Eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2019 Cumartesi

ACI ÇEKEN TÜRKİYE., BÖLÜM 1

ACI ÇEKEN TÜRKİYE.,  BÖLÜM 1



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
07 Temmuz 2019 


“ Problemi.,  Onu yaratanlarla Çözemezsiniz ” 
Albert Einstein 

 Giriş 

Geçenlerde iş adamı bir arkadaşım Karaman.a gitti. Dediğine göre kuru bakliyatın depolanması için oranın nemsiz iklimi çok müsaitmiş. Ancak, onun asıl ilgisini çeken ve çok üzen gördükleri olmuş, çok etkilenmiş, gözleri yaşararak, „insanlar tozun içinde yaşıyor ve acı çekiyorlardı. dedi. 

Gördüklerini özetleyecek olursak şöyle anlatıyordu; “ Sanki zaman durmuş, sokakta insan yok, genç insan hiç yok, tüm kadınlar kapalı. Devlet makyaj olsun diye yol yapmış ama zihniyet daha da geri gitmiş. Pencerelerden kaldırımlara her şey yoz bir kültür içinde”. 

 Osmanlı.dan çok çeken Karamanoğulları.nın kaderi sanki hala bu şehirde devam ediyor. Meşhur tekerleme; “ Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu.” Karaman a olan tarihi güvensizliğin bir ifadesi gibi. Karaman, IQ sıralamasında ülkemizde 19. sırada yer alıyor. 

 Bu durum, aslında Karaman.a özel değil, kıyı bölgeleri dışında durum bir şehirden diğerine pek farklı değil. Osmanlı.dan günümüze yaşanan siyasi, sosyal, ekonomik ve toplumsal yanlışların bir sonucu. Türkiye.nin iç bölgelerinde büyük birkaç şehir hariç ölü toprağı serpilmiş insan hayatı yaşanıyor. İç bölgeler kaskatı büzüşmüş, dışarıdan kıyı bölgelerine uzanmak istiyor ama olmuyor. 

İç bölgelerimizde insanlar; işsiz, eğitimsiz, becerisi olmadığı halde her işi yaparım diyerek sürekli büyük şehirlere göç ediyorlar. Bu göçlere son yıllarda pek çok ülkeden yanlış ve hesapsız göçler de eklendi. Geçmişte göç edenler ayak uydurana kadar şehirli kabul edilmezdi, şimdi İstanbul.un eski beyefendisi yok, gelen yaşadığı yeri geldiği yere benzetiyor. 

Ege ve Marmara gibi kıyı bölgelerinin genel karakteri ile iç bölgelerin farkı (Eğitim, Kadın, Laiklik, Gençlik, Çalışma hayatı, Din, Günlük yaşam, alt yapı) gittikçe açılıyor. Bu durum, ülkedeki siyasi seçim sonuçlarına da yansıyor. Ülkemizin geleceğine ve düzenine de etki ediyor. 

Türkiye.nin dönüşümü, toplum yapısı ve değişen Türk insanın doğası çok ince bir analiz gerektiriyor. Ülkemiz gittikçe toplumsal ve sosyolojik olarak üç parçaya ayrılıyor. Bu konuları çalışması gereken sosyologlarımız bir türlü yetişmiyor. Bu makale ile bu tür çalışmalara bir alt yapı sağlamaya ve farkındalık yaratmaya çalışacağız. 

Osmanlı’nın Toplumsal Mirası; Osmanlı Ekonomisi ve Kapitalizm.. 

Osmanlı ekonomisi, 1585.lerden itibaren başlayan „fiyat devrimi. ve Akdeniz.in 
ekonomik bir merkez olarak önemini kaybetmesi gibi iki ciddi şokla sendeleyip çözülmeye başladı. Fütuhat olgusu bitip, toprak kayıpları başlarken, Osmanlı insanı, maddeden bilgi üretecek bir bilimsel anlayışa uzaktı. Kapitalizm dünyayı sararken Osmanlının tepkisi içe çekilmek oldu. 

 19. yüzyılda, başta İngiltere olmak üzere Osmanlı kaynaklarına göz diken ülkelerin dış baskısı başladı. Osmanlı ekonomisinin bu şokları atlatamaması, ekonominin giderek daha fazla içe kapanmasına ve Ortaçağlaşmasına sebep oldu1. Dış dinamiklerin emperyalist amaçlarla belli azınlıkları desteklemesi Osmanlı içinde bölgesel dengesizlikleri artırdı2. 

 19. yüzyılda Avrupa.da görülen gelişmeler ve yapılan çeşitli anlaşmalar Osmanlı topraklarını Avrupalıların sanayi ürünleri için bir pazar haline getirdi. Ülke dâhilinde hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan satılan yabancı mallar Osmanlı şehirlerinde daha önce var olan el sanatlarına dayalı ekonomik faaliyetleri kısa süre içerisinde adeta söndürmüştür3. 

 Türkiye'de Osmanlı.nın son döneminden itibaren göreceli de olsa kapitalistleş me başlamış ve buna paralel olarak bir burjuva sınıfı oluşmuştu. Ancak, bu süreç Osmanlı toplumunu kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu bir topluma dönüştürmedi. Hatta böyle bir dönüşümün önünde engel haline geldi. 

Sanayi Devrimi yaşanırken, geri kalmış Osmanlının küçük sanayisi ithal edilen 
teknolojiye dayanmakta olup, Batı endüstrisi ile rekabet şansı yoktu. Osmanlılar faize karşı olduklarından mali sermaye ve dolayısı ile sanayi oluşturamadılar. Bu durum, hem ekonominin geri kalmasına hem de ordunun gerekli silah ve teçhizatı edinmesine engel teşkil etti. 

Osmanlılarda geçmişten gelen ve aşar v.b. sistemlerle sürdürülegelen büyük bir 
sermaye birikimi vardı. Ancak, bunun sanayiye yatırılmamasının nedeni Osmanlı sermaye birikim rejiminin üretime değil üretilenin büyük bölümüne el konmasını sağlayan haraç ve vergi sistemiydi. Avrupalı egemenler, burjuva devrimlerle beraber bu emeğe ve zenginliğe doğrudan el koyma imkânın dan mahrum kalmışlardı 4. 

 1841 ve 1847 yıllarında çıkarılan nizamnameler ile kişilerin tasarrufundaki topraklara tapu verilmeye başlandı ancak, kanunun boşlukları nedeni ile devleti dolandıran ve köylüyü ezen büyük toprak sahipleri ortaya çıktı. Aşar vergisi toplayan mültezimlerin baskı ve yolsuzluğu ise Cumhuriyet dönemine kadar devam etti. 

1856.daki Islahat Fermanı ve yabancılara toprak satışının başlaması ile yabancı 
bankalar bol miktarda kredi vermeye başlamışlardı. Bu krediler, Osmanlı toprakları üzerinde Müslüman olmayan kesimlerin zenginleşmesinin önünü açtı. Hazinenin iflası nedeni ile vergi kaynaklarına el koyan dış çevreler Türk köylerinde ikinci sömürücü güç olarak ortaya çıktılar. 

Osmanlı.da birçok bölgede tarımsal verimliliği artırabilecek Tımar sistemi 
uygulanırken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bugün bile devam eden ağalık sistemine neden olan yurtluk veya ocaklık sistemi uygulanıyordu. 

Osmanlı döneminde kurulan en önemli bankalar, Osmanlı Bankası ve Ziraat 
Bankası'ydı. 1856'da İngiliz sermayesi ile kurulan ve 1863'te İngiliz-Fransız ortaklığı biçimine giren Osmanlı Bankası, yarı-resmi bir merkez bankası statüsündeydi5. 19. yüzyıl sonunda Osmanlı bankacılık sistemi, başta Osmanlı Bankası olmak üzere yabancı bankaların denetimi altındaydı ve kredi yaratma kapasitesi çok sınırlıydı6. 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı'da da sanayileşme amacıyla bazı 
adımlar atılmış ve yeni oluşan burjuvaziye birçok teşvik sağlanmıştı. Ancak, bu tür teşviklere rağmen, 20. yüzyılın başında Osmanlı'da kapitalist sanayi, kayda değer bir ölçeğe ulaşmamıştı. Çünkü Osmanlıda sanayi en fazla yarı mamul elde etmeye ya da hammadde işlemeye dayanıyordu. 

Elde edilen hammadde diğer ülkelere taşınabilir hale getiriliyor, mamul haline gelme süreci yabancı ülkelerde tamamlanıyordu. Daha sonra, hammaddenin yüzlerce kat değerine ulaşan bu mamul pazarlardaki yerini alıyordu. Örneğin, Fransızlar Osmanlı hâkimiyetindeki Lübnan.da ipek ticaretinin başını çekiyordu. İplik ve dokuma sanayinin belkemiği ham ipek ve en fazla yine Fransız ve İngilizlerin getirdiği iplik çekme makineleri idi. Osmanlı için ham ipek satışından elde edilen vergi gelirleri önemli iken Avrupalılar için ham maddenin, ham maddeden yüzlerce kat daha değerli olan ipek kumaşa çevrilmesi önemliydi. 

1908-1918 arası, kapitalizmin iktisadi himayecilik versiyonu için kuluçka dönemi 
oldu. İkinci Meşrutiyet ile birlikte kapitalistleşme yönündeki çabalar hızlandı, bu durum yeni kurulan şirketlerin sayısındaki artışta yansımasını buldu. 1908-1919 yılları arasında yarıya yakını anonim şirket olan 208 şirket kuruldu7. 

1913 yılında mamul maddelere bağımlılık tüm sektörlerde ortalama %59.2 civarında idi. İthalatın %25.i Almanya ve Avusturya-Macaristan.dan; %65.i savaşa kadar İtilaf Devletlerinden; %10.u da savaşa tarafsız ülkelerden yapılmaktaydı 8. 

1920'lere gelindiğinde Türkiye'de - olduğu kadarıyla - kapitalist sanayi, kapitalizm öncesi kırsal ilişkiler denizi içindeki küçük ve dağınık adacıklardan ibaretti. Genelde atölye niteliğinde, ortalama 2-3 işçi çalıştıran, dokuma, gıda ve kısmen de madencilik gibi temel veya geleneksel üretim kollarında yoğunlaşan, zayıf bir sanayi yapısı söz konusuydu 9. 

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına sebep olan iç sebepler arasında; devlet yönetimi ve toplum yapısında yaşanan sıkıntılar, ordudaki bozulma, pozitif bilimlerden uzaklaşılması, ilmiye (din ve şeriatı uygulayan) sınıfının yozlaşması, sosyal ve ekonomik yapının Sanayi Devrimi gibi çağdaş gelişmelere ayak uyduramaması başta gelmektedir 10. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***


31 Ağustos 2018 Cuma

LİDER, DEVLET YÖNETİMİ VE İMPARATORLUK KURMAK

LİDER, DEVLET YÖNETİMİ VE İMPARATORLUK KURMAK





















YAZAR: Prof. Dr. Sait YILMAZ


KATEGORİ: 
Stratejik Araştırmalar Merkezi, Konu Bazlı Araştırmalar, Makaleler ve Belgeler, Eğitim, Birey ve Toplum Farkındalığı, Stratejik Araştırmalar Merkezi, Konu Bazlı Araştırmalar, Makaleler ve Belgeler, Küresel/Bölgesel Nüfuz Mücadeleleri, Makale

Giriş..

Ülkeler açısından tarih, insan karakterlerinin devlete verdiği rolü oynar. Politikacılar ve bilim adamları, dünyayı genellikle içgüdülerine, bazı büyük adamların düşüncelerine dayanan varsayımlarına ve entelektüel birikimlerine göre algılarlar. Devlet adamlarını literatür ve sanata bakışı farklı olabilir. Mao, kültür devrimini yapabilmek için tüm kitapları yaktırmakla işe başlamıştı. Bir devlet adamının hayatımızın her kategorisini çok parçalı ama bir bütün olarak görmesi ancak edebiyat ve sanat bilgisi ile mümkün olur. Yüksek politika düşünceleri ve devlet adamlarının eylemleri, insan doğasının çeşitli yönlerine hitap eder ve edebi dehalar bunları keşfedecek çok önemli yollar bulmuşlardır. Siyasi ortamdaki aktörler ve olayların arkasındaki dramayı anlamanız, derin düşünmeniz ve gerçekçi sonuçlar çıkarmanız entelektüel birikim ile mümkün olur. John Maynard Keynes; “Kendilerini entelektüel çalışmalardan muaf tutan pratik insanlar genellikle ölmüş bir ekonominin esiridir” demişti. Dünyada büyük düşünen büyük devletler olduğu gibi küçük düşünen büyük devletler ya da büyük düşünen küçük devletler vardır. Tarih ve coğrafya kadar devlet adamlarımızın kalibresi ve vizyonu, halkın kimi seçtiği ya da razı olduğu da geleceğinizi belirler.

Lider Kimdir?

Gerçekte liderler ne piyon ne de kendilerini ve ülkelerinin kaderinin tam hâkimidirler. “Hangi liderler uluslararası politikaya etki ederler?” sorusu daha önce üzerinde çalışılmış zor bir konudur. Bakıldığı zaman Mustafa Kemal Atatürk, Winston Churchill, Franklin Roosevelt, İndira Gandi olmasaydı dünya bu kadar böyle olmazdı diyebileceğimiz liderler yanında; Adolf Hitler, Josef Stalin, Mao Zedong, George W. Bush gibi hiç olmasa daha iyi olurdu dediklerimiz de var. Ancak, iyi ya da kötü bu liderleri ortaya çıkaran ve izledikleri politikalara iten şey yaşadıkları iç ve dış çevre ile olaylar olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. Nitekim Abraham Lincoln bunu şu sözleri ile itiraf etmişti; ‘Ben olayları kontrol ettiğimi iddia etmiyorum ama olaylar beni kontrol ediyor[1].’ Tarih yazarken liderler bahsetmeden olayları açıklayamıyoruz. Siyasi davranışın evrimi ile ilgili çalışmalar yenidir ama şimdiden çok önemli öngörüler ortaya konmuştur. Bazı çalışmalar liderleri aktif ya da pasif olmalarına, bazıları da çalışma ortamına pozitif ya da negatif bakmalarına göre sınıflandırdı[2]. Liderler de sıradan insanlar gibi düşüncesizlik, belirsizliğe tolerans, farklı görüşleri dinlemeye isteklilik, inatçılık, güven hissine göre farklı yerlerde olabilirler. Kendine güven, daha istikrarlı bir kişilik ile politikalara daha doğrudan etki eder. Daha güvenli hisseden liderler daha riskli anlaşmalar yapabilirler.

Geçmişten bugüne gücü elinde tutan önderler, siyasiler, elitler ve daha altta toplanan iş adamları, toplum önderleri ve bilgi yayıcılarının arka plandaki görevi geleneksele dayanan hınç mekanizmasının verimliliğini artırırken, kişisel güçlerini artırmaktır. Her şey denetim altına alınmalıdır ki, tehditler savuşturuluncaya kadar bu üstün görev dev bir gözün acımasız bakışlarına tam bir teslimiyet içinde devredilebilsin[3]. Burada bu kişileri aynı hedefe yönelten ortak bir amaç veya bir ideoloji vardır. Kuvvetli bir ideoloji bir biri ile uyumlu kararlar alınmasına etki edebilir. Aynı ideolojiye sahip kişiler aynı politikaları destekleyecektir. Negatif liderlik otokrasiye doğru bir evrim içindedir. Bu kapsamda, siyasi davranışın evrimi ile ilgili dört öngörünün farkında olmalıyız[4].

(1) Öncelikle ülke liderleri normal insanlar değildir. En alttan hiyerarşinin en üstüne gelene kadar önemli yollardan geçmişlerdir. Onları yukarıya taşıyan kendine özgü ya da diğerleri ile benzer bazı davranışları olmuştur. Bunların bir kısmı olumludur. Örneğin kararlılık liderliğin merkezindedir. “Zehirli şef” dediğimiz, kibir ve astlarını küçük görme gibi negatif özellikleri de olabilir. Liderler uzaydan gelmez, bizim günlük hayatımız içinde kartları iyi oynamak için odaklanmış ve acımasız olabilen kişilerdir. Beyinleri diğerlerinden farklı çalışır.

(2) Liderlerin kendilerine olumlu imaj verme eğilimi vardır. İhtirası, cesaretini ve kendine güvenini artırır ve durumu kontrol ettiği illüzyonu yaratır. Böylece risklere ve kayıplara bakmaksızın cesaretle yürür. Bazen daha sakin ve bürokratik gözükse de daima böyle değildir. Diğerleri sadece blöf yaparken, o cesareti ile istediğini alır.

(3) Liderler herkese hükmetmek için mutlak güç isterler. Bu tür güç; paradan, ailesine, dostlarına ve destekçilerine yardıma kadar her türlü suiistimali ona açar. Bunu bir kez başardı mı, bir daha kaybetmekten tiksinirler. Güç beyinde ödül döngüsü yaratır, daha fazlasını istemeye devam eder.

(4) Liderliğin evrimi esnek, ittifakçı stratejilere götürür. Liderler, her zaman ve her durumda doğal olarak işbirlikçi veya saldırgan değildir, onların davranışları duruma göre şekillenir ya da abartılı hale gelir. Problemin önemli parçası ülkenin rejiminin onlara bu büyük ihtirasları hayal edecek ve gerçekleştirecek gücü verip vermediğidir. Bu özellikle onlara meydan okuyacak bir taraf olmadığı zaman daha da önemlidir. İşbirliği, amaçları gerçekleştirmede işe yarar ama saldırganlık hem daha iyi hem de ucuzdur. Ancak, bütün bunlar onu meşru ve mazur kılmaz ancak anlamamıza yardım eder.

Amerikalı yazar Irving Kristol’e göre[5]; “İster demokrasi, oligarşi, aristokrasi, monarşi ya da tiranlık olsun tüm siyasi rejimler  doğal olarak geçişlidir.. bütün rejimlerin istikrarı zamanın bozucu güçleri tarafından yoldan çıkarılır.” Dolayısı ile rejimler beslenmeli, güçlendirilmeli, korunmalı, restore edilmeli ve hatta cilalanmalıdır. Farkında olmamız gereken otokratlar tarih boyunca hep olmuştur, hep aramızdadır ve onlara karşı hazır olmalı, fırsat vermemeliyiz. Güç, kaza ya da hata ile gelmez, tıpkı hayatta kalma güdümüz gibi içimizde yaşıyor.

Devlet adamlarının kişisel özellikleri ile ilgili pek çok çalışma var. Bunlardan bazıları sistematik olarak onların politika tercihlerine, bazıları işine ve dünyaya bakışına odaklanmaktadır. Atatürk, pozitivist bir lider olarak akılcılığa dayanan, bilimsel bakış açısına sahipti. Onun devlet adamı özellikleri; öngörü, mantık, meşruiyet ve aksiyon adamı olmak şeklinde sıralanabilir. Meşruiyet anlayışının temelinde her zaman kanunlara saygı içinde hareket etmek vardı. Dikkati çeken diğer örnekleri sıralayacak olursak; ABD başkanları içinde Woodrow Wilson çok inandığı bir konuda karşı çıkılırsa havalara sıçrardı,[6] Johnson ve Nixon, çocukluklarında yaşadıkları patalojik aşağılanma korkusu yüzünden Vietnam konusunda tuzağa düştüklerini iddia ediyorlardı[7].  Bill Clinton, iktidara geldiğinde Soğuk Savaş bitmişti ve ilk yıllarında dış politikaya ilgisi çok azdı ve tecrübesi de yoktu. George W. Bush ise Truman gibi kararlı olmayı ya da öyle gözükmeyi seviyordu. Ancak, yanında çalışanlarla uzlaşmak konusunda sorunlar yaşadı, farklı görüşlere pek tahammülü yoktu. Almanya başbakanı Angela Merkel, çok ihtiyatlı ve egosu olmayan biri, eski Doğu Almanya’da büyüdüğünden şüpheci ve çok dikkatli bir kişilik edinmişti.

Devlet Yönetimi..

Bütün siyasi liderler devlet işlerinde aynı değildir. Bazıları kendi zihniyetlerine, prensiplerine bağlıdır, kimileri kısa öngörülü, fırsatçı ve halkın tamamı yerine belirli bir sektörün çıkarlarına daha önem veren bir anlayış içindedir. Demagog devlet adamları kamunun iyiliği için çalışır gözükür ama büyük ölçüde kendi özel amacına hizmet etmektedirler[8]. Demagoglar, insanların kıskançlık, korku ve ümit hislerini kendi gayesiz kariyeri için kullanmaya çalışır. Geleneksel devlet yönetiminde “liyakat” yerine daha çok üst makamların “bende”si, “hizmetkâr”ı veya koşulsuz “kul”u olmak önemlidir[9]. Bu tür yönetimde, siyasal sistem kamu gücü ile toplumsal yaşamın hemen her alanına karışır, nüfuz eder. Sistemin merkezindeki otoriter lider, toplumla birlikte tekil bir tarihsel macera içindedir. Bir lider hangi şekilde iktidara gelirse gelsin, çoğu zaman kendi içgüdüsü yeni ve başka bir şey yapmaya eğilimlidir, eskisi ile aynı bilgileri aldığı halde yeni bir yol seçer. Danışmanları da yeni politikaya avukatlık etmenin kendileri için daha iyi olacağını düşünür. Ancak, bir kere yola girilince bundan sapmak zamanla zorlaşır.

Devlet Başkanının Kimliği Dört kanal ya da Mekanizmadan sisteme etki eder.

(1) Öncelikle Uygulanan politikalar ve tercihler onun dünyaya bakışı, değerleri ve inançlarını yansıtır. Eğer kendisine ait değilse, onun yerine düşünen birileri onayını sağlamıştır.

(2) Tıpkı her birimiz gibi başkanın da kendine ait Kişisel özellikleri ve tarzı vardır. Yapılan çalışmalar bir liderde olması gereken “beş büyük” kişisel özelliğe dikkat çekiyor; tecrübeye açık olmak, dürüstlük, dışa dönüklük, sempatiklik ve duygusal istikrar[10].

(3) Uluslararası Kamuoyu da Lideri farklı açıdan izler ve onda farklı fırsatlar ve tehlikeler görür. Örneğin Bush’un kötü mirası sonrası Obama, karakteri ve söylemleri ile diğer ülkeler için daha çalışabilir bir Lider olarak görülmüştü.

(4) Liderin Yetenekli olması da Politikalarına etki eder. Yetenekli olanlar; İç siyasi gelişmeleri iyi okur, Kamuoyunu karşısına almaz ve Koalisyonlar kurar. Bazıları Hükumet Mekanizmasını daha iyi kullanır. Bunun karşılığını daha az bürokratik engel, çeşitli kurumların kendi başına politika izlemesini önlemek şeklinde alır.

Siyasi düzenin mimarı bir kişi ya da iktidar değil, toplumdur. Topluma rağmen kurulan düzen meşruiyet sorunu yaşar. Tarihte de kendilerini “büyük” diye niteleyen devletlerin parlak görüntülerinin arkasında iyi tahkim edilmedikleri görüldü. Baskıcı bir rejimle sağlanan itaatin arkasında maskeli yüzler ve sadakatler vardır ve denetlemeyen alana geçtiklerinde maskelerini çıkarırlar. Toplumu tamamen kucaklamayan, birliktelik için dönüşüm sağlamayan bir siyasi yönetim diktatörlüğe çıkar[11]. Siyasi gelişme, büyük ölçüde hukuku yansızlaştırma ve dünyevileştirme işinin sonucudur. Siyaset, bir toplumdan meşru otoriteye dayanmak suretiyle yapılan varlık ve değer dağıtma faaliyetidir[12]. İnsan kabalıklarının, kaynak noksanlığı ve yer darlığının olduğu her yerde, ”yavaşlık felsefesi” olarak adlandırılabilecek bir öğretiyi uygulamayı zorunlu kılar. Maddi kaynakların az olduğu yerde, bu noksanlığı tinsel öğretilerle telafi etmek, dışarıya dönük bir ilginin, iştahın biraz da içe dönmesi ve hatta farklı aktarımlarla dengeleme çabası daha anlaşılır olur. Kanaatkârlık, özellikle yoksulların hayatta kalması için gerekli bir mizaç halini alır.

İmparatorluk Kurmak..

Dünya değişir ama insanlar değişmez, bu yüzden açgözlülük ve çıkar çatışması dolayısı ile savaşlar ve şiddet hiç bitmez. Güç, uluslararası politiğin aracıdır ve dünyadaki her biyolojik yaratık gibi insanlar ve devletler de güç ister. Ekonomik, soysal ve siyasi hayatımızın kumaşı bu olguya göre dokunmuştur. Yaptırım uygulayacak bir dünya düzeni olmadığından devletler birbirlerini avlar ya da cezalandırır. Eski zamanlarda düzen içinde, hanedanlar değişir, yeni gelen meşru bir sistemi kurma iddiasında olurdu. Anarşi döneminde kabileler, hanedanlıklar, imparatorluklar sürekli güç ve yeni kaynak arayışı peşinde kendilerine yeni düşmanlar bulmuş, yeni yerler işgal etmişti. Geleneksel meşruiyet anlayışında temel unsur “kutsallık” oldu. Roma İmparatorluğu tüm uygar dünyayı tek bir yasa sistemi altında birleştirmeye çalışmış, Hıristiyanlık ve İslam da dünyaya Tanrı’nın evrensel egemenliğini yerleştirmeyi amaçlamıştı.  

M.Ö.509’da eski Roma’da 244 yıllık monarşiye ve kraliyet yönetimine son verilerek, anayasal cumhuriyet kurulmuştu. Kralın yürütme gücü iki hâkime (daha sonra konsüller olarak adlandırıldı) bağlı çifte yetkili bir otoriteye verildi. Böylece otoritenin keyfi davranmasının ve tiranlığın önüne geçmek istediler. Yargıçlardan açık, yazılı ve laik yasalar istediler. Oluşturulan yönetim biçimi 467 yıl yaşadı. 350 yıllık dönemde halk istikrarlı bir şekilde yaşadı ancak ardından rejim uzun bir kriz dönemine girdi. Devlet yönetiminin esası güç dengesi, farklı grupların haklarının verilmesi ve korunması, özgürlük anlayışıdır[13]. Bunların hepsi Roma Cumhuriyeti’nde vardı ama zamanla hepsi çözüldü ve rejim kayboldu. İstikrar demokrasinin önüne geçince Romalılar monarşiye döndü ve yeni Sezarlar ortaya çıktı. Tarihin ilk yazılı Anayasası olan Magna Carta da 1215 yılında İngiltere Kralı John’un keyfi yönetimini önlemek için hazırlanmıştı. Ülkelere düşen kral olma merakında olanların önünü kesmek, kişisel çıkarları ve keyfi idaresi için devleti ele geçirmek isteyenleri en başından taviz vermeden eleyecek bir anayasal sistem ve uygulama gücü getirmektir.

Yükselen bir güç, Kaçınılmaz olarak yerleşik bir gücün kimi alanlarına el atmaya başlar ve onun er ya da geç büyümesini engellemeye çalışacağından kuşkulanır. Genişleme ve sömürü merakı ile başlayan imparatorluk kurmanın zorlukları vardır.

(1) Öncelikle askeri olarak güçlü olmalı ve ittifak içinde bile olsa savaşların asıl yükünü çekmelidir.

(2) İmparatorluk, işgal ettiği ülkeyi doğrudan yönetemez. Tıpkı İngilizlerin Hindistan’da, Almanların Fransa’da ve Polonya’da, Amerikalıların Afganistan ve Irak’ta yaptığı gibi, orada kendi istekleri doğrultusunda ama yerel bir yönetim kurmalıdır. Bu ise destekleyen imparatorluğun kaynaklarını bitirebilir.

(3) Uluslararası güç dengesindeki yerinin her zaman risk altındadır. Gücünüzün hep sınırları vardır ve rakipleriniz sizin karşınızda güç dengeleri kuruyordur. Her imparatorluğun gücünün sınırları vardır. Örneğin, Romalılar ve İngilizler gibi Amerikalıların da ana sınırlaması demografidir.

(4) Öte yandan savaşlar beklenen siyasi sonucu vermeyebilir ve işgal edilen ülkede dolaylı bir savaş içinde yıkıcı bir döneme girilebilir. İmparatorluğun her coğrafi bölgede müttefik ve ortaklara ihtiyacı vardır. Bunları destekleyecek bütçesi de olmalıdır.

İmparatorlukların bu yüzden bir oyun kitabı vardır ve genellikle şu sıra izlenir[14];

(1) Diğer ülkelerin davranışlarını şekillendirmek için ekonomik teşvikler kullanmak.

(2) Tereddüt eden ülkelere ekonomik yardım yapmak.

(3) Askeri yardım yapmak.

(4) Danışmanlar göndermek.

(5) Karşı koyamayacağı güç göndermek.

Dört ve beşinciyi idare etmek ustalık işidir çünkü askeri güce gerek kalmadan çözüm idealdir. Ama danışmanlar sorunu çözemiyorsa o zaman acil olarak ezici askeri güçle çözülmelidir. Roma lejyonerleri seyrek kullanılırdı ama bir kez gittiklerinde sonuç alırlardı.

Sonuç..

Bir ülkenin körleşmesi, düşünce adamlarının ortadan kaybolması ya da iyi düşünürlerin yetişmemesi ile alakalıdır. Özellikle dış politikada işlerinin yolunda gitmemesinin temel nedeni liderlerin büyük düşünme kabiliyetlerinin ve devlet adamlığının kifayetsizliği ile doğrudan alakalıdır. Bu sadece kendileri değil arkalarındaki danışmanlar, bu işe soyunmuş daireler, medyadaki yazar ve düşünürler, düşünce ve araştırma merkezlerinin kalitesi özetle aydın meselesi ile de ilgilidir. Ülkenin yeni seçilen liderlerinin görevi yeni büyük stratejiler uydurmak değil, devam eden büyük stratejileri yeni stratejik ortama uygun hale getirmek, sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Ülkenizin yüzyıllardır devam eden tarihi ve coğrafi gerçekleri vardır ve zaten ne yapmanız gerektiğini size söylemiştir. Bu gerçekleri görmezden gelmek, kişisel sübjektif vizyonlar ile değiştirmek; ülkeyi irrasyonel yollara sokmanıza ve felaketine neden olur. Geçtiğimiz otuz yılda devlete ve bürokrasiye karşı takınılan tavır egemenliğin çok yönlü erozyonuna neden oldu. Şimdi yeni bir çağın başındayız ve Batının üstünlüğü sona ererken, gelecek konusunda tahminler yapılıyor. Egemenlik dağıldıkça dünyayı devletler ile yönetme fikri de dünün hayali haline geliyor. Yeni yüzyılda ülkeler; maddi çıkarlarını gözeten (ekonomiyi öne alan) proaktif ve ihtiyatlı bir diplomasi, yeni güvenlik ortamının gereklerine görevlere göre dizayn edilmiş teknolojik olarak üstün bir ordu ve daha entelektüel bir devlet adamlığına ihtiyaç duyuyor.

[1] Robert Harris, As Macmillan Never Said: That’s Enough Quotations, Telegraph, (4 June 2002).

[2] James David Barber, The Presidential Character: Predicting Performance in the White House, Englewood Cliffs Prentice Hall, (New Jersey, 1972). 45.

[3] Doğu Batı Düşünce Dergisi, Küresel Şiddet, Yıl: 20, Sayı: 80, Mart, Nisan, Mayıs 2017.

[4] Dominic Johnson, Bradley A. Thayer, Why Man Seeks Power, Oxford University, (April 1, 2014).

[5] Matthew Continetti, The Theological Politics of Irving Kristol, National Affairs No.36, (Summer 20014).

[6] Alexander George, Juliette George, Woodrow Wilson and Colonel House: A Personality Study, John Day, (New York, 1956), 88.

[7] Blema Steinburg, Shame and Humiliation, Presidential Decision Making on Vietnam, University of Pittsburgh Press, (Pittsburgh, 1996), 213.

[8] Peter Harris, How David, Cameron Could Save His Legacy, Clements Center for History, Strategy and Statecraft, (May 19, 2015).

[9] Cemil Oktay, Siyaset Bilimi İncelemeleri, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2012), 55.

[10] Jeffery Mondak, Personality and the Foundations of Political Behavior, Cambridge University Press, (New York, 2010), 85.

[11] Barrington Moore, Demokrasinin ve Diktatörlüğün Toplumsal Kökenleri, Çev.: A.Şenel, İmge Kitabevi, (2016), 145.

[12] David Easton, An Approach to the Analysisof Political Systems, World Politics, Vol.9, No., (Apr., 1957), 383-400.

[13] Robert W. Merry, Sands of Empire Missionary Zeal, American Foreign Policy, and the Hazards of Global Ambition, Simon &Schuster, (2010), 92.

[14] George Friedman, Coming to Terms With the American Empire, Geopolitical Weekly, (April 14, 2015).


http://ankaenstitusu.com/lider-devlet-yonetimi-ve-imparatorluk-kurmak/


***

17 Ocak 2018 Çarşamba

DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİNDE TARİHSEL DENEYİMLER ( Azerbaycan Örneği )

DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİNDE TARİHSEL DENEYİMLERE BAŞVURMANIN ÖNEMİ 

(Azerbaycan Örneğinde) 

Arzu Memmedova*
* Dr.,Bakü Devlet Üniversitesi, Azerbaycan 

ÖZET 

1991 yılında Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Azerbaycan bağımsızlığını yeniden kazandıktansonra, politik ve ekonomik alanda başlayandeğişimler, eğitimi de 
içine aldı. Yeni politik ortam, söz konusu döneme kadar Azerbaycan eğitim sisteminde, yer almayan demokrasi ve insan hakları gibi konuların eğitimini zorunlu hale getirdi. Günümüzde Azerbaycan’ın birçok üniversitesinde “Demokrasi Nazariyesi”, “Demokrasi ve İnsan Hakları” başlıklı dersler verilmektedir. 

Demokrasi ve İnsan Haklarının eğitiminde örnek, çağdaş ABD ve Batı demokrasisi olduğundan, bu demokrasilerin kökeninde duran tarihi deneyime, yani klasik Yunan demokrasisi, Batı’da parlamenter yönetim sisteminin yaranması, seçme ve seçilme gibi insan haklarının kazanılması vs. gibi konulara geniş yer ayrılmaktadır. 

Eğitimin bu şekilde yapılması, öğrencilerde demokrasi anlayışının tarihten günümüze kadar, yalnız Batı ve ABD ile bağlantılı olduğu izleniminin uyanmasına ve kendilerini bir topluluk, halk ve millet olarak küçümsemelerine neden olmaktadır. 

Günümüzün küreselleşen dünyasında standartlaşma, bir çok alanını kuşatsa da, halklar, milletler arasındaki dini, etnik ve kültürel farklılıkları görmemek imkansızdır. 

Söz konusu farklılıklar, bir toplum için ideal olan demokratik çerçevenin, diğeri için olduğu gibi çizilmesini imkansız hale getirmektedir. Bu yüzdende demokrasi ve insan hakları eğitiminde belirlenen temel hedef, söz konusu toplum için ideal demokrasi çerçevesinin bulunmasıdır. Bunun içinse ABD ve Batı örnekleriyle birlikte o toplumun kendi tarihsel deneyimine de başvurulmalıdır. Bu aslında çözümü bulunmayan birçok problemlerin çözümünde iyi bir deneyim olabilir. 

Azerbaycan tarihinde, bununla ilgili örnekler az değildir. Bu makalede bunlardan örnek olarak üç tanesi ele alınmıştır. 

Anahtar kelimeler: Demokrasi, İnsanhakları, Azerbaycan, eğitim, 

GİRİŞ 

XX. yüzyılın sonlarında dağılan Sovyetler Birliği ve onun etki alanında olan sosyalist ülkelerde Batı Avrupa’dan farklı, kendine has özellikleri olan eğitim sistemi mevcuttu. Azerbaycan’ın da içinde olduğu sosyalist sistemin yayıldığı ülkelerde genel eğitim formu bu sisteme göre şekillenmişti. 

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile bu eğitim sistemi de çöktü. Bir zamanlar bu Birliğin üyesi olmuş ve artık bağımsız olan Cumhuriyetlerde onların siyasi, ekonomik ve ideolojik taleplerini karşılayabilecek eğitim sistemleri kuruldu. 

Lakin milli önceliklerin üstün tutularak şekillen diril diyi eğitim sistemlerinin genel eğitim formatına katılması zorunluydu. İşte bu dönemden başlayarak, eski Sovyet Cumhuriyetlerinin Avrupa eğitim mekanına katılması süreci başlandı. Azerbaycan’da bu süreç mevcut eğitim sisteminin aşama aşama Batı eğitim sistemi ile uyumlu hale getirilmesi şeklinde gerçekleştirilmektedir. 

Daha önce Azerbaycan eğitim sisteminde yer almayan, zamanın ve dönemin taleplerine uygun yeni derslerin öğretimine de bu dönemden itibaren başlanmıştır. 
Günümüzde Azerbaycan ’ın birçok üniversitesinde öğretilen “Demokrasi Nazariyesi”, “Demokrasi ve İnsan Hakları” dersleri bu kabildendir.Bu derslerin öğretimine  başlanırken iki önemli amac vardı: 

1. Demokrasi, insan hakları gibi kavramlara alışmış genç nesil, siyasi eğitimli vatandaş yetiştirmek, 

2. Batı'nın demokrasi deneyimini öğrenerek devlet kuruculuğu sürecinde mükemmelyönetimsisteminin yaratılmasıiçin kullanmak. 

Bu derslerin önemi zamanla açıkça göründü. İşte bu tür derslerin sayesinde gelecek nesil demokrasi, insan hakları gibi kavramları ayırt etmeye, kendisinin toplum  karşısında rolünü,görevini daha iyi kavramaya başladı. “Demokrasi Nazariyesi”, “Demokrasi ve İnsan Hakları”derslerinde örnek, çağdaş ABD ve Batı demokrasisi  olduğundan, sadece bu demokrasilerin kökeninde duran tarihi deneyime, yani klasik yunan demokrasisi, Batı’da parlamenter yönetim sisteminin yaranması, seçme ve seçilme gibi insan haklarının kazanılması vs. gibi konulara yer ayrılmaktadır.

“Demokrasi Nazariyesi”, “Demokrasi ve İnsan Hakları”derslerinde örnek, çağdaş ABD ve Batı demokrasisi olduğundan, sadece bu demokrasilerin kökeninde 
duran tarihi deneyime, yani klasik yunan demokrasisi, Batı’da parlamenter yönetim sisteminin yaranması, seçme ve seçilme gibi insan haklarının kazanılması vs.  gibi konulara yer ayrılmaktadır. 

Eğitimin bu şekilde yapılması, öğrencilerde demokrasi anlayışının tarihten günümüze kadar, yalnız Batı ve ABD ile bağlantılı olduğu izleniminin uyanmasına  ve kendilerini bir topluluk, halk ve millet olarak küçümsemelerine neden olmaktadır. 

Azerbaycan toplumunda milli değerlerin hızla kaybı ve aşırı batılılaşma eğiliminin
oluşması nedenlerinden biri eyitimin işte bu şekilde uygulanması ile ilgilidir. Öte yandan devlet kuruculuğunda, eğitimde batı tecrübesinin milli değerler ve yerel özellikler dikkate alınmadan uygulaması da ciddi sorunların ortaya çıkmasına ve birçok reformların yarım kalmasına neden oldu.

Günümüzün küreselleşen dünyasında standartlaşma, hayatımızın birçok alanlarını kuşatsa da, halklar, milletler arasındaki dini, etnik ve kültürel farklılıkları görmemek mümkün değildir. Aslında Samuel Hantington’un “Medeniyetlerin Çatışması” eserinde kaydettiği gibi felsefi bakışlar, temel değerler, sosyal ilişkiler, gelenekler ve yaşama genel bakışlar, çeşitli
uygarlıklarda çok farklıdır2.

Söz konusu farklılıklar, bir toplum için ideal olan demokratik çerçevenin diğeri için olduğu gibi çizilmesini imkansız kılmaktadır. Bu yüzden de demokrasi ve insan hakları eğitiminde belirlenen asıl hedef, söz konusu toplum için ideal demokrasi çerçevesinin bulunmasıdır.

Bunun için ise ABD ve Avrupa örneklerini araştırmak yanında her toplumun kendi tarihi deneyimlerine de başvurmak gereklidir.

Azerbaycan'ın yerleştiği coğrafya batı ve doğunun kesiştiği noktadır. Bu, bölgenin insanın kültürüne, düşüncesine, yaşam tarzına bile yansımış dır. Azerbaycan insanı ne doğulu ne de batılı değil, o batı ve doğunun ortak kültürünün taşıyıcısıdır. Bu nedenle onun yaşadığı toplumda demokrasi anlayışı temel değerleri, sosyal ilişkileri, gelenekleri ve yaşama genel bakışlarını inkar etmemeli, aynı zamanda da gerçek bir insan ve vatandaş özgürlüğünü içermeli dir.

Demokrasi ve insan hakları egitiminde her toplumun kendi tarihi deneyimlerine
başvurmak bu yüzden önemıi ve gereklidir.
Burada konu ile ilgili Azerbaycan tarihindeki örneklerden üç tanesini takdim etmek isterdik.

1 Dr., Bakü Devlet Üniversitesi, Azerbaycan 

1. Azerbaycanda XIII. yüzyıl Mahkeme Reformu.

Azerbaycan’da ilk mahkeme reformu XIII. yüzyılın sonlarında gerçekleştirilmiş ve mevcut olumsuz durumları ortadan kaldırmak için ilk defa seçimli sistem uygulanmıştır.
Bahsettiğimiz dönemde Azerbaycan topraklarında Hülâgular Devleti (1256-1357)
mevcuttu. Ülke XIII. yüzyılın sonlarında çöküş dönemine girmişti. Ülkenin çöküşünü engellemek amacıyla 1295 yılında hakimiyete gelen Hulakü hükümdarı Gazan - Mahmut Han, ülkede yönetimin tüm katmanlarını kapsayan reformlar gerçekleştirir 3. Bu reformlar arasında mahkeme reformu belirlenen amaçlar açısından önem taşıyordu. Gazan Hanın baş veziri F. Reşiduddin, bu ıslahatın devlet için önemini açıklayarak şunları kaydetmekteydi:
“Her bir saltanatın temeli adalettir. Çünkü… devleti ordu kazanır,-devletin ordudan başka gelir ağacı yoktur, orduyu ise vergi (mal) hesabına tutmak mümkündür, -vergisiz ordu yoktur, vergi ise reayadan alınır,-reayadan başka vergi veren yoktur, reayaya ise adalet sayesinde bakmak mümkündür, (öyleyse) adalet olmazsa reaya da olmaz”4. Aslında mahkeme reformu ile devlette adaletin ihya edilmesi hedeflenmişti. İnsanın hak ve adalete amelini
 en önemli görevi kabul eden Gazan Han, “Kadı görevinin verilmesi”, “Otuz yıllık
davalara hitam verilmesi”, “Satıcının satışa kadarki mülkiyet hakkının belirlenmesi” gibi konularla ilgili fermanlar yayınlayarak ülkede adaletin bekçiliğini yapacak mahkeme sistemi kurmaya çalışmaktaydı. Fermana göre kadılar adaletin teminatçısı olmalıydılar. Bu yüzden de söz konusu göreve Kanunu mükemmel bilenler talip olabilirlerdi. Kadı görevine tayin işi,
adaletli olacağı ve yasaları hiçbir zaman çiğnemeyeceği konusunda adaydan yazılı bir taahhüt alındıktan sonra gerçekleşmekteydi. Her bir vilayetin baş kadısı, kendisine bağlı olan kadıların görevlerini her ay denetlemeli, onların yasaları mükemmel bildikleri, şeriata ve hakikate riayet ettiklerinden emin olmalıydı. Ağır mahkeme işlerine ve büyük davalara şehir kadısı bakmaktaydı. Devletin en yüksek görevli memurlarına bile kadıların işlerine müdahale
etmek ve alacağı kararları etkilemek, kesin olarak yasaklanmıştı5.

Kararlar ve bu kararların verildiği tarih, özel defterlerde kayıt altına alınıyordu. Söz konusu defterdeki kayıt işleminin doğru yapılıp yapılmadığından sorumlu olan şahsın, bilerek veya bilmeyerek tahriflere yol vermesi, cinayet kabul edilir ve ölümle cezalandırılırdı.

Tüm bu kararları açıklayan Gazan Han fermanlarının birinde şunları kaydetmek teydi: “Vilayet kadıları bilsinler ki bizim bütün dikkatimiz, insanlar arasında adaletsizliğe, tecavüze, zulme ve temelsiz dava ve üç kâğıtçılık la kazanmaya karşı yönelmiştir. Bırakın dünya ve dünyeviler ruhen rahat yaşasınlar, adaletin nişaneleri tüm seçilmiş insanlara ve sade halka, uzaklara ve yakınlara ulaşsın ve onları aguşuna alsın, insan toplumunda memnuniyetsizlikler ve tartışmalar ortadan kalksın, hak, sahibine ait olsun, yalanın, tecavüzün ve hilenin kapısı ebediyen kapansın”6

2. Car-Balaken Cemaatliği’nin yönetim sistemi.


XVII-XIX. yüzyıllarda Azerbaycan’ın kuzeybatısında yer alan Car-Balaken
Cemaatliği’nin tarihine müracaat ise küreselleşen dünyamızı rahatsız eden en ciddi sorunlardan biri olan barış içinde birlikte yaşama sorununun çözüm yollarının bulunmasın yardımcı olacak önemli tarihi deneyimdir.

Çağdaş Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Zagatala, Balaken illerinin ve kısmen Gah ilinin, Rusya Federasyonu’nun bu illerle sınır bölgeleri ile birlikte, Gürcistan’ın Lagodehi ve Sığnag illerinin topraklarını içine alan Car-Balaken Cemaatliği 1501-1736 yıllarında Azerbaycan topraklarında mevcut olmuş Safevi devletinin sözkonusu topraklarda yürüttüğü politika sonucunda ortaya çıkmıştır7.
Car-Balaken Cemaatliği’nin mevcut yönetim sistemi, özellikleri ve demokratik
karakterine göre ortaçağ klasik feodal devletlerinden tamamen farklıydı. 1802 yılında Rusya İmparatoru I Aleksandr tarafından Gürcistan’ın baş reisi olarak atanmış Knyaz P.D. Sisianov mektuplarının birinde burayı “Car Cumhuriyeti” olarak nitelemişdir 8.

XIX. yüzyıl Rus tarih bilimcilerinden D. Zubaryev ise, Car-Balaken vilayetinin 1830 yılına kadar kendi yasaları ve hükümeti ile yönetilen bir cumhuriyet olduğunu kaydetmektey di 9.
Car, Balaken, Kateh, Tala, Cınıh ve Muhah gibi bağımsız topluluklara bölünmüş Car- Balaken Cemaatliği’nde Avar, Sahur, Muğal Türkleri ve İngiloylar birlikte yaşamaktaydı.
Yukarıda isimleri verilen her bir bağımsız topluluk da Avar, Sahur, Muğal ve İngiloy köylerinden oluşmuştu10. Cemaatin gerçek olarak mevcut olduğu yaklaşık 135 yıl süresince bu halklar arasında milli zeminde hiçbir çatışma görülmemiştir. Araştırmalar, onların barış içinde birlikte yaşamalarında aşağıdaki faktörlerin önemli role sahip olduğunu göstermektedir: görev taksimi, seçimli yönetim sistemi, yasanın aliliği ve adaletin üstünlüğü prensipleri.

a. Yerli halkın görev taksimi. Dağlık bölgelerde yaşayan Avar, Sahur ve Muğal
halkı Cemaatliğin toprak ve sınırlarının güvenliğinden sorumluydu. Onlar Cemaatliğin denetimi altında olan toprakları yabancı müdahaleden koruyorlardı. Dağ eteği ve düzlük bölgede yaşayan İngiloy ve Muğal halkı ise Cemaatliği ekmekle temin ediyordu.
XIX. yüzyıl Rus tarih bilimcileri bu taksimi “ağa-bağımlı ilişkileri” gibi takdim etmekte ve Car-Balaken bağımsız topluluklarına dahil olan İngiloy ve Muğal köylerinin Avar ve Sahurlara bağımlı olduğunu kaydetmektedirler11.

Aslında Car-Balaken Cemaatliği’nde mevcut olan sosyo-ekonomik ilişkiler, Rus
tarihçilerin takdim ettikleri “ağa-bağımlı ilişkilerinden” farklıydı ve bu ilişkilerin şekillenmesi Cemaatlik meydana gelene kadar bu bölgede süren siyasi süreçlerle direkt bağlantılıydı. Şöyle ki XVI.-XVII. yüzyıllarda Büyük Kafkas dağlarının kuzey eteklerinden güney eteklerine (Büyük Kafkas dağlarının kuzey ve güney etekleri Azerbaycan topraklarında bir zamanlar yer alan Albanya devletinin toprakları olmuştur) göç eden Avarlar, Car ve Tala ovalarına yerleştikten sonra burada yaşayan ve Kahet Gürcü çarlarının saldırılarına maruz kalan yerli
halkı-Muğal ve İngiloyları kendi himayeleri altına aldılar. Fakat onların iç işlerine karışmıyor yani, Muğal ve İngiloy köylerindeki iç yönetim sistemine dokunmuyorlardı. Halklar arasındaki “bağımlılı” gibi takdim edilen ilişkiler, himaye altına alınanların himaye altına alanlara keçkel (geç gel veya göç gel) olarak isimlendirilen vergi ödemesinden ibaretti12.

b) Cemaatlikte barış içinde birlikte yaşama prensibinin muhafazasında rol oynayan önemli faktörlerden biri de burada seçimli yönetim sisteminin mevcut olmasıydı. 

Şöyle ki,

Cemaatlikte en yüksek kurum halk toplantısıydı. Yılda bir veya iki kez Ağdam köyünde toplanan ve Cemaatliğe dahil olan altı topluluğun vekillerinin katıldığı bu toplantıda tüm Cemaatlik için önemli olan sorunlar tartışılıyordu: Cemaatliğin komşu devletlerle ilişkileri, savaş ve barış meseleleri ile birlikte topluluklar arası ilişkilerle bağlantılı kararlar alınıyordu.13

Car, Balaken, Kateh, Tala, Cınıh ve Muhah topluluklarını, sözkonusu toplulukların halkı tarafından seçilmiş ali kurum yönetiyordu. Bu kuruma kovhalar, aksakallar ve gaziler dahildi.

Yüksek kurumun görevi Şeriat kurallarının ve geleneklerin yerine getirilmesini denetlemek, toplumun güvenliğini sağlamak, topluluk üyelerini (Avar, Muğal, Sahur, İngiloy olmasından asılı olmayarak) diğer toplulukların üyelerinin davalarına karşı himaye etmek ve savunmak, köy mahkemelerinin kararlarından memnun kalmayan topluluk üyelerinin tartışma, şikayet ve iddialarını yeniden ve sonuncu kez inceleyen Yüksek Mahkeme rolünü oynamaktan ibaretti.

Dağlık bölgelerde sınırların muhafazası amacıyla nöbetlerin belirlenmesi, farklı toplumsal görevlerin tayini, fakir, yetim ve yaşlıların himaye edilmesi, görevlerinden su-i istifade eden kendhudaların ve kovhaların işine bakılması, olağanüstü durumlarda topluluğa üye olan köylerin temsilcilerinin katılımı ile toplantı yapılması gibi sorunlar da onların görevleri arasınday dı 14. Car-Balaken Cemaatliği’nde köyler, topluluğun ali kurumuna bağlı olan köy mahkemeleri tarafından yönetilmekteydi. Köy mahkemeleri sözkonusu köyün kovhası veya
kendhudası,sülale veya nesillerin her birinden bir aksakal veya kadı ya da imamlardan oluşmaktaydı. Yürütme organı olan köy mahkemeleri halk toplantılarının ve içinde bulundukları topluluğun ali kurumunun kararlarının sözkonusu köyde doğru bir şekilde yerine yetirilmesi konusunda sorumluluğa sahipti ve güvenliğin temin edicisi rolünü oynamaktaydı15.

Köy mahkemeleri, aynı şekilde köy topluluk üyeleri arasındaki tartışmalı sorunları yerinde çözen bir organdı. Bu açıdan köy mahkemeleri fonksiyonlarını aşağıdaki gibi yerine yetirmektey di: mahkeme süreci davacının, imamın ve mensubu olduğu sülalenin aksakalı nın şahitliği ile şikayetini bildirmesiyle başlıyordu. Bundan sonra sorumlu taraf mahkemeye davet edilirdi. O şikayetleri yalnız aksini ispatlamak için deliller veya şahitler göstermek şartıyla
reddedebilirdi. Bu şahitlere davalı tarafların katılımıyla yemin ettiriliyordu. Bundan sonra şahitler teklikte, yani davalı tarafların katılımı olmadan konuşturuluyor du. Sağlam deliller taraflardan birinin haklı olduğunu ortaya çıkardıktan sonra, son karar alınıyor du 16. Bazen ise deliller son kararın kabulü için yeterli olmuyordu. Bu takdirde duruma bağlı olarak davalı taraflardan birine yalan söylemediği konusunda yemin ettiriliyordu. Sonra imam bu sorunla
ilgili uygun yasaları arayıp buluyor ve bunları mahkemede tartışan taraflara okuyordu.

Mahkeme sözkonusu yasalara dayanarak karar verirdi. Karar uygulanması için yazılı şekilde kovhaya takdim edilirdi. Taraflardan her hangi biri mahkemenin kararından memnun kalmazsa, bu durumda daha yüksek kuruma şikayette bulunurdu ve sonraki kararı verecek mahkeme üyelerini evine davet ederek, durumu açıklamaya çalışıyordu.

Yüksek mahkemede şikayetlere, davalı tarafların vekillerinin katılımı ile bakıyorlardı. Hakimler arasında düşünce farklılığı ortaya çıktığında, davalı tarafların mensup olmadıkları nesillerin aksakalları mahkemeye davet edilirdi. Yüksek mahkemenin verdiği karar itiraza neden olsa bu durumda kararın icrası yılda bir veya iki kez Ağdam köyünde toplananbir sonraki Halk toplantısınakadar ertelenirdi 17.

Car-Balaken Cemaatli ği’nde kovha, aksakal, tabun başı, çavuş ve yasavul farklı yetkilere ve sorumluluklara sahip görevlilerdi. Kovha veya kend huda köyün yönetiminde asıl role sahipti. Topluluğun ali kurumunun kararlarını uygulamak, az önemli şikayetlere bakmak, güvenliği sağlamak, sakinlerin davranışlarını denetlemek, suçluları mahkemeye takdim etmek, insanları aramak ve sürgün etmek, köy ve topluluğun mükellefiyetlerini yerine getirmesi konusunda serencam vermek, çavuş ve yasavulları seçmek onun görevleri arasında idi 18.

Köy aksakalları kendi kabileleri tarafından seçilmekte ve bütün konularda tüm halkın çıkarlarını savunan vekilleri konumundaydılar. Aynı zamanda kov hanın görevlerini doğru şekilde yerine yetirmesi ni de denetliyorlardı. Aksakallar kov hanın görevlerini doğru yapmadığı durumlarda, bu sorunu temsil ettikleri kabilelerin dikkatine sunuyorlardı.
Kabilelerbu durumda sonraki kovha seçimlerini beklemeden, onları görevlerinden
uzaklaştırma yetkisine sahiptiler 19

Tabun başı kov hanın yardımcısı idi ve onun emirlerini yerine yetiriyordu. Onlar genellikle bağlara, bahçelere, pirinç tarlalarına suyun verilmesini, görevlerin sakinler tarafından sırayla yerine yetirilmesi ni denetliyorlardı.

Köy halkını toplantılara davet etmek, hangi görevleri yerine yetirecek leri konusunda sakinleri uyarmak, çavuşun görevleri arasında idi. Yasavul ise kovha tarafından farklı hizmetlere gönderiliyordu.

Tüm bu görevlere atamalar halk seçimi yolu ile çözülüyordu. Seçim işlemine 15 yaşın üstünde olan tüm erkekler katılıyordu. Kadı üç yıllığına, imam iki yıllığına, kov ha ve tabun başı ise bir yıllığına seçiliyordu. Bunların yetki süresi gorevlerini doğru yerine yetir meleri ne bağlı idi. Görevi kötüye kullandıklarında yetki süresi bitmemiş görevlerinden uzaklaştırılıyorlardı. Görevlerini sorumlu bir şekilde yerine yetiren ve bu yüzden de halkın güvenini kazanan şahısların ise görev süreleri uzatılıyor du20.

XIX. yüzyıl Rus tarih bilimcisi N. Dubrovin, seçim sürecini aşağıdaki gibi tasvir etmiştir:
Köy halkı caminin yanında toplanıyor ve önceden hazırlanmış oturaklara oturuyorlardı.
Oturaklar köydeki kabilelerin sayısına göre sıralanıyordu. Herkes kendi kabilesinin temsilcileri ile aynı sırada oturuyordu. Halk toplandıktan sonra toplantı başlıyordu. Her kabile aralarından kendilerini temsil edecek vekilini aksakalını (vekilini) seçerek söz konusu şahsın adaylığını köy halkının genel onayına takdim ediyordu. Köy halkı seçilenleri onayladıktan sonra, herkesin saygı duyduğu nüfuzlu bir köy sakini ayağa kalkarak meclisin ortasından
halka şu sözlerle hitap ediyordu:

-Dostlar! Siz bu şahısları aksakal seçerek sizi yönetme görevini onlara devretmişsiniz.

Onların her biri baba ve kendi neslinin başkanıdır. Siz, hem savaş hem de barış döneminde onların emirlerine uymalısınız. Aksi takdirde düşman, itaatsizlik sonucunda topluluğun dağılmasından yararlanarak sizi mağlup eder. Barış döneminde de uymak zorunludur. Çünkü bu olmadan her bir topluluk için zorunlu olan düzen olmaz. Allah sizi korusun ve her birinizi görevlilere itaatkar kılsın.

Daha sonra o, yüzünü yeni seçilmiş olanlara dönerek konuşmasını sürdürürdü:
- Siz ise yeni başkanlar, size güvenen topluluğu akılla yönetmeli, halkın iradesi olmadan önemli kararlar almamalısınız. Topluluğun her bir üyesini kendi kardeşiniz gibi görmelisiniz.

Onların her birinin refahı sizin nasıl yöneteceğinize bağlıdır. Gerektiğinde halkın faydasına siz neyinki kendi çıkarınızı, hatta hayatınızı da feda etmelisiniz. Bize Peygamberimiz bu şekilde öğretmiştir. Halkın refahı için yaşamak, zayıfları korumak, onların ihtiyaçlarını karşılamak, zulmün kökünü kazımak, halkın kalbinde hakikate meyli yaymak, düzeni sağlamak, bir sözle halkın refahı için tüm tedbirleri görmek-budur iyi baba, müdrik hakim ismini kazanmayı arzulayan her bir kimse için zorunlu olan keyfiyetler. Böylece, sizin idare niz Muhammed’in kanunları kadar müdrik olsun! 21

Konuşmanın metninde de görüldüğü gibi, Car-Balaken’liler adaletli yönetim sistemi kurmayı başarmışlardır. Onlar toplumun adaletle yönetilmesi için Cemaatliğin tüm üyelerinin kendi görevlerini vicdanla ve adaletle yerine getirmelerine, aynı şekilde toplulukları önünde sorumluluklarını alğılamalarına özel dikkat yetiriyorlardı.

c) Cemaatlikte barış içinde birlikte yaşamanın sağlanmasında önemli role sahip üçüncü faktör, Car-Balaken’de tüm halkın Kanun önünde eşitliyi idi.

Cemaatlik 1752 yılında Ağdam köyü yakınlarında topluluk vekillerinin oyçokluğu
prensibi ile kabul ettikleri ve 24 maddeden oluşan Kanunname ile yönetiliyor du 22. 

Bu kurallar topluluk üyeleri arasında ilişkileri düzenlemekle birlikte topluluğun düzen ve güvenini sağlamaktaydı. Çünkü her bir topluluk üyesi toplum içinde güvenliğin korunması hususunda sorumluluk taşımaktaydı. Aksi durumda o, yaptığı “yanlış”tan ötürü cezalandırılmaktaydı.

Kurallara göre topluluk üyeleri, cinayet, hırsızlık, başkasının mülküne kasten zarar verme, nikah, zina gibi konularda ciddi sorumluluğa sahiptiler.

Kurallar Cemaatliğin halkının etnik ve sosyal köken ayrımı gözetmeksizin tüm halkı için düşünülmüştü. Kanunnamede bu kurallara uyulmasını denetleyenlerin sorumluluğu da belirlenmişti. Onlar, kendileri yasaları çiğnediklerinde görevlerinden alınıyor veya farklı para cezası ile cezalandırılıyorlardı23.

Yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı gibi Car-Balaken Cemaatlik sisteminde yönetim; tarihi geleneklere, yerel adetlere, Şeriata dayanmış ve Cemaatlik topraklarında yaşayan halkların eşit haklara sahiplenmesinde, barış içinde birlikte yaşamasında önemli role sahip olmuştur.

3 . Azerbaycan Halk Cumhuriyeti.

1918 yılında demokratik kurallar üzerinde kurulmuş ve Doğu’da ilk cumhuriyetlerden olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (AHC), Azerbaycan demokrasi tarihine diğer bir katkıdır.

28 Mayıs 1918 yılında Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan eden ve 2 gün içinde tüm dünya ülkelerine ulaştıran 6 maddelik İstiklal Beyannamesi, yeni kurulan ve tam hukuka sahip bir devletin, geleceğini belirlemede önemli bir role sahiptir. İstiklal Beyannamesi’ne göre bu devletin siyasi kuruluş biçimi Halk Cumhuriyetidir. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti, tüm milletler, özellikle komşu halklar ve devletlerle sıcak komşuluk ilişkileri kurmaya çalışır, sınırları dahilinde milliyetinden, dininden, sosyal durumu ve cinsinden asılı olmayarak, tüm
vatandaşların vatandaşlık ve siyasi haklarını temin edir; topraklarında yaşayan tüm milletlere bağımsız gelişim için fırsatlar tanır24.

programları olan partiler, teşkilatlar temsil edilmiştir. Toplam sayısı 97 olan parlamenterler arasında bağımsızlar bile vardı. Söz konusu dönemde Ermenilerin Müslüman Türk halkına karşı yaptıkları katliamdan sadece birkaç ay geçmesine ve ülke dahilinde yaşayan Ermenilerin devlet aleyhine kıyamlarının devam etmesine rağmen ermeniler de parlamentoda temsil (Türkleri düşman ilan etmiş Taşnaksütun Ermeni Partisi, 7 kişiyle) edilmişdiler25.

AHC, tüm vatandaşlarına vatandaşlık ve siyasi hakları sağlayabilmişti. 1918 yılında kadınlar seçim hakkı elde etmişlerdir. Karşılaştırmak için şunu kaydedelim ki, ABD ve birçok Avrupa devletlerinde kadınlara bu hak çok sonraları - ABD'de 1920, Türkiye'de 1934, İtalya'da 1948, Japonya'da 1950, Fransa'da 1951, İsviçre'de 1965 yılında verilmişti.

AHC’nin tarih karşısında büyük hizmeti Azerbaycan’da sadece devletçiliğin geri kazanımı ile bitmemiş, devlet kendi vatandaşlarına "özgürlük" ve "hukuk" kavramlarını öğretmeyi başarmıştı. 23 ay mevcut olan Cumhuriyet yıkıldıktan çok sonra bile halkın kendi demokratik devletini arzulaması bir rastlantı değildir. Buna örnek olarak 1926 yılında şimdi Ermeni işgali altında olan Şuşa'da dokunan halı üzerindeki yazı kayda değerdir. Sovyetlerin insanları özgürlük arzusuna göre bile yok ettiği bir zamanda Azerbaycan'da üzerinde aşağıdaki sözler yazılan halı ile işğalçı politikaya meydan okunuyordu: “Zikir eder cin, melek, hem insan,
yaşasın devleti Azerbaycan! Hür hep azade yaşatsın hamunu, həmhüquq olsun er ile nisvan (kadınlar ve erkekler arasında eşitlik olsun)! " Görüldüğü gibi, bu dönemde demokrasi kavramı bugünkü gibi yaygın bir kelime olmadığından Azerbaycan'da sıradan insanların onu duyması imkansız olsa da gerçekte, onlar demokrasinin ne olduğunu biliyorlardı.

SONUÇ

Bu gün dünyanın tüm noktalarında gerçek demokratik toplumun oluşturulması, farklı uygarlıkların her birinin kendine özgü özellikleri dikkate alınması durumunda mümkün olacaktır. Herhangi toplum için ideal demokrasi çerçevesinin bulunması demokrasi ve insan hakları eğitiminde belirlenen temel hedef olmalıdır. Bunun için ise Demokrasi ve İnsan haklarının eğitiminde Avrupa ve ABD deneyimi öğrenilmekle birlikte toplumların tarihsel deneyimlerine de başvurulmalı ve demokratikleştirme sürecinde dikkate alınmalıdır. 

Bu aslında çözümü bulunmayan birçok problemlerin çözümünde iyi bir deneyim olabilir. Azerbaycan tarihinde toplumun demokratikleştirilmesi tarihi ile ilgili bazı örneklerin incelenmesi gösteriyor ki, Azerbaycan toplumu bir tarihi birikime sahiptir. Onların yerel gelenek, milli mentalitet ve düşünceye dayandığını dikkate alırsak sonuçları toplum için önemli konuların çözümünde kullanılabilir. İşte yerel deneyimlerin temel alındığı ve Batı demokrasisinin başarılarından da kullanıldığı takdirde sağlam demokrasi ve siyasi düşünceli vatandaşların üyesi olduğu demokratik toplum kurmak mümkün olacaktır.

DİPNOTLAR;

1 Akademik Tarihve Düşünce Dergisi 
2 Hantinqton S., Stolknoveniye sivilizasiy,Moskva,2003, s.25
3 Azerbaycan tarihi: Uzaq keçmişden 1870-ci ile geder. Redaktör S.Aliyarlı “Azerbaycan”,Bakü,2009 s.287-292
4 A.g.e., s.288
5 Raşid-ad-din F., Sbornik letopisey, t.3,İzd. Akademiya Nauk SSSR, Moskva-Leninqrad,1946,s.223, 235-237.
6 Raşid-ad-din.,s. 235-237.
7 Arzu Eşref kızı. Car-Balaken Camaatlığı (XVII esrin sonu-XIX esrin 30’lu illeri), Uni Print,Bakü,2009,s.43,55
8 AKAK,v 12-ti t, t. 2, II c., Tipog. Glavnogo Upravleniya Namestnika Kavkaza,Tiflis,1868,s. 693
9 Zubaryev.D.E. Poyezdka v Kaxetiyu, Tuşetiyu, Pşaviyu, Hevsuriyu i Djaro-Belokanskuyu oblast. // Russkiy Vestnik, №6,SPb., 1841, s. 551-558
10 Arzu, s.74
11 Bakradze D. Zametki o Zakatalskom Okruge, Zapiski KOİPGO, vıp. 1., 14, Tiflis, 1890,s. 264; Dubrovin. N., İstoriya voynı i vladıçestva russkih na Kavkaze, v. 6-ti t-h, t.1 kn.1, s. 515-601, SPb.,1871,s. 595
12 Dagıstan Respublikası G. Tsadası adına TDEE-nin Elyazmalar Fondu. f.1,siy. 1, iş. 1353.s. 44
13 Hronika voyn Djara v XVII stoletii, Pod redaksiey V. Huluflu, Bakü,1931,s.61-71
14 Konstantinov O. İ. Djarı-Belokanı do XIX stoletiya, Sbornik gaz., “Kafkaz” na 1846 g., Sbornik gazetı “Kafkaz” na 1846 g., Tipografiya Kançel, Namestnika Kafkaza, №2-3, s. 376-401,Tiflis,1847, s. 379-380
15 Dubrovin,s. 592; Hronika voyn Djara., s. 63-71
16 Dubrovin, s. 594
17 A.g.e., s. 594
18 Dubrovin, s. 592;Konstantinov, s.379
19 Konstantinov, s.380
20 A.g.e., s. 380
21 Dubrovin, s. 593-594
22 Hronika voyn Djara, s. 63-71
23  Ay yaşayan AHC, bu 6 Maddelik İstiklal Beyannamesi’nin tüm maddelerine uygun bir Nyönetim sistemi kurmayı başarmıştı.  AHC, Parlamenter Cumhuriyet ti. 6 Aralık 1918 yılında seçimler sonucunda şekillenmiş ilk parlamentoda milli, sosyalist, Bolşevik vb gibi farklı
23 A.g.e., s.63-71
24 Hesenli C.,Azerbaycan Xalq Cümhuriyyetinin Harici Siyaseti (1918-1920), I cild, “GARİSMA” MMC,Bakü,2009,s.92; Nesibzade N. Azerbaycan Demokratik 
Respublikası (mekaleler ve senedler), Elm, Bakü, 1990, s. 43-44
25 Balayev A., Azerbaydjanskoye nasionalno-demokratiçeskoye dvijeniye (1917-1920 qq.), Elm, Bakü,1990, s.41; Nesibzade, s.71-83


KAYNAKLAR

1. AKTI SOBRANNIYE KAVKAZSKOY ARXEOQRAFİÇESKOY KOMİSSİEY
(AKAK); 1868, v 12-ti t, t. 2, Tipog. Glavnogo Upravleniya Namestnika Kavkaza,Tiflis.
2. ARZU EŞREFKIZI; 2009,Car-Balaken Camaatlığı (XVII esrin sonu-XIX esrin 30’luilleri), UniPrint, Bakü.
3. Azerbaycan tarixi: Uzaq keçmişden 1870-ci ile geder, redaktör Süleyman Aliyarlı,2009, “Azerbaycan”, Bakü.
4. BAKRADZE, D. ;1890,Zametki o Zakatalskom Okruge, Zapiski KOİPGO, vıp. 1., 14,Tiflis.
5. BALAYEV A.; 1990,Azerbaydjanskoye nasionalno-demokratiçeskoye dvijeniye(1917-1920 qq.), Elm, Bakü.
6. DUBROVİN, N.; 1871, İstoriya voynı i vladıçestva russkih na Kavkaze, v. 6-ti t-h, t.1,1 kn. s. 515-601, SPb.
7. HANTİNQTON, S.; 2003,Stolknoveniye sivilizasiy,Moskva.
8. HESENLİ, C.; 2009, Azerbaycan Xalq Cümhuriyyetinin Harici Siyaseti (1918-1920),Icild, “GARİSMA”MMC,Bakü.
9. Hronika voyn Djara v XVII stoletii; 1931, Pod redaksiey V. Huluflu, Bakü.
10. KONSTANTİNOV, O. İ.; 1847,Djarı-Belokanı do XIX stoletiya, Sbornik gaz.,“Kafkaz” na 1846 g., Sbornik gazetı “Kafkaz” na 1846 g., Tipografiya Kançel,
    Namestnika Kafkaza, №2-3, s. 376-401,Tiflis.Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi Academic Journal of History and Idea 
11. MOLLA MUHAMMEDEL-CARİ; 1997, Car salnamesi, Arapçada çeviri, giriş, açıklama ve notlar, S. Süleynamovanındır, Seda,Bakü.
12. NESİBZADE, N.; 1990,Azerbaycan Demokratik Respublikası (mekaleler ve senedler), Elm, Bakü.
13. RAŞİD-AD-DİN, F.; 1946, Sbornik letopisey,t.3, İzd. Akademiya Nauk SSSR, Mockva-Leninqrad.
14. Dagıstan Respublikası G. Tsadası adına TDEE-nin Elyazmalar Fondu. f.1,siy. 1, iş. 1353.
15. ZUBARYEV, D.E.;1841,Poyezdka v Kaxetiyu, Tuşetiyu, Pşaviyu, Hevsuriyu i Djaro- Belokanskuyu oblast. // Russkiy Vestnik, №6, с.539-558,SPb.


***