9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 16

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 16


Atalarımızın cenk ve gaza meydanlarında kazandıkları şanı, bıraktıkları namı; bu nam ve şan ile gösterdikleri başarıları, fethettikleri yerleri düşünelim ve gözümüzün önüne getirelim: 

İstanbul’dan kalkıp Balkanlar’ı, Tuna’ları defalarca aşan, Hıristiyan dünyasının tutucu ve birleşmiş Haçlı ordularını perişan eden ve bunların savunduğu zamanın en metin kalelerini fetihçi güçleri karşısında boyun eğdiren, Viyana’ları kuşatan 2. Macaristan ovalarını at eğitimi talimhanesine çeviren koca kahramanların ne fedakâr, ne cesur, ne çalışkan, doğuştan nasıl dayanıklı insanlar olduklarını ve her millete nasip olamayan bu başarının ancak bu yüksek nitelikler ile ortaya çıkmasının mümkün bulunduğunu anlamakta gecikmemeliyiz. 

2. Eski Büyüklerimizin bilim ve tekniğe olan ilgileri ve bağlılıkları da fena değildi. Zaten bunsuz da olamazdı. Viyana’nm Osmanlılar tarafından kuşatılmasını gösteren ve halen şehrin muhteşem Belediye Müzesi’nde bulunan harita Osmanlı ordusunda askerliğin ayrıntılarına hâkimiyet ve uygunluk derecesini gösterir. 

Bu haritadan kalenin güney tarafında hâlâ daha bulunan imparatorun kışlık sarayı olan Hofburg Sarayı’nı kuşatanlar tarafından saldırı cephesi seçildiği 
ve buradaki iki burcun düştüğü görülür. 

Aynı şekilde, kuşatma sırasında Osmanlı bataryalarının kurulduğu kuzeybatı yönündeki tepenin Viyana’yı dövmeye en uygun noktalardan birisi olduğu, 
görüldüğü zaman anlaşılır. 

Avusturyalılar şimdi burasını gayet mükemmel bir park haline dönüştürmüşler ve ismini Türkenschanz Park koymuşlardır. Park kapısının iki tarafındaki sütunlara birer ay yıldız resmi yapmışlardır. 

Ne zaman ki ahlakımız bozularak fedakârlık ve mertlik damarlarımızın gevşedi, fetih düşüncesi söndü, milletin şanını yükseltme amacı yerine kişisel yarar sağlama ve can derdi belasına düştük; işte bunun üzerine yenilgiden yenilgiye, felaketten felakete sürüklendik, çeşitli yoksulluk ve yoksunluklara mahkûm edildik. 

Viyana’ları kuşatan, ileri karakollarını Almanya içlerine kadar yürüten Osmanlı sadrazam ve komutanlarının çadırları, değişik tür ve çaptaki Osmanlı Silahları, birçok Osmanlı ve Müslüman sancak ve bayrakları bugün Viyana’nın müzelerini süslemektedir. Viyana’nın Tophane Müzesi’nde sadrazam ve komutanlara mahsus her biri binlerce liralık- iki Türk çadırı, müzenin en ayrıcalıklı yerlerini doldurmaktadır. 

Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın kafatası şehrin Belediye Müzesi’nde saklanmaktadır. Son Viyana yenilgimiz üzerine Viyana’nın Osmanlılar elinden kesin olarak kurtulmuş olduğuna hatıra olmak üzere şehrin ortasında yapılmış olan meşhur ve görkemli Stefan Kilisesi’nin kapısından girilince sol tarafta göze bir heykel çarpar. Bu heykel Viyana’yı kuşatan Türklerin yenilgisi ve bozgunu için olağanüstü gayret ve fedakârlıklarla çalışmış olan General von Lothringen’i at üzerinde betimler ki; köpürmüş olan atının ayakları, yerlere serilmiş olan sarıklı bir 
yeniçerinin çıplak göğsüne basmaktadır. Ben bu heykeli gördüğümde, kilisede kendini ibadete vermiş Hıristiyanların hâlâ bu von Lothringen’e dua etmekte olduklarını zannettim. 

Eski, yüzyıllık kayıplardan başka; dün uğradığımız ve hâlâ Rumeli’deki dindaşlarımızın çekmekte olduğu türlü türlü elem ve sıkıntılar; hep bizim 
gevşekliğimizin, yetkin olmayışımızın, muharebe ve erlik meydanlarında savaşın gerektirdiği düzeyde zekâ ve kudret göstereme- yişimizin doğal sonuçlarıdır. Düne kadar hem verdikleri vergilerle karnımızı doyurduğumuz, hem de hayat ve namuslarını korumakla yükümlü ve zorunlu bulunduğumuz zavallı Makedonya Müslümanlarının çeşitli düşmanlar elinde bugün neler çekmekte olduklarını açıklamaya gerek var mı? 

Bugün Türkler, yalnız soy ve tarih bakımından bu kahraman ataların çocukları ve torunları olmakla kalmamalıdır. Bunca övünçle dolu ve bezeli şanlı geçmişin gerçek mirasçıları olduğumuzu da kanıtlamalıyız ki, bugünümüzü ve geleceğimizi kurtarmış olalım. 

Türk milleti eski zamandan çok bugün esirgenmeye ve korunmaya muhtaçtır. Yaşamsal gerekçeler ve varlığımızın devamının sağlanması önce 
bizim, askerlerin üzerine kalmıştır. 

Bugünkü askerler eski cengaverlerden çok daha azimli, fedakâr olmalı, kendini sevmekten kurtulmalıdır ki, asırlardan beri sürüp duran şu sıkıntı ve bir dizi derin üzüntü artık olduğu yerde kalsın. 

Stefan Kilisesi’ndeki düşman generalinin hırslı atının ayağı altında hâlâ inlemekte olan çaresiz yeniçeriyi kurtaramasak da, bugün Rumeli’de zorla yurtlarına veda ettirilen masumların imdadına yetişelim. Ve bu kesin kararımızdan ayrılmayalım ki, aynı felaketleri hiç olmazsa Meriç Nehri’nden bu tarafa getirmiş olmayalım. 

Geçen Rus Savaşı yadigârı olarak Küçükçekmece’de Florya mesiresi civarında dikilip kurulan Rus Zafer Amtı’na' bir kere bakmakla yetinmeyelim, bunun dikilmesinin nedenini ve anlamını araştıralım ve sorgulayalım. Bu eser bizim için bir derin düşünme ve yorumlama okulu olmalıdır. Bunu derin derin yorumlarken, Pomaklarla MakedonyalIların çektikleri haksızlık ve eziyetlerin ayrıntılarını işitir ve okurken; bundan sonra böyle bir halin tekrarında, şu anda vatan sınırları içinde kalan bizlerin de yarın nasıl yaşamaya mecbur olacağımızı ve artık bu memlekette yaşamak için savaşmaya ne kadar önem vermek gerektiğini kesin olarak saptayalım. 

Subay onuru, bunca acı yenilgiye karşı sessiz kalmamalıdır. Savaşta yenilmek ordunun kabul edemeyeceği bir leke olmalıdır. 

Öç alma düşüncesi, hareketlerimizin rehberini oluşturmalıdır. Hep bu düşünceyi besleyecek ve hayata geçirebilecek yönde çalışmalı ve çalıştırmalıyız. Bizim cesaretsizliğimiz, ölmeden geri dönme huyumuz, bir kere daha savaşı kaybetmeye sebep olmamalıdır. 

Dayanıklılık ve fedakârlığın savaş kazanmakta ne büyük bir etken olduğunu gerçekten anlamak üzere; Plevne’nin ünlü savunmacısı Gazi Osman Paşa 
Hazretleri’nin fedakârlıkları, bütün komutanlarımıza ve komutan olacak olan bütün subaylarımıza bir eğitim semineri ve ders çıkartılacak bir örnek kabul 
edilmelidir. 

Gazi Osman Paşa’nın bir gün kasabanın kenarındaki karargâhında otururken bir düşman top mermi parçasının, önündeki kahve takımını alıp götürmesine 
karşı pek umursamaz bir ifadeyle bakması, kendilerinin hayata ne kadar önem verdiklerinin kesin kanıtıdır. Asker hayatının, görev tehlikesi karşısında, bundan 
fazla önemi olmamalıdır. 

1866 Almanya-Avusturya Seferi’nde ikinci Prusya ordusundaki 1. Kolordu’ya bağlı 2. Piyade Tümeni’nin aynı yıl 27 Haziran’da yaptığı taarruz muharebesinde Neu Rognitz’e taarruz eden 4. Tugay’da tugay komutanıyla her iki alayın da komutanı ve birçok binbaşılar görevleri uğrunda zafer kazanarak hayatlarını kaybetmişlerdi. 
Ve hayatta kalanlardan Yedinci Alay’ın üçüncü taburu komutanına, tugayın komutası verilmiş ve ortadan sonsuza Uzkmayı filme almış; çektiği belgesel (günümüze hiçbir kopyası ulaşmamış olmakla beraber) Türk sinemasının ilk eseri ve başlangıcı olarak kabul edilmiştir (e.n.). kadar kaybolan üstlerinin emir ve yönetimleri aksamaksızın taarruz harekâtına devam edilmişti. Ve muharebe de kazanıldı. 

Asıl dikkate değer nokta, tugay komutanlığı vekaletinin en kıdemli subay olan bir binbaşıya devredilmesinin, orada bizzat tümen komutanı tarafından uygulanması dır. “Orada” dediğimiz yeri biraz tarif edelim: Kendilerinden yüksekte bulunan bir sırttaki düşmana saldıran 7. Prusya Alayı’nın birinci ve ikinci taburları, saldırı sırasında düşman süvarisinin hücumuna uğradıklarından ve bundan cesaret alan düşman da karşı taarruzu sürdürdüğünden; saldırıda başarılı olunamamış ve avcı hatlarında subayların hemen hepsi vurulmuş olduğundan, erler kendi başına perişan durumda geriye dönmeye başlamışlardı. 

Muharebenin sol tarafta (burada) iyi gitmediğini gören veya anlayan tümen komutanı, bütün muharebe hattının gerisinden atını dört nal sürerek düşman 
tüfeklerinin nişan bölgesine ve mermilerin yörüngesine dik bir hat üzerinde yıldırım gibi bu tarafa gelmiş ve durumu kavrayarak derhal, geriye dönmekte 
olan erleri etkileyerek durdurmuş ve kısmen de üzerlerine bir süvari bölüğü yollayarak geri çekilişlerini sona erdirmiş ve o anda kaybolan düzeni sağlayarak 
tugay komutanlığını da işte o vakit binbaşıya devretmiş idi. 
Bu işlerin yapılmasıyla beraber düşman durdurulmuş, işler bittikten sonra kıtalar ikinci taarruzlarında başarılı olup zafere ulaşmışlardı. İşte tümen komutanının ansızın orada belirmesi, bütün kötüye gidişin önünü almış ve sarsılmış olan morali güçlendirmiş ve desteklemişti. 

Savaşın yarattığı şiddetli krizden dolayı şaşırmış olan asker durdurulabilir ve bunlar tekrar taarruza geçirilebilir ama, işte bunun uyarısı ve emri, böyle bir 
tümen komutam tarafından gelmelidir. Ve böyle bir tümen komutanının durdurmak için gönderdiği süvari bölüğü görevini yerine getirebilir. 

Bu komutana bu hareketi yaptıran gücün ise bilimsel ve teknik güçten çok yiğitlik ve akıl gücü olduğu açıktır. 

İtalyanlarla bir sene Trablus ve Bingazi harekât alanlarında çarpışan bir avuç asker ve savaşçının olağanüstü işler görmesini etkileyen başlıca nedenlerden biri de, bu çarpışmalarda subayların, kurmay heyetinin ve komutanların erlerle bir sırada, aynı safta savaşmış olmalarıdır. 

Almanya’da yukarıda belirtilen çarpışmalarda büyük şan ve şerefle hayatlarını ortaya koyan alay komutanlarının ve kıta subaylarının betimlendiği büyük tabloları alay gazinolarının salonlarını süslemekte; bu bahtiyarların kafalarını parçalayan, bedenlerini delen düşman kurşunları ve mermi parçaları da buralarda bulundurularak fedakârlık, yiğitlik ve cesaret müzeleri oluşturulmakta dır. 
Bu görev kurbanlarının kanlarını akıttıkları çarpışmaların yıl dönümlerinde bu salonlar özel törenle açılır ve adı geçenler şükranla anılır, ve bu törenler tekrarlanarak gelecek kuşaklara örnek oluşturur ve onları yüreklendirir. 

17. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder