9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 25

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 25



Sözgelimi savaşta çoğu zaman her konu hakkında üstlerden emir almak mümkün olmayacaktır. Yine savaşta çoğu zaman emirler öncelikle sözlü 
olarak verilecek veya gönderilecektir. Bunun için barış zamanında da her şeyi üstlerden sormayalım. Ve herhangi bir şeyin yapılması için daima üstlerden emir gelmesini beklemeyelim. 

Birçok şeyler vardır ki, yapılmaları kendi rütbelerimizin sınır ve yetkileri çerçevesinde kalır. Ve bunlar yapacağımız işlerin çoğunluğunu oluşturur. 
Üstlere danışılacak şeyler pek azdır. Ve bunların daha azaltılması bizim elimizdedir. Biz kendi başımıza harekete ne kadar eğilimli olur ve bununla 
ne kadar övünürsek, yetki alanımızı o kadar genişletebiliriz. 

Her yapılacak işin, öncelikle ve mutlaka kendi karar ve emrimizle yapılabilmesini sağlamaya çalışmalıyız. Üzerinde düşündükten sonra üstlere danışma zorunluluğu kesinlikle ortaya çıkmadıkça, kendi kararımızdan ve yaptıklarımız  dan dönmemeliyiz. 

Böylece hem savaş için pek gerekli üstün bir özelliği kazanmış ve hem de işlerimizi çabuk görmüş, üstleri de boş yere oyalanmamış oluruz. 

Bizde kökleşen batıl inanışlardan biri de sözlü emirlere değer vermemek ve güvenmemektir. Bir emrin emir olmasının koşulu mutlaka yazılı olması 
değildir. Emirlerin savaşta yazılı olması gerekliliği, daha çok emirleri yerine getirecek olanların doğru anlamalarını ve savaş tutanaklarına kaydedilmek 
üzere içeriğinin kayıtlı olmasını sağlamak içindir. Ancak bu, bizde başka biçimde algılanmaktadır. Bunlardansa emirlerin uygulanmasından doğacak zararlardan sakınmak ve korunmak, ve söz edilen zararın emri verene ait bulunduğunu somut olarak kanıtlamak üzere elde bir senet bulunsun diye merak ediliyor. Oysa bundan, uygulanan emrin sonucu zarara yol açtığında, verdiği emri yadsıyacağı veya değiştireceği endişesiyle üstler hakkında güvensizlik beslenmiş olduğu anlaşılır. 

Üstlere karşı bu tarzda düşünmek kesinlikle kabul edilemez. Yalnızca alınan sözlü emrin doğru anlaşıldığının görülmesi için emirler, elbette alınır alınmaz amirin yüzüne karşı tekrar edilmelidir. 

Ordumuzda bu, emir tekrar etme durumu yalnız yavaş yavaş erlerden istenmeye başlamıştır. Oysa bunu sözgelimi, bir tümgeneral bile bir korgenerale karşı yerine getirmelidir. Ve bu, bir alışkanlık şeklini almalıdır. Üstler de her durumda verdiği emrin tekrarını istemelidir. 

Bundan, emri alanın emri anlamaktan aciz ya da yeteneksiz olduğu düşüncesine varmak yanlış bir yorumdur. Amaç, emrin esenlik ve sağlıkla yerine getirilmesini sağlamaktır. Böyle olduğuna göre hiç kimsenin onuruna dokunmaz. Ve üstle ast ne kadar büyük rütbeli olursa olsun, emri verenin yanlış verebilmesi veya alanın yanlış anlayabilmesi her zaman olanaksız olmadığından, işte bu tekrar sayesinde emrin verilmesi ve anlaşılması, kuşku ve tereddütten kurtulmuş olur. 

Uzunca emirler unutulmamak üzere kısaca kaydolunabilir. Fakat hiçbir zaman üstün imza veya mührüyle sonlanması koşulu yoktur. Üstler de bu konuda astlarına emniyet ve güven vermeyi boşlamamalı dır. 

Söz gelimi sözlü emirle yapılmış ve sonucunda sorumluluğunun üstlenilmesi gereği doğmuş herhangi bir iş üzerine, verdiği emirden bilgisi olmadığını söyleyerek bunu değiştirmekte acele etmek şöyle dursun; sorumlu bulunmasını gerektiren o sonucun aslında emrin ast tarafından bizzat değiştirilmiş olarak ortaya çıkmış olması durumunda bile; üste yakışan, o sorumluluğu üstlenerek astının güvenini kazanmak ve onu yatıştırmaktır. 

Böylelikle astlar sorumluluk üstlenmeyi gerektiren işlere girişmek özelliğini edinmeye fırsat ve güç bulmuş olurlar. 

Üstlerinin sorumluluk almayı amaçladıklarına ve hatta astların sorumluluklarını bile kısmen kendi üzerine almakta olduğunu gören astlar da, bu imrenilecek cesurluğu örnek alır ve üstlerine daha büyük bir boyun eğme ve saygı duygusuyla bağlanırlar. Böyle üstler, astlarını etkileyerek kazanmış olurlar. 

Zaten herhangi bir sorumlulukla bâş etmek, asttan çok üstler için kolay ve mümkündür. 

Sorumluluk denen şey öyle bir durumdur ki, ondan kaçtıkça o insana yaklaşır. Ve insan onun üzerine yürüdükçe onu kendisinden uzaklaşmış görür. Diyelim ki sorumlu tutulma kaygısıyla herhangi bir iş yapmaktan kaçman ve bu kararsızlıkla düşüne düşüne hiçbir iş yapamayıp kendini başarısızlığa mahkûm eden ve fırsatları kaçıran bir kimse; yağmurdan kaçanın doluya tutulması gibi, kendini en büyük sorumluluğun eline bırakmış olur. 

Sefer Hizmetleri Kanunu - Madde 38: 

Sonuçta savaşta kesin bir kararlılıkla hareket ilk koşuldur. 

En küçük rütbeli erden en büyük rütbeli komutana kadar her bir asker, göz yummanın ve savsaklamanın, önlemler alınırken doğabilecek yanlışlıklar ve hatalarınkinden çok daha ağır sorumluluklar üstlenmek gerektireceğini her zaman hatırda tutmalıdır. 

Süvari Talimnamesi - Madde 399: 

Başkomutanın niyet ve amacına uygun biçimde hareket edebilmek için süvari komutanına, kendi askerinin kullanabileceği biçimde hareket özgürlüğü 
tanınmalıdır. 

Süvari Komutanı hiçbir zaman emir beklemeyip sorumluluğu her an üstlenmeye hazır olarak, işe el atmak için fırsattan yararlanmalıdır. 

Şüpheli durumlarda 'en cüretli girişim çoğunlukla en iyi girişimdir’ kuralını hareketlerde yol gösterici kabul etmek gerekir. Hareketsiz bulunmanın ve fırsatları boşa harcamanın; önlemler ve uygulamalardaki hatalardan daha büyük bir hata olduğundan hiçbir komutan şüphe etmemeli ve emrindekileri de buna 
ikna etmeleri gerekir. 

Piyade Talimnamesi - Madde 304: 

...Savsaklama ve görmezden gelmenin, yöntem ve araç seçiminde düşülen hatadan daha büyük suç olacağını bütün komutanların daima düşünmeleri ve 
bunu daha düşük rütbeli komutanlarının da zihinlerine yerleştirmeleri gerektir. 

İşte bu maddeler üzerine düşündüğümüzde kesinlikle anlaşılır ki, hiçbir şey yapmamaktansa hatalı bir iş yapmak daha kârlı ve daha makbuldür. 

Çünkü, eylemsiz ve hareketsiz durmak kesinlikle zararlıdır. Ve bundan dolayı sorumluluk gerektirir. Ve sonucu her ne kadar bilinmese de, girişilen herhangi bir iş büyük olasılıkla başarıyla sonuçlanır. 
Ve böyle etkin davrandıkça alışkanlıkların ve yeteneklerin kazanılmasında daima ileri gidileceği için, hataya düşme olasılığı da gittikçe azalır. 

O halde ne pahasına olursa olsun, çok düşünmeyip mutlak biçimde ve hızla karar vererek uygulamaya çaba harcamak gereklidir. 

1866 Prusya-Avusturya Seferi’nde 27 Haziran günü AvusturyalIlara taarruz eden ikinci Prusya Tümeni’ne bağlı 7. Alay’ın taarruzu başarısız olmuştu. Bu alayın birinci ve ikinci taburları perişan biçimde geri çekilmekteydi. Düşman karşı taarruza geçmeye hazırlanırken bu hali gören ve sözü edilen yedekteki alayın 3. Tabur Komutanı, hiçbir emir almadan ve emir almayı beklemeden taburunun üç bölüğünü birden derhal savaş hatlarına gönderip sokarak düşmanı durdurmuş ve geri çekilen diğer taburların yeniden taarruza girişmelerini sağlamış ve tümenin sol kanadının büyük bir yenilgiden kurtulmasına yardımcı olmuştu. 

Piyade Talimnamesi - Madde 350: 

Hücumda başarıya ulaşıp düşman uzaklaştırılırsa ele geçirilen mevziye gereğinden fazla asker yığmak hatadır. 

    Geride kalan birlikler, başka şekillerde kullanmak için zamanında durdurulmalıdır. Burada bu birliklerin komutanları çoğu zaman kendi başlarına uygulamaya geçmeye zorunlu olurlar. 

    Hücumda başarıya ulaşmak, geride kalan birliklerin komutanlarına Talimname’nin önerdiği hareket özgürlüğü, başarıya ulaşılamadığı zaman 
elbette daha sıkı bir biçimde gereklidir ki; bu önemli görevi yerine getirme konusunda istenilen niteliklere sahip olan Alman binbaşısı, tam zamanında 
işe girişmekle tümenin sol kanadını yok olmaktan kurtarmıştır. 

26. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder