9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 7

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 7



Ortaya çıkan bu tavır ve hareketlere karşılık, alay topçu ateşi altında, amaca ve araziye uyumlu olarak açılsa ve daha sonra yayılsay- dı... Ve ardından kendisine ayrılan cephede taarruz ve hücum edebilse; komşu kıtalarla bağlantı sevk ve idare edilerek korunsaydı... 

Ve bunun için elde kılıç yerine dürbün bulundurulsaydı... 
Ve gene avcı hattının önünde değil, alay ihtiyatının yakınında durumu görecek ve ona hâkim olunacak noktada bulunulsaydı... Ve ancak halin, vaziyetin, sanatın bütün gerekleri ve önlemleri yerine getirildiğinde sükûnet ve dayanıklılık korunduğu halde aniden beliren uğursuz bir nedenden dolayı alayının yüzgeri ettiğini gördüğü anda, kılıcını çekip, atını dörtnala sürüp düşmanın şarapnelleri ni, mermilerini hiçe sayarak, geri dönen avcı hatlarını çiğneseydi... Ve bu suretle alayını durdurup tekrar düşmana yöneltseydi... 
İşte o zaman, bir alay   komutanına yaraşan cesarete yüce bir örnek gösterilmiş ve Osmanlı tarihinin kahramanlığa dair bölümünde altın bir sayfa yaratılmış olurdu. 

İşte böyle bir cesaretin kurbanı olan alay komutanının adına heykel dikmeye Cenab-ı Peygamber de razı ve ümmeti tarafından “Hel yestevi'llezine ya'lemûne ve'llezine tâ ya'lemûn” [hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?] kavramına fiili bir iman gösterilmiş olmasından, ruhen hoşlanırdı. 

Sen “ Mertliğe yakışır seçkin huylar ve fedakâr bir ahlak anlayışıyla taçlan mayacak olan bilimsel birikimin dahi başlı başına amaca ulaşmayı” 
sağlayamayacağını iddia ediyorsun. Bu iddianda ne kadar haklısın... 
Hatta, ben, senin önermeni tersine çevirerek iddia ederim ki: 

Asıl olan mertlik ve özveridir! 

Bunlar, yani karakter, bilimsel ve teknik birikim ile desteklenmese bile büyüklük kaynağıdır. Ancak her zaman emin, ideal sonuçlar vermez. 

Talimnamelerin, “Savaşın subaydan istediği ruhsal ve bilimsel yetkinlik ile nitelikleri” verecek olan kısımlarının ve maddelerinin okullarımızda, layık oldukları önem derecesinde iyi öğretilmemiş ve aşıla- namamış oldukları hakkındaki ifadelerine aynen katılırım. Ve fakat, senin burada son bulan önsözünü, ona birkaç satır daha ekleyerek biraz uzattıktan sonra o kanıtlarla pek iyi pekiştirilmiş olan kendini hiçe sayma zeminini yoklayıp inceleyeceğim. 

Gerçekte Harbiye’deki öğrenim derecesi subaylığın asli görevlerini subayın ruhuna sokacak derecede etkili değildi. Fakat, okul sıralarında, bu konuda daha ciddi ve daha yaygın bir eğitim öğretim devri geçirilmiş olsaydı dahi, istenilenin yine elde edilememiş olacağı inancındayım. 

Çünkü bence, ilerlemeyi sağlayacak asıl okul, birliklerdir. 

Bence askerlik sanatını asıl öğrenip uygulayacak gerçek öğretmen ve eğitmenler, birbirinden yüksek olan komutanlardır. 

Çünkü bence, Harp Okulu’ndan alınan diploma genç teğmenin, bölük komutanı olan subayın eğitimi altına girebileceğim gösteren bir kanıttır. 

Genç teğmen, sanatının asıl ruhunu, bağlandığı bölüğün erleri önünde, bölüğün babası olan yüzbaşı ve daha büyük üstleri tarafından, iş başında bulunarak öğrenecektir. Önce komutan olacaktır, bir takıma!... Ve sonra komutan olmaya hazırlanacaktır, bir bölüğe! Ve işte böyle öğrenecek ve sonra öğretecektir... 

Ordu denen uygulamalı okulun, ancak böylelikle, makamına layık bölük komutanları, makamına layık tabur, alay vs. komutanları yetiştirmesi 
sayesinde; milletin evlatları bir sürü gibi değil, şanlı, şerefli insanlar olarak şan ve şerefe yönlendirilebilir. 

Buradaki eski bir anımı hatırlatayım: Seyahat için İzmir’den bindiğim vapur Girit’ten geçerek Katanya’ya gidiyordu. 

Girit’te, Orada bulunan Avrupalı kıtalardan birine bağlı- bir teğmen bindi. Bununla tanıştık, ahbaplık kurduk. 

Bir gün sonra tekrar Girit’e dönecek olan bu teğmenle Katan ya’nın bir gazinosunda buluştuğumuz zaman o, bana orada edinebildiği yeni bir takım 
askeri eserleri gösterirken diyordu ki, “Yüzbaşım, son zamanlarda yeni çıkan askeri eserleri izlemekte beni biraz ihmalkâr gördüğü için, adeta bana 
kızmıştı. Mutlu bir tesadüfle, burada edindiğim bu kitapları ve benim onları okuyacağımı göreceği zaman, kuşkusuz memnun olacak ve bana karşı bu 
yüzden doğan kızgınlığı ortadan kalkacaktır.” 

Bu teğmenin üstü olan yüzbaşının, subaylarını yetiştirmekte nasıl bir bölük komutanı olduğu, bu teğmenin gözlerinden pek âlâ okunuyordu. 

Kendini hiçe sayma ve özveri duygusu bölümünde, talimnamelerin derin anlamlı maddeleri üzerine o yaralı bacağını uzatıp çıkıyor, oradan sözünün bütün gücüyle hitap ederek diyorsun ki, “Subaylık demek, kendini ve canını feda etmeyi kesinlikle göze almış olmak demektir.” 

“Bir subay, askerlik sanatı adına, hayatına ve varlığına hiç önem vermeyecek tir.” 

Subay, “Hayat ve rahatın hiç düşünülmemesi gerektiğinde” rahatını ve hayatını feda etmeyi şeref bilecektir. 

“Namusun gereği” budur. 

Ben bu sözlerin zihinlerde ve vicdanlarda yaratacağı derin yankıların ahengini bozmaktan korkarak, hiçbir söz söylemeksizin onları yalnız büyük bir huşu ile dinlemiş olmakla yetineceğim. 

Çatışmada her atılan kurşunun isabet etmeyeceği hakkında verdiğin güven doğrultusunda, “Çatışmada yağan kurşun yağmuru, o yağmurdan ürkmeyenleri, 
ürkenlerden daha az ıslatır” diyeceğim. Ve gerçekte böyle olmasaydı, Trablusgarp Savaşı’na katılmış bütün arkadaşlarımızın mutlaka Trablus’ta, 
Humus’ta, Bingazi’de, Derne’de, Tobruk’ta İtalyan istihkâmları karşısında bugün kemiklerinin bile kalmamış olmaları gerekirdi. Oysa, o kahraman arkadaşlar, 
Balkan Savaşı’nın son devrelerinde de olsa, varlıklarını kanıtlayarak imkân çerçevesinde kalan ölçüde namusun ve şerefin gereklerini yerine getirmişlerdir. 

Kitabının 24. [bu baskıda 36.] sayfasında üstü kapalı olarak sorduğun, “Subay nedir?” sorusuna, Piyade Talimnamesi maddelerinden birinin verdiği “Subay, 
emrindeki erler için en iyi örnektir” cevabının üstünde duran senin, “Subay komuta ettiği insanların kendi bilgi ve yetkinliğinden yararlanması için, 
emrindekilerin dayanıklılık ve yiğitliklerinin bileşkesinden fazla dayanıklılık ve yiğitliğe sahip olmalıdır” sözünü her subay pek büyük dikkat ve ciddiyetle 
okumalı ve onun anlamını belleğine kazımalıdır. Ve bilinmelidir ki, bir milletin evlatlarının önüne geçip onları ateşe göndermek hak ve yetkisine ancak,  
O dediğin dayamklılık ve cesaretten elde ettiklerini ruhunda bulmuş olan subaylar sahiptir. 

Subay ve Komutan’m ikinci bölümü çok önemlidir. Subay kalp, güven kazanacak ve arkasına alacağı insanlara moral desteği verecek... 

Bu bölümün başından sonuna kadar olan birçok güzel sözleri dinledikten sonra: 

“Askerlik, işlerin çekip çevrilmesi değil, insanların yönlendirilmesi ve yönetilmesi sanatıdır” tanımına geri dönüyorum ve “İnsanlar ! Nasıl yönlendirilir?” diye bir daha kendi kendime soruyorum. 

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder