2 Ağustos 2018 Perşembe

Palalı direnişçi olsa bunlar olurdu!

Palalı direnişçi olsa bunlar olurdu! 



SABAHATTIN ÖNKIBAR

Mazallah palalı-satırlı o AKP militanı Gezi Parkı direnişçisi olsa ne olurdu biliyor munuz?
- Aydınlık ve bir kaç gazete hariç bütün matbuat tam sayfa palalı resmi ile çıkar ve Gezi Parkı direnişine karşı küfür yarışı başlatırlardı.
- Yandaş haber kanallarında bu konuda her akşam tartışma programları yapılırdı.
- Tayyip Erdoğan elinde pala ve satır fotoğrafı abartısız günlerce mugalata yapardı.
- AKP’li belediyeler “Işte Demokrasimizin katili” diye palalı afişler bastırıp şehirlerini donatırdı.
- Polis o görüntü sonrasında hemen bir örgüt ismi uydurup evlere baskın verip onlarca kişiyi gözaltına alırdı.
- Yargı sadece palalıyı değil, ona o fikri verdi-teşvik etti-örgütledi ve pala ile satırı temin etti gerekçeleri ile onlarca kişiyi tutuklardı!
CHP ile MHP’ye mahalli seçim önerileri
Kılıçdaroğlu-Bahçeli ikilisi ile CHP ve MHP’in şaha kalkması çok zor ancak çıkmayan candan ümit kesilmez misali başka yolu yok, Türkiye’yi kaostan kurtarma ve AKP’yi gönderme zeminini inşa adına Mahalli Genel seçimlerinde yine bu iki partiye destek kaçınılmazdır.
Bize göre mahalli genel seçim sürecinde CHP ile MHP’nin yapması gerekenlerden bir kaçı şudur:
1) Seçim 1989’da Özal’a karşı yapıldığı gibi Tayyip Erdoğan’a karşı referanduma dönüştürmeli ve bütün kampanyayı Erdoğan’ın ceberrutluğu eksenine oturtmalı yani Tayyip Erdoğan birlikte yaşamayı sabote eden ve kargaşa yaratan bir imaj ile özdeşleştirilmelidir.
2) Hem CHP hem MHP, AKP ve PKK dışındaki bütün muhalif unsurlarla lafla değil fiili olarak kolkola girmeli ve herkesin oy verebileceği ortak adaylar istişarelerle belirlenmeli, Belediye Meclis listeleri öyle oluşturulmalı. Mahalli seçimlere parti bayrağı ile değil Milli Cephe anlayışı ile girilmelidir.
3) CHP ve MHP Sadettin Tantan, Aytaç Durak, Ümit Özdağ, Ümit Kocasakal, Uğur Dündar, Ufuk Söylemez, Zekeriya Beyaz, Can Ataklı, Haluk Dural gibi her kesimden oy alabilecek isimleri listelerine taşımalıdır.
4) Seçime kısa bir süre kala AKP’li belediyelerin yaptığı yolsuzluklarla ayırımcılıklar kamuoyu ilgisini çekecek metotlarla ifşa edilmelidir.
5) CHP ile MHP açıktan ilan edemeseler de birbirini güç ve iddia durumlarına göre bölge-bölge destekleyeceği bilinmeli bu şekilde de genel seçim öncesi milli koalisyon modeli inşa edilmelidir.
Yüzde 20 küsur Milli Irade midir?
Mursi’nin Mısır’daki karşılığı yüzde 20 küsurdur ki ilk turda aldığı sonuç ortada yani alaşağı edilen Mübarek’in adamını bile ancak bir puanla geçebilmiş.
Sonrasında yüzde 51 yüzde 49 olması ise zorunlu tercihin sonucu. Buradan hareketle Mursi eşittir Milli Irade ya da Mısır’ın yarısı demek doğru değil zira yapılan Anayasa oylamasına bile halkın ancak yüzde 30’u katılmış.
Türkiye’de de Tayyip Erdoğan Istanbul’a yüzde 20 küsurla Belediye Başkanı seçilmişti.
2002 seçimlerinde ise aldığı oy yüzde 34 ama Parlamentodaki temsili yüzde 67 oldu.
Söyleyin bu tablo ile Tayyip Milli Iradeyi temsil etti denilebilir mi?
Peki ya 2007 ve 2001 sonuçları mı?
Daha önce de yazdık o seçimler Kenan Evren’in referandumu misali güdümlü yani kirlidir zira hatırlayın o süreçlerde taşlar bağlanmış köpekler sürüler halinde salınmıştı, dolayısı ile eşit bir kampanya yapma imkanı yoktu.
Dinle Tayyip’in zabiti!
Genel Yayın Yönetmenimiz Ilker Yücel’in verdiği bilgiye göre Istanbul’da 47. Motorize Piyade Alayının kantinlerinde Atatürk‘ümüze deccal ve şeytan diyen gazeteler bile satılırken Aydınlık’a yasak getirilmiş!
Belli ki bu karar Tayyip’ten terfi ya da taltif bekleyen Vahdettin artığı omuzu kalabalık işbirlikçi bir zabitin eseri!
Kim bu emri verdi bilmem ama her kimse bilsin ki hukuk, tarih ve ahlak önünde bunun hesabını verecek ve atası Vahdettin misali maskesi inip tarihin lanetine muhatap kalacaktır.
Şuraya bakar mısınız, Atatürk’ün Ordusunda Atatürk ve Milli-Üniter devleti için kellesini koyup mücadele veren ve her gün bedeller ödeyen Aydınlık böylesi karanlıklarla yüz yüze!
Ama yılmak yok zira biliyoruz ki aydınlığa en yakın olan zaman dilimi karanlığın en kesif olduğu an yani bugündür!

10. yıl marşına otur, PKK marşına kalk!

Iki fotoğraf:
Birincisi Kırkpınar’dan!
Başpehlivanlık güreşlerinin ödül fon müziği onuncu yıl marşıydı.
Ama heyhaaat AKP’liler bu marş çalınırken proteso için halkın tersine ayağa kalkmadı!
Peki ama neden?
Türklüğe olan düşmanca bakıştan mı?
Öyle ya 10. yıl marşının her şeyi Türk!
Ve bir başka fotoğraf ki merkezinde AKP’nin sakallı mebusu Salih Kapusuz var.
Ve o Kapusuz Türk bayrağının olmadığı ve istiklal marşının okunmadığı PKK bayrakları ile süslü bölücü bir toplantısında PKK marşı çalınırken ayağa fırlayıp düğmesini iliklemiş ki bu iddia şahsıma değil MHP’li Oktay Vural’a aittir ve beyanına göre elinde görüntüler var. Yorum sizindir...

***

Müslüman - Erkek - Kardeşler!


Müslüman - Erkek - Kardeşler!

Hulki Cevizoğlu,

Geçen yazımda, “Atatürk’ün kalemi” Falih Rıfkı Atay’ın 50 yıl önceki, uyarılarına yer vermiştim.
Kimileri, Falih Rıfkı’ya ağır eleştirilerde bulundu.
Bugün, farklı kalemlere yer vereceğim. Bakalım, aynı çevreler bunlara ne diyecek?

*  
Bizim iktidar ve yandaşları, Mısır’daki “karekök darbeler” içinde işine geleni beğeniyor, gelmeyeni ağır eleştiriyor.
Acaba ne kadar samimiler bu konuda?
(“Karakök darbe”, darbenin karekökü demek. Yani, darbe üstüne darbe!. Hüsnü Mübarek’e, Mursi’ye ve ondan önce Firavunlara kadar giden darbeler demek.)
(Başbakan Erdoğan diyor ya, “Darbe kime yapılırsa yapılsın karşısındayız!” Herhalde, Musa’nın arkadaşı Firavun’a yaptığı darbeyi kastetmiyor!)

Bizim iktidar zümresi, yandaş kalemleri ve örnek aldıkları fikir önderleri darbeler konusunda bakınız neler demişti?
Nazlı Ilıcak (aynı zamanda eski AKP mv.):
“(10 Ekim 1980) Darbe Türk halkının müdafaasıdır, idamlar bu müdafaanın neticesidir. 
‘Kadife eldivenli’ vasfını daima koruma, müsamaha ve iyi niyet her zaman devam etmelidir. Çünkü bu bizim son şansımızdır. Kaybedeceğimiz şey, demokrasiden de, hürriyetlerden de önemlidir. Haysiyetimizin istiklal ve istikbalimizin teminatı olan anavatandır.” 
Ilıcakların gazetesi Tercüman’ın manşeti:
“Yeni anayasa hazırlanacak. Ordu mecbur kaldı.” 
Hürriyet’in manşeti:
“Atatürk yolunda devam!” 


Necip Fazıl Kısakürek:

“Malum darbelerden biri değildir. 
Bu hareket olmasaydı, yıl değil ay değil, belki hafta ve gün hesabiyle Türkiye’nin çöküşü gerçekleşebilirdi...
12 Eylül 1980 milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı istidadındadır. 
12 Eylül 1980 müdahalesi ancak ‘millet için’ formülüyle ifade edilebilir.
Hükümetten ziyade, onu mefluç kılan (felç eden) partilere ve fesad ocağına döndürdükleri Meclis’e yönelik bir davranış.
Hedefi de, ... gayet tabii olarak ‘devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama’ atılışı. (Kısakürek’in ardılı Erdoğan, bugün bu maddeyi kanundan çıkardı. -HC)
Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah!..”  

*

Başbakan Erdoğan, Mısır’daki “Müslüman Kardeşler” (İhvanü’l Müslimin)  örgütünü savunuyor bugün. 
Dini Kavramlar Sözlüğü’ne baktım. Kastedilen “tüm kardeşler” değil, yalnızca “erkek Müslümanlar!” imiş.
Neyse, bakalım Müslüman kardeşliği mümkün mü?
Mehmet Akif Ersoy konuşuyor:
“Hani Müslümanlık, bir uhuvvet (kardeşlik) husule getirecekti. Nerede? 
Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor... 
Müslümanların hepsi cahil; Arabı cahil, Türkü cahil, Kürdü cahil, Arnavutu cahil, hepsi cahil. Hepimiz igvaata (kışkırtmaya) kapılıyoruz...
Biz cehaletimiz yüzünden dini bu hâle getirdik. Din de bizi bu hâle getirdi. İslam dini bir miskinlik (uyuşukluk) dini oldu.”  


Akif, Mısır’a, üniversitedeki görevine tekrar döndükten sonra yazdığı bir mektupta ise Mısır hakkında şöyle diyor:
“Mısır’da 11 yıl kaldım. Fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım.
Sana halisane (içtenlikle) bir fikrimi söyleyeyim mi;
İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de... (Milliyetçiliği Erdoğan duymasın!-HC)
Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp, O’na (Mustafa Kemal’e) versin.” 


Darbeye ve darbecilere karşıymışlar!
Kenan Evren’le okul açılışlarına katılan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ne diyor:
“Mısır’la ilişkilerimizi kesmedik. Kesmeyi de düşünmüyoruz!” 
Hani nerede kaldı Müslüman kardeşliği?..


***


Yalancının Mumu...


Yalancının Mumu...

Cüneyt Arcayürek.


Hem laik hem Müslüman, hem de demokrasiyle yönetiliyor...
Ortadoğu ülkelerine örnek gösterilen bu ülke Türkiye idi; yerinde yeller esiyor.
Suriye, Irak, son olarak Mısır da içişlerimize karışma, dedi. 
Elinde üçün biri kaldı. O da Tunus!
Tüyleri dökülmüş tavus kuşuna döndü.
İftardan sonra bir yerde mutlaka kürsüde.
Geçmiş günlerinden kalan alışkanlıkla burnu dik, fren tutmaz dili durmadan konuşuyor. Tabii yüksekten atmaya devam ediyor...
Mursi’ye yapılan darbenin Batı’dan Doğu’ya desteklendiğinden yakınırken ülke adı veremiyor.

Ad vermeye kalksa artık böyyük dostlukların sokağa düştüğünü açıklamış olacak; iyisi mi ülke, bölge ayırt etmeden, ülke adı vermeden, topluca hepsini darbeyi destekleyenler diye suçlayıp içine düştüğü açmazdan sıyrılmaya çalışıyor

***

İki örnek: İki kadim dostundan biri, Obama! 

Batı ile ilişkilerinde kilit ülkenin başkanı!

Diğeri İslam dünyasındaki yerine kanıt olan Suudi Arabistan! 
ABD’nin Ankara’dan yükselen darbe karşıtı seslere kulağı sağır.
Darbe yapılan ülkelere yardım yapılamayacağını emreden ulusal kurallar nedeniyle Amerika’nın Mısır’a askeri ve ekonomik yardımı kesmenin olanaksızlığına dayanarak 4 savaş uçağı gönderiyor.
Suud ise RTE’nin aksine Müslüman Kardeşler’den nefret ediyor...
Askerin emrine ekonomik sıkıntıları çözümlemesi için 5 milyar dolarcık göndermekle yetinmeyen Suudi Arabistan Kralı, telefonla aradığı Mısır Genelkurmay Başkanı Sisi’yi tebrik ediyor, başarılar diliyor.
Peki, bu ülkelerin devlet başkanları RTE’yi ne zaman hangi nedenle arayıp kutluyorlar?

ABD (RTE’nin elinde bu ülkenin radikal, siyasal İslama dönüşeceğini hesaplama gereğini duymadan) ılımlı İslamı gerçekleştiren adımlar attığı...
...Suud ise laikliğin canına okuduğu için...

Özetlenirse gelinen nokta:

RTE’yi demokrasiye geçenlere örnek bir ülke yarattı diye Batı’dan Doğu’ya sırtını sıvazlayanların davranışları… meğer mevsimlik imiş...
Mısır darbesi yalnız Mursi’yi koltuğundan etmedi...
RTE’nin de uluslararası gerçek değerini, itibarını ortaya koydu.

***
Yurda yayılan Gezi Parkı eylemlerini öyle ufak tefek yasalara aykırı olaydan saymadığı, itiraf etmese de düpedüz sağlıksız demokratik yaptırımları nedeniyle kendine karşı halk hareketi olduğunun bilincinde.
Hâlâ bu eylemlere yüklenmesindeki gerçek neden bu!
Bu doğrultuda harekete geçen emrindeki polis de Gezi Parkı eylemlerini illaki gizli örgütlere, hükümeti devirmeye bağlıyor.
Binlerce gözaltı, evlerin sabaha karşı basılıp aranması... bu olası senaryoyu doğrulayacak -RTE’yi tatmin edecek- kanıt bulmak için.
Başbakan da polisten aldığı aklına koşut bilgilerle konuşmalarında işte Gezi Parkı’nın gerçek yüzü diye ortaya çıkıyor.
Milyonlarca insanımıza TV’lerden yanlış, çoğu uydurma bilgiler sıralarken RTE...

***
...İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün, haklarında, örgüt kurmak, halkı sokağa dökmek, provokatif eylem, polisi düşman gibi lanse etmek, marjinal sol ve uluslararası yapılanmalarla birlikte olmaktan düzenlediği fezlekede delil arayan...
...bula bula önlük, eldiven, kırmızı bez gibi bazı eşyalar bulan yargıç, tutuklanma talebiyle önüne gelen Taksim Platformu yetkilisi 12 kişiyi serbest bırakıyor.
Deliller bulundu diye fezlekedeki suçlamaları -isyanı- bastırdıktan sonra günlerce RTE, her konuşmasında bir bir sıraladı ve...
....polis, başbakanlarını doğrulamak çabasıyla böylesi görülmemiş zoraki delillerle fezleke hazırlayıp insanları ağır koşullar altında günlerce gözaltında tuttu.

Ne ki mahkeme, Başbakanı da ona koşut deliller, suçlar uyduran polisi de yalanladı!

Yalancının Mumu hâlâ yanıyor!

Yalancının Mumu…
Medyamızın iktidar gazına geldiğini bir kez daha izledik.
Mısır’da ordu, uyarılara karşın bir türlü meydanları boşlatmayan Mursi’yi destekleyen Müslüman Kardeşler’e ateş açtı.
Askeri yönetime göre ölü sayısı Müslüman Kardeşler sözcünün açıklamasının yanında solda sıfır. Kimine göre 300, kimine göre binden fazla.
ABD başta Batı dünyası Mısır askerini kınıyor. Ama bizimkiler bir adım ilerde!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dünyayı Mısır yönetimine karşı harekete geçmeye, Birleşmiş Milletler’i göreve çağırıyor.
Davutoğlu bizdeki darbelerin, üstelik süre vererek demokrasiye dönüleceğini vaat ettiği gibi bir açıklama yapmasını bekliyor Genelkurmay Başkanı Sisi’den.
Bu sırada yüzüne, teneke tınlaması gibi sesine hasretten olacak, kimi yayın organlarımız da Başbakanları RTE’den Mısır’daki katliama dair kükreyen bir konuşma işitmek için “Neredesin ey usta nerede?” diye haberler döktürüyor.
***

Dışişleri’nin medyamıza yansıttığı haberden öğrendik:
Top secret, devlet sırrı gibi nerede olduğu gizlenen Başbakanımızın, Mısır’da halkına şiddet kullanan Sisi’nin kanlı eylemlerini dakikası dakikasına izlediğini ve…
…bittabi bir Osmanlı eyaleti Mısır’daki katliama içi yanan, kendi başına Osmanlılık taslayan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na, gereken talimatları verdiğini öğrendiğimiz günün ertesi meğer RTE...
...başında kep, kıçında şortla Bodrum açıklarında lüks bir yatta karşısında sustalı maymun gibi siyah elbiseleri, kravatlarıyla oturan birkaç kişiyle muhabbet etmekteymiş!
Diğer kimi muhalif gazetelerin “Başbakan 8 gündür nerede?” diye meraklı sorular içeren haberler yayımladığı aynı gün...
...dün; Sözcü gazetesi başarılı bir gazeteciliğe imza attı...
Beyefendi’nin serin Akdeniz sularında motor sefası yapan büyük fotoğrafını tam sayfa yayımladı.
Yalancıların mumunu söndürdü!..
***

Bu ülkenin belli başlı muhalefet partisi milletvekillerinin evleri soyuluyor. Ziynet eşyalarına, paralarına dokunulmuyor; kimi dosyaları karıştırıyor.
Parti binaları, telefonlar, toplantılar dinleniyor; muhalefet fişleniyor.
İzlediği politikalarla ülke bölünmeye koşuyor.
İmralı’dan aldığı talimatlarla devlet politikası kurguladığı yetmiyormuş gibi; müebbet katilin Türkçesi bozuk kardeşinin, ağabeyini ziyarete giderken “sürece en büyük katkıyı yapan Apo’nun mapushane koşullarının değiştirilmesi” gerektiğini içeren, yasalar gereği örneğin yeniden muhakeme edilmesi istemini reddeden kararları hukuk devletine aykırı bulan açıklamalarını bu hükümet sineye çekiyor.
Denizde, karada tatildeki RTE’nin bu olanlar umurunda bile değil...
Günlerini bu ülkeye hizmette saçlarını süpürge ederek geçiren, kendinden menkul bir yakıştırmaya göre böyyük mü böyük lider; kıçında şort, başında kep, motora atmış kapağı, tatilin keyfini çıkarıyor.
***

İslam âlemine ve tabii RTE’ye göre yaşam kuralları ve var olan her yararlı nesne İslam kaynaklı.
Ama İslam dünyası ve RTE, dört elle sarıldığı, ne ki ikiyüzlülüğü sergileyen bir yazıdaki şu satırlardaki gerçekleri acaba inkâr edebilirler mi?
“Teknoloji bütün devletlerden, sultanlardan (tabii bizdeki kopyasından da) diktatörlerden daha güçlü. Her istediğini dayatıyor. Kimse otomobil istemem; telefon, televizyon almam; internet, MR bunlar gâvur icadı diye istemem demiyor.
Kimse hacca deve kervanıyla gitmiyor. Gâvur icadı uçakla gidiyor.
Telefonundan ayrılamayan bağnaz; elektromanyetik dalgalardan haberli değil.
Ama Kuran’a bakıp telefon karşıtlığı yapamıyor. Çünkü Kutsal Kitap’ta böyle bir şeyden söz edilmiyor.
Televizyon ne gösterirse seyreden, telefonu ile fotoğraf çeken, her türlü figüratif sanata, resme, heykele karşı çıkıyor. Şeriat böyle diyormuş! Telefonu neden kırmıyor. O bir şeytan işi ve gâvur icadı değil mi?”
Müslümanlık satan RTE’ye göre bilumum yaşamsal araç ve gereçler, örneğin şu motor, TV, telefon; yüzyıllar öncesi çölden gelen, ileriye bakın içeriğinde olduğu söylenen kuralların günümüzdeki ürünleri...
Öyleyse? Bugün kullandığımız araç ve gereçlerin tümü, İslam kaynaklı.
Elbette hiçbiri gâvur icadı değil!
Yersen raftaki yalancı dolmalar gibi...
Hesaplaşma, TSK’nın şahsında, Türkiye ile yapılıyor; Atatürk ile yapılıyor, Türk tarihi ile yapılıyor! Hani, AB temsilcisi Karen Fogg, “Türk tarihi ile hesaplaşmak lazım” diyordu ya, işte o yapılıyor. Davanın ve varlığı iddia edilen “Ergenekon terör örgütü” adının, Türk tarihini karalamak üzere seçilmiş olması da bunun en büyük delilidir.



***


?(&% x)+$!

?(&% x)+$!



Mustafa Mutlu

13 Temmuz, 2013


Sanırım önce bu garip başlığın ne anlama geldiğini açıklamalıyım:

Okuyacağınız yazıda anlatılan olaylar hakkında duyduğum tepkiyi küfür ya da hakaret etmeden dile getirmek için başka bir yol bulamadım!
Gelelim konumuza:

Milyonlarca kişi neden sokağa döküldü?

Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Mustafa Sarı, Ali İsmail Korkmaz neden öldü?

Beş Genç kardeşimiz neden hâlâ komada?

On bine yakın vatandaşımız neden yaralandı? Yüzlerce kişi neden tutuklandı, beş bin kişi neden gözaltına alındı?

On binler neden “duran insan” oldu? Tam 45 gündür neden eşi benzeri görülmemiş bir halk hareketi yaşanıyor?

Yanıt açık:

Taksim’deki “üç-beş” ağaç kesilmesin, yerine alışveriş merkezi ya da Topçu Kışlası adında bina dikilmesin diye!
En azından, bu maceranın başlangıç nedeni bu...

Yüz binlerce ağaç!

Biz bunlarla uğraşırken ne olmuş biliyor musunuz?

“Yavuz Sultan Selim” adı verilerek Alevi yurttaşlarımızın incinmesine neden olunan Üçüncü Boğaz Köprüsü, yanlış bir yerde yapılmaya başlanmış!
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binalı Yıldırım, durumun fark edilmesi üzerine Üçüncü Köprü’yle ilgili tüm imar planlarını iptal etmiş!
Sariyergazetesi.com’un haberine göre bu şok karar, Büyükşehir Belediyesi ile 15 ilçe belediyesine resmen bildirilmiş...
Bu minicik (!) yanlışlık yüzünden, yüz binlerce ağaç boşuna kesilmiş...
Hatanın nedeni!

Gerçek olan şu ki:

Biz Taksim’deki “üç beş ağaç” için ölürken, İstanbul’un ormanları boşu boşuna talan edilmiş!

İyi de böyle bir hatanın hesabı nasıl verilir?

Onlarca mühendis, müteahhit, uzman nasıl olur da bu büyük salaklığı yapar?
Bakanlığın ilgili birimleri, nasıl onay verir?

Ve koskoca Cumhurbaşkanı ile Başbakan, nasıl olur da “yanlış bir güzergâh” için düzenlenen şaşaalı törenlere götürülür?

Neymiş; Bakan Bey bir kararname yayınlamış, mevcut güzergâhın iptal edildiğini duyurmuş...

Oh, ne kadar basit!

İyi de yüz binlerce ağacın kesilmesinden de vazgeçtik; bu yanlışlık kaç paraya mal oldu Sayın Bakan?

Garip gurebanın, fakir fukaranın nafakasından kesilen kaç milyon dolar havaya savruldu?

Bu hatayı yapan cahil bürokratları, mühendisleri kim işe aldı? Onları işe alırken, liyakati, bilimsel donanımı falan bir kenara atıp, kim sadece “badem bıyık” kriterine baktı?

Kim; uzmanlık gerektiren bu işlere siyaseti ve yandaşlığı soktu?
Sorularımın yanıtını ben vereyim:

Siz!

Dolayısıyla, dünya inşaat tarihine geçecek böylesine büyük bir skandaldan sonra size düşen görev belediyelere değil, Başbakanlığa bir yazı yazarak istifa etmek ve neden olduğunuz skandalın hesabını yargı önünde vermektir!
Unutmayın...

Bir çift söz de sana ey sevgili okur:

Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Mustafa Sarı, Ali İsmail Korkmaz boşuna ölmediyse eğer...
Üçüncü Köprü skandalının tüm sorumluları görevden alınıncaya kadar bu konuyu sakın unutma!

Uçan Palalı! 

Geçtiğimiz cumartesi günü Taksim’de bir kadına palayla saldıran yaratık, mahkeme tarafından serbest bırakıldıktan sonra Fas’a kaçmış...
Çünkü ilk mahkeme, bu saldırganı bırakırken adli kontrole bile gerek görmemiş! Karara itiraz edilip bir üst mahkemeden tutuklama kararı çıkıncaya kadar da olanlar olmuş!
Sanık, 10 Temmuz Çarşamba günü Fas Hava Yolları’nın 16.50 uçağıyla Kazablanka’ya uçmuş...
Geciken adalet, adalet değildir deyip dururuz ya...
Alın size anlı şanlı bir örnek!

GÜNÜN SORUSU

Çok değil beş-altı yıl önce bu gazetedeki köşesinde Başbakan’ı “faşizme kaymak”la suçlayan, sonra da müthiş bir hızla dönüp bir numaralı iktidar yandaşı kesilen, bu sayede hep bol paralı koltuklarda oturan Yiğit Bulut, nihayet amacına ulaşmış ve Başbakan’a Başdanışman olmuş... Sorum size:
Ne hissediyorsunuz?

Vali Bey şaşırttı!

Başbakan tam kırk gündür katıldığı her toplantıda sözü, bebeğiyle birlikte Kabataş’ta saldırıya uğradığını öne sürdüğü “bir yakınının gelini”ne getiriyor ve bağırıyordu:
“Benim başı örtülü kızıma saldırdılar, benim başı örtülü bacıma saldırdılar...”
Sonra da bu iğrenç saldırı iddiasının “yalan” olduğunu öne sürenlere ağızlarının payını veriyor, “O görüntüleri yayınlayınca bakalım utanacak mısınız?” diye soruyordu.

O görüntüler bir türlü yayınlanmadı.

İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu da önceki gün Ekşi Sözlük yazarlarıyla yaptığı görüşmede, “Ben öyle bir video görmedim. MOBESE kayıtlarında da böyle bir görüntüye rastlanmadı. Ancak herhangi birinin elinde cep telefonuyla çektiği bir görüntü varsa ve bunu şimdilik saklıyorsa bilemem” dedi.
Yani; “ İhtiyat payını ” koyarak Başbakan’ı açıkça yalanladı! Bakalım Başbakan, bir dediğini iki etmeyen sevgili valisinin bu ihanetini nasıl ödüllendirecek?


***


YAHU SİZ NE AYMAZ, NE RİYAKAR ADAMLARSINIZ!?...

YAHU SİZ NE AYMAZ, NE RİYAKAR ADAMLARSINIZ!?...

Mehmet Halil Arık, 

Emekli Eğitimci 

(Dışarıda): Birilerinin yazdığı kabus senaryosunun adını “Arap Baharı” koyacaksınız… ileri demokrasi(!?) getirmek adına, taşeronluğunu üstleneceksiniz, emperyalist ülkelerin uzun vadeli planlarının devreye sokulmasında görevler alacaksınız…, alkışlar tutacaksınız…, yandaş yönetimleri kucaklayacaksınız… O yönetimden beklediğini bulamayan halkın meydanlara döküldüğünü görünce şaşıracaksınız; ya da şaşırmış gibi yapacaksınız!...
Ya siz ne ikiyüzlü adamlarsınız!...
(İçerde): Birilerinin yazdığı karanlık senaryonun uygulamaya konulmasıyla Ülke üzerine çöken kabusu gözlerden ırak tutmak adına, kiralık kalemlerin de desteğiyle, gücünü sadece çoğunlukçu sandıktan alan, yarım yamalak demokrasinin adını ileri demokrasi olarak yutturmaya kalkacaksınız…, Açılım safsatasını, yarım demokrasinizle, lehimle birbirine tutturmaya çalışırken, verilen sözlerin ülkeyi sürükleyeceği badireleri hesap etmeden, bol keseden, “ne isterlerse vereceğiz” demeyi özgürlükleri genişletmek zannedeceksiniz… Bir taraftan mücadele eder görünürken, diğer taraftan gizli görüşmeler yapacaksınız, görüşülüyor diyenleri, şeref yoksunluğuyla suçlayacaksınız, görüşmelerin resmen açıklanmasıyla da, biz değil, devlet görüşüyor diyerek, kendinizi temize çıkarabilmek adına…devlete rezil bir sıfat yüklemeyi reva göreceksiniz sonra da; isteklerin ardı arkası kesilmediğini görünce de şaşıracaksınız, ya da şaşırmış gibi yapacaksınız!

Ya siz ne aymaz, ne riyakar adamlarsınız!?..

(Dışarıda): Mısır’da 25 Ocak’ta halk ayaklanmasıyla(!) (ki ayaklanma mı, yoksa ayaklandırma mı, düşünmeye değer), bir diktatörün, indirilip, ordunun yönetime el koymasına “darbe” değil, “halk devrimi” diyeceksiniz… Kafanızda formatlı, ileri demokrasi(!) kalıbıyla, medrese kafalı yandaş  Mursi geldi diye bayram edeceksiniz… Mursi’nin gelmesiyle, demokrasinin gelmediğini gören aynı halkın, yeniden ayaklanması ile alaşağı edilmesine bu kez “halk hareketi” demeyip, seçilmiş hükümete ve demokrasiye karşı indirilmiş bir “darbe” diyeceksiniz!... 
Yahu siz, ne iki yüzlü adamlarsınız!...

(İçerde): Ülke’nin; hukukuna, eğitimine, sağlığına, ekonomisine, inancına… kaç çocuk sahibi olacağı kararlarına kadar…halkın günlük yaşamına, tek kişilik otoriteyle musallat olanlara karşı; halkın demokratik tepkilerini ortaya koymak adına, sokaklara dökülmesine, seçimle gelmiş bir iktidara karşı antidemokratik bir darbe provası diyeceksiniz… Asli kabahatlileri görmezlikten gelip, onları koruma ve kollamaya alacaksınız… 

Yetinmeyip, bu hakkın kullanımını yeni baskıların kurulmasına dayanak yapmayı fırsat bileceksiniz… Ve sonra da adınız, çağdaşlıktan, insanlıktan, barıştan, demokrasiden, özgürlüklerden, kardeşlikten yana olacak!... Öyle mi!?...

Yahu siz ne riyakar adamlarsınız!?...

(Dışarıda): Mısır halkının meşru taleplerini görmezlikten gelerek, “canım, Mursi de hata yapmış olabilir… ” gibi mazeretlerle, Mısır halkının neler yaşadığına, meşru taleplerinin neler olduğuna bakılmaksızın, sadece seçilmiş olma kriteriyle demokrasilerde; sanki, her şeyi yapabilirlik hakkı elde edilirmiş gibi; çoğulculuğu dışlayıp, tek yönlü dayatmaları meşru göreceksiniz…; karşı görüşleri, karşı duruşları, gayri meşru, gayri ciddi, gayri ahlaki sayıp, yeni icat ileri demokrasi(!) anlayışınıza indirilmiş bir darbe olarak göreceksiniz… adınız; yansız, çağdaş, barıştan ve insanlıktan yana anılacak!... Öyle mi!..!?..

Yahu siz ne riyakar adamlarsınız!...

(İçerde): Halkın meşru taleplerini görmezlikten gelerek, “canım, hata yapılmış olabilir…hata insan içindir” mazeretine sığınarak, hataların giderilmesi yönünde adımlar beklenirken, halkın yeni tür dayatma ve emrivakilerle karşı karşıya bırakılmasına, meşru taleplerinin ne olduğuna bakılmaksızın, sadece seçilmiş olma kriteriyle, sanki, demokrasilerde her istediğini yapabilirlik hakkı elde edilirmiş gibi; çoğulculuğu ihmal etmeyi meşru bileceksiniz… ve karşı görüşleri, karşı duruşları gayri meşru, gayri ciddi, yeni icat ileri demokrasinize indirilmiş bir darbe olarak göreceksiniz… adınız; yansız, çağdaş, insanlıktan ve barıştan yana anılacak öyle mi!..!?... 

Yahu siz ne aymaz adamlarsınız!?....

(Dışarıda): Suriye’de, kendi devletine başkaldırıp isyan edenleri, meşru görecek, akla gelen her türlü desteği insani görev kabul edeceksiniz…Kendi devletinin terörist dediği dünya ülkelerinin bile artık ciddiye almadığı kinini dinine siper edinmiş insan ciğeri dişleyenlere kucak açıp, genel kurul yapma olanakları tanıyacaksınız,  Esad’ın halkın taleplerine uyarak çekip gitmesini isteyeceksiniz... Mısır halkının benzer talepler ortaya koymasını demokrasiye indirilmiş bir darbe olarak göreceksiniz!..

Yahu siz ne aymaz, ne arlanmaz, ne riyakar…. adamlarsınız!!...!!...

İkiyüzlülüklerin girdabında boğulmaya mahkum ettiniz kendinizi!...
“Siz” kim misiniz…!?.. Hani her oturumda, her meydanda, her ekranda… “birileri”… ya da “onlar” diye nitelenip aşağılanan, ayrıma tabi tutulan %50 var ya!...siz, onların karşısında yer alanlarsınız!.., 
Hani; “benim… falanım; benim… filanım” denilerek, kulluğunuzun en üst düzeyde tescil edildiği kapı kulları var ya… siz onlarsınız!!...
Hani; muhalefet kabul oyu verdi diye, kendi önergelerini bile reddettiklerinin farkında olmayan, ipli takatukalar var ya… onlarsınız.. ya da seçmenlerisiniz!..  

mehmethalilarik@gmail.com

***