ACI ÇEKEN TÜRKİYE., BÖLÜM 5
1960’lı yıllara kadar Türkiye’de yaşam;
Cumhuriyet dönemine başlarken Türk insanının fikri, inanç ve dünyaya bakışını
Atatürk döneminde kurulmaya başlanan fabrikalar değiştirdi. Atatürk, fabrikaların basında tanıtımını yaparak modernleşme stratejisi içinde kullandı. Söz konusu sanayileşme hamleleri hem iş dünyasının oluşumuna katkıda bulunurken, okullar, halk evleri ve köy enstitüleri de insan kalitesinin artmasının kaynakları idi. Okul, fabrika hayatı ile insan yükselebilir, hayat kalitesini artırabilirdi, onun dışında yapabileceği bir şey yoktu.
1960.lara kalan devam eden diğer bir toplumsal olgu, Osmanlı.daki Ahilik sistemine benzer „Arasta. oldu. Arasta; ayakkabıcılar, keçeciler gibi pek çok mesleğin temsil edildiği bir yonca sistemi işlevi gördü. Her mesleğin usta-kalfa-çırak sistemi içinde meslek sahibi olmak isteyen biri, daha 5-6 yaşında bir ustanın yanında işe başlardı. Çırak daha sonra kalfa olur, evlenene kadar ustasının yanında çalışırdı. Ustası askere gidince ona para gönderir, kendi
dükkânını kurmasına yardım ederdi.
Anadolu.da insanları şehri hiç görmemiş ya da sadece askerlikte görmüştü. Kasaba dışında evlilik (yani kız alıp-verme) olmazdı. Ortaokula giden kız öğrenci miktarı 4-5.i geçmezdi, kızlar evde koca beklerdi. 1940-50.li yıllarda tırnak ve bit yoklaması yapılır, eve geri gönderilen çocuklar olurdu. Her aileden tifo, dizanteri, kızamık gibi hastalıklardan ölenler sıklıkla görülürdü. Kasabalarda liseler 1971-1972 gibi geç bir tarihte kuruldu.
Anadolu.nun mütedeyyin hayat biçimi içinde dükkân sahibi camiye giderken kapıyı kilitlemez, kapının önüne sandalyesini ters çevirirdi, hırsızlık yoktu.
Kasabada banka yoktu; zenginler banka vazifesi görürdü. Paraya ihtiyacı olan örneğin „düğün yapacağım. diye biri hasatı toplayınca ödemek üzere zenginden borç alırdı. Bu kasaba hayatındaki dayanışmanın örneği idi. Hatta Sünni olanların borçları deftere kaydedilir, sözlerine çok güvenildiğinden Alevilerin borçları deftere bile yazılmazdı. Ancak, bugün olduğu gibi o dönemde de Sünniler ile Aleviler arasında kız alıp-verme yoktu.
1960’lı yıllardan sonra;
Şehirlere yoğun göçün başlamasının ana nedeni; Anadolu.da yani kasabalarda sanat erbabı olmanın önünün kesilmesi yani meslek hayatının bitirilmesi idi. Kendini kurtarmanın yolu büyük şehre göçtü. Fabrikalarda iş bulmak ve iş imkânları için büyük şehirlere gidildi ama orada da meslek eğitimi verecek, köylülükten fabrikada çalışma düzenine geçilmesini sağlayacak KOBİ benzeri meslek örgütleri yoktu. Fabrikalaşma ile birlikte eğitsel bir gelişme yapılmadı. 1960 ve 1970.lerde Anadolu.da yaşanan köy-kasaba hayatı Kemal Sunal
filmlerinin tam da anlattığı gibidir ve çok güzel tasvir edilmiştir.
Bugün Türkiye’de toplumsal hayatı üç ana bölgeye ayırabiliriz;
Mümtaz Turhan.a göre; 1960.larda Türkiye.de iki kültür bulunmaktadır47; büyük şehirlerde „şehir kültürü. ile kasaba ve küçük şehirlerde „halk kültürü.. Ancak, bugün gelinen aşamada Türkiye.de üç farklı yaşam tarzı tespit ediyoruz.
(1) Sanayileşmiş, büyük şehirlerde yaşanan sanayileşme odaklı gelişmiş hayat:
Gelişmiş bölgeler genellikle kıyı şeridinde, turizme açık ve sanayileşmenin olduğu yerlerdir. 1960.lı yıllara kadar her yörenin kendine ait bir yaşam tarzı vardı. Kastamonulular, Sivaslılar ve diğerleri çalışacak fabrika olmadığı için göç ettiler. Kasabaya yerleşen köylü, kasaba kültüründe „köylü.dür. Ancak kasaba hayatına uyum gösterdiğinde şehirli kabul edilirdi. İstanbul.da da durum böyleydi; „İstanbullu. olmak vardı. Şimdi ise değil.
1960.larda İstanbul.da şehrin efendileri sinema filmlerinde gördüğümüz fötr şapkalı, takım elbiseli, bastonla gezen Hulusi Kentmen gibi biriydi.
Kadınların başı açık, modern giyimliydiler.
Tablo 1: Gelişmişlik Endeksine Göre Kademeli İl Grupları
Kaynak: Bülent Dinçer, Metin Özaslan, Taner Kavasoğlu, İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması, DPT Yayın No:2671, Mayıs, 2003.
Ancak, ani göç hareketi ile birlikte gelenler kendi adetlerini de getirdiler ve İstanbullu olma kültürü ortadan kalktı. İstanbul.a gelen her grup kültürel yapıyı bozdu, örneğin herkesin kendi camisi oldu. Bu durum kasabalara da yansıdı ve kasabalı kültürü de kayboldu. Bu kültürel dejenerasyona son yıllarda katılan Suriyeli ve Afganistanlı gibi göçmenler toplumsal yapımızı oldukça bozdular, dindeki Araplaşma, toplumsal yapıya da yansıdı.
(2) Sanayileşmemiş, Ordu-Sinop-Ankara-Adana hattından doğuya doğru az gelişmiş hayat:
1960.lara kadar ikinci bölgeyi ayakta tutan Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumları oldu. Şehre göç edenlerin fabrika hayatına geçişinde mesleki
eğitim verecek bir mesleki örgütlenme de ortaya çıkmadı. Bu yüzden, herkes memur olmaya kalktı. Anadolu insanı büyük şehre gelince;
- İş bulamadı.
- Farklı kültürlerle karşılaşıp, uyum sağlayamadı.
- Dayanışma kayboldu (hemşehri dernekleri bu işleve soyundu hemşericilik devam etti).
- Yeni yaşam tarzı insan karakterini bozdu.
Büyük şehirdeki hayatın diğer bir sonucu artık kendi kasabası dışından yani bir yabancı ile evliliğin önünün açılması oldu.
Hala küçük şehirlerde okul-ev-kahve/lokal hayatı devam ediyor. Ama bir kere büyük şehire gelen artık o hayata dönemiyor.
Küçük şehirler, emekli ve ölümü bekleyenlerin yeri oldu.
Tarikatçılık yaygındır. Özellikle Nakşîlik hâkim olmakla beraber, Adıyaman.da Menzil tarikatı gibi şehirden şehire değişen tarikat faaliyetleri vardır.
Bu kapsamda, başka bölgelerden tarikat ziyaretleri gibi bir trafik de söz konusudur. 2011 yılı sonrasında BM kimlik kartı kullanan pek çok yabancı ajan da tarikatlarla bağlantıya geçerek sahada çalışmaya başlamış, uzun vadeli işlere girişmişlerdir. Bu kapsamda, tarikatlar üzerinden üniversite ve televizyon kurma faaliyetlerinde bulunmaktadırlar. Bu bölgede din istismarı içinde cinsel sapkınlıklar gözlenmektedir.
(3) Feodal; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde süregelen hayat.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi sosyo-ekonomik olduğu kadar kültürel açıdan da gelişmemiştir. Söz konusu bölgelerde Osmanlı döneminden beri süre gelen aşiret yapısı, varlığını hala sürdürmektedir. Bu olgu bölgedeki üretim ve insan ilişkilerini oldukça etkilemektedir.
Ağalık, şeyhlik ve aşiret reisliği gibi ağır basan kurumlar yaşam biçimine yön vermektedir. Bu bölgelerde tıpkı Orta Çağ.ın feodal düzenine benzer şekilde insanlar ağanın tarlasında karın tokluğuna çalışır. Ülkemizin birçok yerinde aşiret, beylik geleneğinin yavaş yavaş ortadan kalkmasına rağmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu.da varlıklarını, özellikle Mardin, Siirt ve Urfa gibi yörelerde, sürdürdükleri bilinmektedir.
Ağalık sistemine son vermek için toprak reformu denendi ama sonuç alınamadı çünkü devlet arkasında yeterince durmadı ya da inanmadı. Ağaların pek çoğu 1930.lardaki Ağrı İsyanı sonrası Konya-Kulu.ya sürülmüştü ama 1950.de Demokrat Parti iktidara gelince bu kişilerin geri dönüşüne müsaade etti.
Evlenmek dâhil kişisel kararları ağanın iznine tabidir. Ağa.nın pek çok karısı ve oğlanı vardır. Bu bölgelerde fiili livata denilen cinsel sapkınlıklar yaygındır. Bölgeden yapılan göçler de geride kalan yaşamı çok değiştirmedi, hala feodalite devam ediyor.
1930.lara kadar devam eden isyanların nedeni de Kürtçülük değil, ağalık düzeninin devamı yani Osmanlı döneminde elde edilen imtiyazların devamını istemektir. Lozan Antlaşması.nda çözülemeyen Musul sorununda Türkiye.ye baskı yapmak isteyen İngilizler, bölgedeki aşiretleri kullanmışlar ve isyanları din kisvesine (din elden gidiyor söylemi) sokmuşlardır. Örneğin Ağrı İsyanı.nda sakalının içine pil koyarak yüzünü aniden aydınlatan şeyh, „bana nur indi. diye halkı ayaklandırmış ve İngiliz bayrağı asmıştır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu.da dini kullanmak her zaman iyi bir strateji olmuştur. Bunda Halit-i Bağdadi.den beri Nakşîlerin, Barzani ile devam eden yakınlığı etkili olmaktadır. 1970.lerde din kartını kullanmak Milli Nizam Partisi ile başlayarak İslamcı partilerin işi oldu. PKK da din kartına sarıldı, Kürtçü Din Adamları Derneği kuruldu.
Sonuç ve Neler yapılmalıdır?
Osmanlı.dan beri devam eden modernleşme sürecinde hala Kapitalist olmayı başaramadık. Bunun başlangıçtaki nedeni Osmanlının din anlayışının verdiği umursamazlık ve yabancıların dışarıdan aldıkları destek oldu. 1945 yıllara kadar ülkenin güç şartları içinde sağlanan öz kaynaklara dayalı kısmi sanayileşme daha sonra borca dayalı gelişme modeline dönüştü. II. Dünya Savaşı.ndan sonra Türkiye.yi yönetenler, belirli kesimleri zengin eden, ülkeyi yabancılara talan ettiren fırsatçıların liberal ideolojisine yöneldi.
Bugün de yapılması gereken halkın geniş kesimini düşünen, daha eşitlikçi ve devletçi bir ekonomi politikasıdır. Nitekim dünya özelleştirmenin çare olmadığını anlamaya başladı. Devletçi anlayıştan kastımız özel sektörün yok edilmesi değil, ekonomik ve sosyal refahın tüm topluma yayılmasında devletin elini taşın altına sokmasıdır.
Fakirlik, Türk insanının kaderi olmamalıdır. Devletin bankalarındaki mevduatının yüzde 55.inin ülke nüfusunun binde 7.sine ait olduğu bir ülkede ne halkınızı refaha ve mutluluğa kavuşturabilirsiniz ne de terörü ya da ayaklanmayı önleyebilirsiniz. Devlet artık o mevduat sahiplerinin elinde halkı baskı altında tutmak için bir araca dönüşmüştür.
Son bin yıldır bu topraklarda yaşananlardan sonra Türk insanın doğası da değişmiştir. Bu toplum savaşçı ve süratle hareket eden bir yapıdan genel karakteri ile;
- Yoksul ama tüketmeyi seven,
- İşsiz ama çalışmayı sevmeyen
- Dindar ama bencil ve saldırgan,
- Diplomalı ama liyakatsiz,
- İsyankâr ama kaderci
- Özgüveni yüksek ama uyuşmuş bir karaktere dönüşmüştür.
Temel olarak iç sorunlarımızın başında kötü yönetim, yetersiz demokrasi, bağımlı adalet, az gelişmişlik çemberinde ekonomimiz ve irrasyonel eğitim geliyor. Ülkemizde eğitim, kültür, sağlık, din, hukuk, güvenlik yozlaşması yaşıyoruz. Az gelişmiş, borca dayalı, borçla beslenen bir ekonomi ile yaşamak kaderimiz. Bu yüzden ekonomiden savunma ve güvenliğe ülkemizin dış politikası tam bağımsız değil. Ülkemizde güçler dengesinin bozulması ile ülkemizde demokrasi oldukça geriledi. Ülkemizdeki kutuplaşmanın önünün alınmasında adalete güvenin sağlanması öncelik taşımaktadır.
Öz kaynaklara dayalı bir üretim politikamız olmadığı gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası tüketim toplumu olmaya özendirildik. Üretmeyen ülkede önce işsizlik başlar, açlık sefalet boy verir, ardından hırsızlık, fuhuş, aile parçalanması hızla gelişir, akıl almaz cinayetler –başta akraba cinayetleri, çoğalır, toplumda karamsarlık kırılma noktasına gelir. Bu durumlar anarşi ve terörü hortlatır.
Ülkemizin toplumsal sorunları ile ilgili sanırım hemen herkesin pek çok tespiti ve önerisi vardır. Bu tartışmalara alt yapı teşkil etmek üzere yukarıda kategorize ettiğim tespitlere yönelik öncelikli önerilerim şunlar olabilir;
(1) Türkiye.nin sorunlarının temelinde olan toplumsal gelişmelerin yönünün belirlenmesi ve tam bir resmin ortaya çıkarılması için sahada çalışan sosyologlara ihtiyaç vardır. Sosyologlarımız, yabancı sosyologların nazariyeleri ile uğraşmak kadar, kendi toplumumuzun sorunları ve ayrışmalarının kaynaklarına eğilmeli, çözümler önermeli, bu gayretler kurumlaşmalı ve projelendirilmelidir. Toplumsal hayat için bölge ve il bazında çeşitli çalışmalar yapılmalıdır.
(2) İnsanlarımız okumuyor, okuma isteği kayboluyor, üniversitelerde diploma almak hedef olmuş durumdadır. En önemli mesele, eğitim ve aydın yetiştirmektir. Gelişmiş ülkelerde nüfusun %7-10.u üniversiteye gider, üniversitenin ana görevi bilim adamı yetiştirmektir. Hedef herkesin üniversite bitirmesi değil, meslek sahibi yapmak olmalıdır.
Sistem insana liyakat kazandırmalı, mesleğe göre insan yetiştirmelidir. Meslek eğitimi, ara eleman temini üniversitelerden beklenmemelidir.
(3) Gerçekçi bir insan yetiştirme düzeni planı çerçevesinde yeteneği dayalı bir eğitim sistemine geçilmelidir. İlk defa İsrail.in kullanmaya başladığı Sınıf Öğretmenliği, biz de boş ders öğretmeni olarak istihdam edilmektedir. Hâlbuki onların görevi öğrencilerin zekâ ve yeteneklerini takip ederek, onların hangi meslekte başarılı olabileceğini tespit etmek ve yönlendirmek olmalıdır. Kültürel gelişme için eğitim alanında gerçek bir reform yapılmalı; meslek eğitimine önem verilmeli, liyakatli insan sorunumuz çözülmelidir.
(4) Ağalık ve aşiret düzenine son vermek, insanları toprağa bağlayarak göçü önlemek için toprak reformu ciddiyetle uygulanmalıdır. Günümüzde işsiz ziraat mühendisleri MEB.de öğretmen olmaya çalışıyor. Hâlbuki ziraat mühendisleri devletin kalkınma ajanı olarak, gittiği köylerde tarımı geliştirme yanında köy enstitülerine de öğretmen olmalı, tarım reformunu kontrol etmelidir. Sağlık ocaklarımız hala sorunludur ve halk sağlığı düzenlemeleri bölgenin gerçekleri ile örtüşmelidir.
(5) Alman vatandaşı; haftanın beş iş günü çalışır, Cumartesi içki içer ve eğlenir, Pazar günü dinlenir. Karı-koca ayrı zaman geçirirler. Türk insanı ve aile yapısı hala eski inanışlarından kurtulmamıştır. Son 20 yılda yapılan yol ve AVM.lere rağmen eğitim ve kültür seviyemiz geriye gitti, her kesimde bir yozlaşma yaşanıyor. Kadınların çalışma hayatına kazandırılması, gençlerin eğitimi, şehir ve kasabalarda boş zamanın değerlendirilmesi ile ilgili projeler geliştirilmelidir.
(6) Sanayi sektörü Anadolu.ya da dağıtılmalı, bölge insanının bölgesinde kalması için gereken cazibe yaratılmalıdır. İlaçlarla insanların ömrü uzadı ve emeklilerin yeni hayatının eğitim ve ekonomi ile bağlantıları araştırılmalıdır.
(7) Bilim insanlarımız, mühendislerimiz ve diğer kadrolarımız atıl durumdadır. Bilim insanı kapasitemiz, Batının yaptığı teknolojik malzemelerin teknisyeni değil, milli markaların teknolojik üreticisi ve icatçısı olmalıdır.
Türkiye.de yapılan seçimlerin coğrafi sonuçları, Atatürk devrim ideolojisinin hangi kitlelere ulaştığı ve ulaşamadığı ile ilgili bir analiz alt yapısı sunmaktadır. Ortaya koyduğumuz üç bölgeli yapı bu bakımdan anlamlıdır. Ancak, bugün Türkiye.deki kırılmalar daha büyük bir perspektifte Atatürkçüler, İslamcılar, Milliyetçiler ve Kürtçüler gibi gruplanmalar tarafından temsil ediliyor. Sonuç itibarı ile yapılması gereken bu ülkeyi ayağa kaldırmak, yoksulluğu ve cehaleti yenmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde insanlarımız yüzyıllardır olduğu gibi acı çekmeye devam edecektir.
Rehberimiz bu döngüyü yıkmak için akıl ve bilimi kullanan Atatürk olmalıdır. Sözlerimizi Gazi Mustafa Kemal Atatürk.ün sözleri ile bitirelim;
“Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”
DİPNOTLAR;
1 Ahmed Güner Sayar, Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Ekonomik, Kültürel ve Devlet Felsefesine Ait Değişmeler,
Ötüken Yayınları, (İstanbul, 2008), s.30.
2 Zeynel Dinler, Bölgesel İktisat, Ekin Kitabevi Yayınları, (Bursa, 2005), 170-171.
3 İlhan Tekeli, Bölge Planlama Üzerine, (İstanbul, 1972), 93-95.
4 Kapitalist sermaye birikim rejiminin, üretilene dolaylı yoldan el koymasına izin veren üretime yatırım
yapmaktan ve sermaye birikimini bu üretim süreci içinde sürdürmekten başka şansı yoktu; kolonyal gasp
döneminden sonra sanayileşme, Osmanlılardakinin aksine büyük sermaye birikimleri oluşturmanın başlıca yolu
haline geldi. Oysa Osmanlı egemenleri bu birikimi doğrudan el koyma yoluyla gerçekleştirebiliyorlardı; üretim
aşağı sınıfların ve Müslüman olmayan tebaanın gerçekleştirdiği, aşağı görülen bir işti.
5 İlhan Tekeli & Selim İlkin, T.C. Merkez Bankası, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi C.l, İletişim
Yayınları, (İstanbul, 1983), 26-30.
6 Tuncay Artun, İşlevi, Gelişimi, Özellikleri ve Sorunlarıyla Türkiye'de Bankacılık, Tekin Yayınevi, (İstanbul, 1983), 40-41.
7 Servet Taşdelen, Piyasa Ekonomisinin Yarış Atları, Ankara: UPV Yayıncılık, (Ankara, 2005), 169.
8 Vedat Eldem, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomisi, TTK Basımevi, (Ankara, 1994), 10.
9 Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu'nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, TTK Basımevi, (Ankara, 1994), 67.
10 Halil İnalcık, Devlet-I Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Klasik Dönem (1302-1606),
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (Mayıs, 2009), 191.
11 Atatürk.ün Söylev ve Demeçleri III, Türk İnkılâp Enstitüsü Yayınları, (Ankara, 1961), 72.
12 Yakup Kepenek & Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2003), 14.
13 Kemal Arı, Atatürk ve Aydınlanma “Düşünsel Temelleri ve Gelişimi”, Yakın Yayınları, (İzmir, 2009), 286.
14 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş Yayınevi, Çev.:B.B.Turna, (Ankara, 2009), xii.
15 Halil İnalcık, Atatürk ve Demokrat Türkiye, Kırmızı Yayınları, (Ankara, 2007).
16 Çetin Yetkin, Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı, Karacan Yayınları, (İstanbul, 1982), 246.
17 Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, Cilt 2., Tekin Yayınevi, (İstanbul 2003), 145.
18 Atatürk.ün 10. Yıl Nutku.ndan: Atatürk.ün Söylev ve Demeçleri II, 318.
19 Ahmet Mumcu vd., Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-Atatürkçülük (Atatürkçü Düşünce Sisteminin Temelleri), Yüksek Öğretim Kurulu Yayınları, (Ankara, 1997), 107.
20 Halil İnalcık, İkinci Binde Türkler, Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı Yayınları, (Ankara, 2005), 331.
21 Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk’ün Düşünce Yapısı, TES-İŞ Federasyonu Yayını, (Ankara, 1981), 78.
22 Arı, a.g.e., (2009), 186.
23 Zeki Arıkan, Halkevleri’nin Kuruluşu ve Tarihsel İşlevi, Atatürk Yolu, C.6, S.23, Mayıs 1999, 262.
24 Lewis, a.g.e., (2009), 517.
25 Arı, a.g.e., (2009), 298.
26 Ahmet Güner Sayar, Türkiye’nin Modernleşmesi, Beykent Üniversitesi BÜSAM “Siyaset ve Devlet Yönetimi” Sertifika Programı, (16 Ekim-06 Kasım 2010).
27 Uygur Kocabaşoğlu vd. Türkiye İş Bankası Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (İstanbul, 2001), 4-5.
28 Korkut Boratav, 100 Soruda Türkiye'de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, (İstanbul, 1974), 11.
29 Devrim Dumludağ, The Political Economy of Foreign Direct Investment in Turkey, 1950-1980, Yayınlanmamış Y.L.Tezi, Boğazici University, (İstanbul, 2002), 49.
30 Sayar: a.g.e., (2008), s.200.
31 Cem Alpar, Yabancı Sermaye, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.2, İletişim Yayınları, (İstanbul, 1983), 508
32 Boratav: a.g.e., (1974), 302-307.
33 Onur Öymen, Çıkış Yolu, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2008), 367.
34 Namık Behramoğlu, Türkiye Amerikan İlişkileri (Demokrat Parti Dönemi), Yar Yayınları, (İstanbul, 1973), 7.
35 AID: Agency of International Development.
36 Tevfik Çavdar, Türkiye'nin Demokrasi Tarihi, 1950'den Günümüze, İmge Kitabevi Yay., (Ankara, 2008), 61.
37 Boratav: a.g.e., (1974), 302-303.
38 TÜSİAD: Türkiye Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği.
39 Ş. Gürçağ Tuna, Birikim Surecinde TOBB'un Tarihsel Gelişim Uğrakları, Praksis, 19, (İstanbul, 2009), 326.
40 Ramazan Kurtoğlu, Türkiye Ekonomisi (1838-2010), Sinemis Yayınları, (İstanbul, 2012), 707.
41 Haydar Tunçkanat, İkili Antlaşmaların İç Yüzü ve Amerikan Emperyalizmi ve CIA, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2001), 89.
42 k12.nin fen ve matematik alanında gelişimi engellediği, bu yüzden ABD.nin Çin ve diğer ülkeler tarafından geçilmekte olduğu ABD.de sık yapılan bir eleştiridir.
43 Ercan Uysal, CHP’nin Solu, AB ve Anti-Emperyalizm Üzerine Notlar, (Londra, 2007).
http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_Uye/UysalHaz07.pdf
44 Noam Chomsky, Gilbert Ahcar, Tehlikeli Güç, Edt.: S.R. Shalom, Çev.: Y. Alogan, İthaki Yayınları, (İstanbul, 2007), 59.
45 Merdan Yanardağ, Kuşatılan Türkiye, Destek Yayınları, (İstanbul, 2011), 99.
46 Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye / 2000'li Yıllarda Türkiye'nin Toplumsal Yapısı, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2016).
47 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik, Çamlıca Yayınları, (İstanbul, 2010).
***