10 Nisan 2017 Pazartesi

Tarih’in Kötüye Kullanımı, BÖLÜM 2


Tarih’in Kötüye Kullanımı, BÖLÜM 2


3. Tarih ve Sosyo-politik Formasyon 

Tarihyazımının ve tarihin işlevi ve sosyo-politik yaşam alanındaki konumunu tartışırken işlev alanının birey ve kolektif olmak üzere kategorileştirmek faydalı bir analiz biçimi sunar. Kolektif tarih bilinci veya işlevi ile kastettiğimiz “milli tarih”tir. Küreselleşme ve postmodern yaklaşımların çöktüğü ve zayıfladığı iddialarına rağmen ulus-devletler, bütün ihtişamıyla varlığını sürdürmekte ve hatta gücünü ve etkinlik alanını tahkim etmektedir. Mesela, kitle iletişim araçları, internet gibi vasıtalarla resmi dilin yaygınlığının artması ve demokratik katlım bilincinin gelişmesi gibi. Başka bir ifade ile, postmodernist söylemde yer verilmemiş olmasına rağmen, postmodernitede ulus-devletler, siyasi toplumsal örgütlenmenin merkezi olma konumlarını devam ettirmektedirler (Akça, 2005: 253). Bu yüzden bu tartışmada milli tarih yazımı bağlamında konu müzakere edilecektir. 

Esat Öz’e göre, neoliberal küreselleşme sürecinin derinleşmesiyle birlikte, bir yandan millî kimliğe/devlete/bağımsızlığa yönelik tehditler artarken, diğer yandan etnik ve dinî farklılıkları bileyleyen, bir bakıma “mikro kimlik arkeolojisi”ne aşırı ilgi duyan bir eğilim gelişmektedir. (Öz, 2015) Hem akademik çalışmalarda hem de popüler süreli yayınlarda bolca örneklerine rastladığımız 
bu tarih çalışmaları siyasi konjonktürün de uygun şartları yaratmasına paralel olarak kendini göstermektedir. Bu çerçevede, Öz’e göre, “mikro kimlikler ve azınlıklar sorununa endeksli bir tarihçilik anlayışının, küresel hükümranlık sistemince ödüllendirilen popüler ve muteber bir tarihçilik olarak ön plana çıkartıldığı gözlenmektedir. Aynı sürecin diğer yüzünü ise, şüphesiz millî tarihin ve tarihçiliğin, hem akademik hem de sosyal hayatın dışına atılması için entelektüel engizisyona muhatap kılınması oluşturmakta; biri olmadan diğeri olamayacağı için de her iki işin koordineli biçimde icra edilmesi gerekmektedir” (Öz, 2005). 

Bu bağlamda Tosh’un “Tarih, belli değerlere geçerlilik kazandıracak “anlamlar” aramak için deşilmiyor, şimdiki durumumuzu olabilecek en geniş biçimde denetim altına almaya yönelik bir araç olarak ele alınıyor” (Tosh 1997: 20) şeklindeki yaklaşımı gerçeğin bir boyutuna vurgu yaparken “denetim” eyleminin sadece tarih değil grup kimliğini inşa eden bütün normatif bilgi kümeleri için 
geçerli olduğunu belirtelim. Grup davranışının ortaya çıkışını mümkün kılan grup kimliğinin özgünlüğünü yaratan normlar bireyin duygu, düşünce, davranış gibi bütün eylem alanını kapsar. 

Grup kimliğini pekiştiren değerlerin her biri aynı zamanda grup davranışını denetim altına alma işlevi görür. Tosh’un iddia ettiği gibi tarihin işlevini sadece şimdiki durumumuzu denetim altına almaya çalışan bir araç değil psikolojik ve toplumsal bağlamı içinde meşrulaştırıcı bir güç olarak değerlendirmek daha sağlıklı bir bakış açısı sunar. 

Southgate’nin dediği gibi “Bir tarihin belirli bir bakış açısı olmaksızın yazılması imkânsızdır. Bu bakış açıları elbette ki felsefî ya da ideolojik olacaktır” (Southgate 2012: 26). Bu tarihyazımının göreceliliği, çok hakikatliliği, yorumların çeşitliliği “toplumsal yaşamın” çeşitliliğini kapsayabilecektir. Tarih bireysel ve kolektif düzlemde işlevi haizdir. İnsan varolduğundan beri “tarih” farklı formlarda kendini göstermiş ve kollektif bir işlev görmüştür. Mitler, destanlar, kahramanların hikayeleri herbiri şüphesiz toplumsal bir işlevi haizdir. Geçmiş olayların ve olguların, süreçlerin, kişilerin kullanım 
biçimi ve yöntemi zamana ve mekana göre değişiklik gösterse de değişmeyen tarihin kullanım biçimidir. “Mythomoteur” kavramını geliştiren A.D. Smith, bu kavramı etnik siyasi birliğin kurucu miti olarak tanımlamaktadır. Mit, sembol ve mythomoteur, etnisitenin hamilerinin koruyup sakladıkları, yaydıkları ve gelecek nesillere aktardıkları inanç ve duygu birliğini sağlamada hayati rol oynar. Bu üç unsur, aynı zamanda bir etninin tarihi belleğini ve veya etnik hafızayı nesilden nesile aktarır. Bu üç kavramın ortak buluşma noktası ise primajenitor ata, kutsal sembol, kutsal mekândır. 

Primajenitor ata dediğimiz şey, çoğunlukla bir etninin doğuşunda hamile veya dölleyici rolü üstlenen bir hayvandır. Örneğin Türklerde bozkurt, Ruslarda ayı, İngilizlerde leopar, Fransızlarda horoz böyledir; mühim olan primajenitor ata efsanesinin mahiyeti değil, onu etnik hafızasında yaşatan etninin kendi ürünü olmasıdır (Batur, 2011: 26). Primajenitor ata efsanesi toplumun sürekliliğini 
sağlamada ve kültürel inşasında yaşamsal derecede önem taşımaktadır. Smith’e göre de ulus kavramını oluşturan mit ve bellekten daha başka şeyler de vardır. Bunlar ulus için bir sine qua non oluşturur: belleksiz kimlik olamaz, mitsiz ortak amaç olamaz; kimlik, amaç ya da kader, ulus kavramının zaruri öğeleridir. Ancak, bu, etnik topluluk kavramı için de geçerlidir; etnik topluluğun 
da kimlik ve kadere, dolayısıyla mit ve anılara sahip olması gerekmektedir (Smith, 2002: 22). Modern olarak görülen milletlerin varlığının aslında çok derin tarihsel köklere sahip olduğu görülmektedir. 

Milletlerin varlığı da büyük ölçüde tarih ile mümkün olabilmektedir. Gerek etnik grup gerekse millet olsun sosyal grup kimliğinin kazanılmasında tarih ve kollektif bellek zorunlu koşuldur. 

Tosh da büyük grup bilincinin kazanılmasında tarih bilincine özel vurgu yapar. Ona göre, “Büyük bir toplumsal grubu birleştiren en güçlü bağlardan biri, üyelerinin ortak tarih bilincidir. Bu bilinç olmaksızın insanlar, geniş soyutlamalara bağlılık göstermeleri yolundaki talepleri kolay kolay kabul edemezler. Modern tarihte grupla özdeşleşme süreçlerinin en güçlüsü olan ulus bilincini düşündüğümüzde, bunun geçerliliği çok daha belirginleşir” (Tosh 1997: 5). Bu çerçevede her milletin etnik bir kökeni yani köklü bir geçmişi olmadığı için modern anlamda millet inşasına girişilmiştir. 
Avrupa dışında, ulusal bilinci şekillendirmede kullanılacak malzemeler genellikle daha az ümit vericiyse de, ulusal bir geçmiş yaratma konusundaki politik ihtiyaç daha büyük olmuştur. ABD bunun tipik bir örneğini teşkil etmektedir. Devrim öncesinde Amerikan kolonilerinde yaşayanlar Britanya tarihini kendi tarihleri olarak benimsemişlerdi. Daha sonra 1820’lerde Massachussetts’te ve 
başka yerlerde yayınlanan ders kitapları ile ulusal Amerikan tarihi yazılmaya başlandı (Tosh 1997: 6). Ulusal tarihin yazılmaya başlanması ile bir Amerikan milli kimliği tecessüm etmiş ve millet oluşumu büyük bir aşama kaydetmiştir. Tarih çok farklı etnik, dini, ırkî, kültürel farklılığa mensup Amerikan toplumunu bir grup kimliği çerçevesinde birleştirmiş ve siyasal bir kimlik kazandırmıştır. 

“Bir halka ya da bir ulusa ortak bir geçmiş kazandırmak ve bu uzak geçmişin içinde bir kolektif kimlik biçimlendirmek, tarihin toplumsal işlevlerinin belki de en eskisi ve en süreklisidir” (Florescano 2001: 61). Tarihin toplumsal işlevi aynı zamanda siyasal olana da bir göndermede bulunur. Tarihin siyasal ideolojiler bağlamında özellikle bir siyasal erk olarak devlet kuramı ile birlikte anılması normal bir ilişki biçimidir. Ahonen’in vurguladığı gibi, tekil tarihsel sunuş biçimleri, anlatılar bağlamında kurgulanır. Bununla birlikte, arzu edilen siyasal eylem için gerekli kolektif bir tarihsel kimliği yaratmak amacıyla, iktidarda bulunanlar tarafından da yönlendirilebilir. Bununla birlikte, tarihsel sunuş biçimlerinin insan zihinlerine yerleşmesi çok zor değildir. Oturmuş bir yapı kazanınca, sosyal eylemin meşru dayanağı işlevini görürler (Ahonen, 1999: 59). Sosyal eylemin meşruiyet dayanağını teşkil etmesi yanında tarihin bir başka siyasi işlevi de Galerano’nun dikkat çektiği gibi “bir toplumun ayırıcı özelliklerinin ve toplumsal kimliğinin şekillenmesi ve diğerlerinden ayırt edilmesi için belleği ve unutmayı düzenlemek; geçmiş sayesinde gelecek için bir öngörü oluşturmaktır” (Gallerano 2001: 119). 

Tarih bir ulus için neden bu kadar önemli sayılıyordu? Avrupa ulusal tarihi üzerine yakın dönemdeki karşılaştırmalı bir makalesinde Miroslav Hroch bu soruya cevap mahiyetindeki dört duruma işaret etmektedir (Stugu, 1999: 120): 

1. Tarih bireyin ulusla özdeşleşmesini ve ulusun başka karşılaştırılabilir birimlerden ayrı tutarlı bir birim olarak kavranmasını güçlendirdi. 

2. Tarih ulusun varlığını meşrulaştırdı. Bir tarihe sahip olmak, kişinin ulusal varlığını ortaya koymasını ve ulusun kaçınılmaz bir gelişmenin ürünü olarak görülmesini mümkün kıldı. 

3. Tarih insanların ölümlü bireyler olmalarının ötesinde bir varoluş duygusu hissetmelerini sağladı. Geçmişten gelen süreklilik bir kişiye atalarıyla bütünlük duygusunu yaşatmakla kalmıyor, aynı zamanda sürüp giden bir gelecek vaadini de taşıyordu. 

4. Tarih ortak ulusal değerlere, yani kolektif bir değer sistemine ilişkin bilinci yaratmada temel işlevini gördü. Tarihin yardımıyla olumlu ve olumsuz davranış modelleri oluşturuldu, geleceğe dönük düşler ve beklentiler geçmişe yansıtıldı. 


Tarih, siyasal bir savaş meydanıdır. Otoriteye başkaldıranlar da, bu başkaldırıyı boğmaya çalışanlar da, tarihin desteğini yanlarına almaya çalışırlar (Tosh 1997: 11). Millî devletlerin inşasında tarihin kullanımı ve tarihçinin rolü konusu, diğer bir ifadeyle “milliyetçi tarihçilik” meselesi, gerek tarih biliminin gerekse milliyetçilik çalışmalarının gündeminde kritik öneme sahip olagelmiştir. Gerçekten de, konuya salt akademik-bilimsel esaslar dâhilinde yaklaşma iddiasındaki tarihçilerin yanında; milliyetçilik teorisi ve tarihine dair araştırmalarda da bu tartışma konusunun izleri derindir. Bilhassa anti milliyetçi perspektifin belirleyici olduğu çalışmalarda, millî kimliği ve milleti, yaratıcılık rolünü tarihçinin üstlendiği, seçilmiş tarihsel olgulara dayalı bir tasarım olarak tarif etme eğilimi çok güçlüdür (Öz, 2005). 

Milli kimlik ve tarihe yöneltilen ve ciddi bir medya desteğini de arkasına alan tarihçilik dalgası karşısında, neoliberal küreselleşmenin millî devlet ve kimlik karşıtı klişe argümanlarına tarihsel çalışmalarla lojistik destek sağlayan bir entelektüellik anlayışı, tarihçilik tartışmasını, akademik alanın dışına zaten kendiliğinden taşımış olmaktadır. Millî tarih çalışmalarına yönelik keskin önyargılarla birlikte, mikro kimlik tarihçiliğinin de ödüllendirilmesi, meselenin stratejik ve ideolojik boyutunu ortaya koymaktadır (Öz, 2005). 

4. Tarihin Kötüye Kullanımı: Türk Kimliği Karşıtlığı 

Türk kültür kodlarına ve siyasal varlığına yönelik gizli veya açık ötekileştirme çabaları sosyo-politik ve kültürel boyutları ile disiplinler arası bir yaklaşımla çözümlenmesi gereken bir sorun alanıdır. Bu noktada Türk kimliği karşıtlığını5 bir düşünme biçimi haline getirmiş olan farklı ideolojik zihniyet yapılarına mensup aydınlar odağında eleştirimi geliştiriyorum. Aydınlar, entelektüeller bir toplumda, tarih boyunca, önemli bir sosyal tabakasını oluşturmuşlardır. Osmanlı ve Selçuklu örneklerinde de görüldüğü gibi Türk toplum yapısının bir unsuru olarak aydın zümre sınıfsal, ekonomik, kültürel, etnik açıdan türdeş değil heterojen bir özellik gösterir. Buna bağlı olarak Türk Devletlerinde gayr-i Türk unsurların yönetim alanındaki baskınlığı, olumsuz bir yargı olarak değil bir durum tespiti olarak vurgulanmalıdır. 

5 "Türkiye'li Aydın", dini Türk'e duyduğu kin olan bir "alien", bir "monster"dir, diyen Durmuş Hocaoğlu “Türkiyeli Aydının” Türk’e olan bakış açısını ve kendini nasıl Türk karşıtlığında konumladığını şöyle izah etmektedir. “ ‘Türkiye'li Aydın’, ihânete müheyyâdır; siyâsetin ifsâdı idi, sermâye idi vesâire, bütün bunlar zâittir o'nun ihâneti için, yâni onlar olmasa da bu mel'aneti işleyecektir; çünki, o'nun derdi Türk'ün varlığıdır; o, Türk'e tahammül edemediği için ihânet etmektedir; o, komünist olur, komünist olmak için değil, komünizm ölür liboş olur, liberal olmak istediğinden değil; küreselci olur, küreselci olmak için değil; Kürd'ü sevmez kürtçü olur, Alevî'yi sevmez, alevîci olur, Ermeni'yi sevmez ermenici olur; AB o'nu ilgilendirmez, AB'ci olur; bir ve yalnız tek sebeple: O, Türk'e mazarratı dokunacak olan ne varsa bit gibi or'da biter. O'nun hiçbir yüksek ideali, hiçbir şeye sevgisi yoktur, hiçbir şeye sadâkat duymaz, o'nu ayakta ve diri tutan tek şey, sevdikleri değil, sâdece ve yalnız Türk'e olan dinmez nefreti, zift gibi, yapışkan, kap-kara kinidir” (Hocaoğlu, 2009). 

Türk kimliğinin siyasal kimlik formunda belirleyici bir şekilde yer aldığı Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk kimliğinin işlevselliği ve kapsayıcılığı oranında karşıtlığının da çeşitlendiği gözlenmektedir. Türk kimliği karşıtı aydınların konumlandığı toplumsal yaşam alanında Türk kimliğini paylaşan toplum olması üzerinde durulması gereken bir başka sorunsaldır. Türk aydınlarının önemli bir 
niteliği ideolojik kabullerindeki katılıktır. Toplumsal olaylar, olgular, sorunlar karşısında takınılan tavır ve belirlenen konumun meşrulaştırılması “evrensel nitelikli” kabul edilen kavramların kullanımı üzerinden sağlanmaktadır. Konumuz bağlamında “tarihle yüzleşmek”, “barışçıl tarih”, “evrensel tarih” gibi kavramlar üzerinden oluşturulan Türk kimliğinin omurgası olarak milli tarihe yönelik 
saldırılar dikkat çekmektedir. Bu cümledeki “saldırılar” ifadesi bir olguyu ifade etmek için bilinçli şekilde seçilmiştir. Çünkü sorun akademik ve demokratik bir tartışma, müzakere eylemini aşmakta ve yıkıcı, zarar verici bir mahiyet kazanmaktadır. Millî tarih merkezli tartışmalarda sergilenen akademik ve medyatik muhalefetin, “geçmişe saplanıp kalmama propagandası”nı aşarak teslimiyetçi tarih bilinci ve ideolojisi inşa etmeye yöneldiği, dolayısıyla yeni bir kimlik tanzim etme projesine dönüştüğü görülmektedir (Öz, 2005). 

Tarihin milli kimliğin oluşumunda ana belirleyici dinamik olduğu yukarıda da belirtildi. Milli kimliği oluşturucu unsurlar aynı zamanda olumlu bir işlev yüklenen “ötekinin” varlığına ve politik psikolojideki “ulusal yas” olgusuna dayanır. Yani bir toplumun yaşadığı katliamların, sürgünlerin, göçlerin, savaşların yarattığı dayanışma duygusunun kullanılması gerekir.6 Bu bağlamda Türklerde 
tarihin milli kimliği pekiştirici bir unsur olarak söz konusu katliamların, işgallerin, göçlerin belirleyici bir rol oynamadığı gözlemlenebilmektedir. Balkan savaşlarında milyonlarca insanın sadece Türk kimliğinden dolayı katledilmesi, sürülmesi, göçe zorlanması ve Balkanların demografik yapısının tamamen dönüşmesine rağmen Türkiye’de ne tarihyazımında ve ne de akademik alanda ilgi görmediği açıktır. Ne Balkan felaketinin ve ne de Anadolu’da Yunan ve Ermenilerin gerçekleştirdiği Türk soykırımı Türk tarih bilincinde işlevseldir. Modern Türk kimliğinin inşasında öteki, farklı ideolojik duruşlara göre Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri ile karşılamıştır. Milli Türk kimliğindeki tarihsizlik olgusu bugünkü siyasi, kültürel ve düşünsel alandaki özgünlüğün yakalanamamasının da nedenini oluşturmaktadır. Batılı anlamda bir “ötekinin eksikliği” yani “Ötekisizlik” olgusu, Türklerin kültürel kodlarında mevcut bir davranış biçimidir. Bildirimizdeki tezimizi destekleyen ve pekiştiren argümanlar rastgele gündelik basın yayın organlarından ve siyaset dünyasından seçilmiştir. Böylece Türk kimliği karşıtlığının tarih bağlamında somut olarak göstermek için yoğun bir mesai sarf edilmediğine dikkat çekilmek istenmiştir. Ayrıca belirtelim ki, tezimizi destekleyen akademik metinler/veriler hem gündelik basında ve akademik/popüler dergilerde hem de akademik araştırma metinlerinde bolca bulunmaktadır. Biz sorunu bir metin sorunu değil zihniyet sorunu olarak gördüğümüz için kolayca ulaşılabilecek metinler üzerinden argümanlar gösterilmiştir. Tarih üzerinden geliştirilen Türk kimliği karşıtlığının bir başka boyutu da “nefret suçuna”7 girmiş olmasına rağmen bu başka bir bildirinin konusu olabilecek niteliktedir. 

6 Ermeni Soykırımı iddiaları üzerine çalışan ve bu tezi savunan aydınların acının milli kimliğin inşasındaki rolüne şöyle değiniyor: “Ermeni tarafı için paylaşılan acılar ve hatıralar Ermeni kimliğinin kurulmasında önemli bir rol üstleniyor. Dağılmış Ermeniler kolektif enerjilerini yeni bir diaspora altyapısı kurmak için harcıyorlar. Soykırımın travması içselleştiriliyor. Korku ve güvensizlik hüküm sürüyor. Yıllar boyunca unutuş ve hafıza arasındaki savaş mağdurların hatırlayışlarında belirginleşiyor.” (Kamiloğlu, 2014) 

7 Post-modern zamanların yeni değer ve ölçüt kabul edilen ve bireyi kollektivitenin içinde eriten kimlikleri, yeni çatışma ve yok etme sorunlarının çözümlenmesinde yeni kavramsal araçlar ve çerçeveler sunmaktadır. Bu 
kavramlardan biri de “Nefret Suçları”dır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na göre nefret suçu: “Mağdurun, mülkün ya da işlenen bir suçun hedefinin, gerçek veya hissedilen ırk, ulusal ya da etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, 
zihinsel ya da fiziksel engellilik, cinsel yönelim veya diğer benzer faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağı, bağlılığı, aidiyeti, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği, kişilere veya mala karşı suçları da kapsayacak şekilde işlenen her türlü suçtur.” Nefret suçlarının niteliği, biçimi, yöntemleri ve edimcinin bilişsel dünyasının çözüm lenmesi bu suçla mücadelede önem arz etmektedir. “Nefret suçlarının özelliklerini iyi kavramak, bu suçlara karşı verilecek mücadele açısından son derece önemlidir. Bir nefret suçu şu unsurları kapsar: Ceza hukukuna göre işlenmiş olan bir suçun mevcut olması ve failin, suçu bir önyargı/nefret saikiyle 
gerçekleştirmiş olması. Dolayısıyla fail, kurbanını kurbanın belirli bir gruba üyeliği ya da bunun böyle algılanmış olması nedeniyle seçmektedir. Aynı şekilde şayet suç oluşturan fiil bir mülke yönelik gerçekleşmişse, söz konusu mülk, bir grup ile olan bağıntısı nedeniyle seçilmiştir. Bunlar ibadet yerleri, cemaatin veya grubun buluşma alanları, araçlar ya da konutlar olabilir.” (Ulusal Basında Nefret Suçları, 2010: 6-7) 

8 Tarihin kötüye kullanılmasına güncel örnekler aşağıda verilmiştir. Bu örnekler rastgele seçilmişlerdir. Böyle bir yöntemin seçilmesinin sebebi de Türk kimliği karşıtlığının yaygınlığını ve aleladeliğini göstermek içindir. Bkz: -Altan, Ahmet, (2011), “Askerî cumhuriyet”, Taraf, 01.06.2011 ; 

-“Şener: "İstiklal Savaşı Olmadı"” , http://www.haberiniz.com/yazilar/haber44316-AKP_Milletvekili_Ihsan_SenerIstiklal_Savasi_Olmadi.html (29 Kasım 2011) 

Halil İnalcık, tarihyazımında somutlaşan Türk karşıtlığını gözlemlemiş ve uyarmıştır. İnalcık’a göre, 

“Objektif tarih yapmak lazım. Maalesef iki kampa mensup olanlar tarihi kendilerine göre temsil ediyorlar. Bir de içimizde etnik ayrımcılar ortaya çıktı. Bunların bazıları açıkça Türklüğe karşı Türk Milletine, kültürüne karşı cephe almışlar. Siyaset bakımından, etnik bakımdan ayrımcı olanların kasıtlı olarak tarihimizi bozduklarına inanıyorum” demektedir (İnalcık, 2008: 449). Türk kimliği karşıtlığının tezahür ettiği tarih konuları Ermeni soykırımı iddiaları, İttihat Terakki Teşkilatı, Dersim İsyanı gibi temalar başta olmak üzere Cumhuriyetin ilk dönemi yani kuruluş aşamasını temsil eden olay ve süreçlerdir.8 

- Bayramoğlu, Ali, (19 Eylül 2014), "Türkiye özür dilemeye hazır değil", 
http://repairfuture.net/index.php/tr/oezur-uzlasma-diyalog-turkiye-den-bakis/turkiye-oezur-dilemeye-hazir-degil 
- Lezgîn, Roşan, (2015), "Yüz Yıllık Ah" hepimizin ahıdır hâlâ!, 04.09.2015, http://www.ilkehaber.com/yazi/yuz-yillik-ah-hepimizin-ahidir-hala-14196.htm 
- Mahcupyan, Etyen, (2009), “Ermeniler, Türkler ve kendimiz”, Zaman, 13 Ocak 2009. 
- Uçum, Mehmet, (2015), “‘Şimdi ortaya çıkan ihtiyaç Öcalan ile siyasi ilişki yürütme ihtiyacıdır’,” 24 Ağustos 2015 Balçiçek İlter / Gazete Habertürk 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1119368-simdi-ortaya-cikan-ihtiyac-ocalan-ile-siyasi-iliski-yurutme-ihtiyacidir 


Sonuç 

Milli tarih yaklaşımı, “tarih” kelimesinin başına rastgele “milli” kelimesinin getirilmesiyle oluşturulmuş bir terkip değildir. Bir toplumsal form, siyasi yapı, devlet modeli, bir düşünme biçiminin ana anlam kaynağıdır. Milli tarih paradigması, modern bir gelişimdir ve büyük ölçüde modern milli devletle birlikte ortaya çıkmıştır. Milli tarih “millet” ve “milli devlet/ulus-devlet” 
modelinin tarih yorumudur. Başka bir deyişle, milli tarih, milli kimliğin ve bu kimliğin siyasi tezahürü olarak “milli devlet” ve “millet” formunun anlam matriksidir. Bu unsurlar arasında birbirlerinin sürekliğinin sağlanmasında zorunlu bir ilişki mevcuttur. Herhangi birinin işlevsizliği veya yokluğu söz konusu bu bütüncül yapının bozulması anlamına gelir. 

Türkiye’de milli tarih paradigmasının eğitim ve entelektüel alanda işlevsizleşmesi Türk kimliğinin işlev ve etki alanının yok edilmesi anlamına gelir. Yok edilmesinden sonraki süreçte öngörülen tarih formu tasavvur edilen toplum ve devlet modelinin paralelinde bir tarih yazımı geliştirilir. Yani bugün öngörülen çok-etnikli, çok-kültürlü, çok-dinli Yeni Türkiye tasavvurunu göz önünde 
bulundur duğumuzda milli kimliğin yerine etnik, dini, mezhepsel kimliklerin ikamesinin tasavvuru söz konusudur. “Yeni Türkiye” şeklinde tanımlanan yeni devlet modelinde Türk kimliğinin yerine etnik, mezhepsel temelde yeni bir siyasi model öngörülmektedir. Tarih de bu yeni siyasal yapılanma doğrultunda yeniden inşa edilmektedir. Buna bağlı olarak da milli kimliğin tarih yaklaşım daki kahramanlar hain, hainler ise kahraman olarak yerlerini almaktadır. Bu yeni bir “anlam”ın, toplumun, devletin inşası anlamına gelmektedir. 

Sistematik olarak yürütülen Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı temelinde kendilerini kurgulayan ve Dersim isyanı, Şeyh Said isyanı, Ermeni tehciri, Rum mübadelesi, Çanakkale, istiklal mahkemeleri, Milli mücadele, gibi temalar üzerinden Türk kimliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesel unsurlarını olumsuzlama ve değersizleştirme gayretleri göze çarpmaktadır. “Resmi tarihle hesaplaşma” adına spekülatif bir nitelik taşıyan ve ideolojik bile sayılamayacak tamamen iktidarın politik kaygıları doğrultusunda bir tarih yazımı ideolojik mücadelenin bir aracı haline gelmiştir. 

Modern toplumsal formasyon olarak Milletin varoluşunu mümkün kılan tarih tasavvurundaki milli bütünsellik parçalanmakta, milli tarih bilincini zayıflatıcı şüpheler yaratılmakta ve değerler değersizleştirilmektedir. Sonuç olarak modern bir milli devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ve modern Türk milleti olgusunun bilişsel evrendeki parçalanma süreci yeni bir toplum ve devlet tasavvuruna yol açar. Tarih ve tarihçilik üzerinden yürütülen mücadelenin bir başka boyutu daha vardır. Neoliberal küreselleşme önünde potansiyel sorun alanı olarak görünen millî devlet ve kültür engelinin ortadan kaldırılmasında, tarihin ve tarihçiliğin kullanılması, sadece entelektüel değil, aynı zamanda kültürel bir yöntemi ifade etmektedir. (Öz, 2005) 


Kaynakça 

Ahonen, Sirkka, (1999), “Komünizm Sonrası Tarih Müfredatı: Estonya ve Doğu Almanya Örnekleri”, Tarihin Kötüye Kullanımı içinde (Tarihi Kötüye Kullanma Biçimleriyle Yüzleşmek) Sempozyumu Oslo, Norveç/ 28-30 Haziran 1999, Çeviri: Nurettin Elhüseyni, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı. 
Akça, Gürsoy – İnce, Yunus, (2015), Klasik Osmanlı Çağında Tarih, Meşruiyet ve Rüya, Palet Yayınları, Konya. Akça, Gürsoy, (2005), “Postmodernite Ve Ulus Devlet”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 7 : Sayı 2 , (s: 232-257) 
Altan, Ahmet, (2011), “Askerî cumhuriyet”, Taraf, 01.06.2011 
Batur, D.Ahsen, (2011), Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, İstanbul. 
Bayramoğlu, Ali, (19 Eylül 2014), "Türkiye özür dilemeye hazır değil", 
http://repairfuture.net/index.php/tr/oezur-uzlasma-diyalog-turkiye-den-bakis/turkiye-oezur-dilemeye-hazir-degil 
Bédarida, François 2001. “Tarihsel Pratik ve Sorumluluk”, Tarihçinin Toplumsal Sorumluluğu, Der. François Bédarida, Çev. Ali Tartanoğlu ve Suavi Aydın, İmge kitabevi Yayınları,Ankara. ss. 9-15. 
Bıçak, Ayhan, (2004), Tarih Düşüncesi 1: Tarih Düşüncesinin Oluşumu, Dergah Yayınları, İstanbul. 
Bloch, Marc 2005. Feodal Toplum, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Doğu Batı Yayınları, Ankara. 
Bloch, Marc 2005. Feodal Toplum, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Doğu Batı Yayınları, Ankara. 
Bozarslan, Hamit, (2016), "Türkiye: Yüz yıllık bir tarih çöküyor", 
http://repairfuture.net/index.php/tr/kimligi-tuerkiye-den-bak-s/turkiye-yuz-yillik-bir-tarih-coekuyor, 02 Şubat 2016 
Braudel, Fernand 1992. Tarih Üzerine Yazılar, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. 
Carr, E.H. ve Fontana, J. 1992. Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, Almanca’dan Çev. Özer Ozankaya, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. 
Carr, Edward Hallet, (2009), Tarih Nedir?, (Çev. Misket Gizem Gürtürk), İletişim Yayınları, 11. Baskı, İstanbul. 
Collingwood, R. G. 2005. Tarihin İlkeleri ve Tarih Felsefesi Üzerine Başka Yazılar, Çev. Ahmet Hamdi Aydoğan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. 
Çetin, A., (2014), Tarih Meleği Nereye Koşuyor? Tarihnâme: Ttarihin Yeniden Üretilmesini Düşünmek, Lotus, Ankara. 
Dinçer, K. ( 2011). “Tarihte Açıklama ve Anlama”, Türkiye ‘de Tarih Yazımı, Ed. Vahdettin Engin- Ahmet Şimşek, Yeditepe Yayınları, İstanbul. ss. 257-269. 
Dinçer, K. (2011). “Tarihte Açıklama ve Anlama”, Türkiye ‘de Tarih Yazımı, Ed. Vahdettin Engin- Ahmet Şimşek, Yeditepe Yayınları, İstanbul. ss. 257-269. 
Evans, Richard J. 1999. Tarihin Savunusu, Çev. Uygur Kocabaşoğlu, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara. 
Florescano, Enrique 2001. “Tarihin Toplumsal İşlevi”, Tarihçinin Toplumsal Sorumluluğu, Der. François Bédarida, Çev. Ali Tartanoğlu ve Suavi Aydın, İmge kitabevi Yayınları,Ankara. ss. 59-69. 
Gallerano, Nicola 2001. “Tarih ve Tarihin Kamusal Kullanımı”, Tarihçinin Toplumsal Sorumluluğu, Der. 
François Bédarida, Çev. Ali Tartanoğlu ve Suavi Aydın, İmge kitabevi Yayınları,Ankara. ss. 111-131. 
Gurevich, Aaron 2001. “Tarihçinin Çifte sorumluluğu”, Tarihçinin Toplumsal Sorumluluğu, Der. 
François Bédarida, Çev. Ali Tartanoğlu ve Suavi Aydın, İmge kitabevi Yayınları,Ankara. ss. 89-110. 
Halil İnalcık ile Söyleşi, Çankırı Araştırmaları Dergisi, yıl 3, sayı 3, KASIM 2008, s. 449 
Hobsbawm, E.J. (2001). “Evrensel Arayış ile Kimlik arayışı Arasında Tarihçi”, Tarihçinin Toplumsal Sorumluluğu, Der. François Bédarida, Çev. Ali Tartanoğlu ve Suavi Aydın, İmge kitabevi Yayınları,Ankara. ss. 71-87. 
Hobsbawm, Eric J. (2009). Tarih Üzerine, Çev. Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul. 
Hocaoğlu, Durmuş, (09.01.2009) “Türkiye’li Aydının Dini, Türk’e Olan Kinidir”, 
http://www.durmushocaoglu.com/dh/yazi.asp?yid=5507376. 
Hocaoğlu, Durmuş., “Orada Öylece Duran” Tarih., Bilgi ve Düşünce., Yıl: 1, Sayı: 4., Ocak 2003., İstanbul., s.82-87 
Iggers, George G (2000). Bilimsel Nesnellikten Postmodernizme Yirminci Yüzyılda Tarihyazımı, Çev. Gül Çağalı Güven, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. 
Jenkins, Keith (1997). Tarihi Yeniden Düşünmek, Çev. Bahadır Sina Şener, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara. 
Kamiloğlu, Roza, (2014), "Kolektif Suçluluk ve Ermeni Soykırımı Üzerine Sosyal Psikolojik Bir Analiz: Suçlu Olan Kim: Hepimiz Suçlu Muyuz?", http://www.birikimdergisi.com/guncel/kolektif-
sucluluk-ve-ermeni-soykirimi-uzerine-sosyal-psikolojik-bir-analiz-suclu-olan-kim, 14.04.2014 
Kracauer, Segfrier (2014). Tarih Sondan Bir Önceki Şeyler, Çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul. 
Lezgîn, Roşan, (2015), "Yüz Yıllık Ah" hepimizin ahıdır hâlâ!, 04.09.2015, 
http://www.ilkehaber.com/yazi/yuz-yillik-ah-hepimizin-ahidir-hala-14196.htm 
Mahcupyan, Etyen, (2009), “Ermeniler, Türkler ve kendimiz”, Zaman, 13 Ocak 2009. 
Öz, Esat, (2015), “Batı Emperyalizminin Hizmetindeki Tarih/çilik: Sevr Ve Soykırım Tartışmalarında Stratejik Ve İdeolojik Boyut”, 
http://www.esatoz.com/esat/default.asp?dizayn=13&r=61(30.06.2015) 
Özlem, Doğan, (2002). Kavramlar Ve Tarihi-1. İstanbul: inkılap 
Ranciére, Jacques (2011). Tarihin Adları, Çev. Cemal Yardımcı, Metis Yayınları, İstanbul. 
Ricoeur, Paul (2001). “Tarih ve Retorik”, Tarihçinin Toplumsal Sorumluluğu, Der. François Bédarida, Çev. Ali Tartanoğlu ve Suavi Aydın, İmge kitabevi Yayınları,Ankara. ss. 17-39. 
Rothacker, Erich (1995). Tarihselcilik Sorunu, Çev. Doğan Özlem, Gündoğan Yayınları, Ankara. 
Searle, John R., (2006), Zihin Dil ve Toplum, Gerçek Dünyada Felsefe, Litera, İstanbul. 
Smith, Anthony D., (2002), Ulusların Etnik Kökeni, (Çev.: Sonay Bayramoğlu, Hülya Kendir), Dost Kitapevi, Ankara,. 
Southgate, Beverley (2012). Tarih: Ne ve Neden, Çev. Çağdaş Dizdar vd., Phoenix Yayınları, Ankara. 
Stugu, Ola Svein, (1999), “Norveç’te Tarih ve Ulusal Kimlik”, Tarihin Kötüye Kullanımı içinde (Tarihi Kötüye Kullanma Biçimleriyle Yüzleşmek) Sempozyumu Oslo, Norveç/ 28-30 Haziran 1999, 
Çeviri: Nurettin Elhüseyni, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, s. 120 
Tekeli, İlhan (1998). Tarih Yazımı Üzerine Düşünmek, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara. 
Tosh, John (1997). Tarihin Peşinde, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul. 
Türkdoğan, O., (1995). Bilimsel Değerlendirme Ve Araştırma Metodolojisi. Ankara: MEB 
Uçum, Mehmet, (2015), “‘Şimdi ortaya çıkan ihtiyaç Öcalan ile siyasi ilişki yürütme ihtiyacıdır’,” 24 
Ağustos 2015 Balçiçek İlter / Gazete Habertürk 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1119368-simdi-ortaya-cikan-ihtiyac-ocalan-ile-siyasi-iliski-yurutme-ihtiyacidir 
Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek, (2010), Sosyal Değişim Derneği Yayınları, 2010, s. 6-7 



 ***

Tarih’in Kötüye Kullanımı, BÖLÜM 1

Tarih’in Kötüye Kullanımı, BÖLÜM 1



Tarih’in Kötüye Kullanımı: Gerçeklik Ve Yorum
İkbâl VURUCU 
Pamukkale Üniversitesi, 
ivurucu@pau.edu.tr 


Özet 

Her siyasi sistem, ideoloji ve devlet kendi meşruiyetini tarihi/geçmişi yeniden kendini haklı çıkaracak tarzda yorumlaması ve okullarda bu tarihi öğretmesi ile sağlar. Tarih aynı zamanda siyasi alanda rızayı üreten bir işleve sahiptir. Devletler toplumlarına uygun ve kendi meşruiyet mekanizmalarına göre bir tarih yazımı ve eğitimi öngörürler. Özellikle modern toplumlarda tarih pre-modern dönem kıyasla daha sistematik ve öncelikli bir rol oynamıştır ve ilk defa bilimsel bir formatta toplum merkezli tarih çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Tarihin gelişimi de modern ulus-devletlerin gelişimine paralel bir içerikte ve tamamlayıcı işlevde ortaya çıkmıştır. Toplumların kavim, feodal, imparatorluk gibi formları zamanla “millet” olgusuna dönüşünce devlet, siyaset, ekonomi, sanat, bilim, dil, tarih de 
bu olgu üzerinden işlevsel bir yapıda konumlanmıştır. İddia edildiği gibi milletler ve ulus-devletler zorla bir grubun çıkarları doğrultusunda ortaya çıkmış anakronik oluşumlar değildir. Toplumların dil gibi ortak değerleri üzerinden ulus-devletler çapında yeniden örgütlenmesi ile tecessüm etmiştir. Dil milletin de “doğal” sınırlarını meydana getirir. Bu bakımdan ulus-devletler dayandığı meşruiyet kaynakları ve örgütlenme biçimi açısından toplumla bütünleşme derecesi çok daha yüksektir ve sahihtir. Bu bildiride ulus-devlet bağlamında milli tarihe yönelik etnik ve mezhep merkezli eleştiriler tartışılacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Milli tarih, etnik tarih, ulus-devlet, yorum, post-modernizm 

Giriş 

Bu bildiride, “Tarih”in politik ve toplumsal alandaki işlevine vurgu yapılarak “milli tarih”e yani modern Türkiye Cumhuriyetinde Türk tarihinin konumlanışına karşı geliştirilen saldırgan, yok sayıcı, yıkıcı tarih anlayışlarına eleştirel bir yaklaşım geliştirilecektir. Söz konusu milli tarih karşıtlığıyla yeni bir devlet ve toplum modeli kurgusunun alt yapısının teşkil edilmek istendiği ortaya konulmaya 
çalışılacaktır. Ayrıca tarihsel verilerin anakronik bir zihniyetle gerçekliğinden tamamen koparılarak siyasal projelerine uygun biçimde yeniden yazılmasına dayanan kurgusal özelliği üzerinde durulacaktır. Modern bir ulus-devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk kimliğinin” bilimsel nitelikli eleştiriyi aşan saldırgan, yıkıcı bir zihniyet yapısına dayanan “Tarih”in konumlanması, 
eleştirel bir bakış açısıyla analiz edilecektir. Esat Öz’ün vukufiyetle belirttiği gibi, “Tarih bilincinin ve tarihçiliğin stratejik önemini keşfeden Batıcı-teslimiyetçi çevrelerin (buna kozmopolit İslamcıları da ekleyelim, İ.V) “tarih mühendisliği” işini ciddiye almaları boşuna değildir. Tek bir ortak yaklaşımdan bahsetmek zor olsa bile, alt yapısını millî tarih bilincinin oluşturduğu kültürel-manevî direnç 
noktalarının tahrip edilip dönüştürülmesi, teslimiyetçi terminolojiyi kullanırsak ‘millî ve üniter devletin/statükonun tarihsel sacayağını çökertmek’ anlamına geleceği için, hâkim bakış açısını yansıtmaktadır” (Öz, 2015). 

Bütün tarih anlatımları, öznenin mensup olduğu kolektif zümrenin niteliklerini tanımlayan “değer” ile yüklüdür. Bu bağlamda “Yeni Türkiye” söylemi ile koşutluk taşıyan anti-milli tarih yaklaşımının merkezi argümanı ve gerekçesi Türk kimliği karşıtlığına dayanmaktadır. Farklı ideolojik görüşten aydınların Türk kimliği ve bu kimliğin siyasal, kültürel izdüşümlerine karşı belirledikleri duruş 
değişmemektedir. Her ne kadar farklı toplumsal ve siyasal tasavvura sahip olsalar da aydınların karşıt, düşman, öteki olarak belirledikleri siyasal Türk kimliğidir. Başka bir deyişle kendi sosyo-politik projeleri için şu şartların sağlanması gerekmektedir: Türk kimliğinin devletin siyasi kimliği olmaktan ve başta anayasa olmak üzere hukukî mevzuattan çıkarılması, Türklüğün millet kimliğinden çıkarılarak etnik bir kategoriye indirgenmesi, ulus-devletin üniter yapısının dönüştürülmesinin etnik ve mezhepsel alt yapısının hazırlanması. Bu siyasi projenin bilişsel alt yapısının biçimlenmesinde tarihyazımı ve tarih eğitimi stratejik bir öneme sahiptir. Buna göre uygulanacak olan siyasal projelerin meşru bir zemine oturması ve toplumsal rızanın sağlanması için “Tarih” spekülatif bir biçimde işlenmektedir. Yeni Türkiye ’nin tarih yazımı milli tarih karşıtlığında bütün alternatif tarih yaklaşımlarını ve yöntemlerini bir imkân alanı olarak değerlendirir.4 Post-modern yapı bozumcu tarih yazımları ve etni sist tarih yaklaşımları bunlardan bazılarıdır. 

4 “Aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden Lozan’a gelen süreç de iflas ediyor. Ortadoğu’ya baktığımızda, Irak’ta Kürdistan tümüyle özerkleşmiş durumda. Yani Irak’ın bir parçası olmaya devam etse bile sosyolojik olarak artık aralarında pek bir devamlılık yok. Suriye’de de aynı olgu yaşanmakta. Büyük bir ihtimalle İran’da Kürdistan ve diğer kısımlar arasında ciddi bir iç muhalefet ve sosyolojik farklılaşma var. Ve bu sosyolojik farklılaşma Türkiye’de de yaşanıyor. Yani yüz yıllık tarih çöküyor. Hem Ziya Gökalp’in sentezi anlamında hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının tasfiyesi ve Kürdistan’ın Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında bölünmesi anlamında bir tarih çöküyor. Tarih çöktüğü zaman sorabileceğimiz sorular şunlar: Yeni bir toplum oluşturmayı mümkün kılabilecek tahayyüller var mı? Yeni bir toplum oluşturmayı mümkün kılabilecek irade var 
mı” (Bozarslan, 2016) 

Bilim âleminde önemli bir tartışma konusunu teşkil eden hermenötik, taşıdığı açılım imkanları, yöntemleri, bakış açıları ile değil de yüzeysel bir “görecelik” düsturu ile bu bağlamda gündeme gelmektedir. Tarihin inşa edilmiş metinden ibaret olduğu tezi ile tarihsel gerçeklik tamamen tahrif edilerek kahramanların hain, hainlerin kahraman konumuna oturtulması gerçek tarih olarak 
sunulabilmek tedir. Sistematik ve tutarlı bir tarih yazımından uzak kurguyu inşa edecek verilerin düzensiz ve özensiz seçimi ile post-modern tarih yapılabilmektedir. Post-modern tarih yaklaşımında metin öncelikli önemde bulunduğu için metni üreten tarihçi aynı zamanda gerçekliği üreten öznedir. Öznenin özgülüğünü teşkil eden özellikleri tarihin inşa edilmesiyle ortaya çıkan tarihsel bilginin doğruluk ölçütüdür. 

Tarih boyunca her siyasi sistem ve toplumsal model meşruiyetini temin için “tarih”i kontrol etmek eğiliminde olmuştur. Bugün tarihten beklenen önemli işlevlerden birisi siyasi alanda rızayı üretmesidir. Devletler, dayandıkları toplumların bütünlüğü ve kültürel üretimleri için uygun tarih yazımını ve öğretimini öncelemektedirler. Tarih okullaşma, bilimsel bilgi, milliyetçilik, ulus-
devletlerin gelişimi gibi dinamiklere bağlı olarak modern toplumlarda pre-modern dönemlere kıyasla daha çok önemsenmiştir. 

1. Tarih ve İşlevi 

“Tarih”in ne olup olmadığı ve hangi yöntemsel sorunları barındırdığı yönündeki tartışmalar tarih felsefesinin ilgi alanına girmektedir. Dolayısıyla “Tarih” merkezli tartışmalar büyük ölçüde tarih felsefesi bünyesinde yürütülürken, tarih araştırmalarının disiplinler arası bir boyut kazanmasından sonra tarih çalışmaları sosyoloji, antropoloji, psikoloji, felsefe gibi bilim alanlarının kavramlarından 
yararlanılarak yürütülmeye başlanmıştır. Bu gelişmeler tarih tartışmalarında hem niteliği hem de içeriği zenginleştirmekte ve geliştirmektedir. Bu sebeple tarih, sadece şimdiki zamandan önceki dönemleri değil tarihi olay ve olguların bugünkü toplumsal yaşantıyla ilişki halindeki bütün alanlarıyla ilişkisi çerçevesinde bir işleve sahip bulunmaktadır. 

Özne için şimdiki zamanın bitmesi ve akarsu gibi akıp gitmesi “geçmiş” şeklinde değerlendirilmektedir. Tarih ise geçmiştir diye tanımlanamaz. Bilim ve felsefe olarak tarih “hatırlama” ve “unutma” edimlerini bünyesinde barındırır. Bu sebeple tarihle ilgili tanımlamalarda hep öznenin bugünkü “konumu” düzleminde bir tanımlama yapılır. Bu konum çok farklı etkenler tarafından belirlenmektedir. Hobsbawm her türlü tarihsel incelemenin, insanın geçmişteki sonsuz sayıdaki faaliyetlerinden ve bu faaliyetleri etkileyen şeylerden bir seçim yapmayı, küçücük bir kümeyi seçmeyi içerdiğine vurgu yapmaktadır. (2009: 71). Tarihteki seçiciliğe göndermede bulunan Hobsbawm şüphesiz bu seçiciliğin bugünkü “konuma” göre belirlendiğinin farkındadır. Klasikleşmiş eserinde Carr ise, “Tarih nedir?” sorusunu cevaplamaya çalıştığımızda, cevabımızın bilerek ya da bilmeyerek, zaman içindeki kendi tutumuzu yansıttığını ve daha geniş bir soruya, içinde yaşadığımız toplum hakkında ne düşündüğümüz sorusuna vereceğimiz karşılığın bir parçasını oluşturduğunu söyler. (Carr, 2009: 10-11) “İçinde yaşadığımız toplum” tarih hakkındaki yaklaşımımızı ve kullanım alanını 
da belirlemektedir. Tosh’a göre de, “Tarih, kolektif bellektir, insanların kendi toplumsal kimlik kavramlarını ve geleceğe ilişkin beklentilerini oluşturmalarını sağlayan deneyimlerin toplamıdır” (Tosh 1997: 3). 

Tarihin tarihçiler perspektifinden de sürekli tartışıldığı görülmektedir. Mesela Jenkins, tarihçi merkezli bir tanıma başvurur: “ … Tarihi çalışırken incelediğimiz geçmiş değil, tarihçilerin geçmiş hakkında oluşturdukları şeylerdir. … Şu halde ‘bütün tarih geçmişte yaşamış olan insanların akılllarının tarihi’ olmaktan çok ‘tarihçilerin akıllarının tarihi’dir” (Jenkins 1997: 58-59). Tarihçi merkezli tanım yapanlardan biri de Carr’dır: “Tarih doğrulanmış bir olgular kümesidir. Tıpkı bir balıkçının tablasındaki balıklar gibi, belgeler, yazıtlar vb. içinde olgular hazır dururlar. Tarihçi onları alır, evine götürür, pişirir, canı nasıl istiyorsa o şekilde sofraya koyar.” (Carr, 2009: 11) “Tarihçi zorunlu olarak seçmecidir. Tarihî olguların oluşturduğu, tarihçinin yorumundan bağımsız ve nesnel bir sert çekirdeğin var olduğuna inanmak ahmakça, fakat silinmesi çok güç bir yanılgıdır” (Carr, 2009: 15). 

Ayhan Bıçak, köken sorunundan ve kültürdeki kurucu işlevinden hareketle tarih tartışmasına girişir. Ona göre, ilk efsanelerden günümüze kadar “köken sorunu” büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü, “insan olmanın şartlarından bir tanesi, belki de en önemlisi, bir kimliğe sahip olmaktır. Kimlik, bireyleri ve toplumları başkalarından ayıran, bireyi ve toplumu kendisi yapan unsurdur. İşte bu 
önemli unsura sahip olmanın şartı, geçmiş bilincidir. Bu bilinç varoluşunu nasıl ya da ne ad altında devam ettirmesi gerektiğini belirtmektedir.” (Bıçak, 2004: 33) Bir tarih formu olarak efsanelerin kültürde yer alan her unsuru anlamlandır ma ve açıklama açısından temel bir işlevinin olduğunu belirten Bıçak, anlamlandırma ve açıklama açısından hem bir yöntem hem de bilgi edinme aracı olarak öne çıktığını söyler. Ayrıca efsanelerin ortaya koyduğu bilgilere inancın tam olması, onların bağlayıcı bir niteliğine sahip olduklarını gösterir (Bıçak, 2004: 64). Bıçak’ın bu önermesini Mircea Eliade’de destekler. Ona göre efsane, bir tür hikâye ya da hayali kurgu olarak kabul edilmemelidir. Zira, “konu edindikleri şeyler, gerçektirler; dolayısıyla gerçekliğe ilişkin bilgi verirler. ‘Kutsal bir öykü olarak kabul edilen efsane gerçektir; çünkü her zaman gerçekliklere başvurur. Kozmogoni efsanesi gerçektir; çünkü dünyanın varlığı bunu kanıtlamaktadır; ölümün kökeni efsanesi de ‘gerçek’tir, çünkü insanın ölümlülüğü bunu kanıtlamaktadır” (Bıçak, 2004: 68). Bıçak, efsanelerin bir başka görevini de “kültürel düzenin kurulmasını sağlamak” olduğunu belirtir. “Kültürel düzen, toplumun yapıp etmeleri, inançları, düşünceleri kısacası efsanelerin görevleri olarak sunulan her şeyin birbirleriyle ilişki içinde sunulmasıdır. Bu ilişkinin merkezinde, ilk atanın Tanrı’nın yardımıyla, kökende, zamanın başlangıcından önceki dönemde, kültürel varoluşun gerçekleşmesi bulunur. Kökende gerçekleşen her şey, mutlak hakikat ve mükemmeldir” (Bıçak, 2004: 69). 

Tarihin asıl işlevi toplumsal gelişmeyi açıklamaktır. “Bu asıl işlev … tarihsel analizin, güvenilir olaylar ve mantıklı açıklamaların zorlamasıyla, insanlığın davranış, düşünce ve mirasını anlamamıza yardım eden pozitif bilgiler ürettiğini göstermeye vesile olabilir” (Florescano 2001: 69). Burada açıkça ifade edilmese de tarihin toplumsal gelişmeyi açıklamaya çalışması mevut durumun bir meşrulaştırımı kaygısından kaynaklandığını da çağrıştırır. Evrensel olarak sunulan toplumsal teoriler zamandan ve mekandan uzaktır ki, bu da sosyo-politik ve kültürel gelişimin anlaşılmasında bir engel teşkil eder. 

Tarih bilimi gözleme ve deneye dayalı bilimlerin tarzlarından farklı bir oluşuma sahiptir. İnsanın geçmiş yaşantısı olan ve tecrübe alanına girmeyen tarih, fiziki alan gibi varlığı olan bir şey değildir. Öznenin yaşanmışlık üzerindeki seçiciliğine bağlı olarak kurgulanan ve inşâ edilen bir bilimdir. İnşâ nesneler, olaylar ve olgular arasında kurulan bir ilişki ve etkileşim durumudur. Tarihçi, tarihsel bir 
olayı ilgili dönemde insanların yaptıkları başka şeylerin bilinenleriyle ilişkisi bağlamında değerlendirir. Bu anlamda tarih, “ [i]şi gözlem alanımıza girmeyen olayları incelemek, bu olayları gözlem alanımıza giren ve tarihçinin ilgilendiği olayların ‘kanıt’ı dediği bir başka şeyden yola çıkıp, çıkarımsal bir şekilde incelemek olan bir bilimdir” (Collingwood 2005: 83-86). 

2. Tarih ve Yorum 

İnsan unutmakla malul bir varlıktır. Ama unutmanın olduğu yerde hatırlama da vardır. Akça ve İnce’nin vurguladığı gibi bizzat “insan” kelimesinisyan/unutkanlık kökeninden gelmektedir. İnsanın unutmak zafiyeti, mesajın ve bilginin muhafaza edilmesi ve aktarılması için kayıt altına alınmasını dayatmıştır. Nitekim “Hafıza-i beşerin nisyan ile malul olması”, sözün söz olarak kalmasını sorunlaştırmış; onun formu olan ve sözü kalıcı kılan yazı, sözle birlikte anılmıştır. (Akça-İnce, 2015: 24) Burada unutmaya karşı bir direnç vardır ve bu direncin bir ürünü olarak yazı ortaya çıkmıştır. 

Yazı ve hatırlama başbaşa gider. Bu noktada baş gösteren sorun neyin unutulması ve neyin hatırlanması gerektiği konusunda kendini gösterir. Yazı neyi sabitlemektedir? İnsan zihni, yaşam alanındaki sayısız duyum kaynağından sadece ilgisine göre bir tercih yapar, alır ve saklar. Bu ilginin seçiciliğini ise bireyin duyguları, ihtiyaçları, arzuları, korkuları, sevgileri belirler. Görüldüğü gibi 
unutma ve hatırlama daha başlangıçta öznelliğini ortaya koyar. Bu noktada belki de nesnellik, öznelliğin gerçekliğini kabul etmektir. 

Bizim bilişsel arkaplanımızı oluşturan mevcut durumlardan belki de en temel olanını, gerçeklik ve doğruluk hakkındaki belli bir varsayımlar kümesi teşkil eder. Genel bir biçimde eylemde bulunduğumuz, düşündüğümüz ya da konuştuğumuzda, eylemlerimizin, düşüncelerimizin ve konuşmalarımızın bizim dışımızdaki şeylerle ilişki kurduğu belli bir tarzı olduğu gibi kabul ederiz. 
(Searle, 2006: 21) 

Geçmişin pozitif yönde ve negatif yönde hatırlamak gibi iki yönü olduğunu söyleyen Çetin, bu kategorileşmeyi şöyle açılar: Hatırlamanın bir yönü geçmişin sözü edilen o tarih üstü özüyle geleceği inşa düşüncesindeyken, diğeri geçmişle hesaplaşmak adına ve geleceğini bunun üzerine kurmak gayretiyle bir hesaplaşma çabası içindedir. Bir anlamda, geçmişi kucaklamakla geçmişle baş etme, geçmişin üstesinden gelme, geçmişi telafi etme gibi iki ayrı uçta gerilim vardır. Geçmişe özcü bakan grubun daha ontolojik verilerle, hesaplaşmacı yaklaşımınsa daha epistemolojik yargılarla hareket ettiği söylenebilir. Dolayısıyla bahsedilen hatırlama kültürü, çift taraflı işleyen bir kaynak olmak durumdadır (Çetin, 2014: 15). 


Pozitif bilim paradigmasına karşı yükselen, epistemolojik karşı koyuşlar özellikle yeni bir bilme tarzı olarak hermenötik, özne-nesne bağlamından bilimi kurtararak anlama eksenli olarak son yıllarda büyük revaç görmektedir. Tarihselliği içinde kendi varoluşunu kültürel arka cephesini anlayarak öznenin eylemini değerlendirebiliriz. Hermenötik yaklaşıma göre insan varlığı bir anlamlar ağı tarafından kuşatılmıştır. İnsanı kuşatıldığı anlamlar ağından soyutlamak ve bunun üzerinden tanımlamaya çalışmak yöntemsel bir soruna gark olmak demektir. Her öznenin kendi tarihselliği, sosyo-kültürel anlam bağlamı içindeki özgüllüğü, pozitivist epistemolojik temelleri dışarlar. Yani bir öznenin “
a) fiziki ve sosyal çevresi, 
b) fizyolojik yapısı, 
c) istek, hedef ve amaçları, 
d) geçmişteki deneyimleri hiçbir vakit birbirinin aynı değildir” (Türkdoğan, 1995: 28). 

Öte yandan Weber’e göre tarih ve toplum dünyası, ancak değerlerle insan eylemleri arasındaki nedensellik yoluyla kavranabilir, anlaşılabilir” (Özlem,2002:228). 

Tosh, tarihin yeniden yaratılması doğrultusunda kaleme alınmış hiçbir eserin, araştırmacının benimsediği değerlerin etkisini taşımaktan kurtulamayacağını vurgular. Ancak “nesnel bilgi elde etme uğruna bağlantı kurmayı reddeden tarihçiler sadece bir kabusu kovalamıyorlar, aynı zamanda daha büyük sorumluluktan kaçmaktadırlar. Geçmiş için geçmişe duyulan entelektüel merak, insanların tarih okumalarındaki nedenlerden biridir tabii, ama tek neden değildir. Aynı zamanda da toplum, bugünle bağlantılı bir geçmiş yorumu ve geleceğe ilişkin kararları formüle etmek için temel bekler” (Tosh 1997: 27). Jenkins de, “Tarih”i epistemolojiden, yöntembilimden ve ideolojiden müteşekkil görür. Ona göre, epistemolojik olarak geçmiş bilinebilir değildir; zira, geçmiş ile tarih (tarih yazımı) arasında ontolojik farklılık vardır. Bu bağlamda, “hiçbir epistemolojik gayret geçmişi kapsayamaz. Yöntembilime gelince, tarihçiler yorumcu tarihçinin etkisini minimize etmek amacıyla birçok yöntemler geliştirmişlerdir, hatta bunların kesinliğini ve evrenselliğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre bunları tatbik edenler nesnel gerçekliğe ulaşabileceklerdir; fakat, yöntembilimlerin çokluğu, tarihi tartışmaya açık bir söylem haline getirmiştir. Tarihin ideoloji olması, kuram olmasındandır. Kuram ideolojiktir ve maddî çıkar bağlamlıdır. Bu anlamda ideoloji tarihin her yanındadır (Jenkins 1997: 17-31). Jenkins’in sözlerinin cüssesi büyüktür ve keskin yargılar barındırır. 

Tarihi bir bilim olarak pozitif bilimler doğrultusunda biçimlendirme gayretleri Aydınlanma ile birlikte kendini gösterir. Psikoloji, antropoloji, coğrafya gibi tarih de deney ve gözlem gibi pozitif felsefenin temel uygulama alanlarına uyarlanmaya çalışılır. Tarihin kendi üzerine düşünmesi anlamında tarih felsefesi çerçevesinde 19. yüzyıldan beri bilimsellik, nesnellik bağlamında bir tartışma yürütür ki bilimsel olmak için somut verilerin kullanılması zorunlu görülür. Ranke bu anlamda bir devrim yaratır. Sonraki bilimsellik tartışmaları da bu sürecin çeşitlenmesi olarak görülebilir. Pozitivist bilgi felsefesine göre, “[t]arihçinin ilk görevi, geçmiş hakkında olguya dayalı bilgi toplamaktır; birincil kaynaklara eleştirel yöntem uygulayarak doğrulanmış bulgulardır bunlar ve geçmişin nasıl 
açıklanacağını ya da yorumlanacağını belirlerler. Bu süreçte tarihçinin inançlarına ve değerlerine yer yoktur; onları ilgilendiren yegane şey olgular ve olgulardan mantıksal olarak çıkan genellemelerdir (Tosh 1997: 123). Tosh’a göre, geçmişteki olayların gerçekliği bilimsel yöntemin klasik uygulanışında yeri yoktur. Çünkü, geçmişin insanlarıyla yaratıcı bir özdeşleşme yoluyla anlaşılır ve bu da sezgiye ve empatiye dayanır. Bu anlamda idealistlere göre, tarihsel bilgi özneldir. Ortaya koyduğu hakikatler bilimsel olmaktan ziyade sanatsaldır “Üstelik tarihçiler, başka benzeri olmayan tek tek olaylarla ilgilenmektedirler. Sosyal bilimlerdeki genellemeler geçmişin incelenmesine uygulanamayacağı gibi, tarih de kendine ait genellemeler veya yasalar ortaya koyamaz” (Tosh 1997: 123). 

Tarih ve tarihyazımı konularında yorum, gerçeklik, nesnellik gibi kategorik tartışma unsurları post-modernizm felsefesi ile bambaşka bir boyut kazanmış ve tartışmalar hızlanarak ve yoğunlaşarak yeni açılımlar doğrultusunda varlığını sürdürmüştür. Tarihyazımı bağlamında postmodernizmin özel bir anlamı vardır. Bu da tarihin geçmişte nasıl yazıldığı ve okunduğu üzerinden, “olgular”, “nesnellik” ve “hakikat” gibi geleneksel kesinliklere meydan okumayı ifade eder. Tarih, kesin bir surette belirlenebilir ve tanımlanabilir olamaz. Belirlenebilirlik ve kesinlik ilkeleri artık fizik de terk edilmiştir. Postmodernist kuramcıların şüpheci yaklaşımı, bu tarz kavramların mutlak geçerliliğini sorgular. Söz konusu yaklaşıma göre, geçmişin hikâyesinin nihai olarak anlatılacağı tek bir imtiyazlı konum mevcut değildir. Burada geçmişle ilişkimizde kendi konumlarımız dâhilinde bizim asla kurtulamayacağımız ve kaçınamayacağımız bir görecelikçilik hüküm sürer (Southgate 2012: 23; Hocaoğlu, 2003: 86). 

Bu bağlamda tarihçiler, tarihi tek nedenli açıklamalara, büyük anlatıların içinde eriterek özgülüğünü yok etmeye, tarihi alanları özelleştirerek birbirinden bağımsız, etkileşimsiz disiplinlere bölme yöntemi karşısında eleştirel bir duruş belirleyebilmelidir. 


2 Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Azerbaycan Tarihçiliginin Gelişimine Yeni Bakış BÖLÜM 2


Azerbaycan Tarihçiliginin Gelişimine Yeni Bakış BÖLÜM 2



Azerbaycan Tarihşünaslığının Analizi 

Bu sürece işte XX yüzyılın 20-30 yıllardan başlanılmıştır. Azerbaycan tarihşünaslığının tahliline dair ilk eser A.Gubayduline aittir. 1930 yılında A.Gubaydulinin “10 yıl içinde Azerbaycan'da tarih biliminin gelişimi” adlı küçük hacimli eseri yayınlanmıştır. Bu eserde 1920 yılından sonra özellikle Azerbaycanı tetkik ve tetebbö cemiyyetinin (1923-1929) yapılmasının ardından Azerbaycan'da tarihi bilimsel eserlerin oluşturulmasının hızlandırılması gerekirdi. Azerbaycanda tarihşünaslığının gelişimini yansıtan bir sonraki küçük eser İ.Ceferzade ve Z.Yampolskiye aittir. Onların “20 yıl boyunca Azerbaycan tarihinin öğrenilmesinin sonuçlarına dair” (SSCB EA Azerb. Fil. Haberleri, 1940, . 2, s. 65-71) adlı eseri 1940 yılına kadar ülkenin tarihine ilişkin araştırma çalışmalarının bir özeti verilmiştir. H.İmanovun “Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri. Bizim başarılarımız ve yakın görevlerimiz “- (SSCB EA Az.rb. Fil. Eserleri, 1936, XXX, s. 161-164) ve “Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri. 15 yıl boyunca Azerbaycan SSC de bilim “(Bakü, 1936) eserlerinde ise ilk kez tarihşünaslık sorunları ve önümüzde duran önemli görevler az da olsa analiz edilmişdir.Tarihşünaslık meseleleri Y.Pahomofun “Azerbaycan'ın eski tarihinin öğrenilmesine dair (Chronicle) “- (SSCB EA Azerb. Fil. Haberleri, 1940, . 6, s. 117) adlı küçük makalesinde de yansır. Şunu da belirtmek gerekir ki, geçen 
yüzyılın 20-30 yıllarında bu alana ilk önce tarihçilerle birlikte, edebiyat ve kültür adamları da dikkat etmişler. Öyle ki, Y.V.Çemenzeminlinin “Azerbaycan yazarları tarihimiz hakkında” - (Maarif ve kültür, 1926, . 7) adlı makalesinde, Azerbaycanlı yazarların Azerbaycan tarihi hakkında söyledikleri esas fikirleri müzakere etmiştir. H.Sadiqin “Gülüstani-İrem” - (Maarif ve kültür, 1926, . 4) adlı makalesi A.Bakıhanofun aynı adlı eserinden bahsetmiştir. Salman Mümtaz ise “Şeki hanlarının kısa tarihi” - (Maarif işçisi 1929, . 2-3) - makalesinde Şeki hanları hakkında mevcut olan bu kaynak eseri tahlil etmeye çalışmıştır. Azerbaycan tarihşünaslığının gelişimine dair 40-50 yılları döneminde de bazı küçük bilimsel eserler ele alınmaktadır. A.Alizade ve V.N.Leviatovun “Azerbaycan SSR-de tarih bilimi” - (Az. SSR EA Haberleri, 1947, . 10, s. 125-135) adlı eserinde tarih biliminin genel gelişim kanunauyğunluklarına geniş yer verilmiştir. Bu dönemde, tarihin ayrı bölmelerinin gelişiminin düzeyini yansıtan bilimsel eserler de meydana gelmiştir. Azerbaycan tarihşünaslığına dair 60-80 yıllarında, artık sadece küçük makaleler değil, komple monografiyalar (manuel) yazılmağa 
başlanmıştır. A.N.Quliyev, İ.M.Hasanov ve İ.V.Strigunofun “XIX yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında Azerbaycan'da tarih biliminin gelişimi” (Bakü, 1960) adlı eserinde, belirtilen dönemde Azerbaycan'da tarih biliminin gelişme dinamiği analiz edilmiştir. 

Bu eser XIX yüzyılın I yarısında tarih biliminin gelişimi, XIX yüzyılın ikinci yarısında tarih bilimi ve yirminci yüzyılın başlarında tarih ilmi olmak üzere üç büyük bölümden ibarettir ve burada tarihşünaslık sorunları derin analizini 
bulmuştur. Z.İ.İbrahimof ve Y.A.Tokarjevskinin “Azerbaycan'da Sovyet tarih biliminin gelişimi” (Bakü, 1964) adlı eseri ise birincinin bir tür devamı olarak değerlendirilmelidir. A.Hüseynzadenin “XIX yüzyılın ikinci yarısında Azerbaycan tarihşünaslığı” (Bakü, 1967) eserinde bilimsel tahlillere daha geniş yer verilmiştir. Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri 1965'te Moskova'da yayınlanan 
“SSCB'de tarih biliminin tarihi oçerkleri” adlı topluda fazla yansımıştır. Bu topluda XI-XVII yüzyıllarda Azerbaycan tarihşünaslığı, XVIII yüzyılda Azerbaycan tarihşünaslığı, XIX yüzyılın I yarısında Azerbaycan tarihşünaslığı gibi büyük makalelerde, Azerbaycan'da tarihi bilgilerin gelişme dinamiği somut şekilde aydınlatılmıştır. Azerbaycan tarihşünaslığının gelişiminde A.Sumbatzadenin 
de büyük rolü olmuştur. O, Azerbaycan tarihşünaslığının gelişimine dair bir takım değerli makaleler sunmuş ve bu alanı zenginleştirmişdir. Bu makale ve eserler sırasında Modern aşamada Azerbaycan tarih biliminin gelişimi - (....... ......., 1972, . 12), XIX-XX yüzyılın başlarında Azerbaycan tarih biliminin oluşumu - (Az. SSR EA Haberleri, tarih, felsefe ve hukuk serisi, 1974, . 1), 70'li 
yıllarda Azerbaycan'da tarih biliminin gelişimi - (....... ......., 1981, . 2), 1975-1979 yılları arasında Sovyet tarihşünaslığı, (Moskova, 1979), 1970-1974 yıllarında Sovyet tarih bilimi - (Az. SSR EA Haberleri, tarih, felsefe ve hukuk serisi, 1975, . 2) ve başka denemeleri, görüldüğü gibi farklı dönemlerde ve genel olarak Azerbaycan tarihşünaslığının esas gelişme yönlerinin dinamiği analiz edilmişdir. A.Sumbatzadenin en büyük fedakarlığı ve bu alana hüsusi hizmeti Azerbaycan tarihşünaslığına dair ilk ve tek genelleştirilmiş eser çıkarmasıdır (Bakü, 1986). Onun bu eseri “XIX-XX yüzyıllarda Azerbaycan tarihşünaslığı” adlanır. Malesef bu eser rus dilinde çap edilmiştir. Müellifin bu eserini XIX-XX yüzyılın 80'li yıllarının ikinci yarısına kadar Azerbaycan tarihine dair tarihçilerin yazdığı birkaç eserlerin tahlili gibi de adlandıra biliriz. Bahsedilen eserde ilk defa olarak “Azerbaycan tarihşünaslığı” teriminin ikili özelliğinin - onun hem Azerbaycanlı bilim adamları tarafından Azerbaycan tarihi üzere yapılan araştırmalar, hem de diğer milletlerin tarihçilerinin öz devletleriyle ilgili yazdıkları tarihi olaylarla kapsadığının dikkate alındığını vurgulamışdır. Odur ki, biz Azerbaycan'ın çeşitli dönem tarihşünaslığını yorumlarken de bu döneme dair ister Azerbaycanda, isterse de ötesinde meydana gelmiş araştırmaları, yayınlanan ilk kaynakları vb. hakkında bilgi vermeli ve böylece zamanın tarihşünaslığının bugün için nispeten geniş manzarasını canlandırmalıyık. 

Bu dövreden sonra da sırf tarihşünaslık eseri meydana gelmemiş ve ayrı-ayrı tarihçiler yalnız tetkik etdikleri mövzularla ilgili eserlerinin giriş hissesinde az da olsa melumat vererek problemin tarihşünaslığını esaslandırmaya çalışmışlar. Bunardan İ.Aliyev, Z.Bünyadof, M.Şerifli, F.Memmedova, S.Aşurbeyli, S.Qaşqay, M.İsmayılov ve başka tarihçi-bilim adamları kendi eserlerinin araştırması 
sırasında bahsettikleri zamanın tarihşünaslık meselelerini kendi eserlerinin giriş bölümünde ayrıntılı olarak vermekle yetinmişlerdir. 

Bulgular 

Dönemin önemli meselelerini sistemleştirib sunmak için XX yüzyıl tarişünaslığının başarıları, ayrıca ilk kaynaklara geniş atıf yapılarak Merkezi Devlet Tarih Arşivi, Merkezi Devlet Askeri Tarih Arşivi, Petersburg MDTA-da, Gürcistan Tarih Arşivi'nde, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Arşivi'nde (ARDA), Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Tarih Arşivi'nde (ARDTA), Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Siyasi Partiler ve Sosyal Herekatlar Arşivi'nde (ARDSPİHA), Azerbaycan Devlet Bilim ve Kültür Tarihi Arşivi'nde (ARD.İTA) toplanan malzemeler, ayrıca vaktiyle baskı yüzü görmüş kaynaklardan, o dönemin çok sayıda basın materyalleri geniş kullanılmış, Azerbaycan (Azerbaycan ve Rusça),Kaspi , Znamya Truda , İskra , Açık söz , Naş put,Zarya, İttihad , Nabat , İstiklal gibi süreli yayınlar bir sıra meselelerin vurgulayarak değerli kaynak rolünü oynamıştır. Bu soruna henüz yirminci yüzyılın başlarında muhacir hayatı yaşayan fikir adamları eserler ithaf etmekle Avropa ve Amerika tarihşünasların dikkatini çekmiş ve sorunun objektif manzarasının oluşturulmasında önemli rol oynamışlardır. 

XX yüzyılın 80'li ve 90'lı yılların tarihşünaslığından konuşurken, öncelikle, Azerbaycan Tarihi kitaplarının yayınını söylemeliyiz. Tarih Enstitüsü'nün çalışanları tarafından hazırlanmış Azerbaycan tarihi İ.Aliyevin editörlüğünde 1993 yılında Türkçe, 1995 yılında Rusça, 1994 yılında yeni Azerbaycan Tarihi ise akademik Ziya Bünyadof ve Yusuf Yusifovun değişikliği ile ve 1996 yılında S.Aliyarlının redaktesile yayımlandı. Yüzyılın 70-90 yıllarının uzman tarihçileri M.İsmayılov, T.Veliyev, M.Musayev, ..Umayev, Q.Cavadov, Y.Alesgerov, S. Aliyarov, M.İbrahimov, I.Bagirov, L. Hesenova, H . Hesenov, Z. Qafarova, Ş. Kerimov, V.Samedov, M.Gülmalıyev ve b. Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik, siyasi ve kültür tarihi üzere çok sayıda monografi ve bilimsel makaleler yayınladılar. Onların çoğu Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik tarihine aittir: XIX-XX yüzyılın başlarında Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik yapısı, Azerbaycan köyünün sosyo-ekonomik yapısı, Azerbaycan'ın sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi, petrol endüstrisinin tarihi, Azerbaycan'da tarım, toprak sahipliği ve topraktan istifade, petrol üretimi ve Rusya ekonomisi, ekincilik meseleleri vb. Fakat, Sovyet döneminde daha çok 1917-ci il olayları ve Cümhuriyyet devri haric 20-80-ci il hadiseleri dikkat merkezinde olduğundan Azerbaycanda ilk bağımsız devletin tarihi kölgede kalarak bilerek ten unutdurulmuş ve onun siyasi elitasına leke vurulmuşdur. Bu resmi devletin ideolojisine hizmet etdiginden derslik ve kitaplarda bu devrin tarihinin yazılmasına yasak koyulmuştur. 

Genel olarak 1920-1990 yılları tarihşünaslığını üç döneme ayrılabiliriz: 20-30-cu illerin marksist tarihşünaslığı, 40-80 yılların ulusal komunist tarihşünaslığı, 90'ların liberal-ulusal tarixşünaslığı. Azerbaycan'da Marksist tarih şünaslığının esas temsilcileri 1921-1931 yıllarında Kırmızı Professura Enstitüsünü bitirmiş mezunlar idi. Onlar 1917-1920 yılları kapsayan devrim dönemini dünya kapitalizminin tam çürüme aşamasında işçileri burjuvazinin zulüm ve istismarından yayınlayacak dünya inkilabının ilk müjdecisi gibi kaleme alıyorlardı. 1917-1920 yılına dikkat çeken tarihi eserlerin muellifleri  A.Rayevski, Y.Ratgauzer, N.Pçelin, A.Popof, S.Sef, A.Steklof, A. Dubner vb.olayları inceleyerken tarihi realitenin ayrıntılarını ilgi göstermek, olayların izahında ideolojiye öncelik vermek, kaynaklardan geniş iktibas getirmek vb. gibi özel yaklaşım tarzı göstermiştir. Onların eserlerinden sonrakı Sovyet tarihçileri nin sık sık müracaat ettiklerini de görüyoruz. XX yüzyılın 80'li yıllarının sonlarından  itibaren dünya tarihi  gelişiminde önemli değişikliklere neden olan siyasi prosesler başlandı. Bu gelişmelerin en önemlisi, yirminci yüzyıl dünya tarihinde en önemli rol oynayan SSCB devletinin zayıflaması ve 90'ların lap 
öncesinde (1991 yılında) dağılması ile ilgiliydi. SSCB devletinin zayıflaması ile, bu devlette yaşayan halkların bir çoğu, daha doğrusu müttefik cumhuriyetler bağımsızlığa doğru can atmaya başladılar. 
Bu alanda öncelikle olaylar milli çatışma zemininde yaşanan süreçlerle gözlemlenmektedir. 

Tüm bu siyasi gidişatta SSCB'nin müttefik cumhuriyetlerinden biri olmuş Azerbaycan aktif yer alıyordu. Azerbaycan'da en önemli sosyo-sosyal olaylar 1988 yılının başlarında, Ermenistan SSC'nin Dağlık  Karabağ'a sonraki davasından sonra başlanmıştır. SSCB hükümetinin ileri sürdüğü tanıtım ve onarım politikası ile ilgili, ülkede bir takım siyasi kurumlar meydana gelir ve faaliyet gösteriyorlardı. Nihayet, 1991 yılında SSCB'nin yıkılması ile ilgili Azerbaycan SSR denilen II Cumhuriyet, kendi yerini bağımsız ve egemen III Cumhuriyete verdi. 1991 yılının 18 Ekim Azerbaycan kendisini bağımsız ilan etti ve kısa sürede bu bağımsızlık dünya devletleri tarafından tanındı. 

Bağımsızlık elde edildikten sonra, ülke bir takım zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu zorluklar öncelikle Ermenistan'ın Dağlık Karabağ iddiası ile Azerbaycan ilan edilmemiş savaşı ile seciyyelenirdi. İkincisi, ülkede yaşanan siyasi olaylar ve iktidar farklı grupların mücadelesi ülkede siyasi çatışmaya ve sosiyal karmaşıma neden oluyordu. Üçüncüsü, SSCB döneminde oluşturulan ekonomik sistemi dağılmış, yenisini ise şimdilik yaratmak mümkün değildi, ülkede ekonomik gelişme tamamen aşağı düşmüş ve bu da nüfusun sosyal durumunun ağırlaşmasına neden oluyordu. Tüm bu faktörler ülkede toplumsal-siyasi kaosun oluşmasına yardımcı  olur, bu ise ülkede bütün alanlarda, özellikle bilim ve kültür alanında önemli gerilemelere neden olurdu. Fakat zaman zaman yeni oluşmuş bağımsız III Cumhuriyet bu sıkıntıların bir çoğunu ortadan 
kaldırmayı başardı ve 90'ların belli zorluklarından sonra, nihayet XXI yüzyıldan belli bir sabit gelişme yoluna geçebildiyse, yeni bağımsız devlet kendi Dağlık Karabağ sorununu çözemedi. Ümit etmek olur ki, bu sorun da kısa sürede çözülecektir ve bu alanda da önemli bir istikrar elde olunacaktır. XX yüzyılın 80 yılların sonlarından ülkede oluşan kargaşa döneminde, tarih biliminin de gelişmesinde belli gerilemeler fark edilirdi. Fakat bütün bunlara rağmen, tarihi sorunların objektif ögrelilmesi araştırmacılar için, bağımsız devlette geniş yollar açmış, Sovyet döneminde araştırma alanında konulan tüm yasaklar ortadan kaldırılmıştır. Azerbaycan kendi bağımsızlığını yeniden yaptığı andan tarihimizin olgular temelinde araştırma zorunluluğu, geçmişte öğrenilmesi yasak edilen, ayrıca yetersiz araştırılan, tahrif edilmiş problemler araştırmacıların dikkat merkezine dönüşmüştür. Ülkede oluşan yeni yeni üniversitelerde, beliren tarih ve diplomasi fakülteleri, çeşitli sorunlara adanan bilimsel konferansların kapsamının artması, tetkik olunması, konulara dair tüm setlerin dağılması ile tarih biliminin daha yoğun gelişmesi için esaslı zemin yaratıyordu. Belirtildiği gibi, yeni bağımsızlık kazanmış ülkede ilk zamanlarda Azerbaycan tarihine dair genelleştirilmiş eserlerin yazılması geniş yer almıştır ki, bu da 1997 yılından yeddicildlik Azerbaycan Tarihi nin yayınlanması ile sonuçlandı. 

Yeddicildlik Azerbaycan Tarihi nin basılması, tarihimizin çeşitli sorunlarına ve tarihşünaslığa dair araştırmaların yazılmasına dikkat artırmış oldu. Modern aşamada Azerbaycan tarihinin öğrenilmesi alanında genel nitelikli eserlerden ayrı ayrı değil, bütün olarak alınan şahıslar hakkında kısa arayışın verilmesi de sonraki araştırmalar için tutarlı zemin yaratıyordu. S.Ahmetovun Azerbaycan tarihinden yüz büyük şahsiyet (Bakü, 2006), V.Guliyevin Tarihte iz bırakan şahsiyetler (Bakü, 2000), N.Yaqublunun Azerbaycan lejyonları (2005), M.Zülfükarlının Azerbaycanı kimler yönetip (Mayıs 1918, Ekim 2003), (Bakü, 2006), M.Caferinin Azerbaycan'ın ünlü hükümdarları ve siyasi figürleri (2002), S.Qasımovanın Mirza Kazımbey: Doğu ve Batı arasında köprü (Bakü, 2014 ) kitaplarında Azerbaycan'ın ünlü kimliklerinin halkımızın tarihi kaderinde yaptıkları ve Ulusal-siyasi, devlet tarihimiz hakkında bilgiler verilmiştir. Modern aşamada Azerbaycan tarihşünaslığı önünde duran bazı görevler, bu günkü durumu ve gelecek gelişme perspektifleri hakkında da bir takım eserler yayınlanmış ve bu problem incelenmiştir. E.Madetli Azerbaycan gerçekleri İran tarixşünaslığında (Bakü, 2011) adlı monoqrafiyasında Azerbaycan tarihinin tüm dönemlerini saxtalaşdırmağa kalkışan İran-Fars tarihçilerine verilmiş tarihi esaslara, yoğun bilimsel araştırmalara dayalı esaslı cevaplardan biridir. Yazar yazıyor ki, “İranlı tarixşünaslıar ilk kaynaklarla, gerçek tarihi gerçeklerle hesaplaşmaya Arap hilafetinin çöküşünden sonra Azerbaycan ve İran topraklarını ve diğer komşu ülkeleri yöneten tüm Azerbaycan-Türk sülalelerini, özellikle Safevîleri, Kacarları, Afşarları, bu sülalelerin seçkin temsilcileri olan Şah İsmail, Şah Tahmasp, Şah Abbas'ı, Nadir Şah Afşarı, Ağa Muhammed şah Kacarı 
ve diğer Azerbaycan-türk hükümdarlarını da İran-fars hükümdarları gibi kaleme vermekten çekinmiyorlar”. (Medetli, 3). 

Tarihşünaslık biliminin son dönemini bağımsız III Cumhuriyet döneminde tarih biliminin gelişmesini de koşulu olarak aşamalara ayırabiliriz. Örneğin XX yüzyılın 90'lı yıllarında tarih biliminin gelişiminde yeni fikirlerin oluşması ve özgür fikir söyleme ilkelerinin gelişmesi. XXI yüzyılın başlarında (2000-2016 yılları) tarih biliminin araştırma yönleri Azerbaycan tarihşünaslık biliminin gelişmesinin dövrleşdirilmesinin kısa özetinin verilmesi, gelecek araştırmalar tarafından yeni yeni okumaya ve bü dövrleşmeye değişiklikler yapıp bilimsel sonuçlar üretmeye  olanak tanır. 

Azerbaycan'da tarih biliminin tarihşünaslıq açısından öğrenilmesi en genç alanlardan biri olsa da onu da belirtmek gerekir ki, sırf Azerbaycan tarihşünaslığına dair yayınlanan eserler parmakla sayılabilir. 

Bu nedenle, bu alanda büyük boşluk oluşmuş ve Azerbaycan tarihşünaslığında dair şimdilik hiçbir ders kitabı olmamasına yol açmıştır. Sovyet döneminde yazılmış bir kaç eser Sovyet tarih şünaslığının içerisinde verilmiş ve bunların çoğu Sovyet ideolojisinin etkisi altında yazıldığından bu eserleri incelerken onlara çok dikkatle yanaşılmalıdır. 

Sonuç 

Son yıllarda, fikir plüralizmine geniş meydan verildiği koşullarda bağımsız ülkede yaşanan siyasi, ekonomik ve manevi süreçlere uygun populist çıkışlar tarihçilerden tarihi gerçekleri bilimsel temelde ortaya çıkarmayı ve değerlendirmeyi gerektirir. Sovyet döneminde marksizm-leninizm metodologiyasına dayalı tarihşünaslık tebliğ olunurdusa, Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra tarih biliminin ulusal kavramsal yönü oluşmuş ve tarihimizin yeni bir açıdan çalışma sonucunda tarihşünaslık alanında yeni eserlerin oluşmasına da neden olmuş, bu devre tarih şünaslık yeni aşamaya girmiştir. Bu adım bir takım sorunların tarih şünaslığına dair eserlerin meydana gelmesiyle açıklanabilir. Yeni dönem araştırıcı ilim adamları çalışmalarında belirli dönem veya somut  soruna dair yazılmış eserleri bir araya toplamaya gayret göstermekle onları özgürce, hiçbir ideolojiye uymadan çözümlemeye çalışmışlardır. Ancak, unutulmamalıdır ki, böyle eserler de bizim tarix şünaslıkda şimdilik çok azınlık ve hatta toplam “birkaç” terimi ile tarihşünaslıkda kendi yerini buluyor. Böyle eserlerden Y.Seferovun “Azerbaycan'ın eski, erken, ortaçağ döneminin tarixşünaslığı” (Bakü, 1997) eseridir. 

Yazar Azerbaycan'ın eski dönemine adanmış eserleri biraraya toplamaya gayret etmiş ve buna neredeyse ulaşılmıştır. 

Bu açıdan Y. Seferov esasen Kafkas Albanyası ve Atropatena tarihine şu veya bu derecede değinen eserlere öncelik vermiştir. Diğer eser A.İsgenderovun 
tarihşünaslık sorunlarıyla ilgili iki monografisi “1918 yılı Mart katliamının tarixşünaslığı” (Bakü, 1997) ve “Azerbaycan'da Türk-Müslüman soykırımı sorununun tarixşünaslığı” adlı eserleri bu alanda atılan başarılı adım olarak kabul edilebilir. Yazarın her iki eseri Rusya İmparatorluğu dağıldıktan sonra Güney Kafkasya'da, ayrıca Azerbaycan'da oluşmuş kargaşa döneminin tarihine açıklık getirmek açısından çok değerlidir. A.İsgenderovun eserleri hem de tarih şünaslığımızda ilk kez 1917-1918 yıllarında Ermeni-Azerbaycan ilişkilerinin gerginliğini ve bu gerilimin Azerbaycanlıların çeşitli yerlerde genosidi ile sonuçlanması meselelerini açıkça yorumlamış ve tarihşünas alim bu sorunları ciddi tahlil etmiştir. M.Aliyevin “Kuzey Azerbaycan'ın Rusya tarafından işgalinin tarixşünaslığı”  (Bakü, 2001) adlı eseri ise Azerbaycan'ın Kuzey bölümünün Rusya İmparatorluğu tarafından işgal edilmesi konseptini tüm açıklığı ile ortaya koymuş ve tasdik etmiştir. Eserde bu onaya giden uzun prosesli tarihşünaslık yolu ve kavramlar birbirini takip etmesi ( “işgal”, “nispeten az bela”, “birleştirme”,terkibine dahil olma”.) yüksek düzeyde incelenmiştir. 
M.Zülfükarlının “Azerbaycan Tarihi, II Cumhuriyet döneminin tarixşünaslığı” (Bakü, 2001) eseri de Azerbaycanda sorunlu tarih şünaslığa adamış eserlerden biridir. Tarixçi tarihi eserleri ve görüşleri ciddi girişimle saf-çürük etmeye çalışmış ve bunun üstesinden gelmiştir. Bu eserde tarihşünaslıkda daha büyük adım atmaya gayret gösterilmiştir. Z.Hacıyevanın “Karabağ Hanlığı'nın tarixşünaslığı” (Bakü, 2010) adlı monoqafiyasında, Karabağ Hanlığı'nın tarihine değinen ve ondan bahseden 200'den fazla tarihi eserin tahlilini bildirdi. Tarihçi ilk olarak XIX yüzyılın ortalarında hanlığın tarihine adanmış ve ondan 
bahsetmiş eserleri, (Bölüm I, s.6-57), daha sonra XIX yüzyılın ikinci yarısında yazılmış Karabağnameleri (Bölüm II, s. 58-138), ayrıca 40-50 ve 60-80 yıllarında Karabağ Hanlığı'nın Sovyet tarixşünaslığında (III, s.139-168) ve bağımsızlık dönemi Azerbaycan tarihşünaslığında hanlığın tarihinin öğrenilmesi (IV, s. 169-182) devamlı olarak analiz etmiştir. 

Eserin V bölümünde (s. 183-212) Karabağ Hanlığı tarihinin Ermeniler tarafından sahteleştirilmesi sorununa açıklık getirilmiştir. Müellif eserinin son bölümünü (VI, s. 213-236) Karabağ Hanlığı'nın tarihinin Türkiye ve İran tarihşünaslığında tetkiki seviyesini belirlemiştir. Z.Hacıyeva “İrevan Hanlığı'nın tarixşünaslığı” (Bakü, 2012) adlı bir sonraki monografiyasını da Karabağ Hanlığına adadığı eserde olduğu sistematikaya uygun tahlil etmiş ve İrevan Hanlığı tarihinin bazı makamlarına açıklık getirilmiştir. E.Medetlinin “Azerbaycan gerçekleri İran tarihşünaslığında” (Bakü, 2011) monografisini Azerbaycan tarihinin tüm 
dönemlerini saxtalaşdırmağa kalkışan İran-Fars milletçilerine verilmiş tarihi esaslara dayalı esaslı cevap olarak değerlendirmek mümkündür. Azerbaycan tarihini sahteleştirmegi kendine meslek seçen İran tarihçileri ilk kaynaklara istinad etmeden kendi isteklerine uyğun şekilde tarihi olayları sahteleş tirmişdiler. T.Necefli ise “Karakoyunlu, Akkoyunlu devletlerinin tarihi çağdaş türk tarixşünaslığında” (Bakü, 2000) adlı eserinde Türk yazarlarının Karakoyunlu ve Akkoyunluların kökeni sorununun Türkiye tarihşünaslığında yansıması yönlerini incelemiştir. XIX yüzyılın aydınlanma hareketi ve onun Avrupa maarifçilerinden farklı şekilde meydana gelerek gelişimi konularına dikkat çeken S.Gasımovanın “XIX yüzyılda eğitimci-demokratik hareketin tarixşünaslığı” 
(Bakü, 2014) eseri aracılığıyla komple devre açıklık getirilmiştir. Görüldüğü gibi, Azerbaycanda tarihşünaslık biliminin gelişimi yolunda bu alanda yazılan eserler azlık teşkil edir. H.Halilinin 2010 yılında yazdığı “Sovyet tarihşünaslığı-milli ölüm ilmi” (Halilli, 388-389). ) adlı monoqrafiyasında, Sovyet tarixşünaslığının esas meselelerini eleştiri ettikten sonra, modern aşamaya de değinerek yazıyordu: “Maalesef, itiraf etmeliyiz ki, genel olarak Azerbaycan tarihşünaslığı bağımsızlık yıllarında sosyal-manevi varlığın yasa ve kategorilerine referans yaparak bilimsel seviyeye yükseltmek yönünde esaslı bir iş görmemiştir. Tek tek tarihçilerin eserleri dışında, Azerbaycan tarihşünaslığı, Sovyet tarixşünaslığının ideolojik sistemini ve araştırma metodunu halen devam ettirerek, bağımsız devlet 
kuran halkımızın varisi olduğu milli-manevi servetlere bilimsel düzeyde kavuşması yönünde yeterli önlemler yürütmek mümkün değildi, çünkü Sovyet tarihçileri neslinin büyük çoğunluğu yeni bilimsel ve milli fikirleri beşiyindece boğmakla kendi varlıklarını koruyup saklamakta devam ediyor. 

Tartışma 

Bu düşünceden çıkış etmekle ümit edebiliriz ki, gelecekte Azerbaycan tarihşünaslığının yeni yeni daha samballı eserleri oluşacak ve bu alanda daha başarılı adımlar atılacaktır. Şu anda tarihşünaslığa ilgi ve eğilimin artma icabı bize böyle iyimser sonuç çıkarmaya izin verir. Ne kadar ki, toplumda insan yaşıyor, orada o insanın tarihi ortaya çıkar ve onun tarihinin tarihini yazmaya da gerek duyulur. 

Bununla da teklif ederdim ki, Azerbaycan'ın hem komşu devletlerle ilişkisine dair, hem de bilavasite Türk devletlerinin tarihine dair yazılan ve belli olan kaynaklar Azerbaycan tarihşünaslığında yer bulsun, türk tarihşünaslığında da azerbaycan tarihçilerininin eserlerine istinad edilsin.Tarihşünaslığın gelecek perspektifleri de ele bu devletlerin emeğinin sonucu olan ortak tarihşünaslık eserinin meydana getirilmesinden ibaret olmalıdır.Tarihi olduğu gibi kabul etmek, anlamak ve olduğu gibi değerlendirmek için tarihşünas alimler kendilerinin profesyonel seviyesini koruyarak Azerbaycan tarihinin objektif, gerçekçi tarihini analiz etmeli ve bundan çekinmemelidir. Bu gün tarihimizle bağlı ne varsa hepsi derinden öğrenilmelidir. Azerbaycan tarihinin ve tarih şünaslığının modern talepler seviyesinde yazılması için belge ve kaynakların araştırılması, ayrıca zengin çoxcehetli fiilen malzemelerin tam anlaşılması alanında büyük çalışmalar yapılmalıdır. Geniş kamuoyunun tarihi 
bilgilere, vatan tarihine ilginin arttığı bir zamanda bu telabatların ödenmesi için tarihşünas alimlerin üzerine çok büyük sorumluluk düşüyor. İnamla ve kesin onu da vurgulamak isterim ki, Azerbaycan ve Türkiye tarihşünas alimlerinin ortak emeği sonucunda kısa bir zaman diliminde çok büyük sonuçlar elde edebiliriz. 

Böylece, modern dönemin genel siyasi, sosyo-ekonomik özellikleri Azerbaycan tarihşünaslığının esas gelişme yönlerini belirlemeye ve tarihi araştırmalarda objektif bilimsel sonuçlar elde etmeye sevk etmektedir. Yeni bağımsızlık elde etmiş Azerbaycan Cumhuriyeti'nde, bağımsızlığın ilk yıllarında oluşan zorluklara rağmen, son yıllarda oluşmuş değerli tarihi-bilimsel eserler onu gösteriyor ki, gelecekte Azerbaycan tarihşünaslığında, ülkemizin tarihinin en karmaşık sorunları bilimsel olarak daha derinden incelenecek ve tarihşünaslığımız yeni yeni eserlerle zenginleşecektir. Son dönemlerde Milli Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsünün tarihşünaslık alanında başarıları buna numune ola bilir.Son zamanlar çeşitli tarihi olayların tarihşünaslık açısından incelenmesine gençlerin de ilgisi artmış ve A.Alizade, A.Sumbatzade, M.Şerifli, S.Aşurbeyli, Z.Bünyadov, İ.Aliyev, S.Aliyarlı, M.İsmayılov, Y.Mahmudov, A.İsgenderov vb. tarihşünasların 
yaratmış olduğu okullar yeni nesillerin yetişmesinde önemi rol taşımaktadır. 


Kaynakça 

Aliyef, R. (1992) Azerbaycan nağıllarında mifik görüşler. Bakü: Neşriyyat 
Aliyev, M. (2001) Şimali Azerbaycanın Rusiya terefinden işğalının tarihşünaslığı. Bakü:Nurlan 
Alizade, A. Ve Leviatov, V. Azerbaycan SSR-de tarih ilmi. (Az. SSR EA Haberleri, 1947, .1) 
Azerbaycan tarihi (1994 ), (Z.M.Bünyadov ve Yusif Yusifovun redaktesi ile) Bakü:İlim 
Azerbaycan tarihi. (1996), (S.Aliyarlının redaktesile).Bakü:İlim 
Bakıhanof, A. (2001) Gülüstan-i İrem. Bakü:Mütercim 
Ceferzade İ, Yampolski Z. (SSRİ EA Azerb. Fil. Haberleri, 1940, . 2). 20 yil arzinde Azerbaycan tarihinin öğrenilmesinin neticelerine dair. 
Gasımova, S. (2014) XIX yüzillikde maarifçi-demokratik harekatın tarihşünaslığı. Bakü:Elm ve tahsil 
Hacıyeva, Z. ( 2010) Karabağ hanlığının tarihşünaslığı. Bakü:Tahsil 
İmanov, H. (SSRİ EA Azerb. Fil. Eserleri, 1936, XXX cilt). Azerbaycan tarihşünaslığı meseleleri. Bizim uğurlarımız ve yakın vazifelerimiz 
İsgenderof, A. (1997) 1918-ci il mart qırğınının tarihşünaslığı.Bakü: Nurlan 
İsgenderof, A. (2005) Azerbaycanda Türk-Müselman soykırımı probleminin tarihşünaslığı. Bakü:Adiloğlu 
Medetli, E. (2011) Azerbaycan hakiketleri İran tarihşünaslığında. Bakü:İlim ve tahsil 
Nemetova, M. (1959). XIV-XV asrlar Şirvanın tarihinin öğrelilmesine dair. Bakı:T.hsil 
Seferof, Y. (1997) Azerbaycanın kadim, erken, orta asrlar dövrünün tarihşünaslığı. Bakü:BDU naşriyyatı 
Segal, L. (Kafkas 1907, .204) .Qedim Albaniya ve onun şehirleri 
Seyidof, M. (1983). Azerbaycan mifik tefekkürü kaynakları. Bakı: İlim 
Sumbatzade, A. (1989) ,XIX-XX asrlarda Azerbaycan tarihşünaslığı. Bakü:İlim 
Şarifli, M. - (Az. SSR EA Haberleri, ictimai ilmler seriyası, 1959, . 6). IX-XV asrlar tarihinin oçerkler”ind. orta asr Azerbaycan tarihi meselelerinin işıklandırılmasına dair” 
Zülfükarlı, M. ( 2000) İkinci Respublika dövrünün tarihşünaslığı. Bakü:Nurlan 


***