9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 13

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 13



Sefer Hizmetleri Kanunnamesi - Giriş - Madde 1: 

Askeri kıtaların barış zamanındaki talim ve eğitimi savaşta kendilerinden istenen görevlere göre yürütülmelidir. 

Ve yine - Madde - 26: 

Kıtaların sefer hizmetleri sırasında barış zamanda yaptıkları talim ve eğitimleri, savaşta yerine getirecekleri görevlerin tamamını içermelidir. 

Adı geçen sınıfların muharebelerine ilişkin esaslar, çeşitli sınıfların talimnamelerinde bulunmaktadır. 

Madde 36: Yönerge ve talimnamelerinde belirtilmeyen ve savaşta dahi uygulanması mümkün olmayan uydurulmuş bir takım talim ve hareketlerini 
yerleştirmeye çalışarak askerin talim ve eğitimi güçleştirilmemelidir. Bu gibi uyduruk hareketler seferberliğin ilk günü ile beraber hükümden düşmüş olur. 

Ve, Piyade Talimnamesi - Son Bölüm - Madde 477: 

... Bir askeri kıtanın, savaşın gereklerini tamamen yerine getirmeye gücü yetip barış zamanında öğrendiği konulardan hiçbirini de savaş alanında terk etmeye ve ortadan kaldırmaya mecbur olmazsa, talim ve eğitimi doğru bir şekilde uygulanmış olur. 

Yukarıda barış zamanını, savaş zamanının ateşsiz olarak devamından ibaret gibi kabul edilmesi gerektiği söylenmişti. Evet, biz kendimizi daima savaş durumunda bilmeliyiz. Böyle bilirsek gerçekten savaş çıktığı zaman, hazırlık devri ile asıl uygulama devri arasında çok fark görmeyiz, şaşırmayız, 
kaybetmeyiz. En iyi sahnelenen oyunlar, en çok prova edilenlerdir. Bu daha çok ders yılı içindeki çalışma ile dönem sonu sınavına benzer. Savaş, barış 
zamanındaki çalışmanın bir sınavıdır. Eğitim görürken ne kadar çok tartışılır, ne kadar çok fikir üretilirse sınavda başarıyı yakalama olasılığı o kadar çok 
olduğu gibi, barışta da savaş sanatının aralıksız ve tam bir merak ve özen ile öğrenilmesine devam etmek, savaş sınavında zafere ulaşmak için gayet 
gerekli ve vazgeçilmezdir. 
Günümüzde silahların çoğalması ve bunların giderek kusursuzlaşması ve ordu mevcutlarının çoğalmasıyla önemi gittikçe artan savaş teknikleri eğitiminin ve bunun başarıyla uygulanmasının, ara vermeden çalışmaya ve çalıştırmaya bağlı bulunduğu kuşkusuz ortadadır. Bu çalışma yöntemiyle, daha çok maddi kuvvetlerin geliştirilmesi çerçevesinde yer alan askeri bilgiler ve bilimsel birikim çoğaltılabilir ve desteklenebilir. 

Fakat bunların yerinde ve zamanı geldiğinde tam bir başarı ile uygulanması ve yerine getirilmesi; bunların verimli olması ve zaferle sonuçlanabilmesi, yalnız bu teknik bilgilere sahip olmakla mümkün olmaz. Kutsal askerlik mesleğini kabul ederek savaş sanatını öğrenecek ve uygulayacak olanlar için öyle duygu ve yetenekler vardır ki, bunların da bilimsel kudretimizle at başı beraber olarak ilerletilmesi, güçlendirilmesi zorunludur. Savaş biliminin felsefi kısmına ait bulunan bu duygu ve yeteneklerden mahrum bir askerlik bilimi uzmanı, bunlarla hayata geçirilemeyen askeri bilgiler, erlik ve fedakârlık meydanlarında -savaşın moral dayanıklılığı ağır sonuçlarla sınadığı zamanlarda (Seferiye - 39)- derhal sıfırlanıp hiçe dönüşeceğinden; bence, askerlik bilim ve sanatını öğrenmeden önce -ya da hiç olmazsa bu öğrenimin yanı sıra- kişiliklerini bu askeri duygu ve yetenekleri edinerek geliştirmek, askerlik sanatını kendisine ekmek kapısı edinmek isteyenler için zorunlu bir ihtiyaçtır. 

Ordumuzun son Balkan Savaşı’ndaki kederli yenilgisi acı bir gerçektir. Hayal kırıklığına uğranıldı. Komuta heyetinin iktidarını ve askeri yeteneklerini, kıtaların eğitim ve talim açısından ne durumda olduklarını bilenlerce, bunun böyle olacağı aslında biliniyordu. 

Şu değişmez sonuca karşı yenilginin nedenlerini aramak hepimizin borcudur. Gerçekte orduda bilim ve sanat deneyimi pek az idi. 
Fakat, ordumuzun eğitimi ve talimi uygulama ve sürdürme yöntemleri hakkında, uzun zaman içinde deneyimlere dayanarak edindiğim gözlem gücü ve çapına 
dayanarak şunu iddia edebilirim: Askerliğin dal budak salmış çeşit çeşit görevlerine ilişkin farklılaşmış uygulamalar arasında; moral ve yüce askerlik 
erdemlerine ilişkin düşünce ve eğilimler, orduda hemen hiç ilgi görmez ve dikkate değer bulunmaz. Bundan, “Savaşta bütün işleri sadece direniş ve 
kahramanlığın göreceği fikri anlaşılmasın” demeyi gereksiz görürüm. Esaslı bir çalışmanın sonucuna ve araştırmaya, ciddi bir bilimsel kavrayışa dayanmayan cesaret ve fedakârlığın yalnız başına iş görmesi zamanları çoktan geçmiştir. Kuran’daki “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” hükmü zaten bu meseleyi çözmüştür. Fakat biz mertliğe yaraşır seçkin huylar ve fedakârlığa dayalı bir ahlak anlayışıyla taçlanmayacak olan bilimsel birikimin de başlı başına amaca ulaşmayı sağlayamayacağı iddiasındayız. 

Bunun için kitabın konusunu hemen sadece bu noktayı açıklama ve yorumlama ya ayırdık. 

Buna en parlak ve taze bir örnek olarak İtalya Savaşı’nı gösterebiliriz. İtalya ordusu askerlerinin, aslında Avusturya ve Fransa sınırlarında da Bingazi ve Trablus’taki gibi savaşacaklarını düşünmemeli ve kabul etmemeliyiz. 
Özel iklim ve arazi koşullarının, düşmanlarının özel durumlarının kendilerine kazandırdıklarını hesap etmekle beraber, daima kuvvetçe on beş ve yirmi katı zayıf ve hele malzeme ve savaş mühimmatı oransız zayıf bir düşmanla çarpışan İtalyanların muharebelerde gösterdikleri ruh hali, savaşta bilim ve teknikten önce geldiğini iddia ettiğim, sipahilere yakışır yüksek niteliklere pek de sahip bulunmadıklarını gösterir. 

Oysa bu ordunun, bilim ve teknik bakımından savaşa eksiksiz hazırlanmış ordulardan birisi olduğunu, herkes bilir. Onun için, ben bilim ve teknik 
birikimin daha çok maddi kuvvetleri geliştirdiğine inandım. 

İtalyanların Kuzey Afrika kıyı bölgelerine yaptıkları sağlam tahkimatlar ile bilimsel karşılaştırmaya göre nicelik ve nitelikçe pek geri olan düşmanlan 
karşısında gayet üstün kuvvetleriyle askerlik sanatı açısından hiçbir şey yapamamış olmaları da, askerlere manevi değerlerin bilim ve teknik 
birikimden önce tanıttırılmasında beni haklı gösterecek açık bir kanıttır. Asıl olan yüce fedakârlık duygusu ve katıksız kahramanlık hasletidir. 
Bunun da en parlak tarihi örneği Plevne’dir. 
Askerlik tekniği ve sanatı gözüyle bakıldığında hiç önemli bir konumda görülemeyen, kullanışsız ve saldıranların dörtte biri kadar az bir savunma gücüne sahip Plevne ordusunun, Rus başkomutanının daha önceden dikkate almadığı küçük Romanya ordusunu zora sokan meşhur ezici kuvvetini, adı herkesçe bilinen Gazi’nin seçkin kişiliği ve orduyu kumanda edişindeki kesinliğin büyüleyici etkisiyle bütün orduya yaydığı, Allah’ın da övgüsünü kazanan o büyük azmi, bu orduda Osmanlı sancak-ı şerifinin hayattan, candan, rahattan, her türlü değerden daha aziz ve sevilmiş olmasına dayanmıştır. 

Şu tarihi kıyaslama ve deneyimlere göre, savaşta zafer ve galibiyetin, askerlik sanatına hakim oluşun ve meziyetin de hesaba katılması koşuluyla, dörtte dört manevi güçle öğrenilmesi mümkün olacağı kuralını çıkarırsak sorunu teke indirgemiş oluruz. Sanatımızın ayrıntılarını bize öğreten yönergelerimizin, 
işte bu üstünlüğün gerçek dayanağı olan manevi güçlere ve kutsal askerlik sanatının özüne ait maddelerini araştıralım. Talimnamelerin silah üretimi, dönüşler ve kutlama törenleri bölümleri arasında bulunamayacak olan bu maddelerin hiç okunmadığını, en iyi olasılıkla da gayet az okunduğunu itiraf etmek gerekir. 

Ne yalan söyleyeyim, biz Piyade Talimnamesi’nin ikinci muharebe bölümünü üç yıllık Harp Akademisi öğreniminin son aylarında ve birkaç derste, her öğrenci sırayla ikişer üçer madde okumak üzere, bir okuma kitabı gibi ele almıştık. Hemen bütün talim ve ders zamanlan birinci bölümün uygulanması ve anlatılmasıyla sınırlı kalmıştı. 

Oysa bu birinci bölüm, daha çok erlerin ve belirli birliklerin savaşa hazırlanması na aittir. Subayın subay olarak yetişmesini, asıl subaylık görevlerini, savaşın subaydan istediği ruhsal ve bilimsel yetkinlik ile niteliklerini asıl içeren ikinci bölümdü. Hele aynı şekilde subaya moral ve bilgi veren Sefer Hizmetleri Tüzüğü’nün giriş bölümünü hiç okumamıştık. Seferiye’den aldığımız ilk ders ‘savaş düzeni ve askerlerin bölümlenmesi’ olmuştu. Oysa bu girişin her bir maddesi, ayrı bir ders olabilecek çapta anlamlıdır ve önemli kavramları içerir. 

14. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder