DARBELER TARİHİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DARBELER TARİHİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2017 Perşembe

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 3

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 3



Mısır’da 1952 Hür Subaylar Darbesi 

Ahmet Yusuf ÖZDEMİR
Arş. Gör.,Yıldız Teknik Üniversitesi 


1952 Darbesi’ni, benzer dönemde yaşanan 1954 Suriye ve 1958 Irak darbelerinden ayıran en temel özellik, Cemal Abdülnasır liderliğindeki darbenin 
Baas örneğinde olduğu gibi herhangi bir ideolojik parti ile anılmamasıydı. Aksine milliyetçilik, anti-emperyalizm ve uluslararası bağlantısızlık söylemlerine 
sahip olan bu darbenin fikri arka planı, liderinin ismi ile Nasırcılık olarak anılmaya başlanan bir akımın kaynağı olmuştur. 

Tahrir Meydanı, Mübarek yönetiminin devrilmesinden iki yıl sonra, bu kez, ülkenin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi karşıtı gösterilere 
sahne oldu. Olayların patlak vermesinden üç gün sonra 3 Temmuz 2013 tarihinde Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi, ordunun yönetime el koyduğunu ilan etti. 
Bu protestolar süresince ve darbe sonrasında objektiflere çokça takılan bir kare vardı; 1952 yılında Hür Subaylar Darbesi’nin önemli simalarından Cemal Abdülnasır’ın portresiyle Sisi’nin fotoğraflarının yan yana sergilenmesi. Öyle ki, bu dönemde medyaya yansıyan bir fotoğrafta Abdülnasır’a çiçek takdim eden ve asker selamı duran küçük çocuğun Sisi olduğu söyleniyordu. 

Bugün sadece Mısır’da değil, Lübnan’dan Filistin’e ve Tunus’a pek çok Arap sokağında Nasır fotoğraflarına rastlanmaktadır. Bunun en temel nedeni, 
Hür Subaylar Darbesi’nin 19. yüzyıldan itibaren yükselen Arap milliyetçiliğinin bir zaferi olarak algılanmasıdır. İngiltere’nin Mısır siyaseti ve ekonomisi üzerinde 
hâkimiyet kurması ve 1. ve 2. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan toplumsal hayal kırıklıkları, bu süreci hızlandıran etkenler olmuştur. 20. yüzyıl 
Ortadoğu dengelerini değiştirmesi açısından bir dönüm noktası olan Hür Subaylar Darbesi’ne giden süreçte iç ve dış siyaset aynı oranda etkili olmuştur. 

Fransız ordusunun 1798 yılında başlattığı ve üç yıl süren Mısır seferi, dönemin diğer büyük gücü Britanya İmparatorluğu’nun müdahalesiyle sonlanmış ve takip 
eden dönemde farklı Avrupa devletleri Mısır siyasetinde söz sahibi olmuşlardır. 

19.yüzyılın ortalarından itibaren Fransa ve İngiltere’nin ortaklaşa girişimleriyle inşa edilen Süveyş Kanalı Mısır’ın stratejik önemini artırmış, ancak bu süreçte Mısır’a verilen borçların ödenememesi sonrası alınan ekonomik önlemler Mısır halkını olumsuz etkilemiştir. Bu durum kısa sürede “Mısır Mısırlılarındır” sloganı ile Ahmet Urabi Paşa liderliğinde ülke çapında yaşanan ayaklanmalara dönüşmüştür. 1882 yılında İngiltere İskenderiye şehrine asker çıkartarak girişimi kısa sürede sonlandırmış ve bu müdahale ile Mısır, Hindistan benzeri sömürge tecrübesi yaşamasa da İngiliz mandası olarak kabul edilmiştir. 

Birinci Dünya Savaşı Mısır ekonomisi ve toplumu üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Süveyş Kanalı’nın güvenliğini sağlamak adına on binlerce 
asker bölgeye sevk edilmiş ve bu askerlerin giderleri yerli çiftçilerden karşılanmıştır. Woodrow Wilson tarafından sıkça dillendirilen ulusların kendi kaderini tayin hakkından esinlenerek milliyetçi söylem yeniden güç kazanmış ve 1919 yılından başlayarak aralıklarla üç yıl süren şiddetli sokak eylemlerine dönüşmüştür. 

1922’de Mısır, İngiltere ile imzaladığı antlaşma sonrası yarı-bağımsız bir konuma sahip olmuştur. 

<   1881 ve 1919 ayaklanmaları her ne kadar bağımsızlık yanlısı söylemleri dillendirseler de esas itibariyle ülke çapında köklü bir dönüşüm meydana getirmeyi başaramamış, aksine ekonomik eşitsizlik ve yolsuzluk her geçen gün artmıştır. >

İkinci Dünya Savaşı sonrası Hindistan başta olmak üzere pek çok sömürge bağımsızlığını ilan ederken Mısır’ın tam bağımsızlığı halen sağlanabilmiş değildir. Arap toprakları üzerinde bir Yahudi devletinin kurulması tabanda daha güçlü bir 
isyan dalgası gelişmesine neden olmuştur. 1948-49 yılları arasında gerçekleşen Arap-İsrail savaşı sonrası, Arap ordularının İsrail güçleri karşısında yaşadığı 
yenilginin sebebi olarak dönemin monarşileri gösterilmiştir. 

Öte yandan İsrail devletinin kuruluşu sürecinde İngiltere’nin önemli rol oynaması, Mısır’da İngiltere ve yakın ilişkide olduğu Kral Faruk karşıtlığını 
en üst seviyeye çıkarmıştır. 

1952 yılına gelindiğinde ise kamu düzeni kontrolden çıkmaya ve İngilizlere ait neredeyse bütün işletmeler kundaklanmaya başlanmıştır. Bütün bu 
gelişmelerin ardından, 23 Temmuz tarihinde Mısır radyosundan Hür Subaylar Hareketi adına, daha sonra Mısır’ın 3. cumhurbaşkanı olacak olan, Enver Sedat 
ülke yönetimine el konulduğunu açıklamıştır. Darbeyi gerçekleştiren askeri kadrolar, en üst düzey askeri yetkili Tümgeneral Muhammed Necip olmak üzere 100’e yakın orta ve alt rütbeli subaylardan oluşmaktadır. Grubun bütün üyeleri 1948 Arap-İsrail savaşında aktif rol almış ve alt ekonomik gelir seviyesine sahip ailelerde yetişen isimlerdir. Bu yapısıyla darbeyi yapanlar Mısır’daki geniş kitlelerin temsilcisi olarak algılanmış ve darbe herhangi bir kitlesel itiraz ile karşılaşmamıştır. 

Örneğin 1950’lerin başlarında üye sayısı 500 bin olan Mısır’ın en köklü İslami hareketlerinden Müslüman Kardeşler, Hür Subaylar Darbesi’ni olumlu 
karşılamış ve komuta kademesiyle yakın ilişki içerisinde olmuştur. 

<  1952 Darbesi’ni, benzer dönemde yaşanan 1954 Suriye ve 1958 Irak darbelerinden ayıran en temel özellik, Cemal Abdülnasır liderliğindeki darbenin Baas örneğinde olduğu gibi herhangi bir ideolojik parti ile anılmamasıydı. >

Darbenin ardından kısa süre içerisinde parlamento ve siyasi partiler kapatılarak tek partili başkanlık sistemi kurulmuş, 1805 yılından beri hüküm süren 
Kavalalı hanedanlığına son verilerek cumhuriyet ilan edilmiştir. 1952 Darbesi’ni, benzer dönemde yaşanan 1954 Suriye ve 1958 Irak darbelerinden ayıran en temel özellik, Cemal Abdülnasır liderliğindeki darbenin Baas örneğinde olduğu gibi herhangi bir ideolojik parti ile anılmamasıydı. Aksine milliyetçilik, anti-emperyalizm ve uluslararası bağlantısızlık söylemlerine sahip olan bu darbenin fikri arka planı, liderinin ismi ile Nasırcılık olarak anılmaya başlanan bir akımın 
kaynağı olmuştur. Doğu Bloğu ülkeleri ve Sovyetler Birliği ile yakın ilişki içinde olsa da Nasırcılık, Komünist ideolojiye eleştirel bir yaklaşım ortaya koyarak 
Arap kültür kodlarına daha uygun ve dini dışlamayan bir yapıya sahip olan Arap Sosyalizmi düşüncesini benimsemiştir. 

Mısır iç siyasetinde ekonomi ve siyaset alanında askerlerin hâkim olduğu popülist totaliter bir rejim doğmuştur. Hür Subaylar hareketinin bu yönde attığı 
en önemli adım, yönetime tehdit olarak görülen iki önemli siyasi muhalif güç unsurunu, sol-işçi hareketleri ve Müslüman Kardeşler yapılanmalarını yasadışı 
ilan ederek üyelerine uzun yıllar sürecek hapis cezaları verilmesidir. Bu durum öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki, devrim kendi evlatlarını yemeye başlamıştır. Yeni 
kurulan Cumhuriyet’in ilk cumhurbaşkanı ve başbakanlığı görevini yürüten Muhammed Necip ile Cemal Abdülnasır arasında yaşanan anlaşmazlık sonucu 
Necip 16 yıl sürecek olan ev hapsine çarptırılmıştır. Daha sonrasındaki süreçte tek adam olarak yönetimi devam ettiren Nasır, tarım ve ağır sanayi alanında 
önemli kalkınma ve millileştirme projelerini uygulamaya sokmuştur. 

Darbeyi devrime çeviren temel etken Nasır yönetiminde Mısır’ın kazandığı dış politika başarıları oldu. Göreve geldiği 1954 yılında İngiltere ile imzalanan 
antlaşma ile İngiliz askerlerinin Süveyş Kanalı bölgesinden 20 ay içerisinde çekilmesi kararlaştırıldı ve eski dönemlerin aksine bu antlaşmaya sadık kalındı. Bu süre zarfında Mısır’ın Çekoslovakya üzerinden Sovyet silahlarını temin etmesi Batı Bloğu tarafından olumsuz karşılandı. Diplomatik gerginliğin had safhada 
olduğu bir dönemde Nasır, Mısır’da sömürgeciliğin sembolü olarak algılanan, Fransız şirketi tarafından işletilip, İngiltere tarafından stratejik amaçları doğrultusunda kullanılan Süveyş Kanalı’nın 26 Temmuz 1956 yılında millileştirildiğini açıkladı. Üç ay süren ikna çabalarına rağmen geri adım olmayınca, Fransa, İngiltere ve İsrail güçleri Nasır yönetimini devirmek için saldırıya geçti. Bir hafta gibi kısa bir sürede dönemin küresel sisteminin iki kutbu Sovyetler Birliği ve ABD savaşı kınayan ve Mısır’dan yana tavır alan açıklamalarda bulundular. 

Süveyş Krizi sonrası dönem Nasır’ın sadece Mısır’da değil bütün Arap ülkelerinde iki imparatorluğu ve sömürgeci devleti dize getiren bir kahraman olarak 
karşılanmasını sağladı. Bu zafer aynı oranda, bölge ülkelerinde darbe ile başa gelen benzer subay gruplarıyla aralarındaki bağların güçlenmesini sağlarken, bu 
oluşumları kendilerine tehdit olarak gören özellikle Körfez monarşileri ile bu devletler arasında bir rekabetin başlamasına neden olmuştur. 
Mısır ve Suriye’nin girişimleriyle kurulan ve üç yıl faaliyet gösteren Birleşik Arap Cumhuriyeti tecrübesi ve Yemen’de 1962’de yaşanan darbe sonrası Mısır’ın 70 bin askerle yeni kurulan rejime yardım etmesi Pan-Arapçılığın yükselişine sahne olmuştur. Öte yandan benzer bir darbeyi 1881 ve 1919 ayaklanmaları her ne kadar bağımsızlık yanlısı söylemleri dillendirseler de esas itibariyle ülke çapında köklü bir dönüşüm meydana getirmeyi başaramamış, aksine ekonomik eşitsizlik ve yolsuzluk her geçen gün artmıştır. kendi saltanatlarına karşı tehdit olarak algılayan Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri darbeler sonrası baskı altına alınan muhalif, özellikle İslami, hareketlere kapılarını açarak aksi yönde Pan-İslamcı bir politika izlemiştir. 

Mısır başta olmak üzere kurulan yeni rejimlerin tamamı meşruiyetlerini kendilerinden önceki kralların 1948 yılında İsrail’e karşı aldıkları yenilgiye dayandırmıştır. 

Buna karşın 1967 yılında Arap Milliyetçiliğinin zirvesinde olduğuna inanılan bir dönemde Mısır, Ürdün, Suriye’nin başını çektiği, diğer Arap ülkelerinin 
de desteklediği, İsrail savaşı ikinci bir travmanın yaşanmasına neden olmuştur. Savaş bir öncekinden çok daha kısa sürerek 6 gün içerisinde sonlanırken, 
İsrail Gazze’yi ve Sina yarımadasını işgal ederek sınırlarını en geniş seviyesine ulaştırmıştır. Bütün Arap ülkelerinde şok etkisi yapan bu olay üzerine Nasır savaşın son gününde istifasını açıklamıştır. Her ne kadar kısa süre içerisinde ülke çapında göreve geri dönmesi için yapılan kitlesel eylemlere olumlu karşılık verse 
de bu süreçten sonra Mısır iç ve dış siyasetinde eskisi gibi faal bir rol oynama mıştır. 

Mısır, Nasır’ın 1970’te vefatından 2011 yılına kadar iki Cumhurbaşkanı tecrübesi yaşamıştır; Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek. Her iki isim de kendi 
dönemlerinde Nasır döneminin aksine devrimci politikalar izlenmekten kaçınmıştır. Bundan dolayıdır ki, Hür Subaylar Darbesi ve Cemal Abdülnasır bugün halen otoriter ve baskıcı uygulamalarına rağmen, Mısır’ın toplumsal hafızasında küresel güçlere karşı, kendi ayakları üzerinde durabilmenin ve kalkınmanın sembolü olarak yer bulmaktadır. 

Ahmet Yusuf ÖZDEMİR
Arş. Gör.,Yıldız Teknik Üniversitesi 
ORSAM RAPORU


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 2

ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 2





İRAN ANAYASA DEVRİMİ: İNKILAP, İSYAN VE İHTİLAL 1905-1911 

Eyüp ERSOY 
Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

İRAN ANAYASA DEVRİMİ: 

1905 öncesi dönem, İran için istikrarsızlık taviz-istikrarsızlık fasit dairesinin giderek daha tahripkâr olmaya başladığı bir devirdir. Harici güçlere verilen tavizlerin en önemlisi, 1890 Mart’ında İran’daki tüm tütünün üretim, satış ve ihraç hakkını bir İngiliz vatandaşına veren tekel anlaşmasıdır. 

Meşrutiyet veya İnkilab-ı Meşruta olarak da anılan 1905-1911 dönemi, modern İran siyasi tarihinin gidişatını şekillendiren çok sayıdaki ıslahatın ilk defa tecrübe 
edildiği bir dönemdir. 
Siyasi ve iktisadi harici müdahale ve işgal karşısında, Kaçar hanedanlığının ve idaresi altındaki İranlıların muhtelif yollarla mücadelesinin tayin 
ettiği bir dâhili karışıklık dönemi olarak 1905-1911 İran Anayasa Devrimi, inkılap ile başlamış, ihtilal ile zayıflamış, isyan ile devam etmiş, bir başka ihtilal ile 
mevcudiyetini sürdürmüş ve bir işgal ile nihayete ermiştir. Bu silsilenin gidişatını tespit eden esas etken, başta dönemin Şahları ve hükümetleri olmak üzere 
çeşitli kanaatlerden İranlıların fiili olarak istiklalini kaybeder hale gelen İran’ı siyasi iktidarsızlık, iktisadi zayıflık ve içtimai istikrarsızlıktan kurtarma yönünde 
ortaya koydukları, koymadıkları veya koyamadıkları iradedir. 

İnkılap ve İhtilal 

1905 öncesi dönem, İran için istikrarsızlık-taviz-istikrarsızlık fasit dairesinin giderek daha tahripkâr olmaya başladığı bir devirdir. Harici güçlere verilen 
tavizlerin en önemlisi, 1890 Mart’ında İran’daki tüm tütünün üretim, satış ve ihraç hakkını bir İngiliz vatandaşına veren tekel anlaşmasıdır. Bu anlaşmaya karşı, 1891 baharında Şiraz’da başlayan gösteriler önce Tebriz’e ve daha sonra diğer İran şehirlerine sıçramış, Nasıreddin Şah’ın eşlerinin de katıldığı ulusal 
bir boykot hareketine dönüşmüştür. Bir yıl sonra, taviz anlaşması ilga edilse bile, İran’a 500 bin sterlin tutarındaki ilk dış borcunu miras bırakmıştır. Ulusal 
ölçekte ilk başarılı kitlesel protesto olarak Tütün Hareketi ile İngiltere’nin İran’daki nüfuzu azalmış ancak Rusya’nın nüfuzu artmıştır. 

1896 Mayıs’ında babası Nasıreddin Şah’ın bir suikast ile öldürülmesi üzerine Muzaffereddin Şah tahta geçti. İran’daki mevcut mali ve iktisadi sıkıntılara 
Muzaffereddin Şah’ın aşırı ve savurgan harcamalarının da eklenmesi, İran’ı daha fazla tavizlere sevk etti. Bir örnek olarak, Şah’ın 1900 yılındaki Avrupa gezisi, 
İran gümrük vergilerinin teminat olarak gösterilmesiyle Rusya’dan elde edilen 22 milyon rublelik borç ile gerçekleştirildi. 1902 yılında, Rusya ile yapılan  ilave anlaşmayla, gümrük tarifelerinde Rusya menşeli mallarda indirime gidildi. Art arda verilen tavizler ile gelen fiili yabancı hâkimiyeti, Şah idaresine karşı 
muhalif hiziplerin faaliyetlerini artırmalarına ve aralarında işbirliği yapmalarına sebep oldu. Meşrutiyete taraftar olan bu hiziplerin başında, tüccarlar, ulema 
ve ıslahatçı münevverler gelmekteydi. Muhalefet hareketlerinin etkili faaliyetlerine bir misal olarak, muhalif neşriyatlar İran’da yaygınlaşmış, İran’da yasaklı olmasına rağmen Malkum Han tarafından Londra’da basılan ‘Kanun’ gazetesini Şah ve yakın çevresi bile takip eder olmuştu. 

Muhalefet hareketinin gayesi, yabancı hâkimiyeti, adaletsizlik ve etkisiz yönetime bir çare olarak iktisadi ve siyasi ıslahatlardı. Yabancılara verilen tavizlerle birlikte İran’ın dış borçları ödenemeyecek duruma gelmişti ve idare, İngiltere ve Rusya’nın tazyiklerine karşı zafiyet içerisindeydi. Gittikçe kuvvetlenen muhalefet hareketi, 1903 yılında Sadrazam Emin el-Sultan’ın azledilmesini sağlayabilmiştir. Meşrutiyet taraftarı muhalefeti cesaretlendiren bir başka gelişme 1905 Rus-Japon Savaşı olmuştur. Doğulu bir meşruti monarşi olarak Japonya’nın Batılı bir mutlak monarşi olan Rusya’ya galip gelmesi, muhalefet nazarında 

1905 Anayasa Devrimi’ni başlatan süreç, Aralık ayında Tahran valisinin şeker tüccarlarını falakaya yatırması ile başladı. 

Kanun-u Esasi’de, Nikki Keddie’nin ifadesiyle, bir ‘sırr-ı kudret’ olduğu fikrini tahkim etmiştir. 

1905 Anayasa Devrimi’ni başlatan süreç, Aralık ayında Tahran valisinin şeker tüccarlarını falakaya yatırması ile başladı. Islahatçı ulemadan Muhammed 
Tabatabai riyasetindeki muhalefet, Şah’tan bir ‘adalet hane’ talep etmiştir. 1906 Ocak’ında Muzaffereddin Şah bu minvalde bir taahhüt vermesine rağmen, protestolar sonra ermemiş ve nihayet Ağustos ayında Şah, sadrazamı azletmeyi ve bir meclisin tesis edilmesini kabul etmiştir. Yapılan seçim ile 60 azası Tahran’dan olmak üzere 156 azalı İran’ın ilk meclisi teşekkül etmiş ve 7 Ekim’de Şah’ın açılış konuşması ile faaliyetlerine başlamıştır. Meclis’in ilk vazifesi Kanun-u Esasi adı verilen bir anayasa hazırlamak olmuştur. Belçika anayasası örnek alınarak hazırlanan anayasayı Muzaffereddin Şah, Aralık 1906’da imzalamış ve kısa süre sonra da vefat etmiştir. Kanun-u Esasi’ye göre, kanunlarda Meclis’in tasdiki gerekecek, nazırlar Meclis’e karşı mesul olacak, herkes kanun önünde eşit olacak ve ferdi hak ve hürriyetler teminat altına alınacaktı. 

Muzaffereddin Şah’ın yerine 1907 Ocak’ında tahta geçen Muhammed Ali Şah, meşrutiyete karşı bir idareci olarak, taç giyme merasimine meclis vekillerini 
davet etmemiştir. Meclis’in mevcudiyetine ve faaliyetlerine karşı anayasayı şeriata münafi ilan ettirmiş ve Meclis’teki hizipleri birbirlerine karşı tahrik etmiştir. 
Meclis’teki en etkili iki hizip, Muhammed Tabatabai öncülüğündeki muhafazakârlar ile Hasan Takizade öncülüğündeki daha ıslahatçı eğilimlere sahip hizipti.
Öte yandan, 31 Ağustos günü imzalanan Anglo-Rus Anlaşması ile İran, güneyde İngiltere, kuzeyde Rusya ve ortada tarafsız olmak üzere üç bölgeye taksim 
edilmiş, ancak bu anlaşma iki ülkenin büyükelçileri tarafından ancak 7 Eylül’de İran hükümetine bildirilmiştir. Siyasi istikrarsızlığı bahane gösteren Muhammed Ali Şah, 17 Aralık’ta hükümet azalarını acil toplantıya davet etmiş, ancak hepsini tutuklatmıştır. Şah’ın Meclis’e yönelik husumeti, nihayet 1908 

Haziran’ında Şah’a bağlı birliklerin Tahran’daki Vladimir Liahov komutasındaki İran Kazak Tugayı’nın yardımıyla Meclis’i kuşatması, bombalaması ve ilga 
etmesi neticesini vermiştir. Cemaleddin İsfahani gibi çok sayıda muhalefet önderleri yakalanıp idam edilmiştir. Bu, inkılaba karşı Şah’ın ihtilaliydi. 

İsyan ve İhtilal 

Muhammed Ali Şah’ın ülke çapında, merkezi idareye tabi olma davetine Tebriz şehrindeki isyancılar müspet cevap vermediler ve Şah’a bağlı birliklerin muhasarasına karşı Tebriz’de ciddi bir mukavemet sergilediler. Ne var ki, Rus birliklerinin Tebriz’deki Avrupalıları müdafaa bahanesiyle şehre girmesi üzerine, isyancılar Gilan’a geçerek güneye Tahran üzerine yürümeye başladılar. Bu süreçte, Bahtiyari aşireti de İsfahan’ı teslimalıp kuzeye Tahran üzerine yürümeye başlamıştı. 

Ülkenin başta Reşt, Kazvin, Şiraz, Hamedan, Meşhed ve Buşehr şehirleri olmak üzere her yerde isyanlar baş gösterdi. 1909 Temmuz’unda kuzeyden ve güneyden gelen meşrutiyet taraftarı isyancılar, Tahran’ı ele geçirdiler. 
17 Temmuz’da Muhammed Ali Şah, Rusya Büyükelçiliği’ne sığınmış ve aynı gün Meclis toplanarak Şah’ı tahttan azlederek yerine Ahmet Şah’ı getirmiştir. 
10 Eylül’de ise Muhammed Ali Şah, Odesa’ya sürgüne gitmiştir. Bu Şah’ın ihtilaline karşı halkın ihtilaliydi. 

15 Kasım’da faaliyetlerine tekrar başlayan Meclis, 24 Aralık 1911’e kadar hayatını sürdürmüş, bu dönemde başta eğitim, vergi ve seçim konularında olmaküzere çok sayıda kanunlar çıkarmıştır. Öte yandan, ıslahatlar İran’ın mali ve iktisadi sıkıntılarını gidermede yeterli olamamıştır. Meclis, 1911 Mayıs’ında bir Amerikan vatandaşı olan Morgan Shuster’i ülkenin maliye işlerine nezaret etmek üzere görevlendirmiştir. Ancak alınan bu tedbir, İkinci Meclis’in sonunu getirecektir. Kasım ayında Rusya, Shuster’in görevinden alınması ve Rusya ve İngiltere’nin rızası olmadan İran’ın yabancılar ile ilişkiye girmemesi yönünde bir ültimatom vermiştir. Meclis’in ültimatomu reddetmesi üzerine Rus birlikleri Tahran’a yürümüş ve bunun üzerine Sadrazam Nasır el-Mülk riyasetindeki hükümet Meclis’i feshetmiş ve Rusya'nın taleplerini kabul etmiştir. İkinci Meclis’in feshi, İran Anayasa Devrimi’nin de sonu olmuştur. 

1914 yılına kadar Meclis tekrar toplanamamıştır. Kuzey İran fiili olarak Rusya’nın işgali altında kalmış, 

1905-1911 İran Anayasa Devrimi, 

20. yüzyılın başında İran’da siyasi, iktisadi, mali ve içtimai ıslahatlara dair müzakerelerin, münakaşaların ve mücadelelerin devridir. İçeride Şah idaresi İngiltere ve Rusya’nın diplomatik sevki altında mevcudiyetini sürdürebilmiştir. 1914’te başlayan 1. Dünya Savaşı’nda İran toprakları tekrar işgal edilmiş, iç isyanlar, siyasi ve mali istikrarsızlıklar İran için oldukça tahripkâr olmuştur. 1914 yılındaki bir başka hayati gelişme, 1909 yılında William Knox D’Arcy idaresinde tesis edilen Anglo-Pers Petrol Şirketi’nin çoğunluk hisselerinin İngiltere hükümeti tarafından satın alınması olmuştur. 

1905-1911 İran Anayasa Devrimi, 20. yüzyılın başında İran’da siyasi, iktisadi, mali ve içtimai ıslahatlara dair müzakerelerin, münakaşaların ve mücadelelerin 
devridir. İran siyasi tarihinde ilk defa halkın temsilcilerinden teşekkül eden bir Meclis toplanmış, yasama, yürütme ve yargıda Şah’ın yetkilerini tahdit etmiştir. 
Meşruti bir idareye dair yeni fikirler, yeni cemiyetler, yeni hareketler ve yeni şahsiyetler ortaya çıkmış, hem Şah idaresi ile aralarındaki münasebetler hem de kendi aralarındaki münasebetler sonraki dönemde İran’daki fiili ve fikri gelişmeleri tayin etmiştir. İran’ı siyasi iktidarsızlık, iktisadi zayıflık ve içtimai istikrarsızlıktan kurtarma yönünde ortaya konulan çabalar arzulanan sonuçları vermekten ziyade, bir fasit daireyi idame ettirmeye sebep olmuştur. 

Şah idaresine karşı mücadele veren ıslahatçı hareketin nihai hedefi ise, İran üzerindeki yabancı hâkimiyetinin sona erdirilmesiydi. Islahat, istiklal içindi. 
Ne var ki, özellikle 1917 Rus Devrimi sonrasında, İngiltere İran’ın dâhili ve harici siyasetini şekillendiren tek kuvvet olarak kalmış, D’Arcy tavizleri üzerinden 
İngilizlere İran petrol sektöründe tartışmasız bir hâkimiyet ve petrol ihracatındaki kârlar üzerinde orantısız bir menfaat sağlayan anlaşma, İran’ın tam istiklali önündeki en ciddi mani olarak telakki edilmiştir. Bu telakki etrafında cereyan eden gelişmeler, 1953 Musaddık Darbesi’ne uzanan süreci tayin etmiştir. 

Eyüp ERSOY 
Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 
ORSAM RAPORU

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,



***



ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 1



ORTA DOĞUDA DARBELER TARİHİ BÖLÜM 1


3 TEMMUZ DARBESİ MISIR,
3 TEMMUZ DARBESİ: MISIR’DA MÜESSES NİZAMIN YENİDEN TESİSİ 
ORSAM RAPORU
Dr.Veysel KURT 
İstanbul Üniversitesi 




3 TEMMUZ DARBESİ: MISIR’DA MÜESSES NİZAMIN YENİDEN TESİSİ 

Hürriyet ve Adalet Partisi’nin 2012’deki parlamento seçimlerinden birinci parti olarak çıkması ve yine İhvan kökenli Muhammed Mursi’nin 2012’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması oldukça ilginç bir gelişmeydi. 

Wickham’ın deyişiyle varlığının önemli bir bölümü devletin baskısına maruz kalan ve yasal bir statü bile elde edemeyen bir örgüt (İhvan), mücadele ettiği düzenin 
kontrolünü seçimlerle ele aldı. 

25 Ocak 2013’te kitleler sokaklara döküldüklerinde, Mısır’ın siyasal geleceği açısından ucu açık bir sürece girilmişti. Mübarek’in devrilme si, Mısır için ‘ Demokratikleşme’ tartışmalarını bera berinde getirdi. Ancak ülke tarihinde ilk defa şeffaf ve adil seçimlerle işbaşına gelen Cumhurbaşkanı ve hükümetin askeri darbeyle iktidardan uzaklaştırılması, müesses nizamın yeni adaptasyonu demekti. 

Bu sürecin kabaca üç aktör arasında mücadele ve işbirliği ekseninde yürüdüğünü ifade etmek mümkün: Siyasal muhalefet, rejim ve uluslararası aktörler. 
Bu üç unsurdan herhangi birisinin, kendi için de yekpare bir bütün olmadığı bilinen bir olguy du. Muhalefet ideolojik ve organizasyonel açıdan 
tek parça değildi. Farklı muhalif kesimler özellikle seçim dönemlerinde Mübarek karşıtlığında buluş masına rağmen bu işbirliği kalıcı olamadı. Rejimin 
muhalefete yönelik “co-optation” (seçmecilik) stra tejileri de muhalefetin iktidarı sarsma potansiyelini akim bıraktı. Nitekim 25 Ocak’ta bütünleşen mu 
halefet Mübarek düştükten hemen sonra hem kendi aralarındaki görüş ayrılıkları hem de yine rejimin benzer stratejileri uygulaması sonucunda iktidar yarışına 
girerek ayrıştı. Mısır rejimine bakıldığında güçlü bir koalisyondan oluştuğu görülür: Cumhurbaşkanı ve etkisi altındaki İçişleri Bakanlığı, istihbarat kurumları ve crony-capitalizm ekseninde oluşan ekonomik güç. 

Öte yanda ise müesses nizamın kurucu aktörü ordu. Ordu ile cumhurbaşkanlığı arasındaki ilişki, işbirliği/ mücadele ekseninde yürümüştür. Mübarek’in sonunu 
getiren ana faktör de, 25 Ocak sürecinde bu koalisyonun çatlamasıdır. 

Hürriyet ve Adalet Partisi’nin 2012’deki parlamento seçimlerinden birinci parti olarak çıkması ve yine İhvan kökenli Muhammed Mursi’nin 2012’deki 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması oldukça ilginç bir gelişmeydi. Wickham’ın deyişiyle varlığının önemli bir bölümü devletin baskısına maruz kalan ve yasal bir statü bile elde edemeyen bir örgüt (İhvan), mücadele ettiği düzenin kontrolünü seçimlerle ele aldı. Ne var ki Mursi ve hükümetin iktidarı yalnızca 
bir yıl sürdü. Uluslararası tepkiler çeşitlilik gösterse de Mısır’ın siyasal yapısına etki edebilecek ABD’nin tavrı 25 Ocak’tan 3 Temmuz’a uzanan süreçte statükonun devamı lehine işlemiş ve özellikle 3 Temmuz darbesinin meşrulaştırılması ve rejimin kendini tahkim etmesinde önemli bir role sahip olmuştur. 

Darbe Mekaniğinin İşleyişi ,




3 Temmuz Mısır Darbesi’nin nasıl gerçekleştiğine bakıldığında, iyi hazırlanmış ve işlemiş bir süreç olduğu söylenebilir. Askeri darbe, hazırlık aşamasının organizasyonu, darbe harekâtının etkin bir şekilde yürütülmesi ve darbe sonrası sürecin yönetimi açısından değerlendirilebilir. 

Hazırlık aşaması: Mısır ekonomisinin uzun yıllardır yapısal bir kriz içinde olduğu bilinmekteydi. 

Ancak bu krizler Mursi döneminin son aylarında benzinliklerde oluşan kuyruklar, elektrik kesintileri ve bütçe açığı şeklinde görünür olmaya başladı. Bunun 
yanında 3 Temmuz'un birkaç ay öncesinden Mursi ve İhvan’a karşı başlayan sosyal mobilizasyon, darbe aktörlerinin meşruiyet dayanaklarından birisi olmuştur. 
26 Nisan 2013’ten itibaren Mursi’nin istifa etmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yenilenmesi talebiyle Temerrüd hareketinin organize ettiği eylemler, 27 Haziran’dan itibaren büyük kalabalıkların başta Tahrir olmak üzere meydanlara akmasına zemin hazırladı. 30 

25 Ocak’ta bütünleşen muhalefet Mübarek düştükten hemen sonra hem kendi aralarındaki görüş ayrılıkları hem de yine rejimin benzer stratejileri uygulaması 
sonucunda iktidar yarışına girerek ayrıştı. 

Haziran’da ise Mursi destekçileri Rabia meydanında toplandı. Mısır medyası bu görüntüyü bloklaşma ve iç savaş tehlikesi olarak işledi. 1 Temmuz’da Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin “halkın taleplerinin karşılanmaması durumunda kendi yöntemleriyle sorunu çözeceklerine” yönelik ifadeler içeren bildirisi, askeri darbenin halkın talebi doğrultusunda gerçekleştiği söylemini beslemiş oldu. 

Darbe Harekâtı: Bu zemin üzerinde başlayan darbenin, söz konusu ilk bildirinin 1 Temmuz’da yayınlanması ile başladığı söylenebilir. 1-3 Temmuz arasında 
ordunun içinden darbeye karşı herhangi bir direncin gelmemesi, yine hazırlık aşamasının iyi planlandığını göstermekte ve ordunun emir komuta zincirinde 
kontrol altında tutulduğunu göstermektedir. Yine bu iki günlük süre zarfında Cumhurbaşkanı Mursi’nin kamuoyunda görünmemesi, Cumhurbaşkanlığı sarayında alıkonulduğuna yönelik önemli bir işaret. 2 

Temmuz’da Mursi’nin darbeye karşı direnmeye çağıran görüntüsü de bu durumu destekler nitelikte. Böylece sosyal ve siyasal alandan darbeye karşı başlayacak 
olan direnç lidersiz bırakılmış oldu. 3 Temmuz günü ise Silahlı Kuvvetler eş zamanlı olarak attığı adımlarla askeri darbeyi gerçekleştirdi. Tanklar Mursi taraftarlarının doldurduğu meydanları çevirirken, Cumhuriyet Muhafızları Komutanı, Cumhurbaşkanı Mursi’yi tutukladı. Sisi darbe bildirisini okurken yanında El-Ezher Baş İmamı Ahmed El-Tayyip, Kıpti Patriği 

II. Tavadros ve muhalefet lideri Muhammed El Baradey vardı. Bu isimlerin yanında Temerrüd liderleri ve Selefi Nur Partisi sözcüsü de darbeye destek verirken, Sisi’nin açıkladığı yol haritasına sadık kalacaklarını açıkladı. Bu tablo, hem darbenin meşrulaştırılması hem de İhvan’ın dini, sosyal ve siyasi alanlardan tasfiyesi için önemli bir destek sağlamış oldu. Darbe Sonrası Sürecin Yönetimi: Darbe yönetiminin ne ordu içinden ne de diğer güvenlik güçlerinden bir dirençle karşılaşmaması rejim içi bir çatlağın önüne geçmişti. 

Dolayısıyla ordu yönetimini bekleyen en önemli meydan okuma, bir yandan protesto gösterilerinin bastırılması öte yandan ilan edilen yol haritasının 
uygulanarak rejimin yeniden adaptasyonunu sağlamaktı. Güvenlik güçleri, uzun süre direnmeye kararlı olan protestoları ağır bir şekilde bastırdı. Farklı 
rakamlar telaffuz edilmekle birlikte bu süreçte hayatını kaybedenlerin 4-5 bin; tutuklananların ise 15-20 bin aralığında olduğu tahmin edilmektedir. Dahası askeri darbeye destek veren birçok aktivist, gazeteci, STK yöneticisi ve siyasi parti mensuplarının da öldüğü ya da tutuklandığı bilinmektedir. Rejim bu süreçte medya kontrolünü de sağlayarak söylemsel üstünlüğünü korudu. Askeri darbe beklendiği üzere bütün siyasal alanın yeniden tanzimini beraberinde getirdi. Geçiş sürecinden sonra Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Sisi’yi Cumhurbaşkanlığına taşıyan seçimler, ordunun kontrolünde yeni Anayasa ve parlamento seçimleri yapıldı. 

Sonuç 

Dördüncü yılına giren 3 Temmuz Mısır darbesi birçok açıdan önemli sonuçlar doğurdu. Bu sonuçları siyasal muhalefet, iktidar ve uluslararası siyaset açısından değerlendirdiğimizde, karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır. 25 Ocak’ta kenetlenen muhalif kesimler Mübarek’in devrilmesiyle yeni bir ivme kazanmıştı. 
Mübarek sonrası geçiş süreci ve özellikle Yeni Anayasa’nın oluşturulması etrafındaki ihtilaflara rağmen, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mursi’ye sağlanan 
destek müesses nizam karşısında güçlü bir koalisyonun oluştuğuna dair önemli bir işaretti. Askeri darbe ile muhalefet güvenlikleştirildi. İhvan ise terör örgütü 
ilan edilerek hareketi yok etmeye yönelik stratejiler uygulandı. Kısacası darbe, muhalefet arasındaki güçlü koalisyonu dağıtmakla kalmadı, sosyal alanda on 
yıllardır biriken ve iktidarı zorlayacak potansiyel gücü bile işlevsiz kıldı. Kapsamlı bir kriz ya da uluslararası bir kırılma yaşanmadığı takdirde Mısır’da kısa ve orta 
vadede iktidarı zorlayacak bir muhalefetten söz etmek oldukça zor. Rejim açısından bakıldığında ise askeri darbe ile kendini yeniden tahkim ettiğini söylemek mümkün. Ekonomik elit-polis-ordu gibi rejim içi güç odakları arasındaki dengenin ordu lehine yeniden kurulduğunu söylemek mümkün. Dahası ordu yönetimi, Sisi’nin yaptığı yeni atamalarla birlikte yeni jenerasyonun yönetimine geçmiş ve dolayısıyla ordu 

3 Temmuz Mısır Darbesi’nin nasıl gerçekleştiğine bakıldığında, iyi hazırlanmış ve işlemiş bir süreç olduğu söylenebilir. Askeri darbe, hazırlık aşamasının organizasyonu, darbe harekâtının etkin bir şekilde yürütülmesi ve darbe sonrası sürecin yönetimi açısından değerlendirilebilir. içindeki kuşak çatışması da bertaraf edilmiş durumda. 
Yine ordunun kontrolünde oluşturulan yeni Anayasa ile yeni rejimin hukuki alt yapısı güncellenmiş oldu. 

Oldukça kanlı ve vahşi yöntemler kullanarak iktidara gelen Sisi’nin ABD ve AB gibi uluslararası aktörler nezdinde kabul görmesi, bölge kamuoyunun 
bu aktörlere bakışını değiştirdiğini söylemek mümkün. Özellikle darbe sürecinde aktif destek sağlayan Suudi Arabistan ve BAE’nin darbe sonrasında yaptığı 
finansal destek, yeni yönetimi oldukça rahatlattı. 1990’lı yıllardan itibaren demokratikleşme tazyiki yapan ABD’nin Dışişleri Bakanı Kerry ise darbeyi 
“demokrasinin restorasyonu” olarak tanımladı. Dahası darbeci rejimlere herhangi bir yardım sağlanmaması yönündeki yasanın etrafından dolanarak Mısır’a 
sağlanan yardımlara devam etti. AB Güvenlik ve Dış Politika temsilcisi Ashton’un darbe sonrası ziyareti ve Sisi yönetiminin ABD ve Avrupa ülkelerinden yaptığı 
silah alımları, bölge kamuoyunda bir hayal kırıklığı yarattı. Demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi söylemleri bir dış politika aracı olarak kullanan bu aktörlerden beklenen, doğrudan askeri darbenin kendisini, aktörlerini ve yöntemlerini sorgulamasıydı. Ancak Mısır darbesinin Türkiye’deki siyasi iktidar dışında uluslararası aktörlerden önemli bir tepkiyle karşılaşmaması, hem Sisi’nin darbenin getirdiği zorluklarla baş etmesi hem de orta ve uzun vadede iktidarını tahkim etmesi açısından önemli bir avantaj sağlamıştır. 

Bu durum Ortadoğu ülkelerinin kamuoyuna rağmen Batılı aktörlerin otoriter yönetimlerle işbirliği halinde olmaya devam edeceklerini göstermiştir. Bu ülkelerde oluşacak yeni muhalif dalgaların aynı zamanda önemli ölçüde Batı karşıtlığını da içereceği öngörülebilir. 

Veysel KURT 

Dr., İstanbul Üniversitesi 
ORSAM RAPORU

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

7 Temmuz 2017 Cuma

TÜRKİYEDE GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DARBELER TARİHİ


TÜRKİYEDE GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DARBELER TARİHİ





Türkiye coğrafyası üzerinde, Osmanlı Devleti’nin 9. Padişahı Yavuz Sultan Selim ile başlayan Askeri darbeler serüveni sonraki yıllarda birçok defa kendini çok farklı şekillerde göstermiştir. Nitekim bu darbeler serüveni sonraki yıllarda farklı şekillerde ortaya çıkmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile beraber Askeri vesayetin devlet sistemi içerisinde ne denli bir aktör olduğu görülmüştür. Özellikle Türkiye’de Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra (29 Ekim 1923) Askeri vesayet kimi zaman hakemlik işlevini üstlenmiş kimi zamanda Bekçilik ve Yöneticilik işlevlerini üstlenmiştir. Bu yazıda siz değerli okuyucularımıza Askeri darbeler kısa tarihçesini aktarmaya çalışacağız.

24 Nisan 1512’de Osmanlı Devleti’nin 9. Padişahı Sultan Selim (Yavuz), Şah İsmail’in doğudaki faaliyetlerini henüz şehzadeliği sırasında görmüş ve önlem alma ihtiyacını Trabzon’da şehzade iken duymuştur. Bu önlem alma ihtiyacı I. Selim’in taht iddiasını güçlendirmiş ve Selim’in diğer taht rakipleri ağabeyleri Şehzade Korkut ve Şehzade Ahmet arasında rekabet başlatmıştı. Bu sırada yaşı ilerlemiş olan II. Bayezid, Yeniçerilerin I. Selim’i desteklemesi ve kendisine de baskı yapmalarına sonuna kadar direnmeyi düşünmüş ancak başarılı olamamıştır. II. Bayezid tüm çabasına rağmen tahttan feragat ettirilmiş ve yerine Yeniçerilerin desteği ile I. Selim geçmiştir. Bu süreç Türkiye Coğrafyasında Askeri Darbe serüvenlerinin başlangıcı olmuştur.

Daha sonraki dönemlerde yenilik hareketlerinin önü ihtilal hareketleri ile kesilmiştir. Nitekim Sultan II. Osman’ın (Genç Osman) yaşadıkları da bundan pek farksız değildir. Osmanlı Tarihinde şüphesiz yenileşmenin zirvesinde III. Selim bulunur. Ancak bu yenileşme hareketini başlatan II. Osman yani Genç Osman’dır. Sert tavırları ile kısa sürede Yeniçerilerin nefretini kazanan Genç Osman bizzat başkomutanlığı üstlenmesi ile bu nefret daha da artmış ve neticede bir isyana dönüşmüştür. Askerlerin öncülüğünde başlayan bu isyana II. Osman sonuna kadar direnmeyi düşünmüş ancak Genç Osman’ın bu tavrı kısa sürede değişmiştir. İsyancılar I. Mustafa’yı bulunduğu hücreden çıkarıp Sultan ilan etmişlerdir. Genç Osman ise Yedi Kule zindanlarına kapatılmış ve ihtilal sonucu katledilen ilk Sultan olarak tarihteki yerini almıştır.

Osmanlı’da bir sonraki askeri ihtilal, yenileşme fikri sonrası kendini göstermiş ve zuhur etmiştir. Osmanlı düzenini yeniden tesis etmek isteyen III. Selim ile Yeniçeriler arasında güç çekişmesini doğurmuş ve Yeniçeriler, Kabakçı Mustafa önderliğinde ayaklandılar. 29 Mayıs 1807 yılında III. Selim tahttan çekilmek zorunda kalmış ve ‘şimşirlik’ denen hücreye kapatılmıştır.

1870’li yıllarda Yeni Osmanlıların başını çektiği cunta yapılanması Mithat Paşa önderliğinde Meşrutiyet idaresine geçilmesini istiyordu. Nitekim kısa sürede Sadrazamlar kansız bir şekilde görevden uzaklaştırılmıştır. Sonrasında Abdülaziz de tahttan indirilmiş cunta yönetimi taht idaresine hakim olmuştur. Sonrasında da cunta yönetimi taht idaresine hakim olmuştur. Sonrasında da cunta yönetimi tarafından 5. Murat tahta çıkarılmıştır.

93 Harbi’nden sonra (1877-78 Osmanlı Rus savaşı) Osmanlı’da II. Abdülhamit’e karşı yürütülen muhalefet hareketleri gün geçtikçe devam etmiş. II. Abdülhamit iktidarını olağan üstü hal şartlarında geçirmek zorunda kalmış ve 30 yıllık iktidarı 1909 yılında büyük bir ayaklanma ile karşılaşmıştır. II. Abdülhamit ayaklanmayı bastırabilmiştir. Ancak kendisine karşı muhalefet hareketi devam etmiş ve Meclis-i Mebusan kararları ile tahttan indirilmiş yerine 5. Mehmet Reşat geçirilmiştir.

Tarihimizdeki askeri ihtilallerin biri de İttihat ve Terakki Cemiyeti önderliğinde yapılan Bâb-ı Ali Hükümet binası baskınıdır. Enver ve Talat Paşa tarafından gerçekleştirilen bu baskın mevcut durumu gelmiştir. İktidar olma uğruna yapılan bu baskın Kamil Paşa hükümetinin istifa ile son buldu.

1. Dünya savaşından yenik çıkan Osmanlı Devleti’nde bürokratlar ve halk yeni arayışlara girişmişlerdir. Türkiye coğrafyası için bu arayışların en önemlisini, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal, Samsun’a giderek başlatmıştır. İstanbul’un işgal edilmesiyle meşruiyetini hızla kazanan TBMM Hükümeti’nin faaliyetleri ve ilan edilen Anayasada ‘Türkiye Devleti’ ifadesinin kullanılması Osmanlı Hükümetine karşı ihtilal niteliği taşımaktadır. Nitekim bir önceki doğrudan reddi sağlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ile bu hareket başarıya ulaşmıştır.

Cumhuriyet’in ilanı sonrasında giriş kısmında da belirtildiği üzere darbeler bir başka boyut kazanmış ve istenilen durumda hükümete müdahale eden askeri vesayet haline dönüşmüştür.

Bu askeri vesayet örneğini 1960 yılında ve sonraki dönemlerde görmek mümkündür. 1959 yılında ilk kez demokratik usullerle iktidara gelen Menderes Hükümeti özellikle Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından sürekli eleştirilmiştir. Öyle ki bu eleştiriler laiklik tartışmasını beraberinde getirmiş ve Atatürk’ün mirasına sahip çıkma düşüncesi Askeri idare tarafından ortaya atılmıştır. Askeri cunta yapılan ihtilal ile Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı, Adnan Menderes ile birlikte idam ettirmiştir. Bu ihtilal sonrası Türkiye’de birçok kurum faaliyet göstermeye başlamış ve bu yönüyle de bu darbe bir ilk olma özelliği taşımaktadır.

Bundan 11 yıl sonra 3 kuvvet komutanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından yayınlanan Muhtıra işle Süleyman Demirel hükümeti düşürülmüştür. Emir komuta zinciri içerisinde kansız bir şekilde gerçekleştirilen bu darbe bir ilk olma örneği taşımaktadır. Bu darbe sonrası diğer ihtilallerin aksine partiler kapatılmamış, meclis lav edilmemiş, yeni anayasa hazırlanmamıştır. Nihat Erim Hükümeti kusursuz bir biçimde kurulmuş ve göreve başlamıştır.

Emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen bir diğer darbe girişimi de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesidir. Bu darbe girişimi de Süleyman Demirel hükümetine yönelik olmuş ve Demirel hükümeti düşürülmüştür. 12 Eylül 1980 darbesini hazırlayan birçok sebep vardır. Yaşanan iç karışıklıklar, anarşi ortamının hat safhaya ulaşması sonucu, Kenan Evren başkanlığında gerçekleşen bu darbenin birçok sonucu oldu. Ayrıca bu darbe birçok trajik olayı da beraberinde getirmiştir. Bunları rakamlarla açıklamak gerekirse; 1 milyon 683 bin kişi fişledi, 230 bin kişi tutuklandı ve 517 kişi de idam edildi.

1997 yılına gelindiğinde Türkiye bir kez daha bir darbe ile karşılaşmış ve post-modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat süreci yaşanmıştır. 28 Şubat 1997 yılında gerçekleştirilen olaylı Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası istifaya zorlanan, Necmettin Erbakan başkanlığındaki Refahyol Hükümeti doğrudan hedef alınmıştır. Şeriat ile mücadele kapsamında sanat, kültü ve bürokraside büyük ayrıştırmalar baskılar yaşanmıştır. 28 Şubat süreci, getirdiği ayrıştırmalar ve toplumsal kutuplaşma ile ayrıca dikkate değerdir.

Burada gördüğümüz darbe süreçlerinin hepsi ayrı ayrı incelenmesi gereken süreçlerdir. Gerek getirdiği yenilikler ve gerek toplum nezdinde yarattığı infialler de asla göz ardı edilmemelidir. Unutmayalım ki hiçbir darbe planı tek gecede yapılmamıştır. Hepsini doğuran, üzerinde çalışılan birtakım olaylar ve süreçler vardır. Burada incelediğimiz darbe süreçleri de bunlardan bağımsız değildir.

Nurullah ÇİMEN

http://www.ilimvemedeniyet.com/turkiyede-gecmisten-gunumuze-darbeler-tarihi.html


***