25 Şubat 2017 Cumartesi

SUDAN İÇ SAVAŞI,


SUDAN İÇ SAVAŞI,



Serdar ÖRNEK*1 
*Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 

Özet 

Sudan İç Savası 1955-1972 ve 1983-2005 yılları arasında iki asamalı olarak yasanmıstır. Savas temelde Kuzey Sudanlılar’ın tarih içinde farklı medeniyetlerin etkisi altına girmeleri nedeniyle Güney Sudanlılar’ın dinsel, kültürel ve sosyal olarak kendilerinden farklı olmalarını kabullenememelerinden kaynaklanmıstır. 
Kuzey’de yasayanlar çoğunlukla Müslüman iken Güneyde yasayanlar Animist ya da Hırıstiyandır. Ayrıca ülkenin kuzeyinde ciddi bir Arap nüfusu da bulunmaktadır. Kuzey’in Güneyliler’i asimile etme çabaları ve ülkede ikinci sınıf vatandaslar olarak yasama olasılığı Güney’de tepkiyle karsılanmıstır. 

Dolayısıyla Güneyliler ülke 1 Ocak 1956’da İngiltere’den bağımsızlığını elde etmeden önce 1955 Ağustos’unda isyan etmislerdir. 

Ülkenin Bağımsızlığını elde etmesinden sonra yönetim ya askerlerin ya da kısa süreli de olsa bu asimile politikasını destekleyen sivillerin elinde olduğundan demokratik veya barısçıl yöntemlerle bir sonuç elde edilememistir. 

Güney Sudan 

Özgürlük hareketi ülkenin güneyinin büyük bir bölümünün kontrolünü eline geçirince 1972’de Sudan hükümeti Güneylilerle Adis Ababa Antlasması’nı imzalamıslardır. 
Bu antlasmayla Güney Bölgesi Meclisi’nin kurulması, Güney’e politik ve ekonomik otonomi verilmesi, genel af ve mültecilerin geri dönmesine izin verilmesi kararlastırılmıstır. 
Birinci iç savasta bes yüz binden fazla kisinin hayatını kaybettiği ve yüz binlerce kisinin yurtlarını terk etmek zorunda kaldıkları tahmin edilmektedir. 

Adis Ababa anlasmasından kaynaklanan otonomi sayesinde güneyliler daha liberal bir yasam tarzına sahip olarak yasarken ülkede barıs ortamı devam etmistir. 
Güneyde petrol kaynaklarının kesfedilmesiyle kuzeyliler Adis Ababa anlasmasının değistirilmesi yönünde taleplerde bulunmaya baslamıslardır. 
Ayrıca kuzeyde Müslüman Kardesler Örgütü’nün etkisini artırmasıyla güneyliler üzerinde Araplastırma ve İslamlastırma politikaları da canlanmaya baslamıstır. 
1981 yılında Sudan devlet baskanı Nimeiri Güney Bölgesi Meclisi’ni ve Adis Ababa Antlasmasını feshetmistir. Ayrıca Nimeri Arapça’yı resmi dil olarak kabul ederek, Eylül 1983’te tüm ülkede seriat kanunlarının geçerli olacağını ilan etmistir. Bu gelismeler üzerine ülkede ikinci iç savas dönemi baslamıstır. 2005 yılına kadar devam eden çatısmalar Kenya’da varılan bir uzlasmayla sonuçlanmıstır. Bu antlasma çerçevesinde 9 

Temmuz 2011 tarihinde Güney Sudan’da yapılan bir Referandumla Güney Sudan Bağımsızlığına kavusmustur. 

Bu çalısmada Güney Sudan 9 Temmuz 2011’de Bağımsızlığını elde etmis olsa da, Darfur sorunu 2011’de yapılan barıs antlasmasıyla yatısmıs gibi gözükse de maalesef bu antlasmaların bölgeye istikrar getirmeyeceği ve bölgedeki çatısma ortamının daha uzun bir süre devam edeceği öngörüsünde bulunulmaktadır. Bu konudaki temel dayanağımız ise barıs antlasmalarının ekonomik kaynakların paylasımı ve yeni sınırlar konusunda ciddi sorunlara yol açabilecek belirsizlikler barındırmasıdır. 

Hala hem Sudan hem de Güney Sudan devletleri içinde gerginlik kaynağı olusturabilecek etnik ve dinsel farklılıklar mevcuttur. 

Bunun yanında Güney Sudan’da özellikle iki büyük kabile (Dinka ve Nuer) arasında ülkedeki yönetime hakim olma çekismesi devam etmektedir. ABD ve Çin gibi uluslararası aktörlerin bölgedeki farklı politikaları ve farklı bölgesel aktörlere olan destekleri zaten bıçak sırtı olan barıs ortamını daha da olumsuz etkilemistir. 

Güney Sudan ve Sudan iliskileri en basından itibaren gergin baslamıs ve bazen silahlı çatısma seviyesine dönüsmüstür. Güney Sudan ve Sudan arasında bu gerginlikler yasanırken Temmuz 2013’de Güney Sudan’da iç savas baslamıstır. Bu iç savas kanlı bir sekilde devam etmektedir. Bölgesel ve uluslararası aktörlerin müdahaleleri nedeniyle de kısa bir süre içinde çözümlenecek gibi görünmemektedir. 



***


KIBRIS PETROL İÇİNDEMİ YÜZÜYOR


KIBRIS PETROL İÇİNDEMİ YÜZÜYOR, ?


LEFKOŞA - Züleyha Karaman
21.09.2011

Rumların, Türkiye ve KKTC'nin tüm uyarılarına rağmen, petrol ve doğalgaz sondajına başlaması, petrol gerginliğini iyice tırmandırdı.


Rumların, Türkiye ve KKTC'nin tüm uyarılarına rağmen, petrol ve doğalgaz sondajına başlaması, petrol gerginliğini iyice tırmandırdı.

***




AA muhabirinin derlemesine göre, Adanın etrafını çevrelediği belirtilen zengin petrol yatakları, son yıllarda, devam eden Kıbrıs müzakerelerini de gölgeledi ve adadaki tansiyonu yükseltti. Rumların, sondaja başlamasıyla Ada'da yeni bir süreç başlamış oldu.

Noble Energy şirketinin üst düzey bir yetkilisine göre, Kıbrıs Rum kesimin tek yanlı parsellediği ''12. ve 3. parsel''deki yataklar ''çok büyük'' ve ''Bu iki Kıbrıs parselinde bulunan yataklar Avrupa'nın önümüzdeki 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilecek ölçüde.''

Kıbrıs Rum yönetimi 2003 yılında Mısır'la başladığı Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arama anlaşmasına, 2007'de Lübnan, Suriye ve İsrail ile devam etti.
Hidrokarbon arama ruhsatı ihalelerine ilk olarak Şubat 2007'de başlayan Rum yönetimi, Doğu Akdeniz'i kendince parsellere ayırarak, uluslararası ihaleye çıktı.
Rum yönetimi, ''Afrodit'' adı verilen 12 parselde petrol ve doğalgaz arama ruhsatını, Amerikan menşeli Noble Energy şirketine verdi. Geçtiğimiz aylarda, petrol ve doğal gaz aranmasına, sözde ''bağımsızlık günü'' olan 1 Ekim'de başlanacağını duyuran Rum yönetimi, bu kararını öne alarak, sondaja 18 Eylül Pazar akşamı başladı. Rum radyosu, sondaja başlayan Noble Energy şirketinin platformunun üzerinde İsrail insansız casus uçaklarının uçuş yaptıklarını ve İsrail donanmasına ait gemilerin de platformun doğusunda görüldüklerini duyurdu.
Sondaj öncesi, İsrail'in ''Leviathan'' ismi verilen parselinde bulunan doğalgaz platformu 12. parsele taşındı.

Eski Rum bakan uyardı,

Rum yönetiminin 2003'de Mısır'la yaptığı anlaşmaya imza koyan, Kıbrıs Rum yönetimi eski dışişleri bakanlarından Nikos Rolandis de, Rum yönetimine, sözde 
''Münhasır Ekonomik Bölgesi'' (MEB) içerisinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarıyla ilgili Türkiye'nin uyarılarını dikkate alması çağrısı yaparak, 
'' Türkiye Dediğini Yapar '' dedi.

Atalay'dan Rumlara Çağrı


14-17 Eylül'de KKTC'yi ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da Kıbrıs Rum tarafının Doğu Akdeniz'de doğalgaz ve petrol arama girişimlerinin ekonomik değil, siyasi bir manevra olduğunu belirterek, Kıbrıs Rum kesimini bu tür provokatif faaliyetlerden kaçınmaya çağırdı.



KIBRIS VE ENERJİ ,



Serdar ÖRNEK*1 
*Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 
Baransel MIZRAK**2 
**Kocaeli Üniversitesi, Siyasi Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi 


Giris 

Hiç süphesiz Kıbrıs adasının bulunmus olduğu coğrafi konumun getirmis olduğu stratejik kazanımlar birçok devletin dikkatini çekmistir. Bölgede olduğu söylenen doğalgaz rezervleri Kıbrıs adasının ehemmiyetini bir kat daha artırmıs ve AB, ABD ve Rusya gibi taraflar bu gelismeyi yakından takip etmistir. 

1960 anlasmalarıyla Türk ve Rum toplumlarının iradesine dayanan Kıbrıs devletinin Rum tarafının kendilerini adanın tek hakimi olarak görmesi ve düzen aleyhine girisimlerde bulunmasıyla bozulmustur. 50 yılı askın çözümsüz kalan Kıbrıs Sorununda Kıbrıs Rum kesimi, 1960 Londra-Zurih Anlasmalarıyla ortaya konulan “Sui-Generis” yapıya aykırı olmasına rağmen adanın tümünü temsil ettiği iddiasıyla Avrupa Birliğine girmistir. Sonrasında “Annan Planı” ortaya konulmus yine ada da iki toplumun iradesine dayanan bir devlet Rum tarafının vetosu nedeniyle kurulamamıstır. 

Kıbrıs adası ve çevresinde doğalgaz ve petrol olduğu yönündeki iddialar halihazırda ekonomik krizle boğusan Rum tarafında büyük bir heyecana yol açmıstır. Bizde bu çalısmamızda Rum tarafının adada henüz kapsamlı bir çözüm olmamasına rağmen tek taraflı olarak Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) ilan etmesi ve bu bölgelerde doğal kaynak arama çalısmalarına baslamasından söz edeceğiz. Tabi ki bu ilan sonrasında tarafların hukuki değerlendirmelerine değindikten sonra Kıbrıs Rum Yönetiminin tek taraflı olarak bölgesindeki ülkelerde yaptığı MEB ve Kıta Sahanlığı sınırlandırma anlasmalarından ve buna Türkiye’nin verdiği tepkilerden bahsedilecektir. 

Çalısmamızın sonuç bölümünde ise Rum kesiminin tek taraflı olarak yaptığı girisimlerin ve tehditlerin Türkiye ve KKTC lehine nasıl döndürülebileceği hususunda çözüm önerilerinde bulunulacaktır. 

1) Münhasır Ekonomik Bölge Nedir? 

Birlesmis Milletler Deniz Hukuku Sözlesmesinin verdiği tanıma göre Münhasır Ekonomik Bölge, karasuların ölçülmeye baslandığı esas hat itibariyle 200 deniz milinin ötesine uzanmayan ve kıyı devletine, deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki alanlarında birtakım hak ve yetkiler tanıyan deniz alanına denilmektedir. Yani MEB alanına sahip olan bir devlet sözlesmenin de belirttiği üzere deniz yatağı altında ve üstündeki sularda, deniz yataklarında ve toprak altında canlı ve cansız kaynakların arastırılması, isletilmesi, muhafazası ve yönetimi konularında, aynı sekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi bölgenin ekonomik anlamda isletilmesi ve arastırılmasına yönelik egemen haklara sahip olmaktadır3. Bu hakların yanında kıyı devleti yapay adaları da bu bölgede insa edebilmektedir. Ancak bu hak ve yetkilere rağmen bu bölge açık deniz gibi değerlendirilmekte diğer devlet gemileri bu alanda seyredebilmekte, uçak uçurabilmekte ve denizaltı kablo ve boru hatları döseyebilmektedir. Diğer devletlerin, kıyı devletinin yetkilerine herhangi bir zarar verilemeyeceği gibi, aynı sekilde kıyı devleti de diğer devletlerin kendi yetkilerini kullanabilmesinde aynı hassasiyeti göstermesi gerekmektedir. Aynı zamanda coğrafi açıdan elverissiz olan devletlerde, hakkaniyet çerçevesinde eğer doğal kaynaklarda yeterli hacim olursa bu kaynaklardan yararlanabilme hakkına sahiptir.4 

2) Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Adası Çevresindeki Faaliyetleri ve Türk Tarafının Tepkileri 

KKTC Genel Baskanı ve o dönemin Devlet Bakanı ve Basbakan Yardımcısı Serdar Denktas adanın etrafında dünyanın en zengin doğal kaynakları olduğu ve bu kaynakların AB ve ABD tarafından kontrol altına alınmak istediğini açıklamıstır. Bu Annan planı öncesinde açıklanmıs ve adada çözümü sağlayacak olan Annan Planına ilgili tarafların tam destek verdiğini ifade etmistir.5 Fakat Annan Planı da Rum tarafının vetosu nedeniyle kabul edilmemistir. Daha sonradan, 2003 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın çevresinde petrol ve doğalgaz arama çalısmalarına baslamıstır. 2003 yılında Mısır ile MEB sınırlandırma anlasması imzalanmıs, 2007 yılında ise Lübnan ile MEB anlasmasına imza konulmustur. 
2010 yılında ise benzer bir anlasmayı İsrail ile Mavi Marmara baskınından sonra imzalamıstır. GKRY’nın Kıbrıs adasının etrafını tek taraflı olarak parsellere ayırmak suretiyle uluslararası ihaleye çıkardığı ve Afrodit olarak da isimlendirdiği 12. bölgede İsrail’e Delek Firması ve ABD’li Noble sirketi aracılığı ile doğal kaynak arama izni vermistir.6 

Mısır, Türkiye’nin tüm girisimlerine rağmen GKRY ile MEB sınırlandırmasını öngören anlasmayı 17 Subat 2003 yılında imzalamıstır. Mısır, ortay hat ele alınarak yapılan bu anlasma sonucunda bölgede önemli kayıplara uğradığı görülmüstür. Oysa Türkiye kıyıları esas alınarak yapılacak bir anlasma, Mısır’a 12.000 km2 daha fazla alan verecekti.7 Mısır’da Mübarek yönetiminin düsmesi sonrasında Mısır GKRY ile olan yaptığı bu anlasmayı hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesiyle iptal etmistir. Prof. Dr. Ata Atun ise Rumlarla Mübarek döneminde yapılan anlasmanın iptal edilme sebebinin Mübarek tarafından Mısır hazinesinden çalınan paraların Rum bankalarında güvenli tutabilme karsılığında Rumlara adeta bu bölgeleri hibe ettiğini ve yeni yönetiminde uluslararası hukuka dayanarak bu yapılan anlasmayı iptal ettiğini söyleyecektir.8 

Lübnan ile de GKRY MEB anlasması imzalamayı basarmıs, bunun üzerine Türkiye Lübnan Büyükelçiliğine bir nota vererek mevcut anlasmanın Türkiye ve KKTC’nin mevcut hak ve menfaatlerini göz önüne almadığı ve GKRY yönetiminin adanın tümünü temsilen böyle bir girisimde bulunamayacağını belirtmis ve anlasmanın uygulanmamasını istemistir. 
Bunun üzerine Lübnan yapılan anlasmayı parlamentosunda bekleterek oylamayı ertelemistir. Bunda süphesiz Türkiye’nin notası etkili olmustur.9 

2004’te Rumlar tek taraflı olarak ilan ettiği MEB bölgesinde bölge devletleriyle MEB anlasmaları imzalamaya girismistir. Rumlar 2007 yılında da Kıbrıs’ın güneyinde sözde belirlenen MEB alanında 70 bin km2 alanda 13 adet petrol arama ruhsatı ilan etmistir. Rum kesimi belirlenen bu alanlardan 12 Parseli (Afrodit Bölgesi) ABD’li Noble sirketine, ikinci saha ihalesini Dtalya ve Fransa'ya, 2,3,9 nolu parselleri ENI'ye, 10 ve 11 nolu parselleri de Total'a vermistir. Aynı zamanda o dönemde Yunanistan, İsrail ve GKRY Enerji Bakanları anlasma imzalayarak üç ülkenin “enerji tedariği güvenliğini, sürdürülebilir kalkınmayı ve bölgesel isbirliğini” güçlendirmesini öngörmektedir. Avrupa Birliği ise bu gelismeleri destekler pozisyonda olmustur. Doğu Akdeniz gazı sayesinde Rumların borçlarını ödeyebileceği ve Rus tarafına olan Avrupa bağımlılığı azaltabileceği beklentisiyle Rum girisimlerini tesvik etmistir.10 

2010 yılında Dsrail ile GKRY arasında yapılan MEB sınırlandırma anlasması sonrasında Hristofyas üst düzey protokolle İsrail’de karsılanmıstır. Bu ziyarette GKRY üzerinden bölgede çıkarılacak olan enerjinin Avrupa’ya tasınması ve bunun içinde çalısma grubu kurulması kararları alınmıstır. 

2009 yılında ise Türk savas gemileri, Türkiye kıta sahanlığına girdiği için, Rumların ilan ettiği sözde MEB’te arastırma yapan Panama bandıralı Norveç gemisini engelleyerek faaliyette bulunmasını engellemistir. Bundan sonraki asamalarda da birçok sismik arastırma gemisi Türkiye tarafından engellemelere tabi tutulmus ve Türkiye bölgede bir ‘Fait Accopli’ ye müsaade etmeyeceğini bu tavırlarıyla göstermistir.11 

ABD sirketi Noble sondaja basladıktan 3 gün sonra KKTC, Türkiye’ye KKTC etrafında petrol ve doğalgaz arama ruhsatı vermis ve 2008 itibariyle iki boyutlu sismik arastırması yürüten Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Ekim 2011 itibariyle üç boyutlu sismik arastırmalara baslamıstır. Bunun yanında Doğu Akdeniz’de sondaj çalısması da planlayan Türkiye Kasım 2011 yılında Royal Dutch Shell firmasıyla isbirliği anlasması imzalamıstır. Türkiye GKRY’nin tek taraflı ihalelerinden sonra da bölgede savas gemileri, savas uçakları ve denizaltılarında katılımıyla tatbikatlar düzenlemis ve bu tatbikatlar Limosol ve Larnaka’da izlenebilmistir. Tatbikatın yapıldığı alanlar ise Rum kesiminin karasularının hemen dısında kaldığı görülmüstür.12 Bu arada da Rumların Ticaret Bakanlığı Enerji Direktörü Solon Kassinis sondaj platformunun 1650 metrelik deniz tabanına ulasarak 80 metre de tabandan toprağı deldiğini açıklamıstır. Dönemin Basbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise buna tepki göstererek: “Biz de su anda KKTC ile adımı atmıs vaziyetteyiz, çok kısa bir süre içerisinde, bu hafta içerisinde olması da mümkündür, münhasır ekonomik bölgemiz içerisinde bu çalısmaları baslatacağız” açıklamasında bulunmustur.13 GKRY bu arada da Mısır, Lübnan ve Dsrail ile yaptığı anlasmayı Libya ile de yapmaya gayret etmistir. 

3) Rumların Tutumu 

Rum kesimi, 1960 anlasmalarına aykırı olmasına rağmen Avrupa Birliğine girmeyi basarmıstır. Avrupa Birliği üyesi olarak Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinde Avrupa Birliğinden destek alması daha da kolay olmustur. Rum tarafı her ne kadar bölgede çıkarılacak olan kaynakların Türk tarafının da faydalanacağını ve kendileriyle de paylasılacağını ifade etse de, takdir yetkisinin adadaki iki toplumlu yapıda değil kendilerinde olduğunu düsünmektedirler. Fakat bu tür bir çözüm önerisi Türk tarafınca reddedilmekte ve 1960 düzeninden hareketle adada kapsamlı bir çözüm olmadan Rum tarafının doğal kaynakları tek basına çıkaramayacağını ifade etmektedir. 

Rumların süphesiz bu kadar enerji kaynaklarının üzerinde durmasının sebebi yasadıkları ekonomi kriz gösterilebilir. Vasiliko Elektirik Santralinde meydana gelen patlama ve KKTC’den alınan elektrik Rumların gururunu incitmis ve doğal kaynakları arama çalısmaları onur meselesi haline gelmistir. 

GKRY’nin parsellediği MEB alanlarından 7.000 km2’lik bölümü Türkiye’nin alanına girmekte ve diğer alanlardan 48.000 km2 alanda da KKTC’nin de hakkı bulunmaktadır. Diğer yandan Yunan ve Rum Kesiminin girisimleri sonuç verirse 145.000 km2’lik alandan 71.000 km2’lik alan Yunanistan’a, 33.000 km2’lik alan GKRY’ye kalacak kendisine ise sadece 41.000 km2’lik bir alan kalacaktır.14 

4) Tarafların Hukuki Argümanları 

İlk olarak Rum kesiminin alanları sınırlandırmada kullandığı yöntem, 1982 Deniz Sözlesmesinde de öngörülen ‘Ortay Hat Çizgisi’dir. Ortay Hat Çizgisi devletler arasında esit mesafelerden (orta noktadan) sınırın geçmesini öngören bir uygulamadır. Dolayısıyla devletler arasındaki mesafe ne kadar büyükse alanda bir o kadarda büyük olmakta, küçük olması halinde ve devletlerarasında mesafenin yakın olduğu durumlarda ise deniz alanı orta noktadan bölünmektedir. Her ne kadar GKRY, Mısır ve Lübnan ile yaptığı anlasmalarda ‘Ortay Hat Çizigisi’ni esas alsa da, BM Deniz Hukuku sözlesmesinde Hakkaniyet İlkesinin de göz önüne alınması gerektiği belirtilmistir. Fakat GKRY’nin bu bağlamda hakkaniyetten anladığı sadece ‘Ortay Hat Çizgisi’dir. Bu uygulamanın yapılması halinde Türkiye’ye Kıbrıs adasının kuzeyinde çok az bir alan kalırken, GKRY’ ye ise çok büyük bir alan bırakmakta bu da hakkaniyet ilkesine aykırı olmaktadır. Örneğin, GKRY’nin tek taraflı olarak böldüğü 13 parselden sadece 12’ci parseli KKTC kadar alanı kapsamaktadır. Hakkaniyet ilkesinin ne kadar ihlal edildiği buradan da kolaylıkla anlasılabilir. 

Türk tarafının bu konudaki tezlerine bakılırsa, hakkaniyet ilkesi gereği devletlerin karsılıklı hak ve rızasına dayanarak anlasmalar yoluyla bölgelerin sınırlandırılmasıdır. 

Bu bağlamda tüm devletlerin çıkarlarının gözetilmesi çok önemli olmaktadır. Deniz alanlarının sınırlandırılmasına iliskin teamül ve yargı kararlarına bakıldığı takdirde açık bir sekilde görülecektir ki, coğrafi faktörlerin yanında söz konusu denizin özel konumu (açık deniz mi kapalı deniz mi?), doğal kaynaklarının zenginliği ve denizde hak ve menfaati olan devletin sosyo-ekonomik özellikleri de göz önüne alınması gereken önemli hususlar olarak karsımıza çıkmaktadır. Yani kısaca deniz sınırlandırılmasında hakkaniyet, esit uzaklık, orantısallık, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama ve özel ve beseri kosullar gibi prensipler kullanılmaktadır. Türkiye’de kıstasların bunlara göre alınması ve hukuka uygun bir sınırlandırma yapılmasını istemektedir.15 


5) Sonuç ve Öneriler 

İlk olarak Türkiye’nin bölgede bir MEB politikasının olması gerekmektedir. Yunanistan ve GKRY bu konuda gayet aktif olmalarına rağmen Türkiye bu konuda yeterince iyi bir pozisyon alamamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle MEB anlasmaları yapması yararına olacaktır. AB Dönem Baskanlığı öncesine GKRY’nin hemen arama çalısmalarına baslaması Türkiye’yi agresif bir devlet pozisyonuna sokmak istemesindendir. Türkiye agresif devlet imajından kaçınmalı ve olabildiğince diğer devletlere diplomatik baskı kullanmak suretiyle hakkını arama yoluna gitmelidir. GKRY, AB üyeliğinde olduğu gibi “0 toplamlı oyun” pesinde olabilir. Böyle bir politika ile karsılasılması durumunda Türkiye’nin de benzer politikalarla cevap vermesi ve hukuken haklı olduğu yönünde güçlü bir lobi faaliyetinde bulunması gerekmektedir. Diğer yandan gerginlik seviyesinin kontrollü bir biçimde ilerlemesi de Türkiye’nin yararına olacaktır. Türkiye’nin artan askeri üstünlüğünün farkında olan Yunan ve Rum tarafı ekonomik krizinde vermis olduğu yükle Türk tarafına karsı fazla bir karsı girisimde bulunmaya yeltenemeyecektir. Hali hazırda Türk tarafının karsı olduğu böyle bir durumda GKRY ile anlasma yapan sirketlerde kendilerini rahat hissedemeyecektir. Kontrollü gerginlik politikası bahsedildiği üzere ekonomik kriz, petrol arama çalısmalarının yarattığı yük, siyasi belirsizlik ile de birlesirse Rum tarafı kolay hareket edemeyecektir. Akdeniz’deki doğal kaynaklar konusunda oldubittiye (Fait Accopli) müsaade eden Türkiye, Rumların AB üyeliğinde olduğu gibi çok zor duruma düsecek ve Akdeniz’deki varlığı tartısmalı hale gelecektir. Bu Türkiye’nin bölgedeki durumu için hayati derecede önemli bir meseledir. Bu arada Yunan ve Rumların belirlediği alanlarda balıkçılık açısından 

Akdeniz’de en verimli alanlara denk gelmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin Rum ve Yunan tarafının girisimlerine müsaade etmemesi için birçok sebep bulunmaktadır.16 

Bu arada Rum kesiminin çıkardığı ve pazarlamak içinde Yunanistan üzerinden pazarlamayı düsündüğü boru hattı projesinin maliyeti yaklasık olarak 17 milyar dolar tutmaktadır. GKRY’nin çıkardığı gazı Mısır ve Ürdün’e pazarlaması da alternatifleri daraltmaktadır. Diğer alternatif ise Limosol yakınlarında gazı sıvılastıracak bir tesis kurmak fakat bu da yaklasık olarak 8-10 milyar dolar tutmaktadır. Tek hesaplı güzergah Türkiye gözükmektedir. Fakat eğer Yunan ve Rum kesimi daha masraflı yoldan geçirerek Türkiye’yi bypass etmek isterlerse de Türkiye’nin enerji koridoru olma iddiası zarar görebilir. Bu yüzden Kıbrıs’taki çözüm herkesin yararına görülmektedir. Bölgede Dngiltere ise bekle-gör politikası uygulamaktadır ancak ada çevresinde bulunacak olan kaynaklardan hak istemesi pek olasıdır. 

Diğer yandan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) arama çalısmalarında daha etkin olabilmesi için teknik kabiliyetinin de artırılması çok önemli bir husustur. 

Bölge ülkeleri ile olan iliskilerimizin iyi olması da bize bu doğrultuda önemli kazanımlar sağlayacaktır. Örneğin Dsrail ile iliskilerimizin bozulmasını fırsat bilen GKRY’nin İsrail ile iliskilerimizin düzelmesi karsısında pozisyonunun zayıflayacağını söyleyebiliriz. Diğer yandan Dsrail’in Leviathan bölgesinde çıkardığı doğal kaynağı Türkiye üzerinden uluslararası pazara ulastırması da bizim açımızdan önemli bir avantaj olacaktır. 

Rum radyosu, sondaja başlayan Noble Energy şirketinin platformunun üzerinde İsrail insansız casus uçaklarının uçuş yaptıklarını ve İsrail donanmasına ait gemilerin de platformun doğusunda görüldüklerini duyurdu.

Sondaj öncesi, İsrail'in '' Leviathan '' ismi verilen parselinde bulunan doğalgaz platformu 12. parsele taşındı.

Eski Rum bakan uyardı

Rum yönetiminin 2003'de Mısır'la yaptığı anlaşmaya imza koyan, Kıbrıs Rum yönetimi eski dışişleri bakanlarından Nikos Rolandis de, Rum yönetimine, sözde ''Münhasır Ekonomik Bölgesi'' (MEB) içerisinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarıyla ilgili Türkiye'nin uyarılarını dikkate alması çağrısı 
yaparak, ''Türkiye dediğini yapar'' dedi.

Atalay'dan Rumlara çağrı,

14-17 Eylül'de KKTC'yi ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da Kıbrıs Rum tarafının Doğu Akdeniz'de doğalgaz ve petrol arama girişimlerinin ekonomik değil, siyasi bir manevra olduğunu belirterek, Kıbrıs Rum kesimini bu tür provokatif faaliyetlerden kaçınmaya çağırdı.
http://aa.com.tr/tr/dunya/kibris-petrol-icin-de-mi-yuzuyor/411704


DİPNOTLAR;

1 Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 
2 Kocaeli Üniversitesi, Siyasi Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi 
3 BM Deniz Hukuku Sözlesmesi için Bknz, http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf (Erisim Tarihi: 01. 10. 2014) 
4 Cenap Çakmak, “Uluslararası Hukuk: Giris, Teori ve Uygulama”, Ekin Yayınları, 2014, s. 171 
5 “ Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor? ”, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor Sabah Gazatesi, 21.09.2011 
6 Hasan Selim Özertem, “Doğu Akdeniz’de Enerji Oyunları”, USAK Analist Dergisi, Sayı: 9, Yıl:1 Kasım 2011 
7 Sertaç H. Basaren, “Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyusmazlığı”, SAREM (Stratajik Arastırma ve Etüt Merkezi) Ocak 2010, s.149 
8 “Prof. Atun: Anlasmayı bozan Mısır haklı”, 
http://www.haber7.com/kibris/haber/1000555-prof-atun-anlasmayi-bozan-misir-hakli , Haber7.com, 11 Mart 2013 (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
9 Basaren, “ Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyusmazlığı ”, s.153 
10 Dr. Göknur Akçadağ, “Doğu Akdenizde Enerji Jeopolitiği ve Bölge Ülkelerine Yansıyan Rekabeti”, turkishnyy.com, 15.09.2014 (Erisim Tarihi:01.10.2014) 
11 “Rum Radyosu:” Türk Gemisi Yine Petrol Arayan Gemiye Müdahale Etti ”, http://www.haberler.com/rumradyosu-
turk-savas-gemisi-yine-petrol-arayan-haberi/ 25 Kasım 2008 (Erisim tarihi:01.10.2014) 
12 Cenk Özgen,i Güvenliğine Yönelik Bir Girisim:Akdeniz Kalkanı Harekatı”, Akademik Ortadoğu, Cilt 8, Sayı 1, 2013, ss.109-110 
13 “Rumlar Akdenizde sondajı baslattı, ‘savas gemisi ve TPAO’ resti çektik”, Hürriyet Gazatesi, 20 Eylül 2011 
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/18773690.asp 
14 Dr. Sertaç H. Baseren, “ Doğu Akdenizde Gerilim”, Turkish Marine Research Foundation, 
http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id=95:dou-akdeniz-serhat-h-
baeren&catid=40:muenhasr-ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=en (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
15 Dbrahim Kaya, “Doğu Akdenizdeki Gerginliğin Hukuki Boyutu”, USAK Analist 9 sayı 1 yıl, ss.56-57 

KAYNAKÇA ;

“Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor?”, 
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor Sabah 
Gazatesi, 21.09.2011 “Prof. Atun: Anlasmayı bozan Mısır haklı”, 
http://www.haber7.com/kibris/haber/1000555-prof-atun-anlasmayi-bozan-misir-hakli , 
Haber7.com, 11 Mart 2013 (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
“Rum Radyosu:”Türk Gemisi Yine Petrol Arayan Gemiye Müdahale Etti”, 
http://www.haberler.com/rum-radyosu-turk-savas-gemisi-yine-petrol-arayan-haberi/ Kasım 2008 (Erisim tarihi:01.10.2014) 
16 Mustafa Kutlay,” Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Anlasması: Doğu Akdenizde Sertlesen Rekabet”, USAK Gündem, 
http://www.usakgundem.com/yazar/2243/t%C3%BCrkiye-kktc-k%C4%B1ta-sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1-do%C4%9Fu-akdeniz%E2%80%99de-
sertle%C5%9Fen-rekabet.html (Erisim tarihi:01.10.2014) 
“Rumlar Akdenizde sondajı baslattı, ‘savas gemisi ve TPAO’ resti çektik”, Hürriyet Gazatesi, 20 Eylül 2011 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/18773690.asp 
BM Deniz Hukuku Sözlesmesi için Bknz, http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf (Erisim Tarihi: 01. 10. 2014) 
Cenk Özgen,i Güvenliğine Yönelik Bir Girisim:Akdeniz Kalkanı Harekatı”, Akademik Ortadoğu, Cilt 8, Sayı 1, 2013 
Çakmak, Cenap “Uluslararası Hukuk: Giris, Teori ve Uygulama”, Ekin Yayınları, 2014 
Dr. Göknur Akçadağ, “Doğu Akdenizde Enerji Jeopolitiği ve Bölge Ülkelerine Yansıyan Rekabeti”, turkishnyy.com, 15.09.2014 
Dr. Sertaç H. Baseren, “ Doğu Akdenizde Gerilim”, Turkish Marine Research Foundation, http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id=95:dou-
akdeniz-serhat-h-baeren&catid=40:muenhasr-ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=en (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
İbrahim Kaya, “Doğu Akdenizdeki Gerginliğin Hukuki Boyutu”, USAK Analist 9 sayı 1 yıl 
Mustafa Kutlay,” Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Anlasması: Doğu Akdenizde Sertlesen Rekabet”, USAK Gündem, 
http://www.usakgundem.com/yazar/2243/t%C3%BCrkiye-kktc-k%C4%B1ta-sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1-do%C4%9Fu-
akdeniz%E2%80%99de-sertle%C5%9Fen-rekabet.html (Erisim tarihi:01.10.2014) 
Özertem, Hasan Selim “Doğu Akdeniz’de Enerji Oyunları”, USAK Analist Dergisi, Sayı: 9, Yıl:1 Kasım 2011 
Sertaç H. Basaren, “Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyusmazlığı”, SAREM (Stratajik Arastırma ve Etüt Merkezi) Ocak 2010 


***





http://aa.com.tr/tr/dunya/kibris-petrol-icin-de-mi-yuzuyor/411704


...


   KIBRIS VE ENERJİ

Serdar Örnek
Baransel Mızrak

Giriş

Hiç şüphesiz Kıbrıs adasının bulunmuş olduğu coğrafi konumun getirmiş olduğu  stratejik kazanımlar birçok devletin dikkatini çekmiştir. Bölgede olduğu söylenen doğalgaz rezervleri Kıbrıs adasının ehemmiyetini bir kat daha artırmış ve AB, ABD ve Rusya gibi taraflar bu gelişmeyi yakından takip etmiştir. 
1960 anlaşmalarıyla Türk ve Rum toplumlarının iradesine dayanan Kıbrıs devletinin Rum tarafının kendilerini adanın tek hakimi olarak görmesi ve düzen aleyhine girişimlerde bulunmasıyla bozulmuştur.  50 yılı aşkın çözümsüz kalan Kıbrıs Sorununda Kıbrıs Rum kesimi, 1960 Londra-Zurih Anlaşmalarıyla ortaya konulan “Sui-Generis” yapıya aykırı olmasına rağmen adanın tümünü temsil ettiği iddasıyla Avrupa Birliğine girmiştir. Sonrasında “Annan Planı” ortaya konulmuş yine ada da iki toplumun iradesine dayanan bir devlet Rum tarafının vetosu nedeniyle kurulamamıştır.

Kıbrıs adası ve çevresinde doğalgaz ve petrol olduğu yönündeki iddaalar halihazırda ekonomik krizle boğuşan Rum tarafında büyük bir heyecana yol açmıştır. Bizde bu çalışmamızda Rum tarafının ada’da henüz kapsamlı bir çözüm olmamasına rağmen tek taraflı olarak Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) ilan etmesi ve bu bölgelerde doğal kaynak arama çalışmalarına başlamasından söz edeceğiz.  Tabi ki bu ilan sonrasında tarafların hukuki değerlendirmelerine değindikten sonra Kıbrıs Rum Yönetiminin  tek taraflı olarak bölgesindeki ülkelerde yaptığı MEB ve Kıta Sahanlığı sınırlandırma anlaşmalarından ve buna Türkiye’nin verdiği tepkilerden bahsedilecektir.

Çalışmamızın sonuç bölümünde ise Rum kesiminin tek taraflı olarak yaptığı girişimlerin ve tehditlerin Türkiye ve KKTC lehine nasıl döndürülebileceği hususunda çözüm önerilerinde bulunulacaktır. 






Münhasır Ekonomik Bölge Nedir?


Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin verdiği tanıma göre Münhasır Ekonomik Bölge, karasuların ölçülmeye başlandığı esas hat itibariyle 200 deniz milinin ötesine uzanmayan ve kıyı devletine, deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki alanlarında birtakım hak ve yetkiler tanıyan deniz alanına denilmektedir. Yani MEB alanına sahip olan bir devlet sözleşmeninde belirttiği üzere deniz yatağı altında ve üstündeki sularda, deniz yataklarında ve toprak altında canlı ve cansız kaynakların araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi konularında, aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi bölgenin ekonomik anlamda işletilmesi ve araştırılmasına yönelik egemen haklara sahip olmaktadır. Bu hakların yanında kıyı devleti yapay adaları da bu bölgede inşa edebilmektedir. Ancak bu hak ve yetkilere rağmen bu bölge açık deniz gibi değerlendirilmekte diğer devlet gemileri bu alanda seyredebilmekte, uçak uçurabilmekte ve denizaltı kablo ve boru hatları döşeyebilmektedir. Diğer devletlerin, kıyı devletinin yetkilerine herhangi bir zarar verilemeyeceği gibi, aynı şekilde kıyı devletide diğer devletlerin kendi yetkilerini kullanabilmesinde aynı hassasiyeti göstermesi gerekmektedir. Aynı zamanda coğrafi açıdan elverişsiz olan devletlerde, hakkaniyet çerçevesinde eğer doğal kaynaklarda yeterli hacim olursa bu kaynaklardan yararlanabilme hakkına sahiptir.

Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Adası Çevresindeki Faaliyetleri ve Türk Tarafının Tepkileri

KKTC Genel Başkanı ve o dönemin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş adanın etrafında dünyanın en zengin doğal kaynakları olduğu ve bu kaynakların AB ve ABD tarafından kontrol altına alınmak istediğini açıklamıştır. Bu Annan planı öncesinde açıklanmış ve adada çözümü sağlayacak olan Annan Planına ilgili tarafların tam destek verdiğini ifade etmiştir. Fakat Annan Planı da Rum tarafının vetosu nedeniyle kabul edilmemiştir. Daha sonradan,. 2003 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın çevresinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başlamıştır. 2003 yılında Mısır ile MEB sınırlandırma anlaşması imzalanmış, 2007 yılında ise Lübnan ile MEB anlaşmasına imza konulmuştur. 2010 yılında ise benzer bir anlaşmayı İsrail ile Mavi Marmara baskınından sonra imzalamıştır. GKRY’nın Kıbrıs adasının etrafını tek taraflı olarak parsellere ayırmak suretiyle uluslararası ihaleye çıkardığı ve Afrodit olarakta isimlendirdiği 12. bölgede İsraile Delek Firması ve ABD’li Noble şirketi aracılığı ile doğal kaynak arama izni vermiştir. 

Mısır, Türkiye’nin tüm girişimlerine rağmen GKRY ile MEB sınırlandırmasını öngören anlaşmayı 17 Şubat 2003 yılında imzalamıştır. Mısır, ortay hat ele alınarak yapılan bu anlaşma sonucunda bölgede önemli kayıplara uğradığı görülmüştür. Oysa, Türkiye kıyıları esas alınarak yapılacak bir anlaşma, Mısır’a 12.000 km2 daha fazla alan verecekti.  Mısır’da Mübarek yönetiminin düşmesi sonrasında Mısır GKRY ile olan yaptığı bu anlaşmayı hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesiyle iptal etmiştir. Prof.Dr. Ata Atun ise Rumlarla Mübarek döneminde yapılan anlaşmanın iptal edilme sebebinin Mübarek tarafından Mısır hazinesinden çalınan paraların Rum bankalarında güvenli tutabilme karşılığında Rumlara adeta bu bölgeleri hibe ettiğini ve yeni yönetiminde uluslararası hukuka dayanarak bu yapılan anlaşmayı iptal ettiğini söylecektir.

Lübnan ile de GKRY MEB anlaşması imzalamayı başarmış, bunun üzerine Türkiye Lübnan Büyükelçiliğine bir nota vererek mevcut anlaşmanın Türkiye ve KKTC’nin mevcut hak ve menfaatlerini göz önüne almadığı ve GKRY yönetiminin adanın tümünü temsilen böyle bir girişimde bulunamayacağını belirtmiş ve anlaşmanın uygulanmamasını istemiştir. Bunun üzerine Lübnan yapılan anlaşmayı parlementosunda bekleterek oylamayı ertelemiştir. Bunda şüphesiz Türkiye’nin notası etkili olmuştur.

2004’te Rumlar tek taraflı olarak ilan ettiği MEB bölgesinde bölge devletleriyle MEB anlaşmaları imzalamaya girişmiştir. Rumlar 2007 yılında da Kıbrısın güneyinde sözde belirlenen MEB alanında 70 bin km2 alanda 13 adet petrol arama ruhsatı ilan etmiştir. Rum kesimi belirlenen bu alanlardan 12 Parseli (Afrodit Bölgesi) ABD’li Noble şirketine, ikinci saha ihalesini İtalya ve Fransa'ya, 2,3,9 nolu parselleri ENI'ye, 10 ve 11 nolu parselleri de Total'a vermiştir. Aynı zamanda o dönemde Yunanistan, İsrail ve GKRY Enerji Bakanları anlaşma imzalayarak üç ülkenin “enerji tedariği güvenliğini, sürdürülebilir kalkınmayı ve bölgesel işbirliğini” güçlendirmesini öngörmektedir. Avrupa Birliği ise bu gelişmeleri destekler pozisyonda olmuştur. Doğu akdeniz gazı sayesinde Rumların borçlarını ödeyebileceği ve Rus tarafına olan Avrupa bağımlılığı azaltabileceği beklentisiyle Rum girişimlerini teşvik etmiştir. 
2010 yılında İsrail ile GKRY arasında yapılan MEB sınırlandırma anlaşması sonrasında Hristofyas üst düzey protokolle İsrailde karşılanmıştır. Bu ziyarette GKRY üzerinden bölgede çıkarılacak olan enerjinin Avrupaya taşınması ve bunun içinde çalışma grubu kurulması kararları alınmıştır.

2009 yılında ise Türk savaş gemileri, Türkiye kıta sahanlığına girdiği için, Rumların ilan ettiği sözde MEB’te araştırma yapan Panama bandıralı Norveç gemisini engelleyerek faaliyette bulunmasını engellemiştir. Bundan sonraki aşamalardada birçok sismik araştırma gemisi Türkiye tarafından engellemelere tabi tutulmuş ve Türkiye bölgede bir ‘Fait Accopli’ ye müsaade etmeyeceğini bu tavırlarıyla göstermiştir.

ABD şirketi Noble sondaja başladıktan 3 gün sonra  KKTC, Türkiye’ye KKTC etrafında petrol ve doğalgaz arama ruhsatı vermiş ve 2008 itibariyle iki boyutlu sismik araştırması yürüten Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Ekim 2011 itibariyle üç boyutlu sismik araştırmalara başlamıştır. Bunun yanında Doğu Akdenizde sondaj çalışmasıda planlayan Türkiye Kasım 2011 yılında Royal Dutch Shell firmasıyla işbirliği anlaşması imzalamıştır. Türkiye GKRY’nin tek taraflı ihalelerinden sonra da bölgede savaş gemileri, savaş uçakları ve denizaltılarında katılımıyla tatbikatlar düzenlemiş ve bu tatbikatlar Limosol ve Larnaka’da izlenebilmiştir. Tatbikatın yapıldığı alanlar ise Rum kesiminin karasularının hemen dışında kaldığı görülmiştür. Bu arada da Rumların Ticaret Bakanlığı Enerji Direktörü Solon Kassinis sondaj platformunun 1650 metrelik deniz tabanına ulaşarak 80 metre de tabandan toprağı deldiğini açıklamıştır. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise buna tepki göstererek: “Biz de şu anda KKTC ile adımı atmış veziyetteyiz, çok kısa bir süre içerisinde, bu hafta içerisinde olması da mümkündür, münhasır ekonomik bölgemiz içerisinde bu çalışmaları başlatacağız” açıklamasında bulunmuştur. GKRY bu arada da Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı anlaşmayı Libya ile de yapmaya gayret etmiştir.

Rumların Tutumu


Rum kesimi, 1960 anlaşmalarına aykırı olmasına rağmen Avrupa Birliğine girmeyi başarmıştır. Avrupa Birliği üyesi olarak Doğu Akdenizdeki faaaliyetlerinde Avrupa Birliğinden destek alması daha da kolay olmuştur. Rum tarafı her ne kadar bölgede çıkarılacak olan kaynakların Türk tarafınında faydalanacağını ve kendileriyle de paylaşılacağını ifade etse de, taktir yetkisinin adadaki iki toplumlu yapıda değil kendilerinde olduğunu düşünmektedirler. Fakat bu tür bir çözüm önerisi Türk tarafınca rededilmekte ve 1960 düzeninden haraketle adada kapsamlı bir çözüm olmadan Rum tarafının doğal kaynakları tek başına çıkaramayacağını ifade etmektedir. 

Rumların şüphesiz bu kadar enerji kaynaklarının üzerinde durmasının sebebi yaşadıkları ekonomi kriz gösterilebilir. Vasiliko Elektirik Santralinde meydana gelen patlama ve KKTC’den alınan elektirik Rumların gururunu incitmiş ve doğal kaynakları arama çalışmaları onur meselesi haline gelmiştir.

GKRY’nin parsellediği MEB alanlarından 7.000 km2 lik bölümü Türkiye’nin alanına girmekte ve diğer alanlardan 48.000 km2 alanda da KKTC’nin de hakkı bulunmaktadır. Diğer yandan Yunan ve Rum Kesiminin girişimleri sonuç verirse 145.000 km2 lik alandan 71.000 km2 lik alan Yunanistana, 33.000 km2 lik alan GKRY’ye kalacak kendisine ise sadece 41.000 km2 lik bir alan kalacaktır.

Tarafların Hukuki Argümanları 

İlk olarak Rum kesiminin alanları sınırlandırmada kullandığı yöntem, 1982 Deniz Sözleşmesindede öngörülen ‘Ortay Hat Çizgisi’ dir. Ortay Hat Çizgisi devletler arasında eşit mesafelerden (orta noktadan) sınırın geçmesini öngören bir uygulamadır. Dolayısıyla devletler arasındaki mesafe ne kadar büyükse alanda bir o kadarda büyük olmakta, küçük olması halinde ve devletlerarasında mesafenin yakın olduğu durumlarda ise deniz alanı orta noktadan bölünmektedir. Her ne kadar GKRY, Mısır ve Lübnan ile yaptığı anlaşmalarda ‘Ortay Hat Çizigisi’ni esas alsa da, BM Deniz Hukuku sözleşmesinde Hakkaniyet İlkesinin de göz önüne alınması gerektiği belirtilmiştir. Fakat GKRY’nin bu bağlamda hakkaniyetten anladığı sadece ‘Ortay Hat Çizgisi’dir. Bu uygulamanın yapılması halinde Türkiye’ye Kıbrıs adasının kuzeyinde çok az bir alan kalırken, GKRY’ ye ise çok büyük bir alan bırakmakta bu da hakkaniyet ilkesine aykırı olmaktadır. Örneğin, GKRY’nin tek taraflı olarak böldüğü 13 parselden sadece 12’ci parseli KKTC kadar alanı kapsamaktadır. Hakkaniyet ilkesinin ne kadar ihlal edildiği buradanda kolaylıkla anlaşılabilir. 

Türk tarafının bu konudaki tezlerine bakılırsa, hakkaniyet ilkesi gereği devletlerin karşılıklı hak ve rızasına dayanarak anlaşmalar yoluyla bölgelerin sınırlandırılmasıdır. Bu bağlamda tüm devletlerin çıkarlarının gözetilmesi çok önemli olmaktadır. Deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin teamül ve yargı kararlarına bakıldığı taktirde açık bir şekilde görülecektir ki, coğrafi faktörlerin yanında söz konusu denizin özel konumu (açık deniz mi kapalı deniz mi?), doğal kaynaklarının zenginliği ve denizde hak ve menfaati olan devletin sosyo-ekonomik özellikleride göz önüne alınması gereken önemli hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani kısaca deniz sınırlandırılmasında hakkaniyet, eşit uzaklık, orantısallık, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama ve özel ve beşeri koşullar gibi prensipler kullanılmaktadır. Türkiye’de kıstasların bunlara göre alınması ve hukuka uygun bir sınırlandırma yapılmasını istemektedir.

Sonuç ve Öneriler

İlk olarak Türkiye’nin bölgede bir MEB politikasının olması gerekmektedir. Yunanistan ve GKRY bu konuda gayet aktif olmalarına rağmen Türkiye bu konuda yeterince iyi bir pozisyon alamamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle MEB anlaşmaları yapması yararına olacaktır. AB Dönem Başkanlığı öncesine GKRY’nin hemen arama çalışmalarına başlaması Türkiye’yi agresif bir devlet pozisyonuna sokmak istemesindendir. Türkiye agresif devlet imajından kaçınmalı ve olabildiğince diğer devletlere diplomatik baskı kullanmak suretiyle hakkını arama yoluna gitmelidir. GKRY, AB üyeliğinde olduğu gibi “0 toplamlı oyun” peşinde olabilir. Böyle bir politika ile karşılaşılması durumunda Türkiye’nin de benzer politikalarla cevap vermesi ve hukuken haklı olduğu yönünde güçlü bir lobi faaliyetinde bulunması gerekmektedir. Diğer yandan gerginlik seviyesinin kontrollü bir biçimde ilerlemesi de Türkiye’nin yararına olacaktır. Türkiye’nin artan askeri üstünlüğünün farkında olan Yunan ve Rum tarafı ekonomik krizinde vermiş olduğu yükle Türk tarafına karşı fazla bir karşı girişimde bulunmaya yeltenemeyecektir. Hali hazırda Türk tarafının karşı olduğu böyle bir durumda GKRY ile anlaşma yapan şirketlerde kendilerini rahat hissedemeyecektir. Kontrollü gerginlik politikası bahsedildiği üzere ekonomik kriz, petrol arama çalışmalarının yarattığı yük, siyasi belirsizlik ile de birleşirse Rum tarafı kolay haraket edemeyecektir. Akdenizdeki doğal kaynaklar konusunda oldu bitti’ye (Fait Accopli) müsaade eden Türkiye, Rumların AB üyeliğinde olduğu gibi çok zor duruma düşecek ve Akdenizdeki varlığı  tartışmalı hale gelecektir. Bu Türkiye’nin bölgedeki durumu için hayati derecede önemli bir meseledir. Bu arada Yunan ve Rumların belirlediği alanlarda balıkçılık açısından Akdenizde en verimli alanlara  denk gelmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin Rum ve Yunan tarafının girişimlerine müsaade etmemesi için birçok sebep bulunmaktadır.

Bu arada Rum kesiminin çıkardığı ve pazarlamak içinde Yunanistan üzerinden pazarlamayı düşündüğü boru hattı projesinin maliyeti yaklaşık olarak 17 milyar dolar tutmaktadır. GKRY’nin çıkardığı gazı Mısır ve Ürdüne pazarlamasıda alternatifleri daraltmaktadır. Diğer alternatif ise Limosol yakınlarında gazı sıvılaştıracak bir tesis kurmak fakat bu da yaklaşık olarak 8-10 milyar dolar tutmaktadır. Tek hesaplı güzergah Türkiye gözükmektedir. Fakat eğer Yunan ve Rum kesimi daha masraflı yoldan geçirerek Türkiye’yi bypass etmek isterlerse de Türkiye’nin enerji koridoru olma iddaası zarar görebilir. Bu yüzden Kıbrıs’taki çözüm herkesin yararına görümektedir. Bölgede ingiltere ise bekle-gör politikası uygulamaktadır ancak ada çevresinde bulunacak olan kaynaklardan hak istemesi pek olasıdır. 

Diğer yandan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) arama çalışmalarında daha etkin olabilmesi için teknik kabiliyetininde artırılması çok önemli bir husustur. 

Bölge ülkeleri ile olan ilişkilerimizin iyi olmasıda bize bu doğrultuda önemli kazanımlar sağlayacaktır. Örneğin İsrail ile ilişkilerimizin bozulmasını fırsat bilen GKRY’nin İsrail ile ilişkilerimizin düzelmesi karşısında pozisonunun zayıflayacağını söyleyebiliriz. Diğer yandan İsrail’in Leviathan bölgesinde çıkardığı doğal kaynağı Türkiye üzerinden uluslararası pazara ulaştırmasıda bizim açımızdan önemli bir avantaj olacaktır. 


KAYNAKÇA;

Kitaplar

Çakmak, Cenap “Uluslararası Hukuk: Giriş, Teori ve Uygulama”, Ekin Yayınları, 2014

Dergi ve Makaleler

Özertem,  Hasan Selim “Doğu Akdeniz’de Enerji Oyunları”, USAK Analist Dergisi, Sayı: 9, Yıl:1 Kasım 2011
Sertaç H. Başaren, “Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyuşmazlığı”, SAREM (Stratajik Araştırma ve Etüt Merkezi) Ocak 2010
Dr. Göknur Akçadağ, “Doğu Akdenizde Enerji Jeopolitiği ve Bölge Ülkelerine Yansıyan Rekabeti”, turkishnyy.com, 15.09.2014
Cenk Özgen,i Güvenliğine Yönelik Bir Girişim:Akdeniz Kalkanı Harekatı”, Akademik Ortadoğu, Cilt 8, Sayı 1, 2013
İbrahim Kaya, “Doğu Akdenizdeki Gerginliğin Hukuki Boyutu”, USAK Analist 9 sayı 1 yıl
  
İnternet Kaynakları;

BM Deniz Hukuku Sözleşmesi için Bknz, 
http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 01. 10. 2014)
“Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor?”, 
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor Sabah Gazatesi, 21.09.2011
“Prof. Atun: Anlaşmayı bozan Mısır haklı”, 
http://www.haber7.com/kibris/haber/1000555-prof-atun-anlasmayi-bozan-misir-hakli , Haber7.com, 11 Mart 2013 (Erişim tarihi: 01.10.2014)
“Rum Radyosu:”Türk Gemisi Yine Petrol Arayan Gemiye Müdahale Etti”, 
http://www.haberler.com/rum-radyosu-turk-savas-gemisi-yine-petrol-arayan-haberi/ 25 Kasım 2008 (Erişim tarihi:01.10.2014)
“Rumlar Akdenizde sondajı başlattı, ‘ Savaş Gemisi ve TPAO’ resti çektik”, Hürriyet Gazatesi, 20 Eylül 2011 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/18773690.asp
Dr. Sertaç H. Başeren, “ Doğu Akdenizde Gerilim”,  Turkish Marine Research Foundation, 
http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id=95:dou-akdeniz-serhat-h-baeren&catid=40:muenhasr-ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=en (Erişim tarihi: 01.10.2014)
Mustafa Kutlay,” Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Anlaşması: Doğu Akdenizde Sertleşen Rekabet”, USAK Gündem, 
http://www.usakgundem.com/yazar/2243/t%C3%BCrkiye-kktc-k%C4%B1ta-sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1-do%C4%9Fu-akdeniz%E2%80%99de-sertle%C5%9Fen-rekabet.html (Erişim tarihi:01.10.2014)


https://www.academia.edu/12136482/K%C4%B1br%C4%B1s_ve_Enerji


***










TEMİZ ENERJİ VE İNSAN SAĞLIĞI,



TEMİZ ENERJİ VE İNSAN SAĞLIĞI, 


Melda YARDIMOĞLU, 
Halime ATAS, 
Abdurrahim FİDAN, 
Umut KARADAĞ 


Özet 

Ülkemizde artan enerji ihtiyacı sebebiyle özellikle yenilenemeyen enerji kaynaklarına yönelim artmaktadır. Bu çalısmanın amacı yenilenemeyen kaynakların çevre ve insan sağlığına ciddi ve tehlikeli etkilerini konuyla iligili olarak yapılmıs bilimsel çalısmaları inceleyerek ortaya koymaktır. Ayrıca alternatif enerji kaynaklarına yönelimin gerekliliği üzerinde durulmustur. Çalısmamız ilgili arastırmaların literatür taranması ve derlenmesi seklinde yapılmıstır. 

Termik santrallerin olusturduğu hava kirliliği nedeniyle özellikle solunum ve dolasım sistemi hastalıklarına yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca ortaya çıkardığı toksik metaller kanser riskini arttırmaktadır. Yapılan arastırmalar termik santral çalısanlarında sitogenetik hasarın anlamlı derecede yüksek oluğunu ortaya çıkarmıstır. 

Nükleer enerjinin kullanımında herhangi bir güvenlik sorununda çevreye yayılan radyasyonun insan sağlığına etkisi çok daha fazla olmaktadır. Nükleer santrallerde ortaya çıkan radyoaktif atıkların da doğa olayları ile kolayca birçok insana ulasabildiği görülmüstür. Radyasyonun sebep olduğu mutasyonlar gelecek kusakları etkilemektedir. 

Rezervleri sınırlı ve bir gün tükenecek olan yenilenemeyen enerji kaynakları yerine çevreyi ve insan sağlığını esas alan alternatif enerji kaynaklarına yönelim artmalıdır. Yeni kaynakların kullanımında uzun yıllar sonra insan sağlığına etkileri de düsünülmelidir. Sanayi uğruna insan sağlığından vazgeçilemeyeceği bilinciyle “sürdürülebilir bir kalkınma” sağlanmalıdır. 

Anahtar Kelimeler: Yenilenebilir enerji kaynakları, insan sağlığı, çevre, fosil yakıtlar, nükleer enerji, sürdürülebilir kalkınma, Melda YARDIMOĞLU, Halime ATAS, Abdurrahim FİDAN, Umut KARADAĞ, 


Giris 

Ülkemizde artan enerji gereksinimi ile özellikle yenilenemeyen enerji kaynaklarının tüketimi de artmaktadır. Bu çalısmanın amacı yenilenemeyen kaynakların çevre ve insan sağlığına ciddi ve tehlikeli etkilerini konuyla ilgili olarak yapılmıs bilimsel çalısmaları inceleyerek ortaya koymaktır. Ayrıca alternatif enerji kaynaklarına yönelimin gerekliliği üzerinde durulmustur. 

Gelişmis ve Gelismekte Olan Ülkelerde Enerji Tüketimi 

Günümüzde kisi basına tüketilen enerji miktarındaki artıs, nüfus artısı ile birlikte, enerji konusunda iki temel sorunu gündeme getirmektedir: 

1. Enerji temini 
2. Enerji üretim ve tüketiminin çevresel etkileri (1,2). 
Enerji kaynaklarını yenilenebilir ve yenilenemez olmak üzere iki grupta toplamak mümkündür. Enerji kaynaklarından bazıları milyonlarca yıldan beri depolanmıs olup, simdi kullanılmaktadır. Yerine yenisinin konulması çok uzun zaman aldığından tükenme tehlikesi ile karsı karsıya bulunmaktadır (1,2). 
Yenilenemeyen kaynaklar: 

1. Petrol 
2. Kömür 
3. Tabi gazlar 
4. Nükleer yakıtlar 
5. Jeotermal enerji 

Enerji Temini 

Yenilenebilen kaynaklar kullanıldıktan bir süre sonra doğaya iade edilen ya da doğa tarafından sürekli olarak yenilenen kaynaklardır (1-3): 

1. Hidrolik enerji 
2. Rüzgar enerjisi 
3. Günes enerjisi 
4. Dalga, gel-git ve akıntı enerjisi 
5. Odun enerjisi 
6. Biyomas enerjisi 

Ülkemizde Mevcut Durum 

Türkiye’nin hidrolik potansiyeli simdiki kullanım potansiyeline yakındır. Dolayısıyla çevrecilerin elektrik üretiminin hidrolik barajlar vasıtasıyla üretilmesi gerektiği önerileri ancak 10 yıllık bir projeksiyona cevap vereceği bildirilmistir. Ayrıca hidrolik potansiyelin kullanılması, ya da ülkenin elektrik ihtiyacının tek bir kanalla karsılanması bazı sakıncalar doğuracağı ifade edilmistir. Kuraklık durumunda hidrolik santralin kapasitesinin çok düseceği, zamanla belki de daha ekonomik bir elektrik üretim sekli olabileceği de bildirilmistir. Toplam elektrik üretiminin birbirinden yakıt ve teknolojik yapı olarak farklılık gösteren değisik santrallerce üretilmesi önerilmistir. Hidrolik potansiyelin yanında kömür 
veya linyit yakan termik santrallere ihtiyaç olduğu, ancak kömürün gelecek nesillere de bırakılmasının yanında, yanma gazlarının sera etkisi uzun süre bizi etkileyeceği ifade edilmektedir (4). 

Enerji Üretim ve Tüketiminin Çevresel Etkileri 

Petrol ve kömür gibi ana enerji kaynaklarının, gün geçtikçe azalması, fiyatlarının sürekli artısı ve önemli çevre sorunları yaratmaları alternatif enerji kaynaklarını gündeme getirmektedir. Fosil yakıtlar olarak bilinen bu iki tür yakıtın yanma ürünlerinde bulunan kükürt oksitleri, azot oksitleri ve CO’in insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bilinmektedir (1-6). Petrol; üretimi, tasınması, rafinerisi ve kullanımı sırasında su kirliliği yaratmaktadır. Yapılan çalısmalar, Akdeniz'de önemli oranda petrol kirlenmesi olduğunu ortaya çıkarmıstır. Kömür de üretimi ve kullanılması sırasında; hava, su ve toprak kirlenmesi sorunlarını beraberinde getirmektedir. Fosil kökenli enerji kaynaklarının 3/4'ünü kömür 
olusturmaktadır. Temel olarak kömür, bitki artıklarının birlesmesinden ve sekil değistirmesinden olusmus karbonlu bir bilesiktir. Kömür hazırlamada; kömür, içerisindeki yabancı maddelerin ayrılması ve kalitesinin yükseltilmesi amacıyla lavvar adı verilen ünitelerde yıkanırken, siyah renkli atık sular olusturmaktadır. Akarsulara bosaltılan bu atık sular, akarsuyun diğer amaçlarla kullanımını olanaksız hale getirmektedir (1-3). 

Termik santrallardan çıkan çok miktarda kül de gerekli önlemler alınmadan yığıldığında, özellikle kuru ve rüzgarlı havalarda çok yoğun bir tozluluk yaratmaktadır. İnsan sağlığı açısından en büyük risk, kömür ve petrol ile çalısan termik santrallardan kaynaklanmaktadır (5-6). Termik santraller, daha çok hava kirliliği nedeniyle özellikle solunum ve dolasım sistemlerinde hastalıklara sebep olmaktadır. Termik santral çevresinde erken doğumlar ve mental retardasyon lara rastlanmıstır. Termik santral yakınlarında yasayan larda ve çalısanlarda Civa ve arsenic maruziyetine bağlı olarak cilt kanserlerinde artıs gözlenmistir (7-10). TÜİK’in resmi rakamlarına göre, termik santrallerde olusan atığın ancak %65 kadarı kül barajlarında depolanmıstır. Geriye kalan %35’in büyük bir kısmının 
rüzgar ile uçusarak, toprağa, suya ve gıda zinciri ile insan vücuduna karıstığı rapor edilmistir (1,2,11). 

Kömürün yanmasıyla çıkan kirleticiler solunum sisteminde bir dizi hastalığa sebep olmaktadır. Azot oksitler ve ince parçacıklar (örn. PM 2,5) çocuklarda akciğer gelisimini olumsuz etkilediği ve solunum hacmini azalttığı bilinmektedir. Bu durum, çocuğun sonraki solunum hastalıklarının öncülü olarak kabul edilmektedir (12). 

ABD Çevre Koruma Ajansı'nın (Environment Protection Agency: EPA) yaptığı arastırmaya göre, hava kirliliği, simdilerde ABD’li çocukların %9’undan çoğunu etkileyen astım ataklarını tetiklemektedir (2,3, 5, 6,8). EPA’nın yaptığı arastırmaya göre, kömür kirleticileri, solunum yollarını daraltan kalıcı bir hastalık olan Kronik Engelleyici Solunum Hastalığı’na (Chronic obstructive pulmonary disease,COPD / KOAH) neden olmaktadır. 
Partikül maddeye maruziyetin hücresel düzeyde yangılara neden olması KOAH’ın temel sebebidir. 
ABD’de kömürlü termik santral çevresindeki hava kirliliğine bağlı ölümlerin bir önemli nedeni de KOAH olarak belirtilmektedir (6, 8, 9). 
Partikül maddeye maruz kalmakla akciğer kanseri gelismesi ve ölümleri arasında iliski olduğu açıklanmaktadır. 
Amerikan Akciğer Birliği’ne göre, parçacık kirlenmesi gibi etkiler, kalp krizlerine de neden olmaktadır (11). Üstelik parçacık kirlenmelerindeki geçici doruklar birkaç saatte ya da günde geçse de, karbon kirlenmesine kısa süreli maruziyetler bile ölüme sebebiyet verebilmektedir. 
Parçacık düzeylerinin yüksek olduğu günlerde ya da birkaç ay içinde ölümler görülebilmektedir (6, 8). 
Kömürü kirleticilerin, kalp krizlerine neden olan arteryal tıkanmalar ve 02 yetersizliğinden ötürü kas ölümü ve kalp hasarları gibi kardiyo-vasküler hastalıkları doğurduğu bilinmektedir. Azot oksitleri ve P M 2,5’nin, öldürücü kalp ritim bozukluklarından dolayı hastaneye yatmalarla iliskisini ortaya koymaktadır. 
Kömürlü termik santrallerden çıkan N02’in havada yüksek düzeyde bulunduğu kentlerdeki ölüm oranlarının, düzeyde N02 bulunduran kentlere göre 4 kez daha yüksek olusu da muhtemel bir iliskiyi ortaya koymaktadır. 

Örneğin, Temiz Hava Yasası’ndan ötürü ABD’nin 51 büyük kentinde PM 2.5 derisimleri düsürülünce yasam süresi beklentilerinde önemli artıslar sağlamıstır. 
Sosyal Sorumluluk için Fizikçiler tarafından hazırlanan rapora göre; kömür kirleticileri, sinir sistemini ve beyni besleyen damarları da olumsuz etkilemektedir. 
Bu olumsuz etki, yangılar ve oksitleyici gerilimleri kıskırtıp felçlere neden olmaktadır (6, 8, 9, 11). 
Tedavi altındaki hastalarda havadaki PM 2.5 düzeyi ile serebro vasküler hastalıklar arasında bir iliski ve PM10 ile inmelerin %87’sini olusturan iskemik inmeler arasında bir iliski saptanmıstır. Kömür yakıldığında önemli düzeyde Hg’yı çevreye salmakta ve sinir sistemi üzerinde entellektüel kapasitenin kaybına neden olabilmektedir (6, 8). 
Termik santrallerin çevresinde yasayanlarda sağlıkları en çok bozulmaya aday olan risk grupları çocuklar, yaslılar, astım ve KOAH’lı hasatalar, sosyo-ekonomik düzeyi düsük insanlar olarak saptanmaktadır (6, 8). 

İsrail’de, termik santralden kaynaklanan hava kirliliğinin çocukların akciğer fonksiyonu gelisimini olumsuz yönde etkilediği bulunmus, termik santrale yakın 
(19 km alan içinde) yasayan çocuklarda solunumla ilgili rahatsızlıklarda artıs gösterilmistir (13). 

Tayland’da, termik santralden kaynaklanan hava kirliliğinin astımlı çocuklarda akciğer fonksiyonlarında azalmaya yol açtığı, solunum ve kalple ilgili sorunlar nedeniyle hastaneye yatısları ve ölümleri arttırdığı gösterilmistir (13). 
Tayvan’da termik santrallerden kaynaklanan hava kirliliğinin, santral çevresinde yasayan gebe kadınlarda erken doğumların görülme sıklığını da arttırdığı bulunmustur (13).
Slovakya’da yapılan bir çalısmada, idrarda As yoğunluğunun termik santralden uzaklastıkça azaldığı saptanmıstır. 
Melanom dısı deri kanserlerinin görülme sıklığı da termik santral çevresinde %21 daha yüksek olarak bulunmustur (13). Türkiye’de Seyitömer termik santralden kaynaklanan hava kirliliğinin özellikle sigara içmeyenlerde solunum fonksiyonları nı olumsuz yönde etkilendiği net olarak gözlenmistir (13). 
Afsin-Elbistan Termik Santrali çalısanlarında, kontrol grubuna göre sitogenetik hasar anlamlı derecede yüksek bulunmustur. 
Bu sitogenetik hasarın kömür, toz ve gaz emisyonlarına bağlı çesitli kimyasallara uzun süre maruz kalmanın birikimine bağlı olabileceği düsünülmektedir (13). Yatağan’da termik santralin çevresinde yasayanlarda solunum fonksiyonlarının kontrol grubuna göre anlamlı derecede azalmıs olduğu ve bu durumun santralin yarattığı hava kirliliği nedeniyle KOAH’nın bir sonucu olarak ortaya çıktığı düsünülmektedir (13). 
Bursa’da Orhaneli Termik Santral çevresinde yasayanların, kontrol grubuna göre solunum fonksiyonlarında azalma olduğu saptanmıstır (13). 

Burada bahsettiğimiz sağlık etkileri, çok sayıda yeni termik santrallerin kurulumuna karar verilmesi asamasında olan ülkemiz için büyük önem tasımaktadır. 
Termik santrallerin sağlığı olumsuz etkilediği kesindir ve bir takım önlemlerle (desülfürizasyon üniteleri, elektrostatik filtreler vb.) bu etkilerin tamamıyla ortadan kaldırılabileceğine iliskin iddialar dünyanın en gelismis ülkelerinde bile kanıtlanamamıstır. 

Sonuçlar ve Öneriler 

Önlemler 

1. Hukuksal önlemler (yasal düzenlemeler) 
2. Teknolojik önlemler. 
a.Arıtma Tesisleri 
b.Biyolojik savasım 
c.Emisyon azaltma (filtre, sülfirikasit ünitesi) 
3. Ekolojik önlemler 
a.Alternatif ernerji kaynakları 
b.Ekolojik Planlama 
c.Eğitim ve bilinçlendirme. 
4. Enerji kullanımının İzlenmesi 
5. Enerji tasarrufu uygulamaları (13). 

Alternatif Enerji Kaynakları 

Günes enerjisi, gerek miktar yönünden, gerekse çevresel sorun yaratmayısı nedeniyle, gelecekte enerji gereksiniminin karsılanmasında en çekici kaynaklardan biri görünümündedir. 
Ancak günes enerjisinin büyük çapta kullanılmasında, enerjinin derlenmesi ve baska tür bir enerjiye dönüstürülmesi ile biriktirilmesi gibi iki önemli teknik ve ekonomik sınırlamayla karsılasılmaktadır. Depolama sorununa çözüm bulunduğunda ve teknolojisi gelistirilip, birim enerji maliyetleri uygun bir düzeye indiğinde, günes enerjisinin enerji kaynağı olarak yaygın biçimde kullanılması sağlanabilecektir (1, 15). Öz kaynaklarımızdan en önemlilerinden biri olan ve ancak % 30'undan yararlanılabilen su kuvveti, diğer enerji türlerine oranla çok daha temiz bir nitelik tasıması ve enerji üretiminin yanı sıra akarsu akımlarını düzenleyerek yan yararlar sağlaması nedenleri ile üzerinde en çok durulması gereken birincil enerji kaynağıdır. 
Doğal kosullarda, bazen zararlara bile yol açabilen akarsu akımlarını nitelik ve nicelik yönünden düzenleyerek yararlarını artırma amacıyla kurulan barajlar, ana amaç olarak enerji üretimine yönelik olsalar bile, genelde taskın kontrolü, sulama suyu temini gibi amaçları da sağlamaktadır (1, 15). 


Biodizel atıkları, bitkisel kaynaklı olduğu için doğaya zarar vermeksizin, bitkiler tarafından enzimlenerek tekrar kullanılır. Ülkemizin içerisinde bulunduğu durum dikkate alındığında, bu tür alternatif yakıtların kullanımının ciddi ekonomik katkı sağlayacağı bilinmelidir. Biodizel yakıtının yurdumuzda kullanılmasıyla, çevre kirliliğinin çözümünde katkı sağlanacak, Türkiye’nin petrole olan ihtiyacı bakımından dısa bağımlılıktan kurtulmasına yardımcı olacaktır. Atık bitkisel yağların ülkemizde alternatif yakıt olarak kullanımının mümkün olabileceği, ülke ekonomisine ve çevreye büyük katkı sağlayacağı söylenebilir (4). 

Gelecekte enerji açığının kapatılabilmesi için nükleer enerji gündeme gelmektedir ki bu durum, ihmaller ve kazaların çok sık olduğu ülkelerde bu tür bir santralın isletilmesinin güvenliği büyük bir soru isareti olarak karsımızda durmaktadır. 

Ne yapmalı? 

Çevresel risk faktörlerinin hastalık yükünü azaltma çalısmaları, Milenyum Kalkınma Hedeflerine önemli ölçüde katkı sağlayacaktır. Binyıl kalkınma hedeflerinin “ Çevre Sağlığı ” unsuru önemlidir (16): 

1. Asırı yoksulluk ve açlığı ortadan kaldırmak 
2.Evrensel temel eğitimin sağlanması 
3. Cinsiyet esitliğini tesvik etmek ve kadının güçlendirilmesini sağlamak 
4. Çocuk ölümlerini azaltmak 
5. Anne’nin sağlığını iyilestirmek 
6. HIV/AIDS, Malaria ve diğer hastalıklarla savasmak 
7. Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması 

Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması 

Dünya nüfusunun yarısından fazlasının biyomass yakıtlar ve kömürün evlerde kullanımı, hava kirliliği ile ilgili solunum hastalıklarından yılda 1,5 milyon kisinin ölümüyle sonuçlandığı rapor edilmistir. İçme suyu, kanalizasyon ve temiz enerji kaynaklarının gelistirilmesi ve erisimi nedeni ile su ve hava kaynaklı kirleticilerin ekosistemler üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak üzere çevresel müdahalelerle sağlığın korunması öncelenmelidir (16). 

Kalkınma Için Küresel Bir Ortaklık Gelistirilmesi 

Sağlık sektörü ve sağlık dısı sektör aktörleri çevresel kaynaklı hastalık nedenlerini ele almak için küresel ortaklıklar kurmalıdır. Zaten çocuk çevre sağlığı; is sağlığı; ortak sağlık sektörü ve çevre sektörü bağlantılarda; su, kimyasal ve hava kirliliği sektörlerdeki etkinliklerde böyle birçok ittifaklar mevcuttur. Sağlık, çevresel sürdürülebilirlik ve gelismenin birbirleriyle iliskili hedeflerine ulasmak için global ortaklıklara ihtiyaç vardır (16). Rezervleri sınırlı ve bir gün tükenecek olan yenilenemeyen enerji kaynakları yerine çevreyi ve insan sağlığını esas alan alternatif enerji kaynaklarına yönelim arttırılmalıdır. Yeni kaynakların kullanımında uzun yıllar sonra insan sağlığına etkileri de düsünülmelidir. Sanayi uğruna insan sağlığından vazgeçilemeyeceği bilinciyle “sürdürülebilir bir kalkınma” sağlanmalıdır. “Sağlıklı yasamak” en temel insan hakkı ise, bu hakkı kazanmak için toplumun bütün kesimlerinin dayanısma içinde enerjinin verimli kullanılması için girisimde bulunması, Yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretimindeki payının artırılması gerekmektedir. 

KAYNAKÇA 

1. web.deu.edu.tr/cevre/old/pala/Enerjidensonrakibolum.doc. 5.11 
2. http://www.bbc.co.uk/turkish/fuelling_the_future/documents/enerji.pdf. X. Enerji X.1.Türkiye’de Enerji ve Çevre T.C.Çevre ve Orman Bakanlığı 
3. Botsalı F.M. “Cevre_Sorunları”Sunu pdf www.makina.selcuk.edu.tr/img/files/6. 
4. Ünalan S. Alternatif Enerji Kaynakları (Ders Notları) 
http://birimler.dpu.edu.tr/app/views/panel/ckfinder/userfiles/48/files/alt_ener_kay_ders_notlari.pdf 
5. Kılıç T. Çevre Sorunları”pptx.www.bilecik.edu.tr/...ftp/.../Çevre%20Sor/ 
6. Varınca K, Gunes G, Ertürk F. Hava kirleticilerin insan sağlığı ve iklim değisiklikleri üzerine etkileri, Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü. UAKS, 
Bildiriler Kitabı, 2008.s.161-168. 
7. http://www.bursa.bel.tr/bursa-kent-konseyi-nde-4-saat-suren-gergintoplanti/haber/17828/. 13 Eylül 2014 
8. Kampa M, Castanas K. Human health effects of air pollution,Environmental Pollution, Vol.151, 2008, p. 362-367. 
9. Buyan A.Z, Turan S. Çernobil Olayı ve Sosyolojik Etkileri. T.C Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Lisans Tezi.Ankara, 2007. 
http://www.nukte.org/node/154. 
10. Kılıç H. “Çernobil’e yeniden bakıs ve Japonya nükleer felaketi”.
http://www.kureseleylem.org/nukleer-enerji/46-nuekleer-enerjiye-hayr/277-cernobile-yeniden-bak-ve-japonya-nuekleer-felaketi.html 
The Green Think Tank of Turunch Foundation. N.J. USA. 
11. http://www.tema.org.tr/folders/14966/categorial1docs/97/Termik santral etkileri uzman raporu.pdf. Kasım 2013. 
12. Cavkaytar Ö, Soyer Ö.U., Sekerel B.E. The Effects of Air Pollution on Health in 
Turkey. Review Article, Hava Kirliliği Arastırmaları Dergisi 2 (2013) 105 – 111. 
13. http://www.bursaport.com/makaleler/kayihan-pala/termik-santraller-sagligi-olumsuz-etkiliyor-668.html 
14. Sipahi D.H. 
http://adanapost.com/gundem/36-ust-haberler-8/26745-kuresel-isinma-etkileri-ve-tedbirleri.html.Küresel Isınma etkileri ve tedbirleri. 4 Mart 2013. 
15. Çukurçayır, M.A., Sağır H. 
http://www.solar-academy.com/menuis/Enerji-Sorunu-Cevre-ve-Alternatif-Enerji-Kaynaklari020316.pdf 
16. http://www.ttb.org.tr/kutuphane/cernobil_06.pdf   Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser Birinci Baskı, Nisan 2006 Türk Tabipleri Birliği YayınlarıISBN 
975-6984-80-5. 
17. Prüss-Üstün A. and Corvalán C. 
http://cdrwww.who.int/quantifying_ehimpacts/publications/preventingdiseasebegin.pdf . 

WHO Library Cataloguing-in-Publication Data, Preventing disease through healthy environments. 
Towards an estimate of the environmental burden of disease. / II. 
World Health Organization. ISBN 92 4 159382 2 (NLM classification: WA 30.5) 


***