9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 17

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 17


Geçenlerde askerlik teknik ve sanatının ilerlemesi yolunda kahramanca hayatını feda eden havacılarımızın, genç ve muhterem Sadık, Fethi ve Nuri’nin 
adları ve şanlarının unutulmaması için dikilecek övünç anıtının amacı da bir değerbilirliğin gereği olmasından başka, memleketin şimdiki ve gelecekteki 
yiğitlerini aynı cesaret ve fedakârlığa yönlendirmek ve özendirmektir... 

Sona eren İtalya Savaşı’nda Derne’de topçu komutanlığı, komutanlık yaverliği, muhafız bölük komutanlığı yaverliği ve muhafız bölük komutanlığı görevlerini yapan üsteğmen Sadık Efendi, bu kitapta konu edilen fedakârlık özelliğinin bir simgesiydi. Et, kemik ve kandan oluşan ve yürek taşıyan bir insanın, tehlikeyi hiçe sayarak gösterebileceği dayanıklılık ve umursamazlığın varabileceği en uç noktayı gözler önüne sererek, bu konuda gerçekten iyi bir örnek olmuştu. 

26 Aralık 1911’de Derne’de İtalyanların çıkışıyla başlayıp birçok savaş ganimeti kazanarak ve düşmana çok sayıda ölü vererek sonuçlanan büyük çatışmada Sadık Efendi, bizim iki toptan oluşan topçumuzun komutanıydı. Düşmanın fazla sayıdaki bataryasına karşı, toplarının ateşini olağanüstü bir kararlılık ve dayanıklılık ile idare edip sürdürerek, zaferin kazanılmasına hizmet eden önemli bir etken olmuştu. Merhum şehidin aynı savaşta, 12-13 Şubat 1912 gecesi Derne’ye karşı girişilen saldırıda düşman kıta ve istihkâmlarının kıyamet ateşleri kopardığı bir kriz anında, ihtiyat kuvvetleri oluşturan iki bölükten birisi olan kendi komutası altındaki seçilmiş genç Araplardan kurulu muhafız bölüğünün başında ateş hattına ilerlerken göstermiş olduğu şiddetli saldırma arzusu ve yiğit halleri hâlâ gözümün önündedir. 

Yafa’da denize düşerek kazazede olan Prens Celalettin uçağının gözcüsü Yüzbaşı İsmail Hakkı Efendi de, Sadık Efendi’den sonra Derne’de sözü edilen iki topluk topçunun komutanlığını üstlenmişti. Uçak kazasından sağlam çıkan İsmail Hakkı Efendi 3 Mart 1912 ve 16 Nisan 1912 Derne muharebelerinde, topların eski komutanlarını aratmayacak surette, eşi görülmemiş dayanıklılık ve cesaret göstermişti. Bu iki muharebede iki topumuza ateş eden İtalyan topları çeşitli çaplardaydı, sayıları da yirmiden aşağı değildi. 

16 Nisan’da, düşman, toplarımızın konumunu iyice keşfe gücü yetmediğinden; aralarındaki oran onda birden ibaret olan iki taraf topçuları arasında çarpışma, âdeta topçu düellosu şeklinde sabahtan akşama kadar devam etmişti. Bizim atışlarımıza karşılık düşmanın dört beş bataryası birden grup ateşiyle cevap veriyordu. Fakat 3 Mart’ta konumu biraz daha açık bulunduğu için İsmail Hakkı Efendi bir top çavuşu ile bir numaralı erini şehit vererek yüzde yirmi kayba uğramıştı. Ve toplarından biri hasar görmüştü. 

Burada buna benzer tarihsel bir olayı anarak, uçak fedailerimizle beraber bunu da tüm askerlerin durumu kavramaları için örnek kabul etmelerini isterim: 

Ekim-Kasım 1908’de ünlü isyancılardan İsa Bolatin’in Meşrutiyet Hükümeti’ne ilk başkaldırısında, üzerine bir taburla iki top gönderilmişti. 

Metroviçe’den sabah karanlığında çıkan bu askeri kol, sisli ve karlı bir tan vaktinin sonunda, kasabaya bir buçuk saat uzaklıkta bulunan Bolatin köyüne 
hakim taşlı yüksek tepenin yamacında, Bolatinli’nin çetesi tarafından pusuya düşürülmüştü. İlerde ki bölükler derhal Balkana saldırmışlarsa da  alaca karanlıktan ve tipiden yararlanan Arnavutlar, büyük bir kesimi etki altında tutmaktan henüz geri kalmıyorlardı. Elbette ki bu sırada hepimiz düz yol 
üzerinde, kar içinde yatarak önümüzde düşman mevzisini saptamaya uğraşıyorduk. 

Hemen birkaç piyade erinin kanı beyaz karı kırmızılaştırdı. Top taşıyan birkaç katır da devrilmişti. Askerdeki şaşkınlığın doğurduğu kriz, pek acıklıydı. 
Yanımda duran Topçu Komutam Asteğmen Manastırlı Faik Efendi’ye (şimdi 3. Topçu Alayı’nın 7. Bölük Komutanı, yüzbaşı), askerlerimizin moralini korumak 
ve geri getirmek, asi Arnavut’unkini de kırmak üzere yüksek nişangâh ile ateşe başlama emri verdim. 

Faik Efendi hemen ayağa kalkıp erlerini de kaldırarak, yol kenarındaki hendeğe düşmüş olan topu düzlüğe çıkardı. Atışa hazırlanırken erlerden birinin 
şehit olması üzerine, topçuların topu terk etmelerine karşı subay duruşunu hiç bozmadan, gizlenmeye koyulan askerlere öyle etkili sözler söyledi ki, erler 
hemen yine topa sarıldılar. Bu kez de top çavuşu gözünden kurşun yiyerek düştü. Ben artık topçunun göreceği bu işten vazgeçmek istiyordum. Ve oradaki 
tek topçu subayı olması dolayısıyla, varlığı her zamankinden daha önemli hale gelen subayı da kayıp vereceğimden korkuyordum. Fakat Faik Efendi’nin 
mertçe çabası işi çözdü. Onun, erlerine gerçekten örnek olan, gerçek subay tavrı ve duruşuyla toplar mermilerini atmaya başladı. Ve biraz sonra ilerdeki bölükler de düşmanla kavraşarak, pusu belasından kurtulmak mümkün olabildi. 

Kahramanca hareketlerini, kusursuz bir örnek kabul ettiğimiz subayların üçü de topçudan denk geldi. Oysa 3 Mart 1912 Derne Muharebesi’nde düşmanın iki 
taburu karşısında tam bir sakinlik ve gönül rahatlığı içinde savaşan ve bu üstün düşmana bir karış ilerlemeyi pek pahalıya ödeten asker (Derne’nin tek düzenli 
kuvveti olan piyade bölüğü) yüzbaşı Manastırlı Halim Efendi’nin bölüğüydü. Aynı zamanda 10 Ekim 1912’de düşmanın Derne’nin batısından, Tümsekit 
çevresinden gelen taarruzunda ilerlettiği üç piyade alayı ile üç Eritre taburu ki, on iki taburluk düşman kuvveti karşısında ilk direniş gösteren kuvvetimiz, 
Asteğmen Rusuhi ve Ethem efendilerin komutalarındaki piyade askerlerimizle Asteğmen Cemil Hakkı ve Üsteğmen Nurettin efendilerin kumandalarındaki 
ikişerden dört makineli tüfeğimizdi. Bu çatışmada Cemil Efendi’den başka diğer üçü yaralanmışlardı. Ardından dört dağ topumuzla büyük bölümü cephanesiz beş altı yüz Arap savaşçısının de katılımıyla düşman, kazandığı beş kilometrelik ileri araziyi terk etmeye ve eski yerine dönmeye mecbur edildi ve epeyce ganimet ve esir alındı. Fakat özellikle Cemil Efendi, iki makineli tüfeğiyle eşi az görülür bir cesurlukla düşmanın burnuna kadar sokulmuş, düşmanı gerçekten şaşırtmıştı. 

Süvari sınıfımızın da bu gibi fedakârlık hikâyeleri vardır: 1912 yılı Balkan Savaşı’nm ilk bölümü sonunda ve birinci büyük mütarekenin ilk günlerinde 
Bulgarların Yeniköy ve Şarköy’e düzenlediği taarruzlarda Kavak’ta beraberinde bulunan Mürettep Süvari Alayı’na mensup 5. Süvari Aıayı’nın 3. Bölüğü subayları ile, 27. Süvari Alayı’nın 5. Bölüğü’nden üsteğmen Fahri Efendi’nin keşif ve çarpışma görevlerinde gösterdikleri cesaret, yiğitlik ve çaba her türlü takdire layıktır. Edirne’nin geri alınmasında düşmanın izini bırakmamak üzere, süvariliğe pek yakışır amansız takip görevi sırasında Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey merhum, yaşıtlarının gerçekten örnek alması gerekecek yiğitçe fedakârlıklar göstermiştir. 

Görev ve mesleğinin gerçek âşığı olan bu subay, İtalya Savaşı’nda da Derne’de komutanlık başyaveriyken, hem en sarp ve çetin keşif görevlerini 
büyük bir istekle yaparak; hem de işini yaparken gösterdiği büyük kavrayış ve özellikle de üstün cesaretle, görevinin ve mesleğinin eri olduğunu hakkıyla 
kanıtlamıştı. 

Ordumuzun tüm subayları arasında bu görev aşkı örnek kabul edilmeli ki, kayıplarımızın yerine bununla avunalım. 

Şimdi komutanların çarpışmalarda harekete geçme yöntemlerine ilişkin Talimname maddelerini dinleyelim: 

Piyade Talimnamesi, 2. Bölüm, Madde - 277: 

< İleri yürüyüş sırasında düşmanla temas olası ise komutan mümkün olduğu kadar ileride ve kural olarak öncü birliğin de ileri kısımları arasında bulunmalı dır... 
Bunun için kendisi belli bir bölgede kalmadan aşamalı olarak ilerlemeli... 
Bu sayede komutan kişisel gözlemleriyle düşmanın ve yakındaki kıtalarının durumuna ve araziye dair bilgiler edinir ki; ne harita, ne rapor ve ne de notların yardımıyla edinilen bilgiler bunun yerini tutamaz... >

Bu maddede adı geçen komutan, kural olarak en aşağı tümen komutanı ise de; bağımsız hareket eden herhangi bir müfrezenin komutanı ve öncü birlik 
komutanı gibi daha küçükler de doğal olarak aynı biçimde hareket ederler. 

18. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder