YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 5
AB ülkelerine gelen sığınma taleplerinin kontrolü için 1991 yılında özel olarak hazırlanan Dublin Konvansiyonu, 2003 yılında, Dublin II Tüzüğü ile Topluluk hukukunun parçası haline gelmiştir. Böylece, mümkün olduğu kadar çabuk bir şekilde sığınma başvurusunu değerlendirilmesi, bu süreçte geçerli olacak makul zaman kısıtlamalarının belirlenmesi ve birden fazla başvuru yapılmasının engellenmesi hedeflenmiştir
Grafik:3 1998-2009 Arası AB’ye Yapılan Sığınma Başvuruları
Kaynak:Eurostat
Tablo: 1 2009 Yılında AB’nin Sığınma Müracaatları İçin Verdiği Kararlar
Kaynak: Eurostat
Bununla birlikte üye ülkelere yapılan iltica başvurularının değişkenlik göstermesi, tüm ülkelerin benzer standartlara sahip olmayışı, sığınmacıların bir ülkeden diğerine göçe zorlanması, kaynakların yetersizliği, üye ülkeler arasındaki yetersiz bilgi paylaşımı, yönetim mekanizmasının yetersizliği gibi nedenler Dublin sisteminin etkin olmadığına ilişkin eleştirileri de beraberinde getirmektedir.43.
Öte yandan yasa dışı göçle mücadelede bilgi paylaşımı büyük önem arz ettiğinden AB bu alanda sağlıklı verilere erişim ve etkin iletişim için birçok birim oluşturmuştur. Bilgisayarla destekli bir veri tabanı olan EURODAC, 15 Ocak 2003 tarihinden itibaren operasyonel olup yabancıların parmak izlerinin toplandığı bir sistemdir. Komisyon’da bulunan ve iltica talep eden şahısların parmak izlerini karşılaştıran bilgisayarlı merkezi veri tabanı ile katılımcı ülkeler ve Merkez ünite arasında elektronik veri aktarımını sağlamaktadır. Bu sayede üye ülkeler, bir üye ülkede yasa dışı olarak bulunan ve iltica talep eden bir kişinin daha önceden
başka bir üye ülkede iltica talebinde bulunup bulunmadığını parmak iziyle
saptayabilmektedir. Ayrıca, yasa dışı göçle ilgili bilgileri toplayabilmek ve ilgili birimler arasında irtibat kurmak amacıyla üye devletlerin katılımıyla ‘Göç Servisi Birimleri’ oluşturulmuştur.
11 Eylül saldırılarının ardından 11 Mart 2004 tarihinde Madrid’te gerçekleşen bombalı saldırılar, AB üyesi ülkelerde benzer saldırılara maruz kalabilme endişesini arttırmıştır. Bu sebeple dış sınırların kontrolünün artırılması yoluna gidilmiştir. Ekim 2004 yılında imzalanan AB Anayasası ile aşamalı biçimde bir dış sınırlar entegre yönetim sistemi kurulması hedeflenmiştir. Anayasa yürürlüğe girmemekle birlikte Birlik’e üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması, ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve
sınırlarla ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla 2005’te AB Sınır Güvenliği Birimi (FRONTEX) kurulmuştur. Schengen “serbest dolaşım sistemini” tamamlayıcı bir mekanizma olarak hizmet veren FRONTEX’in, Hızlı Sınır Müdahale Ekipleri’nin yanı sıra bunları tamamlayan hava ve deniz gücü de bulunmaktadır.
Ancak FRONTEX timleri aşırı müdahaleleri, silah taşımaları ve belirli şartlarda silah kullanmaları nedeniyle uluslararası hukuka ve sığınma hukukuna aykırı davrandıkları gerekçesiyle çoğu zaman eleştiriye maruz kalmaktadırlar44.
AB’nin göç politikası çerçevesinde attığı bir diğer adım, AB Konseyi’nin Kasım 2004 yılında oluşturduğu yeni Adalet ve İçişleri programı olan Lahey Programı’dır. Bu programın amacı, “Birlik’in ve üye devletlerin temel hakları, adaletin temini ve adalete erişim için asgari koşulları garanti altına almalarında ortak güçlerini artırmak, Cenevre Mülteciler Sözleşmesi ve diğer uluslararası antlaşmalar uyarınca, korunma ihtiyacı içerisinde bulunan kişilere koruma sağlamak, göç dalgalarını düzenlemek ve Birlik’in dış sınırlarını kontrol altında
tutmak, sınır ötesi örgütlü suçlarla savaşmak ve terörizm tehdidini bastırmak, Europol ve Eurojust’ın gücünü etkinleştirmek, hem medeni hukuk hem de ceza hukuku alanına giren konulardaki yargı kararlarının ve belgelerin karşılıklı olarak tanınma alanını genişletme ve medeni hukuk ve aile hukuku alanına giren ve sınır ötesi sonuçlar doğurabilecek konulardaki davalarda yasal ve yargısal engelleri ortadan kaldırmak” olarak belirlenmiştir45.
Ekim 2008’de kabul edilen Avrupa Göç ve Sığınma Paktı ortak bir göç politikası yolunda atılmış en önemli adımlardan biri olarak görülmektedir. Pakt, önceliklerin, ihtiyaçların ve kabul kapasitesinin belirlenerek uygun bir yasal göç süreci organize edilmesini, geri gönderme antlaşmaları ile yasa dışı göçle mücadelenin kolaylaştırılmasını, sınır kontrollerinin sıkılaştırılmasını; sığınma konusuna eğilinmesini, kaynak ve transit ülkelerle ortaklıklar kurulmasını öngörmektedir.
1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması ile iç güvenlik ve dış sınırların entegre yönetimi konuları ilk defa anlaşma çatısı altında düzenlenmiş tir. Yine yasa dışı göçle mücadele edileceği ve izinsiz ikamet durumunda sınır dışı etme ve geri gönderme gibi yollara başvurulacağı belirtilmiştir.
Aralık 2009’daki Zirve’de kabul edilen Stockholm Programı, Tampere ve La Haye Zirvelerinde alınan kararların devamı niteliğinde olup 2010-2014 döneminde göç konusunda yapılacak çalışmalara yön vermektedir. Stockholm Programı -Vatandaşlarına Hizmet Eden ve Koruyan Daha Açık ve Güvenli Avrupa, Lizbon Antlaşması’ndaki ilgili hükümlerle uyumlu şekilde Birlik’in göç konusundaki önceliklerini belirlemektedir46: diğer ülkelerle işbirliği içinde evrensel bir göç yaklaşımı geliştirmek; iş piyasasının ihtiyaçlarını göz önünde tutarak üye
ülkeler nezdinde ortak bir politika oluşturmak, daha sıkı bir entegrasyon politikası sağlamak, yasa dışı göçle mücadeleyi hızlandırmak, kimsesiz küçükleri koruyucu önlemler benimsemek.
Bununla birlikte Stockholm Programı, başta insan hakları örgütleri olmak üzere demokratik hak ve özgürlüklerin ve iltica hakkının kısıtlanacağını, FRONTEX’in rolünün artırılarak sınırların silahlandırılacağını ve baskıcı bir denetim mekanizması oluşturulacağını savunanlarca eleştirilere maruz kalmıştır47.
Grafik:4 AB Sınırlarında Yakalanan Yasa dışı Göçmen Sayısı
Kaynak: FRONTEX
Tablo:2 AB Sınırlarında Yakalanan Yasa dışı Göçmenlerin Uyrukları
Kaynak: FRONTEX
Yasa dışı göçle mücadele etmek ve bu konuda ortak bir politika geliştirmek amacıyla yapılan tüm bu çalışmalar ve alınan kararlar dışında Birlik gerek kaynak gerekse de transit ülkelerle işbirliği geliştirme yoluna gitmiştir.
3.3. Yasa dışı Göçle Mücadelede İşbirliği
Yasa dışı göçle mücadelede sadece Birlik bünyesinde yapılan düzenlemeler yeterli olamayacağından AB, çevre ülkelerle işbirliği geliştirme yoluna gitmiştir. AB, Birlik üyesi olmayan Avrupalı ülkeler ve AB sınır bölgelerindeki ülkelerde güvenliği sağlamak amacı ile Akdeniz Politikası ve Komşuluk Politikası’nı yürürlüğe koymuştur.
3.3.1. AB’nin Akdeniz Politikası
Akdeniz, kuzeyi ekonomik yönden gelişmiş ve zengin, siyasal olarak istikrarlı ve demokratik AB üyesi ülkelerden, güney ise ekonomik olarak az gelişmiş, genel olarak otoriter rejimler tarafından yönetilen ve çoğunlukla siyasi olarak istikrarsız ülkelerden oluşan, dolayısıyla Kuzey-Güney dengesizliğinin merkezinde yer alan bir bölge görüntüsündedir. Bu dengesizlik de bölgedeki istikrarsızlıkları olası kılan bir unsurdur.
İstikrarsız bir Akdeniz ise Avrupa için enerji yolları üzerindeki kontrolün kaybı, batı karşıtı İslamî köktendinciliğin yükselmesi, uluslararası terörizmin, uyuşturucu trafiğinin, organize suçların ve yasa dışı göçün artışı anlamına gelmektedir. Bu sebeple AB, Akdeniz’de istikrarın bozulmasını kendi çıkarları için bir tehdit olarak görmektedir. Bunu en iyi özetleyen ifade, Avrupa Parlamentosu Başkanı Klaus Hansch’ın, Barselona Konferansı’nda yapmış olduğu konuşmada yer almaktadır: “...ya istikrar ihraç ederiz, ya da istikrarsızlık ithal ederiz”48.
Tüm bu tehditlere karşı Akdeniz havzasını, bir “barış, istikrar ve refah” bölgesine dönüştürmeyi amaçlayan iddialı bir proje olan Avrupa-Akdeniz Ortaklığı, Kasım 1995’te Barselona Bildirgesi’nin AB üyeleri ve 12 Akdenizli ülkeden (Cezayir, Fas, Filistin Yönetimi, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Malta, Mısır, Suriye, Ürdün, Tunus ve Türkiye) oluşan 27 katılımcı tarafından ilan edilmesiyle başlamıştır. Barselona Bildirgesi, gerçekleştirilmesi planlanan serbest ticaret bölgesi sayesinde ortak bir refah alanı yaratmak, istikrar, barış ve kültürel
alışverişin sağlanması esasları üzerine kurulmuştur. Bu hedeflere ulaşmak üzere ikili ortaklık anlaşmaları ve bölgesel diyalogların geliştirilmesi öngörülmüştür.
Ayrıca Avrupa Komisyonu tarafından yönetilen MEDA (The Mediterranean-European Development Agreement) Programı Barselona Süreci’nin temel mali aracı olarak yürürlüğe konmuştur. MEDA programı bir taraftan ekonomik gelişmeyle ilgili ve sosyo-ekonomik dengenin kurulmasını (yapısal düzenleme ve özel sektörün gelişmesi için destek) ve sivil toplumun güçlendirilmesini sağlayacak iki taraflı projeleri desteklerken diğer taraftan da Barselona Bildirgesi’nde değinilen bölgesel projelerin finansmanını sağlamaktadır.
Ancak bu süreçten beklenen sonuçların elde edilememesi sonucunda Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, 2007 yılında Barselona sürecine yeniden dinamizm kazandırmayı hedefleyen “Akdeniz için Birlik” projesini gündeme getirmiştir. Akdeniz için Birlik daha çok ekonomi temelli bir proje görünümündedir: Akdeniz'in temizlenmesi, otoyollar, sivil koruma,
ikame edici enerjiler, Akdeniz güneş enerjisi planı, Avrupa-Akdeniz Üniversitesi, şirketlerin özellikle KOBİ'lerin gelişimi için Akdeniz inisiyatifi...vs. Ancak 2008’de yaşanan ekonomik kriz, projenin önemli bir ilerleme kaydetmesini engellemiştir. Ayrıca Güney Akdeniz ülkelerindeki siyasi sorunların çözümüne ilişkin ilerleme öngörmemesi projenin bir diğer eleştirilen noktasıdır49.
Akdeniz’e ilişkin projelerin beklenen sonuçları vermemesi Birliği, başta yasa dışı göç olmak üzere önlemeye çalıştığı diğer güvenlik tehditleri ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu noktada Kuzey-Güney dengesizliğinin merkezinde bulunması sonucu Güney Akdeniz bölgesinin ciddi bir yasa dışı göç potansiyeli taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Siyasi karışıklık, afet, ekonomik kriz gibi bir durum binlerce insanın Avrupa’ya, özellikle de güney Avrupa devletlerine yasal ya da yasa dışı olarak göç etmesine neden olmaktadır.
Bunun en son örneği Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar sonucunda çok sayıda kişinin ülkelerinden kaçarak AB ülkelerine göç etme girişimidir. Özellikle Tunuslu ve Libyalı göçmenlerin İtalya’nın Lampedusa adasına gelerek buradan başta Fransa olmak üzere diğer AB ülkelerine gitmek istemesi AB içerisinde krize neden olmuştur. İtalya Başbakanı Berlusconi’nin Fransa’da ya da Avrupa’nın diğer ülkelerinde aileleri olan yasa dışı göçmenlere geçici seyahat belgesi verebileceklerini söylemesinin ardından Fransa, İtalya ile olan sınırına
kontrol noktaları koyarak denetimleri sıkılaştıracağını ve İtalya’nın Tunuslu göçmenlere vereceği seyahat belgelerini tanımayacağını ilan etmiştir. Bu durum, AB’nin en önemli uygulamalarından olan ve iç sınırları kaldıran Schengen Antlaşması’nı tehdit eder niteliğe bürünmüştür.
Afrika’dan Avrupa’ya Başlıca Göç Yolları
Kaynak: BBC
3.3.2. AB Komşuluk Politikası
2004 yılındaki on ülkeyi (Güney Kıbrıs, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya) kapsayan büyük genişlemeden sonra Avrupa Birliği’nin sınırlarının ve dolayısıyla da komşularının değişmesi, Birlik’i sınırlarının güvenliğini sağlayacak ve komşularıyla ilişkilerini geliştirecek yeni bir politika arayışına itmiştir. Bu kapsamda, 12 Mayıs 2004 tarihinde komşuluk politikasının temel belgesi niteliğinde olan “Avrupa Komşuluk Politikası Strateji Belgesi” yayımlamıştır.
Avrupa Komşuluk Politikası’nın kapsadığı ülkeler, Doğu’da Belarus, Moldova, Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Güney’de Cezayir, Fas, Filistin Ulusal Yönetimi, İsrail, Libya, Lübnan, Mısır, Suriye, Tunus, Ürdün’dür. Birlik’e üye adayı ülkelerle (Bulgaristan, Romanya ve Türkiye), ileride üyelikleri mümkün olan Batı Balkan ülkeleri bu listenin dışında tutulmuştur.
Komşuluk politikası normal ilişki seyrinden farklı özelliklere sahiptir. Öncelikle Komşuluk politikası, AB’nin temel politika araçlarını daha yoğunlaşmış bir şekilde bir araya getirmekte, bu yolla ortaklığın geliştirilmesi için klasik dış politika yöntemlerinin ötesine geçilerek, komşu ülkelerdeki reformlara ve modernleşme süreçlerine daha fazla destek sağlanması olanağı sağlamaktadır. Bu politika, mevcut ikili ilişkiler ile karşılaştırıldığında, daha fazla konuyu, daha derin biçimde kapsamakta, bu çerçevede Birlik, politika kapsamındaki komşuülkeler tarafından atılan somut adımlara paralel olarak ekonomik bütünleşme ve daha yakın siyasi işbirliği önermektedir. Eşleştirme (Twinning) ve Teknik İşbirliği ve Bilgi Değişimi (TAIEX) gibi programlar komşu ülkelerin kullanımı için hazırlanmakta, bu politika geliştirilen mali ve teknik yardımlarla desteklenmektedir. Ayrıca, komşuluk politikasına dâhil ülkelerin Avrupa pazarında daha çok yer almaları desteklenmektedir.
Komşuluk politikasının ana hedefi her iki tarafın da refah, istikrar ve güvenliğinin artırılmasıdır. Bu hedefe yönelik politika kapsamındaki her bir komşu ülkenin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, ülkelere özgü bir şekilde farklılaştırılmış projeler oluşturulmuştur.
Bu projelerin ortak amaçları; ortak değerler ve çıkarlar çerçevesinde siyasi işbirliğini geliştirerek özgürlük ve demokrasiyi yaymak, önemli boyutta ekonomik bütünleşme sağlamak ve ekonomik reform süreçlerini destekleyerek komşu ülkelerde refah düzeyini yükseltmektir. Yine, Avrupa Güvenlik Stratejisi’yle de paralel olarak komşu ülkelerle kalkınma, çevre, yasa dışı göç ve terörizm konularında ortak çalışmalar yürüterek, istikrar ve güvenliğin arttırılmasıdır.
Zira istikrarsızlık ve kaos ortamı, Avrupa’nın önündeki en önemli sorunlardan olan sınır güvenliği ve yasa dışı göç hareketlerini tetikleyici bir ortam
doğurmaktadır.
Yasa dışı göçle mücadelede işbirliği hususunda AB’nin bir diğer etkin aracı genişleme sürecidir. Aday ülkelerden yasa dışı göç ile ilgili gereken tedbirleri almaları ve politikalarını Birlik müktesebatına uyumlu hale getirmeleri beklenmektedir. Bu konu dördüncü bölümde AB Üyelik Sürecinin Türkiye’nin Yasa dışı Göçle Mücadelesine Etkisi başlığı altında Türkiye örneği üzerinden detaylı olarak incelenecektir.
6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder