Doç.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doç.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2018 Salı

ABD-İran Savaş Senaryosu BÖLÜM 1

ABD-İran Savaş Senaryosu BÖLÜM 1

Doç.Dr.Sait Yılmaz 

19 Haziran 2017 

 Ortadoğudaki gelişmeler yeni bir evreye doğru geçiş süresinde iken, yakın 
gelecekte Avrasya.da daha ciddi savaş senaryoları bizi beklemektedir. 

ABD nin başı çektiği koalisyonlar ile; İran, Kuzey Kore ve Çin.i hedef alacak bu savaş senaryolarını daha önceki çalışmalarımızda ele almıştık. “Gelecek 25 Yıl Büyük Avrasya Projesi (BAP)” başlıklı makalemizde bu üç savaşın geçiş aşamaları ve genel çerçevesi ile ilgili bilgiler vermiştik. Soğuk Savaş süresince ABD nin Ortadoğu politikası; petrole garantili erişim, Amerikan yanlısı (müvekkil) devletlerin sürekliliği ya da diğer bir deyişle SSCB.nin bölgeye girişinin önlenmesi ve çevrelenmesi üzerine kurulmuştu. 

1980 lerde İran da hedef tahtasına oturunca bu stratejiye “çifte çevreleme” adı verildi. 

11 Eylül 2001 sonrasında ilan edilen Büyük Ortadoğu Projesi.nin amacı, küresel 
terörle mücadele stratejisi kapsamında, yumuşak güç uygulamaları ile bölgeye 
demokrasi getirilmesi idi. 2008 yılında Condolezza Rice tarafından Tel Aviv.de ilan edilen “Yeni Ortadoğu Projesi” ve bunun askeri uygulamaları olan “Uzun Savaş” stratejisi, 2011 de başlayan “Arap Hareketleri” ile hayata geçti. Böylece, terör madalyonun her iki yüzünde de olan ABD ve işbirlikçileri tarafından hedef ülkelerde “diktatörün kovulması” oyunu ile rejim değişiklikleri ve harita çalışmaları başladı. Yeni Ortadoğu haritası içinde bazı ülkeler bölünecek, bazıları federasyon haline getirilecek, yeni İsrail.ler ortaya çıkacak. Avrasya coğrafyasına geçiş ise İran ile başlayacak. İran ile ilgili çalışmalar şu aşamada; 

 - ABD Ordusu, onyıllardır İran ile savaşa hazırlanıyor. Kuvvet yapısı içinde 
öngörülen “geçiş ordusu” ve füze kalkanı bu amaca hizmet edecek. “Dönüşüm 
ordusu” ise Çin e yönelik hazırlanıyor. 

 - Batılı düşünce merkezleri ve akademik çevreler uzun süredir İran ile ilgili 
çalışmalar yapıyor. Batı medyası, İran ile ilgili tehdit algılamasını sürekli gündemde tutuyor. 

 - İran ile yapılan nükleer anlaşma, bu ülkenin nükleer silah edinme 
çalışmalarının hızını kesmek, zaman kazanmak üzerine idi ama Trump yönetimi, bu anlaşmayı da bozacak adımlar atıyor. 

 - İran içindeki büyük etnik gruplar özellikle Azeri Türkler uzun zamandır 
ABD.nin markajında ve tıpkı Suriye.deki gibi bir iç savaşın hazırlıkları yapılıyor. 

 - Ortadoğu.da son dönemde gittikçe artan silahlanma çalışmaları ve Ortadoğu 
NATO.su ve Katar ile ilgili gelişmeler, ABD ve İsrail.in arkasında olduğu İran karşıtı koalisyonun hazırlanması ve Müslüman ülkeleri birbirine kırdırma stratejisinin bir parçasıdır. 

 Çanlar İran için çalışıyor. Bu makalede, bu savaşın olası kötü sonuçlarından 
çok nasıl bir savaş olacağı, askeri yönleri üzerinde duracağız. Yani elimizde yeni bir savaş senaryosu var. 

 Savaşın Tarafları.. 

 1979 daki Devrim sonrası İran.ın ABD elçiliği personelini rehin alması (1979-
1981), Irak ve Afganistan.daki gruplara yardımı, İsrail.i tehdit etmesi, Körfez.deki petrol ihracatını tehdit edecek asimetrik kuvvetler oluşturması gibi gelişmeler ABD ile arasını açmıştır. 1987-1988 arasındaki İran-Irak Savaşı esnasında ABD, İran ın silah ve askeri teknoloji başta olmak üzere ithalat yapmasına (tanker savaşı) engel olmaya çalıştı. ABD nin Ortadoğu da izlediği güç dengesinin bir yanında sürekli silahlandırdığı Körfez ülkeleri, diğer yanında ise İran oldu. Suudi Arabistan, ABD.den milyarlarca dolara AH-64 Apaçi helikopterleri, M1 Abrams ana muharebe tankları ve F-15S çok rollü savaş uçakları da dâhil olmak üzere önemli miktarda askeri teçhizat aldı1. 

Yaklaşık 40 yılı bulan Batı silah ambargosu İran.a silah satmak şöyle dursun her türlü askeri malzeme ve teknoloji transferini engellemeye çalıştı. Bu amaçla, Rusya, Çin ve diğer silah satıcılarına baskı yaptılar. Sekiz yıl Irak ile savaşan İran, kendisini bir bölgesel güç olacak şekilde motive etti ve büyük güçlerle baş edecek bir silahlı kuvvetler kurdu. Bu kuvvet saldırıyı önleyebilir ve hem konvansiyonel hem de asimetrik güçleri caydırabilir. Bu yüzden İran ile bir savaşın sonucu büyük ölçüde belirsizdir. 

İran ın Batının konvansiyonel güç üstünlüğüne karşı tıpkı Kuzey Kore gibi 
sarılabileceği iki yöntem vardı. Konvansiyonel silah menzilin altında kalan “asimetrik yöntemler (terör vb.)” ve üstünden kalan “nükleer silahlar”. AK-47 Kaleşnikof otomatik tüfeği 200 m. menzili ile terörü, balistik füzeler ise 2 bin km.yi geçen menzili ile nükleer tehdidi temsil etmektedir. 2009 Yazı ve 2010 sonbaharı arası dönemde ABD ve İsrail.in arkasında olduğu Stuxnet siber saldırısı ile İran nükleer altyapı sistemine önemli zararlar verildi. İran.ın uranyum zenginleştirme programı gecikmeye uğradı. 

Ağustos 2011.de İran, resmen bir Siber komutanlığı kurmaya karar verdi2. ABD ve Rusya füze savunma sistemini tartışırken İran, Ocak 2011.de Hint Okyanusundaki Büyük Peygamber 6 Tatbikatı.nda balistik füzelerini test etti3. Bir stratejik füze kuvveti oluşturabilmek için üç şeye ihtiyaç vardır; uzun menzilli balistik füze üretecek bilimsel ve endüstriyel yetenek, onların testinin yapılabileceği coğrafya ve vasıtalar ile gereken altyapının bekası. Bunların hepsinin İran.da olduğu son test ile ortaya çıktı. 

Bütün İranlı yetkililer ellerindeki füzelerin menzilinin 2.000 km.den daha uzun 
olmadığını, bu yüzden Avrupa ve ABD.yi tehdit etmediğini defalarca tekrar ediyorlar. 

Ancak, İran.ın küresel menzilli füzeler üretmesinin çok zor olmadığını pek çok uzman söylemektedir. IRBM veya ICBM gibi stratejik füzelere sahip olmak istediğinde İran füze siloları oluşturmak zorundadır. Bununla beraber, İran topraklarında bunları saklamak kolay olmayacaktır. 

 İran ile ilgili ABD içindeki tartışmalar hava harekâtı ağırlıklı bir askeri 
seçenekle, yaptırımlarla desteklenen bir rejim değişikliği senaryosu arasında gidip gelmekteydi. Askeri seçeneğin 300 m. derinlikteki beton sığınakları ne kadar imha edeceği şüphe konusu iken, rejim değişikliğinin ise nasıl bir istikrar getireceği tartışıldı. 2012 yılı içinde ABD, çeşitli ülkelere İran.dan petrol almaması için yoğun baskı yaptı. İran ile petrol ihracatı işine girişen bankaları tehdit etti. Avrupa Birliği, 1 Temmuz 2012 itibarı ile İran.a petrol ambargosu uygulamaya başlamıştı. Beklenenin aksine yaptırımlar ne İran.ın petrol ihracatını durdurdu, ne de Tahran sokaklarında bir ayaklanmaya yol açtı. İşler biraz karmaşık hale gelse de, İran çeşitli yollardan yaptırımları aştı. Bu yollardan en başta geleni çerçeve şirketlerle anlaşarak İran gemilerinin girdikleri limanda sahte bayrak ve satıcı kimliği kullanması oldu4. ABD.nin uzun zamandır hayali İran.daki rejimin askeri güç kullanımına gerek kalmadan devrilmesi ve yerine kendi çıkarlarına gözetecek bir yönetimin gelmesi idi. İrana yönelik yaptırımlardan asıl beklenti rejimin çökmesi idi ama yaptırımlar sadece 
görüşme masasında bir koz olmaktan öteye gidemedi. ABD, İran.da rejim değişikliği için sürgündeki grupları da destekledi, darbeler planladı. İran ile P5+1 ülkeleri arasında 2006 yılından beri devam eden İran.ın nükleer silah programı ile ilgili görüşmelerde taraflar, 02 Nisan 2015 günü, anlaşmanın parametreleri konusunda anlaştıklarını açıkladılar. Bu anlaşma ile yaptırımlar kalkmadı, beklemede tutuldu ve ilk ihlalde geri gelecekti. Şimdi ABD.de iktidarda olan Cumhuriyetçiler, 2018.de İran ile savaşmayı planlıyorlar. 




Tablo 1: ABD-İran Savaşı’nın Tarafları 

 Örtülü ve gizli kabiliyetleri olan, düzenli füze testleri yapan, ileri hava savunma 
sistemleri olan ve Hürmüz Boğazı-Umman Denizi ve Hint Okyanusunda Velayat 95 gibi büyük savaş tatbikatları yapan İran, cepte keklik değildir. Bu geniş tatbikat bölgeleri İran.ın arka bahçesidir ve savaş başladığında pek çok sürpriz yaşanacaktır. 

İran, ABD tehdidi nedeni ile Hint Okyanusu dâhil tüm deniz yollarında savaşa 
hazırlanmaktadır. Ocak 2016.da iki Amerikan botu İran sularına girer girmez 
yakalandılar ve Amerikalı Komutanlar askerlerini İran televizyonunda diz çökmüş olarak gördüler. İran, teknoloji dezavantajını sosyal boyutları olan bir strateji ile dengelemek niyetindedir. Bu strateji, Amerikalıların kendi ulusal çıkarları tehlikede olmadığında uzun süre savaşa angaje olamayacaklarını hesaplamaktadır. ABD.nin İran stratejisi Suudi ailesinin iktidarına son verecek yıkıcı faaliyetleri de kapsamaktadır. 
İran, Sudan.ı gizli silah deposu olarak kullanmakta, buradan Mısır üzerinden Gazze ya da Mağrip e silah göndermektedir. Suriye.de Hizbullah savaşçıları ile Esat.ın kalması için savaşıyor. Bahreyn.de asimetrik savaş taktikleri  kullanıyorlar. İran şimdilik bir dönüşüm peşinde değil, sadece statükoyu korumak istiyor. İran düşmanı Sünni kanat ise İran-Irak-Suriye-Lübnan hilaline karşı S.Arabistan-Bahreyn-BAE-Katar-Kuveyt ve Umman kanadı İran.ın Akdeniz.e uzanmasına mani olmaya çalışıyor. 
İran, Sünni kanadın en zayıf halkası ve en küçük Körfez ülkesi olan Bahreynde muhalefete önemli destek veriyor. 

 ABD savaş mekanizması 30 yıldır İran ile savaş için bir ordunun geliştirilmesi 
için çalışıyor. ABD, uzun süreli bir savaşa zamanı olmadığından daha doğrudan 
yolları seçmektedir. İran.ı nükleer silah edinmekten alıkoymak için tek yolun savaş olduğu düşünülüyor. Amerikalılar, savaş oyunlarında muhtemel muharebeleri simülasyon ile test ediyor ve kabiliyetler canlı ateş tatbikatlarında deneniyor. Savaşı idare edecek Amerikan Merkez Komutanlığı.nın (CENTCOM) ulaştığı sonuçlardan biri şu5; “ABD, İran.ı asimetrik savaş oyunlarında yenebilir ancak, aldatılmazsa veya işini iyi yaparsa”. ABD Silahlı Kuvvetleri.nin 2002 yılında yaptığı harp oyununda (Millennium Challenge), İran.ı oynayan grup farklı asimetrik yöntemler denemişti. Örneğin ABD.nin elektronik gözetleme sistemini aşmak için cepheye motosikletli haberciler gönderildi, II. Dünya Savaşı.nda kullanılan sinyal haberleşmesi yöntemleri kullanıldı. Böylece, 16 Amerikan savaş gemisi ve deniz kuvvetlerinin önemli bir kısmı imha edildiği görüldü. ABD.nin karaya çıkması için İran hava savunma sistemlerinin imha edilmesinin şart olduğu anlaşıldı. Hürmüz Boğazı.ndan 1976-2010 arasından geçen 8 trilyon dolarlık petrolün %10.u ABD.ye, %20.si Japonya.ya, geri kalanı ise en 
çok Çin, Hindistan ve Güney Koreye gitti. Amerikalılar deniz yolunu korumak yerine çok daha az bir masrafla bir boru hattı döşeyerek, petrolü çekebilirler ama amaç güzergâh emniyeti değil, İran petrolleri. Ortadoğu.daki petrolün %24.ü Suudi Arabistan.ın, %12.si Irak.ın, %8.i Kuveytin elindedir. Şimdi sömürü alanına %16 payı olan İran eklenmek isteniyor. 

 ABD-İran Savaşı Kriz Yönetimi 

 Arap NATO.su Suudi liderliğinde İsrail birlikte İran.ı vurmak için kurgulanmaya 
çalışılıyor. Batılı ülkeler kadar Körfez başkentleri de, Şam ve Moskova.ya Suriye.den İranı çıkarmalarını fısıldıyor. Trump, seçim öncesi Ortadoğu.da ABD.nin 6 trilyon doları boşa harcadığını söylemişti ama İran için seçenekleri çok sınırlı; yaptırımlar işe yaramıyor, bölgede İran değil ABD izole oluyor, bozucu faaliyetler (renkli devrimler, propaganda, siber savaş vb.) İran sınırlarından içeri girmiyor. 
ABD-İran çatışması ani bir kaza veya kriz ile başlayabileceği gibi büyük olasılıkla Batının planlı ve gittikçe şiddeti artan bir kriz yönetimi ile tırmandırılacak tır. Konvansiyonel savaş için büyük bir İran provokasyonu gerekli ki, BM Güvenlik Konseyi.nden bir karar çıkarsın. Bu provokasyon tuzağına İran.ı düşürmek için deniz yolları üzerinde bir saldırı komplosu düşünülüyor. Her gün birbirine çok yakın geçen bu gemilerin arasında bir olay çıkması ve gerilimin tetiklenmesi çok zor değil. İşin komik yanı ABD Savunma Bakanı James Mattis yakın zamanda bunu denedi ama İranlılar Amerikalı askerleri gemilerine alıp, geri gönderdiler. İran bir muz cumhuriyeti değil, bu yüzden daha saldırgan bir yöntem denenecek. 

Donald Trump, başkan seçilir seçilmez İran.ı 29 Ocak 2017 tarihinde yaptığı 
balistik füze testinden dolayı ateş ile oynamakla tehdit ederek, bütün seçeneklerin masada olduğunu açıkladı. Trump, İran.ı hedef alırken, ona IŞİD ile mücadelede ve Irak içindeki istikrar için ihtiyacını unutmuş davrandı. ABD, bölgede İran ile gireceği bir vekilli savaşı kazanamayacağını biliyor. Ancak, İran özel kuvvetlerinin tamamını terörist örgüt kabul ederek kendini Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen.de büyük riske sokuyor. Tahran ise Trump.ın tehdidine Körfez.de askeri tatbikat yaparak cevap verdi. Trump yönetimi bununla kalmayıp, İran.ı provoke etmek için yeni yaptırımlar başlattı. İran.a göre, BM GK 2231 (2015) sayılı kararı balistik füze testlerini yasaklamıyor. 

Gelişmeler üzerine İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İran.ın davranışının 
cezasız kalmayacağını söylerken, İngiltere Başbakanı Theresa May İsrail.e destek verdi. Bu savaşta, ABD için Rusya.nın desteği ve müdahalesinin önlenmesi en kritik kriz yönetimi sorunlarından biri olacaktır. Dış politikada baskıyı sevmeyen Ruslar, her an kendi planları için harekete geçebilir, Suriye.de olduğu gibi oyunu bozabilirler. Trump.ın başından beri Ruslara olan yakınlığı ve beklentisi küresel konularda özellikle İran konusunda alacağı desteğe yöneliktir. ABD, Rusları ürkütmeden İran ve Kafkasya.ya sızmaya çalışmaktadır. 

 İranlı Kürtlerin bu savaşı bağımsızlık için bir fırsat olarak göreceklerinden emin 
olan ABD, onları Irak sınırına komşu bölgelerin kontrol edilmesinde kullanmayı 
planlıyor. Afganistan sınırında ise 2001.de Taliban.a karşı ABD.ye yardım eden Tacik gruplardan istifade edilecek. Türkiye.nin Kürt gruplara hassasiyeti bilindiğinden İran Azerbaycan.ında bir görev ile telafi edileceğiz. Tabii bizden önce Suriye.de olduğu gibi Ruslar gelip yerleşmezse ya da „çıkın. demezse. ABD, Körfez ülkeleri ve Mısır.ın koalisyonda yer alacağını düşünüyor. ABD unsurları karaya çıkıp, belirli bir bölgeyi kontrol altına aldığında; İran, gönüllülerden oluşan Besiç unsurları ile gerilla savaşı başlatacaktır. Quds kuvveti unsurları ise diğer ülkelerdeki (Irak, Suriye, Afganistan, Bahreyn, Lübnan ve Yemen) Amerikan hedeflerine saldıracaklardır. 

 ABD Kara Kuvvetleri, Irak ve Afganistan.ı kontrol etmek için müttefikler 
bulmuştu. Yaklaşık 80 milyonluk İran.ın zor coğrafyasının tamamını kontrol etmek çok pahalı çünkü çok fazla sayıda personel ve kaynak ayırmak gerekiyor. Bu masraf, 10 yılda Irak ve Afganistan.a harcanandan çok daha fazlasını gerektiriyor. Bu yüzden, ABD Kara Kuvvetleri.nin Hürmüz Boğazı bölgesi, İran-Irak sınırı boyunca ve İran.ın petrol bölgesi olan ve genellikle Kuzistan eyaletinde kullanılması düşünülüyor. Körfez ülkelerinin hemen kuzeyinde olan Kuzistan, genellikle Şii Arapların yaşaması nedeni ile bazen Arabistan olarak adlandırılıyor. Bu nedenle, 1980.deki savaş esnasında Irak.ın ana hedefi olmuştu. Kuzistan, İran.ın ekonomik kalbi ve ülkenin geri kalanından en büyük dağ grubu olan Zağros Dağları ile ayrılıyor. Amerika, burayı kontrol ederek hem yüksek araziden faydalanmayı hem de hava üstünlüğünü sürdürmeyi ve daha önemlisi petrole el koymayı hesaplıyor. 

 İranın öngöreceği barış koşulları şu şekilde öngörülebilir; bütün Batılı güçlerin 
bölgeden ayrılması, Suudi petrol ve gaz üretiminin azaltılması, Hürmüz Boğazından geçen tankerlerin İran.a geçiş ücreti ödemesi. İran, böylece Suudi Krallığı.na ve Körfez İşbirliği Konseyi.ne gerekli darbeyi vuracağını düşünmekte dir. İran, Körfez Savaşı.na bakarak yabancı güçlerle işbirliği yapan ülkeleri sonuçlarına katlanmakla tehdit etmektedir. Bu kapsamda, elindeki seçenekler çok sınırlı olmakla birlikte; kitle imha silahı kullanmak, petrol ve doğal gaz hatlarını bombalamak ve özel savaş ile caydırmak olabilir. Bu arada İran.ın İsraile bir nükleer silah saldırısı söz konusu olabilirse de İranlı liderler ABD-Arap koalisyonunu zayıflatmak için böyle bir saldırıya gerek olmadığını düşünmektedir. 


Tablo 2: ABD-İran Savaşı Kriz Yönetimi 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

7 Temmuz 2017 Cuma

Türkiye'nin Geldiği Tehlikeli Dönemeç..




Türkiye'nin Geldiği Tehlikeli Dönemeç..



Doç.Dr.Sait Yılmaz


2002 yılında FETÖ ile birlikte iktidara gelen AKP, Aralık 2015‟te yolları ayrılana kadar başta Atatürkçü kesimler ve Ordu olmak üzere Cumhuriyet rejimizin temel değerlerine ve kurumlarına (hukuk, eğitim, medya vd.) büyük zarar verdi. PKK terör örgütü ile bölünme pazarlıkları yaparken, Sünni mezhepçi gündem ile Irak‟ta Barzani‟ye göz yumdu, Suriye‟de iç savaşın ana sorumlusu oldu. Başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin Ortadoğu Projesinin aktörü olayım derken, çevremizdeki terör bataklığının, harita çalışmalarının hedefi olduk. Temmuz 2015‟de Ankara, tekrar PKK terörü ile mücadele sürecine dönerken, ABD‟ye İncirlik açıldı ve IŞİD‟a karşı koalisyona katılındı. O tarihten beri ABD‟nin arkasında olduğu bu iki terör örgütü Türkiye‟yi intihar saldırıları ve iç savaş senaryoları sürekli kaos içinde tutuyor. ABD ve AB‟nin bu iki terör örgütüne verdiğin desteğin arkasında bir yandan içeride Ankara‟yı PKK ile tekrar masaya oturtmak, diğer yandan Suriye ve Irak‟ta devam eden harita çalışmalarına müdahil olmamıza engel olmak var. 

Yakın zamana kadar Esat-Rusya-İran cephesine karşı ABD-S.Arabistan ve Katar ittifakının yanında olan Ankara, ABD‟nin oyununu nihayet görünce taraf 
değiştirmek zorunda kaldı.Hep söylediğimiz gibi ABD‟nin başından beri önceliği Suriye değildi. Türkiye, Halep sevdasında iken onların hesabı Irak ve Suriye arasında yeni ülke inşaları yapmaktı yani adına Kürt koridoru ya da ikinci, üçüncü İsrail dediğimiz devletçikleri kurmaktı. Kasım 2015‟de Rus uçağının düşürülmesi ve Türkiye‟nin Suriye sahnesinin önüne set çekilmesi ABD‟yi çok rahatlatmıştı. Ankara, bir kez daha tüm söylediklerini inkâr edip Rusya‟ya yanaştı ve ona teslim oldu. 

Gelinen aşamada Erdoğan rejimi hem ABD‟nin hem de AB‟nin şantajı ve kuşatması altındadır. Bu merkezlerin Türkiye üzerinde kontrollü kaos yaratmaya 
yönelik kriz yönetimi devam ediyor. Ama Erdoğan‟ı şimdilik düşürme niyetleri yok çünkü şantaja açık hali ile hem Batı hem de Rusya Federasyonu için 
istediklerini yaptırmada çok elverişli bir konumdadır. Kıbrıs görüşmeleri bu şantajın altında yapılmaktadır. ABD ve AB‟nin ne yapmak istediğini biliyorsunuz da, Türk kamuoyu Rusya Federasyonu‟nun neler peşinde olduğunun pek farkında değil. Rusya, ABD ve AB‟den sonra Türkiye‟nin kapısındaki üçüncü şantajcı ülkedir. 

Hesaplarını Türkiye‟ye göre değil, Batı ile paylaşım savaşında çıkarlarını maksimize edecek bir plan üzerinde yürütmekte ve Erdoğan‟ın ne düşündüğü umurunda bile değildir. Bu makalenin konusu da Suriye ve Irak‟taki muhtemel gelişmeler ışığında Türkiye‟nin iç politikasını neler beklediği olacak çünkü dış politikamız bu gelişmelere bağımlı haldedir.

Suriye’de bizi bekleyenler..

Yeni ABD başkanı Trump için özel bir Suriye politikasından önce Rusya Federasyonu ile aralarında küresel seviyede sorunların ele alındığı ve pazarlıkların yapıldığı bir çerçeve anlaşması önce gelecektir. Bu çerçeve, Ortadoğu‟nun kime ve nasıl bırakıldığı üzerinden bir siyasi plan ortaya çıkaracak. Muhtemelen Trump ve Putin arasında; Irak, YPG/PKK ve IŞİD ile mücadele parametreleri üzerinden pazarlıklar yapılacak ve bir anlaşmaya varılacak. Örneğin ABD askerlerinin çekilmesi karşılığı IŞİD ile mücadelenin Rusya inisiyatifine bırakılması, YPG/PKK‟ya özerklik ve Irak‟taki diğer düzenlemeler konusunda çerçeve bir anlaşma yapılacak. Şu aralar gündemde olan Astana Süreci aslında Halep‟in Esat‟ın eline geçmesi sonrası Suriye‟nin batısındaki cephenin yeniden düzenlenmesi, bunun için de ateşkes sağlanması ile ilgilidir. Rusya bir yandan İran‟ı, diğer yandan İdlib‟e toplanan Sünni cihatçıların hamisi konumuna soktuğu Türkiye‟yi gemliyor. İran, Rusya‟nın kendisinden çaldığı Esat‟ın kurtarıcısı rolünden oldukça rahatsız. Türkiye ise Rusya‟ya yanaşırken, Suudi Arabistan ve Katar ile sahada yürüttüğü ittifakı çelişkiye giriyor. Suudi Arabistan ve Katar‟ın elindeki tek koz ateşkesi bozmak ve Astana‟ya çağrılmadıkları için bunu kullanıyorlar. Suudi Arabistan ve Katar‟ı asıl çıldırtan ise Astana‟ya Mısır‟ın çağrılması; Rusya, bölgesel müttefik ağını genişletiyor, Mısır ile Arap cephesini bölüyor.

Astana‟dan bir siyasi çözüm ve harita çıkması mümkün değil. Bu tür beklentiler Cenevre‟de BM gözetiminde yapılacak ve ABD‟nin de katılacağı görüşmeleri 
bekliyor. Astana‟da ise Rusya, Türkiye ve İran‟a kendi dış politikasının 93. Maddesini dayatıyor. Yani konuyu BM çerçevesi içinde ABD ile pazarlığa bırakmak, Türkiye gibi bölge ülkelerinin özel gündemlerini tartışma dışında tutmak. Rus dış politikasının 94. Maddesi ise sırada bekliyor; “bölgedeki Kürtlerin haklarının korunması”. Esat‟ın Astana‟da her şeyi konuşuruz mesajı önemli çünkü bu mesaj Türkiye‟ye “sana güvenmiyorum, seninle YPG/PKK‟yı konuşmam, müzakere etmem” diyor. Esat da Türkiye‟den intikam almak için YPG/PKK‟ya özerklik veren Rusya ve ABD‟nin bulduğu federasyon formülüne sıcak davranıyor. 

Bu Esat için bir zorunluluk çünkü Suriye‟de gelinen noktada ülkenin doğusunu kurtarması için yeterli gücü yok. Önceki yazımızda ABD ve Rusya Federasyonu 
arasında Suriye‟nin geleceği konusunda bir plan olduğunu söylemiştik ama pek inanan olmamıştı. Şimdi sıkı durun; Rusya Federasyonu ve Esat rejimi, 
YPG/PKK‟ya özerklik sözü verdi. Bu uzun zamandır bahsettiğimiz Trump ve Putin arasında yakında atılacak adımların da ön habercisidir.


YPG/PKK için özerklik planı.. 

Önümüzde henüz uzun bir süreç var ve şimdilik federasyon veya YPG/PKK‟nın ne olacağı çok önemli değil çünkü henüz sahadaki farklı öncelikler devam ediyor. Rakka, El Bab ve IŞİD‟in yok edilmesi konuları çözülmeden bir barış anlaşması ortaya çıkmayacak ve YPG/PKK konusu da hep ötelenecek. Peki, bizi bekleyen askeri senaryolar neler? En başta da söylediğimiz gibi Rusya kendi çıkarlarının peşindedir; Türkiye kapısına gelmiştir ve o da bu durumu kullanmaktadır. 

Türkiye, Fırat Kalkanı ile ara bölgeye bir siyasi planı olduğu için girmedi. Rusya istediği için onların vekâlet savaşını yapıyoruz. 

Girdiğimiz bataklıkta şimdilik El Bab çukuruna saplandık ama çıkışımız gene Rusya‟nın işaretine bağlı. El Bab‟ı ele geçirsek de döneceğiz, bölgeyi Esat ve 
Hizbullah‟a teslim edeceğiz. Diğer önemli bir ihtimal ABD ve Rusya anlaştığında bölgenin IŞİD‟tan temizlenmesinde Türkiye‟ye Rakka hedefi gösterilebilir. 

Yani Mehmetçik bu sefer Rakka yollarında şehit olurken, Türkiye‟de de bombalar patlamaya devam edecek ama sonuçta gene ABD-Rusya planına hizmet 
edeceğiz. Erdoğan şu an Putin‟in İdlib şantajında; burada 7 örgüte ait 60 bin İslamcı savaşçı hala Ankara‟nın hamiliğinde. Rusların aklında bunları El Bab 
bölgesine nakledip, IŞİD‟a karşı savaştırmak var 1

Rakka‟nın ele geçirilmesinde ise ya YPG/PKK ya da Türk askeri kullanılacak. Putin başta olmak üzere Rusya‟yı yönetenler, Ortadoğu‟nun siyasi haritasının 
yeniden çizilmesinde sadece kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Rusya, biri Sünnilerin liderliğine oynayan, öteki ise Şiiliğin tartışılmaz lideri olan bölgenin en önemli iki devletini yanına alarak, Irak ve Suriye‟yi de onlara ekleyerek, Mısır‟ı da bu cepheye katarak bölgede cihatçı terörizme karşı kara gücü sorununu çözerken, Batılılar için de bu zemini ortadan kaldırmaktadır. Rusya şimdilik YPG/PKK konusunu görmezden geliyor gibi yapmaktadır. El Bab ve Rakka‟dan sonra sıra YPG/PKK konusuna çözüme gelecektir. 

PKK‟yı terör örgütü olarak tanımayan ve Rojava‟da üsleri olan Rusya‟nın PYD ile Esad arasında „gevşek bir federasyon‟ üzerinden anlaşma sağlamaya yönelik 
çalışması var 2. 

Bu durumun, Türkiye‟nin NATO ile olan ilişkisinin bitmesinden tutalım, Türkiye‟nin görmekten hoşlanmayacağı aktörlerin, mesela PYD‟nin, daha fazla 
güçlenmesine kadar varabilecek sonuçları olabilir. Türkiye artık bölgede bir özne olmaktan ziyade nesne olmaya başlıyor. Özetle, Türkiye‟ye 2012 yılından beri 
Suriye‟de neden olduğu kanlı çatışmaların hesabı pahalıya ödetilecektir.

Irak Cephesi.. 

Ankara‟nın Türkmenler, Kerkük ve Musul sorunu umurunda değil. İç kamuoyuna yönelik Irak‟ın kuzeyindeki PKK varlığı ve özellikle ikinci Kandil olan PKK‟nın Sincar kantonu gündeme getiriliyor. Sincar ile sanki her şey bitecek. Başika‟daki Türk askeri varlığının hedefi zaten PKK değil, İran‟a karşı Sünni İslamcı yetiştirmekti. Barzani ise bize petrolünü satmak için her zamankinden daha fazla bize muhtaç ve memurlarının maaşını Türkiye‟den aldığı para ile ödeyebiliyor. Buna rağmen bağımsız devlet hayali için gün sayan Barzani karşısında Ankara, petrol satışı ve kaçak ekonomi gibi sığ bakışını aşamadı çünkü “Sünni Barzani Şii Türkmenlerden iyidir” kafası değişmedi. Ancak, Rusya ile yakınlaşma Irak ile de ilişkilerde de kendini gösterdi ve artık Erbil‟e gitmek için önce Bağdat‟a gitmek gerektiğini öğrendik. Barzani ile ilişkilerin bölgesel dengeler nedeni ile bozulması çok yakın hatta eli kulağında diyebiliriz. 

Barzani‟yi Irak‟ın kuzeyindeki dengelerde, Şii ve Sünni Araplar ile ilişkilerinde iyi günler beklemiyor. Başbakan Binali Yıldırım ile Irak Başbakanı Haydar el 
İbadi arasındaki görüşmelerde beklendiği gibi; Türkiye ile Irak arasında hiçbir ciddi sorunun olmadığı söylendi ve iki ülkenin terörizme karşı mücadelede 
işbirliğinden, karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesinden söz edildi. Başika, Telafer, Musul vb. konularda hiçbir gelişme yok. Tek olumlu gelişme Bağdat ile diyalog 
kapısının açılması oldu. Irak‟taki gelişmelerde AB-Rusya anlaşmasını bekliyor. Trump, Suriye‟ yi verip, Irak‟a ağırlık verebilir ya da isteklerini söyleyip iki 
ülkeyi ve IŞİD‟ı Rusların inisiyatifine bırakabilir. Irak ile ilgili önümüzde önemli gelişmeler olacak. En önemlisi, ABD ve İran arasında gerilim artacak,  
bunun için özellikle İsrail‟in bastırdığını anlamak güç değil. 

Bu gerilim Irak‟a da yansıyacak, bu yüzden gittikçe yalnızlaşan İran gibi Bağdat yönetimi için de Türkiye kapısı daha önemli hale geldi. Türkiye‟de patlayan 
bombaların asıl amacı da zaten Irak‟a müdahil olmamızı engellemek. Irak‟ın kuzeyine 2006‟dan beri kara harekâtı yapılmıyor, hava harekatı ile harcanan 
mühimmata yazık oluyor. 

İç ve dış Politika Çelişkilerimiz.. 

Türkiye‟nin bugün uyguladığı dış politikanın önceden düşünülmüş bir çerçevesi ve hedefi bulunmamaktadır. Dış politika, iç politika parametreleri üzerinden 
kamuoyuna mesaj vermeye yönelik olarak fırsatçı ve pragmatik bir anlayışla günü kurtarmaya yöneliktir. Ne Erdoğan‟ın kapsamlı bir dış politika yürütecek 
kadrosu var ne de kendi özel gündemi nedeni ile başkalarını dinlemeye tahammülü bulunmaktadır. 

Suriye ve Irak‟ta yanlış işlere bulaşmamız bize iç politikada sürekli kaos ve istikrarsızlık ile ödettirilmekte, Ortadoğu denkleminin dışına itilmekteyiz. 
Yeni Ortadoğu‟nun Kürtlerle ilgili planı Türkiye‟den de bir şeyler koparmak niyetinde olduğundan, iç savaş senaryoları artık günü birlik provokasyonlarla 
tetiklenmeye çalışılmaktadır. Ekonomiden, intihar bombacılarına, büyükelçilerin öldürülmesinden yeni suikastlara her türlü provokasyona açık bir ülke haline 
geldik. Hemen güney sınırlarımızda oluşan kangrenli bölgeler ve büyük bir İslamcı potansiyeli taşıyan göçmen nüfusun etkileri ülke istikrarsızlığın kaynağı olarak önümüzdeki on yıllara damga vuracaktır. 

Ülke Önümüzdeki iki ayı Başkanlık sistemi tartışmaları ile geçirecektir. 

Erdoğan‟ın aklında Büyük Türkiye ya da 2023 veya 2053 hedeflerinden öte tek bir şey var; kendisini kurtarmak. Başkanlık sisteminin ona en az 13 yıl belki de 
18 yıl daha (son yılında erken seçime gidilirse) güçlü ve korumalı bir şekilde iktidar olma imkânı sağlayacağını düşünmektedir. 

Bütün gücün tek insana bırakıldığı bir sistemde anayasanın, tıpkı Abdülhamit döneminde olduğu gibi bir hükmü yoktur. Yani şu an Türkiye‟yi bekleyen yeni 
anayasa değil, gerçek bir anayasamız olacak mı daha da açıkçası anayasasızlık tartışmasıdır. Erdoğan bize Osmanlının eyalet modelini örnek gösteriyor ve 
Kürtleri böylece özerk eyaletlerle kontrol edeceğini sanıyor. Ülkeye Suudi Arabistan modelini getirmek istiyor yani din devleti ile ülkeden aklın ve bilimin 
önceliğinin yerine din kitaplarını koymak istiyor. Aklında 2023‟de Cumhuriyet rejiminin tasfiye ederek, gerici akımların 100 yıllık öcünü almak, sonra da 
Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte Sünni eksen kurmak hatta birleşmek var. Bütün bunların yapılması sadece anayasa ve değerlerin dönüştürülmesi ile olmaz; kurumlar da yeniden yapılandırılmalıdır. Erdoğan, FETÖ bahanesi ile kendi darbesine devam ediyor; - TSK.nın mevcudu yarı yarıya (330 bin) azaldı, kurmay subayların hemen hemen tamamı hapse atıldı, laik subay temizliği son hız devam ediyor ve hükümetin askerleri (Tanrı Generaller) artık Genelkurmay 
Başkanı‟ndan emir almıyorlar, gidip Cuma günleri Meclis‟teki siyasi amirleri ile görüşüyorlar. - İstihbarat ve polislerin hafızasının yok edilmesi ve 
dönüştürülmesi zaten uzun zamandır devam ediyordu; AKP polisi 250 bin mevcuda ulaştı ve hala Erdoğan‟ın koruma ordusu için özel harekât polisleri sınavları bitmek bilmiyor. 

İstihbarat yapılanması ise Abdülhamit‟in muhbir teşkilatına dönüşüyor. - Hukuk ve eğitim içler acısı üstelik artık bunlarla Türkiye yürümez diyenler son 
15 yılda ülkeyi bu hale getirenler. Tutuklu asker, polis, kamu çalışanı gibi hâkim ve savcıların sayısı da on binlere ulaştı. Üniversiteler, medya yani tüm 
özgür düşünce sindirildi. FETÖ ile mücadele, Türkiye‟yi dönüştürme işinin örtüsü oldu. Ak MİT, Ak Polis ve Ak Jandarma‟dan sonra Ak Ordu‟ya gidiyoruz. 
Eğitim, hukuk ve medyadaki operasyonların nedeni başta laiklik olmak üzere Atatürk‟ün kurduğu Cumhuriyetin tüm ilke ve kurumlarının toptan tasfiyesi 
için hafıza kaybı yaratmak ve dönüşümün sorunsuz yürümesini sağlamaktır. 

Sonuç; büyük travmaya doğru.. 

Bununla beraber halkı en çok endişelendiren ekonomi; artan döviz ve beklenen büyük devalüasyon. İnsanlar paralarını dolara yatırıyor, paralarını bankada 
tutmak istemiyor ve kaçacak ülke arıyor.

Türk ekonomisi aslında 2013 yılında kâğıt üstünde battı ama %40 kayıt dışı ekonomi ve nereden geldiği belli olmayan paralar ile bugüne kadar ayakta 
duruyordu. Para çoktan bitti, ekonominin birkaç ay daha iyi gösterilmesi yani referanduma kadar ayakta kalması lazım. Bunun için anayasa görüşmeleri 
son sürat gidiyor. Ekonomi için en büyük tehlike ülkenin öngörülemez geleceği yani siyasi belirsizlik. Bu belirsizliğin dönemeçlerini ve ülkeyi bekleyenleri 
sıralayalım;

- Önümüzdeki 10 gün içinde TBMM‟de yeni anayasa görüşüldükten sonra eğer 330 tekrar bulunursa iki aylık referandum süreci başlayacak. - 
İki ay sonra referandumda da anayasaya kabul çıkarsa başkanlık sistemi gelecek. Bu süre zarfında ülkede belirsizlik devam edeceği için döviz yükselmeye, yatırımlar beklemeye devam edecek. Eğer başkanlık sistemi kabul alırsa artık ülke demokrasiden otoriter bir rejime geçtiğinden Batıdan bir yatırım beklenemez. 

Yani asıl çöküş sonra başlayacak ama kimin umurunda. Başkanlık sistemi referandumda hayır alırsa bu durumda erken seçim gündeme gelecek ve Erdoğan bu sefer 400 milletvekilini bulmaya çalışacak yani belirsizlik devam edecek. Peki, bütün bunlar olurken, muhalefetin durumu nedir? Aslında bugün CHP diye bir parti yok. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli Erdoğan‟a hizmet eden ayrı birer sürüm ve birbirlerini tamamlıyorlar. Kılıçdaroğlu, Erdoğan için daha kıymetli çünkü laik tabanı onunla kontrol ediyor yani Atatürkçü kesimi CHP üzerinden oyun dışı tutuyor. O yüzden güvenliği (!) çok önemli. 

Bahçeli ile MHP Türkçü değil, İslamcı bir parti oldu ve AKP ile hemen hemen aynı tabana hitap ediyorlar. MHP parti olarak AKP‟nin kötü bir kopyası olmaya 
çalışıyordu şimdi tamamen yolları birleşti. Başkanlık görüşmeleri esnasında bir HDP milletvekilinin MHP sıralarındaki Bahçeli‟ye hitap ile “Bu ülkeyi size 
böldürtmeyeceğiz” demesi durumu özetlemektedir. Neden böyle diyor çünkü ülkenin geldiği aşama nihayetinde bir dinci-laik çatışmasına gitmektedir. 
Son yıllarda pek çok Kürt vatandaşımız dincilik ile kandırıldı ve onlar için seçenek zaten bölücülük değil, sekülerlik tarafıdır. Başkanlık rejimine geçilmesi ile 
birlikte Türkiye olarak büyük bir travma yaşayacağız. Laik Kürt ve Alevi vatandaşlarımızın tutumu bu travmanın şiddetini belirleyecektir. Ya Cumhuriyet 
değerlerini savunanlar işi dış güçlere bırakmadan milli bir çözüme gidecek ya da bu ülke Arabistan gibi 50-60 sene kadar teokrasiye mahkûm olacaktır. 

Seçimimiz dini otorite ile demokrasi arasında olacaktır. Laiklik olmadan demokrasi olmaz. Bu sadece din ve devlet işlerinin ayrılması kavgası değildir. 
Akılcılık ve bilimi yani Atatürk‟ün seçtiği yolu tekrar rehber edinmek için mücadele vermektir.


DİPNOTLAR;
1 İlhan Çaralan, Rusya'nın gölgesinde Irak-Türkiye ilişkileri, Evrensel, (05 Ocak 2017).

2 Burak Bilgehan Özpek, “Türkiye, Rusya‟nın PYD ile Esad arasındaki olası „federasyon‟ anlaşmasından haberdar mı?” Gazete Karınca, (05 Ocak 2017).



***

Transatlantik ilişkiler ve Ortadoğu’nun NATO’su..


Transatlantik ilişkiler ve Ortadoğu’nun NATO’su..


Doç.Dr.Sait Yılmaz

06 Haziran 2017


Transatlantik kavramı, siyasi jargonda daha çok Atlantik Okyanusu‟nun iki kıyısında bulunan Kuzey Amerika ile Batı Avrupa‟yı bir arada tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Transatlantik ilişkilerin tarihi olarak, ABD‟nin İngiliz propaganda mekanizmasının etkisi ile Birinci ve İkinci Dünya Savaşları‟na girmesi hatta finanse etmesi gösterilebilir. Bu ilişkilerin günümüzdeki kurumsallaşmış güvenlik yapısı, 70 yıldır Kuzey Atlantik İttifakı yani NATO olageldi. NATO savunma örgütü olmaktan çıkıp, güvenlik örgütüne dönüşmüştü. Şimdi ise küresel işler peşine düşmek için kurgulanıyor; yeni konseptin adı “küresel gözetleme, lokal çatışma”. ABD, Rusya‟yı ürkütmeden dağıtmayı planlıyor, İran ve Kafkasya ile ilgili planları iyice hızlandı. Ancak, NATO çok önemli değişimlerin ortasında iken Transatlantik ilişkiler, Trump ile kırılma noktasına geldi. Bu makalede, Atlantik‟in iki kıyısında yakın zamanda neler olduğunu ve son bölümde bunun Ortadoğu ve Türkiye‟ye yansımalarını sorgulayacağız.

Atlantik ilişkileri ve NATO..

Yüzyıldır Atlantik‟in iki kıyısındaki think-tank merkezleri Transatlantik ilişkileri ayakta tutmak için proje üretiyor. ABD ve Batı Avrupa‟nın ticareti yıllık 770 milyar dolar civarında, 40 milyon kişiye istihdam sağlıyor ve karşılıklı yatırım 2 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Bununla beraber, ABD artık güvenlik ve ekonomi gerekçeleri ile Asya-Pasifik eksenine kaymayı hesaplıyor. Ortadoğu‟daki 22 Arap ülkesinin milli gelirleri toplamı bir İspanya etmiyor ve bu ülkelerin toplam ekonomik değeri “1” birim kabul edilirse, Avrupa 500, Asya-Pasifik ise 1500 değerinde, bu da ABD‟nin eksen kayması hesabını doğruluyor. ABD‟nin yeni başkanı Trump, daha seçim döneminde Avrupalı müttefiklerinin Amerikalıların vergilerini harcadığını aşağılayıcı ifadelerle kendine malzeme yapmıştı. 1980‟lerde NATO savunma harcamalarının %40‟ını Avrupalı müttefikleri yaparken, bugün bu oran %20‟ye düştü. 1999 yılında NATO‟da görevli iken Avrupa Komutanı Amerikalı Orgeneral Wesley Clarck‟a “NATO varken, ABD‟nin neden Avrupalıların ayrı bir savunma yapısı kurmalarına müsaade ettiklerini” sormuştum. Cevap gayet sade idi; savunma masraflarını paylaşmak için bir adres istiyorlardı.

NATO içinde ABD, her zaman hâkim konumda oldu. NATO‟nun esası şudur; ABD, tehdidi yani düşmanı ve buna karşı koyması gereken kuvvet yapısını ve kabiliyetleri belirler ve diğerleri de boşlukları doldurur. Bu yüzden, ABD‟nin belirlediği İran, siber güvenlik, uzay veya küresel terörizm gibi NATO‟ya mal ettiği tehditler Türkiye için de geçerlidir. Bu tehditlere karşı koyması gereken askeri uzman ve kabiliyetler de zaten parayı veren Amerika‟da vardır. Şimdi ABD, bunları “ben sizin için yapıyorum” diyerek daha çok para vermemizi istiyor. Aslında NATO ve AB‟nin savunma kanadı arasında birbirini tamamlayıcı olma temennisinin ötesinde gizli bir rekabet hep oldu. Bir yanda ABD ve İngiltere, NATO‟yu ön planda tutmak için AB‟yi işleyemez hale getirmeye çalıştı. Türkiye‟nin AB üyesi olmasına verdikleri destek de bu planın bir parçası idi. Almanya ve Fransa‟nın direksiyonda olduğu AB kanadı ise NATO‟nun içine tüm Doğu Avrupa ülkelerini doldurarak, onu hantallaştırdılar. NATO, bir dev ve 27 cüceden kurulu bir ittifaktır. Libya‟da harekâtta kullanılan yakıtın %80‟den fazlası ABD tarafından sağlandı. Bütün emirler de ABD‟li komutanlara aitti. Sadece 8 NATO üyesi ülkenin hükümeti uçaklarına bomba atma izni verdi.

NATO’da neler oluyor?

NATO, 1990‟lardan sonra stratejik derinlik konusunda Rusya‟nın aleyhine saldırgan bir şekilde genişledi. Rusya ise Almanya ve Fransa‟ya yanaşarak Atlantik zincirini bölünmüş tutmaya çalıştı. 1993‟deki Budapeşte Anlaşması‟na göre Ukrayna ve Gürcistan bu genişlemenin dışında tutulacaktı. Ukrayna‟nın NATO‟ya girmesi Rusya için stratejik iki açıdan kabul edilemezdi. Öncelikle, Karadeniz‟de Rus donanması için tek uygun yer Kırım-Sivastopol idi. Yani Kırım olmadan Rus donanması Karadeniz‟de yaşayamaz. Rusların 70 km.lik Karadeniz kıyılarında liman yapmak için uygun bir yer yoktur. Diğer neden ise Ukrayna‟nın doğusu ile Moskova arasındaki mesafe 450 km.dir. Yani buraya yerleştirilecek NATO füzelerinin kısa menzilli olanları bile Rusya‟ya rahatlıkla vurabilirdi. Mişa pençeyi vurdu, Kırım‟ı ilhak etti, Doğu Ukrayna‟da ise örtülü işgal devam ediyor. Ruslar buna iyi hazırlanmışlardı; Gürcistan‟da 2008‟de olduğu gibi 2014‟de ABD yani CIA, Ukrayna‟da tuzağa düştü.

ABD, Ukrayna‟da askeri seçeneği göze alamadı çünkü çıkarları hayati değildi ama ekonomik yaptırımlara başladı. NATO ise Rusya‟yı tekrar tehdit listesine aldı yani artık Soğuk Savaş‟a döndük. Nitekim geçen yıl Münih Güvenlik Konferansı‟nda konuşan Rusya Başbakanı Medvedev, “2016'da mıyız yoksa 1962'de mi?" diye sordu ve NATO ile ilişkilerinin yeni bir Soğuk Savaş seviyesine ulaştığını söyledi. 

NATO‟nun gücü; prestiji, savunma garantisi ve caydırıcılığından gelmekte idi ama şimdi Rusya karşısında Doğu Avrupalı üyeleri bunu sorguluyor. NATO‟nun Batı Avrupalı üyeleri gereğinde kullanılmak üzere jenerik planlar ile yetinmek isterken, Doğu Avrupalı üyeleri Rus tehdidi karşısında daimi kuvvet bulundurmayı ve daha fazla Amerikan askeri istiyor.
BM gibi NATO da ABD‟nin hegemonik işlerine siyasi örtü sağlıyor. Ancak, NATO‟yu iyi günler beklemiyor, havası kaçmış NATO, eski NATO değildir. Geçen ay, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg her ne kadar “NATO artık modası geçmiş değil” dese de durum iyi değil. NATO içinde ülkelerin çıkarları çok farklı. Bir ülkenin desteklenmesi için NATO‟nun desteğine ihtiyaç olduğunda „dayanışma‟ sıkça unutuluyor. Böyle durumlarda tıpkı Doğu Avrupa ya da Türkiye‟de olduğu gibi ABD‟nin doğrudan devreye girmesi gerekiyor. Melez Savaş ve siber güvenlik gibi yeni tehditler de ABD kabiliyetlerine bağımlıdır ve ittifakın hassas taraflarıdır. Eğer bir NATO üyesi saldırıya uğrarsa ittifakın tüm ülkelerinin Madde 5‟in uygulanmasına onay vermesi de kolay gözükmemektedir. Ülkeler için akıllıca olan kendi savunmanı başkasına bırakmamaktır. Akıllı savunma konsepti ise her ülkenin silah alımında kendi yolunu izleme fırsatı verdi.

Transatlantik kırılma..

Önce AB içinde son 20 yılda neler olduğunun bir özetini yapalım. AB üyesi ülkeler savunma masraflarını ABD‟ye yükleyerek, ekonomik gelişme yolunu seçtiler. Bugün birkaç ülke dışında AB üyesi ülkeler, Soğuk Savaş zamanında kalma, çöp ordulara sahipler. ABD‟nin stratejik ulaştırma ve istihbarat kabiliyetleri olmadan bağımsız harekât yapma kabiliyetleri çok sınırlıdır. AB içinde 2008‟e kadar ülkeler önem derecesine göre beş halka içinde gruplanmıştı. Çekirdek ülkeler Almanya, Fransa ve İngiltere idi.
- İngiltere, zaten ABD‟nin AB içindeki Truva Atı ve küresel kirli işler ortağı oldu. İngiltere, Almanya varken AB içinde kendine bir lider rol göremedi, parasını 1 koyup 30 alacağa işlere harcamak için yön değiştirdi. AB için fatura ödemek istemiyor, üstelik, imparatorluk kültürü sömürmeyi ve çalmayı gerektirir.

- Fransa ise Akdeniz ve Afrika‟daki oyunları için uzun zamandır ABD ile stratejik işbirliği içindedir. Fransa, derin sosyal ve ekonomik krizde ve birlik içinde kalmak zorundadır. Bu yüzden, küresel sermayenin adamı yeni Cumhurbaşkanı oldu.
- Almanya‟ya gelince; NATO içinde sert gücün parçası olmak yerine AB içinde yumuşak gücün lideri olmayı seçti. Almanya artık NATO‟da kritik kadrolar yerine AB içinde Maliye Bakanlığı ve ekonomi ile ilgili önemli konumları elinde tutuyor.
Başından beri Avrupa Birliği‟ni oluşturan mantık şu idi; ailenin babası Almanya parayı kazanacak, diğerlerine parayı dağıtacaktı. 

Kuzeydeki ülkeler Protestan ahlakına sahip olduğu için mali disipline uydular ve sorun çıkmadı.

 Ama güneydekiler, hırsız politikacılar tarafından yönetildiği için hepsi paraları çarçur etti. Düşünün, geçen yıl AB‟den milyarlarca Avro altyapı fonu alan Bulgaristan‟da bütün para iki kişinin özel hesabına gitti. Özetle, Avrupa Birliği, Avrupa Birleşik Devletleri olmak yerine Alman İmparatorluğu‟na doğru gidiyor.
Yakın zamanda kadar ABD‟nin Avrupa üzerindeki etkisi ekonomi ve askeri ittifakın karşılıklı yararları üzerinden yürütülürdü. Şimdi ise uzun yıllardır ABD‟nin Avrupa‟dan kovulmasını isteyen Rusya‟nın hayalleri gerçek oluyor. Nitekim Alman başbakanı Merkel, geçenlerde Bavyera‟da yaptığı konuşmada; ABD, İngiltere ve Rusya ile ilişkilerin öneminden bahsettikten sonra “Avrupalıların artık kendi yollarını kendi elleri ile çizmesi” gerektiğinden bahsetti. Merkel, “başkalarına dayandığımız günler geride kaldı” demeyi de ihmal etmedi. Bunun gerisinde Almanya‟nın artık bir küresel vizyonu olduğu saklıdır. NATO‟nun ilk Genel Sekreteri Lord Ismay, 70 yıl önce şöyle demişti; “Ruslar dışarıya, Amerikalılar içeriye, Almanlar aşağıya”. Şimdi Alman başbakanı Merkel, Amerikalıların artık içeride olmadığını ve Almanya‟nın Avrupa ile birlikte daha bağımsız bir rol alacağını söylüyor.

Trump ve Ortadoğu NATO’su..

Trump‟ın siyasi eğilimi kendi ekibince “İlkeli Realizm (Principled Realizm)” olarak adlandırılıyor. Realizm, dış politikada gerçekçiliğe dayanır ama Trump‟a göre dünya sahte işlerle dolu ve kendi gerçeklerine dünyayı ikna etmek, bunlarla etkilemek istiyor. Trump ile ilgili en büyük endişe duyulan alan, Transatlantik ilişkilerin geleceği üzerine. Trump Realizmi, ABD‟nin en büyük ittifakı olan NATO‟nun meşhur 5. Maddesini reddediyor, NATO‟nun yeni ülkelerinin başbakanları ile görüşmeye tenezzül etmiyor. İsveçlilerin akşam yemeğinde horlayarak uyumalarına neden oldu. Almanlar ile görüşmelerini ise “çok kötü” diye tanımladı. NATO ittifakının iç dengelerini yok sayan Trump, 25 Mayıs 2017‟deki NATO Zirvesi‟nde Avrupalı müttefiklerden savunma harcamalarını GDP‟lerinin %2‟sinde tutma yükümlülüklerini gündeme getirdi. Bu yükümlülüğü yerine getiren ülkeler sadece Estonya, Polonya, Yunanistan ve İngiltere‟dir. NATO ülkelerinin savunma harcamalarını artırmaları için öncelikle bunu gerektiren ulusal vizyonları ve siyasi iradeleri olması lazım.

Önceden beri ABD‟nin bir Ortadoğu NATO‟su kurma vizyonu biliniyor. ABD ve İsrail‟in İran‟a yönelik planları uzun zamandır üzerinde çalışılan proje ve Trump‟ın Suudi Arabistan‟a sattığı silahlar bunun bir aşaması. Suudiler, rüşvet olarak ABD‟deki altyapı şirketi Blackstone‟a 20 milyar dolar fon sağlayacaklar. “Önce Amerika” sloganı ile gezen Trump, İsrail‟de ne işgal edilen Filistin topraklarından ne de iki devletli çözümden bahsetti. Bugünlerde Katar ile ilgili gelişmeler gündemde. Katar, Müslüman Kardeşler (Hamas dâhil) ve (Suriye, Libya ve Afganistan‟daki) El Kaide bağlantılarını destekliyor. Taliban‟ın bile Doha‟da diplomatik misyonu var. S.Arabistan‟ın Katar‟dan farkı Müslüman Kardeşleri kendine tehdit görmesi ve İsrail ile arasının iyi olması. CIA, Suriye‟de İsrail, Ürdün ve S.Arabistan ile birlikte çalışıyor.

Katar olayının arkasında ise Rusya ile yakınlaşması ve Türkiye‟nin aracı olduğu, içinde İran‟ın da bulunduğu Astana Süreci‟ne dayalı Suriye‟de ortak çözüm arayışı var. Her şey Rusya‟nın, yakın zaman önce Rosneft‟in %20‟sini Katar-İsviçre ortaklığına satması ile başladı.

Batı ve Türkiye..

Türkiye‟nin Batı ve özelde NATO ilişkileri tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. 70 yıldır, Türkiye‟nin kontrolsüz güç kullanması ve çevresinde bağımsız politika izlemesi istenmedi. Bugünlerde, Batılı başkentlerde, Türkiye‟nin ne düşman ne de müttefik olduğu, yayılmacı politika izlediği düşünülüyor. Türkiye‟nin son yıllarda Avrupa içinde Diyanet İşleri Başkanlığı‟nın kolları üzerinden bir istihbarat kurgusu oluşturduğu deşifre edildi. Almanya ile istihbarat savaşımız devam ediyor ama detaylarını yazamıyoruz. NATO‟da hazırlanan bazı senaryolar Türkiye‟yi hedef gösterdiği için veto ediyoruz. Bazı ülkeler ile sorunlarımız nedeni ile NATO tatbikatlarını bloke ediyoruz. Bu yüzden, “oybirliği” sistemini kaldırmayı sık sık düşünüyorlar. NATO‟da çalıştığım yıllarda “sessizlik süreci” diye bir şey vardı. Verilen süre içinde bir ülkeden ses çıkmayınca bu “olumlu cevap” kabul edilirdi. Batı ise şimdi Türkiye‟ye şöyle bakıyor; “ses yok, demek ki haberler iyi değil”. Türk yetkililerin geçen ay ABD‟de ilişkileri yeniden kurgulama gayretleri bile karşılık bulmadı, çok iyimser bulundu. ABD, Ortadoğu‟daki çıkarlarını korumayı ve IŞİD ile mücadeleyi Ankara‟nın istediği biçimde yapmayı istemiyor. Daha da kötüsü ABD, Türkiye‟yi kendi politikalarının önündeki ana engel, hatta bozucu olarak görüyor. Ama Batılıların unutmaması gereken bir nokta var; Esat ve IŞID‟a sonunda ne olursa olsun, sonrası Washington‟dan çok Ankara‟nın inisiyatifinde olacak.
Türkiye ve ABD arasında ortak bir vizyon sağlayacak stratejik yapışkan bulunmuyor. Çıkarlarımız Karadeniz, Irak, Suriye ve bölücü terörle mücadele de çakışıyor. Görünen o ki Türkiye, Rusya ve Araplarla flört etmeye devam edecek ve Batıda iç sorunlarımız nedeni ile gündemde olacağız. Anlattıklarımızın çoğu işlerin görünen yüzü, karanlık yüzünde ise Türkiye‟nin göremediği pek çok konu var ve geç kalınıyor. Sorunun temeli ne Batılıların PKK ya da FETÖ konusunda Türkiye‟ye dost davranmaması ne de Türkiye‟yi Batı kampında görmek istememeleri. 

Sorun 70 yıldır olduğu gibi bizim vizyonsuzluğumuz ve devlet adamlarımızın kalibresi ile alakalı. 

Türkiye‟de Deniz Bölükbaşı, Onur Öymen gibi devlet adamları çok az yetişiyor. Yetişenler de iktidarların ideolojik seçimlerinin, ayak oyunlarının ya da çarpık terfi sistemlerinin kurbanı oluyor. Devlet adamlığı üç şeyin iyi yönetimi demektir; kaynak, ulusal çıkar ve algı. Bunları beceremiyoruz. Örneğin şu an Batılı merkezlerde geleceğin savaşlarını senaryoları kapsamında tatbikatlar yapılıyor. Bu tatbikatların yazarları arasında en çok tarihçiler ve bilim adamları var. Türkiye‟de Üniversitelerin tarih bölümleri kapatılırken, Batıda emekli askerler; tarihçi, sosyolog ve antropolog rolünde yeni gerçekler yazıyor. Türkiye‟yi yönetenler şunu iyi bilmelidir; güç bir amaç değil araçtır, bu yüzden “nasıl”ı beceremiyorsunuz. 

Eğer sübjektif hedefler peşinde iseniz, en doğru yaptığınız işler bile size yanlış sonuçlar verir. 

Başınız beladan kurtulmaz.


***

29 Mart 2017 Çarşamba

Türk Ekonomisinde Deniz Bitti..


Türk Ekonomisinde Deniz Bitti.. 

Doç.Dr.Sait Yılmaz 

Gerek Başkanlık referandumu sonrası ülkeyi neler beklediği gerekse Türk 
ekonomisi ile ilgili muamma insanları derin endişeye sevk etmiş durumda. 
Uluslararası ilişkiler uzmanı olmama rağmen, son yıllarda ekonomik konulara da 
ilgimiz ister istemez arttı. Öte yandan, Türk ekonomisinde neler olduğunu anlamak için uzman olmaya da gerek yok. Zaten Türk ekonomisini şu aralar Merkez Bankası’nın uzmanları da yönetmiyor. Demek istediğimiz hem bu işler sandığınız kadar karışık değil ve hem de para politikaları asıl sahibine (TC Merkez Bankası) bırakılmadığından yani siyasi müdahalelere tabi olduğundan ekonomi daha kötüye gidiyor. Türkiye’de neden döviz sıkıntısı yaşandığını anlamak için; döviz krizinin nereden nereye geldiğini ile ilgili gelişmelere ve para piyasasının nasıl işlediğine biraz vakıf olmak yeterli. 2002 yılının sonunda yani AKP’nin iktidara geldiği en çalkantılı zamanda Türkiye’nin Uluslararası Döviz Yükümlülüğü (döviz alacakları ile vereceklerinin farkı) eksi 80 milyar dolar idi. 15 yılda bu fark 360 milyar dolara yükseldi. Buna özelleştirme ile 55 milyar dolara satılan Cumhuriyet’in kamu varlıklarını da koyun, rakam 400 milyar doları aşıyor. Hükümet, kamu borçlarının eskiye nazaran azaltıldığını söylese de bu borç özel sektör üzerinden yapıldı. 

Peki, bankalar neden dövize ihtiyaç duyuyor ya da döviz ihtiyacı arttı? Bir 
örnek verelim; onca köprüden sonra şimdi de üçüncü havalimanı yapılıyor ve devlet bu projeyi yap-işlet-devret metoduyla ihale ediyor. İhaleyi alan bu parayı bankadan istiyor, banka da uluslararası piyasadan döviz karşılığı temin ediyor. Hükümet, “devlet kasasından bir kuruş çıkmadı” diyor ama bankanın borcu bu sistemden karşılanıyor. Vatandaşın köprülerden geçiş parası bankalara gidiyor, banka ise zamanında döviz bulabilmek için Merkez Bankası’na başvuruyor. Merkez Bankası piyasaya bankalar üzerinden Türk Lirası verir ve bunun için üç koridor kullanır; 

 - Haftalık repo koridoru; Faiz oranı %8 olarak belirlenmişti, bu aynı zamanda 
resmi para politikasının faizidir. Yani TL almak isteyen bankalara haftalık %8 faizle borç verilmekte ve bankalar borçlarını bununla kapatmaktalar. Bu faiz oranın artması dolara olan talebin düşmesine yol açar 

 - Gecelik borç; Merkez Bankası, bankalara bu kanalla kullandığı gecelik 
paraya %8.5 faiz uygulamakta ve bankalardan yaptığı alımlarda ise %7.25 
uygulamaktaydı. 

 - Geç (Late) borçlanma koridoru ise; Bankaların hesapların kapandığı 16.00-
17.00 saatleri arasındaki günlük para hesaplarını dengede tutmak için, istediği 
borçlara uygulanır. Merkez Bankası %10 faiz ile borç verir, %0 faiz ile fazla parayı alır. 

 Bundan yaklaşık 10 gün önce, dolar 3.94 TL’ye yükselmişken, Merkez 
Bankası’nın ilk koridorda faiz oranını artırıp, doların TL karşısında değerini düşürmesi bekleniyordu. Ancak, Erdoğan’ın siyasi müdahalesi ile bir ve ikinci koridorlar kapatıldı ve bankalara sadece üçüncü koridordan %10 faiz ile borç alma yolu bırakıldı. Bankalara zorla dayatılan bu faiz oranı ile dolar bir süre düşüşe geçti. 24 Ocak 2017 günü Merkez Bankası, ikinci koridordaki %8 faizin üst limitini %9.25’e, üçüncü koridordakini ise %10’dan %11’e çıkardı. Ancak, karar alındığında 3.73’de olan dolar kuru bugün 3.85’e kadar çıktı. 

 Sonuç olarak, Erdoğan’ın (bağımsız olması gereken Merkez Bankası’nın değil) 
müdahaleleri ile sistem hep tersine işliyor. Yapılması gereken (eğer işi bu kapitalist sistem oyun içinde oynamaya devam etmek istiyorsanız) birinci koridorda faizi yükseltmek ve bu işi teknik olarak yapması gereken Merkez Bankası’na inisiyatif vermektir. Kapitalizm budur, seni borç vererek öldürür. Gelinen aşamada bankaların, iş adamlarının ve tasarruf sahiplerinin sisteme güveni kayboldu. Herkes dolara yükleniyor çünkü büyük köprü, yol vb. büyük projelere girenler, döviz üzerinden borçlandılar ve bunlara likidite lazım. İş adamları, ham maddeyi dövizle getiriyor ve önünü göremediği için döviz stokluyor. Döviz değerinin arttığını gören bireysel tasarruf sahipleri de o yöne kayıyor. İşin kötü yanı sürekli borç alarak tutunmaya çalışanlar, bir süre sonra borçlarını çeviremez hale geliyorlar. 

Hükümet, umutsuzca doları olan talebi azaltmaya çalışıyor. Ekonomi için asıl 
tehlike ise ülkenin siyasi durumundaki belirsizlik çünkü sistemin işlemesi için dış 
yatırım, dışarıdan döviz gelmesi lazım. Eğer referandumdan “hayır” çıkarsa erken seçimlere yani Ekim 2017’e kadar belirsizlik devam edecek. “Evet” çıkarsa Kasım 2019’daki başkanlık seçimlerine kadar ülke gündemi yeni Anayasa düzenlemeleri ile meşgul edilecek. İç ve dış istikrarı olmayan, döviz sıkıntısı yaşanan bir ülkeye dış yatırım gelmesi zor. Bakın henüz dış güçlerden bahsetmedik çünkü henüz devreye girmelerine gerek kalmadı ama çok hassas bir çizgide yürüdüğümüz belli yani her an hesapları değişebilir. Bu belirsizlik ve kriz ortamı zaten Erdoğan’a yarıyor, ihaleci sermaye ve medya biat ettikçe böyle de devam edecek. Ekonomi mi? Türk ekonomisi aslında 2013 yılında kâğıt üzerinde iflas etti. %40’ı kayıt dışı olan ekonomi bu zamana kadar kaynağı belli olmayan paralar ile idare ediyordu ama deniz bitti. 



***

16 Kasım 2016 Çarşamba

KAMU DİPLOMASİSİ BAŞKA HALKLARA ANGAJE OLMAK , AYAKLANDIRMAK BÖLÜM 2



KAMU DİPLOMASİSİ BAŞKA HALKLARA  ANGAJE OLMAK , AYAKLANDIRMAK 
BÖLÜM 2




Arap Hareketleri ve Sosyal Medyanın Kullanılması 

Tunus yönetimi devrim öncesi 2009 yılında Facebook’u yasaklamak istemiş 
ancak yasaklamanın daha büyük problemler doğuracağı için vazgeçmişti. Tunus’ta facebook’u kullanan 2 milyon kişi vardı. Sidi Bouzid şehrinde Muhammet Bouazizi kendini yakmadan üç ay önce aynı tür olay Monastir’de meydana gelmişti. 

Ancak bu sefer olay filme alınmış ve Facebook’a konmuştu44. Ayaklanma boyunca saldırıya uğrayanların videoları alınarak aynı işler tekrarlandı. Tunuslu blogçu Global Voices’un düşünce direktörü ve Nawaat web sitesini işleten Sami Ben Garbia, devrimle ilgili içeriğin çoğunu facebook’ta yayınlanan medya haberlerinden edindi45. Facebook’tan alınan haberler tercüme edilerek içerik oluşturuldu, Nawaat ve Twitter’a gönderildi. Hikâye edilen haberler twitter üzerinden muhabirlere gelmekte, onlar ise bu videoları Ben Garbia’nın mülakatı olarak uygun yerlere koymakta idi. Twitter kullanımı (ayaklanma öncesi 2000 üyeden sadece 200’ü aktifti) çok az olduğundan onun etkisi daha çok Mısır devriminde görüldü. Tunus’ta ayaklanma öncesi iş ve siyaset dünyasında sınırlı bir kitleye sahipken, elçilik ve kullanılan programlar yolu ile 11 milyon Tunuslu ile angajman kuruldu. Hükümet yerine Tunus sivil toplumuna derin ve geniş şekilde angaje olundu, diğer Ortadoğu ülkelerinde de bu model kullanıldı ve kullanılmaktadır. Yolsuzluklar, enflasyon ve bölgeler arası eşitsizlikler yanında Ben Ali ailesinin tutumu da ayaklanmada etkili oldu. Tunus’ta kullanılan slogan; “Biz yalnız ekmek ve su ile yaşayabiliriz ama Ben Ali’nin iktidar partisi ile değil”46. Kısa sürede sonuç veren ayaklanma sonucu 14 Ocak 2011’de Ben Ali ülkeden kaçarken bir gün sonra yeni başkan ve milli birlik  hükümeti kurulmuştu bile. 

Tunus’taki başarı Mısır’ı tetiklemiş ve 25 Ocak 2011’de 20.000 kişinin toplandığı 
gösteriler tüm ülkeye yayıldı. Mübarek ve Kaddafi cep telefonu mesajları ile 
kendi destekçilerini ayakta tutmaya çalıştılar. Mısır’da gösterilerin detayları facebook, twitter ve eylemcilerin e-mail ile dağıttığı 12 sayfalık kılavuz yolu ile açıklandı. Mısır’da genç bir blogçu olan Khaled Said, Mısırlı polislerin uyuşturucu 
ticaretine katılımını görüntüleyen videoyu paylaşması sonucu polis tarafından işkence ile öldürülmesi neticesi kanlı yüzünü gösteren resimlerin yayınlanması sonrası 1.8 milyon kişinin yer aldığı facebook sitesinde “Hepimiz Halit Saitiz” hareketi doğdu. Halit, Mısır’da ayaklanma örgütlenmek suçundan tutuklanan ve polis tarafından öldürüldüğü söylenen genç bir iş adamıdır. Elebaşlarından biri olan Mısırlı muhabir ve blogçu Mona Eltahawy, Washington’daki Center for International Media Assistance ve NED ile işbirliği yapıyordu. 28 Ocak’ta Mübarek, tüm internet bağlantılarını kesince devreye Obama girdi ve ifade özgürlüğü için ülkenin internet bağlantılarını açmasını istedi47. 


44 Beaumont, Peter: The truth about Twitter, Facebook and the uprisings in the Arab world, The Guardian, Friday (25 February 2011). 
45 GGGhannam, Jeffrey: ibid. (2011). 
46 Larbi, Kaouther: Resignations rock Tunisia government, Agence France-Presse (AFP), (18 Jan. 2011), 
http://www.google.com/hostednews/afp/article/ALeqM5gb0nwSPbPnzoNk93IDUimkVbhrow?docId=CN 
G. 364de1da251ab2f76e561bcf4a3dce18.7c1, (Accessed 13 Dec. 2011). 


İnternet hizmetinin açılması ise ölüm öpücüğü yani rejimin sonu oldu. Obama, 2009 yılında Kahire’de yaptığı meşhur konuşmada boşuna “internet özgürlüğü”ne odaklanmamıştı. Mübarek gösterilere karşı koymaya çalışsa da 11 Şubat’ta istifa ederek iktidarı orduya devretti. Mübarek ve oğulları çeşitli nedenlerle suçlanarak, hapse konuldu48 . 

Mübarek’in düşüşünden birkaç gün sonra Libya’nın ikinci büyük kenti Tripoli’de 
olaylar başladı. Libyalı aktivistler, Mısırlılardan sim kartlarını alarak dinlemeye 
takılmadan görüşme yolunu seçtiler49. Bütün devrimlerde komşu ya da bölge 
ülkelerden (Türkiye de dahil) pek çok aktivist, blogçu vb. kişilerin de bu eylemlere destek olmak için yırtındığını unutmayalım. Facebook ve Twitter’da rejim muhalifi blogçular ayaklanmaları şiddetlendirmek için çalışıyor, uluslararası sistem ise sorun çözüyor ve bu kişileri yerel baskılara karşı korumaya çalışıyordu. Facebook, Twitter ve YouTube’un video ve medya savaşına en büyük katkılardan biri de Batılılar tarafından yönetimi ele geçirilen El Cezire televizyonu oldu. Halkın bir kesimi “bu bizim devrimimiz” diye videoları Facebook’a koyarken, Batılılara bunu dünyaya pazarlamak kalıyordu. Sosyal medya sitelerinde protestoculara yapılan baskılar ile ilgili grafikler, hastanede kan arayanlar ve gösteriler ile ilgili görüntüler ya da interneti bloke edilenler için uluslararası yardım telefon numaraları yayınlandı. Libya’da isyana Ulusal Geçiş Konseyi liderlik etti ve NATO müdahalesi ile desteklenen ayaklanmacılar 20 Ekim’de Kaddafi’yi katletti ve rejim el değiştirdi. Libya’ya ziyaret ettikten iki gün sonra Kaddafi’nin hunharca öldürülmesinin ardından ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın tepkisi ise şu sözler oldu; “geldik, gördük, öldü”. 

Bahreyn’de Şubat 2011’de meydana gelen ve Sünni iktidarı Şii çoğunlukla karşı 
karşıya getiren ayaklanmaların nedeni baskılar ve ayırımcılık idi. Bahreyn’de siyasi ve sivil toplum grupları 2000’li yılların ikinci yarısında güçlendiler. Bunlar arasındaÖzgürlük ve Demokrasi İçin El-Hak Hareketi, İnsan Hakları Bahreyn Merkezi isyanda önemli rol oynadı50. Ancak, konu İran’a karşı Suudi Arabistan ve ABD’nin çıkarları olunca ne demokrasi, ne özgürlükler kaldı. Kral Hamit’inyardım isteği üzerine Suudi Arabistan’ın liderlik ettiği Körfez İşbirliği Konseyi kuvvetleri tarafından ayaklanma bastırıldı51. Ayaklanmanın bastırılmasına ABD ve İngiliz özel kuvvetleri başta olmak üzere Batılıların gizli güçleri yardım etti ve üzeri örtüldü. 

Bahreyn hariç diğer Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerindeki ayaklanma girişimleri 
sınırlı seviyede kaldı. 

47 Los Angeles Times: Eg ypt may have turned off the Internet one phone call at a time, Center for International Media Assistance CIMA Research Report: Social Media in the Arab World, (January 28, 2011), http://latimesblogs.
latimes.com/technology/2011/01/egypts-internet-blackout-unprecedented. html (accessed January 29, 2011). 
48 Dalacoura, Katerina, (2012). The 2011 uprisings in the Arab Middle East: political change and geopolitical implications, International Affairs 88: 1, p.63–79. 
49 Beaumont, Peter: ibid, (2011). 
50 International Crisis Group, (2012): The Bahrain revolt, On the Bahrain Centre for Human Rights, p. 16. 
51 ICG, Popular protest in the Middle East and North Africa (III): The Bahrain revolt, Middle East report 105 
(Brussels: ICG, 2011), pp. 2–9; ICG, Popular protest in the Middle East and North Africa (VIII): Bahrain’s 
rocky road to reform, Middle East report 111 (Brussels: ICG, 2011). 


Suudi Arabistan’ın doğu vilayetleri ve bazı büyük şehirlerindeki 
protestolar ise erken safhada hapishaneler doldurularak bastırıldı52. Kasım 
2010’da Suudi Arabistan hükümeti ahlaki nedenlerle facebook’u yasakladı ama 
başka şebekeler devreye girince işe yaramadı. Yemen’de ise Başkan Ali Salih’e yönelik olarak muhalif partiler tarafından gençler kullanılarak başlatılan protestolar 3 Haziran’da Salih’in, Ben Ali gibi Suudi Arabistan’a kaçmasına neden oldu. Salih, siyasi iktidarı devretmeyi kabul ederek 23 Eylül’de ülkeye döndü. 

Cezayir’de 1990’larda bir iç çatışma travması yaşanmıştı ama Ocak 2011 ayaklanmaları bu ülkeye sıçramadı. Lübnan, Irak ve Filistin bölgeleri kendi dertlerinedüştüğünden diğer Arap ülkelerindeki gelişmelere seyirci kaldılar. Fas ve Ürdün’deise ayaklanma girişimleri monarşilerin reform sözleri ile yatıştırıldı. Başta Ürdün olmak üzere bazı ülkeler sosyal medya ile ayakta kalabildiler yani bu vasıtalarıkendi lehlerine çevirmesini bildiler. Ürdün’ün dijital bakanları ve Twisit (Twitter ve Visit Karışımı) olarak nitelenen Kraliçe Rayna’nın yürüttüğü kampanyalar rejimi hayatta tuttu. Artık pek çok Arap liderin Facebook sayfası ve profil sayfaları var. Suriye liderleri de bu şekilde davrandı ancak rejimin gitmesi için çoktan karar verilmişti. ABD’nin sessiz ve gölgede kalmaya seven diplomatlarından Robert Ford, Suriye ile ilgili planın yürürlüğe konmasında kilit rol oynadı. Suudiler, Obama’nın Mübarek’i ve diğer dost saydıklarını kolayca harcamasını korku ile izlediler. 
Ancak konu Bahreyn’deki Şii ayaklanması olunca ABD hemen 5. Filosunu yanaştırdı. 
ABD’nin diğer bir endişesi Yemen’de El Salih’in düşüşünün ülkede El Kaide’yi 
canlandırması ihtimali idi. Ancak, ABD’nin Ortadoğu’daki yakın dostlarıSuudi Arabistan, Ürdün, Türkiye ve hatta Mısır ile ilişkileri halen çok iyi durumdadır 
ve böylece Irak, Afganistan-Pakistan konularına odaklanma önceliği devam 
etmektedir. 

Suriye’de Mart 2011’de Dera’da başlayan ve İslamcı ve Kürtler gibi bazı azınlık 
gruplarının arkasında olduğu ayaklanmalar hükümetin etkili mücadelesi karşısında şimdiye kadar bir sonuca ulaşamadı. ABD, bu işte politika ve strateji belirliyor, internet özgürlüğü ve alt yapısı sağlıyor, dışişlerinin alandaki memurları ise vatandaş muhabirlerle insan hakları raporları yazılmasından hapse girenler için baskı yapılmasına kadar pek çok işe müdahil oluyorlardı. İnternetin kontrollü olması nedeni ile önce Şam’daki bazı internet kahvelerine gençler çekilmeye çalışıldı 53 . 

Eylül 2010’da iki Suriyeli öğretmenin öğrencilerini dövdüğünü gösteren bir video 
paylaşımı ile (videoyu gönderen Fransız muhabir Claire Duffett idi) kriz çıkarılmaya çalışıldı ama yönetim derhal iki öğretmeni işten kovdu. Robert Ford, Haziran 2011’de Hama’ya yaptığı ziyaret esnasında göstericiler tarafından zeytin dalları ile karşılanırken, hükümet yanlıları Şam’daki ABD büyükelçiliğinin camlarını kırıyordu. Uluslararası Kriz Grubu’ndan Robert Malley gezi ile ilgili olarak müdahalenin zamanının geldiğini ve etkili yöntemler bulunması gerektiğini söylüyordu. 

52 Amnesty International: Saudi Arabia: protesters and reformers targeted in name of security, (1 Dec. 2011), 
http://www.amnesty.org/en/news/saudi-arabia-protesters-and-reformists-targeted-name-security- 2011-12
01, (accessed 13 Dec. 2011). 
53 Duffett, Claire: Facebook, banned in Syria, is widely used—even by the government, Christian Science 
Monitor, (November 18, 2010). http://www.csmonitor.com/World/Global-News/2010/1118/ Facebook
banned-in-Syria-is-widely-used-even-by-the-government (accessed December 3, 2010). 


Suriye rejimi ise Ford’un ziyaretini iç işlerine müdahale olarak görüyordu. Bu geziden aylar sonra Dışişleri Bakanı Clinton, Suriye rejiminin meşruiyetini kaybettiğini açıklayarak düğmeye bastı. Müteakiben BM Güvenlik Konseyi’nden ABD elçiliğine ve benzer şekilde Fransa elçiliğine yapılan saldırılar ile ilgili kuvvetli suçlamalar içeren ifadeler çıktı. Suriye hükümeti geri adım attı ve elçiliğe saldırdığı iddia edilen kişileri tutuklayarak daha iyi güvenlik sözü vermiş oldu. 

Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Hukuk 

11 Eylül 2001’den beri Amerikan üst düzey diplomatları kamu diplomasisialanına daha görünür ve tek taraflı bir şekilde müdahil olmaktadırlar. Örneğin 
2009 yılında Pakistan’ı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın geleneksel diplomatik faaliyetlerin ötesine çıkarak kamu diplomasisi gösterisine dönüşen ziyaretinde resmi görevlileri bırakıp medya temsilcileri, üniversite 
öğrencileri, meclis üyeleri, iş adamları ve sivil toplum mensupları ile bir araya 
geldi. Aynı şey sık sık Türkiye’de ABD veya Avrupa Birliği adına geldiğini söyleyen yabancı diplomatların Güneydoğu Anadolu’ya yaptığı ziyaretlerde de görülmektedir. 
Diplomatların kamu diplomasisi işlerine girişmesi ev sahibi ülkede süratle 
ilişkilere zarar verici ve kabul edilemez bir durum ortaya çıkarabilir. Bir taraf diğer ülkenin halkını kendi değerlerini, politikalarını yaymak için etkilemeye çalışırken ve bunun için pek çok program ve yöntem geliştirirken ev sahibi ülkenin yönetimsel egemenliği risk altındadır. Kovboy diplomasisi ile ev sahibi ülkenin protokol kuralları aşılarak eleştirilmesi, kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi ve bunun kitlesel medya ile yapılması kolay kabul edilir bir olgu değildir. Bu durum diplomatların Viyana Konvansiyonu’nun 41. Maddesinde yer alan bulundukları topraklardaki yükümlülüklerine de uygun değildir54 . 

Geleneksel diplomatlar, bulundukları ülkelerde kendi ülkeleri hakkında ihtiyatlı 
bir şekilde davranırlar. Kovboy diplomatların ülkelerinin değer ve gururunu 
öne çıkarırken, diplomatik protokolü aşarak ev sahibi ülke egemenliğe zarar verme riski fazladır. 1961 tarihli Viyana Diplomatik İlişkiler Konvansiyonu’nun 41. maddesi, yabancı ülkelerde görevlendirilen geleneksel diplomatların görevleri birbiri ile ilgili olsa da kamu diplomasisi alanından ayrı tutulmasını öngörmektedir.
Özetle, kamu diplomasisi faaliyetlerinin dışarıda meşruiyet sorunu vardır ve pek 
çok Batılı ülke ve kuruluş bunu göz ardı etmektedir55. Kamu diplomasisinin amacı her ne kadar yabancı ülkelerdeki bireyleri ve kuruluşları bilgilendirmek ve angaje olmak şeklinde tarif edilse de gerçek işlevi hedef ülkelerde toplumsal irtibatlar kurmak ve doğrudan etki kabiliyeti kazanmaktır. Kamu diplomasisi, basitçe, bir hükümetin başka bir ulusun halkını ve aydınlarını, bu ulusun politikalarını kendi avantajına döndürmek amacıyla etkilemeye çalışmasıdır56. 

54 Alam, Shahidul, (2011): Stretching the Parameters of Diplomatic Protocol: Incursion into Public Diplomacy, 
Independent University, p.34. 
55 Melissen, Jan: Beyond the New Public Diplomacy, Netherlands Institute of International Relations ‘Clingendael’, 
(Ekim 2011). 

Kamu diplomasisi yolu ile hedef ülkelere karşı oynanan oyunun ana teması rejiminin otoriter olması, daha az işbirlikçi bir ülke olması, temel hak ve özgürlükler ile ilgili eleştirilerdir. 
Bunlardan kurtulmanın tek çaresi Batının çıkarlarına hizmet etmek ve işbirliği yapmaktır. Böylece kamu diplomasisi (sert güçle) savaşa başvurmadan rejim değiştirme vasıtası haline gelmiştir 57 . 

Hâlbuki 1961 Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi diplomatik ilişki ile verilen 
imtiyaz ve dokunulmazlıkların (anayasal düzen ve sosyal sistemlerine bakılmaksızın) ülkeler arasında dostça ilişkiler kurulmasına yönelik olduğunu 
söylemektedir. Nitekim son yıllarda ülkelerin iç işlerine demokrasi ve özgürlük 
getirmek bahanesi ile yapılan müdahaleler “egemenlik” kavramının yeniden ele 
alınmasına neden oldu. Devam eden üç tartışmanın ilki egemenliğin değişen doğası, ikincisi Libya’da BM’nin kuvvet kullanılmasına izin vermesi, diğeri ise ABD ve diğer ülkelerin Ortadoğu’da özellikle Suriye, Yemen ve Bahreyn’de ki çatışmalara müdahil olmasına ilişkindir. Egemenliğe bir şekilde müdahaleye savunanlar diğerlerini “yeni orta çağcılar” olarak damgalarken, uluslararası hukukun sadece hükümetlere değil vatandaşlara da haklar verdiğini ve uluslararası politikada yeni aktörler olarak bu amaçla kurulmuş teşkiller olduğunu söylemektedir. Ancak, vatandaşlar uluslararası sistemde öncelikle kendi hükümetleri tarafından temsil edilmektedir. Egemen devlet olmak uluslararası sistemde hukuken resmen tanınmanızın aracıdır. Uluslararası hukuk bu nedenle egemenliğin koşullarını yeniden ele alarak vatandaşlarını koruma yükümlülüğünü de (R2P) ele almaktadır. 
Ancak, bugün R2P, güçlü devletlerin zayıf olanlara müdahale ya da işgal etmesinin vasıtası haline geldi. 

Türkiye ve Kamu Diplomasisi 

Kamu diplomasisi bugünkü pek çok eksiğine rağmen Türkiye için yeni bir olgu 
değildir. Türkiye’de ülke markasının geliştirilmesi 1923 yılında Atatürk ile birlikte müthiş bir atılım içine girdi. Yeni alfabe, yeni kıyafet tarzı, laiklik gibi yenilikler ülke imajını değiştirdi. Anadolu Ajansı ve (şimdiki adı ile) Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü daha 1920 yılında kurulmuştur. Bugün siyasal bilgi lendirme çabaları Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü gibi kamu kurumları tarafından gerçekleştirilen resmi bilgilendirme etkin liklerini içermektedir. Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Anadolu Ajansı, Başbakanlık Tanıtım Fonu ve çalışmanın niteliğine göre diğer kurumlar da kamu diplomasisi faaliyetlerine katılmaktadır. 2010 yılında kurulan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, Türkiye’nin doğru ve etkin bir şekilde tanınması ve bilinmesi için kamu kurumları ile sivil örgütlenmeler arasında koordinasyonu sağlamakla görevlidir. 

56 Potter, Evan, (2002). Canada and the New Public Diplomacy, Netherlands Institute of International Relations, s.3 
57 Henrikson, Alan K.: ibid., (2006). 

Türk kamu diplomasisi faaliyetlerine ilişkin bahsedilmesi gereken en önemli 
kurumlardan biri Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA)’dır. Başta Türk dilinin konuşulduğu ülkeler ve Türkiye’ye komşu ülkeler olmak üzere, gelişme yolundaki ülkelerin kalkınmalarına yardımcı olmak, bu ülkelerle; ekonomik, ticari, teknik, sosyal, kültürel, eğitim alanlarında işbirliğini projeler ve programlar aracılığı ile geliştirmek amacıyla 1992 yılında kurulmuştur 58. Gerek TİKA, gerekse Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün mevcut konjonktürde etkili olduğu söylenemez. Bunun temel nedeni ise Türkiye’nin kamu diplomasisi anlayışındaki eksiklikler, ülkenin bir kamu diplomasisi politika ve stratejisi olmaması kadar hükümetin ideolojik yaklaşımları ve dış politika tercihlerindeki çarpıklıklardır. Uygulanan dış politikanın yanlış bir yörüngeye oturtulması, ülke gerçeklerine ve çıkarlarına uygun olmaması halinde kamu diplomasisinin de beklenen sonucu alması mümkün değildir. Türkiye’nin yumuşak gücünün temel dayanaklarından en önde geleni onun modernleşme ve Batılılaşma tecrübesidir. Bu güç mevcut hükümet tarafından Osmanlı mirası olarak algılanarak, İslam dünyası odaklı Yeni Osmanlıcı anlayış iç ve dış politikanın merkezine konmuştur. 

Türkiye, 185 dünya ülkesi içinde nüfus itibarıyla 16’ıncı, toprak büyüklüğü 
itibarıyla 32’inci ve ekonomik gücü itibarıyla 16’ıncı sıradadır. Türkiye’nin sahip 
olduğu yumuşak güç, hem biçimi hem de kapsamı itibariyle diğer ülkelerden farklılıklar arz eder. Üç kıtayı birbirine bağlayan Türkiye, aynı anda bir Avrupa, Asya, Balkan, Kafkas, Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz ülkesidir. Dünya doğal enerji kaynaklarının % 70’i Türkiye’nin etrafında kümelenmiştir. Türkiye’nin bu coğrafyada temsil ettiği değerler, tarihi birikim ve kültürel derinlik, bir tarafta bölge dinamiklerini harekete geçirmekte, öbür tarafta yeni etkileşim alanlarının doğmasına imkân sağlamaktadır. Balkanlardan Ortadoğu´ya ve Asya’nın içlerine uzanan geniş coğrafyada Türklerin, Kürtlerin, Boşnakların, Arnavutların, Çerkezlerin,Abazaların, Arapların, Azerilerin, Kazakların, Kırgızların, Özbeklerin, Türkmenlerin ve diğer etnik grupların ortak paydası, paylaştıkları ve beraber inşa ettikleri tarihimizin mirasıdır. Türkiye; Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’da Türkçe konuşan 260 milyonluk bir nüfusun merkezindedir. Bugün Türkiye bu mirasın merkez coğrafyasını temsil etmektedir. 

Türkiye’de, 34 yaşının altında 35 milyon internet kullanıcısı bulunmakta ve 
bu kişiler internette Avrupa’dan üç kat daha fazla zaman geçirmektedir. Türkiye, facebook kullanımında ilk 5’te, twitter kullanımında ise ilk 10’dadır. Avrupa’da kredi kartı kullanımı ortalama yüzde 50 iken Türkiye’de yüzde 60’dır59. Türkiye hiçbir sübvansiyondan yararlanmayan 200’den fazla televizyon kanalına, 1000’den fazla radyoya, çok başarılı bağımsız prodüksiyon şirketlerine sahiptir. Türkiye’den çıkan yayınlar dil engeline rağmen etrafındaki ülkelerde ilgiyle izlenmektedir. 

58 Bkz. www.tika.gov.tr/TR/Icerik.ASP?ID=23 (erişim 27 Aralık 2009) 
59 Wall Street Journal: Türkiye Büyük Fırsatlar Ülkesidir, Hürriyet, (14.07.2012). 


El Cezire gibi bir kanalın Washington’dan sonra en çok haber yaptığı başkent Ankara’dır. Türk sivil toplum kuruluşları hiçbir devlet desteği olmadan birçok ülkeye çalışmaları için davet edilmektedir60. Bütün bunlar, Türkiye’nin kamu diplomasisini ve yeni dönemin en önemli kavramı “yumuşak gücü” destekleyen unsurlardır. Son yıllarda yapılan bazı Türk kamu diplomasisi faaliyetleri şunlardır; 

-Milli Eğitim Bakanlığı’na ve TİKA’ya bağlı Türkçe Eğitim Merkezleri’nin, 
ikili anlaşmalarla Uluslararası Türk Okullarının kurulması ve Milli Eğitim Bakan-
lığı’nın vermekte olduğu burslar. Türk Hükümeti, ikili anlaşmalar doğrultusunda, 
127 ülkeye ve bazı uluslararası kuruluşlara 2009 sonu itibariyle toplam 1280 burs vermektedir 61 . 

-TRT-6, TRT-TÜRK, TRT-AVAZ, TRT-BELGESEL, TRT-E türkiye televizyon 
yayınları. Türkiye’nin Sesi Radyosu, kısa dalga, uydu ve internet üzerinden 
32 dilde yayın 73 yıldır dış yayın yapmaktadır62. Son yıllarda Türk dizileri, yurt-
dışından büyük talep görmekte, Balkanlar, Türkî Cumhuriyetler ve Arap dünya-
sında yayınlanmaktadır. 

-Almanya, İran, Irak, İsrail, Kuveyt, Suriye, Türkmenistan, Ürdün’de Türk 
Kültür Merkezleri63, 2009 yılında Bosna-Hersek ve Arnavutluk’ta, 2010 yılında 
ise, Mısır, Makedonya ve Kazakistan’da birer Yunus Emre Türk Kültür Merkezi 
kurulmuştur64 . 

-Türkçe şarkı, şiir, konuşma, özel beceri, genel kültür, dil bilgisi gibi 18 farklı 
alanda yeteneklerin sergilendiği Uluslararası Türkçe Olimpiyatları, Uluslar arasıTürkçe Öğretim Derneği (TÜRKÇEDER) tarafından düzenlenmekte dir 65. Türk kökenli ve Türk dili konuşan Türk devletleri ve halklarının birbirlerini daha iyi anlamalarının sağlanması, Türk dili konuşan devlet ve halklarının kültür ve sanatının korunması, yeniden canlandırılması ve gelişmesi yönünde faaliyette bulunması amacıile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) kurulmuştur. 

-Son 5 yılda 33.5 milyar dolar civarında kalkınma yardımı yapılması. Türkiye 
yaptığı bu kalkınma yardımlarının yüzde 44.4’ünü Kafkaslar ve Merkez Asya’ya, 
yüzde 26.8’ini Balkanlar ve Doğu Avrupa’ya, yüzde 24.6’sını Ortadoğu ve Afrika’ya ve yüzde 3.8’ini de Uzakdoğu ülkelerine yönlendirdi66 . 

60 Sanberk Ozdem, Hakan Altınay: Kamu Diplomasisi ve Yumuşak Güç, Sabah Gazetesi, (08 Ocak, 2008). 
61 Milli Eğitim Bakanlığı (2011). http://digm.meb.gov.tr/burs.html. (Erişim Tarihi: 18.03.2011). 
62 TRT (2011). http:llwww.trt.net.tr/KurumsallTelevizyonTanitim.aspx. (Erişim Tarihi: 15.03.2011). 
63 Dışişleri Bakanlığı (2011). http://www.7nfa.gov.tr/turk-kultur-7nerkezleri-turk-dilİ-ve-edebiyati-bolumleri
ve-turkce-egitim-rnerkezleri. tr.mfa. (Erişim Tarihi: 04.04.2011). 
64 Yunus Emre Vakfı (2011). http://www.yunusemrevakfi.com.hi. (Erişim Tarihi: 12.02.2011). 
65 Aydoğan, Bekir: Bir Kamu Diplomasisi Örneği: Uluslararası Türkçe Olimpiyatları, Zaman, (25.06.2011). 
http://tr.fgulen.com/content/view/19436/12/ 

66 Özkan, Abdullah: Türkiye’nin Kalkınma Yardımlarında Kamu Diplomasisi Perspektifi, Kamu Diplomasisi Enstitüsü, 
(Erişim tarihi; 20 Temmuz 2012) 
http://www.kamudiplomasisi.org/index. php?option=com_content 
&view=article&id=97:tuerkiyenin-kalknma-yardmlarnda-kamu-diplomasisi-perspektifi&catid=44&Itemid=73 


- Afrika ile sosyal ve kültürel ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi için TİKA’nın 
sağlık ve temiz su projeleri yanında67, 2000 yılından beri 2000 kadar öğrenciye 
yükseköğrenim bursu verilmiştir. Türk Hava Yolları 2005’ten sonra pek çok Afrika ülkesinin başkentlerine ve diğer şehirlerine seferler düzenlemeye başlamıştır. 
Dış politika tercihlerimiz son on yılda ideolojik nedenlerle Orta Asya’dan Ortadoğu’ya kayarken, TİKA faaliyetleri ise Afrika’ya kaydırılmıştır. Türkiye’nin Ortadoğu’daki imajı ise son Arap hareketlerinde ve füze kalkanı krizinde belirginleştiği gibi ABD’nin taşeronu olma imajından öteye gidememiştir. Yukarıda sayılan kamu diplomasisi faaliyetlerinde İslamcı ve cemaatçi bakış açıları hakim olmuş, seçilen coğrafya ve faaliyetlerin arka planında bu tür amaçlara hizmet edilmesi hedeflenmiştir. 

Büyük potansiyeline rağmen Türkiye, dünyanın en yanlış anlaşılan ülkelerinin 
başında gelmektedir. Türkiye’yi hala işgalci, baskıcı, inkârcı, vs. olarak 
tanımlayan çevreler bulunmaktadır. Türkiye, Kıbrıs sorunu, bölücü terör ile mücadele, Ermeni sorunu gibi çok önemli güvenlik sorununda fikirler savaşını kazanamadığı için başarısızdır. Aynı durum Avrupa Birliği üyeliği sürecinde de 
Türkiye’yi iyi tanıtamamanın faturası olarak ortaya çıkmıştır. Bütün bunların yanında Türkiye’nin politika ve strateji oluşturma alanında yapısal bozuklukları 
devam etmektedir. Türkiye, yumuşak güç konusunda da yanlış bir algılama içinde olduğundan sert ve yumuşak gücünün kombinasyonu olacak akıllı güç geliştirme vizyonuna sahip değildir. Hâlbuki kamu diplomasisi yumuşak gücün bir vasıtasıdır. 
Özetle, devlet adamlarımızın vizyonsuzluğu, politika ve strateji oluşturmada 
yapısal sorunlarımız ve yumuşak güç projeksiyonumuzun olmayışı bu alandaki en önemli sorunumuzdur. 

Sonuç Yerine; Türkiye’nin Yapması Gerekenler 

Türkiye, on yıllardır kamu diplomasisine önem vermemenin getirdiği sorunlarla 
boğuşmaktadır ve bu sorunların en büyüğü yabancı kamuoyu tarafından tanınmamak değil, yanlış tanınmak ve kendini dünyaya iyi ifade edememektir. 
Türkiye’nin kamu diplomasisi imkânlarının neler olduğu, etkili sonuçlar alabilmek için hangi araçları kullanılması ve nasıl bir yol haritası izlemesinin gerektiği gibi konularda bir çalışma yapılması zorunludur. Bu kapsamda, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, medya ve uzmanlardan da destek alınarak “ulusal bir kamu diplomasisi politikası” oluşturulmalı ve Türkiye’nin imajı na yönelik kapsamlı bir stratejisi geliştirilmelidir. Sunmak istenen imaj belirlenmeden önce işe mevcut durumda algılanan imajın ölçülme si ile başlanmalıdır. Etkin bir kamu diplomasisi için öncelikle ülke çıkarlarına uygun, bağımsız düşünebilen, proaktif bir dış politika anlayışı geliştirilmelidir. Ulusal güvenlik, yumuşak güç ve kamu diplomasisi alanındaki bilinçsizlik Türkiye’nin içinde de kötü amaçlı pek çok örtülü kurgunun ülke içinde ve dışında kurgulanmasına imkân sağlamıştır. Bunlar içinde özellikle yabancı TV uzantıları, misyoner radyolar, basın dünyasının her yerini ele geçirmiş etki ajanları, “dünyaya açılıyorum” diye Türk gençliğini ve öğretim üyelerini yabancıların hizmetine açan üniversitelerimiz başta gelmektedir. 

67 Ünver, Can: Türkiye’nin Afrika Açılımı ve Açılımın Kamu Diplomasisi Bağlamında Değerlendirilmesi, (27 Mayıs 2012). 
http://politikaakademisi.org/?p=322 


Sosyal medyanın kontrolsüz bir biçimde büyümesi de tehlikeli bir potansiyel oluşturmuştur. Türkiye’nin de bu süreçte ulusal egemenliğinin kayan parametre lerini yeniden düzenlemeye, ulus-devlet yapısının dokularını yeniden güçlendirme ye ve nihayet Batılı sivil müdahale sistemi ile mücadelede koruyucu bir mekanizmaya ihtiyacı vardır. 

KAYNAKÇA 

Alam, Shahidul, (2011): Stretching the Parameters of Diplomatic Protocol: Incursion into Public Diplomacy, Independent University. 

American Academy of Diplomacy, A Foreign Affairs Budget for the Future: Fixing the Crisis in Diplomatic Readiness, (October, 2008). 
http://www.stimson.org/budgeting/Publications/ Long_Final_11_08.pdf. (Accessed: Sept 21, 2009). 

Amnesty International: Saudi Arabia: protesters and reformers targeted in name of security, (1 Dec. 2011), http://www.amnesty.org/en/news/saudi-arabia-protesters-and-reformists-targeted-name-security- 2011-12-01, (Accessed 13 Dec. 2011). 

Arab Crunch: Facebook Population: Arabic The Fastest Growing, English Falls from The Majority Leader ship, (August 30, 2010). 
http://arabcrunch.com/2010/08/facebook-population-ar abic-the-fastestgrowing-english-falls-from-the-majority-leadership.html (Accessed Dec 11, 2010). 

Arsenault, Amelia, (2009). Public Diplomacy 2.0, in Philip Seib (ed.), Toward a 
New Public Diplomacy: Reinventing US Foreign Policy New York: Palgrave Macmillan. 

Aydoğan, Bekir: Bir Kamu Diplomasisi Örneği: Uluslararası Türkçe Olimpiyatları, 
Zaman, (25.06.2011). http://tr.fgulen.com/content/view/19436/12/ 

Beaumont, Peter: The truth about Twitter, Facebook and the uprisings in the Arabworld, The Guardian, Friday (25 February 2011). 

Comenetz, Jacob: Innovating Public Diplomacy For a New Digital World, The Washington Diplomat, (July 27, 2011). 

Dalacoura, Katerina, (2012). The 2011 uprisings in the Arab Middle East: political change and geopolitical implications, International Affairs 88: 1. 
Dışişleri Bakanlığı (2011). 
http://www.7nfa.gov.tr/turk-kultur-7nerkezleri-turk
dilİ-ve-edebiyati-bolumleri- ve-turkce-egitim-rnerkezleri. tr.mfa. 
(Erişim Tarihi: 04.04.2011). 

Duffett, Claire: Facebook, banned in Syria, is widely used—even by the government, Christian Science Monitor, (November 18, 2010). http://www.csmonitor.com/World/Global-News/2010/1118/Facebook-banned-in-Syria-is-widely-used-even-by-the-government (Accessed: Dec 3, 2010). 

Fitzpatrick, Catherine A: The Net Delusion: The Dark Side of Internet Freedom, 
Foreign Policy , (January 7, 2011). 

Gedminn, Jeffrey and Walter İsaacson: Celebrating 60 Years of RFE, ASPEN Institute, Washington D.C., (September 28, 2010). 

George-Cosh, David: Twitter Plans Arabic website, The National, (November 17, 
2010), http://www.thenational.ae/business/technology/twitter-plans-arabicwebsite (Accessed: Dec 7, 2010). 

Ghannam, Jeffrey: Social Media in the Arab World: Leading up to the Uprisings of 2011, Center for International Media Assistance (CIMA), ( February 3, 2011). 

Ghonim, Wael, (2010). Google Marketing Manager Middle East and North Africa, 
Arab Crunch, http://arabcrunch.com/2010/12/google-mena-ad-spending-isbetween-110-130-million- usd-in-2010-100-million-arab-users-will-be-online-
in-2015.html (Accessed: Dec 12, 2010). 

Glassman, James K., Public Diplomacy in the Twenty-First Century, Interview in 
CFR, (June 30, 2008). 

Glassman, James K.: Under Secretary of State for Public Diplomacy and Public Affairs, “Public Diplomacy 2.0: A New Approach to Global Engagement”, (December 1, 2008). 
http://www.state.goV/r/us/2008/112605.htm (accessed January 
15, 2009). 

Gregory, Bruce, (2008), Public Diplomacy: Sunrise of an Academic Field, Academy of Political and Social Science, SAGE Publications, 
http://ann.sagepub.com/content/616/1/1274. 

Gregory, Bruce. Public Diplomacy and National Security: Lessons from the US Experience, Small Wars Journal, (15 August 2008). 

Henrikson, Alan K., (2006). What Can Public Diplomacy Achieve?, Netherlands 
Institute of International Relations ‘Clingendael’. 

International Crisis Group (ICG), (2012): The Bahrain revolt, On the Bahrain 
Centre for Human Rights. 

ICG, Popular protest in the Middle East and North Africa (III): The Bahrain revolt, Middle East report 105 (Brussels: ICG, 2011); 

ICG, Popular protest in the Middle East and North Africa (VIII): Bahrain’s rocky 
road to reform, Middle East report 111 (Brussels: ICG, 2011). 

Interagency Working Group on U.S. Government-Sponsored International Exchanges and Training, FY2008 Annual Report, Washington, D.C., 
http://www.iawg.gov/reports/inventory/. 

International Institute of Education: International Student Enrollment Increased 
by 5 Percent in 2010/11, Led by Strong Increase in Students From China, 
(November 14, 2011). http://www.iie.org/en/Who-We-Are/News-andEvents/
Press-Center/Press-Releases/2011/2011-11-14-Open-Doors-International-
Students 

Kiesling, John Brady, (2006) Diplomacy Lessons, Potomac Books Inc., Washington 

D.C. Kruckeberg, Dean and Marina Vujnovic, (2005). Public Relations, Not Propoganda, for US Public Diplomacy in a Post-9/11 World: Challenges and Opportunities, Journal of Communication Management Vol.9, No.4, Emerald Publishing Limited. 


Larbi, Kaouther: Resignations rock Tunisia government, Agence France-Presse 
(AFP), (18 Jan. 2011), 
http://www.google.com/hostednews/afp/article/ALeqM5gb0nwSPbPnzoNk93 
ID UimkVbhrow?docId=CNG. 364de1da251ab2f76e561bcf4a3dce18.7c1, 
(Accessed 13 Dec, 2011). 

Laurie, Clayton D., (1996), The Propaganda Warriors: America’s Crusade Against Nazi Germany, University Press of Kansas. 

Lord, Carnes, The Past and Future of Public Diplomacy, ORBİS, Vol. 42, No.1, 
Winter 1998. 

Los Angeles Times: Eg ypt may have turned off the Internet one phone call at a time, Center for International Media Assistance CIMA Research Report: Social 
Media in the Arab World, (January 28, 2011), 
http://latimesblogs.latimes.com/technology/2011/01/egypts-internet-blackout-
unprecedented. html (Accessed January 29, 2011). 

Malin, Carrington: Facebook Reach Beats Newspapers in Middle East & North 
Africa, Press Release, Spot On Public Relations, (May 24, 2010), 
http://www.spotonpr.com/mena-face book-demographics/ (accessed December 
10, 2010). 

MBR Foundation: Arab Knowledge Report 2009, Toward Productive Intercommu
nication for Knowledge, http://content.undp.org/go/newsroom/2009/october/
the-arab-knowledge-repor t-2009-towards-pr oductive-inter com munication-
for-knowledge.en (Accessed Dec 9, 2010) 

Melissen, Jan: Beyond the New Public Diplomacy, Netherlands Institute of International Relations ‘Clingendael’, (Ekim 2011). 

Milli Eğitim Bakanlığı (2011). http://digm.meb.gov.tr/burs.html. (Erişim: 
18.03.2011). 

Morozov, Evgeny: Why Washington’s support for online democracy is the worst thing ever to happen to the Internet. Foreign Policy Magazine, (January-February 2011). 

Morozov, Evgeny: How Much Did Social Media Contribute to Revolution in the 
Middle East? Public Affairs, (Apr/May 2011). 

Nye, Joseph S. and Anne-Marie Slaughter: Report of the Working Group on Foreign Policy Infra structure and Global Institutions, The Princeton Project on National Security, (27 September 2006). http://www.princeton.edu/~ppns/conferences/reports/fall/FPIGI.pdf 

Özkan, Abdullah: Türkiye’nin Kalkınma Yardımlarında Kamu Diplomasisi Perspektifi, Kamu Diplomasisi Enstitüsü, (Erişim: 20 Temmuz 2012) www.kamudiplomasisi.org/index.php 

Posen, Barry R. and Andrew L. Ross, Competing Visions for US Grand Strateg y”, International Security Vol.21, No.3, (Winter 1996-1997). 

Potter, Evan, (2002). Canada and the New Public Diplomacy, Netherlands Institute of International Relations. 

Rice, Condoleezza Rice, Transformational Diplomacy, Georgetown University, 
Washington DC, 18 January 2006, 
www.state.gov./secretary/rm/2006/59306.htm. 

Richter, Frederik: Lively Bahrain Social Media face Government Pressure, Reuters, (October 21, 2010), 
http://www.reuters.com/article/idUSTRE69K2OG20101021 (Accessed: Dec 
12, 2010). 

Sanberk Ozdem, Hakan Altınay: Kamu Diplomasisi ve Yumuşak Güç, Sabah Gazetesi, (08 Ocak, 2008). 

Schneider, Michael: Public Diplomacy in the Digital Era – Toward New Partnerships, Journal of Public Diplomacy, (September 27, 2010). 

Doç. Dr. Sait YILMAZ 
Sayı: 1 / Eylül-Ekim-Kasım ‘12 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler 
Kamu Diplomasisi: Başka Halklara Angaje Olmak, Ayaklandırmak 



***