Emine AKÇADAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Emine AKÇADAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2019 Perşembe

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 7

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 7


4.2.1. Entegre Sınır Yönetimi 

Yasa dışı göçle mücadelede hem AB hem de Türkiye açısından büyük önem taşıyan bir diğer husus entegre sınır yönetimidir. Avrupa Birliği’nin iç sınırlarda serbest dolaşımın hayata geçirilmesiyle, dış sınırların korunması ve sınır yönetimi bütün AB ülkeleri için önem arz eder hale gelmiştir. Bu nedenle Schengen mevzuatı ve diğer AB müktesebatıyla sınır kontrolleri konusunda ortak uygulamalar arayışı ile değişen ve gelişen bir sınır yönetimi anlayışı gelişmeye başlamış ve entegre sınır yönetimi yaklaşımı ortaya çıkmıştır. AB adayı Türkiye için de müktesebata uyum sağlayarak sınır yönetimi konusunda gerekli düzenlemelerde bulunmak kaçınılmaz hale gelmiştir. 

AB’ye uyum çalışmaları kapsamında; dış sınırların korunması konusunda kapsamlı bir uyum stratejisi belirlenmesi için 2002 yılında İçişleri Bakanlığı koordinatörlüğünde, sekreterya hizmetini Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanlığı’nın yaptığı “İltica, Göç ve Dış Sınırların Korunması Görev Gücü” kurulmuştur. Görev Gücü, Genel Kurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı temsilcilerinin katılımıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Bu Görev Gücü tarafından hazırlanan ve Nisan 2003’de yayınlanan “Dış Sınırların Korunmasına Yönelik Strateji Belgesi”nde Türkiye’de tüm sınır hizmetlerinin askeri olmayan özel eğitimli profesyonel kolluk güçlerince yerine getirilmek üzere İçişleri Bakanlığı bünyesinde yeni bir teşkilatlanmaya gidilmesi önerilmiştir. 

Ayrıca dış sınırların korunmasına yönelik olarak Birlik tarafından sağlanacak mali katkılara temel oluşturacak ve yapılacak altyapı çalışmaları ile reformları belirleyecek bir eylem planı hazırlanmasına yönelik olarak “Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Destek Sağlamak Amacıyla Eylem Planı Geliştirilmesi” isimli eşleştirme (twinning) projesine 2004 yılında başlanmıştır. Proje kapsamında, Türkiye’nin kara ve deniz sınırları ile hudut kapılarında; önleyici ve caydırıcı amaçlı olarak kaçakçılık ve yasa dışı 
geçişlerle mücadele faaliyetleri, hudut kapılarının güvenliği, yolcu giriş-çıkış, pasaport kontrol ve sahteciliğin önlenmesi işlemleri, geri gönderme ve sınır dışı işlemleri, sınır güvenliği ve fiziki tedbirlerin alınması gibi görevlerin tek elden yürütülmesi ve böyle bir sistemin maliyetinin ortaya çıkarılması amacıyla AB müktesebatı esas alınarak bir eylem planı hazırlanmıştır. “Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Yönelik Ulusal Eylem Planı” isimli bu belge 2006 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girmiştir60. 

Öte yandan sınır yönetimi sistemini geliştirebilmek için AB ile ortak projeler de 
yürütülmektedir. Bu kapsamda, Entegre Sınır Yönetimi Projesi-Aşama 1, Entegre Sınır Yönetimi Projesi-Aşama 2, Batı Balkanlar ve Türkiye’de Entegre Sınır Yönetimi’nin güçlendirilmesi projeleri ile Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından finanse edilen ESY Taslak Yol Haritası Geliştirilmesine Destek Projeleri devam etmektedir. 

AB ülkelerinde sınır yönetimi konusunda, ayrı bir Sınır Yönetim Teşkilatı, Polis Teşkilatı içinde bir şube, polis niteliği taşımayan tamamen sivil bir yapı veya askeri polis/jandarma şeklinde farklı teşkilatlanmalar söz konusudur. Örneğin, İngiltere’de tamamen sivil yapıdaki “Göç ve Vatandaşlık İşleri Direktörlüğü”, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak görev yapmaktadır, ayrıca bir sınır polisi/sınır muhafız teşkilatı veya Sahil Güvenlik Teşkilatı yoktur. Fransa’da Emniyet 
Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Sınır Polisi Genel Direktörlüğü” tüm sınırlardan sorumludur. Kıyıya yakın sular ve limanlar Deniz Jandarması’nın yetkisindedir, ayrıca bir Sahil Güvenlik Teşkilatı yoktur. Almanya’da İçişleri Bakanlığına bağlı Federal Polis Gücü “Bundespolizei” ülke sınırları boyunca pasaport kontrolü dahil sınır güvenliğinden sorumlu kurumdur. İtalya’da “Göç ve Sınır Polisi Genel Müdürlüğü” İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca bir Sahil Güvenlik Teşkilatı da bulunmaktadır. 

Türkiye’de ise sınırların denetimi hudut kapılarından giriş-çıkışlar ve pasaport kontrolleri Emniyet Genel Müdürlüğü, sınır kapılarında malların dolaşımı Gümrük Müsteşarlığı, Irak sınırının tamamında ve İran sınırının Hakkari ili bölgesinde Jandarma Genel Komutanlığı, diğer kara sınırları Kara Kuvvetleri Komutanlığı, deniz sınırları da Sahil Güvenlik tarafından denetlenmektedir. 

AB müktesebatına uyum amacıyla sınır kontrolünde sivil nitelikli yeni bir teşkilatlanmaya gidilmesi “Dış Sınırların Korunmasına Yönelik Strateji Belgesi”nde öngörülmektedir. Ancak önceki paragraflarda belirtildiği üzere AB ülkeleri coğrafi konum ve özelliklerine göre farklı sınır yönetimi yapılanmalarına gitmişlerdir. İngiltere bir ada devleti olmanın verdiği güven ile tamamen sivil nitelikli bir teşkilatlanmaya giderken, Akdeniz’e sınırı bulunan Fransa ve İtalya 
daha farklı yapılanmalara yönelmiştir. Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumu, özellikle doğu ve güneydoğu sınırlarının fiziksel yapısı ve zorluğu, ayrıca bölgede istikrarsız siyasi rejimlerin varlığı ve terör sorunu nedeniyle sınır geçişlerinin kontrolünün kısa vadede tamamen sivilleştirilmesinin uygun olmayacağı söylenebilir. 

Bu bağlamda, Sahil Güvenlik Teşkilatı ile Jandarma Teşkilatı’nın zaten İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğu göz önünde tutularak kısa vadede sorunların giderilmesi için, 1. ve 3. Ordu Komutanlığı içinde İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir “danışma ve irtibat bürosu” kurulması sınır yönetimi alanında koordinasyon ihtiyacını karşılayabilir. Bu büro aracılığıyla karşılıklı bilgi ve istihbarat paylaşımı sağlanabilinir. Sınır birlikleri profesyonel hale getirilerek etkinliği artırılabilir. Ayrıca uygulamadaki mevcut hataların (hiyerarşik raporlama sorunu, sorumluluk alanlarının belirsizliği) düzeltilmesinin, finansal ve hukuki açıdan gerekli düzenlemelerin yapılmasının, sınır güvenliğinde teknolojik tespit olanaklarından, termal kameralardan, insansız hava araçlarından ve uydu imkânlarından daha fazla yararlanılmasının faydalı olacağı değerlendirilmekte dir. 

4.2.2. Geri Kabul Anlaşmaları 

Yasa dışı göçle mücadelede bir diğer önemli hukuki araç, Geri Kabul Anlaşmaları’dır. Uluslararası anlaşmalar, sığınma hukuku ve temel insan hakları hukuku saklı kalmak kaydıyla, bir devlet, ülkesinde bulunan ve durumları yasal olmayan yabancıları ülkesinden çıkarma hakkına sahiptir. Ancak, uygulamada, yasa dışı göçmenlerin geri gönderilmesinde ciddi zorluklarla karşılaşılmaktadır. Özellikle ülkemiz açısından konuya bakıldığında, sınırdaş olmayan, az gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının geri gönderilmesinde mali ve idari sıkıntılar 
bulunduğu görülmektedir. 

Bu bağlamda, yasa dışı göçmenlerin Türkiye’den geldikleri ülkeye iadesi veya Türkiye’den diğer bir ülkeye yasa dışı geçiş yapan göçmenin Türkiye’ye kabulü amacını taşıyan « Geri Kabul Anlaşmaları » etkin bir hukuki araçtır. Zira Geri Kabul Anlaşmaları, ülkeleri yasa dışı göçe karşı önlem almaya teşvik etmek ve yasa dışı göçmenlerin insan onuruna yakışır şekilde ülkelerine gönderilmelerini sağlamak adına hukuki bir zemin hazırlamaktadır. 

AB’ye adaylık sürecine kadar ilerleme gösterilemeyen Geri Kabul Anlaşmaları konusu, adaylık süreci ile birlikte farklı bir ivme kazanmıştır. Bugüne kadar Suriye, Kırgızistan, Romanya, Ukrayna, Yunanistan ve Rusya ile Geri Kabul Anlaşması imzalanmış ve uygulanmaya başlanmıştır.61. Pakistan ve Nijerya ile de anlaşmalar imzalanmış olup onay aşamasındadır.62. Ayrıca 2001 yılında İran, Bulgaristan, Bangladeş, Hindistan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sri Lanka’ya; 2002 yılında Ürdün, Tunus, Özbekistan, Moğolistan, Mısır, İsrail, Gürcistan, Etiyopya, Belarus, Sudan, Cezayir, Libya, Fas, Lübnan ve Kazakistan’a; 2003 yılında 
Azerbaycan’a; 2008 yılında Afganistan’a ve 2009 yılında Irak’a Geri Kabul Anlaşmaları teklif edilmiştir.63. 

AB ile Geri Kabul Anlaşması müzakereleri Ocak 2011’de tamamlanmış, ancak bu anlaşmaların kabulü vize muafiyeti konusu ile paralellik seyrettiğinden henüz bir sonuca varılamamıştır. 24 Şubat 2011’de toplanan AB Adalet ve İçişleri Konseyi’nden vize muafiyeti konusunda Türkiye’yi tatmin edici bir karar çıkmaması neticesinde Türk Dışişleri Bakanlığı, bu konuda beklentiler karşılanmadığı sürece Geri Kabul Anlaşmaları’nın uygulanmayacağını 
belirtmiştir64. Türkiye ile Geri Kabul Anlaşmalarının imzalanması AB’nin yasa dışı göçle mücadelesine ciddi katkı sağlayacak, ancak Birlik ile vizesiz rejim yürürlüğe konmadığı takdirde bu anlaşmaların Türkiye için ekonomik, siyasi ve sosyal maliyeti son derece yüksek olacaktır. Bu nedenle adil yük paylaşımı ilkesi uyarınca hareket edilmesini talep etmek Türkiye’nin en doğal hakkıdır. 

Burada vurgulanması gereken bir diğer husus, öncelikle Türkiye’yi transit olarak kullanan yasa dışı göçmenlere kaynak olan ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları imzalanmadan, hedef ülke konumundaki AB ülkeleri ile bu yönde anlaşmalar imzalanmasının Türkiye açısından sorun teşkil edeceğidir. Bu durum Türkiye’ye geri kabul edilen yasa dışı göçmenlerin kaynak veya transit ülkelere iadesinde güçlüklere neden olması ve bu yabancıların Türkiye’de barındırılmaları ile iaşeleri konusunda sorunlar yaşanması muhtemeldir. 

Ayrıca AB geri dönüş anlaşması imzaladığı ülkeleri bizimle de benzeri anlaşmalar yapmaya zorlamadığı takdirde tüm yükün Türkiye’nin sırtına binmesi riski bulunmaktadır. AB, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk ve Bosna ile vizeleri kaldırmış ve geri kabul anlaşmaları imzalamıştır. Ancak bu ülkeler ile Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması imzalamadan AB ile imzalaması durumunda, yakalanan yasa dışı göçmenler en dış sınırda bulunan Türkiye’ye gönderilecektir. Böylece AB yasa dışı göç yükünü mümkün olduğu kadar sınır ülkelerine ve dış sınırlarındaki ülkelere kaydırmış olacaktır. Bu durumda Schengen çerçevesinde vize kolaylığı sağlamanın getireceği siyasi avantajlar Geri Kabul Anlaşmasının 
getireceği büyük yükle ortadan kalkabilir. 

4.2.3. Türkiye’nin Sığınma Politikası 

AB süreci etkisini, Türkiye’nin göçle ilgili genel düzenlemelerinin yanında özelde sığınma politikası üzerinde de göstermiştir. Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki veya bölgeye yakın ülkelerdeki istikrarsızlık ortamları sebebiyle ülkemiz giderek artan oranda mülteci akımına maruz kalmaktadır. 2005 yılında 2.931 olan iltica başvurusu 2010 yılında 8.653’e yükselmiştir65. 

Tablo:6 Sığınma Başvuruları 
Kaynak: EGM 


Gerek artan bu talebe cevap verebilmek gerekse de AB mevzuatına uyum nedeniyle Türkiye, iltica konusuna ilişkin yasal düzenlemelerini ve kurumsal yapısını gözden geçirmek durumunda kalmıştır. 

Daha önce de değinildiği gibi Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olurken koyduğu “coğrafi sınırlama” çekincesiyle sadece Avrupa’dan gelen sığınmacılara mülteci statüsü tanıyacağını beyan etmiştir. Bu durumun temel sebebi, ciddi bir iltica talebinin önünü keserek mülteci yükünü azaltmaktır. Avrupa dışındaki ülkelerden gelenler sığınmacı olarak Türkiye’de ancak geçici olarak kalabilmekte dir. Bununla birlikte, tüm ülkeler için bağlayıcı olan geri göndermeme (non-refoulement) ilkesi gereği sığınma talep eden kişiler, doğrudan ülkelerine geri gönderilmemekte; insanî sebepler göz önüne alınmak suretiyle üçüncü bir ülkeye gönderilinceye kadar uluslararası koruma altında bulundurul maktadırlar. Türkiye’de Avrupa dışındaki ülkelerden gelen sığınmacılar için mülteci statüsünü belirleme görevi BMMYK tarafından yerine getirilmektedir. 

Tablo:7 Sığınma Talep Edenlerin Uyrukları 


Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 

Öte yandan 1951 Sözleşmesi uyarınca; BMMYK dışında bir BM organ veya kuruluşunun yardım ve korumasından yararlananlar, uluslararası koruma ihtiyacı içinde olmayanlar, savaş suçu, barışa veya insanlığa karşı suç işleyenler ile ağır genel suç işleyenler mülteci statüsü kazanamamaktadır. 

Türkiye’nin iltica bağlantılı göçle ilişkisi, genel olarak 1980’li yıllarda, özellikle de 1980-1988 yılları arasında İranlı transit göçmenlerin Türkiye’ye gelişiyle başlamıştır. Herhangi bir hukuki düzenlemenin olmadığı bu ilk dönemde mülteciler, pasaportla giriş yaptıkları müddetçe Türkiye’de turist olarak algılanmıştır. Kimileri de BMMYK prosedürüne girerek üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyi beklemiştir. Meselenin düzenlemeyi gerektirecek bir “sorun” olarak algılanması, 1990’ların başına denk gelmektedir. Öncelikle 1988 İran-Irak savaşı ertesinde peşmergeler, ardından 1990 Körfez Savaşı nedeniyle Irak ve Kuveyt’ten kaçan Asyalı işçiler ve en sonunda Irak ordusunun baskısından kaçan 500 bine yakın Iraklı Kürtün göçüyle Türkiye, iltica konusundaki “pragmatik ve esnek” politikalarına bir son verme ihtiyacı duymuştur66. 

İltica konusundaki bu ulusal mevzuat boşluğu, 1994’te çıkarılan “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usül veya Esaslar Hakkında Yönetmelik” ile kısmen de olsa doldurulmuştur67. 

2003 yılı Ulusal Programında, "İltica Alanında AB Mevzuatına Uyumun Başlatılması ve İltica Alanında Kapasitenin Geliştirilmesi" başlığı altında iltica alanında AB mevzuatına uyumun başlatılması öncelik olarak belirlenerek, başta mülteciler için konaklama ve sosyal destek mekanizmalarının geliştirilmesi çalışmalarının sürdürülmesi olmak üzere, bu alandaki idari ve teknik kapasitenin geliştirilmesi öngörülmüştür. Türkiye’nin sığınma hususundaki düzenlemelerine önemli değişiklikler getirecek olan Ulusal Eylem Plânının hazırlanması için 
Kasım 2004’ten itibaren ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşların yetkililerinden oluşan bir “İltica-Göç Eylem Plânı Görev Gücü” oluşturulmuş ve gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda “Türkiye’nin İltica ve Göç Eylem Plânı” taslağı hazırlanmıştır. Bu taslağın hazırlanmasında, AB uyum çalışmaları kapsamında İçişleri Bakanlığı ile Danimarka-İngiltere konsorsiyumu Göç ve Vatandaşlık birimleri arasında gerçekleştirilen eşleştirme (twinning) projesi önem 
taşımaktadır. Proje kapsamında aile birleşimi, iltica müktesebatı, ikamet ve çalışma izinleri, entegrasyon işlemleri, sınırdışı etme prosedürü ve insan kaynakları üzerine seminerler düzenlenmiştir. Projenin sonucunda 2005 yılında “Sığınma ve Göç Alanındaki AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Plânı” adıyla yürürlüğe konmuştur. 

Sığınma konusunda bir devlet politikası belirlenmesi veya mevcut sığınma politikasında değişiklikler yapılmasının gerekliliği, Ulusal Eylem Plânı’nda ifade edilmiştir. Söz konusu politikanın belirleyicisini tespit bakımından mevcut kuruluş veya kurumlardan biri görevlendirilmemiş, bu konuda inisiyatifi elinde bulunduracak yeni bir birimin oluşturulması gerektiği ifade edilmiştir68. Ayrıca Ulusal Eylem Plânı’nda Mülteci Yönetmeliği’nin yerine İltica Kanunu’nu yürürlüğe koymak amacıyla, gerekli çalışmaların yapılması gerektiği üzerinde  durulmakta dır. Sığınma başvuruları konusunda Valiliklere ek olarak Yabancılar Şube Müdürlükleri ve Bölge Merkezleri de yetkili başvuru makamları olarak görevlendirilmiştir. Avrupa dışındaki bölgelerden ülkeye giriş yaparken yakalanan sığınmacıların prosedür gereği bulundukları ilin emniyet müdürlüğü yabancılar şubesine ve aynı anda BMMYK Türkiye Ofisine başvurarak 
iltica sistemine dahil olmaları gerekmektedir. 

    Sığınmacılarla ilgili prosedürlerin işletilmesinde ilk karşılaşılan sorun kimlik tespitidir. Özellikle üzerinde seyahat veya kimlik belgesi bulunmayan şahısların gerçek uyruklarının tespit edilmesinde tercümanlar kullanılarak dilleri ve aksanları üzerinden saptama yapmaya çalışılmaktadır. Zira kimlik tespiti mümkün olmadığı takdirde bu şahısların geri gönderimi de zorlaşmaktadır. 

8 . Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6


4. YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE 

Türkiye; coğrafi konum itibariyle Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasındaki ulaşım güzergahları üzerinde, özellikle Doğu ile Batı ekseninde doğal bir köprü görevi gören, üç tarafı denizlerle çevrili, Karadeniz’den açık denizlere tek çıkış kapısı olan Boğazları elinde bulunduran ve bütün bunların yanında demokratik bir idareye sahip, ekonomisi ve sosyal refah seviyesi giderek güçlenen bir hukuk devletidir. Sahip olduğu bu “çekici” özellikler, ülkemize yönelik ve ülkemiz üzerinden yapılan yasa dışı göç oranını artırmaktadır. 

Tablo:3 Yakalanan Yasa dışı Göçmen Sayısı 
Kaynak: EGM 

    Yasa dışı göçmenlerin kullandıkları en yoğun giriş ve çıkış güzergahları; Aydın (Didim, Kuşadası), Ağrı (Patnos, Doğubayazıt), Balıkesir (Edremit, Ayvalık), Çanakkale (Ayvacık, Küçükkuyu), Diyarbakır, Edirne (Uzunköprü, Meriç, İpsala, Bosnaköy), Hakkari, Hatay (Yayladağı), Iğdır, İzmir (Aliağa, Çeşme, Menemen, Menderes, Seferihisar), İstanbul, Konya (Ereğli), Manisa (Akhisar), Muğla (Bodrum), Van (Muradiye, Gevaş)’dır50. Bunun dışında daha az sayıda olmakla birlikte bazı gümrük idarelerinde de yasa dışı göçmenler yakalanmaktadır. 

Tablo:4 Yasa dışı Göçmenlerin Yakalandığı Gümrük İdareleri 



Kaynak: Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı 

Türkiye, doksanlı yıllardan itibaren, topraklarından Batı Avrupa’ya yönelen, özellikle Afganistan, İran, Irak, Pakistan ve Bangladeş kaynaklı yasa dışı göç hareketlerine maruz kalmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Romanya, Rusya, Moldova, Ukrayna, Belarus gibi ülke vatandaşlarının yasa dışı göçlerine hedef olan Türkiye, diğer yandan da Türk vatandaşlarının Avrupa’ya yasa dışı geçişleri bakımından bir kaynak ülke haline gelmiştir. Son dönemde yakalanan yasa dışı göçmenlerin uyruklarına bakıldığında özellikle Orta Doğu 
kökenli oldukları göze çarpmaktadır. 

Tablo:5 Yakalanan Yasa dışı Göçmenlerin Uyruğu 

Kaynak: Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı 

Gerek hedef, gerek transit gerekse de kaynak ülke olarak göç olgusuna maruz kalmış ve halen kalmakta olan Türkiye, uzun kara ve deniz sınırlarına, dolayısıyla pek çok sınır kapısına sahip olması nedeniyle kontrollerde zorluk yaşamış, yakın döneme kadar da tutarlı ve koordinasyonlu bir göç politikası ortaya koyamamıştır. 1970’lerin sonunda Rusya’nın Afganistan’ı işgali, İran’daki rejim değişikliği, Orta Doğu ve Irak’taki siyasal çalkantılar Türkiye’de mülteci, sığınmacı, kaçak göçmen, transit göçmen konumunda bulunan kişiler ile 
düzenli göç kapsamında gelen göçmenleri de kapsayacak şekilde karmaşık bir göç rejiminin oluşumuna neden olmuştur. Ancak hem değişen uluslararası konjonktür ve güvenlik algısı hem de AB adaylık süreci, Türkiye’yi göç konusuna ciddi şekilde eğilmek durumunda bırakmıştır. 

4.1. Uluslararası Düzenlemelerin Türkiye’nin Ulusal Göç Mevzuatına Yansıması 

Yasa dışı göç olgusuna karşı önlem almaya yönelik oluşturulan ve Türkiye’nin de dahil olduğu oluşumlardan ilki Budapeşte Grubudur. Grup, 50 ülke hükümetinin ve 10 uluslararası kuruluşun katıldığı, yasa dışı göçün önlenmesi ve yasa dışı göçle mücadelede kalıcı çözümler sağlanmasını ve göç idaresi alanında sürdürülebilir mekanizmalar kurulmasını amaçlayan hükümetlerarası gayrı resmi bir işbirliği ve diyalog platformudur. Grubun en önemli faaliyeti, yasa dışı göçle mücadele konusunda tavsiye kararlarının alınmasıdır. Tavsiyeler; insan 
kaçakçılığı ile mücadele mevzuatının genel hale getirilmesi, vize rejimleri arasında uyum sağlanması, kaynak ülkeye geri dönme ve yeniden kabul anlaşmaları, yasa dışı göç konusunda bilgi alışverişi, Ortadoğu ve Doğu Avrupa ülkelerine teknik ve mali yardım yapılması, insan kaçakçılığı ile diğer çeşitli organize suç türleri arasında bağlantı kurulması, katılımcı ülkeler arasında geleceğe dönük işbirliği olmak üzere yedi grup altında toplanmıştır51. 

Türkiye, göç ve göç ile bağlantılı konularda BM bünyesinde hazırlanan uluslararası belgeler ve hukuki metinlerin de çoğunluğuna katılmıştır. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi 1961’de, bu sözleşmeye ek 1967 protokolü ise 1968’de yürürlüğe girmiştir. Ancak Türkiye bu iki metne “coğrafi çekince” ile imza atmıştır ki bu durum, yasal bir hak olmasına rağmen bugün halen eleştiri konusudur. Bu coğrafi çekince ile Türkiye, sadece 
Avrupa ülkelerinden sözleşmede belirtilen zulüm korkusu ile kaçan kişileri, mülteci olarak kabul edeceğini belirtmiştir. Ayrıca yasa dışı göç ve göçmen kaçakçılığı konusunda, 2000 yılı Aralık ayında imzalanan BM Sınıraşan Örgütlü Suçlarla Mücadele Sözleşmesi ve ek protokoller TBMM tarafından Ocak 2003 tarihinde onaylanmıştır. 

Türk Ceza Kanunu, adı geçen BM Sözleşmesi dikkate alınarak revize edilmiş ve anılan kanunun ‘Özel Hükümler Bölümünün Uluslararası Suçlar Kısmında’ (Yeni TCK’nın 79. ile 80. maddeleri; eski 201/a ve 201/b maddeleri) ‘göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti’ suçlarının tanımı ve unsurlarına yer verilmiştir. 79. madde uyarınca göçmen kaçakçılığı; doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddî menfaat elde etmek maksadıyla, yasal olmayan yollardan bir yabancıyı ülkeye sokmak veya ülkede kalmasına ve Türk vatandaşı veya yabancının yurt 
dışına çıkmasına imkân sağlamak durumunda ortaya çıkmaktadır. 

Cezai alanda yapılan bu düzenlemenin yanı sıra, anlaşmalı evliliklerin önüne geçmek amacıyla 403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu’nun 5. maddesi değiştiril miş ve yeni düzenleme ile; “Türk vatandaşları ile evlenen yabancıların evliliğin tescil tarihinden 3 yıl geçtikten sonra, vatandaşlığa alınma prosedürünün başlayabileceği” hükme bağlanmıştır. Böylece ülkede kalmaya yönelik sahte evliliklerin önüne geçilerek, insan kaçakçılarının ve insan tacirlerinin kullandık ları bir yöntem ortadan kaldırılmıştır. 

Kaçak çalışmanın önüne geçmek amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca hazırlanan ve ‘Yabancıların Çalışma İzinlerini’ düzenleyen 27.02.2003 tarih ve 4817 sayılı yasa TBMM tarafından onaylanarak 6 Mart 2003 tarihli resmi gazetede yayınlanmıştır. 

25 Şubat 2004 tarihinde yürürlüğe giren ‘Kara Ulaştırma Yönetmeliği’ uyarınca “kaçak insan taşımacılığı ve ticareti suçları ile diğer bazı suçlar nedeniyle yargı organları tarafından verilmiş ve kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunması halinde yetki belgesi sahiplerinin yetki belgelerinin iptal edilmesi ve üç yıl geçmedikçe yetki belgesi verilmemesi” kararlaştırılmıştır. Bu hükümlerle insan kaçakçılarının en çok kullandığı yöntemlerden biri olan kara yolu taşımacılığı ile insan kaçakçılığının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 

Ayrıca Türkiye, acil durumlarda göçmenlere yardım, mültecilerin yeni bir ülkeye 
yerleştirilmesi, gönüllü geri dönüşlere yardım, göçmen sağlığı, para gönderme ve yasal göç seçeneklerinin desteklenmesi gibi alanlarda faaliyet gösteren uluslararası bir örgüt olan Uluslararası Göç Örgütü’ne 2004 yılında üye olmuştur. Bu örgüt ile göç konularının yanı sıra insan ticareti ile mücadele alanında da işbirliğini sürdürmektedir. 

Öte yandan Türkiye; Bern İnisiyatifi, Issık Gölü Göç Politikası Diyaloğu ve Uluslararası Küresel Göç Komisyonu toplantılarına aktif olarak katılmaktadır. Budapeşte Grubu’nun sekretarya görevini yerine getiren Uluslararası Göç Politikaları Geliştirme Merkezi (ICMPD) ile 2001 yılında bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Yine ICMPD’nin sekretarya görevini üstlendiği Sınır Polisi Konferansları’na ve ICMPD tarafından yürütülmekte olan Akdeniz bölgesinde 
Transit Göç Diyaloğu sürecine de dahil olunmuştur. 

4.2. AB Üyelik Sürecinin Türkiye’nin Yasa dışı Göçle Mücadelesine Etkisi 

AB göç olgusuna güvenlik perspektifinden baktığından yasa dışı göçle mücadele ye büyük önem atfetmiş ve aday ülkelerden de bu konuda ilerleme kaydederek Birlik müktesebatına uyum göstermelerini istemiştir. Dolayısıyla AB üyelik süreci, Türkiye’nin göç politikalarının şekillenmesinde etkin bir faktör haline gelmiştir. 

1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday ülke olarak kabul edilmesinin ardından AB Komisyonu’nca 8 Kasım 2000 tarihinde Türkiye’nin yapması gerekenlere dair yol haritası niteliği taşıyan Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmış tır. Bunu müteakip Katılım Ortaklığı Belgesi’nde kaydedilen öncelik ve hedeflerin yer aldığı ve bunların bir takvim çerçevesinde gerçekleştirileceğinin ifade edildiği bir Ulusal Program 2001 yılında yürürlüğe girmiştir. 

Katılım Ortaklığı Belgesi’nin orta vadeli öncelikler bölümünde ilk defa somut olarak yasa dışı göçle mücadeleden bahsedilmiştir. Belgede; “Yasa dışı göçün önlenmesine yönelik olarak, göç konusundaki AB müktesebatının ve eylemlerinin (kabul, geri kabul, sınır dışı etme) kabul edilmesi ve uygulanması”, “sınır yönetiminin güçlendirilmesine devam edilmesi ve Schengen Sözleşmesi’nin tam olarak uygulanması için hazırlık yapılması” hükümlerine yer verilmiştir52. 

2003 tarihinde kabul edilen yeni Katılım Ortaklığı Belgesi’nde ise kısa vadeli öncelikler bölümünde, “Yasa dışı göçün önlenmesine ve yasa dışı göçle mücadele edilmesine yönelik olarak, AB müktesebatı ve iyi uygulamalar ile uyumlu etkin bir sınır yönetimi geliştirmek amacıyla, kamu idaresinin kapasitesinin geliştirilmesi, yasa dışı göçle mücadelenin güçlendirilmesi ve Avrupa Birliği ile bir geri kabul anlaşmasının müzakere edilerek mümkün olan en kısa zamanda sonuçlandırılması”; orta vadeli öncelikler bölümünde ise, “Schengen 
müktesebatının tam olarak uygulanabilmesine hazırlık amacıyla, sınır yönetimine ilişkin AB müktesebatına ve iyi uygulamalara uyum sağlanmasına devam edilmesi ve yasa dışı göçün önlenmesi amacıyla, göçe ilişkin müktesebatın ve iyi uygulamaların kabul edilmesi ve uygulanması” hususlarına yer verilmiştir53. 

Ayrıca göç ve iltica alanında AB'nin Adalet ve İçişleri alanındaki müktesebata uyum sağlayabilmek amacı ile İçişleri Bakanlığı koordinatörlüğünde 2002 yılında Türkiye sınır kontrolü, göç ve ilticadan sorumlu farklı devlet birimlerinin bir araya geldiği özel bir görev gücü oluşturulmuştur. Türkiye, genel bir strateji geliştirebilme amacı ile bu alanlarda üç çalışma grubu (sınırlar, göç ve iltica) kurmuştur. Özel Görev Gücü çalışmalarının sonunda, 2003 yılında "Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne Katılım Sürecinde İltica Alanında Yapılması Öngörülen Çalışmalara İlişkin Strateji Belgesi” ile “Türkiye'de Göç Yönetimi Eylem Planına 
Katkı Sağlayacak Strateji Belgesi” hazırlanmıştır. 

Aynı yıl yürürlüğe giren Ulusal Program’da yasa dışı göçle mücadeleye ilişkin olarak AB Vize Negatif Listesine uyum konusunda önemli adımlar atılmış olup, netice itibariyle söz konusu listeye Mayıs 2003 itibariyle yaklaşık %75 oranında uyum sağlandığı belirtilmektedir54. Tam uyum sağlanabilmesi için 6 ülkenin durumunun gözden geçirilmesi gerektiği ve ülkemiz tarafından verilen vize tipleri ile AB ülkelerinde geçerli Schengen vize tiplerinin uyumlulaştırılacağı vurgulanmıştır. Dış temsilciliklerimizin ve sınır kapılarımızın belge güvenliğini denetleyecek teçhizatla donatılması konusunun, özellikle uluslararası platformda 
yasa dışı göç ve insan ticareti ile yapılan mücadele kapsamında da büyük önem taşıdığı belirtilmiştir55. Ayrıca vize konusunda tüzük niteliğinde olan ve dolayısıyla her AB üye devletinin doğrudan uygulaması gereken 13.04.2010 tarihli ve 810/2009 sayılı “AB Vize Tüzüğü”nde yer verilen düzenlemelere olabildiğince yaklaşılmaya çalışılmıştır56. Bu kapsamda, vize talebi reddedilecek yabancıların karara karşı itiraz usulleri, havalimanı transit vizeleri gibi vize konuları yeniden düzenlenmiştir. 

Öte yandan ülkenin refah seviyesinin artırılması hususunda bir yol haritası niteliğinde olan Orta Vadeli Programlarda da yasa dışı göç, “Güvenlik hizmetlerinin etkinleştirilmesi” başlığı altında kendine yer bulmuştur. 2007’den itibaren yayınlanan Orta Vadeli Programlarda, yasa dışı göç ve iltica hareketleri, insan ticareti ve kaçakçılığı, uyuşturucu madde ticareti ve kullanımıyla etkin bir şekilde mücadele edileceği vurgulanmıştır57. 

Yine AB müktesebatına uyum amacıyla hazırlanan 2007-2013 Uyum Programı’nda vize tanımı ve vize türlerinin AB ile uyumlu hale getirilmesi, yasa dışı göç ve istihdamla mücadelenin usul ve mevzuat çerçevesinin belirlenmesi hedef alınmıştır58. 

2008 yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nde ise AB ile Geri Kabul anlaşmasının en kısa zamanda tamamlanması, Cenevre Sözleşmesi’ne getirilen coğrafi sınırlamaların kaldırılması, kapsamlı bir iltica kanunun kabulü, yeni bir sınır kolluk kuvveti biriminin kurulması için gerekli adımların atılması hususlarına yer verilmiştir. 

İltica ve göç alanındaki bir diğer önemli gelişme 2008 yılında kurulan ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarlık makamına bağlı olarak çalışan İltica ve Göç Mevzuatı ve İdari Kapasitesini Geliştirme ve Uygulama Bürosu’dur. Büronun görevleri, iltica ve göç konusunda gerekli hukuki ve kurumsal yapının oluşturulmasına yönelik çalışmaları yürütmek; AB'ye uyum sürecinde ilgili strateji belgeleri ve ulusal belgeler ışığında ifade edilen gereksinimlerin karşılanıp karşılanmadığı hususlarını belirlemek ve bu çerçevede somut adımların atılmasını sağlamak; iltica ve göç konusu ile ilgili yürütülen AB projelerini izlemek ve koordinasyonu 
sağlamaktır. İltica ve Göç Bürosu, 2011’de açıklanan “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanun Tasarısı”nın da hazırlayıcısıdır. Tasarıda vize, yabancıların ikamet izinleri, sınırdışı işlemleri ve uluslararası koruma prosedürü hakkındaki düzenlemeler ile Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kurulması konusuna yer verilmiştir59. 

Son olarak, 1 Şubat 2012’den itibaren geçerli olacak Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye’de turist olarak bulunan yabancıların bir defalık kalış süresi 180 gün içinde 90 günle sınırlandırılacaktır. Bu süreyi geçenlerin, Türkiye’de kalabilmek için oturma izni alması gerekecektir. AB’ye uyum gerekçesiyle alınan karar neticesinde, evlerde kaçak çalışan bakıcı ve hizmetçiler çalışma izni almadıkları takdirde sınırdışı edilecektir. Türkiye'de Romanya, Moldova, Ukrayna gibi ülkelerden gelen çok sayıda çocuk bakıcısı ve hizmetçi bulunduğu ve bu kişilerin Türkiye'de turist vizesi ile kaldığı göz önünde bulundurularak uygulama ile 
Türkiye’deki kaçak istihdamın ve yurtdışına bir günlük çıkışlarla vize uzatımlarının engellenmesi planlanmaktadır. 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 5

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 5



AB ülkelerine gelen sığınma taleplerinin kontrolü için 1991 yılında özel olarak hazırlanan Dublin Konvansiyonu, 2003 yılında, Dublin II Tüzüğü ile Topluluk hukukunun parçası haline gelmiştir. Böylece, mümkün olduğu kadar çabuk bir şekilde sığınma başvurusunu değerlendirilmesi, bu süreçte geçerli olacak makul zaman kısıtlamalarının belirlenmesi ve birden fazla başvuru yapılmasının engellenmesi hedeflenmiştir 



Grafik:3 1998-2009 Arası AB’ye Yapılan Sığınma Başvuruları 
Kaynak:Eurostat 


 Tablo: 1 2009 Yılında AB’nin Sığınma Müracaatları İçin Verdiği Kararlar 


Kaynak: Eurostat 

      Bununla birlikte üye ülkelere yapılan iltica başvurularının değişkenlik göstermesi, tüm ülkelerin benzer standartlara sahip olmayışı, sığınmacıların bir ülkeden diğerine göçe zorlanması, kaynakların yetersizliği, üye ülkeler arasındaki yetersiz bilgi paylaşımı, yönetim mekanizmasının yetersizliği gibi nedenler Dublin sisteminin etkin olmadığına ilişkin eleştirileri de beraberinde getirmektedir.43. 

Öte yandan yasa dışı göçle mücadelede bilgi paylaşımı büyük önem arz ettiğinden AB bu alanda sağlıklı verilere erişim ve etkin iletişim için birçok birim oluşturmuştur. Bilgisayarla destekli bir veri tabanı olan EURODAC, 15 Ocak 2003 tarihinden itibaren operasyonel olup yabancıların parmak izlerinin toplandığı bir sistemdir. Komisyon’da bulunan ve iltica talep eden şahısların parmak izlerini karşılaştıran bilgisayarlı merkezi veri tabanı ile katılımcı ülkeler ve Merkez ünite arasında elektronik veri aktarımını sağlamaktadır. Bu sayede üye ülkeler, bir üye ülkede yasa dışı olarak bulunan ve iltica talep eden bir kişinin daha önceden 
başka bir üye ülkede iltica talebinde bulunup bulunmadığını parmak iziyle 
saptayabilmektedir. Ayrıca, yasa dışı göçle ilgili bilgileri toplayabilmek ve ilgili birimler arasında irtibat kurmak amacıyla üye devletlerin katılımıyla ‘Göç Servisi Birimleri’ oluşturulmuştur. 

11 Eylül saldırılarının ardından 11 Mart 2004 tarihinde Madrid’te gerçekleşen bombalı saldırılar, AB üyesi ülkelerde benzer saldırılara maruz kalabilme endişesini arttırmıştır. Bu sebeple dış sınırların kontrolünün artırılması yoluna gidilmiştir. Ekim 2004 yılında imzalanan AB Anayasası ile aşamalı biçimde bir dış sınırlar entegre yönetim sistemi kurulması hedeflenmiştir. Anayasa yürürlüğe girmemekle birlikte Birlik’e üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması, ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve 
sınırlarla ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla 2005’te AB Sınır Güvenliği Birimi (FRONTEX) kurulmuştur. Schengen “serbest dolaşım sistemini” tamamlayıcı bir mekanizma olarak hizmet veren FRONTEX’in, Hızlı Sınır Müdahale Ekipleri’nin yanı sıra bunları tamamlayan hava ve deniz gücü de bulunmaktadır. 

Ancak FRONTEX timleri aşırı müdahaleleri, silah taşımaları ve belirli şartlarda silah kullanmaları nedeniyle uluslararası hukuka ve sığınma hukukuna aykırı davrandıkları gerekçesiyle çoğu zaman eleştiriye maruz kalmaktadırlar44. 

AB’nin göç politikası çerçevesinde attığı bir diğer adım, AB Konseyi’nin Kasım 2004 yılında oluşturduğu yeni Adalet ve İçişleri programı olan Lahey Programı’dır. Bu programın amacı, “Birlik’in ve üye devletlerin temel hakları, adaletin temini ve adalete erişim için asgari koşulları garanti altına almalarında ortak güçlerini artırmak, Cenevre Mülteciler Sözleşmesi ve diğer uluslararası antlaşmalar uyarınca, korunma ihtiyacı içerisinde bulunan kişilere koruma sağlamak, göç dalgalarını düzenlemek ve Birlik’in dış sınırlarını kontrol altında 
tutmak, sınır ötesi örgütlü suçlarla savaşmak ve terörizm tehdidini bastırmak, Europol ve Eurojust’ın gücünü etkinleştirmek, hem medeni hukuk hem de ceza hukuku alanına giren konulardaki yargı kararlarının ve belgelerin karşılıklı olarak tanınma alanını genişletme ve medeni hukuk ve aile hukuku alanına giren ve sınır ötesi sonuçlar doğurabilecek konulardaki davalarda yasal ve yargısal engelleri ortadan kaldırmak” olarak belirlenmiştir45. 

Ekim 2008’de kabul edilen Avrupa Göç ve Sığınma Paktı ortak bir göç politikası yolunda atılmış en önemli adımlardan biri olarak görülmektedir. Pakt, önceliklerin, ihtiyaçların ve kabul kapasitesinin belirlenerek uygun bir yasal göç süreci organize edilmesini, geri gönderme antlaşmaları ile yasa dışı göçle mücadelenin kolaylaştırılmasını, sınır kontrollerinin sıkılaştırılmasını; sığınma konusuna eğilinmesini, kaynak ve transit ülkelerle ortaklıklar kurulmasını öngörmektedir. 

1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması ile iç güvenlik ve dış sınırların entegre yönetimi konuları ilk defa anlaşma çatısı altında düzenlenmiş tir. Yine yasa dışı göçle mücadele edileceği ve izinsiz ikamet durumunda sınır dışı etme ve geri gönderme gibi yollara başvurulacağı belirtilmiştir. 

Aralık 2009’daki Zirve’de kabul edilen Stockholm Programı, Tampere ve La Haye Zirvelerinde alınan kararların devamı niteliğinde olup 2010-2014 döneminde göç konusunda yapılacak çalışmalara yön vermektedir. Stockholm Programı -Vatandaşlarına Hizmet Eden ve Koruyan Daha Açık ve Güvenli Avrupa, Lizbon Antlaşması’ndaki ilgili hükümlerle uyumlu şekilde Birlik’in göç konusundaki önceliklerini belirlemektedir46: diğer ülkelerle işbirliği içinde evrensel bir göç yaklaşımı geliştirmek; iş piyasasının ihtiyaçlarını göz önünde tutarak üye 
ülkeler nezdinde ortak bir politika oluşturmak, daha sıkı bir entegrasyon politikası sağlamak, yasa dışı göçle mücadeleyi hızlandırmak, kimsesiz küçükleri koruyucu önlemler benimsemek. 

Bununla birlikte Stockholm Programı, başta insan hakları örgütleri olmak üzere demokratik hak ve özgürlüklerin ve iltica hakkının kısıtlanacağını, FRONTEX’in rolünün artırılarak sınırların silahlandırılacağını ve baskıcı bir denetim mekanizması oluşturulacağını savunanlarca eleştirilere maruz kalmıştır47. 


Grafik:4 AB Sınırlarında Yakalanan Yasa dışı Göçmen Sayısı 
Kaynak: FRONTEX 



Tablo:2 AB Sınırlarında Yakalanan Yasa dışı Göçmenlerin Uyrukları 


Kaynak: FRONTEX 

Yasa dışı göçle mücadele etmek ve bu konuda ortak bir politika geliştirmek amacıyla yapılan tüm bu çalışmalar ve alınan kararlar dışında Birlik gerek kaynak gerekse de transit ülkelerle işbirliği geliştirme yoluna gitmiştir. 

3.3. Yasa dışı Göçle Mücadelede İşbirliği 

Yasa dışı göçle mücadelede sadece Birlik bünyesinde yapılan düzenlemeler yeterli olamayacağından AB, çevre ülkelerle işbirliği geliştirme yoluna gitmiştir. AB, Birlik üyesi olmayan Avrupalı ülkeler ve AB sınır bölgelerindeki ülkelerde güvenliği sağlamak amacı ile Akdeniz Politikası ve Komşuluk Politikası’nı yürürlüğe koymuştur. 

3.3.1. AB’nin Akdeniz Politikası 

Akdeniz, kuzeyi ekonomik yönden gelişmiş ve zengin, siyasal olarak istikrarlı ve demokratik AB üyesi ülkelerden, güney ise ekonomik olarak az gelişmiş, genel olarak otoriter rejimler tarafından yönetilen ve çoğunlukla siyasi olarak istikrarsız ülkelerden oluşan, dolayısıyla Kuzey-Güney dengesizliğinin merkezinde yer alan bir bölge görüntüsündedir. Bu dengesizlik de bölgedeki istikrarsızlıkları olası kılan bir unsurdur. 

İstikrarsız bir Akdeniz ise Avrupa için enerji yolları üzerindeki kontrolün kaybı, batı karşıtı İslamî köktendinciliğin yükselmesi, uluslararası terörizmin, uyuşturucu trafiğinin, organize suçların ve yasa dışı göçün artışı anlamına gelmektedir. Bu sebeple AB, Akdeniz’de istikrarın bozulmasını kendi çıkarları için bir tehdit olarak görmektedir. Bunu en iyi özetleyen ifade, Avrupa Parlamentosu Başkanı Klaus Hansch’ın, Barselona Konferansı’nda yapmış olduğu konuşmada yer almaktadır: “...ya istikrar ihraç ederiz, ya da istikrarsızlık ithal ederiz”48. 

Tüm bu tehditlere karşı Akdeniz havzasını, bir “barış, istikrar ve refah” bölgesine dönüştürmeyi amaçlayan iddialı bir proje olan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı, Kasım 1995’te Barselona Bildirgesi’nin AB üyeleri ve 12 Akdenizli ülkeden (Cezayir, Fas, Filistin Yönetimi, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Malta, Mısır, Suriye, Ürdün, Tunus ve Türkiye) oluşan 27 katılımcı tarafından ilan edilmesiyle başlamıştır. Barselona Bildirgesi, gerçekleştirilmesi planlanan serbest ticaret bölgesi sayesinde ortak bir refah alanı yaratmak, istikrar, barış ve kültürel 
alışverişin sağlanması esasları üzerine kurulmuştur. Bu hedeflere ulaşmak üzere ikili ortaklık anlaşmaları ve bölgesel diyalogların geliştirilmesi öngörülmüştür. 

Ayrıca Avrupa Komisyonu tarafından yönetilen MEDA (The Mediterranean-European Development Agreement) Programı Barselona Süreci’nin temel mali aracı olarak yürürlüğe konmuştur. MEDA programı bir taraftan ekonomik gelişmeyle ilgili ve sosyo-ekonomik dengenin kurulmasını (yapısal düzenleme ve özel sektörün gelişmesi için destek) ve sivil toplumun güçlendirilmesini sağlayacak iki taraflı projeleri desteklerken diğer taraftan da Barselona Bildirgesi’nde değinilen bölgesel projelerin finansmanını sağlamaktadır. 

Ancak bu süreçten beklenen sonuçların elde edilememesi sonucunda Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, 2007 yılında Barselona sürecine yeniden dinamizm kazandırmayı hedefleyen “Akdeniz için Birlik” projesini gündeme getirmiştir. Akdeniz için Birlik daha çok ekonomi temelli bir proje görünümündedir: Akdeniz'in temizlenmesi, otoyollar, sivil koruma, 
ikame edici enerjiler, Akdeniz güneş enerjisi planı, Avrupa-Akdeniz Üniversitesi, şirketlerin özellikle KOBİ'lerin gelişimi için Akdeniz inisiyatifi...vs. Ancak 2008’de yaşanan ekonomik kriz, projenin önemli bir ilerleme kaydetmesini engellemiştir. Ayrıca Güney Akdeniz ülkelerindeki siyasi sorunların çözümüne ilişkin ilerleme öngörmemesi projenin bir diğer eleştirilen noktasıdır49. 

 Akdeniz’e ilişkin projelerin beklenen sonuçları vermemesi Birliği, başta yasa dışı göç olmak üzere önlemeye çalıştığı diğer güvenlik tehditleri ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu noktada Kuzey-Güney dengesizliğinin merkezinde bulunması sonucu Güney Akdeniz bölgesinin ciddi bir yasa dışı göç potansiyeli taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Siyasi karışıklık, afet, ekonomik kriz gibi bir durum binlerce insanın Avrupa’ya, özellikle de güney Avrupa devletlerine yasal ya da yasa dışı olarak göç etmesine neden olmaktadır. 

Bunun en son örneği Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar sonucunda çok sayıda kişinin ülkelerinden kaçarak AB ülkelerine göç etme girişimidir. Özellikle Tunuslu ve Libyalı göçmenlerin İtalya’nın Lampedusa adasına gelerek buradan başta Fransa olmak üzere diğer AB ülkelerine gitmek istemesi AB içerisinde krize neden olmuştur. İtalya Başbakanı Berlusconi’nin Fransa’da ya da Avrupa’nın diğer ülkelerinde aileleri olan yasa dışı göçmenlere geçici seyahat belgesi verebileceklerini söylemesinin ardından Fransa, İtalya ile olan sınırına 
kontrol noktaları koyarak denetimleri sıkılaştıracağını ve İtalya’nın Tunuslu göçmenlere vereceği seyahat belgelerini tanımayacağını ilan etmiştir. Bu durum, AB’nin en önemli uygulamalarından olan ve iç sınırları kaldıran Schengen Antlaşması’nı tehdit eder niteliğe bürünmüştür. 

Afrika’dan Avrupa’ya Başlıca Göç Yolları 

Kaynak: BBC 


3.3.2. AB Komşuluk Politikası 

2004 yılındaki on ülkeyi (Güney Kıbrıs, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya) kapsayan büyük genişlemeden sonra Avrupa Birliği’nin sınırlarının ve dolayısıyla da komşularının değişmesi, Birlik’i sınırlarının güvenliğini sağlayacak ve komşularıyla ilişkilerini geliştirecek yeni bir politika arayışına itmiştir. Bu kapsamda, 12 Mayıs 2004 tarihinde komşuluk politikasının temel belgesi niteliğinde olan “Avrupa Komşuluk Politikası Strateji Belgesi” yayımlamıştır. 

Avrupa Komşuluk Politikası’nın kapsadığı ülkeler, Doğu’da Belarus, Moldova, Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Güney’de Cezayir, Fas, Filistin Ulusal Yönetimi, İsrail, Libya, Lübnan, Mısır, Suriye, Tunus, Ürdün’dür. Birlik’e üye adayı ülkelerle (Bulgaristan, Romanya ve Türkiye), ileride üyelikleri mümkün olan Batı Balkan ülkeleri bu listenin dışında tutulmuştur. 

Komşuluk politikası normal ilişki seyrinden farklı özelliklere sahiptir. Öncelikle Komşuluk politikası, AB’nin temel politika araçlarını daha yoğunlaşmış bir şekilde bir araya getirmekte, bu yolla ortaklığın geliştirilmesi için klasik dış politika yöntemlerinin ötesine geçilerek, komşu ülkelerdeki reformlara ve modernleşme süreçlerine daha fazla destek sağlanması olanağı sağlamaktadır. Bu politika, mevcut ikili ilişkiler ile karşılaştırıldığında, daha fazla konuyu, daha derin biçimde kapsamakta, bu çerçevede Birlik, politika kapsamındaki komşuülkeler tarafından atılan somut adımlara paralel olarak ekonomik bütünleşme ve daha yakın siyasi işbirliği önermektedir. Eşleştirme (Twinning) ve Teknik İşbirliği ve Bilgi Değişimi (TAIEX) gibi programlar komşu ülkelerin kullanımı için hazırlanmakta, bu politika geliştirilen mali ve teknik yardımlarla desteklenmektedir. Ayrıca, komşuluk politikasına dâhil ülkelerin Avrupa pazarında daha çok yer almaları desteklenmektedir. 

Komşuluk politikasının ana hedefi her iki tarafın da refah, istikrar ve güvenliğinin artırılmasıdır. Bu hedefe yönelik politika kapsamındaki her bir komşu ülkenin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, ülkelere özgü bir şekilde farklılaştırılmış projeler oluşturulmuştur. 

Bu projelerin ortak amaçları; ortak değerler ve çıkarlar çerçevesinde siyasi işbirliğini geliştirerek özgürlük ve demokrasiyi yaymak, önemli boyutta ekonomik bütünleşme sağlamak ve ekonomik reform süreçlerini destekleyerek komşu ülkelerde refah düzeyini yükseltmektir. Yine, Avrupa Güvenlik Stratejisi’yle de paralel olarak komşu ülkelerle kalkınma, çevre, yasa dışı göç ve terörizm konularında ortak çalışmalar yürüterek, istikrar ve güvenliğin arttırılmasıdır. 
Zira istikrarsızlık ve kaos ortamı, Avrupa’nın önündeki en önemli sorunlardan olan sınır güvenliği ve yasa dışı göç hareketlerini tetikleyici bir ortam 
doğurmaktadır. 

Yasa dışı göçle mücadelede işbirliği hususunda AB’nin bir diğer etkin aracı genişleme sürecidir. Aday ülkelerden yasa dışı göç ile ilgili gereken tedbirleri almaları ve politikalarını Birlik müktesebatına uyumlu hale getirmeleri beklenmektedir. Bu konu dördüncü bölümde AB Üyelik Sürecinin Türkiye’nin Yasa dışı Göçle Mücadelesine Etkisi başlığı altında Türkiye örneği üzerinden detaylı olarak incelenecektir. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***