28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 9

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 9



O dönemde mesele şuydu: “Güvenlik güçlerinin özellikle askerî cenahında acaba bir zafiyet söz konusu olur mu Refahyol’la birlikte?” diye bir sual, sorgu vardı. Öyle bir düşünce çerçevesinde değil ama İçişleri Bakanlığında özel harekâtın yeniden güçlendirilmesi ve polisin de çok etkin olabilmesi doğrultusunda İçişleri 
Bakanlığının yaptığı birtakım çalışmalar vardı. Bu çalışmalar çerçevesinde sanki bu, “Çiller çetesi” gibi lanse edildi -hâlen de- toplumun hafızasının morfik alanında bu yankılar uyandırıldı ve bu çerçevede sanki benim verdiğim bu mesaj “Devlet hukuk devleti değil de, hukuk dışı her şeyi yapın.” demişim gibi bir kalıba sokuldu. O yapılan zirvede, Cumhurbaşkanlığı zirvesinde yine hatırladığım kadarıyla ben bu konunun üzerine sonuna kadar gidilmesi gerektiğini, “Sonuna kadar gidelim, gidilecek her yere kadar araştırılsın.” ama ülkenin güvenlik  güçlerinin orada polise de işaret ediyordum- zaaf içinde ve topyekûn bir töhmet altında bırakılmamasını, önemli olanın bu olduğunu çünkü terör mücadelesinin devam ettiği bir süreçte bunun güvenlik güçlerinin bütün motivasyonunu yok edecek bir noktaya taşınmasının millete bir miktar getireceği yükü büyük yükü hatta- işaret ederek konuştum. Dolayısıyla buradaki bütün çerçeve, çizilen çerçeve bundan ibaretti. 

Doğrusu, onun ötesinde, bu, siyasi çerçevede ortaya konulmuş olan ve bir darbe şeklinde onun bir enstrümanı hâline getirilmiş olan, Sayın Baş’ın ifade ettiği, “siyasi suikastlar” diyelim, “siyasi yok etmeler” diyelim, “siyasi cinayetler” diyelim bir yerde yani faili meçhuller aranıyorsa eğer, bu çerçevede meselenin ele alındığı zaman, görülen bütün bu bilgilerin topluma, toplumun hafızasının morfik alanına yerleştirilmiş bir bilgi kirliliğinin yayıldığını görüyorsunuz ve zaten “siyasi suikast” dediğimiz şey de böyle oluyor. Toplum nezdinde bir siyasetçiyi 
bitirmenin yolu, aslında onunla ilgili birçok yanlış bilgiyi aksini yayamayacak bir konumda olan bir kişi için yüklerseniz, bu, netice itibarıyla siyasi bir suikasta götürüyor çünkü yok ediyor onu, yok ediyor. Bu, tabii, bizim alışık olmadığımız bir kavram, ezber bozan bir kavram, tıpkı darbenin illa tankla yapılması gibi, tankla, tüfekle yapılması gibi; tıpkı işte darbeler bir tarihte yapılır, bir kesittir, 27 Mayıs gibi. Bu bir süreç olduğu gibi burada da siyasi suikastların sadece silahla yapılamayacağı, toplumun hafızasının morfik alanına bir bilgi kirliliği enjekte 
ederek bunun yaygınlaşması ve onun, o siyasetçinin doğru bilgi alamayan halkın verdiği kararlara -doğru bilgi alamayan doğru karar veremiyor- muhatap olması ve dolayısıyla yok edilmesi meselesi. Bu, tabii, yeni bir kavram olarak Türk siyasetine girmiştir ve incelenmelidir. Sayın Başkanın da söylediği şey zannediyorum bu idi ve buna işaret etmiş oldum. Dolayısıyla, doğrusu o rapordan da haberim olmadığı için onun ayrıntılarına giremiyorum. 

BAŞKAN – Eğer eksik kalan bir husus olursa, o raporu eğer Değerli Milletvekilimiz bize de sunarsa… Benim hatırladığım kadarıyla Susurluk Komisyonunda böyle bir rapor yok… 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Ben size veririm. 
BAŞKAN - …dolayısıyla hani kaynağı Susurluk Komisyonu olarak gösterdiğinizde... Kaynağı da önemlidir çünkü MİT’in Başbakanlığa yazdığı bir evrakın… Sayın Başbakanın Başbakanlık yaptığı döneme ilişkin bir rapordan söz ediyorsanız bunun teyidini sağlayabileceğimiz resmî yerler var elbette. Ondan sonra soruyu daha net olarak sorar, belki yazılı olarak da cevaplandırmasını isteyebiliriz. 
TANSU ÇİLLER – Şunu da ifade etmek isterim… 
BAŞKAN – Başbakanım, çok özür dilerim, buyurun, devam edin. Daha sonra da sözü Atila Kaya’ya vereceğim. Sizin ilave etmek istediğiniz bir konu varsa… 
TANSU ÇİLLER – Ufak bir şey daha var. 
Sayın Erbakan’a ben -belki bu, Sayın Şeker’in de duymak istediği şeylerden biridir- o dönemde yapılan Meclis araştırmasında “Sonuna kadar gidelim.” tavsiyesinde bulunan birisiyim ancak Sayın Erbakan bunun bir dönem sonra devamını istemedi. İşin tuhaf tarafı bizden sonra, bunun üzerinde çok konuşanlar yani işte “Bu mutlaka incelenmelidir, ortaya çıkacaktır, çıkarılmalıdır; şunlar şunlar oldu, Çiller de bunun içindeydi; şöyleydi, böyleydi…” vesaire diyenler ondan sonraki dönemlerin hiçbirinde de bununla ilgili daha onun ötesine giden bir şey yapmadılar. O sırada dikkat çekecek… 

BAŞKAN – Sayın Başbakanım, kastınız, sizden sonraki kurulan Hükûmet mademki bunun… Dolayısıyla siz “Daha iyi bir soruşturmayı yapabilirlerdi.” diyorsunuz değil mi? 
TANSU ÇİLLER – Evet, aynen onu diyorum, hiçbir şey yapılmadı. 

O dönemde benim ilgimi çeken… Bunu kimseyi töhmet altında bırakmak için söylemiyorum, sadece meselenin yanlış bilgilendirme veya eksik bilgilendirmeyle nasıl bir yanlışa götürüleceğine işaret etmek için söylüyorum. Benim orada dikkatimi çeken bir başka olguya da işaret etmek isterim: O zaman o Komisyona çağrılan birtakım insanlar -bunların bir bölümü komutanlardı, vesaire- gelmediler Komisyona. Ondan sonra da bunlar çağrılmadı. Anlatabiliyor muyum? Yani tekrar bir şeye işaret etmiyorum, sadece o zamanın bazı 
yaşanmışlıklarına işaret ediyorum. Dolayısıyla bazı şeyler duyduğum için bunu söylüyorum, “Çiller istemedi de araştırılmadı.” 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Hayır, Sayın Başbakanım. Ben o olayla ilgili, yani sizin 22/12/96 tarihinde Cumhurbaşkanının Başkanlığında toplandığınızda Sayın Mesut Yılmaz sizi itham eden bazı konuşmalar yapıyor, diyor ki: “Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesinde İstanbul Emniyeti failleri yakaladı, adamlar da zaten ‘Biz yaptık.’ diyorlar. Hiçbir gizli saklıları yok. Ama bunun üstüne gidilmedi, Emniyet Müdürünün üstüne gidildi.” Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: “Evet, bana da geldi Emniyet Müdürü, görüştüm, Emniyet Müdürü bana bunları söyledi: ‘Biz adamları yakaladık ama Ankara bunları elimizden aldı.’ diye Mehmet Ağar’ı 
şikâyet ediyor.” O konuşmanın içeriği bu, sizi suçladıkları yer burası, yani “Niçin müdahale edilmedi?” anlamında söylüyor. Yakalanan silahların Hospro şirketinden alındığı, o şirketin bu silahları MOSSAD’dan aldığı, bu silahların bir kısmının Susurluk’taki aracın arkasından çıktığı… 

BAŞKAN – İnanın çok fazla milletvekilimiz soru sormak istiyor, bekliyor. Saat 13.30, rica ederim. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Peki, o zaman şu son şeyi sormuştum, cevap vermemişti Sayın Başbakan. 
BAŞKAN – Eksik kalan hususlar olursa yazılı olarak versin dedik. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Yok ama bu önemli, bunu mutlaka duymak istiyorum. 
BAŞKAN – Buyurun. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Özellikle, İsrail’e gittiğiniz -Eymür’ün ifadesi bu- müsteşarla birlikte onların dışarı çıkartıldığı, Ağar’la sizin MOSSAD’la görüştüğünüzü iddia ediyor. 

TANSU ÇİLLER – Ben bir görüşmeyi yaptım İsrail’de. Yaptığım görüşme özellikle PKK konusunda istihbarat alışverişine ilişkindi ve bu istihbaratın çok gizli kalması gereği vardı, talep onlardan gelmiş bir talepti. Dolayısıyla, o gün PKK’nın çok ciddi istihbaratının İsrail’in elinde bulunduğu, nokta istihbaratının olduğu… 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Pardon... Efendim, görüştüğünüz kimdi? Kayıtlara geçsin diye söylüyorum. 

TANSU ÇİLLER – Vallaha, Rabin de vardı orada -Rabin de vardı yanlış hatırlamıyorsam- başkaları da vardı belki, bilemiyorum, yani şu anda tam olarak zaten bizim taleplerimiz ve onların gerisini ben dinlemedim yani benim meselem de değildi. Bir Başbakan olarak benim sadece söylediğim şey, bunun bizim için bu ilişkilerde önemli bir merhale olacağı ve bu istihbaratın iki istihbarat arasında ve yayılmadan… Onlar bunun tamamen gizli kalması üzerine çok ısrarcıydılar ama o gün yaptığım konuşmaların içeriğinde bütün benim söylediğim ve benim onunla kısıtlı kaldığım olay PKK’ya ilişkin nokta istihbarattı. 
BAŞKAN – Atila Kaya Bey, buyurun lütfen. 
ATİLA KAYA (İstanbul) – Teşekkür ediyorum. 
Sayın Başbakan, ben de teşekkür ediyorum zatıalinize bizleri evinizde misafir ettiğiniz için. 
Sayın Başkanım, müsaadenizle, ben öncelikle soru soran arkadaşlarımızın sorularında dile getirdikleri ve hem partimizi ve daha doğrusu bizim hareketimizi de ilzam eden -kayıtlara geçmesi bakımından- bir iki hususa dikkat çekmek istiyorum. 

Birincisi: Biraz önce Sayın Şeker MİT raporunu okurken bir “ülkücü mafya” tabiri geçti, bir de Azerbaycan’daki bir darbe girişiminde 22-23 civarında ülkücünün ve nizamı alem ocaklarından insanların öldüğü yolunda… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Buradan okudum. 
ATİLA KAYA (İstanbul) – Evet, rapordan okundu. Ben de kayıtlara geçmesi anlamında söylüyorum. 
BAŞKAN – O raporu çok merak ettik şimdi. 
ATİLA KAYA (İstanbul) – Aslında burada Sayın Başbakan da ifade etti, 28 Şubat dönemi, yani o süreç daha doğrusu, bir yönüyle önemli ölçüde özelleştirmeler yoluyla, banka kurmalar yoluyla belli ülke kaynaklarının belli insanlara ya da gruplara aktarıldığı bir dönem. İşte bu dönemde âdeta bütün bu kirli ve karmaşık ilişkilerin üzerine bir şal örtülmüş ve o şalın üzerine de “ülkücü mafya” ibaresi yazılmak suretiyle, yani toplumun dikkati başka yöne çekilmek suretiyle bütün o olup bitenlerin toplumun gözünden kaçırılma sürecidir. Dolayısıyla yani bu “Ülkücü Mafya” diye nitelendirilen insanların ülkücü hareketle -ki ben o tarihlerde Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapıyordum hiyerarşik ve organik anlamda hiçbir zaman bir ilişkileri ve bağları olmamıştır. 

O darbe meselesinde de, Azerbaycan’daki bu Dağlık Karabağ işgal edildiği zaman Türkiye’den gönüllü bir şekilde Azerbaycan’a gidip oradaki kardeşlerimize yardım eden, hatta savaşan insanlar olmuştur, yaralanan insanlar olmuştur, esir düşen arkadaşlarımız olmuştur ama hiçbir ülkücü Azerbaycan’daki bir darbe girişiminin içinde olmamıştır ve o 23 isim de hayalî bir şeydir, 23 ülkücünün öldürülmesi durumu da hayalî bir durumdur. 

Bunu özellikle belirtmek istedim. 

Bir de Sayın Önder burada yok ama ben bir şeyi söylemek istiyorum. Aslında, sizin Başbakanlığınız dönemi, gerçekten de terörle mücadele anlamında çok önemli adımların atıldığı -bana göre- ve çok önemli de sonuçlara ulaşıldığı bir dönem olmuştur Türkiye’de. O sorunun içerisinde geçen, işte, “Kürtlere zulüm”, “Kürt halkına zulüm” vesaire gibi şeyleri kabul etmemiz mümkün değildir bizim. Bir de yine bir tabir geçti “Nevruz’un Türkleştirilmesi” diye. Doğu Türkistan’dan Balkanlara kadar hatta Müslüman olmayan bütün bazı Türk toplulukları; gibi Çuvaşlar gibi, Gagavuzlar gibi, bunların hepsinde ortak bir bayramdır Nevruz Bayramı. Dolayısıyla, böyle bir şey yani Türk olan bir şeyi nasıl Türkleştireceksiniz? 

Bir şeyde bir temennimi dile getirip bir soru yönelteceğim son olarak. Bir kitap yayınlandı, zannediyorum sizin basın danışmanlığınızı yapmış Mehmet Bican, “28 Şubatta Devrilmek” diye. Orada da sizin bu 28 Şubatla ilgili o kararların alındığı tarihten sonra “yani tankın önüne çıkmak, tankın işte eğer böyle bir şey 
olursa, bir niyetinizi” ifade ettiğinizi yazıyor orada. Aynı şekilde siz de burada dile getirdiniz, bu hareketlerin içinde bulunan askerlerin emekliye sevk edilmesi yönünde bir girişiminiz olmuş ama merhum Erbakan Hoca’yı, o konuda anlaşılan ikna edememişsiniz, keşke bu hadise gerçekleşmiş, bunları yapabilmiş olsaydınız belki tarihin akış seyri de başka türlü olurdu, diyorum. Soru olarak da: Şimdi, şöyle bir şey var 28 Şubatla ilgili, dönemin Sayın Cumhurbaşkanına atfedilen şöyle bir şeyi var, deniliyor ki; “Sayın Demirel, 28 Şubat darbesini önleyen 
isim olmuştur.” Siz, hem o kitapta hem de biraz önce ifade ettiniz, o kararlardan sonra daha doğrusu size yetkinin verilmemesinden sonra yaptığınız bir açıklama var, diyorsunuz ki: “Bu bir Çankaya darbesidir.” yani benim sorum şu: Sizce, Sayın Demirel, gerçekten de o dönemde bir askerî darbe olacaktı da bunu birtakım girişimlerle önleyen bir kişi mi olmuştur, yoksa darbecilerin gerçekleştirmek istedikleri ya da ulaşmak istedikleri hedefe aracılık eden bir pozisyonu mu olmuştur? Bu konudaki görüşünüzü öğrenmek istiyorum, teşekkür ediyorum. 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 8

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 8



Sayın Başbakan, buyurun. 

TANSU ÇİLLER – Onlarla ilgili İçişleri Bakanlığına defalarca… İçişleri Bakanlığı nezdinde defalarca konuşuldu ve benim sorduğum bütün sualler çerçevesinde “Biz gerekli her türlü önlemi alıyoruz öldürülmemesi için. Araştırılıyor ve bütün bunların hepsi için gerekli her şey yapılıyor.” şeklinde her defasında izahat aldık. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Mutmain oldunuz mu? 
TANSU ÇİLLER – Siz bütün faili meçhullerin hepsine, benden sonra ve benden önce mâni olabildiniz mi, mâni olunabildi mi? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İkna oldunuz mu anlamında. “Mutmain oldunuz mu?” dedim, “Mâni oldunuz mu?” demedim. 
TANSU ÇİLLER – Efendim? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – İkna oldunuz mu? 
TANSU ÇİLLER – Tatmin oldum mu? 

Şimdi, öyle bir dönemdesiniz ki şöyle şeylerle karşılaşıyorsunuz: “Ne oldu?” diye soruyorsunuz. “PKK kendi arasında hesaplaşma içinde.” deniyor, “Hizbullah’la PKK hesaplaşma içinde.” deniyor. Ve bunların hepsini ortaya çıkarmak mümkün olmuyor, bugüne dek de olmadı. Yani o gün ben gereğini yapamadım, peki bunca yıldır bunca zaman geçti benim üstümden, ne oldu da bulunmadı? Ben siyasette de değilim. Yani söylemek istediğim şey acı olaylar, hepsi çok acı olaylar ama bunların muhatabı elbette o günün Başbakanı değil. Eğer 
öyle olsaydı bütün başbakanların aynı sualle karşı karşıya kalınması gerekir çünkü aynı şeyleri yaşadılar. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Öyle düşünüyorum ben de, bütün başbakanların sorumlu olduğunu. 
TANSU ÇİLLER – Peki başka sorumlu olan yok mu Sayın Önder? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ama burada sizle baş başayım. 
TANSU ÇİLLER – Acaba PKK’nın siyasetçiyle iş birliği yaptığı, onunla birlikte adam öldürdüğü şeklindeki birtakım mülahazalar karşısında sizler ne yapıyorsunuz? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sizin itham ettiğiniz siyasetçi bugün hâlen Mecliste ve saygın bir parlamenter. Bu konuda dikkatinizi çekiyorum. 
TANSU ÇİLLER – Hayır, ben sizi itham etmiyorum. Ben sizi katiyen itham etmiyorum. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Siz milletvekillerini gerekçe olarak gösteriyorsunuz. Orhan Doğan, rahmetlik oldu, Leyla Zana da Parlamentomuzun saygın bir vekilidir. 
TANSU ÇİLLER – O günkü nedenleri söylüyorum Sayın Önder. O gün… 
BAŞKAN – Bu konuyu eğer tamamladıysanız Sayın Başbakan, diğer milletvekillerimize söz vermek istiyorum. 

Var mı sorularda eksik kalan, cevaplandırmamız gereken? 

TANSU ÇİLLER – Vallahi, şu aşamada bir de bir şey daha var galiba. Bu “Türk Silahlı Kuvvetlerinin sizin aleyhinize bir şey yapacağına inanmıyorum çünkü onlarla birlikte çok iş birliği yaptınız.” dediniz, daha sonra da “Bunu, bu darbeyi hepimize karşı Türk Silahlı Kuvvetleri yaptı aslında.” dediniz. Çelişki var gibi geliyor bana. 
Yani evet, o dönemde Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve bütün güvenlik güçlerinin düzgün çalışması için gerekli her şeyi yapmaya çalıştık, bütün imkânları sağladık. Nihayet, bu ülkenin güvenlik güçleriyle başkasının güvenlik güçleri değil, başka da güvenlik güçlerimiz yok, ithal edecek güvenlik güçlerimiz de yok- ne varsa onlarla hukuk çerçevesinde yapılacak her şeyi yaptık diye düşünüyorum. 

Bir de bir şey daha var bana sorduğunuz. Bir şeyden bahsettiniz… 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Özgür Ülke gazetesinden… 
TANSU ÇİLLER – Özgür Ülke gazetesindeki olayı hiç hatırlamıyorum yani böyle bir olaydan… 
BAŞKAN – Olmazsa bıraksın Sayın Önder, siz bunu yazılı da sonra cevaplandırabilirsiniz eksik kalmasın diye düşünüyorsanız. Bir gizli belge sundu Komisyona, bir örneğini size bırakalım… 
TANSU ÇİLLER – Tamam, hayhay. 
BAŞKAN – Onun üzerinde çalışma yapıp yazılı olarak… 
TANSU ÇİLLER – Bir de bir başka belgeden daha bahsetti, ondan hiç haberim yok. 
BAŞKAN – Biz size bir örnek olarak bırakalım, o konuyu siz cevaplandırırsınız yazılı olarak Sayın Başbakan. 
TANSU ÇİLLER – Hayhay. 
BAŞKAN – Tamam mıyız? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Tamam. 
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker Bey’e söz veriyorum. 

Buyurun Sayın Şeker. 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Sayın Başbakanım, öncelikle bizleri evinizde misafir ettiğiniz için teşekkür ederim. 

Sözlerime başlamak istiyorum. Sizin rahmetlik Erbakan’la hükûmet olduğunuz dönemle ilgili, o zaman MİT raporları Başbakanlığa geliyor, direkt Başbakanlığa gelen MİT raporları da var. 

TANSU ÇİLLER – Refahyol’u soruyorsunuz, değil mi? 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Evet, Refahyol dönemini soruyorum. 

Burada da 17/12/1996 tarihinde, ekleri olan, eklerinde teferruatlı pek çok bilgiler olan bir rapor var. Bu rapordan haberiniz oldu mu? Yani size Sayın Başbakan… 

TANSU ÇİLLER – Nedir o rapor? 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – MİT’in işte bu Susurluk’la ilgili… Kişiler arası ilişkileri, nelerin olduğunu, kimlerin ne yaptığını, kimlerin kimlerle nasıl ilişki içerisinde olduğunu tanımlayan bir raporu var. Hatta bu raporu ilk önce Sayın Doğu Perinçek Demirel’e götürüyor -MİT raporunu- böylece de basına yansımış oluyor, yoksa bu rapor direkt, büyük ihtimalle Başbakana gitmiş bir rapor olarak geçiyor ama çok detaylı bir rapor bu. Bundan haberiniz var mıydı? 

Bu raporun içerisinde, Susurluk raporunda -Sönmez Köksal imzasıyla bir rapor bu- tabii, çok iddialar var bununla ilgili. İşte, bir yerinde de sizin kara para aklama işinde birileriyle gizli ortak olduğunuz iddia ediliyor. Yani bu iddiaları ben söylemiyorum, o zamanki MİT raporunda olan iddialar. Yine bu rapora göre, bunlarla ilgili sizin bir örgüt kurduğunuzu iddia ediyor. Bu raporun içerisinde bu örgütle ilgili… Onu da size detay olarak şöyle söyleyeyim: “Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’in eşi Özer Uçuran Çiller’in, İçişleri 
Bakanı Elâzığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın, MİT Kontrterör Merkezi Başkanı Mehmet Eymür’ün, Emniyet Genel Müdür Müşaviri Korkut Eken’in, Emniyet Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in, ülkücü mafya şeflerinden Abdullah Çatlı ve Alaattin Çakıcı‘nın yer aldığı belirtilmiştir.” Böyle bir iddia var, bu yapılan işleri burada anlatıyorlar. Azerbaycan’da bir darbe tertibi, İran’da savaş kışkırtması, Çeçenistan’da bir provokasyon, Avrasya feribotunun kaçırılması, uyuşturucu ticareti, Tarık Ümit, Askar Simitko, Lazım Esmaeili cinayetleri, 
nükleer madde kaçakçılığı, Manukyan’a bombalı saldırı gibi pek çok iddialar var. Bunlarla ilgili bilginizi öğrenmek istiyorum. 

Yine, Susurluk’la ilgili, kişiler arasındaki ilişkileri çok açık ve net ortaya koyan bir rapor bu, ama bu kişilerle ilişkili -benim takip ettiğim kadarıyla- yargı yoluyla herhangi bir şey yapılmamış çünkü çok iddialar var, özellikle de Mehmet Ağar’la ilgili çok ciddi iddia var. 

Yine, Azerbaycan’la ilgili bu raporda Ayvaz Gökdemir’in -rahmetlik, benim de hemşehrim- Devlet Bakanı olduğu dönemde Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Korkut Eken’in planladığı, MİT’in olayı Demirel’e bildirmesi sonucu Cumhurbaşkanının da Aliyev’i haberdar etmesiyle darbe girişiminin başarısızlığa uğratıldığı… MİT Müsteşarlığı bunları “Bizim bu işlerle ilgimiz yoktur.” diye belirtiyor. Yine bu noktada, Kutlu Savaş ve arkadaşları tarafından darbeyi planlayanlar da şöyle adlandırılıyor: İşte “Ayvaz Gökdemir’in desteği Kamil Yüceoral Türkiye’den katkı sağlıyor- Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ayaz Muttallibov, eski Başbakan Suret Hüseynov, OMON birlikleri komutanı Ruşen Cevadov, burada yine MİT’in Bakü temsilcisi Ertuğrul Güven, TİKA görevlisi Ferman Demirkol, Din Hizmetleri Müşaviri Abdülkadir Sezgin’in ihmali, kusuru ve tertibiyle bu olay oluşturulmuş.” deniliyor. 

Bu rapordan haberiniz var mı? 

Yine, iddia edilen, 22 Mayıs 1996’da bu 500 milyar liralık, sizin, örtülü ödenekten harcamanızla ilgili… 
Sizin açıklamanız, sizin ağzınızdan yine doğrulatmak amacıyla söylemek istiyorum: “Bu sırlar açıklanırsa millet ayağa kalkar, dünya ayağa kalkar. İnsanlar, milletler birbirine düşer, Türkiye çöker. Rejim tehdit altına girer, 
herkes altında kalır. Halka halka, zincir zincir o ülkeden buraya her gün büyüyerek devam eder.” demişsiniz. 

Susurluk’ta, yine bu raporda, Mercedes’te bulunan silahların büyük bir kısmının MOSSAD’ın aracılığıyla, MOSSAD’la irtibat kuran Ertaç Tinar aracılığıyla alındığı, bunların bir kısmının PKK’yla mücadele adı altında Hizbullah terör örgütüne verildiği; bunlarla ilgili, o dönemde, bilginiz var mı? Bu silahların bir kısmının, 
biliyorsunuz, bu Susurluk’ta ortaya çıkan silahların bir kısmının da bu silahlardan olduğu, bu alınan silahların önemli bir kısmının ise Hizbullah’ın depolarında yakalandığı iddia ediliyor ve sonuç olarak Azerbaycan’daki darbe olayları sırasında, girişimi sırasında 23 tane ülkücü ve nizamı alemci, Büyük Birlik Partisi gençlik örgütünden insanların öldüğü iddia ediliyor. Bu rapordan haberiniz oldu mu? Sayın Başbakan size bundan bahsetti mi? 

O ölüm listesi, basında açıklanan listeyi açıkladınız, onu tekrar şey yapmak istemiyorum. 

Yine, Mehmet Eymür, Aralık 2011’de gözaltına alınıyor, Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığında ifadesi alınıyor. Diyor ki: Susurluk olaylarının öncesinde İsrail’e gittiklerini, MOSSAD’la görüşme yapıldığını ve bu görüşmeden sizinle birlikte -Müsteşar Sönmez Köksal’la berabermiş- onların dışarı 
çıkartıldığını, dönemin Başbakanı Tansu Çiller’le Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın MOSSAD ile görüştüğünü cumhuriyet savcısına verdiği ifadede de söylüyor. Böyle bir görüşme oldu mu, açıklarsanız seviniriz. 

Bir de bunlarla ilgili... Ben, tabii, bilmiyorum, MOSSAD’la, devlet yapılanmasında Başbakanın bir başka ülkenin istihbarat örgütüyle görüşmesi nedir, ne değildir; bununla ilgili bilgiyi verirseniz sevinirim. 

Bir de sizin, en son, bütün bu Susurluk olayıyla ilgili Sayın Cumhurbaşkanının sizleri toparladığı, 22/12/1996 tarihinde Çankaya Köşkü’nde Sayın Süleyman Demirel Başkanlığında tüm siyasi liderler ile yapılan bir görüşme var, bu görüşmenin de tutanakları var. Bunlarda da önemli şeyler konuşuluyor o dönemle ilgili. 
Bazılarını sizlerin de kabul ettiğiniz, işte böyle bir çetenin olduğu, devletin içerisinde böyle bir organizasyonun olduğu, o organizasyonun içerisinde devlet görevlilerinin suistimalinin olduğu, bunları önlemeye yönelik neler 
yapılabileceğiyle ilgili çok detaylı, 40-50 sayfalık bir görüşme var Cumhurbaşkanının yanında. O zamanki siyasi parti liderleri var. Herkesin bu konuyla ilgili hemen hemen hemfikir olduğu yani Türkiye’de yasa dışı işlere 
bulaşmış bir organizasyonun olduğu söyleniyor. Bununla ilgili bilginizi alacaktım. 

Şimdilik bunları sormak istiyorum. 

Teşekkür ederim. 

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Değerli Milletvekilimize. 

Benim, öncelikle, şunu da hatırlatmada bulunmam gerekir belki. 28 Şubat dönemini, siz, başlangıçta, sunum bölümünüzde ifade ederken Sayın Başbakan, bunun aslında bir süreç olduğunu yani tarih ve takvimi fiilen gerçekleşmiş bir darbe olmadığı için aslında birtakım bazı vakıaların önceden hazırlandığını veya daha sonrasına da, çok uzun zaman daha etkilerinin sürdüğünü söylediniz. Biz de bu incelemeleri yaparken aslında belli bir dönemin, özellikle faili meçhuller, karanlık cinayetler yani daha ziyade askerî yetkililerin veya güç kullananların “devlet aygıtı” dediğimiz -derin manada söylüyorum bunu- aslında belli mekanizmaları işletmek adına, belli işlerin planlamak suretiyle yapıldığı ve aslında burada yine de bir şekilde hedefte yine siyasi iradenin veya demokratik yollarla seçilmiş kişilerin olduğunu görüyoruz. Aslında bunları bu çerçevede sorulan sorular olarak da değerlendirin çünkü biz Komisyon olarak bunların tek tek incelemesini yapamayacağız ama asıl, siyasi suikastların ve bu alandaki yok etme yöntemlerinin de ayrıca araştırılması için bir komisyon kurulmasını Meclise 
önereceğiz. Zira, bunlar aslında demokratik sistemi işlemez hâle getiren en önemli olaylar diye düşünüyoruz. Bu sorularda o tarihsel öncelikler açısından belki sıralama böyle gidiyor. Arkadaşlarımızla bu karanlık dönemlerin aslında aydınlatılması adına da bildiğiniz noktalar varsa paylaşmanızı bu anlamda.. Bu mesele Türkiye'nin çok gündeminde olan ve aslında o dönem siyasilerinin bu konuları yeteri kadar soruşturmadığı, üstüne gitmediği, dolayısıyla da gitmedikleri için de biraz cesaret verdikleri gibi iddialar o dönemde de dile getirilmişti. Bugün tekrar aynı minvalde bir değerlendirme sorusu olarak ele alırsanız… 

Teşekkür ediyorum. 

TANSU ÇİLLER – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. 

Sayın Şeker’in öncelikli olarak Susurluk’la ilgili bir raporu gündeme getirdiğini görüyoruz. Ben doğrusu bu raporu görmedim ama bunun içinde olan bazı şeylerin anlaşılıyor ki bir iddia safhasında olduğu ve sonra bu Azerbaycan’a ilişkin ve burada geçen bazı şeylere ilişkin Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılamanın yapıldığı anlaşılıyor ve raporda yazılanların asılsız olduğu görülüyor. Burada Ayvaz Gökdemir ve Mehmet Ağar da sanık olarak yargılanmış. Oradaki bazı terimlerde de okurken acaba “İddia ediliyor.” şeklinde mi diye geçiyor diye… 

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Bu, MİT’in Başbakanlığa verdiği rapor. 
TANSU ÇİLLER – Evet, çünkü burada anlaşılıyor ki bir yargı sürecinden geçmiş bu. 
BAŞKAN – Sayın Çiller, Susurluk Komisyonuna verdiği rapor… 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Hayır, hayır. MİT’in Başbakanlığa verdiği… 
BAŞKAN – Hayır, ben kaynak olarak nereden edindiğinizi soruyorum. 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – Bu, Susurluk raporlarının içinde de var, Komisyonun raporlarında… 
BAŞKAN – Susurluk Komisyonunun raporlarından aldığınız bir konu, öyle mi? 
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) – 17/12/1996 tarihli, yaklaşık 28-30 sayfalık bir rapor. Millî İstihbarat Teşkilatının Başbakanlığa gönderdiği bir rapor. 
BAŞKAN – Doğrudur yani Başbakanlık da… Bu, Komisyon raporundan mı edinilmiş bir şey diye merak ettiğim için… 
TANSU ÇİLLER – Ben bu raporu görmedim ama dediğim gibi, böyle bir mahkeme sürecinden geçtiği anlaşılıyor ve Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde bir yargılama yapılıyor bu konuda ve raporda yazılanların asılsız olduğu görülüyor ve sanık olarak da Ayvaz Gökdemir ve Mehmet Ağar var bu mahkemede. Dolayısıyla bu konuda benim ilave edecek bir şeyim yok, bu raporun içeriğinin de doğrusu ne olduğunu bilmiyorum. 

Bunun dışındaki sorduğunuz şey Susurluk’a ilişkin. Susurluk’ta -zannediyorum- Çankaya toplantısına işaret ettiniz. Evet, Aralık 96’da -tahmin ediyorum- bizim böyle bir Çankaya zirvemiz oldu. Bu Çankaya zirvesinde, hatta benim açıklama durumunda olduğum bir şeye de değindiğimi hatırlıyorum, o da ben o 
dönemde “devlet için kurşun atan ve kurşun yiyen” tabirini kullanmıştım, bunu da açıkladığımı orada hatırlıyorum. Şöyle ki, Susurluk olayından sonraki günlerde -yine hatırladığım kadarıyla- bizim bir başka şeyi yaptığımızı çok iyi biliyorum çünkü “Yapılmaması lazım.” diye söylenmişti o dönemde. Medyanın dağıtım tekeli vardı -bu birkaç gün sonra idi, hemen Susurluk’tan sonra- biz dağıtım tekelini kaldırdık ve çok büyük bir tepki geldi, ters tepki geldi. Bu tepkiyle birlikte bu mesele daha çok alevlendirildi ve ben bunu hep, uzun zamandır söylediğim için şahsıma yönelik bir kampanya burada benimle birlikte yürütülmeye başlandı. 

9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 7

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 7




Bakın, terörle mücadelenin dört tane çok önemli boyutu vardır, dört tane. Bu sacayağını kurmazsanız başarılı olmazsınız ve bunların senkronize olması lazım, aynı anda olması lazım. Bunlar nelerdir? Bunların birincisi dış politikadır. Bu çok önemli. 
Dış politikada eğer siz istediğiniz noktaya bütün ülkeleri  getiremiyorsanız… O zamanlar 11 Eylül falan olmuş değil, “September Eleven” denen şey olmuş falan değil. 
Terörle mücadelenin ne olduğunu millet bilmiyor. Birçok ülke bunu kabul etmiyor, ne yaptığımızı anlamıyor. 
Bütün burada giriyorsunuz petrol bölgelerine. Biz binlerce kilometreyle giriyorduk, binlerce askerle giriyorduk. 
Bütün bunların içerisinde dış politika son derece önemli. Ben o dış politikayı yönlendirdim, bu doğru. Almanya ilk defa “Evet, Türkiye’de terör var.” dedi. Kohl zamanı, ilk defa dedi bunu. 
Bütün bunlar doğru. İçişlerinin bütün koordinasyonunu ve asker, istihbarat, jandarma, polis koordinasyonunu Millî Güvenlik Kurulundaki bir istek üzerine, sadece onların isteği üzerine değil, Sayın Menteşe’ye verdim. Doğrudan doğruya İçişleri Bakanlığı bütün bu koordinasyonu yapacaktı. 

Üçüncü sacayak… Bu çok önemli, bu söylediğim çünkü bir de güvenlik güçleri ayağı var; bir dış politika, bir güvenlik güçleri ayağı var. Üçüncü mesele, yöre halkını kucaklayabilmektir, onları memnun edebilmektir. Ben Başbakan olduğum zaman, daha birkaç aylık Başbakanken, Sivas, ondan önceki katliamlar, 
bakın, sanki bütün… 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Gazi Mahallesi… 
TANSU ÇİLLER – Başbağlar… 33 kişi öldü o gün yani ben güvenoyu alırken. Sivas katliamı… Ondan önce, burada önümde var; Savaş Buldan da burada yazıyor benden önce olan birisi olarak. Ama JİTEM’in kurucuları, Adnan Ersözler, bilmem General Bahtiyar Aydınlar, bunların birçoğunu ben yani bir bölümünü bilip bir bölümünü ismen yeni duyduğum isimler bunlar. Bunlar başlamış, 1992’de tepeye vurmuş faili meçhul, tepeye vurmuş. 93’ün ikinci yarısında ben geliyorum, orada da var; doğru. Ama 94’te düzeliyor, 95’te aşağı iniyor; ben 
oradayım Başbakan olarak. 96’da İçişleri ve Savunma Bakanlığı bizde, 97’de keza en dibe kadar gidiyor. Yani sanki faili meçhuller benle başladı ve ben çekildim bitti. Sanki Susurluk ben çekildim birdenbire halloldu. Ne oldu 
Sayın Önder, bunlar benle mi başladı? Ben bunları bilmem dahi. 

Bakın, Susurluk’u sordunuz. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Susurluk’u sormadım. 
TANSU ÇİLLER – Bu da benim içimde bir yerde. Bir de bütün bunlar aslında birbirleriyle bağlantılı şeyler. Bütün bunlar bağlantılı şeyler yani en azından toplumun hafızasının morfik alanına bu işlendi, Tansu Çiller bunların içinde bir biçimde diye. Bundan büyük bir haksızlık olamaz. Ben Başbakan olduğum zaman bölgelere girilemiyordu. Evlatlarımız orada yıllarca doğru dürüst okullara gidememişler, partiler kapalıydı. Sayın Ensarioğlu -çok gelmek istedi, gelemedi- arkadaşlarımdan biriydi orada. Başbakan benden önce orada miting yapmaya girememiş, trenler işlemiyor, otobüsler işlemiyor, partilerin hiçbir oy örgütü kalmamış orada ve biz bütün bu mücadeleden sonda oradan çıkarken son derece büyük oy olarak çıktık onu biliyor musunuz Sayın Önder? Ben oraya gittiğim zaman her defasında birçok şey duyulduğuyla gidiyordum; şu olacak, bu olacak. Ben milletin arasına, milletimin arasına Güneydoğu’da, tam merkezde giriyordum, herkesi iterek giriyordum; öylesine kucaklaştık biz. Öylesine bir dönemden normal hayata gelindiği, çocukların okula gittiği, trenlerin işlediği… Bir fabrika açmaya kalkıyorduk, fabrika bombalanıyordu; maden açmaya kalkıyordum, o bombalanıyordu; öğretmeni gönderiyordum, öğretmen öldürülüyordu. Bütün toplumun tek isteği vardı: “Çiller sen iktisatçısın.” 
Benim isteğim iktisat. Ben iktisat hocasıyım. Ülkeme en iyisini getirmek için oraya gelmişim ama karşımda bunu buldum. Neyi çözdüm? İki ayda ben neyi çözdüm? İki ay sonrası yapılan şeyleri söylüyorsunuz bana. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hayır, hayır. Ben Kürt iş adamlarının listesi ve… 
TANSU ÇİLLER – Ona da geleceğim. Yalnız şunu söyleyeyim… 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - …Meclisteki vekillerin yaka paça gözaltına alınması. 
TANSU ÇİLLER – Tamam. 

Sayın Zana ve diğer arkadaşlarımızın yaka paça alınarak götürülmesi beni de çok üzdü ama dokunulmazlıklarının kaldırılmasını isteyendim, doğru. Çünkü gelen istihbarat öyle değildi yani siyaset için değildi onlar. “Şu, şu, şu, şu, şu nedenleri var.” diye önümüze geliyordu devamlı. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Neydi o nedenler Sayın Çiller? 
BAŞKAN – Sırrı Bey… 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bilmek zorundayım. 
TANSU ÇİLLER – PKK’nın uzantısı olarak gözüküyordu. PKK’nın uzantısı olarak gözüküyordu çok net biçimde. Ve meseleyi adalete bırakmaktan başka bir çare yoktu. Siyasetçinin çözeceği bir olay değildi. Artık o meselenin adalette çözülmesi lazımdı ama onların yaka paça götürüldüğü gün ne kadar rahatsız olduğumu ve ne kadar kızdığımı anlatamam. Üslup son derece önemli, son derece önemli ama yapılacak şey adalete teslim etmekti, yaptığımız doğruydu. 

Şimdi, bütün bunlara rağmen o bölgeden biz çok büyük oy aldık, onu söylemek istiyorum. O bölgedeki insan o zaman bize defalarca teşekkür etmiştir çocukları yeniden… İnsanlar yeniden saat altıda sokağa çıkmaya başladı, yeniden okullar açıldı. 

Ve dördüncü sacayağı da ekonomiktir. Eğer ekonomide bir şey yapılırken… Ve kriz devralmışken biz yapılabilecek her şeyi o bölge için yaptık ama hiç istediğim gibi olmadı. 

Bakın, size bir anımı daha söyleyeceğim. GAP’ın suyunu açmak bize nasip oldu, baypas yaptık. “Harran’da düğünümüz var.” diye açtık. Çok da güzel bir gündü. O gün bütün yöre çocuklarını kucağıma aldım oturuyorum, o sırada da BBC geldi. Dedi ki: “Ne düşünüyorsunuz?” dalmışım böyle. Dedim ki: “Avrupa Birliğini düşünüyorum.” “Niye?” dedi. “Avrupa Birliği evrensel değerleri getirecek bir kere ülkemize ama ikincisi çok daha önemli, bu Gümrük Birliği var ya, biz burada pamuk yetiştireceğiz. Bu sanayi burada kurulacak ve bu sanayide 
bu çocuklar iş bulacak. Bu çocuklarımız, çocuklarım iş bulacaklar. Bütün bunları düşünüyorum.” dedim. BBC defalarca bunu göstermiş. Son derece samimiyim, son derece. Netice itibarıyla söylemek istediğim şey: Benim çetelerle bağdaştırılmam kadar büyük haksızlık olamaz. 
Şimdi, bir de listeleri sordunuz değil mi? 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Evet. 
TANSU ÇİLLER – Listeler… 
Bu kadar duygulanmamın sebebi… İnsan öldürmek, evlat öldürmek; anasınız. Çok acı. 
Listeler… Şimdi, listelere ilişkin… Evet, böyle bir liste geldi benim önüme. Tahmin ediyorum ki İçişleri Bakanlığından geldi. Millî Güvenlik Kurulunda da bu tarz birtakım iş adamlarının finansman için tehdit edildiği, bakın, tehdit edildiği ve zorla para toplandığı ifade edildi. Bu çerçevede, o gün önüme gelen bir listeydi, hatta o anda önüme gelen bir listeydi. Benim verdiğim mesaj şu idi: “Kimse buna boyun eğmesin, biz bunları koruruz. 
Kim bunu yapıyorsa bunları da önleriz.” Vermek istediğim mesaj buydu. Yani iş adamlarına “Sizi öldürürüz.” değil canım. Yani akıl tutulması lazım, bir başbakan çıkacak ilk önce öldüreceği insanların listesini yapacak, ondan sonra o listeyi ilan edecek, sonra onları tek tek avlayacak; el insaf, el insaf. Benim orada verdiğim mesaj: “Bu iş adamları tehdit ediliyorsa korkmasınlar, bunu yapanlar korksun. Bunu kim yapıyorsa tehdit ederek, bunu kim yapıyorsa onlar korksun.” Verdiğim mesaj buydu. Yani akılla, mantıkla… Bir insanın aklına hakaret bu. Çıkacaksınız, elinizde liste, bunu ilan edeceksiniz, sonra tek tek avlayacaksınız. Sayın Önder… 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Çiller, ben size “Siz bunları katlettiniz.” demedim ama böyle tutanaklara geçtim. Soru şu… 

BAŞKAN – Tamamladıktan sonra… 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bunda bir mahzur yok ki gayet sıcak yürüyor. 
TANSU ÇİLLER – Ama söylediniz, “Bunlar tek tek avlandı.” dediniz ve bana soruyorsunuz bunu. Yani bunu niye bana soruyorsunuz? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Evet size soruyorum. Size soruyorum şu sebepten: Siz normal, hayatın olağan akışında böyle bir listeyi telaffuz ettikten sonra bunlardan haraç toplayanların değil de Kürt iş adamlarının, kendilerinin tek tek öldürülmesi karşısında ne yaptınız Sayın Çiller? Bu kişileri bilmiyor olmanız, önünüzde bulmanız Başbakan olarak sorumluluğunuzu azaltır mı? Ne yaptınız? Çağırıp kimi sordunuz, hangi soruşturmayı açtırdınız? Ne oluyor bu Kürt iş adamlarına? “Ben telaffuz ettim. Bunlar ardından öldürülmeye 
başlandı. “ 

BAŞKAN – Sırrı Bey… 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ben “Siz öldürdünüz ya da öldürttünüz.” demedim ki. 
TANSU ÇİLLER – Bütün mekanizmalar neyse, İçişleri Bakanlığı… 
BAŞKAN – Çok özür diliyorum. Gerçekten bir şeye yol açacak, polemik ve bir siyasi tartışmaya yol açacak… Siz sorularınızı sordunuz tam olarak, Sayın Başbakan da bunları cevaplandırıyor. Eğer devreye girip bu şekilde ilerlemeye kalkarsak hiçbir soru-cevap işlemini tamamlayamayız. 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Efendim, düzeltiyorum Sayın Başkan. Çünkü ben Sayın Çiller’e “Siz bunları öldürdünüz ya da öldürttünüz.” demiyorum. Sayın Çiller öyle cevap verince tutanaklara öyle geçmemesi bakımından. 

BAŞKAN – Sırrı Bey, o da diyor ki: “Böyle bir listenin benim önüme gelme nedeni, bunların tam tersine terör örgütü tarafından finansman sağlamaları yolunda tehdit ve şantaja uğradıkları, dolayısıyla benim müdahale ettiğim kısım budur.” diyor. 

TANSU ÇİLLER – Evet, aynen öyle. 
BAŞKAN – “Onların öldürülmeleri yönünde bir liste değildir.” diyor, izah ediyor. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Efendim, ben onu sormuyorum. Diyorum ki: Siz de bunu ilan ettiniz, siz bunu beyan ettiniz. Ardından bu insanlar öldürülmeye başlandı. Ne yaptınız? 
BAŞKAN – Bunlarla ilgili bir soruşturma açtınız mı? 

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 6

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 6



İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sırrı Bey, burada insicamınızı bozmayayım. Bu bölüm tutanaklar kapalıyken yapılan bir konuşma esnasındaydı. Tutanaklara atıf yaparak konuşuyorsunuz ya o yüzden… 

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Ha, olabilir ama bunları… 

BAŞKAN – Vaka doğru da sadece doğru geçmesi açısından… Tutanaklara atıf yaptı ya, tutanakları kapattırdıktan sonra yaptığı bir açıklamaya dayanarak… Ama sonuçta Komisyona yapılmış bir açıklama, evet. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – Buradaki arkadaşlarımızın hepsi orada da vardı. 
Mustafa Bayram öldürülmedi ama diğerleri keklik gibi her köşe başında infaz edildiler ve “Sizin bu iktidar üzerinde böyle bir nüfuzunuz mu vardı?” dedim. “Ortada milyon dolarlar ve marklar çarpışıyordu o zaman, ayyuka çıkmıştı isminin listeden çıkarılması karşılığında. Böyle bir pazarlığa aracı oldunuz mu? Bu miktarlardan haberiniz var mı? Kimler bundan nemalandılar?” Bunu bir gün benimle özel konuşmak istediğini söyledi. Ben de böyle bir şeye gerek olmadığını söyledim ama bu aracılığı, bu, listeden insan çıkartma operasyonunu bize 
doğruladı. 

Şimdi, Pervin Buldan, kocası öldürüldüğü gün kızı Zelal’i doğurdu. Bugün on sekiz-on dokuz yaşında kızı. 
Pervin Buldan size şunu sormamı istiyor: “Madem elinizde böyle bir liste vardı, bununla ilgili hiçbir hukuki işlem yaptırdınız mı, bunları mahkemeye verdiniz mi, bunlar hakkında suç duyurusunda bulundunuz mu?” Bu şekil yürütülen bir tek soruşturma olmadığına göre bu, bunların ipinin çekilmesi, öldürülmesi anlamına geliyor. Bolu’da atış poligonunun yanında Yığılca köyünde cesetleri bulundu. İki tane kafasına, bir tane karnına ateş edilmişti. 

TANSU ÇİLLER – Hangi yıl oluyor bu? 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) – 94’te. 

Atış poligonuna girerken bunları aracın içinde gören insanlar var ve tanıklıkları var. İçeri götüren insanların çizilmiş robot resimleri var. Bunları da sizinle arzu ederseniz paylaşacağım. Bunlara dönük hiçbir suç duyurusunda bulunmadığınızı biliyoruz. Bari, bu katledilişlere dönük herhangi bir işlem yaptınız mı, yapma 
ihtiyacı hissettiniz mi? Nelerle karşılaştınız, bunu sormak istiyorum. 

Öcalan’a suikast planı var, bir suikast teşebbüsü oluyor. 1 ton kadar C4 patlayıcısı bir başka ülkeye, o zaman Suriye’ye sokuluyor ve buna 500 milyar TL harcandığı söyleniyor. Sizin de “Örtülü ödeneği açıklarsam savaş çıkar.” şeklinde bir beyanatınız var. Bu sözle neyi kastettiniz? Niye savaş çıksın? Bir başka ülkenin hukukunu bu kadar bariz mi ihlal ettik, bu kadar vahim mi ihlal ettik? Bu konudaki düşüncenizi sormak istiyorum. 

Sayın Çiller, 28 Şubat salt inanan insanların üzerinde oluşturulan bir baskı dönemi değildi. Bu yönü vardı fakat bunun altında ülkemizde siz de biliyorsunuz, İktisat Profesörüsünüz- sıkıntıların ihraç edileceği yegâne alan Kürt alanı olagelmiş. Sizin Başbakan olduğunuz dönemde İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre 1994 yılında 292 kişi faili meçhul saldırılar sonucu, 298 kişi yargısız infaz ve işkence sonucu gözaltında, 328 kişi de kaybedilerek hayatlarına kastedildi. Sizin Başbakan ve Başbakan Yardımcılığı yaptığınız dönemlerde bin beş yüz Kürt köyü, mezrası ve ormanı yakıldı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş sizle olan ilişkisini sizin tak diye söylediğinizi, şak diye yapmak şeklinde tarif etmişti. Böyle tak şaklı bir ilişkide çok da Erbakan Hoca’dan 
dolayı yaşadığınız sıkıntılar, askerden dolayı yaşadığınız sıkıntılar fazlaca gerçekçi gelmiyor çünkü bu arbede ya da bu protokol sürerken hiç inkıtaya uğramayan tek şey Kürt halkına yapılan zulüm. Yine, “gizli” ibareli, “Terörle 
Mücadelede Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı bir raporunuz var. 11’inci sayfasında “Siyasi Alanda” başlıklı bölümde HADEP faaliyetlerinin pasifize edilmesi maksadıyla devlet tarafından takip ve kontrol altında tutulmasını istemişsiniz. 12’nci sayfasında “Devlet, sivil toplum örgütleri ve üniversiteler vasıtasıyla HADEP üzerinde açık/örtülü ve devamlı bir baskının tesis edilmesi ve gündemden düşürülmesi” ifadelerine yer verilmiş. 

Bu rapor hakkında bilginiz var mı? Bu söylediğim raporda imzanız yok, Özgür Ülke’yle ilgili raporda imzanız var. MGK toplantılarında gündeme geldi mi? HADEP yönetici ve üyelerine yönelik saldırılar ve partinin kapatılması raporda belirtilen hedefler kapsamında mı yapıldı? Kürt nüfusunun planlanması yine bu “Terörle Mücadelede Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı raporun 14’üncü sayfasında, daha sonra bunu Salim Ensarioğlu açıkladı malumunuz: Sağlık Bakanlığı koordinatörünce nüfus planlaması seferberliği başlatılması ve az çocuğa prim, çok çocuğa vergi gibi radikal önlemlerin alınması sağlanmalıdır bölgede. Bu yine aynı şekilde MGK’da sizin döneminizde ele alındı mı? 

Bu rapordan ne kadar haberdarsınız? 

Sizin zamanınızda İçişleri Bakanlığı olağanüstü koordinasyon kurulu başkanlığınca hazırlanan, 1300, genel sekterlik 5.A-112 sayılı, nevruz kutlamaları konulu, “acele günlüdür” yazılı, “gizli” ibareli OHAL bölge ve il 
valilikleriyle, diğer il valiliklerine gönderilen belgede; başta Kürt halkı olmak üzere Orta Doğu halklarının binlerce yıldır kutladığı “nevroz”un Türkleştirilmesi için -tırnak içinde- hazırlanan taslak faaliyet raporlarına yer verilmiş. 
Raporda “Yurt genelinde Türk kültüründe nevruz konulu -“nevroz” değil- makale yarışmaları düzenlenmesi, Türklerin geleneksel, sarı, kırmızı ve yeşilin Türklerin geleneksel renkleri olduğu konusunun nevruz dolayısıyla yapılacak bilimsel toplantılarda ele alınması, haber olarak verilmesi.” diyor. Bunun gibi bu ve benzeri birçok sıkıntı yaşandı ve Kürtler… Çok ilginçtir Sayın Çiller, o dönem bunun daha kimse adını koymamışken bunun bir postallı darbe olduğunu savcılık size gösterince ikna olmuşsunuz. Ben bir gazete kupürü yanımda getirdim. Bu 
bombalanan gazetelerin tam da bunların yaşandığı gün Demokrasi gazetesi -ki Özgür Ülke’nin yerine şey oldu 28 Şubat 1997’de “Postallı Demokrasi” diye yaşanan sürecin adını koymuş. Bunlara dönük cevaplarınızı duyarsam… Belgelerini de istemeniz durumunda paylaşacağım sizinle. 

BAŞKAN – Buyurun lütfen. 

TANSU ÇİLLER – Sayın Önder, ilk önce seçim kampanyasıyla ilgili bir sualle başladınız, ona cevap vereyim. Ben gerçekten seçim kampanyasında Refah Partisiyle bir koalisyon yapmayı öngörmedim. Bu bir gerçek. Bunun nedeni, aslında o gün yine yansıyan şekliyle ve bizim de algıladığımız şekliyle, bir devrim olur ama kanlı mı olur, kansız mı olur şeklindeki bir yaklaşım ve bunun bütün tabanımız dâhil olmak üzere bize yansımış olması bizde çok ciddi, ülke adına kuşkuları ortaya koymuştur. Ancak genel başkanlar belirli şeyleri söylerler alanlarda ve bu onların iradesidir. Gereği neyse onun yapılması gereği vardı. Ancak netice itibarıyla milletin dediği herkesin dediğinin üstündedir ve ben bu söylediğimin arkasında olabilmek için, daha fazla milletvekili çıkarmış olmama rağmen Refah Partisiyle koalisyonu kurmadım ve Anavatan’la koalisyonu kurdum. 
Daha fazla milletvekilini, 135 milletvekili, ANAP Büyük Birlik Partisiyle beraber 132 milletvekili vardı Büyük Birlik Partisiyle beraber yapmış olduğu seçim dayanışmasında, ona rağmen hem Başbakanlığını hem de Meclis 
Başkanlığını götürüp ANAP’ın Genel Başkanına teslim ettim. Bu bir bedel ödemeydi. Ancak görüldü ki bu azınlık hükûmetidir, millî irade bundan bir çoğunluk çıkarmamıştır ve gelinen noktada Anavatan Partisiyle bu koalisyon 
göçmesinden sonra… Bunun iki nedeni vardı. Bir tanesi: Yine ondan önceki 12 Eylül darbesinde merkez sağ, Adalet Partisi ikiye bölünmüştü. Adalet Partisinin ikiye bölünmesinden bir Anavatan Partisi çıkmış, bir de Doğru Yol Partisi çıkmış. Anavatan Partisinin başına Turgut Özal geçmiş, daha sonra Doğru Yol Partisinin başına da yasakları kaldırılan Demirel geçmiş. 
Benim Doğru Yol Partisini seçmemin ana nedeni onu bir demokrasi mücahidi olarak görmemdir. Yoksa Sayın Özal ve Adnan Kahveci -bu odaya, özellikle, defalarca gelindi beni Anavatan Partisi için ikna etmeye defalarca çalışmıştır ama ben Doğru Yol Partisinin yasaklı döneminde girdim siyasete. Çünkü bu bir demokrasi mücadelesiydi. Ama eğer bir sokakta, bir bakkal varken bunu iki bakkala çevirirseniz müthiş bir mücadele başlıyor ve Demirel Özal mücadelesi daha sonra Tansu Çiller, Mesut Yılmaz mücadelesi bu temel darbenin ayrıştırmasından ve bir davanın iki partiye bölünmesinden ortaya çıkmış bir meseledir. Bütün bunların içerisinde bu koalisyon kuruldu, yeniden birleşebilir miyiz diye kuruldu ama Anavatan’la Doğru Yol Partisinin yaptığı koalisyon devam edemedi çünkü ciddi bir mücadele devam ediyordu 

“Birinden birinin gitmesi lazım.” şeklinde ve daha da önemlisi Anayasa Mahkemesi güven oylamasını iptal etti bu koalisyonunun. Bu azıklı hükûmeti düştü. 

Şimdi, bu durumda milletin söylediği tek bir irade var. O da çoğunluğu tespit etmiş. Siz çoğunluğa rağmen azınlık kuruyorsunuz, elinizdeki olması gereken Başbakanlığı veriyorsunuz sözünüzün arkasında durmak için, Meclis Başkanlığını veriyorsunuz bir lider olarak sözünüzün arkasında durmak için ve sonuçta göçüyor. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Çiller, bunu anlattınız. Ben şeyi soruyorum… 
TANSU ÇİLLER – Hemen geliyorum. “Niçin bundan vazgeçtiniz?” 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hayır. Bunu anlattığınızı söyledim. Niye Refah’la koalisyon yapmayacağınızı deklare ettirtmek zorunda hissettiniz? 
TANSU ÇİLLER – Şimdi ona geliyorum. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sorunlu olan orası, sizin koalisyon olmanız değil. 
BAŞKAN – Sayın Önder… 
TANSU ÇİLLER – Ona geliyorum zaten. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bununla bağlantılı bir şey söyleyin. 
TANSU ÇİLLER – Ona bağlantılı şekilde oraya geçiyorum. 
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Bu mal varlığı araştırma komisyonu, Refah’ın sonra bunu geri çekmesi bunlarla bağlantılı mı yoksa gerçekten bir demokrasi aşkı mı bunu anlamaya çalışıyorum açıkçası. 
TANSU ÇİLLER – Evet. Peki, ben de size çok somut bir biçimde… 
BAŞKAN – Sayın Önder, değerli milletvekillerimiz; şimdi soru sorarken… 
TANSU ÇİLLER – …cevap vereyim. 
BAŞKAN – Ben bir yöntem olarak sadece usul hakkında arkadaşlarımızı uyarmam gereken husus var. 

Siz soruları tamamladıktan sonra eksik kalan husus olursa hatırlatmak bağlamında yeniden söz vereyim. Konuşma esnasında araya girmeniz durumunda hem konuşmanın bütünlüğü bozulacak hem de eğer 
cevap alamadığımız bir husus olursa şey yapalım. 

Siz, lütfen tamamlayın. 

TANSU ÇİLLER – Peki, teşekkür ediyorum Sayın Başkan. 

Gelinen noktada Doğru Yol Partisiyle Refah Partisinin bir koalisyon yapması bir millî iradenin tezahürü hâlin geldi çünkü Meclis çoğunluğu çıkmıyor. Ya Anavatan’la yapacak Refah Partisi ya Doğru Yol Partisiyle yapacak; yoksa çoğunluk yok. Doğru Yol Partisiyle yapılmasını daha doğru buldum. Çünkü birkaç neden var. 
Bunlardan bir tanesi mesela, ben Avrupa Birliği meselesini bir demokrasi ve bir medeniyet projesi olarak görüyordum, Anavatan Partisi ise “Avrupa Birliği meselesini raftan çıkaralım.” diyordu, “Gümrük Birliğinden vazgeçelim.” diyordu ve bunu Refah Partisiyle şart olarak koydu. Dolayısıyla benim çok önemli bir vizyon olarak gördüğüm Avrupa Birliği projesini götürecek başka bir koalisyon yoktu. İkincisi: Millî irade bunu dikte ediyordu. Çoğunluk çıkacaksa eğer buradan çıkacak. Üçüncüsü ve çok daha önemli olan bir şey, gördüğüm şey artık şu 
idi: Toplum parçalanmıştı. Laikler, işte, bilmem Atatürkçüler, öbür tarafta çok korkulan, bir refleksle bütün özgürlüklerin ellerinden alınacak gibi bir irade ortaya koyacak olan Refah Partisi. Bu koalisyonun bir barış koalisyonu olacağını, bir barış projesi olacağını düşündüm ve nitekim de, gerçekten merhum Erbakan’la çok şey anladığımı gördüm, kanlı mı olacak, kansız mı olacak meselesinin o arka hikâyesini birçok kişiden dinledim Sayın Kazan dâhil olmak üzere ve aslında bütün bunları aşabilecek bir platformu gördüm. 

Fakat şimdi sizin sualinize somut olarak geliyorum Sayın Önder. Acaba, ben bunu birtakım verilecek gensorularla, Yüce Divan tehditleriyle, belli korkularla mı bu koalisyonu sürdürdüm. Eğer bu böyle olsa idi 24 Haziranda Refah Partisiyle yaptığımız koalisyon göçerken, çökerken, Sayın Mesut Yılmaz gelmişken ve Sayın Mesut Yılmaz gelip “Bizim burada beraber koalisyon yapmamız öneriliyor, isteniyor.” demişken ve bana ucu açık bırakmışken, “Anayol sizinle beraber kurulurken Başbakanlık bizdeydi, tekliflerinize açığız bu defa.” demişken 
yani bir koalisyon, göçüyor Refahyol, göçerken beni kurtarmak için bir projeyle geliyorlar. “Gel, seninle kuralım.” diyorlar bana. “Kim istiyor bizi?” diyorum, şu işaret yapılıyor ve buna benim verdiğim cevap… Eğer ben bunu gensoru veya mal varlığı veya Yüce Divan korkusuyla o koalisyonu yapmış olsaydım verilecek cevap orada “Hayhay.” demek olurdu. Hele hele partisinin parçalanacağını gören bir Genel Başkan için ve azınlığa düşeceğini, azınlık içerisinde o gensorularla her şeyi kendisine yapılabileceğini ihsas ettirilen bir Genel Başkan orada şunu söylüyorsa eğer, “Bu milletin iradesi değil, bu bir başka iradeyle kurulan hükûmet olur ve biz burada yer almayız.” diyorsam eğer o sizin söylediğinizin geçerliliği hiç kalmamış olur Sayın Önder. 

Şimdi, gelelim, asıl sizin ihsas etmek istediğiniz konuya. Buna genel şartlarıyla, genel çerçeve içerisinde söylemek istiyorum. Sayın Önder, ben bu evden siyasete girdim. Bu evden çıktım, dokuz yıl yurt dışında, Amerika’da doktora, doktora üstü, her şeyi yaparak geldim buraya. Boğaziçi Üniversitesinin de çok kısa zamanda Ekonomi Bölümü Başkanı, Dekanı oldum. Şuradan on dakika içinde Boğaziçi Üniversitesine gidiyordum. Bütün birçok ekonomi bölümünü Anadolu’da ben kurdum, biz kurduk benim başkanlığımda. Son derece de iyi bir, beni mutlu eden yaşamım vardı. Ben buradan bir mahzene gittim. Anavatan Partisinin, Sayın Özal’ın bana verdiği tekliflere, Kahveci kanalıyla da “Evet.” demedim. Bir mahzene gittim ve oradan başladık biz Doğru Yol Partisi olarak; arkadaşlarım bilirler. Ve oradan yola çıkarak bir Başbakanlığa doğru gittik. Benim tek amacım vardı, bütün dünyada gördüğüm her ne varsa ülkemin bütün insanlarına getirebilmek. O gün bu gördüğünüz o koca koca gökdelenler yoktu, finansta yaptığımız atılımlar… Avrupa Birliği, Gümrük Birliğinin çok büyük yararı olmuştur Türkiye’ye. Daha fazla görülecek, şimdi daha görülmeye başladı ama daha fazla görülecek. Çok uzun bir zaman görülmedi. Bütün arzum bu idi. Sizin söylediğiniz gibi eğer benim meselem birtakım çeteler, birtakım örgütler… Ben bunların adlarını bile bilmiyordum, kimler olduğunu bile bilmiyordum. 

Bakın, hepimiz oturmuşuz, size bir ufak fıkra anlatayım, bu benim için değil, hepimiz için, Türkiye için. Adamın biri bir binadan içeri giriyor, diyor ki masada oturana “Gözlerim bozuldu galiba görmüyorum.” diyor. Masadaki cevap veriyor: “Haklısınız çünkü burası banka.” diyor. Biz Türkiye’de hâlen araştırıyoruz, kim ne yaptı, darbe miydi, darbelerde ne oldu, faili meçhuller ne oldu. Hâlen de yapıyoruz, kim yaptı? Bu bunca yıl hâlen çözülemedi. 

iki aylık Başbakanken, sizin söylediğiniz tarihlerde, niye ben kimler olduğunu bilmediğim insanlarla iş birliği içerisinde çeteler kuracağım, bunlara faili meçhullerle işaret edeceğim, bütün bunları yaptıracağım? 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***