Prof.Dr. Ata Atun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr. Ata Atun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2019 Cumartesi

JOHNSON MEKTUBU VE BİLİNMEYENLER

JOHNSON MEKTUBU VE BİLİNMEYENLER,




Amerikan Başkanlarının Karanlık Tarihi,
GÜNAHKAR BİR MAKAMIN ANATOMİSİ.,

Amerikan Başkanlarının Karanlık Tarihi, 40’tan fazla Amerikan Başkanı’nın cinsel münasebetlerinden Skandallarına, Komplolarından CIA Örtbaslarına kadar 
uzanan rezilliklerini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Portre Resimleri, dönemin hicivli karikatürleri ve şahane gazete kareleri dünyadaki en güçlü makamın 
gerçek yüzüne ışık tutuyor.

Thomas Jefferson (1801-1809)

Yabancı limanlara yapılan her türlü malın ithalatını veya ihracatını yasaklayan 1807 Ambargo Yasası’nı geçirdi. Ticarete ve endüstriye büyük zarar veren 
siyasi bir karardı.

Franklin D. Roosevelt (1933-1945)

İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon kökenli 120 bin erkek, kadın ve çocuğu hapseden Başkanlık Kararnamesi 9066’yı imzaladı.

Richard Nixon (1969-1974)

Önemli toplantıları Oval Ofis’te, hatta Beyaz Saray’da bile yapmıyor, “175 numaralı oda”da yapıyordu. Gizlilik onun için bir zorunluluktu ve yaptığı bu 
toplantıların havası bir kabine görüşmesinden ziyade komplo kokuyordu.

William J. Clinton (1993-2001)

Monica Lewinsky ile yaşadığı “cinsel ilişkiyi” reddettiği için mahkemeye saygısızlık suçu işledi. Ortaya çıkan deliller yalan söylediğini kanıtladı.

(Tanıtım Bülteninden).,

https://www.dr.com.tr/Kitap/Amerikan-Baskanlarinin-Karanlik-Tarihi/Arastirma-Tarih/Tarih/Dunya-Tarihi/urunno=0001782106001?gclid=CjwKCAjwnrjrBRAMEiwAXsCc4zAU7wsoTLN0jwArFHv5R3XotQIi1zlHN5jFgg8P-Gcg08X8d_alghoCJAoQAvD_BwE

***

JOHNSON MEKTUBU VE BİLİNMEYENLER.,


Johnson mektubu ve bilinmeyenler
6.6.2018 04:08



Dönemin ABD Başkanı Jonhson, dönemin Başbakanı İnönü’ye çirkin hitap ve içerikte bir mektup yolladı. 
Johnson mektupta, Türkiye’yi, Kıbrıs Harekatı’ndan vazgeçmesi yönünde tehdit ediyordu.


Prof. Dr. Ata Atun.
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı,

Dönemin ABD Başkanı Jonhson, dönemin Başbakanı İnönü’ye çirkin hitap ve içerikte bir mektup yolladı. Johnson mektupta, Türkiye’yi, Kıbrıs Harekatı’ndan vazgeçmesi yönünde tehdit ediyordu. Mektup, Türkiye-Amerika ilişkilerini sarstı, Türkiye’nin ABD’den bağımsız bir diplomasi ve sanayi geliştirmesinin başlangıcını oluşturdu

Gerek Kıbrıs’ın gerekse Türkiye’nin kaderinde 5 Haziran 1964 bir köşe taşı konumunda. Bundan tamı tamına elli dört sene evvel yaşanmış bir olay, gerçekte Anavatan Türkiye’deki siyasilerin onurunu kırmıştı ama sonradan siyasilere ve de ekonomistlere bir uyarı, bir hatırlatma oldu ürkütmekten, onurlarını kırmaktan ziyade.

Eğer bugün Türkiye Cumhuriyeti dünya üzerinde kendi silahını, araç ve gerecini üreten, savaş malzemesi ihraç edebilen beşinci ülke ise bunu ABD Başkanı Lyndon Baines Jonhson’un dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderdiği çirkin hitaplı ve içerikli mektuba borçlu. Johnson mektubuna uzanan sürece bir göz atalım: Kıbrıs’ta 21 Aralık 1963 Cumartesi günü sabahın erken saatlerinde Rumlar tarafından kasten başlatılan toplumlararası çatışmaların ada sathına yayılması Türkiye’yi alarma geçirmişti. Rumlar, nüfus olarak Kıbrıslı Türklerden sayıca fazla olmalarına güvenerek mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’ne tek başlarına hakim olabilmek için Kıbrıslı Türklere acımasız saldırılar başlatmışlardı.

İNÖNÜ ABD’Yİ UYARDI

ABD ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin ekonomik ve askeri baskısı ile yeniden yapılan Avrupa, Kıbrıs’ta yaşanan olaylarla ilgili olarak Makarios’u ve Yunanistan’ı haklı görürken, Türkiye’yi haksız ve sorun çıkarıcı olarak nitelemekteydiler. Açıkçası ABD, Avrupa ve NATO, diğer deyimle ‘Batı Bloku’ Kıbrıs konusunda, dindaşları Makarios’un ve Yunanistan’ın yanındaydı. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, 1964 yılının Nisan ayının başlarında ünlü Time dergisine Kıbrıs konusunda, Kıbrıs sorununun gerçek içeriğini ve Türkiye’nin haklılığını vurgulayan bir demeç vermiş, Time dergisi İnönü’nün bu demecini 16 Nisan 1964’te yayınlamıştı. İnönü’nün sözleri içinde yer alan en önemli iki konudan birisi ‘Batı Bloku’nun ittifaktan ne anladığını sorgulaması diğeri de Kıbrıs konusunda adil davranmaması durumunda ‘Batı Bloku’nun hegemonyası dışında kalacak ‘yeni bir dünya düzeninin kurulacağı’ydı. İnönü’nün Time dergisinde yayınlanan demeci Milliyet gazetesi tarafından detaylı olarak Türk kamuoyuna duyuruldu. Milliyet gazetesinin öne çıkardığı cümle ise ‘Yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur. Türkiye de bu dünyada yerini bulur’ oldu.

Reklamdan sonra devam ediyor 


İnönü, ‘Batı Bloku’nun kaypaklığını farketmiş, daha ABD Başkanı Johnson’un mektubu kaleme alınmadan ve Türkiye’ye gönderilmeden bir buçuk ay önce, kendini müttefik diye satan ABD’nin, Türkiye’nin zannettiği gibi her koşulda değil, ancak kendi çıkarları zarar gördüğü durumlarda, Türkiye’nin zarar görüp görmeyeceğini dikkate almaksızın NATO güvenlik ve savunma sistemini çalıştıracağını anlamış ve kendi üslubuyla ABD’yi ve ‘Batı Bloku’nu uyarmıştı. Ne yazıktır ki, ‘Batı Bloku’ bu uyarıyı anlamak istememiş ve Başbakan İsmet İnönü’nün öngörüsü hem kısa vadede, hem de uzun vadede çok doğru çıkmıştı. İnönü’nün uyarısını ve ne demek istediğini anlayamayan Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların devlet gücünü kullanarak Kıbrıslı Türklere soykırım uygulamaya başlamasından sonra Kıbrıs’ta yaşanan çatışmaların artması ve Rum tarafının silahlanma kararı alması üzerine 2 Haziran 1964’te Türk Hükümeti Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıklamış ve gerekli askeri hazırlıklara da başlamıştı. Çıkarmada kullanılabilecek gemiler seferberliğe çağrılmış, paraşütler tek tek elden geçirilmiş, mevcut tüm silahlar, savaş uçakları ve özellikle de o dönemde Türkiye’nin silah üretimi yapmaması nedeni ile ABD hibesi tüm silahlar elden geçirilerek cenk hazırlıkları başlatılmıştı.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında mutlak galip olarak savaştan çıkan ABD, Kurucu atalarının kökeni olan Avrupa’nın kalkınması için bir program hazırlamış ve Başkan Truman 12 Mart 1947 ‘de açıkladığı Truman Doktrini ile ABD-Avrupa ve ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştı. Doktrin içeriğinde tüm Avrupa devletlerine yardımlar yapılırken, özellikle de Yunanistan ve Türkiye’ye de komünizm tehlikesi ve yayılmasına karşı ilk tampon güç görevini yapmaları için Marshall Planı içeriğince silah ve ekonomik yardım yapılmıştı.

1963’TE TÜM GÜÇ ABD YAPIMI UÇAKLARDI.



1947’de imzalanan Türk-Amerikan Yardım Anlaşması (Marshall Planı) içinde yer alan askeri hibe programı uygulanırken özellikle Türkiye’deki uçak yapımı dahil tüm askeri araç gereç ve silah üreten tesislerin kapatılması şartı getirilmişti. Bu nedenle de 6 Ekim 1926’da Atatürk tarafından Kayseri’de kurulan uçak fabrikası 1952’de, uçak motoru imal fabrikası da 1954’te kapatılmış. Amerikan uçakları Türkiye’ye gelmeye başladıklarında, Türk yapımı ve İkinci Dünya Savaşı döneminde tahıl, hammadde ve ham maden karşılığında Almanya’dan gönderilen tüm mevcut uçaklar da o zamanki adı Kayseri Askeri Havalimanı olan, günümüz Kayseri Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığı arazisi içine gömülmüştü. Bu nedenle de Kıbrıs olaylarının başladığı 1963’te Türk Hava Kuvvetleri’nin bütün gücü de sadece ABD yapımı uçaklardan oluşmaktaydı.

JOHNSON’DAN İNÖNÜ’YE İHTAR YAZISI


Türkiye’nin Kıbrıs’a silahlı müdahale etmek ve çıkarma yapmak kararlığını gören ABD’nin savaş yönetiminin beyni olan Pentagon, Türkiye’nin bu kararını önlemek için ABD Başkanı Jonhson’u uyararak çıkarmayı önlemesini talep etmişti. Başkan Johnson, Pentagon’un isteği üzerine kendi imzasıyla içeriği çirkin ve diplomatik teamüllere uymayan çıkartmayı durdurmak amaçlı bir ihtar yazısını İnönü’ye iletilmek üzere 5 Haziran 1964’te Türkiye’deki ABD Büyükelçisi Raymond Hare’ye şifreli teleks ile göndermişti.

Johnson Mektubu Türkiye-ABD ilişkilerinde bir dönüm noktasını oluşturdu. 1952 yılından başlamak üzere yukarı doğru yükseliş eğilimi gösteren Türkiye-ABD ilişkileri, on iki yıl sonra Johnson’un mektubu ile duraklamış ve orada aşağıya doğru bir kıvrım yaparak iniş eğilimine geçmişti. ABD’li diplomatlar arasında Türkiye’de görev yapmış olanlar, görev dönemlerini ‘Mektuptan önce veya mektuptan sonra’ diye tanımlamışlardı uzun müddet.

Johnson mektubunun, dönemin soğuk savaşını yansıtan bir de perde arkası var. Dimitris Konstantopoulos adlı Yunan bir gazetecinin Vassos Lissaridis ile yaptığı, bana göre tarihin belli bir karanlık kısmına ışık tutan bir röportajda bu bilgilerin bazı ipuçları yer almakta. Olayı anlayabilmek ve takip edebilmek için önce Dr. Vassos Lissarides’in kim olduğunu bilmek gerekiyor. Lissarides, sosyalist milliyetçi EDEK’in kurucusu, Makarios’un özel doktoruydu. Ben de çocukluğumdan beri tanıdığım Dr. Vassos Lissaridis’le, babam Prof. Dr. Hakkı Atun’un İngiliz Sömürge İdaresindeki görevi nedeni ile birkaç kez babamın çalışma ofisinde karşılaşmıştım. İngiliz sömürge döneminde EAM ulusal direnişi ile EOKA arasındaki köprü adamıydı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması kararının alındığı Londra Konferansı’nda EOKA’yı temsil etmişti. 21 Aralık 1963 sabahında çatışmaların başlamasından sonra, kendine ait özel birliği ile Çağlayan Bölgesi’ne saldıran, Rum Temsilciler Meclisi Başkanı iken ASALA’ya Trodos dağlarında eğitim kampı açtıran, PKK lideri Öcalan’a ünlü Rum gazeteci Mavros Lazaros adı altında C015918 nolu Kıbrıs pasaportunu verdiren kişi ve tam bir Helen Milliyetçisi.

Röportajda, gerçekte tarihe ‘Johnson Mektubu’nun perde arkasında da Lissaridis’in yer aldığını fark ettim. Özetleyecek olursak, 21 Aralık 1963 sabahı başlayan Rum saldırılarından sonra Türkiye’nin huzursuzluğunu fark eden dönemin Cumhurbaşkanı Makarios, sağ kolu ve doktoru Lissaridis’i, dönemin Ticaret Bakanı Andreas Araouzo ile birlikte günümüz Rusya’sının o dönemdeki Devlet Başkanı Nikita Kruşçev ile görüşmeye ve yardım istemeye gönderilir. Kruşçev, kendilerini, dönemin Rus başkanlarının ve Politbüro üyelerinin yazlık köşklerinin bulunduğu, Karadeniz kıyısında, Gürcistan, Abhazya ve Rusya sınırı arasında yer alan Soçi şehrinde kabul eder.

Geçmişteki dostluklarından bahseden Lissaridis konuyu Türkiye’ye getirir ve “Türkiye’den saldırı bekliyoruz, Rusya bizim için ne yapacaktır” diye kendisine sorar. Tabağındaki Yunanistan’dan gelen zeytini gösteren Kruşçev, “Bak bu zeytin senin vatanından gelmektedir. Size tehdit Türkiye’dendir. Güzel hoş ama bizim gibi muazzam ve güçlü bir ülke, Türkiye gibi küçük bir gücün ülkenizi istila etmesine izin vermez” yanıtını verir. Lissaridis, “Bunları Makarios’a söyleyebilir miyim” diye sorduğunda da Kruşçev gülerek, “Sakın bana buraya turistik bir gezi için geldiğinizi söyleme” yanıtını verir. Sonra da ABD Başkanı Johnson’a diplomatik bir mektup gönderir ve şunu der: “Eğer Türkiye, Kıbrıs’ı istila ederse, Sovyetler Birliği’nin Türkiye aleyhinde harekete geçmek için başka bir şeyi kalmaz ve bu hareket askeri amaçlı olacaktır...”

ÜLKE ÇIKARINA GÖRE...


Bu olaydan bir buçuk yıl önce 16-28 Ekim 1962’de yaşanan Küba Krizi ve bu krizin aşılması için Türkiye’nin ABD-SSCB arasındaki gizli bir anlaşmayla harcanmasından sonra askeri, ekonomik ve diplomatik gücünü ABD’ye ispatlayan SSCB’yi bir kez daha karşısına almak istemeyen Johnson, 5 Haziran 1964’te İnönü’ye söz konusu çirkin uyarı/tehdit mektubunu yazmak zorunda kalır.

Bu mektup başta İnönü olmak üzere dönemin Türk siyasilerinin ve politikacılarının çok ağırına gitmiştir. Ama rahmetlik İnönü uzağı görebilen, kalbi ile değil beyni ile düşünen, halk tabiri ile ‘feleğin çemberinden geçmiş’ bir kişi olduğundan fevri hareket etmez. Türkiye’nin çıkarları hangi yöndeyse o şekilde davranır.

Johnson mektubu yaklaşık bir buçuk yıl kamuoyundan gizlendi. Türk siyasi hayatına etki olarak da Türkiye’nin Kıbrıs’ta süregelen katliamlara ve soykırıma uluslararası yasalara uygun müdahalesinin on yıl daha gecikmesine neden oldu. Türkiye medyası mektubun farkına vardı ama uzun bir müddet içeriğine ulaşamadı. Dönemin lider gazetelerinden Cumhuriyet “Johnson, İnönü’yü Washington’a davet etti” ve Milliyet de “İnönü ABD’ye davet olundu” manşetleri ile mektubun gelişini Türk kamuoyuna işittirdiler. İnönü Hükümeti’nin düşmesi ve Demirel Hükümeti’nin işbaşına geçmesinden sonra, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Parker Hart’ın “ABD çıkarmaya engel olmadı, Türkiye’ye sadece tavsiyede bulunuldu” açıklaması yaptı. Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin mektubun yayınlanmasının doğru olacağı düşüncesi ile girişimler başlattı. Abdi İpekçi’nin makalesinde yazdığı “... Johnson, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede NATO için verilmiş silahları ve NATO’ya ayrılmış birlikleri kullanamayacağını hatırlatmıştır. Asıl önemlisi Türkiye’nin yapacağı bir harekât karşısına Sovyet Rusya çıkarsa, NATO’nun böyle bir Rus müdahalesini NATO’ya yapılmış addetmeyebileceğini, yani bu durumda Türkiye’nin yalnız kalabileceğini bildirmiştir...” satırları konunun öneminin ve vahametinin ortaya çıkmasını hızlandırdı. Tartışmalar sürerken 13 Ocak 1966’da , Johnson’un mektubunun gönderilişinden bir yıl yedi ay sonra mektup bir şekilde Türk basınına sızdırılmıştı.

Bu Mektubun içinde bana göre çok önemli olan ikinci konu, buna tehdit de denebilir, “ABD’nin, olası bir Kıbrıs harekâtında NATO ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya acilen çağıracağı” mesajıydı. Johnson açıkça Türkiye’yi, “Eğer harekâttan vazgeçmezseniz ben, NATO’yu ve BM Güvenlik Konseyini toplantıya çağırırım” sözleri ile tehdit ediyordu.

https://www.aydinlik.com.tr/johnson-mektubu-ve-bilinmeyenler-ozgurluk-meydani-haziran-2018


***

25 Şubat 2017 Cumartesi

KIBRIS PETROL İÇİNDEMİ YÜZÜYOR


KIBRIS PETROL İÇİNDEMİ YÜZÜYOR, ?


LEFKOŞA - Züleyha Karaman
21.09.2011

Rumların, Türkiye ve KKTC'nin tüm uyarılarına rağmen, petrol ve doğalgaz sondajına başlaması, petrol gerginliğini iyice tırmandırdı.


Rumların, Türkiye ve KKTC'nin tüm uyarılarına rağmen, petrol ve doğalgaz sondajına başlaması, petrol gerginliğini iyice tırmandırdı.

***




AA muhabirinin derlemesine göre, Adanın etrafını çevrelediği belirtilen zengin petrol yatakları, son yıllarda, devam eden Kıbrıs müzakerelerini de gölgeledi ve adadaki tansiyonu yükseltti. Rumların, sondaja başlamasıyla Ada'da yeni bir süreç başlamış oldu.

Noble Energy şirketinin üst düzey bir yetkilisine göre, Kıbrıs Rum kesimin tek yanlı parsellediği ''12. ve 3. parsel''deki yataklar ''çok büyük'' ve ''Bu iki Kıbrıs parselinde bulunan yataklar Avrupa'nın önümüzdeki 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilecek ölçüde.''

Kıbrıs Rum yönetimi 2003 yılında Mısır'la başladığı Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arama anlaşmasına, 2007'de Lübnan, Suriye ve İsrail ile devam etti.
Hidrokarbon arama ruhsatı ihalelerine ilk olarak Şubat 2007'de başlayan Rum yönetimi, Doğu Akdeniz'i kendince parsellere ayırarak, uluslararası ihaleye çıktı.
Rum yönetimi, ''Afrodit'' adı verilen 12 parselde petrol ve doğalgaz arama ruhsatını, Amerikan menşeli Noble Energy şirketine verdi. Geçtiğimiz aylarda, petrol ve doğal gaz aranmasına, sözde ''bağımsızlık günü'' olan 1 Ekim'de başlanacağını duyuran Rum yönetimi, bu kararını öne alarak, sondaja 18 Eylül Pazar akşamı başladı. Rum radyosu, sondaja başlayan Noble Energy şirketinin platformunun üzerinde İsrail insansız casus uçaklarının uçuş yaptıklarını ve İsrail donanmasına ait gemilerin de platformun doğusunda görüldüklerini duyurdu.
Sondaj öncesi, İsrail'in ''Leviathan'' ismi verilen parselinde bulunan doğalgaz platformu 12. parsele taşındı.

Eski Rum bakan uyardı,

Rum yönetiminin 2003'de Mısır'la yaptığı anlaşmaya imza koyan, Kıbrıs Rum yönetimi eski dışişleri bakanlarından Nikos Rolandis de, Rum yönetimine, sözde 
''Münhasır Ekonomik Bölgesi'' (MEB) içerisinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarıyla ilgili Türkiye'nin uyarılarını dikkate alması çağrısı yaparak, 
'' Türkiye Dediğini Yapar '' dedi.

Atalay'dan Rumlara Çağrı


14-17 Eylül'de KKTC'yi ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da Kıbrıs Rum tarafının Doğu Akdeniz'de doğalgaz ve petrol arama girişimlerinin ekonomik değil, siyasi bir manevra olduğunu belirterek, Kıbrıs Rum kesimini bu tür provokatif faaliyetlerden kaçınmaya çağırdı.



KIBRIS VE ENERJİ ,



Serdar ÖRNEK*1 
*Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 
Baransel MIZRAK**2 
**Kocaeli Üniversitesi, Siyasi Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi 


Giris 

Hiç süphesiz Kıbrıs adasının bulunmus olduğu coğrafi konumun getirmis olduğu stratejik kazanımlar birçok devletin dikkatini çekmistir. Bölgede olduğu söylenen doğalgaz rezervleri Kıbrıs adasının ehemmiyetini bir kat daha artırmıs ve AB, ABD ve Rusya gibi taraflar bu gelismeyi yakından takip etmistir. 

1960 anlasmalarıyla Türk ve Rum toplumlarının iradesine dayanan Kıbrıs devletinin Rum tarafının kendilerini adanın tek hakimi olarak görmesi ve düzen aleyhine girisimlerde bulunmasıyla bozulmustur. 50 yılı askın çözümsüz kalan Kıbrıs Sorununda Kıbrıs Rum kesimi, 1960 Londra-Zurih Anlasmalarıyla ortaya konulan “Sui-Generis” yapıya aykırı olmasına rağmen adanın tümünü temsil ettiği iddiasıyla Avrupa Birliğine girmistir. Sonrasında “Annan Planı” ortaya konulmus yine ada da iki toplumun iradesine dayanan bir devlet Rum tarafının vetosu nedeniyle kurulamamıstır. 

Kıbrıs adası ve çevresinde doğalgaz ve petrol olduğu yönündeki iddialar halihazırda ekonomik krizle boğusan Rum tarafında büyük bir heyecana yol açmıstır. Bizde bu çalısmamızda Rum tarafının adada henüz kapsamlı bir çözüm olmamasına rağmen tek taraflı olarak Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) ilan etmesi ve bu bölgelerde doğal kaynak arama çalısmalarına baslamasından söz edeceğiz. Tabi ki bu ilan sonrasında tarafların hukuki değerlendirmelerine değindikten sonra Kıbrıs Rum Yönetiminin tek taraflı olarak bölgesindeki ülkelerde yaptığı MEB ve Kıta Sahanlığı sınırlandırma anlasmalarından ve buna Türkiye’nin verdiği tepkilerden bahsedilecektir. 

Çalısmamızın sonuç bölümünde ise Rum kesiminin tek taraflı olarak yaptığı girisimlerin ve tehditlerin Türkiye ve KKTC lehine nasıl döndürülebileceği hususunda çözüm önerilerinde bulunulacaktır. 

1) Münhasır Ekonomik Bölge Nedir? 

Birlesmis Milletler Deniz Hukuku Sözlesmesinin verdiği tanıma göre Münhasır Ekonomik Bölge, karasuların ölçülmeye baslandığı esas hat itibariyle 200 deniz milinin ötesine uzanmayan ve kıyı devletine, deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki alanlarında birtakım hak ve yetkiler tanıyan deniz alanına denilmektedir. Yani MEB alanına sahip olan bir devlet sözlesmenin de belirttiği üzere deniz yatağı altında ve üstündeki sularda, deniz yataklarında ve toprak altında canlı ve cansız kaynakların arastırılması, isletilmesi, muhafazası ve yönetimi konularında, aynı sekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi bölgenin ekonomik anlamda isletilmesi ve arastırılmasına yönelik egemen haklara sahip olmaktadır3. Bu hakların yanında kıyı devleti yapay adaları da bu bölgede insa edebilmektedir. Ancak bu hak ve yetkilere rağmen bu bölge açık deniz gibi değerlendirilmekte diğer devlet gemileri bu alanda seyredebilmekte, uçak uçurabilmekte ve denizaltı kablo ve boru hatları döseyebilmektedir. Diğer devletlerin, kıyı devletinin yetkilerine herhangi bir zarar verilemeyeceği gibi, aynı sekilde kıyı devleti de diğer devletlerin kendi yetkilerini kullanabilmesinde aynı hassasiyeti göstermesi gerekmektedir. Aynı zamanda coğrafi açıdan elverissiz olan devletlerde, hakkaniyet çerçevesinde eğer doğal kaynaklarda yeterli hacim olursa bu kaynaklardan yararlanabilme hakkına sahiptir.4 

2) Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Adası Çevresindeki Faaliyetleri ve Türk Tarafının Tepkileri 

KKTC Genel Baskanı ve o dönemin Devlet Bakanı ve Basbakan Yardımcısı Serdar Denktas adanın etrafında dünyanın en zengin doğal kaynakları olduğu ve bu kaynakların AB ve ABD tarafından kontrol altına alınmak istediğini açıklamıstır. Bu Annan planı öncesinde açıklanmıs ve adada çözümü sağlayacak olan Annan Planına ilgili tarafların tam destek verdiğini ifade etmistir.5 Fakat Annan Planı da Rum tarafının vetosu nedeniyle kabul edilmemistir. Daha sonradan, 2003 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın çevresinde petrol ve doğalgaz arama çalısmalarına baslamıstır. 2003 yılında Mısır ile MEB sınırlandırma anlasması imzalanmıs, 2007 yılında ise Lübnan ile MEB anlasmasına imza konulmustur. 
2010 yılında ise benzer bir anlasmayı İsrail ile Mavi Marmara baskınından sonra imzalamıstır. GKRY’nın Kıbrıs adasının etrafını tek taraflı olarak parsellere ayırmak suretiyle uluslararası ihaleye çıkardığı ve Afrodit olarak da isimlendirdiği 12. bölgede İsrail’e Delek Firması ve ABD’li Noble sirketi aracılığı ile doğal kaynak arama izni vermistir.6 

Mısır, Türkiye’nin tüm girisimlerine rağmen GKRY ile MEB sınırlandırmasını öngören anlasmayı 17 Subat 2003 yılında imzalamıstır. Mısır, ortay hat ele alınarak yapılan bu anlasma sonucunda bölgede önemli kayıplara uğradığı görülmüstür. Oysa Türkiye kıyıları esas alınarak yapılacak bir anlasma, Mısır’a 12.000 km2 daha fazla alan verecekti.7 Mısır’da Mübarek yönetiminin düsmesi sonrasında Mısır GKRY ile olan yaptığı bu anlasmayı hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesiyle iptal etmistir. Prof. Dr. Ata Atun ise Rumlarla Mübarek döneminde yapılan anlasmanın iptal edilme sebebinin Mübarek tarafından Mısır hazinesinden çalınan paraların Rum bankalarında güvenli tutabilme karsılığında Rumlara adeta bu bölgeleri hibe ettiğini ve yeni yönetiminde uluslararası hukuka dayanarak bu yapılan anlasmayı iptal ettiğini söyleyecektir.8 

Lübnan ile de GKRY MEB anlasması imzalamayı basarmıs, bunun üzerine Türkiye Lübnan Büyükelçiliğine bir nota vererek mevcut anlasmanın Türkiye ve KKTC’nin mevcut hak ve menfaatlerini göz önüne almadığı ve GKRY yönetiminin adanın tümünü temsilen böyle bir girisimde bulunamayacağını belirtmis ve anlasmanın uygulanmamasını istemistir. 
Bunun üzerine Lübnan yapılan anlasmayı parlamentosunda bekleterek oylamayı ertelemistir. Bunda süphesiz Türkiye’nin notası etkili olmustur.9 

2004’te Rumlar tek taraflı olarak ilan ettiği MEB bölgesinde bölge devletleriyle MEB anlasmaları imzalamaya girismistir. Rumlar 2007 yılında da Kıbrıs’ın güneyinde sözde belirlenen MEB alanında 70 bin km2 alanda 13 adet petrol arama ruhsatı ilan etmistir. Rum kesimi belirlenen bu alanlardan 12 Parseli (Afrodit Bölgesi) ABD’li Noble sirketine, ikinci saha ihalesini Dtalya ve Fransa'ya, 2,3,9 nolu parselleri ENI'ye, 10 ve 11 nolu parselleri de Total'a vermistir. Aynı zamanda o dönemde Yunanistan, İsrail ve GKRY Enerji Bakanları anlasma imzalayarak üç ülkenin “enerji tedariği güvenliğini, sürdürülebilir kalkınmayı ve bölgesel isbirliğini” güçlendirmesini öngörmektedir. Avrupa Birliği ise bu gelismeleri destekler pozisyonda olmustur. Doğu Akdeniz gazı sayesinde Rumların borçlarını ödeyebileceği ve Rus tarafına olan Avrupa bağımlılığı azaltabileceği beklentisiyle Rum girisimlerini tesvik etmistir.10 

2010 yılında Dsrail ile GKRY arasında yapılan MEB sınırlandırma anlasması sonrasında Hristofyas üst düzey protokolle İsrail’de karsılanmıstır. Bu ziyarette GKRY üzerinden bölgede çıkarılacak olan enerjinin Avrupa’ya tasınması ve bunun içinde çalısma grubu kurulması kararları alınmıstır. 

2009 yılında ise Türk savas gemileri, Türkiye kıta sahanlığına girdiği için, Rumların ilan ettiği sözde MEB’te arastırma yapan Panama bandıralı Norveç gemisini engelleyerek faaliyette bulunmasını engellemistir. Bundan sonraki asamalarda da birçok sismik arastırma gemisi Türkiye tarafından engellemelere tabi tutulmus ve Türkiye bölgede bir ‘Fait Accopli’ ye müsaade etmeyeceğini bu tavırlarıyla göstermistir.11 

ABD sirketi Noble sondaja basladıktan 3 gün sonra KKTC, Türkiye’ye KKTC etrafında petrol ve doğalgaz arama ruhsatı vermis ve 2008 itibariyle iki boyutlu sismik arastırması yürüten Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Ekim 2011 itibariyle üç boyutlu sismik arastırmalara baslamıstır. Bunun yanında Doğu Akdeniz’de sondaj çalısması da planlayan Türkiye Kasım 2011 yılında Royal Dutch Shell firmasıyla isbirliği anlasması imzalamıstır. Türkiye GKRY’nin tek taraflı ihalelerinden sonra da bölgede savas gemileri, savas uçakları ve denizaltılarında katılımıyla tatbikatlar düzenlemis ve bu tatbikatlar Limosol ve Larnaka’da izlenebilmistir. Tatbikatın yapıldığı alanlar ise Rum kesiminin karasularının hemen dısında kaldığı görülmüstür.12 Bu arada da Rumların Ticaret Bakanlığı Enerji Direktörü Solon Kassinis sondaj platformunun 1650 metrelik deniz tabanına ulasarak 80 metre de tabandan toprağı deldiğini açıklamıstır. Dönemin Basbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise buna tepki göstererek: “Biz de su anda KKTC ile adımı atmıs vaziyetteyiz, çok kısa bir süre içerisinde, bu hafta içerisinde olması da mümkündür, münhasır ekonomik bölgemiz içerisinde bu çalısmaları baslatacağız” açıklamasında bulunmustur.13 GKRY bu arada da Mısır, Lübnan ve Dsrail ile yaptığı anlasmayı Libya ile de yapmaya gayret etmistir. 

3) Rumların Tutumu 

Rum kesimi, 1960 anlasmalarına aykırı olmasına rağmen Avrupa Birliğine girmeyi basarmıstır. Avrupa Birliği üyesi olarak Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinde Avrupa Birliğinden destek alması daha da kolay olmustur. Rum tarafı her ne kadar bölgede çıkarılacak olan kaynakların Türk tarafının da faydalanacağını ve kendileriyle de paylasılacağını ifade etse de, takdir yetkisinin adadaki iki toplumlu yapıda değil kendilerinde olduğunu düsünmektedirler. Fakat bu tür bir çözüm önerisi Türk tarafınca reddedilmekte ve 1960 düzeninden hareketle adada kapsamlı bir çözüm olmadan Rum tarafının doğal kaynakları tek basına çıkaramayacağını ifade etmektedir. 

Rumların süphesiz bu kadar enerji kaynaklarının üzerinde durmasının sebebi yasadıkları ekonomi kriz gösterilebilir. Vasiliko Elektirik Santralinde meydana gelen patlama ve KKTC’den alınan elektrik Rumların gururunu incitmis ve doğal kaynakları arama çalısmaları onur meselesi haline gelmistir. 

GKRY’nin parsellediği MEB alanlarından 7.000 km2’lik bölümü Türkiye’nin alanına girmekte ve diğer alanlardan 48.000 km2 alanda da KKTC’nin de hakkı bulunmaktadır. Diğer yandan Yunan ve Rum Kesiminin girisimleri sonuç verirse 145.000 km2’lik alandan 71.000 km2’lik alan Yunanistan’a, 33.000 km2’lik alan GKRY’ye kalacak kendisine ise sadece 41.000 km2’lik bir alan kalacaktır.14 

4) Tarafların Hukuki Argümanları 

İlk olarak Rum kesiminin alanları sınırlandırmada kullandığı yöntem, 1982 Deniz Sözlesmesinde de öngörülen ‘Ortay Hat Çizgisi’dir. Ortay Hat Çizgisi devletler arasında esit mesafelerden (orta noktadan) sınırın geçmesini öngören bir uygulamadır. Dolayısıyla devletler arasındaki mesafe ne kadar büyükse alanda bir o kadarda büyük olmakta, küçük olması halinde ve devletlerarasında mesafenin yakın olduğu durumlarda ise deniz alanı orta noktadan bölünmektedir. Her ne kadar GKRY, Mısır ve Lübnan ile yaptığı anlasmalarda ‘Ortay Hat Çizigisi’ni esas alsa da, BM Deniz Hukuku sözlesmesinde Hakkaniyet İlkesinin de göz önüne alınması gerektiği belirtilmistir. Fakat GKRY’nin bu bağlamda hakkaniyetten anladığı sadece ‘Ortay Hat Çizgisi’dir. Bu uygulamanın yapılması halinde Türkiye’ye Kıbrıs adasının kuzeyinde çok az bir alan kalırken, GKRY’ ye ise çok büyük bir alan bırakmakta bu da hakkaniyet ilkesine aykırı olmaktadır. Örneğin, GKRY’nin tek taraflı olarak böldüğü 13 parselden sadece 12’ci parseli KKTC kadar alanı kapsamaktadır. Hakkaniyet ilkesinin ne kadar ihlal edildiği buradan da kolaylıkla anlasılabilir. 

Türk tarafının bu konudaki tezlerine bakılırsa, hakkaniyet ilkesi gereği devletlerin karsılıklı hak ve rızasına dayanarak anlasmalar yoluyla bölgelerin sınırlandırılmasıdır. 

Bu bağlamda tüm devletlerin çıkarlarının gözetilmesi çok önemli olmaktadır. Deniz alanlarının sınırlandırılmasına iliskin teamül ve yargı kararlarına bakıldığı takdirde açık bir sekilde görülecektir ki, coğrafi faktörlerin yanında söz konusu denizin özel konumu (açık deniz mi kapalı deniz mi?), doğal kaynaklarının zenginliği ve denizde hak ve menfaati olan devletin sosyo-ekonomik özellikleri de göz önüne alınması gereken önemli hususlar olarak karsımıza çıkmaktadır. Yani kısaca deniz sınırlandırılmasında hakkaniyet, esit uzaklık, orantısallık, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama ve özel ve beseri kosullar gibi prensipler kullanılmaktadır. Türkiye’de kıstasların bunlara göre alınması ve hukuka uygun bir sınırlandırma yapılmasını istemektedir.15 


5) Sonuç ve Öneriler 

İlk olarak Türkiye’nin bölgede bir MEB politikasının olması gerekmektedir. Yunanistan ve GKRY bu konuda gayet aktif olmalarına rağmen Türkiye bu konuda yeterince iyi bir pozisyon alamamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle MEB anlasmaları yapması yararına olacaktır. AB Dönem Baskanlığı öncesine GKRY’nin hemen arama çalısmalarına baslaması Türkiye’yi agresif bir devlet pozisyonuna sokmak istemesindendir. Türkiye agresif devlet imajından kaçınmalı ve olabildiğince diğer devletlere diplomatik baskı kullanmak suretiyle hakkını arama yoluna gitmelidir. GKRY, AB üyeliğinde olduğu gibi “0 toplamlı oyun” pesinde olabilir. Böyle bir politika ile karsılasılması durumunda Türkiye’nin de benzer politikalarla cevap vermesi ve hukuken haklı olduğu yönünde güçlü bir lobi faaliyetinde bulunması gerekmektedir. Diğer yandan gerginlik seviyesinin kontrollü bir biçimde ilerlemesi de Türkiye’nin yararına olacaktır. Türkiye’nin artan askeri üstünlüğünün farkında olan Yunan ve Rum tarafı ekonomik krizinde vermis olduğu yükle Türk tarafına karsı fazla bir karsı girisimde bulunmaya yeltenemeyecektir. Hali hazırda Türk tarafının karsı olduğu böyle bir durumda GKRY ile anlasma yapan sirketlerde kendilerini rahat hissedemeyecektir. Kontrollü gerginlik politikası bahsedildiği üzere ekonomik kriz, petrol arama çalısmalarının yarattığı yük, siyasi belirsizlik ile de birlesirse Rum tarafı kolay hareket edemeyecektir. Akdeniz’deki doğal kaynaklar konusunda oldubittiye (Fait Accopli) müsaade eden Türkiye, Rumların AB üyeliğinde olduğu gibi çok zor duruma düsecek ve Akdeniz’deki varlığı tartısmalı hale gelecektir. Bu Türkiye’nin bölgedeki durumu için hayati derecede önemli bir meseledir. Bu arada Yunan ve Rumların belirlediği alanlarda balıkçılık açısından 

Akdeniz’de en verimli alanlara denk gelmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin Rum ve Yunan tarafının girisimlerine müsaade etmemesi için birçok sebep bulunmaktadır.16 

Bu arada Rum kesiminin çıkardığı ve pazarlamak içinde Yunanistan üzerinden pazarlamayı düsündüğü boru hattı projesinin maliyeti yaklasık olarak 17 milyar dolar tutmaktadır. GKRY’nin çıkardığı gazı Mısır ve Ürdün’e pazarlaması da alternatifleri daraltmaktadır. Diğer alternatif ise Limosol yakınlarında gazı sıvılastıracak bir tesis kurmak fakat bu da yaklasık olarak 8-10 milyar dolar tutmaktadır. Tek hesaplı güzergah Türkiye gözükmektedir. Fakat eğer Yunan ve Rum kesimi daha masraflı yoldan geçirerek Türkiye’yi bypass etmek isterlerse de Türkiye’nin enerji koridoru olma iddiası zarar görebilir. Bu yüzden Kıbrıs’taki çözüm herkesin yararına görülmektedir. Bölgede Dngiltere ise bekle-gör politikası uygulamaktadır ancak ada çevresinde bulunacak olan kaynaklardan hak istemesi pek olasıdır. 

Diğer yandan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) arama çalısmalarında daha etkin olabilmesi için teknik kabiliyetinin de artırılması çok önemli bir husustur. 

Bölge ülkeleri ile olan iliskilerimizin iyi olması da bize bu doğrultuda önemli kazanımlar sağlayacaktır. Örneğin Dsrail ile iliskilerimizin bozulmasını fırsat bilen GKRY’nin İsrail ile iliskilerimizin düzelmesi karsısında pozisyonunun zayıflayacağını söyleyebiliriz. Diğer yandan Dsrail’in Leviathan bölgesinde çıkardığı doğal kaynağı Türkiye üzerinden uluslararası pazara ulastırması da bizim açımızdan önemli bir avantaj olacaktır. 

Rum radyosu, sondaja başlayan Noble Energy şirketinin platformunun üzerinde İsrail insansız casus uçaklarının uçuş yaptıklarını ve İsrail donanmasına ait gemilerin de platformun doğusunda görüldüklerini duyurdu.

Sondaj öncesi, İsrail'in '' Leviathan '' ismi verilen parselinde bulunan doğalgaz platformu 12. parsele taşındı.

Eski Rum bakan uyardı

Rum yönetiminin 2003'de Mısır'la yaptığı anlaşmaya imza koyan, Kıbrıs Rum yönetimi eski dışişleri bakanlarından Nikos Rolandis de, Rum yönetimine, sözde ''Münhasır Ekonomik Bölgesi'' (MEB) içerisinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarıyla ilgili Türkiye'nin uyarılarını dikkate alması çağrısı 
yaparak, ''Türkiye dediğini yapar'' dedi.

Atalay'dan Rumlara çağrı,

14-17 Eylül'de KKTC'yi ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da Kıbrıs Rum tarafının Doğu Akdeniz'de doğalgaz ve petrol arama girişimlerinin ekonomik değil, siyasi bir manevra olduğunu belirterek, Kıbrıs Rum kesimini bu tür provokatif faaliyetlerden kaçınmaya çağırdı.
http://aa.com.tr/tr/dunya/kibris-petrol-icin-de-mi-yuzuyor/411704


DİPNOTLAR;

1 Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 
2 Kocaeli Üniversitesi, Siyasi Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi 
3 BM Deniz Hukuku Sözlesmesi için Bknz, http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf (Erisim Tarihi: 01. 10. 2014) 
4 Cenap Çakmak, “Uluslararası Hukuk: Giris, Teori ve Uygulama”, Ekin Yayınları, 2014, s. 171 
5 “ Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor? ”, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor Sabah Gazatesi, 21.09.2011 
6 Hasan Selim Özertem, “Doğu Akdeniz’de Enerji Oyunları”, USAK Analist Dergisi, Sayı: 9, Yıl:1 Kasım 2011 
7 Sertaç H. Basaren, “Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyusmazlığı”, SAREM (Stratajik Arastırma ve Etüt Merkezi) Ocak 2010, s.149 
8 “Prof. Atun: Anlasmayı bozan Mısır haklı”, 
http://www.haber7.com/kibris/haber/1000555-prof-atun-anlasmayi-bozan-misir-hakli , Haber7.com, 11 Mart 2013 (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
9 Basaren, “ Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyusmazlığı ”, s.153 
10 Dr. Göknur Akçadağ, “Doğu Akdenizde Enerji Jeopolitiği ve Bölge Ülkelerine Yansıyan Rekabeti”, turkishnyy.com, 15.09.2014 (Erisim Tarihi:01.10.2014) 
11 “Rum Radyosu:” Türk Gemisi Yine Petrol Arayan Gemiye Müdahale Etti ”, http://www.haberler.com/rumradyosu-
turk-savas-gemisi-yine-petrol-arayan-haberi/ 25 Kasım 2008 (Erisim tarihi:01.10.2014) 
12 Cenk Özgen,i Güvenliğine Yönelik Bir Girisim:Akdeniz Kalkanı Harekatı”, Akademik Ortadoğu, Cilt 8, Sayı 1, 2013, ss.109-110 
13 “Rumlar Akdenizde sondajı baslattı, ‘savas gemisi ve TPAO’ resti çektik”, Hürriyet Gazatesi, 20 Eylül 2011 
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/18773690.asp 
14 Dr. Sertaç H. Baseren, “ Doğu Akdenizde Gerilim”, Turkish Marine Research Foundation, 
http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id=95:dou-akdeniz-serhat-h-
baeren&catid=40:muenhasr-ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=en (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
15 Dbrahim Kaya, “Doğu Akdenizdeki Gerginliğin Hukuki Boyutu”, USAK Analist 9 sayı 1 yıl, ss.56-57 

KAYNAKÇA ;

“Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor?”, 
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor Sabah 
Gazatesi, 21.09.2011 “Prof. Atun: Anlasmayı bozan Mısır haklı”, 
http://www.haber7.com/kibris/haber/1000555-prof-atun-anlasmayi-bozan-misir-hakli , 
Haber7.com, 11 Mart 2013 (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
“Rum Radyosu:”Türk Gemisi Yine Petrol Arayan Gemiye Müdahale Etti”, 
http://www.haberler.com/rum-radyosu-turk-savas-gemisi-yine-petrol-arayan-haberi/ Kasım 2008 (Erisim tarihi:01.10.2014) 
16 Mustafa Kutlay,” Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Anlasması: Doğu Akdenizde Sertlesen Rekabet”, USAK Gündem, 
http://www.usakgundem.com/yazar/2243/t%C3%BCrkiye-kktc-k%C4%B1ta-sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1-do%C4%9Fu-akdeniz%E2%80%99de-
sertle%C5%9Fen-rekabet.html (Erisim tarihi:01.10.2014) 
“Rumlar Akdenizde sondajı baslattı, ‘savas gemisi ve TPAO’ resti çektik”, Hürriyet Gazatesi, 20 Eylül 2011 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/18773690.asp 
BM Deniz Hukuku Sözlesmesi için Bknz, http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf (Erisim Tarihi: 01. 10. 2014) 
Cenk Özgen,i Güvenliğine Yönelik Bir Girisim:Akdeniz Kalkanı Harekatı”, Akademik Ortadoğu, Cilt 8, Sayı 1, 2013 
Çakmak, Cenap “Uluslararası Hukuk: Giris, Teori ve Uygulama”, Ekin Yayınları, 2014 
Dr. Göknur Akçadağ, “Doğu Akdenizde Enerji Jeopolitiği ve Bölge Ülkelerine Yansıyan Rekabeti”, turkishnyy.com, 15.09.2014 
Dr. Sertaç H. Baseren, “ Doğu Akdenizde Gerilim”, Turkish Marine Research Foundation, http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id=95:dou-
akdeniz-serhat-h-baeren&catid=40:muenhasr-ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=en (Erisim tarihi: 01.10.2014) 
İbrahim Kaya, “Doğu Akdenizdeki Gerginliğin Hukuki Boyutu”, USAK Analist 9 sayı 1 yıl 
Mustafa Kutlay,” Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Anlasması: Doğu Akdenizde Sertlesen Rekabet”, USAK Gündem, 
http://www.usakgundem.com/yazar/2243/t%C3%BCrkiye-kktc-k%C4%B1ta-sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1-do%C4%9Fu-
akdeniz%E2%80%99de-sertle%C5%9Fen-rekabet.html (Erisim tarihi:01.10.2014) 
Özertem, Hasan Selim “Doğu Akdeniz’de Enerji Oyunları”, USAK Analist Dergisi, Sayı: 9, Yıl:1 Kasım 2011 
Sertaç H. Basaren, “Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyusmazlığı”, SAREM (Stratajik Arastırma ve Etüt Merkezi) Ocak 2010 


***





http://aa.com.tr/tr/dunya/kibris-petrol-icin-de-mi-yuzuyor/411704


...


   KIBRIS VE ENERJİ

Serdar Örnek
Baransel Mızrak

Giriş

Hiç şüphesiz Kıbrıs adasının bulunmuş olduğu coğrafi konumun getirmiş olduğu  stratejik kazanımlar birçok devletin dikkatini çekmiştir. Bölgede olduğu söylenen doğalgaz rezervleri Kıbrıs adasının ehemmiyetini bir kat daha artırmış ve AB, ABD ve Rusya gibi taraflar bu gelişmeyi yakından takip etmiştir. 
1960 anlaşmalarıyla Türk ve Rum toplumlarının iradesine dayanan Kıbrıs devletinin Rum tarafının kendilerini adanın tek hakimi olarak görmesi ve düzen aleyhine girişimlerde bulunmasıyla bozulmuştur.  50 yılı aşkın çözümsüz kalan Kıbrıs Sorununda Kıbrıs Rum kesimi, 1960 Londra-Zurih Anlaşmalarıyla ortaya konulan “Sui-Generis” yapıya aykırı olmasına rağmen adanın tümünü temsil ettiği iddasıyla Avrupa Birliğine girmiştir. Sonrasında “Annan Planı” ortaya konulmuş yine ada da iki toplumun iradesine dayanan bir devlet Rum tarafının vetosu nedeniyle kurulamamıştır.

Kıbrıs adası ve çevresinde doğalgaz ve petrol olduğu yönündeki iddaalar halihazırda ekonomik krizle boğuşan Rum tarafında büyük bir heyecana yol açmıştır. Bizde bu çalışmamızda Rum tarafının ada’da henüz kapsamlı bir çözüm olmamasına rağmen tek taraflı olarak Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) ilan etmesi ve bu bölgelerde doğal kaynak arama çalışmalarına başlamasından söz edeceğiz.  Tabi ki bu ilan sonrasında tarafların hukuki değerlendirmelerine değindikten sonra Kıbrıs Rum Yönetiminin  tek taraflı olarak bölgesindeki ülkelerde yaptığı MEB ve Kıta Sahanlığı sınırlandırma anlaşmalarından ve buna Türkiye’nin verdiği tepkilerden bahsedilecektir.

Çalışmamızın sonuç bölümünde ise Rum kesiminin tek taraflı olarak yaptığı girişimlerin ve tehditlerin Türkiye ve KKTC lehine nasıl döndürülebileceği hususunda çözüm önerilerinde bulunulacaktır. 






Münhasır Ekonomik Bölge Nedir?


Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin verdiği tanıma göre Münhasır Ekonomik Bölge, karasuların ölçülmeye başlandığı esas hat itibariyle 200 deniz milinin ötesine uzanmayan ve kıyı devletine, deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki alanlarında birtakım hak ve yetkiler tanıyan deniz alanına denilmektedir. Yani MEB alanına sahip olan bir devlet sözleşmeninde belirttiği üzere deniz yatağı altında ve üstündeki sularda, deniz yataklarında ve toprak altında canlı ve cansız kaynakların araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi konularında, aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi bölgenin ekonomik anlamda işletilmesi ve araştırılmasına yönelik egemen haklara sahip olmaktadır. Bu hakların yanında kıyı devleti yapay adaları da bu bölgede inşa edebilmektedir. Ancak bu hak ve yetkilere rağmen bu bölge açık deniz gibi değerlendirilmekte diğer devlet gemileri bu alanda seyredebilmekte, uçak uçurabilmekte ve denizaltı kablo ve boru hatları döşeyebilmektedir. Diğer devletlerin, kıyı devletinin yetkilerine herhangi bir zarar verilemeyeceği gibi, aynı şekilde kıyı devletide diğer devletlerin kendi yetkilerini kullanabilmesinde aynı hassasiyeti göstermesi gerekmektedir. Aynı zamanda coğrafi açıdan elverişsiz olan devletlerde, hakkaniyet çerçevesinde eğer doğal kaynaklarda yeterli hacim olursa bu kaynaklardan yararlanabilme hakkına sahiptir.

Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Adası Çevresindeki Faaliyetleri ve Türk Tarafının Tepkileri

KKTC Genel Başkanı ve o dönemin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş adanın etrafında dünyanın en zengin doğal kaynakları olduğu ve bu kaynakların AB ve ABD tarafından kontrol altına alınmak istediğini açıklamıştır. Bu Annan planı öncesinde açıklanmış ve adada çözümü sağlayacak olan Annan Planına ilgili tarafların tam destek verdiğini ifade etmiştir. Fakat Annan Planı da Rum tarafının vetosu nedeniyle kabul edilmemiştir. Daha sonradan,. 2003 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adanın çevresinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başlamıştır. 2003 yılında Mısır ile MEB sınırlandırma anlaşması imzalanmış, 2007 yılında ise Lübnan ile MEB anlaşmasına imza konulmuştur. 2010 yılında ise benzer bir anlaşmayı İsrail ile Mavi Marmara baskınından sonra imzalamıştır. GKRY’nın Kıbrıs adasının etrafını tek taraflı olarak parsellere ayırmak suretiyle uluslararası ihaleye çıkardığı ve Afrodit olarakta isimlendirdiği 12. bölgede İsraile Delek Firması ve ABD’li Noble şirketi aracılığı ile doğal kaynak arama izni vermiştir. 

Mısır, Türkiye’nin tüm girişimlerine rağmen GKRY ile MEB sınırlandırmasını öngören anlaşmayı 17 Şubat 2003 yılında imzalamıştır. Mısır, ortay hat ele alınarak yapılan bu anlaşma sonucunda bölgede önemli kayıplara uğradığı görülmüştür. Oysa, Türkiye kıyıları esas alınarak yapılacak bir anlaşma, Mısır’a 12.000 km2 daha fazla alan verecekti.  Mısır’da Mübarek yönetiminin düşmesi sonrasında Mısır GKRY ile olan yaptığı bu anlaşmayı hakkaniyete uygun olmadığı gerekçesiyle iptal etmiştir. Prof.Dr. Ata Atun ise Rumlarla Mübarek döneminde yapılan anlaşmanın iptal edilme sebebinin Mübarek tarafından Mısır hazinesinden çalınan paraların Rum bankalarında güvenli tutabilme karşılığında Rumlara adeta bu bölgeleri hibe ettiğini ve yeni yönetiminde uluslararası hukuka dayanarak bu yapılan anlaşmayı iptal ettiğini söylecektir.

Lübnan ile de GKRY MEB anlaşması imzalamayı başarmış, bunun üzerine Türkiye Lübnan Büyükelçiliğine bir nota vererek mevcut anlaşmanın Türkiye ve KKTC’nin mevcut hak ve menfaatlerini göz önüne almadığı ve GKRY yönetiminin adanın tümünü temsilen böyle bir girişimde bulunamayacağını belirtmiş ve anlaşmanın uygulanmamasını istemiştir. Bunun üzerine Lübnan yapılan anlaşmayı parlementosunda bekleterek oylamayı ertelemiştir. Bunda şüphesiz Türkiye’nin notası etkili olmuştur.

2004’te Rumlar tek taraflı olarak ilan ettiği MEB bölgesinde bölge devletleriyle MEB anlaşmaları imzalamaya girişmiştir. Rumlar 2007 yılında da Kıbrısın güneyinde sözde belirlenen MEB alanında 70 bin km2 alanda 13 adet petrol arama ruhsatı ilan etmiştir. Rum kesimi belirlenen bu alanlardan 12 Parseli (Afrodit Bölgesi) ABD’li Noble şirketine, ikinci saha ihalesini İtalya ve Fransa'ya, 2,3,9 nolu parselleri ENI'ye, 10 ve 11 nolu parselleri de Total'a vermiştir. Aynı zamanda o dönemde Yunanistan, İsrail ve GKRY Enerji Bakanları anlaşma imzalayarak üç ülkenin “enerji tedariği güvenliğini, sürdürülebilir kalkınmayı ve bölgesel işbirliğini” güçlendirmesini öngörmektedir. Avrupa Birliği ise bu gelişmeleri destekler pozisyonda olmuştur. Doğu akdeniz gazı sayesinde Rumların borçlarını ödeyebileceği ve Rus tarafına olan Avrupa bağımlılığı azaltabileceği beklentisiyle Rum girişimlerini teşvik etmiştir. 
2010 yılında İsrail ile GKRY arasında yapılan MEB sınırlandırma anlaşması sonrasında Hristofyas üst düzey protokolle İsrailde karşılanmıştır. Bu ziyarette GKRY üzerinden bölgede çıkarılacak olan enerjinin Avrupaya taşınması ve bunun içinde çalışma grubu kurulması kararları alınmıştır.

2009 yılında ise Türk savaş gemileri, Türkiye kıta sahanlığına girdiği için, Rumların ilan ettiği sözde MEB’te araştırma yapan Panama bandıralı Norveç gemisini engelleyerek faaliyette bulunmasını engellemiştir. Bundan sonraki aşamalardada birçok sismik araştırma gemisi Türkiye tarafından engellemelere tabi tutulmuş ve Türkiye bölgede bir ‘Fait Accopli’ ye müsaade etmeyeceğini bu tavırlarıyla göstermiştir.

ABD şirketi Noble sondaja başladıktan 3 gün sonra  KKTC, Türkiye’ye KKTC etrafında petrol ve doğalgaz arama ruhsatı vermiş ve 2008 itibariyle iki boyutlu sismik araştırması yürüten Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Ekim 2011 itibariyle üç boyutlu sismik araştırmalara başlamıştır. Bunun yanında Doğu Akdenizde sondaj çalışmasıda planlayan Türkiye Kasım 2011 yılında Royal Dutch Shell firmasıyla işbirliği anlaşması imzalamıştır. Türkiye GKRY’nin tek taraflı ihalelerinden sonra da bölgede savaş gemileri, savaş uçakları ve denizaltılarında katılımıyla tatbikatlar düzenlemiş ve bu tatbikatlar Limosol ve Larnaka’da izlenebilmiştir. Tatbikatın yapıldığı alanlar ise Rum kesiminin karasularının hemen dışında kaldığı görülmiştür. Bu arada da Rumların Ticaret Bakanlığı Enerji Direktörü Solon Kassinis sondaj platformunun 1650 metrelik deniz tabanına ulaşarak 80 metre de tabandan toprağı deldiğini açıklamıştır. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise buna tepki göstererek: “Biz de şu anda KKTC ile adımı atmış veziyetteyiz, çok kısa bir süre içerisinde, bu hafta içerisinde olması da mümkündür, münhasır ekonomik bölgemiz içerisinde bu çalışmaları başlatacağız” açıklamasında bulunmuştur. GKRY bu arada da Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı anlaşmayı Libya ile de yapmaya gayret etmiştir.

Rumların Tutumu


Rum kesimi, 1960 anlaşmalarına aykırı olmasına rağmen Avrupa Birliğine girmeyi başarmıştır. Avrupa Birliği üyesi olarak Doğu Akdenizdeki faaaliyetlerinde Avrupa Birliğinden destek alması daha da kolay olmuştur. Rum tarafı her ne kadar bölgede çıkarılacak olan kaynakların Türk tarafınında faydalanacağını ve kendileriyle de paylaşılacağını ifade etse de, taktir yetkisinin adadaki iki toplumlu yapıda değil kendilerinde olduğunu düşünmektedirler. Fakat bu tür bir çözüm önerisi Türk tarafınca rededilmekte ve 1960 düzeninden haraketle adada kapsamlı bir çözüm olmadan Rum tarafının doğal kaynakları tek başına çıkaramayacağını ifade etmektedir. 

Rumların şüphesiz bu kadar enerji kaynaklarının üzerinde durmasının sebebi yaşadıkları ekonomi kriz gösterilebilir. Vasiliko Elektirik Santralinde meydana gelen patlama ve KKTC’den alınan elektirik Rumların gururunu incitmiş ve doğal kaynakları arama çalışmaları onur meselesi haline gelmiştir.

GKRY’nin parsellediği MEB alanlarından 7.000 km2 lik bölümü Türkiye’nin alanına girmekte ve diğer alanlardan 48.000 km2 alanda da KKTC’nin de hakkı bulunmaktadır. Diğer yandan Yunan ve Rum Kesiminin girişimleri sonuç verirse 145.000 km2 lik alandan 71.000 km2 lik alan Yunanistana, 33.000 km2 lik alan GKRY’ye kalacak kendisine ise sadece 41.000 km2 lik bir alan kalacaktır.

Tarafların Hukuki Argümanları 

İlk olarak Rum kesiminin alanları sınırlandırmada kullandığı yöntem, 1982 Deniz Sözleşmesindede öngörülen ‘Ortay Hat Çizgisi’ dir. Ortay Hat Çizgisi devletler arasında eşit mesafelerden (orta noktadan) sınırın geçmesini öngören bir uygulamadır. Dolayısıyla devletler arasındaki mesafe ne kadar büyükse alanda bir o kadarda büyük olmakta, küçük olması halinde ve devletlerarasında mesafenin yakın olduğu durumlarda ise deniz alanı orta noktadan bölünmektedir. Her ne kadar GKRY, Mısır ve Lübnan ile yaptığı anlaşmalarda ‘Ortay Hat Çizigisi’ni esas alsa da, BM Deniz Hukuku sözleşmesinde Hakkaniyet İlkesinin de göz önüne alınması gerektiği belirtilmiştir. Fakat GKRY’nin bu bağlamda hakkaniyetten anladığı sadece ‘Ortay Hat Çizgisi’dir. Bu uygulamanın yapılması halinde Türkiye’ye Kıbrıs adasının kuzeyinde çok az bir alan kalırken, GKRY’ ye ise çok büyük bir alan bırakmakta bu da hakkaniyet ilkesine aykırı olmaktadır. Örneğin, GKRY’nin tek taraflı olarak böldüğü 13 parselden sadece 12’ci parseli KKTC kadar alanı kapsamaktadır. Hakkaniyet ilkesinin ne kadar ihlal edildiği buradanda kolaylıkla anlaşılabilir. 

Türk tarafının bu konudaki tezlerine bakılırsa, hakkaniyet ilkesi gereği devletlerin karşılıklı hak ve rızasına dayanarak anlaşmalar yoluyla bölgelerin sınırlandırılmasıdır. Bu bağlamda tüm devletlerin çıkarlarının gözetilmesi çok önemli olmaktadır. Deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin teamül ve yargı kararlarına bakıldığı taktirde açık bir şekilde görülecektir ki, coğrafi faktörlerin yanında söz konusu denizin özel konumu (açık deniz mi kapalı deniz mi?), doğal kaynaklarının zenginliği ve denizde hak ve menfaati olan devletin sosyo-ekonomik özellikleride göz önüne alınması gereken önemli hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani kısaca deniz sınırlandırılmasında hakkaniyet, eşit uzaklık, orantısallık, coğrafyanın üstünlüğü, kapatmama ve özel ve beşeri koşullar gibi prensipler kullanılmaktadır. Türkiye’de kıstasların bunlara göre alınması ve hukuka uygun bir sınırlandırma yapılmasını istemektedir.

Sonuç ve Öneriler

İlk olarak Türkiye’nin bölgede bir MEB politikasının olması gerekmektedir. Yunanistan ve GKRY bu konuda gayet aktif olmalarına rağmen Türkiye bu konuda yeterince iyi bir pozisyon alamamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle MEB anlaşmaları yapması yararına olacaktır. AB Dönem Başkanlığı öncesine GKRY’nin hemen arama çalışmalarına başlaması Türkiye’yi agresif bir devlet pozisyonuna sokmak istemesindendir. Türkiye agresif devlet imajından kaçınmalı ve olabildiğince diğer devletlere diplomatik baskı kullanmak suretiyle hakkını arama yoluna gitmelidir. GKRY, AB üyeliğinde olduğu gibi “0 toplamlı oyun” peşinde olabilir. Böyle bir politika ile karşılaşılması durumunda Türkiye’nin de benzer politikalarla cevap vermesi ve hukuken haklı olduğu yönünde güçlü bir lobi faaliyetinde bulunması gerekmektedir. Diğer yandan gerginlik seviyesinin kontrollü bir biçimde ilerlemesi de Türkiye’nin yararına olacaktır. Türkiye’nin artan askeri üstünlüğünün farkında olan Yunan ve Rum tarafı ekonomik krizinde vermiş olduğu yükle Türk tarafına karşı fazla bir karşı girişimde bulunmaya yeltenemeyecektir. Hali hazırda Türk tarafının karşı olduğu böyle bir durumda GKRY ile anlaşma yapan şirketlerde kendilerini rahat hissedemeyecektir. Kontrollü gerginlik politikası bahsedildiği üzere ekonomik kriz, petrol arama çalışmalarının yarattığı yük, siyasi belirsizlik ile de birleşirse Rum tarafı kolay haraket edemeyecektir. Akdenizdeki doğal kaynaklar konusunda oldu bitti’ye (Fait Accopli) müsaade eden Türkiye, Rumların AB üyeliğinde olduğu gibi çok zor duruma düşecek ve Akdenizdeki varlığı  tartışmalı hale gelecektir. Bu Türkiye’nin bölgedeki durumu için hayati derecede önemli bir meseledir. Bu arada Yunan ve Rumların belirlediği alanlarda balıkçılık açısından Akdenizde en verimli alanlara  denk gelmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin Rum ve Yunan tarafının girişimlerine müsaade etmemesi için birçok sebep bulunmaktadır.

Bu arada Rum kesiminin çıkardığı ve pazarlamak içinde Yunanistan üzerinden pazarlamayı düşündüğü boru hattı projesinin maliyeti yaklaşık olarak 17 milyar dolar tutmaktadır. GKRY’nin çıkardığı gazı Mısır ve Ürdüne pazarlamasıda alternatifleri daraltmaktadır. Diğer alternatif ise Limosol yakınlarında gazı sıvılaştıracak bir tesis kurmak fakat bu da yaklaşık olarak 8-10 milyar dolar tutmaktadır. Tek hesaplı güzergah Türkiye gözükmektedir. Fakat eğer Yunan ve Rum kesimi daha masraflı yoldan geçirerek Türkiye’yi bypass etmek isterlerse de Türkiye’nin enerji koridoru olma iddaası zarar görebilir. Bu yüzden Kıbrıs’taki çözüm herkesin yararına görümektedir. Bölgede ingiltere ise bekle-gör politikası uygulamaktadır ancak ada çevresinde bulunacak olan kaynaklardan hak istemesi pek olasıdır. 

Diğer yandan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) arama çalışmalarında daha etkin olabilmesi için teknik kabiliyetininde artırılması çok önemli bir husustur. 

Bölge ülkeleri ile olan ilişkilerimizin iyi olmasıda bize bu doğrultuda önemli kazanımlar sağlayacaktır. Örneğin İsrail ile ilişkilerimizin bozulmasını fırsat bilen GKRY’nin İsrail ile ilişkilerimizin düzelmesi karşısında pozisonunun zayıflayacağını söyleyebiliriz. Diğer yandan İsrail’in Leviathan bölgesinde çıkardığı doğal kaynağı Türkiye üzerinden uluslararası pazara ulaştırmasıda bizim açımızdan önemli bir avantaj olacaktır. 


KAYNAKÇA;

Kitaplar

Çakmak, Cenap “Uluslararası Hukuk: Giriş, Teori ve Uygulama”, Ekin Yayınları, 2014

Dergi ve Makaleler

Özertem,  Hasan Selim “Doğu Akdeniz’de Enerji Oyunları”, USAK Analist Dergisi, Sayı: 9, Yıl:1 Kasım 2011
Sertaç H. Başaren, “Doğu Akdeniz Yetki Alanları Uyuşmazlığı”, SAREM (Stratajik Araştırma ve Etüt Merkezi) Ocak 2010
Dr. Göknur Akçadağ, “Doğu Akdenizde Enerji Jeopolitiği ve Bölge Ülkelerine Yansıyan Rekabeti”, turkishnyy.com, 15.09.2014
Cenk Özgen,i Güvenliğine Yönelik Bir Girişim:Akdeniz Kalkanı Harekatı”, Akademik Ortadoğu, Cilt 8, Sayı 1, 2013
İbrahim Kaya, “Doğu Akdenizdeki Gerginliğin Hukuki Boyutu”, USAK Analist 9 sayı 1 yıl
  
İnternet Kaynakları;

BM Deniz Hukuku Sözleşmesi için Bknz, 
http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 01. 10. 2014)
“Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor?”, 
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor Sabah Gazatesi, 21.09.2011
“Prof. Atun: Anlaşmayı bozan Mısır haklı”, 
http://www.haber7.com/kibris/haber/1000555-prof-atun-anlasmayi-bozan-misir-hakli , Haber7.com, 11 Mart 2013 (Erişim tarihi: 01.10.2014)
“Rum Radyosu:”Türk Gemisi Yine Petrol Arayan Gemiye Müdahale Etti”, 
http://www.haberler.com/rum-radyosu-turk-savas-gemisi-yine-petrol-arayan-haberi/ 25 Kasım 2008 (Erişim tarihi:01.10.2014)
“Rumlar Akdenizde sondajı başlattı, ‘ Savaş Gemisi ve TPAO’ resti çektik”, Hürriyet Gazatesi, 20 Eylül 2011 http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/18773690.asp
Dr. Sertaç H. Başeren, “ Doğu Akdenizde Gerilim”,  Turkish Marine Research Foundation, 
http://www.tudav.org/index.php?option=com_content&view=article&id=95:dou-akdeniz-serhat-h-baeren&catid=40:muenhasr-ekonomik-boelge&Itemid=54&lang=en (Erişim tarihi: 01.10.2014)
Mustafa Kutlay,” Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Anlaşması: Doğu Akdenizde Sertleşen Rekabet”, USAK Gündem, 
http://www.usakgundem.com/yazar/2243/t%C3%BCrkiye-kktc-k%C4%B1ta-sahanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-anla%C5%9Fmas%C4%B1-do%C4%9Fu-akdeniz%E2%80%99de-sertle%C5%9Fen-rekabet.html (Erişim tarihi:01.10.2014)


https://www.academia.edu/12136482/K%C4%B1br%C4%B1s_ve_Enerji


***