26 Ocak 2017 Perşembe

ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ BÖLÜM 3




  ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ  BÖLÜM 3


Azeri petrolü zorunlu olarak Rusya’nın Karadeniz’deki Novorovski Limanı’na sadece Çeçenistan’dan ve Kuzey Kafkasya’nın diger yerlerinden geçen mevcut boru hatları ile nakledilmesi gerekmektedir.

Rusya bu petrolden geçis geliri elde etmek ve Azerbaycan’a karsı siyasi bir koz olarak kullanmak istiyorsa mutlaka Çeçenistan’ı kontrol altına almak zorundadır (Kleveman, 2004, s. 60). Acara ile Abhazya topraklarında bulunan Batum, Poki ve Sukhimi Limanları nakil hatlarının son durakları konumunda bulunmakta ve kontrolleri hayati önemi haiz nitelik tasımaktadır. Özetle bu bölgeler, enerji bölgesi ve planlanan nakil hatları üzerinde bulunmaktadır (Kocaoglu, 1996, s. 118- 129). Dolayısıyla yasanan çatısmalar bu yolların kontrolünden ibarettir.

11 Eylül saldırılarının ardından terörle mücadeleyi gerekçe olarak öne süren ABD, gelecege yönelik muhtemel enerji nakil hattı üzerinde bulunan bir kilit ülke olan Afganistan’a karsı harekât düzenlemis ve halen ülkeye tam hâkim olabilmek için mücadele vermektedir (Günay, s. 10).

Dogu Timor etnik sorunu 19. yüzyıl sonundan itibaren ülkenin temel iç sorunlarından iken, Timor Adası ile Avustralya arasında denizde petrol rezervi bulunmus ve birdenbire etnik sorun 1990’lı yıllardan sonra dünya gündeminde önem kazanmaya baslamıstır. Ayrıca Ada önemli bir nakil hattı üzerinde yer almaktadır. Iç çatısmaların ardından BM müdahale ederek Endonezya’da yönetimin degismesine sebep olmustur (Wallerstein, 1999).

2003 ABD-Irak Savası da tıpkı birincisinde oldugu gibi, ABD’nin Orta Dogu enerji kaynaklarına sahip olabilmek için tasarladıgı bir harekâttır. Bu operasyonda en temel gerekçe olan Irak’taki kitle imha silahlarının varlıgı ve teröre verdigi destek düsüncesinin daha sonraki yıllarda gerçek olmadıgı anlasılmıstır. Bu yüzden büyük güçlerin enerji politikalarına uygun davranıslar sergilemeyen Irak yönetiminin ve Irak’taki rejimin degistirilmesi, enerji kaynagı bölgesine yapılmıs önemli bir açık harekât niteligindedir (Kleveman, 2004, s. 290). ABD halen
bölgedeki varlıgını sürdürmektedir.

Oldukça özet bir halde verilen çatısma analizleri, enerji kaynaklarının ne kadar hayati önemi haiz oldugunu gösterirken, ülkelerin bu ugurda her türlü oyun ve hileye basvurarak savası göze alabileceklerini de ispatlamaktadır. Ancak yapılan incelemelerde ortaya çıkan sonuçların gerçege yakın olması olgusu, savasların gerçek sebeplerinin çok iyi gizlendigi düsünüldügünde, kullanılan analiz
yöntemlerinde bilimselligin gözden uzak tutulmaması gerekliligini zorunlu kılmaktadır. Bu durumda mevcut fosil yakıtların gelecekleri ile ilgili yapılan çalısmaları ortaya koyarak, makro seviyede çatısmaların öngörülebilirligi saglanabilir. Çünkü en çok üretilip kullanılan birincil enerji kaynagı fosil yakıtların (kömür, petrol ve dogalgaz) üç âdeti için mevcut rezerv miktarına, tüketim hızlarına ve yeryüzündeki dagılımlarına bakarak genel degerlendirmeler yapmak mümkündür.

Buna göre kömürde durum incelendiginde, ortaya simetrik bir dagılım çıkmaktadır. Ayrıca yatakların yeterince genis olmaması ve isçiligin pahalılıgı çıkarım maliyetini yükseltmektedir. Bu nedenle bugün, maden kömürü elektrik enerjisi üretimi için artık tercih edilmemekte, buna karsın, çelik ve kimya sanayinde yogun olarak kullanılmaktadır. Sekil-14’e göre isletilebilir bilinen dünya kömür rezerv miktarı 847,5 milyar ton kadardır. Buna göre bilinen bu kömür rezervinin, bugünkü üretim ve tüketim düzeyinde 133 yıl yetebilecegi
söylenebilir (BP Statistical World Review, June 2008, s. 32). Sekil-14’e bakıldıgında kömür kaynaklarının adil ve simetrik dagılımı gelecekte bu
maksatla herhangi bir çatısmanın çıkmasının zayıf bir ihtimal oldugunu göstermektedir.



Sekil-14: 2007 yılı dünya kömür rezervleri (BP Statistical World Review,June 2008, s. 33.)




Sekil-15: 2007 yılı dünya petrol rezervleri (BP Statistical World Review,June 2008, s. 7.)

Petrol kaynakları ise, gelismis batı Avrupa ülkelerinde bulunmamakta, ancak gelismemis Orta Dogu ülkelerinde yüksek
miktarlarda bulunmaktadır. Bu durumda, gelismis ve gelismekte olan ülkeler için petrol, kolay ithal edilecek bir enerji kaynagı olmalıdır.
Sekil-15’e göre isletilebilen petrol rezervi 1237,9 milyar varil oldugu görülmekte ve bu tüketim hızı ile rezervin yaklasık 41,6 yıl içinde
tükenecegi öngörülmektedir (BP Statistical World Review, June 2008, s. 6). 
Bu tablonun çatısmaya varan petrol mücadelesinin, esdeger bir alternatif yaratılamadıgı sürece, içinde savas riskini de barındırarak
devam edecegine dair güçlü bir isaret oldugu degerlendirilmektedir.

Dogal Gaz kaynaklarına bakıldıgında, dünya rezerv miktarının 177,36 tcm oldugu görülmektedir. Gelecekte petrolün sahip oldugu
öneme sahip olacagı düsünüldügünde, ülkelere kalkınmada bazı üstünlükler saglayacagı degerlendirilmektedir. Ancak dünya üzerindeki
dagılımı asimetrik nitelik arz ettiginden genel savaslara sebep olmasa da yerel çatısmalar, diplomatik yöntemler, isbirligi ve anlasmalar yoluyla tedarik yoluna gidilebilecegi öngörülmektedir. Dolayısıyla simdilik çatısma sebebi olmayacagı düsünülmektedir. Dünya dogal gaz rezervleri bugünkü düzeyde tüketildiginde, bu rezerv 60,3 yıl yeterli olacagı tahmin edilmektedir (BP Statistical World Review, June 2008, s. 22.)



Sekil-16: Dünya Üretilebilir Dogalgaz Rezervlerinin Dagılımı (BP Statistical World Review, June 2008, s.23)


Tablo-2’de belirtildigi gibi dünya enerji tüketiminde kaynakların payları 2020 yılında da anlamlı bir degisiklik arz etmemektedir.
Dolayısıyla birincil fosil enerji kaynakları ile ilgili geçmiste ve bugün yasanan gelismeler yakın gelecekte yasanacaklarla da paralellik
gösterecegi degerlendirilebilir. Sekil-17’de ise 2030 yılında kömür talebi yaklasık 3,9 milyar ton petrole denk, petrol talebi 5,3 milyar ton ve
dogalgaz talebi ise 4,7 milyar ton petrole denk miktarlara ulasacagı öngörülmektedir. Bu tahmin, 2002 yılında taleplerin kömürde
2,1, petrolde 5,9 ve dogalgazda 2,0 milyar ton petrole denk oldugu düsünülürse yüksek talep artısına isaret etmektedir ki, buradan
gelecekte yasanacak krizlerin gerçek sebeplerinin enerji politik olacagı sonucuna varmak mümkündür.

Sekil-17: Gelecekte Enerji Talep Tahmini 
(http://www.bbc.uk/turkish/indepth/story/2006/2/060215_energy_demand.shtml)




Tablo-2: Dünya Enerji Tüketiminde Kaynakların Payları (%) (IEA World Energy Outlook 2000)

3. Sonuç

Enerjinin önemi dünya var oldukça devam edecektir (Kocaoglu, 1996, s. 37). Gelismis ülkeler kalkınmıslıklarını enerji bölgelerine yaptıkları müdahale ve isgallere borçludurlar. Gelecekte de enerji kaynak ve nakil hatlarını kontrol eden güçler süper güç tanımını sürdürürken, diger devletler bu özelliklerini devam ettiremeyeceklerdir.

Yapılan askerî operasyonlar görünürde baska gerekçelerle açıklanırken, arka planlarında enerji kaynaklarının yattıgını askerlerin isgal ettikleri bölgelere ayak basar basmaz enerji kaynaklarının haritasını çıkarmaya çalısmalarından da anlasılmaktadır (Ulugbay, 1995, s. 146).

Petrol ve dogalgaz ticari deger tasımaya basladıgından itibaren yasanan politik çatısmaların temel kaynagı haline gelmistir (Kocaoglu, 1996, s. 85). Bazı olaylarda nedenler öyle iyi gizlenmistir ki enerji politik sebeplere ulasmak oldukça zorlasmıstır. Bir ve Ikinci Dünya Savaslarının asıl sebebi (basta kömür ve petrol olmak üzere) enerji politiktir. Bunun dısında yasanan yerel çatısmalar, diplomatik baskılar, mikro milliyetçi ayrılıkçı hareketler ve bölücü terör olayları ya enerjinin üretildigi yerlerde ya da enerji nakil hatlarının hemen yakınında
bulunan yerlerde yasanmıs olması tesadüf sayılmamalıdır. Bu varsayım ülkelerin enerji nakil hattı üzerinde bulunmasına veya enerji kaynagı olup olmadıgına ve kaynaga komsu bulunup bulunmadıgına göre dıs baskı ve müdahalelere maruz kalıp kalmayacagı hakkında bazı ipuçları verebilmektedir. 

Jeopolitik teoriler kapsamında degerlendirilen Mackinder’in Kara Hâkimiyet Teorisi, Spykman’ın Kenar Kusak Teorisi, Haushofer’in Hayat Sahası Teorisi, Mahan’ın Deniz Hâkimiyet Teorisi, Morgenthau’un güç teorileri ("Nicel ve Niteliksel Unsurlar“), Samuel Huntington'un " Medeniyetler Çatısması " Teorisi, Zbignew Brezezinski'nin " Büyük Satranç Tahtası " Teorisi ve Alexander Dugin'in
" Yeni Avrasyacılık " Teorisi gibi teoriler, enerji kaynaklarının dünya hâkimiyeti üzerindeki etkisini tam olarak açıklayamamaktadırlar.

Dolayısıyla Yeni Hayat Sahası ve Kalpgahın Orta Dogu cografyası oldugunu söylemek yanlıs bir ifade olmayacaktır. Bu kapsamda Büyük Ortadogu Projesi de Kuzey Afrika ile birlikte bir enerji tedarik planı oldugu söylenebilir.

Sonuçta enerji kaynakları açısından yasanan yogun rekabet, enerji kaynaklarının yetersizligi ve tükenmekte olan fosil kaynaklara saglıklı alternatiflerin gelistirilememesi tüm ülkeleri derinden etkilemektedir. Bunun için Türkiye’nin enerji kaynakları ile olaniliskilerini de (terminal ülke olabilme veya kaynak ülkelerle yakınlık) jeopolitik açıdan yeniden degerlendirip dıs politikasının omurgasında düzenlemeler yapması sürdürülebilir kalkınma stratejisinin gerçeklesme ihtimalini arttıracaktır. Özellikle enerji politikalarını sadece sekil
yönünden göstermelik degil, esas yönünden de, ön görülen teşkilatın her birimini fonksiyonel hale getirip birbirini tamamlayan ve bütünleyen tarzda iyi senkronize etmelidir.

Kaynakça:

ARI, Tayyar (2006). Uluslararası Iliskiler Teorileri, Çatısma, Hegemonya, Isbirligi, Istanbul, Alfa Yayınları, 4. Basım.
ACUN, Niyazi (1949). Dünya Petrol Tarihi ve Türk Petrolü, Istanbul, Saka Matbaası.
BP Statistical World Review, June 2002.
BP Statistical Review of World Energy June 2008.
DEDEOGLU, Beril (2003). Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Istanbul, Derin Yayınları.
Dept. Of Defense, “Base Structure Report, FY 2001” and Defense Almanac: Center for Defense Information Almanac, 2001-2002,
www.cdi.org and http://www.docstoc.com/docs/3769473/U-S-Military-Troops-and-Bases-Around-the-World-TheErisim tarihi 10.04.2009.
DUNCAN, Richard C., The Peak Of World Oil Production And The Road To The Olduvai Gorge, Pardee Keynote Symposia, Geological
Society of America Summit 2000, Reno, Nevada, November 13, 2000, http://dieoff.org/page224.htm, Erisim tarihi 14.05.2009.
DURAND, Daniel (1974). Uluslararası Petrol Sorunları, Istanbul, Gelişim Yayınları.
Dünya Petrol Piyasalarındaki Gelismeler, www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/.../dpp.doc
EDIGER, Volkan S. Yeni Yüzyılın Enerji Güvenliginde Karsılıklı Bagımlılık Bir Zaruret, Cumhurbaskanlıgı Enerji Danısmanı Dogal Gaz Dergisi, Sayı 132, 2007/12.
Encyclopedia Britannica (11th ed.)
FALVIN, Christopher ve LENSSEN, Nicholas (1994). Enerjide Arayıslar-Yaklasan Enerji Devriminin El Kitabı, Istanbul, TEMA Vakfı Yayınları.
Grafiklerle Dünyanın Enerji Talebi, BBC Turkish,
http://www.bbc.uk/turkish/indepth/story/2006/02/060215_energy_demand.shtml, Erisim Tarihi 14.05.2009.
GÖKSU, Ekrem (1966). Türkiye’de Petrol, Istanbul, Kagıt ve Basım Isleri A.S. ITÜ.
GÜNAY, Bekir. Terörden Arındırılmıs Dünya, Kocaeli Üniversitesi, Uluslararası Iliskileri Bölümü, Siyasi Tarih Anabilim Dalı Baskanı, 
iibf.kocaeli.edu.tr/uli/kut/.../Terörden%20Arındırılmıs%20 Dünya.doc.
IEA World Energy Outlook 2000.
INAT, Kemal-DURAN, Burhanettin ve ATAMAN. Dünya Çatısma Bölgeleri, Ankara, Nobel Yayın Dagıtım, 2007.
KLEVEMAN, Lutz (2004). Yeni Büyük Oyun-Orta Asya’da Kan ve Petrol, Çev. Hür Güldü, Istanbul, Everest Yayınları.
KOCAOGLU, Mehmet (1996). Petro-Strateji, Istanbul, Harp Akademileri Basım Evi.
ULUGBAY, Hikmet (1995). Imparatorluktan Cumhuriyete-Petropolitik, Ankara, Turkish Daily News Yayınları.
TUGENDHAT, Christopher (1968). Oil The Biggest Business, London, Eyre-Spottiswoode.
TUGRUL Beril, “Enerji Politikaları” Ders Notları, 2005-2006 Dönemi, GYTE.
TÜRKIYE Genel Enerji Raporu, Eylül 1968, Ankara, Türkiye 2. Genel Enerji Kongresi.
WADDELL, Eric, The Battle for Oil, Global Research, 2003;
http://www.defenselink.mil/specials/unifiedcommand/; 
http://www.unitedforpeace.org/article.php?id=884,  Erisim tarihi 14.05.2009.
WALLERSTEIN, Immanuel. Dogu Timor: Neden Ancak Simdi Ilgileniyoruz?, Fernand Braudel Center, Binghamton University,
Http://fbc.binghamton.edu/commentr.htm, 15 Eylül 1999.
WORLD Energy Outlook 2008.
YERGIN, Daniel (1995). Petrol-Para ve Güç Çatısmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran Tuncay, Ankara, Türkiye Is Bankası Kültür Yayınları.
http://www.6dtr.com/TARIH/haritalar/63-1914_avrupa.jpg, Erisim tarihi 07.06.2009.
http://selsil.blogspot.com/2005/06/lojistik-berlin-bagdaddemiryolu.
html, Erisim tarihi 14.05.2009.
http://www.eia.doe.gov/neic/speeches/Caruso061305.pdf, Erisim tarihi 07.06.2009.
http://www.makingthemodernworld.org.uk/learning_modules/history/04.TU.04/?section=4, Erisim tarihi 07.06.2009.
www.vizyonharita.com/resim/dunyabuyuk.jpg  Erisim tarihi 13.05.2009.
http://baybul.com/ansiklopedik-bilgiler/88530-demokratik-kongo-cumhuriyeti.html, Erisim tarihi 08.06.2009.
Petrolün Varil Fiyatı 95 Doları Buldu 30/11/2007 News Voice of America 
http://www.voanews.com/turkish/archive/2007-11/2007-11-30-voa3.cfm?CFID=220623375&CFTOKEN.



****

ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ BÖLÜM 2



 ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ  BÖLÜM 2



Bu harita diger taraftan, Osmanlı Devleti’nin paylasılmasında ve özellikle Musul ve Kerkük gibi bölgelerin Ingiltere’nin kontrolünde kalmasında petrolün rolünün ne kadar önemli oldugunu ifade etmektedir (Ulugbay, 1995, s. 135). Bu göstergeler 1914 yılında yasanan Birinci Dünya Savası’nın gerçek sebebinin enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının paylasımı oldugu izlenimini güçlendirmektedir (Kocaoglu, 1996, s. 42).

Misak-ı Milli ile bu sınırlar geriye çekilmek suretiyle Ingiltere’nin enerji politik planları bozulmustur. Ancak Türkiye üniter yapısı ile hala bu planın önündeki en büyük engeldir. Ikinci Körfez Harekâtında yasanan 1 Mart krizi ile bugün bu engellik vasfı yeniden ispatlanmıstır.



Sekil-9: Ikinci Dünya Savası’nda Avrupa (http://www.6dtr.com/TARIH/haritalar/63-1914_avrupa.jpg)
Iki dünya savası arası dönemde, 1930 yılında dünya maden kömürü üretimi 1.500 milyon tona, petrol üretimi ise, 1.600 milyon varile ulasmıstı. 1940’da ise petrol üretimi 2.400 milyon varile yükselirken, SSCB’nin maden kömürü üretimi artısına ragmen dünya kömür üretimi önemli ölçüde gerilemistir. (http://www.eia.doe.gov/neic/sphes/Caruso061305.pdf)


Birinci Dünya Savası’nın enerji politik sebebinin özelde Almanya-Fransa arasında bulunan ve zengin petrol yataklarına sahip olan Alsace-Lorane’nin paylasımı oldugu ifade edilmisti. Bu kez Ikinci Dünya Savası’nı hazırlayan sebeplerin altında basta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına sahip olma fikri yatmaktadır. Sekil-9’daki haritaya bakıldıgında; Almanya’nın daha savas baslar baslamaz Birinci Dünya Savası’nda kaybettigi Alsace-Lorane’ni ele geçirdigi ve savasın gerektirdigi enerji ihtiyacını garantiye aldıgı görülmektedir. Almanya
ardından, yine savası sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek saglamayı planlamıs (Yergin, 1995, s. 383), ancak basarılı olamayınca dogu muharebelerini, müteakiben tüm savası kaybetmistir.

Yani enerji kaynakları birçok devletin kaderinde en etkili aktör konumuna dönüsmüstür. (Tugendhat, 1968, s. 112-113). O yüzden
Hitlerin Bakü konusunda gösterdigi hassasiyet son derece isabetli bir karar olmustur.



Sekil-10: 1920-2000 yılları arasında kisi basına düsen petrol üretimi (Duncan, 2000)
Sekil-10 dünyada üretilen toplam petrol miktarının dünya nüfusuna oranını göstermektedir. Burada isaret edildigi gibi, teknoloji ve ulasım vasıtalarında çesitlilik arttıkça kisi basına düsen petrol üretimi de artıs göstermektedir. Özellikle Ikinci Dünya Savası’nın sonunda petrol bölgelerinin büyük devletler tarafından paylasılması ile üretim dramatik bir sekilde artmıs ve bu artıs önce 1973’de ardından 1979 yılında tepe noktasına (peak oil) ulasmıstır. Bu yıllar arasında üretim artıs oranı sıfıra yakın meydana gelmistir.

Sonuç olarak; Ikinci Dünya Savası da petrol paylasım savası olarak tarihteki yerini almıstır. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve tasınmasının kömüre göre kolaylıgı, petrolü ön plana çıkarmaya baslamıs ve bu durum, petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeleri endiselendirerek petrol bölgelerine sahip olma egilimini arttırmıstır (Yergin, 1995, s. 625). Dolayısıyla petrol bölgelerinde
hegemonya kurmak ana hedefi, Ikinci Dünya Savası’nın enerji-politik yönünü olusturmustur. (Yergin, 1995, s. X), Ikinci Dünya Savası’ndan sonra, dünya petrol üretimi olaganüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulasmıstır. Bu yükselis, eski üreticilere ilaveten yeni yatakların isletmeye açılması ile mümkün olmustur. Petrol üretiminin bu gelisimine, dogal gaz ve
nükleer enerji üretiminin ilk ürünleri de eklenmis ve böylelikle enerji kaynakları çesitlenmistir. Ancak petrol daha stratejik bir unsur haline gelmistir (Kocaoglu, 1996, s. 124).



Sekil-11: Dünya çatısma alanları (www.vizyonharita.com/resim/dunyabuyuk.jpg)

Sekil-11’e bakıldıgında Ikinci Dünya Savası’nın ardından yasanan bölgesel çatısma alanları görülmektedir. Buna göre en yogun çatısma alanlarının Orta Dogu bölgesinde oldugu görülmektedir. Yani aynı zamanda her iki dünya savasının yasandıgı yerler de olan bu bölgelerin, çatısmalara sahne olma niteliklerinin bugün hala degismedigi ifade edilebilir. Bu bölgelere sadece, nakil hatlarını kontrol eden stratejik yerlerin eklendigi söylenebilir.



Sekil 12: Petrol ve Dogalgaz nakil hatları (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 21 ve 31)



Sekil-12’de, 2007 yılı itibariyle, üstteki harita petrol, alttaki harita ise dogalgaz nakil hatlarını göstermektedir. Bu haritalarda belirtilen enerji nakil güzergâhları, Sekil-11’deki çatısma alanları ile üst üste getirildiginde; enerji kaynaklarının bulundugu bölgeler ve tasınan yollar üzerindeki kontrol noktalarının, enerji kaynagını talep eden gelismis büyük devletlerin hegemonyasının kontrol edebilecegi yönetimlerin is basına getirilmesi operasyonları oldugu açıkça görülebilecektir. Ancak her bir kriz tek basına incelendiginde ortaya genellikle demokratikleştirme, insan haklarını hâkim kılma veya barısı getirme gibi siyasi ve askerî gerekçeler kondugu görülmektedir. Bu hedeflerin, devletlerin kendi milli kaynaklarından ayırdıgı milyarlarca dolar harcayarak, sadece insanlıgın ve halkların yararına yapıldıgı seklindeki
hayalî gerekçelerle açıklanması mümkün gözükmemektedir.



Sekil–13: ABD birliklerinin dünya üzerindeki üsleri (Waddell,2003)








En üstte yer alan haritada; Irak ve Afganistan uluslararası savas alanları, kırmızı alanlar petrolün üretildigi ve rezervlerin yogun olarak bulundugu bölgeler, koyu mavi istikametler mevcut petrol nakil hatları, açık mavi oklar da planlanan hatları, sarı alan ABD’nin stratejik ortagı Israil cografyası ve diger mevcut isaretler ile Amerika’nın hava ve deniz üsleri gösterilmektedir. ABD dünya üzerinde üsler kurarken enerjinin kendi topraklarına, müttefiklerinin bulundugu bölgelere emniyetle naklini güvenliklestirirken, diger taraftan da Rusya, Çin, Japonya ve Hindistan gibi küresel güç adaylarının kalkınma hızlarını kontrol etmeyi hedeflemektedir.

Ortada bulunan haritada ise; yine ABD’nin dünya üsleri daha makro seviyede belirtilmis ve sayısal veriler ortaya konmustur. Buna göre; Amerika’nın 46 ülkede (beyaz renkle gösterilen) askerî varlıgı bulunmamakta, 156 ülkede (pembe renk) sadece askerî birlik ve 63 ülkede de (kırmızı renk) kendine ait askerî üs ve birlik bulundurmaktadır. Ayrıca 11 Eylül saldırılarının ardından önleyici savas doktrini geregi 7 ülkede (kırmızı ve siyah dikey çizgiler) toplam 13 askerî üs kurulmus durumdadır. Toplam dünya çapında 255,065 adet
ABD birligi ülkesinin enerji politik çıkarları için görev yapmaktadır.

Sekil-13’ün en altında bulunan harita ise; yukarıda açıklanan küresel konuslan manın genel düzeydeki teskilatlanmasını göstermektedir. Buna göre, ABD kendi ülkesinin bulundugu cografyaya ABD Kuzey Komutanlıgı, Güney Amerika kıtasına ABD Güney Komutanlıgı, Avrasya kıtasına ve Afrika’nın batısına ABD Avrasya Komutanlıgı, Çin, Avustralya ve Pasifik Okyanusu’na ABD Pasifik
Komutanlıgı ve nihayet enerji yogun bölge olan Orta Dogu’ya ABD Merkez Komutanlıgı adını vererek dünyayı askerî alanlara bölmüstür.

Orta Dogu’ya ABD Merkez Komutanlıgı seklinde tanımladıgı nispeten daha dar olan bölgeye sadece Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Hazar Havzası, Afganistan, Iran, Katar, Aden Körfezi, Basra Körfezi, Hürmüz Bogazı gibi genellikle enerji zengini ülke ve kritik nakil hattı anahtarı konumundaki bölgeleri dâhil etmek suretiyle enerji kaynagı cografyasına verdigi önemi göstermistir. Bu küresel teskilatlanma bile ABD’nin dıs politikasını enerji kaynaklarına göre belirlediginin delili sayılabilir.

ABD bu teskilatlanma ile dünya üzerinde 845,441 adet nokta ile yaklasık 30 milyon hektar bölgeyi kontrol etmektedir. Bu maksatla 2000 yılında ABD’nin savunma harcamaları için ayırdıgı bütçe miktarı 289 milyar dolar iken, bu rakam 2003 yılında 396 milyar dolara çıkarılmıstır. ABD’den sonra ikinci durumda olan Rusya’nın savunma bütçesinin 60 milyar dolar ve ilk 25 ülkenin savunma harcamalarının toplamının ancak ABD’ninki ile esitlenebildigi düsünülürse enerjinin basta ABD olmak üzere devletler için ne denli önemli oldugu daha iyi
anlasılabilir. (Dept. Of Defense, “Base Structure Report, FY 2001” and Defense Almanac: Center for Defense Information Almanac, 2001-2002) Bu genel degerlendirmelerden sonra Sekil-11’de isaretlenen çatısma alanlarına kısaca bakmakta yarar vardır (Tugrul, 2005-2006 Ders Notları);

1950 yılında baslayıp 1953 yılında sona eren Kore Savası, Ikinci Dünya Savası’ndan sonra, Paktların birbirini çevrelemesi ve enerji tasıma yollarının kontrolü amaçlı ilk savas oldugunu söylemek yanlıs bir ifade olmayacaktır. Kore enerji kaynakları bakımından anlamlı zenginlige sahip olmamasına ragmen, petrol ve bugün dogal gaz sevk güzergâhının tam üzerindedir. Yapılan savas SSCB’nin çevrelenmesi kapsamında ve Sovyetlerin Domino Teorisinin yarattıgı endisenin sonucu yasanmıs bir savastır (Inat, Duran ve Ataman, 2007, s. 713).
Süveys Krizi, 1956 yılında Mısır Lideri Nasır’ın Iran Basbakanı Musaddık’tan (Durand, 1974, s. 65 ve Göksu, 1966, s. 42) etkilenmesiyle Süveys’i millilestirmesi sonucu ortaya çıkmıstır (Kocaoglu, 1996, s. 47).

75 yıl Ingiltere kontrolünde kaldıktan sonra Mısır’a geçen Süveys ile birlikte basta Ingiltere olmak üzere Batı, en önemli petrol yolunu kaybetmistir (Durand, 1974, s. 103). Bu kriz Ingiltere’nin enerji temin maliyetlerinin artması ve dıs borçlarının ödenemez hale gelmesi ile sonuçlanmıstır (Yergin, 1995, s. 559). Krizden sonra Batı Avrupalı devletler dünya egemenliklerini kesin olarak ABD’ye kaptırmıs ve Amerika’nın destegi olmadan enerji bölgelerinde hareket edemeyeceklerini anlamıslardır (Kocaoglu, 1996, s. 44). Yani enerji
yollarında meydana gelen bir tıkanıklık büyük güçlerin yok olması ile sonuçlanmıstır (Yergin, 1995, s. X).

1961’de yasanan Küba Krizi de Paktların birbirini çevrelemesi ve enerji tasıma yollarının kontrolü amaçlı bir kriz oldugu söylenebilir. 1960 yılına kadar ABD, seker ithalatının %83’ünü Küba’dan karsılarken, SSCB de 1991 yılına kadar petrol ile seker takası yapmıstır. Küba Krizinin ardından ABD enerji güvenligini temin için, asıl hedefi Orta Dogu bölgesi olan, Çevik Kuvvet uygulamasına baslamıstır. (Kocaoglu, 1996, s. 128).

Filistin Sorunu, Ikinci Dünya Savası’ndan sonra ortaya çıkan, enerji kaynagı bölgelerine yönelik bir sorun olup, henüz bir çözüme ulasılmamıstır. Bu mesele genel kaynaklarda Israil ve Filistin’in var olma mücadelesi olarak algılanırken, esasta ABD için Orta Dogu’da petrol kaynaklarının bekçilik ve Ileri Karakol görevinin Israil tarafından icrasından ibaret oldugu görülmektedir. (Kocaoglu, 1996, s. 43).

1960–1963 yılları arasında Kongo Krizi yasanmıstır. 1885–1960 yılları arasında Belçika’nın sömürgesi olan Kongo Demokratik Cumhuriyeti müteakip yıllarda da sürekli bir istikrarsızlık ve çatısmalara sahne olmustur. 2,34 milyon metrekarelik bir ülke olan KDC’de 350 farklı etnik grup bulunmakta ve ülke nüfusunun %80’i günde 1 dolar veya daha az bir gelire sahip olarak yasamaktadır
(http://baybul.com/ansiklopedik-bilgiler/88530-demokratik-kongo-cumhuriyeti.html). 1960 krizi dâhil ülkede yasanan çatısma ve istikrarsızlıkların gerçek sebebi sahip oldugu, basta uranyum olmak üzere, çesitli madenlerin degerinin yaklasık 470 milyar dolar civarında olmasıdır. Bu madenlerin büyük bir kısmının kullanım hakkı uluslararası sirketlere aittir. Arka planda bir ABD-SSCB mücadelesi olan ve Birlesmis Milletlerin de müdahale ettigi 1960 krizinin enerji-politik nedeni uranyum madenlerinin kontrolüdür.

1965–1972 yılları arasında yasanan Vietnam Savası, Paktların birbirini çevreleme ve enerji bölgelerinin/nakil hatlarının kontrol edilmesine yönelik diger bir çatısma örnegi niteligindedir. Kuzey Vietnam SSCB ve Çin desteginde, Güney Vietnam ABD ve diger kapitalist devletlerin desteginde yapılan bir savastır. ABD’den 19.000 km. uzakta cereyan eden bu kanlı savasın sebebinin, sadece
Vietnam topraklarına demokrasi yerlestirmek oldugunu düsünmek yeterli gözükmemektedir. Dolayısıyla petrol tankerlerinin emniyeti, batının ugrunda savasmaya deger en önemli faktör oldugunu ifade etmek yanlıs olmayacaktır.

Akdeniz’in ortasında bulunan ve adeta sabit bir uçak gemisi konumundaki Kıbrıs ile ilgili mesele, enerji bölgeleri ve enerji hatlarının Akdeniz’deki kontrolü maksatlı ortaya çıkarılmıstır. Kıbrıs Adası’nın, Dogu Akdeniz, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birlestigi bir konumda bulunması ona genis bir cografyayı kontrol etme imkânı saglamaktadır. Özellikle Hazar Havzası, Süveys Kanalı, Karadeniz ve Bogazlar, Irak, Cezayir’den gelen ve Ada’nın güneyinde tespit edilen petrol ve dogal gazın naklinin güvenligi için Kıbrıs oldukça stratejik önemi haizdir. 
Bu önem Ada’ya, enerjiye en çok gereksinim duyan basta Ingiltere ve Rusya olmak üzere büyük güçler tarafından müdahaleyi kaçınılmaz kılmıstır. Hatta AB Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni olumsuz kosullara ragmen, üyelige almak suretiyle Kıbrıs’ın enerji politik anlamda tasıdıgı önemi tescillemistir. 29 Nisan 2009 tarihinde, Harp Akademileri Komutanlıgı SAREN tarafından icra edilen Enerji Sempozyumu’nda, baskanlıgını Prof. Dr. Hasan Saygın’ın yaptıgı üçüncü oturumda Tümamiral Cem Gürdeniz’in “Enerji Güvenligi ve Terörizm” baslıklı bildirisinde; özellikle 2009 yılında gerçeklestirilen Akdeniz Kalkanı Harekâtının temel islevinin Iskenderun Limanı vasıtasıyla tasınan enerji kaynaklarının güvenligi oldugu açıkça ifade edilmistir.


Ilki 1948 yılında yasanan Arap-Israil Savası, müteakip yıllarda 1967’de 6 Gün Savası, 1973’de Yom Kippur Savası (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 33), 2006 yılında Lübnan-Israil Savası ve en son 2008’de Gazze Çatısmaları seklinde tekrarlanmıstır. Bu savasların ortak özellikleri, ABD’nin Israil’e tam destek vermesi ve Arap Devletleri’nin milli serveti olan petrolün büyük güçler tarafından kontrol edilmesinin engellenme çabalarıdır (Kocaoglu, 1996, s. 54). Israil ABD’nin Orta Dogu’daki petrol bekçiligini yaptıgı için yasanan savaslar arka planda enerji mücadeleleridir (Kocaoglu, 1996, s. 43). Bu savasların en belirgin sonuçları, Israil’in sürekli Arap topraklarını kendi ülkesine katmak seklinde görülmüstür. Yine 1967 yılında yasanan 6 Gün Savası sonucu Israil topraklarını dört katına çıkarmıstır. 1973 tarihindeki Arap-Israil Savası ise petrolün silah olarak kullanıldıgı savas olarak tarihe geçmistir.

OPEC üyesi ülkelerin ambargosu neticesinde petrol fiyatları yaklasık %400 civarı artmıs (Kocaoglu, 1996, s. 57) ve bunun karsılıgında Israil BM’in arabuluculugu nu kabul ederek geri adım atmak zorunda kalmıstır. Daha sonra ortaya çıkan Lübnan ve Gazze Çatısmaları da Israil’in hegemonyasını güçlendirmek için yaptıgı girisimler olarak degerlendirilirken, petrol fiyatları 95 dolar civarına çıkmıstır (News Voice of America, 2007). 1973 tarihindeki Arap-Israil Savası esnasında, Suudi Arabistan’daki Exxon, Mobil, Gulf, Texaco ve Socal adlı sirketlerden olusan ARAMCO Sirketi’nin yöneticileri, olusan baskı nedeniyle, kendi ülkelerinin Amerikan 6 ve 7. Filoların ihtiyaç duydugu petrolü bile
karsılayamaz duruma gelmislerdir (Kocaoglu, 1996, s. 55).

ABD’nin önemli bir müttefiki olan Iran’daki sahlık rejimi, enerji politikalarında millilestirme çabalarına girismis ve 1979 yılında, Islam Devrimi ile Sahlık Rejimi yıkılarak yerine Iran Islam Cumhuriyeti kurulmustur (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 39 ve Kocaoglu, 1996, s. 57). Devrimin olusum sürecinde petrol krizlerinin de etkisi büyük olmustur (Kocaoglu, 1996, s. 42). ABD bu tarihten sonra Orta Dogu’daki önemli bir müttefikini kaybetmistir.

Iran-Irak Savası, görünürde sınır anlasmazlıgı, yani Satt-ül- Arab’ın paylasımı gibi sebeplerden kaynaklandıgı ifade edilse de, enerji kaynagı bölgesi ülkelerin birbirleri ile savasması ve petrole yön vermede hegemonya mücadelesi olarak tanımlanabilir (Yergin, 1995, s. 809 ve Kocaoglu, 1996, s. 67 ve 75). Islam Devriminden sonra ortaya çıkan karısıklık esnasında Irak 1980 yılında Iran’a saldırmıstır. Çıkan savas petrol üretimini %10 düsürerek günlük bir milyon varile geriletmis ve fiyatlar 14 $’dan 35 $’a yükselmistir. Her iki ülke de petrole dayalı bir kalkınma modeli benimsemis ve fiyat dalgalanmalarından oldukça etkilenmislerdir. Irak, petrol ihracını genel olarak boru hatları ile yaparken, Iran daha ziyade Basra Körfezi’nden tankerler vasıtası ile yapmaktaydı. Dolayısıyla savasın Irak açısından en stratejik hedefleri Iran’ın petrol tankerleri iken, Iran da Irak’ın nakil tesislerini hedef almıstır. Ancak Basra her iki ülke için de petrol nakli açısından çok önemli bir çıkıs kapısıydı (Kocaoglu, 1996, s. 126). Bu bölgedeki petrol akısının sekteye ugraması ABD’nin bölgeye müdahale etmesine sebep
olmus ve ABD gemileri petrol tankerlerini korumaya baslamıstır.

SSCB-Afganistan Savası, Aralık 1979 ile Subat 1989 tarihleri arasında meydana gelmistir. Afganistan boru hatları vasıtası ile muhtemel petrol nakil hatları üzerinde bulundugu ve Sovyetlerin çevrelenmesine en uygun toprak parçası oldugu için isgale maruz kalmıstır. 5 Aralık 1978 tarihinde yönetimde Sovyet yanlısı bir hükümetin varlıgı Dostluk, Iyi Komsuluk ve Isbirligi Anlasmasının
imzalanmasına sebep olmus, ancak bir süre sonra yönetime duyulan ulusal tepkiler yüzünden Afgan yönetimi Sovyetlerden yardım talep etmistir. Böylece 10 yıl süren isgal dönemi baslamıstır. ABD gelecege yönelik enerji nakil hatları açısından kilit konumdaki Afganistan’ın kontrolünün Sovyetlere geçmemesi için yogun bir sekilde Afgan muhalif güçleri desteklemistir (Günay, s. 6). Bu destek neticede Taliban’ı yaratmıs ve Afganistan sürekli müdahaleye açık bir istikrarsız ülke konumunda bırakılmıstır. 1991 ABD-Irak Savası’nda, önemli bir enerji
ülkesi olan Irak, diger bir enerji ülkesi olan Kuveyt’e girmis ve isgal gerekçesi olarak sadece mevcut petrol üretimini arttırmak ve böylece Arap Dünyasının lideri konumuna gelmek oldugu anlasılmıstır (Yergin, 1995, s. VIII). Bu savas dünya enerji sisteminde yeni bir dönemin de baslangıcı olmustur (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 53). ABD olaya dogrudan müdahale ederek, dünyanın en önemli enerji bölgesine iliskin yapılan bir harekâtı müttefik orduları ile birlikte gerçeklestirebilmistir

(Kocaoglu, 1996, s. 126). Bu harekât enerji üretim bölgesine yapılan en açık müdahaledir (Yergin, 1995, s. 885 ve Kocaoglu, 1996, s. 86).
Dolayısıyla arka planda baska bir sebep aramanın gereksiz oldugu düsünülmektedir (Kocaoglu, 1996, s. 75).

Kafkasya Çatısmaları; Azerbaycan-Ermenistan Çatısması (Karabag Meselesi), Çeçenistan, Abhazya ve Acaristan olayları seklinde isimlendirilebilir (Kocaoglu, 1996, s. 111). Daglık Karabag Azerbaycan, Ermenistan ve Iran’ı kontrol edebilen oldukça stratejik bir bölgede yer almaktadır. Çeçenistan çok önemli petrol nakil hatları üzerinde bulunmakta ve Rusya ve Batı’nın petrol politikalarının çok önemli bir unsuru durumundadır (Kleveman, 2004, s. 56 ve Kocaoglu, 1996, s. 111).

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ BÖLÜM 1



ULUSLARARASI ÇATIŞMALARIN ENERJİ POLİTİK ANALİZİ BÖLÜM 1  



Kemal OLÇAR* 
* Harp Akademileri Komutanlıgı, Stratejik Arastırmalar Enstitüsü, 
Ulusal ve Uluslararası Güvenlik Stratejileri 
Doktora Ögrencisi P.Bnb., 
E-posta: 
Kemalgdolcar@yahoo.com 

Öz 


Birinci Dünya Savası’ndan itibaren dünya üzerinde yasanan çatısmaya varan krizlerin çogunun, dogrudan veya arka planında, sebebinin; gelismiş devletlerin enerji maddelerine sahip olma veya enerjinin nakledildigi güzergâhların güvenliginin saglanması oldugu görülmektedir. 
Bu sonuca ulasmak için, enerjinin kalkınmadaki rolünün, enerji maddelerinin kullanım alanlarının ve dünya üzerindeki miktar dagılımlarının ne olduguna bakmak yeterli olmustur. 

Ayrıca kömür, petrol ve dogalgaz gibi birincil fosil enerji kaynaklarının üretim bölgeleri ile tüketim yerleri arasındaki asimetrik jeopolitik durum, petrol ve dogalgazın dünya nakil hatları ve en büyük enerji tüketim ülkesi olan ABD’nin dünya üzerinde askerî birliklerinin konuslu oldugu yerlerin, korelasyon metodolojisiyle incelenmesi enerji politik davranısların sifresini ortaya çıkartmıstır. 

Anahtar Kelimeler; ABD, Üsleri, Enerji Nakil Hatları, Uluslararası Çatısmalar, Enerji Kaynakları, 


Giriş 

Sanayi devriminden bu yana dünyada enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya bir yarış baslamıs, bu yarış birçok savasa da sebep olmustur 
(Kocaoglu, 1996, s. 3). 

Insanlar savası tarih boyunca ülke toprakları, milli onurları, aileleri, kisisel servetleri ve varlıklarını sürdürebilmek gibi sebepler için yapmıslardır. 
Bunun dısında hiçbir milletin kendi insanlarının hayatını sadece enerji kaynaklarına ulasmak, nakil yollarını kontrol etmek ve diger ülkelerin kalkınma hızlarını denetleyebilmek gibi devlet ve sistem düzeyinde doğrudan stratejik bir sebep için hayatını tehlikeye atmak istemeyeceği varsayılmıştır. 

Bu yüzden devletleri yönetenler, mutlaka daha akılcı ve ikna edici bir sebep bulmak suretiyle, milli servetlerden yüklüce paralar harcayarak ve kendi topraklarından binlerce kilometre uzak yerlerde insanları savasmaya ikna edebilmişler dir. Yapılan bu inceleme, çatışmaların bilinen ve ilan edilen sebeplerinden daha çok, arka planda yatan enerji politik sebebi ortaya çıkarmaya yöneliktir. Bu maksatla önce savaş ve çatışmanın tanımı yapılarak teorik çerçeve değerlendirilirken, enerji kaynaklarının ülkeler için değeri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Tespit edilen çatışma bölgeleri, tarihsel karşılastırmalı metot ve jeopolitik analiz yöntemi kullanılarak çözümlenmeye gayret gösterilecektir.
Bunun için sadece haritalar, grafik ve tablolar kullanılacaktır. Enerji kaynaklarındaki anlamlı artısların savas dönemlerinden önce görülmesi
veya ABD’nin askerî güç konuslandırma ve müdahale yerlerinin nakil hatlarına yakınlıgı ile ilgili sebep-sonuç iliskisi analiz edilecektir.
Çalısmanın temel varsayımı kabul edilen ve diger yöntemlerle çözülemeyen bir sorun karsısında basvurulan yöntem olan savas ve çatısma kavramını çok basit olarak; “ Anlaşmazlıkların fiziki siddet yoluyla çözülmesi olarak ifade etmek mümkündür.” Diger bir tanım olarak da, “ Hasım tarafın iradesini engelleme veya kendi iradesini kabul ettirme sürecidir ”. Bu nedenle hasım tarafın insanlarının bir kısmının da olsa zarar görmesi amacı tasır ve oldukça yüksek maliyetli bir yöntemdir. Savas genel olarak, “ Aktörlerin varlıklarını sürdürme ve
geliştirme amaçları ile dünya kaynaklarından yararlanmak için genişlerken ya da ilerlerken benzer amaç taşıyan aktörlerle karsılaşması ” Sonucunda çıkmaktadır (Dedeoğlu, 2003, s. 145-146).


Özellikle Realist veya Neo-Realist teorilere göre savas, bir dıs politika aracıdır (Arı, 2006, s. 165) ve geniş insan toplulukları arasında meydana gelen, genel anlamıyla ileri derecede şiddet içeren olay, çarpışma ve çatışmaları içerir. Soğuk savaş gibi politika temelli savaşlar olsa da, savaş kelimesi silahlı kitlesel muharebe olarak değerlendirilir.

Barış kelimesinin zıt anlamlısıdır ve her kullanımında görüş ya da çıkar çatışmasını ihtiva eder.

Savas genel olarak, kisi, devlet ve uluslararası sistem olmak üzere üç düzeyde gerçeklesmektedir. Kisi düzeyinde savas, aynı isi yapıp aynı nesneleri ele geçirmek istediklerinde aralarındaki rekabetin artması sonucu yasanmaktadır. Devlet düzeyinde ise, kisi düzeyindekine benzer bir sekilde, birbirlerinin zenginliklerini talep etmeleri ve toprak kazanma istekleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu düzeyde yapılan savasların elbette görünür baska bir takım sebepleri olmakla birlikte en temel gerekçenin bu oldugu düsünülmektedir.
Uluslararası sistem seviyesinde yapılan savaslar, sistem içinde yer alan aktörlerin karsılıklı iliskilerine, sistemin ekonomik, siyasal, teknolojik ve
kültürel çok değişken lik yapısına bağlayarak açıklanmaktadır. Sistemde var olan aktörlerin karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin karmaşıklaşması, artan rekabet ortamı, ittifakların güçlenip karşılıklı tehdit oluşturmaları, silahlanma yarısı ile artan güvensizlik ortamı, birer savaş sebebi sayılabilmektedir. (Dedeoğlu, s. 147-148).

Çalısmada, çatısma ve savas terimlerinden kastedilen; devlet düzeyinde ve birbirlerinin zenginliklerini talep etmeleri sonucu yasanan, aktörlerin varlıklarını sürdürme ve gelistirme amaçları ile dünya kaynaklarından yararlanmak için genislerken ya da ilerlerken benzer amaç tasıyan aktörlerle karsılasması sonucunda ortaya çıkan sorunların fiziki siddet yoluyla çözüm yöntemi olarak anlasılmalıdır.

Yine bu çalısmada enerji kaynakları dendiginde konvansiyonel enerji kaynaklarından fosil yakıtlar, yani kömür, petrol ve dogalgaz kastedilir ken, diger alternatif enerji kaynakları kapsam dısı bırakılmıstır.

Çatısmaya varan krizlerin enerji politik analizleri yapılırken önce enerji kaynaklarının bölgesel üretim ve tüketim miktarları ortaya konmus ve
ülkeler için önemi grafikler yoluyla vurgulanmaya çalısılmıstır.
Ardından konu Birinci Dünya Savası’ndan itibaren tarihsel süreç içinde ele alınarak kaynakların gelisimi ve yasanan krizlerin esas sebepleri
arastırılmıstır. Çatısma bölgeleri belirlenirken enerji kaynaklarına sahiplik etme ve/veya nakil hatlarını dogrudan kontrol edilebilirlik
prensibi jeopolitik yaklasımlarla haritalar üzerinden degerlendirilerek korelasyon tespit edilmeye çalısılmıstır.

1. Enerji Kaynaklarının Önemi

Ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdilerden olan enerjinin tüketimi, artan nüfus, sehirlesme, sanayilesme ve teknolojinin
yaygınlasmasına paralel olarak sürekli artıs göstermektedir. (Türkiye Genel Enerji Raporu, Eylül 1968, s. 7 ve Kocaoglu, 1996, s. 39).
1900 yılında dünya nüfusu 1,6 milyar, birincil enerji tüketimi 1.000 milyon ton petrol esdegeri (Mtoe) iken, 2008 yılında dünya nüfusu
4,3 kat artısla 6.9 milyara, birincil enerji tüketimi ise 11 kat artısla 11.000 milyon ton (Mtoe) düzeyine çıkmıstır (Tugrul, 2005-2006 Ders Notları ve
www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/.../dpp.doc). Bunun en önemli sebebinin 1870 yıllarından itibaren özellikle basta Ingiltere olmak üzere
Avrupa’da baslayan sanayilesmedeki artıs oldugu söylenebilir.

Dünya liderligi ile enerji kaynakları arasında dogrudan bir iliski mevcuttur. Ingiltere kömür çagı denilen 19. yüzyılın süper gücü iken,
1945 yılından sonra bu liderlik petrole hâkim olan ABD’ye geçmis, ancak geçisin gerçeklestigi 1914-1945 yılları arasındaki dönem savasları
dünyaya çok pahalıya mal olmustur. En kritik dönem olarak kömürün tepe noktasına ulastıgı 1913 yılında yasanan gelismeler oldukça
önemlidir. (Ediger, 2007, s. 32)



Sekil-1: 1982 yılından itibaren bölgelere göre petrol üretim miktarı (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 10.)

Sekil-1’e göre petrolün en fazla üretildigi bölge Orta Dogudur.

Onu Avrupa-Avrasya izlerken, anlamlı miktarda üretilen Kuzey Amerika ülkeleri üçüncü sırada yer almaktadır. Bu üretim oranları genel
anlamda (Kuzey Amerika’daki kısmi daralma ve Avrupa-Avrasya bölgesinde 1990’lı yıllarda meydana gelen azalma hariç) 1980’li yılların
basından itibaren degisiklik arz etmemistir.



Sekil-2: 1982 yılından itibaren bölgelere göre petrol tüketim miktarı (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 13)
Sekil-2’ye göre petrolün en fazla tüketildigi bölgeler Kuzey Amerika ülkeleri, Çin’de görülen artıslardan dolayı Asya Pasifik grubu ve
Avrupa-Asya bölgesi olarak görülmektedir. 

Burada en çok dikkat çeken konu üretim ve tüketim bölgelerindeki, Rusya hariç, asimetrik ve dengesiz durumdur. Petrol en çok Orta Dogu ülkelerinde üretilirken enaz bu bölgede tüketilmektedir. (Mehmet Kocaoglu, 1996, s. 37). Enerji fakiri gelismis ülkeler kalkınmalarının sürekli olabilmesi için petrolebagımlı bir yapı arz etmektedirler. Bu durum geçmiste yasanmıs ve bugün yasanan çatısmaların temel nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.



Sekil-3: 1982 yılından itibaren dünya enerji tüketiminde kaynakların miktarları (BP Statistical Review of World Energy June 2008, s. 42)



Sekil-4: 2003 yılı itibariyle fosil yakıtların kullanım yerlerinin oranları (BBC Turkish, http://www.bbc.uk/turkish/indepth/story/2006/02/060215_ energy_ demand.shtml)


2. Çatısmaların Enerji Politik Analizi

Son yüzyıl içinde yasanan çatısmaya varan krizler asagıdaki sekilde sıralanabilir: Birinci Dünya Savası, Ikinci Dünya Savası, Kore Krizi, Küba Krizi, Filistin Meselesi, Kongo Krizi, Vietnam Savası, Kıbrıs Meselesi, Arap-Israil Savası, Sovyet-Afgan Savası, ABD-Afgan Savası, Birinci Körfez Savası, Ikinci Körfez Savası, Iran Rejim Degisikligi, Kafkas Olayları, Iran-Irak Savası, Dogu Timor Meselesi, Süveys Krizi (Tugrul, “Enerji Politikaları” Ders Notları, 2005-2006, GYTE) .

Bu olayların dısında elbette farklı sebeplerle ulusal veya uluslararası krizler meydana gelmektedir. Ancak çalısmayı hazırlarken diger olaylar ile enerji politik arasında, özellikle kullanılan jeopolitik yaklasıma uygun bir iliski tespit edilememistir. Bu yüzden inceleme hem tarihsel olarak Birinci Dünya Savası’ndan itibaren ele alınarak zamansal açıdan, hem de dogrudan veya dolaylı olarak enerji iliskisi açısından sınırlandırılmıstır.

1900-1914 yıllarında kömür üretimi ani bir yükselis ile iki kat artmıs ve 750 milyon tondan 1500 milyon tona ulasmıstır. (Williams ve Derry, 1982, s. 29). Ortaya çıkan bu üretim artısı, 1870’li yıllardan itibaren basta Ingiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayilesmenin ihtiyaç duydugu enerjiyi karsılamak için gerçeklesmis oldugu söylenebilir (Falvin ve Lenssen, 1994, s. 42). Ancak emre amade kılınan yüksek miktardaki kömürün paylasım sorunu dünyaya 1914 yılında büyük bir felaket yasatmıstır.

Aynı mantık Ikinci Dünya Savası ile ilgili de yürütülebilir. Yani 1930’lu yıllardan itibaren petrol enerji kaynaklarındaki öncü rolü kömürden almaya ve zengin petrol yatakları kesfedilmeye baslanmıstır.

Özellikle Ingiltere’nin adalarındaki zengin kömür yataklarına ragmen öncelikle kendi donanmasını baska ülkelerde bulunan petrole bagımlı kılmasının arkasında son derece stratejik bir tercih yatmaktadır. Bunun sebebi daha fazla güç, daha fazla hız ve daha yüksek ates gücü gereksinimi oldugu söylenebilir (Ulugbay, 1995, s. 92). Ardından dünya petrol üretim miktarı yıllık 1920’de 900 milyon varilden 1930’da 1700 milyon varile, 1935’te 2000 milyon varilden 1940 yılında yaklasık 2350 milyon varile ulasmıstır. 1945 yılında savas bittiginde ise 3000
milyon varil petrol üretimi gerçeklestirilmisti.

 (http://www.eia.doe.gov/neic/speeches/Caruso061305.pdf). 
Yine bu üretimin bu kez petrol için paylasım sorunu Ikinci Dünya Savası’nın enerji politik sebebini meydana getirmistir.

Her iki dünya savası için yapılan bu degerlendirmeler bazı disiplinler tarafından indirgemeci yaklasım olarak ifade edilmekte ve asıl sebeplerin daha siyasi ve askerî nitelikli oldugu iddia edilmektedir.

Bu tespit eksiktir, çünkü bahsedilen ve deklare edilmis gerekçeler, asıl sebebi teskil eden gizli ve arka planda yer alan enerji kaynaklarına erisim ve güvenli sekilde batıya nakli konusunu gizlemeyi basarmıstır Birçok siyasi analizde yer almayan enerji politik gerekçeler, savas ve çatısmaların tam ve dogru olarak nedenlerini ifade etmekte ve gelecege yönelik tarihsel ipuçları vermektedir. (Acun, 1949, s. 23).

Ilk birincil enerji kaynagı olarak kabul edilen kömür önce, Büyük Britanya daha sonra Fransa, Almanya ve A.B.D.’nde yogun olarak üretilmeye baslanmıs ve 18 ve 19. yüzyılın temel enerji konumuna gelmistir. (Yergin, 1995, s. 625). Dünyanın en fazla kömür üreten ülkesi olan Ingiltere’de, 1800 yılının basında 10 milyon ton olan maden kömürü üretimi 1850’lerde 5 misline, 50 milyon tona çıkmıs ve 1900’da, 225 milyon tona ulasmıstır. (http://www.makingthemodernworld.org.uk/learning_ modules/history/04.TU.04/?section=4). 

Dünyada ise 20. yy. basında büyük kömür üreticilerinin gerçeklestirdigi gelismelerle ve yeni üreticilerin ortaya çıkmasıyla maden kömürü üretimi 1 milyar tonu asmıstır.



Tablo-1: 1905 yılı dünya kömür üretimi (Encyclopedia Britannica, 11th ed.)


Bu dönemde enerji politikası, enerjinin baslıca kaynagı olan maden kömürü yataklarına sahip olan Büyük Britanya, Fransa, Almanya
ve A.B.D üzerine kurulmustur. Fransa ve Almanya arasındaki basta zengin kömür yatakları ile Rusya ve Ortadogu’daki yeni petrol bölgeleri
enerji politikaları açısından, Birinci Dünya Savası’nın enerji-politik nedenini olusturdugu degerlendirilmektedir.



Sekil-6: 1914 yılında Avrupa’nın durumu ve Alsace-Loren (http://www.6dtr.com/TARIH/haritalar/63-1914_avrupa.jpg)
Sekil-6’ya göre Alsace-Loren bölgesinde Avrupa’nın en önemli kömür yatakları mevcuttur. Bu sebeple Fransa ile Almanya arasında sürekli
savas sebebi olmustur.



Sekil-7: Bagdat Demiryolu (http://selsil.blogspot.com/2005/06/lojistikberlin-bagdad-demiryolu.html)

Sekil-7’deki haritada görülen Berlin-Bagdat-Basra Demiryolu, Padisah Sultan II. Abdülhamit döneminde Almanlar tarafından insa edilmistir. O
dönemde iki nehir arası (Fırat-Dicle) bölgede arastırma yapan bir Alman heyeti petrol yataklarının varlıgını kanıtlamıs ve Osmanlı Devleti’nden
arama izni istemistir. Bunun üzerine Abdülhamit Musul ve Kerkük bölgesini özel mülkiyeti oldugunu ilan etmistir (Kocaoglu, 1996, s. 88).
Bagdat Demiryolu’nun insa gerekçesi de burada çıkarılan petrolün batıya naklini gerçeklestirmektir. Dolayısıyla demiryolunun ilk büyük
enerji nakil hattı oldugu söylenebilir. Ayrıca Bagdat Demiryolunun 20 km. sagında ve solunda her türlü maden arama yetkisi de Almanlara,
anlasma geregi verilmistir (Ulugbay, 1995, s. 112). Ingiltere bu projeyi kendisi için büyük bir tehdit olarak kabul etmistir (Kocaoglu, 1996, s. 88).



Sekil-8: Sevr Haritası ( www.osmanli700.gen.tr/olaylar/olays6.html )
Sekil-8’deki Sevr Haritasına bakıldıgında ise, Orta Dogu bölgesinde bulunan petrol kaynaklarına ulasmak ve kaynakları güvenli bir sekilde batı ülkelerine nakledebilmek maksadıyla tarihin her safhasında engel teskil eden Türk Milletinin bu güzergâh üzerindekietkinliginin ve kontrolünün azaltılmak istendigi görülecektir. (Kocaoglu, 1996, s. 30). Berlin-Bagdat Demiryolu da bu nakil hattının omurgasını meydana getirmektedir. 

Ayrıca Ingiltere Kafkaslara giden yolu sözde Kürdistan (Ulugbay, 1995, s. 156-157) ve Ermenistan projeleri ile açmak ve Hazar petrollerine de ulasmak istiyordu (Kocaoglu, 1996, s. 91). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


****