9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 23

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 23


Taarruz güç ve yeteneğini kazandığımız ve çoğalttığımız sırada Talimname’nin aşağıdaki maddelerini okumak yararlıdır: 

< Piyade Talimnamesi - Madde 326: 
...Talim ve eğitimi mükemmel piyade askerinden, sütresi olmayan arazide bile ateşe ancak belirli bir mesafede başlaması beklenir. 

Piyade Talimnamesi - Madde 327: 

Ara vermeden ilerlemek eğilimi ve hevesi ve bu yönde komşu kıtalara öncü olmak gayreti, taarruz birliklerinin bütün unsurlarında bulunmalıdır... 

Piyade Talimnamesi - Madde 345: 

Avcı hattı kesin sonucun yaklaştığını hissederse, hücuma kalkmaktan çekinmemeli ve bu kararını işaret ile geriye bildirmelidir. 

Gerideki kıtalar ise derhal harekete geçerek kayıplara önem vermeden en kısa yoldan oraya yetişmelidirler. 

Piyade Talimnamesi - Madde 347: 

... Ateş hattının henüz geride kalan kısımları olabilecek en hızlı biçimde düşmana en yakın mesafeye kadar sokulmaya çalışırlar ve geride bulunan destek 
kıtalarının tamamı ileriye doğru atılırlar. 

Piyade Talimnamesi - Madde 348: 

Avcı hattı hücuma kalkacağı zaman borazan ve trampetler aralıksız hücum borusu çalmaya başlayınca bütün bölümler büyük bir kararlılıkla düşman 
üzerine atılır. Düşman mevzisine girmeden önce arkadaki yedek kuvvetlerin yetişmesine meydan bırakmayacak şekilde avcıların sürat ve şiddetle hareket 
etmeleri şeref ve namusun gereğidir. Düşman önü yakınında süngüye davranılarak ‘Allah Allah’ zafer nidalarıyla düşman mevzisine girilir. >

 Savunmada bulunanlar kendilerine taarruz edenlere karşı daha uzak mesafelerden ateş edeceklerdir. Zira savunmanın amacı taarruz edenleri 
olabildiğince uzakta tutmak, kendine yaklaştırmamak, onu yormak ve ona zaman kaybettirmek; böylece zaman kazanmak, düşmanın taarruzunu başarısız 
bırakmaktır. Taarruz edenler etkisi pek az olan bu uzak mesafe ateşlerine önem vererek, savunmada kalanın arzusuna uyarlar. Ve çatışmaya başlarlarsa 
yukarıda bildirilen 326. Maddeye ters hareket etmiş olurlar. Çünkü hemen boş yere cephane harcanacağı gibi zaman yitirilir. Ve asker yorgun düşürülür. 
Talimname, onun için ancak düşmana yaklaştıktan sonra ateşe başlamayı, talim ve eğitimi eksiksiz olan piyade askerlerinden bekliyor. Fakat talim ve eğitimi mükemmel olan bu piyade askerinin ruhu, eğer 327. madde gereğince ara vermeden ilerlemek eğilim ve hevesi ile ve komşu kıtalara öncü olmak gayretiyle beslenmeyecek olursa; ve 348. Maddeye göre avcıların düşman mevzisine girmeden önce yedek kuvvetlerin kendilerine yetişmelerine meydan vermeyecek şekilde seri ve şiddetli hareket etmelerinin şeref ve namusun gereği olduğu piyade askerine verilmemişse; acaba ortalama silah menziline kadar ateşsiz olarak taarruz edilebilir mi? 

345. Madde gereğince gerideki kıtalar derhal harekete geçerek kayıplara önem vermeden oraya en kısa yoldan yetişebilir mi? 

Ve yine aynı maddede yazılı olarak belirtildiği gibi, avcı hattı istenilen sonucun yaklaştığını hissedince hücuma kalkmaktan sakınabilir mi? 

Elbette hayır! O halde bu askerin talim ve eğitimi mükemmel değilmiş, savaşın zirvesi olan hücum eylemini bu maddelerin talep ve arzu ettiği şekilde  uygula mak için, yine bu maddelerde önerilen eksiksiz eğitimi alabilecek biçimde eğitim ve talim görmeye zorunluymuş. Şimdiye kadar talim ve eğitime harcadığımız emek ve çabaların verdiği sonuçlar son çarpışmalarda görülmüştür. 

Bunu ayrıntılandırmaya gerek görmem. Yalnız daha önceki çabalarımın amaca ulaşmaktan ne kadar uzak ve isabetsiz olduğunu söylemekle yetineceğim. 
İtiraf etmeliyiz ki, bu çaba askerimize bazı teknik hareketlerin talim ve tekrar 
ettirilmesinden ibaret kalmıştır. 

Böyle çalışmanın sonucu da doğal olarak böyle olur. 

Oysa 322, 345 ve 348. maddelerin istediği gibi bir asker yetiştirebilmek için askerin öncelikle moral eğitim ve güçlendirmesinden işe başlamak, yani eğitimi talimden Öne çıkarmak ve ona tercih etmekle olacağı, 
Bu maddelerin yorumlanmasından kolaylıkla çıkarılmaktadır. 

Bu bölümü bitirirken bunu da söyleyelim ki, her çarpışma ilk anından itibaren mutlaka taarruzla yürütülmek [zorunda değildir], Mevzilenmiş kuvvetin hakimiyetinden yararlanmak üzere veya gereken kuvvetin henüz toplanmamasından dolayı çarpışmaya girmeden önce taarruza karşı savunma 
konumu alınabilir. Fakat bunda da sonucun yine taarruzla taçlanması, gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır. 

Asıl amaç ve hedef taarruz olmalıdır. Yani bu geçici savunma, mutlak savunma olmayıp mutlaka saldırganca olmalıdır. Çünkü, düşmana darbe indirmek ona taarruzdan başka araç ile olamaz. Bu ise askerin elindeki en gerekli şey, savaşın asıl ülküsüdür. 
Bazen böyle uygun mevzilerin kuvvet hakimiyetini kendi  kuvvetine aktararak ve ekleyerek yerinde duran savunmanın; güçlü mevzileri de düşmanın kuvvetini kırmaya yarayan muharebeden sonra daha da üstün gelmeye ve kuvvetçe düşmanın gerisinde ise üstünlük kazanmanın getireceği taarruz yeteneği ve fırsatından hemen yararlanmaya hız vermelidir. 
Bu da savaşı yine taarruz şeklinde yönetmek demek olur. 

Kısacası taarruz kavramı hiçbir zaman subayın ve komutanın öngördüğü yol haritasının dışında kalmamalıdır. 

4. Kendiliğinden İş görmek ve sorumluluk üstlenmek 

   Bir subayı diğerlerinden üstün kılan en büyük niteliği; bilimde ve eyleme geçmedeki yetkinliği, kendi kendine iş görmeye hevesli ve tutkun olmasıdır. 
Kendiliğinden iş görme ve eyleme geçme yetkisi; inisiyatif denilen bu nitelik, subay ve komutanın başkalarından farklılaşmak ve kendini göstermek için en ayırıcı özelliği ve en büyük övünç kaynağıdır. Ordunun esenliği ve mutluluğu da ancak komuta heyetinin bu yüce davranışa fazlasıyla sahip olmasıyla mümkündür. Ordu, görevini yerine getirirken mutlaka emir beklemeyen üstler, subaylar ve kurmaylara büyük bir şiddetle ihtiyaç duymaktadır. 

Çeşitli rütbelerdeki komuta kurmayları, amaca ulaşma konusunda ne kadar kendiliklerinden işe girişmek, kendi karar ve düşünceleriyle iş yapmak beceri ve yeteneğine sahip bulunursa, ordunun çevikliği ve etkinliği o kadar artar. 

Ordunun zafere ve galibiyete ulaşması için en küçükten en büyüğe kadar bütün komutanların kişisel girişimleriyle uygulamaya geçmeye alışmış bulunmaları en büyük ve öncelikli şarttır. Bunun için komuta heyetinin ortak amaca ulaşmayı bu bakımdan araştıracak, bu konu üzerinde düşünecek ve bunun bilincine varacak şekilde yetkinliğe ve bilgiye sahip bulunmasının da önemli payı varsa da; kendi başına karar vererek harekete geçmek; sorumluluk denen, sonuca yönelik endişeden tamamen kurtulmuş olmak; başlı başına var olmak ve bağımsız olmakla kendini gösterir. Ve askerliğin böyle bilinmesi gereken bu doğası, özel biçimde öğretilecek ve aşılanacak derecede büyük öneme sahiptir. 

Uygulamada atak ve özgür davranmayan bir komutan, bir subay; sanatına ilişkin ne kadar bilgili, sanatının inceliklerine ne kadar egemen olsa bile, bu  birikiminden yarar sağlayacak ve ordusuna yararlı olacak hemen bütün fırsatları kaçırır, zarar eder. 

Kendiliğinden iş görmek, subayın bütün bilgi birikimine, bütün deneyimine üstün ve egemendir. 

1870 yılında Fransız ordusunun esaret getiren sarsıcı bir yenilgiye uğraması ve başkent Paris’in işgaliyle Fransız milletini mahkûm ve perişan eden parlak Alman galibiyeti; Alman askeri talim ve eğitiminin bilim ve teknikteki olgunluğundan çok, bunların arasında en yüksek, en ayrıcalıklı şerefli konum olarak kabul edilen bağımsızlık ve hareket özgürlüğüne kesin bir şekilde dayanmıştır. 

Alman alt rütbeli komutanları düşmanı yenmek ortak hedefinde başkomutanları ile o kadar geniş ölçüde el ve fikir birliği göstermişlerdi ki, birçok yerlerde üstlerinin emirlerini almadan o anki durumun gerektirdiği girişimi
kendiliklerinden üstlenip harekete geçerek üstlerine yardım etmişlerdi. Ve çoğu kez üstlerinin hatalarını bile örterek, kendileri için uygun olmayan çeşitli koşullarla dolu çarpışmalarda, ordularının zafere ulaşmalarında gerçek etkileri olmuştur. 

Doğrusu geniş bir arazi üzerinde hareket eden ordu kısımlarına ve bu kısımların içinde bulunduğu yere, duruma ve karşılarında bulunan düşmana göre başkomutanlık makamından işin gereğine uygun emirler vermek ve ordunun hareketlerinin esenliğini yalnız bu emirlerin uygulanmasından beklemek, düşünülecek olursa, mümkün değildir. 

24. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder