göz önünde tutulur ise Türkiye'nin saldırgan ve yayılmacı politikalar izleyen bir Kuzey Irak'a karşı etkili önlemler almasının gereği bir kez daha açığa çıkacaktır. 

Barzani'nin Türkiye'ye karşı yıkıcı faaliyetler gösteren bir tehdit unsuru olmasını engellemek için uyuşturucu kaçakçılığının ikinci Afganistan'ı olma yolundaki bu coğrafyaya yönelik olarak çok yönlü, "ezici diplomasinin" bütün unsurlarını barındıran bir politik uygulama demeti geliştirilmelidir.

Bu politikanın temel unsurları yedi boyutlu güç uygulaması olarak, 

a) Ekonomik,

b) Kültürel,

c) Politik, 
d) İstihbarati,

e) Anti-terörist,

f) Diplomatik ve

g) Askeri konuları kapsamalıdır. 

Türkiye'nin gücünü özel kuvvetler değil, maliye müfettişleri, gümrük muhafazaelemanları ve televizyonlartemsiletmelidir. Türkiye için Irak'a askeri baskı ve müdahale son seçenek olmalıdır.Askeri yöntemlerin üzerinde çok konuşulmamalı, kamuoyunun gündemi işgal etmesine izin verilmemelidir. Diğer milli güç unsurlarını ve yöntemlerini kullanmadan askeri güç unsurunu kullanmak bir devletin yapabileceği en büyük hatadır. Çünkü askeri güç kullanılmadan alınacak sonuç için askeri güç kullanmak kadar akıl dışı birtutum olamaz.Ancak askeri güç kullanmak kaçınılmaz olduğu zaman,tereddüt etmeden bir politik hedefi gerçekleştirecek şekilde, sonuç alacak biçimde uygulanmalıdır. 

Bütün bunlar yapılırken, Türkiye Cumhuriyeti Kuzey Irak politikasının "Kürt düşmanlığı veya sadece Kürt devletikarşıtlığı" olmadığını çok iyi anlatmalıdır

Hedef alınması gereken 1990'lı yıllar boyunca Ankara'dan aldıkları hayati desteğe rağmen nankör davranan Türkiye düşmanı yöneticilerdir. Bu yöneticilere Türkiye düşmanlığının kendilerine ne kadar pahalıya mal olacağı öğretilmelidir.Halka yönelik politikanın temelini ise işbirliği, dostluk ve kardeşlik oluşturmalıdır. Bu politikayı uygulamak hiç de zor değil. Üstelik Amerikan Ordusu'nun çekildiği günlerde daha da rahat uygulanabilecek bir politika. Ancak önce içerideki Barzani lobisinin etkisinin kırılması gerekiyor. Bunlar üç kuruş para kazanmak için Türkiye'nin güvenliğini ve askerlerin hayatını tehlikeye atıyorlar.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2011/12/01/6392/kuzey-iraka-turkiyenin-cevabi-ezici-ve-kucaklayici-diplomasi

..