Zabit ve Kumandan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zabit ve Kumandan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 26

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 26



Eğer bu Binbaşı harekete geçmek için mutlaka üstünden bir emir gelmesini bekleseydi ya da kendisini, yedekte duruyor diye, savaşın genel gidişi hakkında düşünce ve görüş sahibi olmaktan geri bırakarak, böyle bir harekete girişme zamanı gelmiş olduğunu anlamasaydı; kısa süre sonra kendi taburu da düşman karşısında geriye çekilen taburlara katılmak zorunda kalacaktı. Ve bu yolla kendisi de, ancak emir ve işaretle harekete geçen ve kendi yetkisinin sınırını kavrayamayan, başarısız bir varlık olup kalırdı. 

Oysa o, savaşın geçirdiği durumları araştırmaktan ve izlemekten bir başkomutan kadar geri durmamış; ve kendisine acaba ne zaman ve ne gibi bir fırsat belirdiğinde işe karışmak zamanı geleceğini saptamak için bedensel olduğu gibi düşünsel olarak da her an hazır beklediğini işte bu hareketiyle kanıtlamıştır. 

Balkan seferimizin ikinci savaşının başlarında, yedekte bulunan bazı tabur komutanlarımızın hal ve tavırlarını bu binbaşının hareketiyle kıyaslayınca, aradaki farkın Almanların o zamanki başarılarıyla bizim bu seferki yenilgimiz kadar veya bunlar arasındaki fark kadar büyük olduğu gün gibi görülür. 

Bizim tabur komutanları yedekte bulunan taburların başında, taburun sıradan bir bireyi gibi hiçbir izleme zorunluluğuna ve hiç kafa yormaya gerek yokmuşçası na; olup bitecekleri ve kendilerine verilecek emri gözleyerek ve kaderine razı bir halde bekliyorlardı. Cephane götürenler, geri dönenler ve diğerleri ara vermeden gidip gelmekteydi. Bunlardan savaşın nasıl ilerlediğine ilişkin bilgiler alınabildiği gibi, bizzat dürbünle gözlemek veya uygun noktalarda gözcü subaylar görevlendirmek yoluyla da çarpışma hakkında dakikası dakikasına bilgi edinmeye zorunluydular. 

Yukarıda sözü edilen Alman binbaşısı emrin gelmesini bekleseydi, zaten emir alacağı yoktu. Çünkü, kendisine emir verecek olan alay ve tugay komutanlarının her ikisi de az önce vurulmuştu. Vurulmasalar- dı da o sırada kimbilir nerede bulunacaklardı. Büyük olasılıkla mücadele alanına adı geçen taburdan daha yakın bulunmayacaklardı. 

O halde bu taburun harekete geçmesinin gereğine ilişkin haberin önce geriye ve ardından buradan tekrar tabura emredilip bildirilmesi anma kadar ne kadar zaman geçeceği ve ne büyük fırsatın elden kaçırılacağı düşünülmelidir. 

Piyade Talimnamesi - Madde 455: 

Geriden emir gelinceye kadar durum kolayca değişebilir. Tam vaktinde eyleme geçmek, genellikle ancak kendiliğinden bir karar almakla mümkündür. 
Bununla birlikte muharebe görevlerini başkomutanın düşüncesi çerçevesinde yerine getirmeleri gerekeceğini bütün birliklerin astları hatırdan çıkarmamalıdır. 

Zamanımızın savaşları madem ki geniş bir cephede ve dağınık bir düzende yapılıyor, bu geniş savaş bölgesinin her noktasını görebilmek üstlerce mümkün değildir. Herkes kendi görüş alanı ve uygulamaları çerçevesinde görmeye ve gördüğüne göre kendi başına çekinmeden harekete zorunludur. Bu da el birliği ve eylem ve hareket ortaklığı yaratır. Başarı da böyle kazanılır, fırsatlar böylece kaçırılma- mış olur. 

Bu uygulama özgürlüğü yanlış hareketlere yol açabilir. Fakat bundan doğacak zararın, hiç hareket göstermemenin yanında önemsiz olduğunu ve bundan kaynaklanacak sorumluluğun eylemsiz ve hareketsiz kalmaya göre pek hafif olduğunu, yukarıya yazdığımız maddeler açıkça ispat ediyor. 

Bir komutan, bir subay, emirsiz ve bağımsız hareket yüzünden sor-gulanıp azarlanmakla övünmelidir. Bağımsız harekette hata edilmiş olabilir. 

Ve bunun da sorumluluk doğurması pek doğaldır. 

Astları kendiliklerinden hareket edebilmeye alıştırmak için her yaptığını hoş görmek de elbette ki kabul edilemez. Ast, bu sorumluluk kaygısıyla bağlı 
bulunacak ki, yanlış hareketten kaçınması mümkün olabilsin. Ve, zaten bu sorumluluk kaygısı mevcut olmazsa bu türlü hareketin bir onuru ve erdemi de 
kalmaz ki! 

Astların hareket serbestliklerinin uygulama biçimleri ve sınırları aşağıda açıklanacaktır. 

Şimdiki savaşlar, değil subay ve komutanlardan, hatta erlerden bile hareket özgürlüğü istemektedir. Bu konuda şimdiye kadar aktarılan maddelerde işaretler bulunduğu gibi: 

Sefer Hizmetleri Kanunu - Madde 25: 

Erlerin kendiliklerinden düşünüp hareket etmeye alıştırılmaları da çok önemlidir. Kendiliğinden hareket yeteneği ve göreve bağlılığı sayesinde erler, üstlerinin 
gözleri kendi üzerlerinde olmadığı durumlarda bile görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeyi başarırlar. 

Savaşanlar arasında erden bile bu kadar kişisel önlem beklenirse, teğmenden mareşale kadar her rütbedeki subayların düşünmeye ve bunun sonucunda verilecek karara göre kendi kendine harekete ne kadar zorunlu bulundukları anlaşılmış olur. Düşünülecek şey ise düşmanı yenebilmek için nasıl hareket etmek gerektiğini saptamaktan başka bir şey değildir. Genel harekâtta astların bağımsız ve özgür davranmaları zorunlu olmakla beraber, üstlerin emirleri de büsbütün göz ardı edilemeyeceğinden bu bağımsızlık ve özgürlüğün üstlerin emri ve isteğiyle uyumlu ve eşgüdümlü olması çok önemlidir. 

Elbette astların kendiliklerinden hareket etmekteki kişisel kararlarının da bir sınırı olacaktır. Bunu da saptamak gereklidir. 

Bunun için öncelikle emirler hakkındaki maddeleri inceleyelim: 

Seferi Hizmetleri Kanunu - Madde 49: 

Emirlerin, astın amaca ulaşmak için kendiliğinden hareket edebilmek üzere bilmesi gereken maddelerin tümünü kapsaması, ancak bundan başka bir şey 
içermemesi genel bir kuraldır. 

Piyade Talimnamesi - Madde 275: 

Büyük komutanlar kendileri tarafından emredilmesi gereken konulardan fazla şeyleri emretmemeli dir. Ayrıntılara girmekten kaçınıp uygulama için önlemler alma konusunu düşük rütbeli komutanlara terk etmelidir... 

Aynı konuya ilişkin olup birbirini açıklayarak yorumlayan şu iki maddeden anlaşılıyor ki, nasıl hareket edeceği hakkında üstten emir almış olmak bile astı hareket serbestliğinden, işi nasıl ve hangi araçlarla yapacağını belirlemekten alıkoyamaz. Çünkü üst, asta kendisinin yapacağı bütün işlerin nasıl yapılacağını ayrıntılı bir şekilde anlatmayacaktır. 

İşin yapılış tarzlarının ve araçlarının belirlenmesi ve ne yönde hareket edileceği hususunda astın görüşü saklı kalacaktır. Büyük komutanların emirleri hakkında yazılmış olan şu maddeler daha küçük komutanlarınkiler hakkında da aynıdır. 
Yalnız ölçeği küçülür. 

Söz gelimi : 

Piyade Talimnamesi - Madde 456 

Muharebede bütün kıtaların aynı kuralları uygulamalarına hiçbir değer ve önem verilmemelidir. Her komutan sorumluluğu üstlenerek uygun ve elverişli kuralı 
doğrudan kendisi seçmelidir. sözü, bölük komutanının bile tabur komutanından emir aldıktan sonra önlemler alma konusunda durumun gereğine göre serbest 
bulunması anlamına gelir. 

Şimdi gerek üstünden emir alan ve gerekse duruma göre kendiliğinden harekete geçen astların hareketlerinin üstlerin istek ve amaçlarına uygun düşmesi ve bu hareketlerinin genel duruma aykırı düşmemesi gibi önemli konular kalıyor. 

Bundan dolayı, içinde bulunulan duruma ve genel amaca dair düşük rütbeli komutanların yeterli bilgilerinin olması gerekir ki; bunun gereklilik derecesi üst makamlardan bildirilirse de; üstlerin yeterli olmayan bu bilgilerine dayanarak genel durumu anlayıp kavrama konusunda asta rehberlik edecek esas, kendi yorumlama ve karar verme yeteneğidir. Bundan dolayı emir alan veya almayan her kıta komutanı kendi üzerine düşen veya düşebilecek görevleri belirlemek ve incelemek üzere, akıl yürütmek ve öneriler getirmek için kendisine gereken bilgileri sürekli olarak toplamaya zorunludur ki, zamanı geldiğinde daha önceden olabilirliğini düşündüğü uygulama biçimini, aynen veya değiştirerek hayata geçirmekte başarılı olabilsin. 

İşte bu akıl yürütmeler sırasında ve bunun sonucunda girişeceği eylem sırasında astın en fazla düşüneceği şey, kendi hareketinin, genel hareketi sekteye uğratmayacak bir sonuç vermemesi ve bu hareketten yarar yerine zarar doğurmaması dır. 

Bu noktada yanılmaması, astı sorumluluktan kurtaracağı gibi ayrıca orduya yararlı olur ve kendisine de şeref kazandırır. 

Bunun için şu maddeler de bize bunun sınırlarını belirlemekte temel oluştururlar: 

Piyade Talimnamesi - Madde 276: 

Düşük rütbeli komutanların hareket özgürlükleri keyfi davranış rengini almamalıdır. 
Her komutanın gerekli sınırlar içinde kalan bağımsız eylemleri, savaşta 
büyük başarıların temelidir. 

Piyade Talimnamesi - Madde 304: 

...Ancak bu üstün nitelik, geneli göz önünde bulundurmayarak keyfi kararlar almak, verilen emirlere tam anlamıyla uymamak ve itaat yerine bilgiçlik taslamak şeklinde kabul edilmemelidir. Yine de üstlerin, araçlarının azlığından veya uygulama alanında bulunamamaktan dolayı, durumu yeteri kadar anlayamamış olduğuna astlar inanır ve çekinmeden muharebeye katılmaktan sakınmaz, korkmaz; ya da herhangi bir emrin uygulamasından önce durum değişirse alınan emirleri ya hiç uygulamamak ya da gereken değişikliklerle uygulamak ve üste de bu konuyu haber vermek, astın görevleri arasındadır. 

Emrin uygulanmamasındaki sorumluluk, tamamen asta aittir. Sorumluluktan çekinmemek niteliğine sahip bir komutan muharebenin sonucundan kuşkulandığı yerde bile kıtası nı duraksamadan savaşa sokmaktan çekinmez. 

Topçu Talimnamesi - Madde 275: 

...Ancak bu özellik, genel durumu dikkate almaksızın kişisel kararlar almakta ya da büyük bir dikkatle verilmiş emirlere tam anlamıyla uymamakta ve bilgiçliği, 
buyruğa uyma yerine koymakta aranılırsa yanlış anlaşılmış olur. 
Ancak ast, görevi veren amirin durumu iyice anlayamadığına ya da verilen emrin uygulanmasının, durumun değişmesinden dolayı mümkün olmadığına inanırsa; o halde aldığı emirleri uygulamamak ve durumu üste haber vermek astın görevidir. Emri uygulamamaktan doğacak sorumluluk tamamen asta aittir. 
Sorumluluğu seven bir komutan kıtasını çarpışma sonucunun şüpheli olduğu yerde de... 

Görülüyor ki, ast aldığı emri körü körüne, noktası noktasına yapacak değildir. 
Bu konuda astlara verilen yetki pek büyüktür. Ast, her işte üstlerin her emrini olduğu gibi ve başka hiçbir şey düşünmeksizin uygulayacak olursa, başarının temeli olan kendiliğinden iş görmek ortadan kalkmış ve ortak amaca hizmet düşüncesi ihmal edilmiş olur. Ast, üstün verdiği emirden onun amacının ne olduğunu ve emir aynen uygulanacak olursa istenilenin elde edilip edilmeyeceğini düşünecektir. Yani ast, bir kolun kaldırılıp indirilmesiyle harekete geçen bir makine değildir. Kendi kendine düşünebilmelidir. 
Fakat bunda da bilgiçlik taslanamayacaktır. 

Talimname, asta bazı durumlarda üstlerin emrinin uygulanmaması ya da değiştirerek uygulanması yetkisini bile veriyor. Ve hatta bunu görevleri 
arasında sayıyor. 

Bu noktada, yaptığı değişikliğin sonucunun iyi ya da kötü olmasından, astın kendisi sorumlu olacağından; o da bunu dikkatle ve çekinerek uygulamalıdır. Buradaki hareket sınırı kesinlikle belirlenemez. Bunu içinde bulunulan hal ve durum gösterecektir ki, bu da sayılamayacak derecede çeşitlidir. Yalnız her komutan ve subay şu önemli konuları bilmelidir. Böyle durumlarda hatasız hareket ve buna yönelik geçerli ve kabul görmüş bir alışkanlık, pek çok uygulama ve deneyimle kazanılır. 

Üstlerin bu noktadaki etkileri pek büyüktür. 

Her emri aynen uygulamak gibi mantıksız bir yola sapmış olanlara, ortaya çıkan örneklerin incelenmesi ve tartışılması ile yanlış kanıları düzelttirilmeli; ve aynı biçimde kendi düşüncesini daima öne çıkaranların aşırıya kaçan hareketleri de ılımlı bir düzeye çekilmelidir. Bunun için barış zamanında birçok fırsatlar ortaya çıkacaktır. 

Hele kendiliğinden iş görmeyi ileri götürenlerin birden bire önünü kesmek hiç doğru değildir. Astlarla üstler arasında bu sorun her zaman bir sınanma ve çalışma fırsatı olmalıdır. 

Bu konular üzerinde çok çalışmalıdır. 

Bu maddelerin incelenmesiyle ortaya çıkan diğer bir konu da, durumun değişmesinden dolayı verilen emrin uygulanmaz hale gelmesidir. İşte bu 
durum astların emir beklemeden harekete geçmesini zorunlu kılar. Çünkü emrin verildiği an, durumun henüz değişmediği andı. 

Ve o anda yapılacak iş, emirden beklenenden ibaret olduğuna göre emrin ulaştığı dakikaya kadar olan değişiklikten dolayı uygulanmaması zorunluluğunun doğması, fırsat ve başarıyı kaçırmaktan başka bir şey olmaz. 

Ama ast, emrin yazıldığı saatteki durumu kavrayarak, durum daha değişmeden, üstlerin vereceği emrin biçimini de iyice anlayarak hemen uygulayacak olursa; emrin daha sonra başarısızlıkla sonuçlanma tehlikesi de ortadan kalkmış olur. 

Ast bunda hata etmiş olsa bile bu, bekleyip de sonunda uygulama olanağı ortadan kalkmış emirler almasından ve sonuç olarak hiçbir şey yapamamasından yararlı ve iyidir. 

Bu bölümün asıl amacı da her komutanda, işte bu kendiliğinden iş görmek erdeminin edinilmesinin zorunluluğu konusudur. 

https://groups.google.com/forum/#!topic/bagimsizcumhuriyetciler/JccZ-29Qq8w

***

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 25

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 25



Sözgelimi savaşta çoğu zaman her konu hakkında üstlerden emir almak mümkün olmayacaktır. Yine savaşta çoğu zaman emirler öncelikle sözlü 
olarak verilecek veya gönderilecektir. Bunun için barış zamanında da her şeyi üstlerden sormayalım. Ve herhangi bir şeyin yapılması için daima üstlerden emir gelmesini beklemeyelim. 

Birçok şeyler vardır ki, yapılmaları kendi rütbelerimizin sınır ve yetkileri çerçevesinde kalır. Ve bunlar yapacağımız işlerin çoğunluğunu oluşturur. 
Üstlere danışılacak şeyler pek azdır. Ve bunların daha azaltılması bizim elimizdedir. Biz kendi başımıza harekete ne kadar eğilimli olur ve bununla 
ne kadar övünürsek, yetki alanımızı o kadar genişletebiliriz. 

Her yapılacak işin, öncelikle ve mutlaka kendi karar ve emrimizle yapılabilmesini sağlamaya çalışmalıyız. Üzerinde düşündükten sonra üstlere danışma zorunluluğu kesinlikle ortaya çıkmadıkça, kendi kararımızdan ve yaptıklarımız  dan dönmemeliyiz. 

Böylece hem savaş için pek gerekli üstün bir özelliği kazanmış ve hem de işlerimizi çabuk görmüş, üstleri de boş yere oyalanmamış oluruz. 

Bizde kökleşen batıl inanışlardan biri de sözlü emirlere değer vermemek ve güvenmemektir. Bir emrin emir olmasının koşulu mutlaka yazılı olması 
değildir. Emirlerin savaşta yazılı olması gerekliliği, daha çok emirleri yerine getirecek olanların doğru anlamalarını ve savaş tutanaklarına kaydedilmek 
üzere içeriğinin kayıtlı olmasını sağlamak içindir. Ancak bu, bizde başka biçimde algılanmaktadır. Bunlardansa emirlerin uygulanmasından doğacak zararlardan sakınmak ve korunmak, ve söz edilen zararın emri verene ait bulunduğunu somut olarak kanıtlamak üzere elde bir senet bulunsun diye merak ediliyor. Oysa bundan, uygulanan emrin sonucu zarara yol açtığında, verdiği emri yadsıyacağı veya değiştireceği endişesiyle üstler hakkında güvensizlik beslenmiş olduğu anlaşılır. 

Üstlere karşı bu tarzda düşünmek kesinlikle kabul edilemez. Yalnızca alınan sözlü emrin doğru anlaşıldığının görülmesi için emirler, elbette alınır alınmaz amirin yüzüne karşı tekrar edilmelidir. 

Ordumuzda bu, emir tekrar etme durumu yalnız yavaş yavaş erlerden istenmeye başlamıştır. Oysa bunu sözgelimi, bir tümgeneral bile bir korgenerale karşı yerine getirmelidir. Ve bu, bir alışkanlık şeklini almalıdır. Üstler de her durumda verdiği emrin tekrarını istemelidir. 

Bundan, emri alanın emri anlamaktan aciz ya da yeteneksiz olduğu düşüncesine varmak yanlış bir yorumdur. Amaç, emrin esenlik ve sağlıkla yerine getirilmesini sağlamaktır. Böyle olduğuna göre hiç kimsenin onuruna dokunmaz. Ve üstle ast ne kadar büyük rütbeli olursa olsun, emri verenin yanlış verebilmesi veya alanın yanlış anlayabilmesi her zaman olanaksız olmadığından, işte bu tekrar sayesinde emrin verilmesi ve anlaşılması, kuşku ve tereddütten kurtulmuş olur. 

Uzunca emirler unutulmamak üzere kısaca kaydolunabilir. Fakat hiçbir zaman üstün imza veya mührüyle sonlanması koşulu yoktur. Üstler de bu konuda astlarına emniyet ve güven vermeyi boşlamamalı dır. 

Söz gelimi sözlü emirle yapılmış ve sonucunda sorumluluğunun üstlenilmesi gereği doğmuş herhangi bir iş üzerine, verdiği emirden bilgisi olmadığını söyleyerek bunu değiştirmekte acele etmek şöyle dursun; sorumlu bulunmasını gerektiren o sonucun aslında emrin ast tarafından bizzat değiştirilmiş olarak ortaya çıkmış olması durumunda bile; üste yakışan, o sorumluluğu üstlenerek astının güvenini kazanmak ve onu yatıştırmaktır. 

Böylelikle astlar sorumluluk üstlenmeyi gerektiren işlere girişmek özelliğini edinmeye fırsat ve güç bulmuş olurlar. 

Üstlerinin sorumluluk almayı amaçladıklarına ve hatta astların sorumluluklarını bile kısmen kendi üzerine almakta olduğunu gören astlar da, bu imrenilecek cesurluğu örnek alır ve üstlerine daha büyük bir boyun eğme ve saygı duygusuyla bağlanırlar. Böyle üstler, astlarını etkileyerek kazanmış olurlar. 

Zaten herhangi bir sorumlulukla bâş etmek, asttan çok üstler için kolay ve mümkündür. 

Sorumluluk denen şey öyle bir durumdur ki, ondan kaçtıkça o insana yaklaşır. Ve insan onun üzerine yürüdükçe onu kendisinden uzaklaşmış görür. Diyelim ki sorumlu tutulma kaygısıyla herhangi bir iş yapmaktan kaçman ve bu kararsızlıkla düşüne düşüne hiçbir iş yapamayıp kendini başarısızlığa mahkûm eden ve fırsatları kaçıran bir kimse; yağmurdan kaçanın doluya tutulması gibi, kendini en büyük sorumluluğun eline bırakmış olur. 

Sefer Hizmetleri Kanunu - Madde 38: 

Sonuçta savaşta kesin bir kararlılıkla hareket ilk koşuldur. 

En küçük rütbeli erden en büyük rütbeli komutana kadar her bir asker, göz yummanın ve savsaklamanın, önlemler alınırken doğabilecek yanlışlıklar ve hatalarınkinden çok daha ağır sorumluluklar üstlenmek gerektireceğini her zaman hatırda tutmalıdır. 

Süvari Talimnamesi - Madde 399: 

Başkomutanın niyet ve amacına uygun biçimde hareket edebilmek için süvari komutanına, kendi askerinin kullanabileceği biçimde hareket özgürlüğü 
tanınmalıdır. 

Süvari Komutanı hiçbir zaman emir beklemeyip sorumluluğu her an üstlenmeye hazır olarak, işe el atmak için fırsattan yararlanmalıdır. 

Şüpheli durumlarda 'en cüretli girişim çoğunlukla en iyi girişimdir’ kuralını hareketlerde yol gösterici kabul etmek gerekir. Hareketsiz bulunmanın ve fırsatları boşa harcamanın; önlemler ve uygulamalardaki hatalardan daha büyük bir hata olduğundan hiçbir komutan şüphe etmemeli ve emrindekileri de buna 
ikna etmeleri gerekir. 

Piyade Talimnamesi - Madde 304: 

...Savsaklama ve görmezden gelmenin, yöntem ve araç seçiminde düşülen hatadan daha büyük suç olacağını bütün komutanların daima düşünmeleri ve 
bunu daha düşük rütbeli komutanlarının da zihinlerine yerleştirmeleri gerektir. 

İşte bu maddeler üzerine düşündüğümüzde kesinlikle anlaşılır ki, hiçbir şey yapmamaktansa hatalı bir iş yapmak daha kârlı ve daha makbuldür. 

Çünkü, eylemsiz ve hareketsiz durmak kesinlikle zararlıdır. Ve bundan dolayı sorumluluk gerektirir. Ve sonucu her ne kadar bilinmese de, girişilen herhangi bir iş büyük olasılıkla başarıyla sonuçlanır. 
Ve böyle etkin davrandıkça alışkanlıkların ve yeteneklerin kazanılmasında daima ileri gidileceği için, hataya düşme olasılığı da gittikçe azalır. 

O halde ne pahasına olursa olsun, çok düşünmeyip mutlak biçimde ve hızla karar vererek uygulamaya çaba harcamak gereklidir. 

1866 Prusya-Avusturya Seferi’nde 27 Haziran günü AvusturyalIlara taarruz eden ikinci Prusya Tümeni’ne bağlı 7. Alay’ın taarruzu başarısız olmuştu. Bu alayın birinci ve ikinci taburları perişan biçimde geri çekilmekteydi. Düşman karşı taarruza geçmeye hazırlanırken bu hali gören ve sözü edilen yedekteki alayın 3. Tabur Komutanı, hiçbir emir almadan ve emir almayı beklemeden taburunun üç bölüğünü birden derhal savaş hatlarına gönderip sokarak düşmanı durdurmuş ve geri çekilen diğer taburların yeniden taarruza girişmelerini sağlamış ve tümenin sol kanadının büyük bir yenilgiden kurtulmasına yardımcı olmuştu. 

Piyade Talimnamesi - Madde 350: 

Hücumda başarıya ulaşıp düşman uzaklaştırılırsa ele geçirilen mevziye gereğinden fazla asker yığmak hatadır. 

    Geride kalan birlikler, başka şekillerde kullanmak için zamanında durdurulmalıdır. Burada bu birliklerin komutanları çoğu zaman kendi başlarına uygulamaya geçmeye zorunlu olurlar. 

    Hücumda başarıya ulaşmak, geride kalan birliklerin komutanlarına Talimname’nin önerdiği hareket özgürlüğü, başarıya ulaşılamadığı zaman 
elbette daha sıkı bir biçimde gereklidir ki; bu önemli görevi yerine getirme konusunda istenilen niteliklere sahip olan Alman binbaşısı, tam zamanında 
işe girişmekle tümenin sol kanadını yok olmaktan kurtarmıştır. 

26. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 24

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 24



Orduların ve savaş usullerinin bugünkü mevcut haline göre, düşmanı yenme mutluluğuna ulaşması yine bu yüce sıfata, ortak hedef dahilindeki uygulamalar için kendiliğinden harekete geçmeye bağlıdır. İşin doğrusu, türlü Talimnameler ile Seferiye Kanunnamesi’nin bu konuya ilişkin maddelerini teğmenden mareşale kadar bütün komutanların her şeyden çok önem vererek araştırmaları, üzerinde düşünmeleri ve bunun gereğine uygun hareket edebilme yetkinliğinin barış varken edinilmesini ve pekiştirilmesini kesin bir zorunluluk olarak kabul etmeleri sanatlarının en birinci gereğidir. 

Piyade Talimnamesi - Madde 304: 

Sorumluluğu üstlenmekten çekinmemek, bir komutanın edinmesi gereken yüksek bir niteliktir... 

Piyade Talimnamesi - Madde 251: 

Talim ve eğitimin genelinde, gerek komutanların ve gerek tek tek avcı erlerinin kendiliklerinden iş görmeleri konusu için sonuç verici çalışmalarda bulunulmalı dır... 

Piyade Talimnamesi - Madde 2: 

Savaş, sıkı bir inzibatın vücudunu, bütün maddi ve manevi kuvvetlerini tüketmeyi ve kullanmayı gerektirir. Özellikle muharebede zafere ulaşmak ve galibiyet, bütün subay ve askerlerin vatan ve millet uğrunda büyük bir istekle canlarını feda etmelerine; ve en küçüğe kadar bütün rütbe sahiplerinin bizzat düşünce üreterek durumun gereğine göre kendi kendine önlemler almaya alışmış olmalarına; ve erlerin dahi zafer kazanmaya yönelik kesin kararlılığa sahip; ve üstlerinin yaralanmaları veya şehit olmaları halinde bile, bu kararlılığı bozmama nitelikleriyle donanmış olmalarıyla uyum içinde yürür. 

Seferiye Kanunnamesi - Madde 4: 

... Her bir subay tüm durumlarda -hatta olağanüstü durumlarda bile sorumluluktan çekinmeyerek olanca maddi ve manevi gücünü harcamak ve kullanmakla yükümlüdür... 

Süvari Talimnamesi - Madde 47: 

Kendiliğinden iş görmek, komutanlık için en ayırıcı nitelik olup kuvvetlerin toplu halde bulundurulması da zaferin en kesin aracıdır. 

Süvari Talimnamesi - Madde 409: 

Muharebeden önce ve muharebe sırasında bütün araçlara başvurarak düşmanın durumu hakkında bilgi toplamaya ve düşmanın hareket ve önlemlerinden daima 
haberdar olmaya çaba gösterilmelidir. Koşullara göre yaya keşif kolları gönderilmesi de gözden uzak tutulmamalıdır. Düşman hakkında elde edilen yeterli bilgi, verilecek kararı kolaylaştıracağı gibi, amaca uygun önlemler almakta esas teşkil eder. 

‘‘Düşman hakkındaki eksik bilgi hiçbir zaman kendiliğinden iş görmekten caymaya yol açmamalıdır. ” 

Topçu Talimnamesi - Madde 275: 

Komutanlığın en yüksek niteliği sorumluluk alma aşkıdır... 

Çeşitli sınıfların talimnamelerinin, muharebe bölümlerinin ve Sefer Hizmetleri Kanunnamesinin, yukarıda aktarılan önemli maddelerini okurken bizim şimdiye kadar bunların hükümlerine ne derece uyduğumuzu bir düşünelim... Bir savaşı iyi yönetmek ve yürütebilmek için savaş kurallarının komuta sahiplerinden ısrarla ve büyük önem vererek istediği bu özellik, ordumuzda henüz tanınmamış ve bu nedenle bununla bilinen ve donanmış hemen hemen hiçbir komutan ve subay yetişmemiş olduğunu iddia edersem; bu düşüncemde ve kararımda insafsızlıkla suçlanamayacağımı sanırım. 

Ülkemizde altı yıl öncesine kadar sözü geçen o bilinen yönetimin, özellikle ordudaki kişisel yetki duygu ve düşüncesini geçersiz kılarak yok etmiş, hiç 
kimsede kendi verdiği karara göre hareket özgürlüğü bırakmamış olmasının; en ufak ve önemsizine varıncaya kadar her şeyi, o zamanın politikasına göre 
gerek görülen, üstlerden izne bağlamak gibi hastalıklı ve sakat bir yöntemi koyması ve bunu pekiştirmesinin, bunda zorlayıcı etken gibi olduğunu kabul 
etmek lazımdır. 

Zaten ancak bilimsel birikim ve yetkinlikle kaynaşabilen kendiliğinden iş görebilme yeteneğinin, görev aşkı ve sorumluluğunun; o zamanın cahil ve 
aciz yüksek askeri makam sahiplerinin çoğu tarafından terk edilmiş ve unutulmuş olacağı pek doğaldır. Ve o zamanın sorumlulukları da bilindiği 
gibi büsbütün başka şeylere harcanıyordu. 

Mesleğinin gerçek görevlerini yerine getiremediğinden veya kötü yerine getirdiğinden dolayı sorumlu tutulmuş hemen hiçbir kimse gösterilemezdi. 

Fakat şimdi görev ve sorumluluğun hakkıyla yapılmaya ve uygulanmaya, çalışmanın hararetle devam etmeye ve her rütbe sahibine ait sorumluluğun 
serbestçe yürütülmesine başladığı çalışma devresine girdiğimizden; ordumuzun esenliğine karşı en büyük verimsizlik ve zarar kaynağı olan şu ‘yetkinin sınırlandırılması’ndan kurtulmak için hiçbir engel kalmamıştır. 

Elverir ki, ilerlememiz için en büyük eksik ve engelin bu olduğunu keşfedebilelim, bunun bilincine varabilelim. 

Geçmişe ait zararlı alışkanlıklardan olmak üzere, kendi kendimize yapacağımız birçok işler için hâlâ üstlerden izin istediğimizi ve nasıl davranılacağı hakkında üstlerin yazılı emrine gereksinim duyduğumuzu bilir ve itiraf edersek ve bunun da savaşta ne büyük zararlara ve başarısızlıklara neden olduğunu ve olacağını düşünürsek; artık bu beceriksizlik ve düşkünlüğe mahkûm olmaktan kendimizi kurtarma zamanının çoktan gelmiş olduğunu kolayca anlarız. Her rütbe sahibine kendi yetki ve sorumluluk sınırları dahilinde davranma özgürlüğü tanınmıştır. 

Piyade Talimnamesi - Madde 454: 

... Fakat bölüğe varıncaya kadar her birliğin, belirlenen görev ve sınırları çer-çevesinde kalmak şartıyla, yetki ve sorumluluğu büyüktür... 

Bir ordunun savaştaki hareket kabiliyeti, barış zamanında görevlerin uygulama biçimlerine ve çalışmaların sonuçlarına göre belli olur. 

Barış zamanı, savaş zamanının aynasıdır. Onun için biz barış zamanını savaşın ateşsiz olarak devamı şeklinde tanımlamıştık. Bundan dolayı yukarıdaki 454. maddenin anlamı yalnız savaşa özgüymüş gibi yorumlanmamalıdır. Savaşı yapacak olanlar, savaş için barışta çalışmış olanlardır. Savaştan önce nasıl çalışırsak ve neler biriktirirsek, savaşta ortaya koyacağımız şeyler bunların ürünlerinden başka bir şey değildir. 

O halde her görevi, her davranışı savaş durumuna göre, savaşta yapmaya zorunlu olacağımız şekle benzeterek yapmalıyız. 

25. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 23

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 23


Taarruz güç ve yeteneğini kazandığımız ve çoğalttığımız sırada Talimname’nin aşağıdaki maddelerini okumak yararlıdır: 

< Piyade Talimnamesi - Madde 326: 
...Talim ve eğitimi mükemmel piyade askerinden, sütresi olmayan arazide bile ateşe ancak belirli bir mesafede başlaması beklenir. 

Piyade Talimnamesi - Madde 327: 

Ara vermeden ilerlemek eğilimi ve hevesi ve bu yönde komşu kıtalara öncü olmak gayreti, taarruz birliklerinin bütün unsurlarında bulunmalıdır... 

Piyade Talimnamesi - Madde 345: 

Avcı hattı kesin sonucun yaklaştığını hissederse, hücuma kalkmaktan çekinmemeli ve bu kararını işaret ile geriye bildirmelidir. 

Gerideki kıtalar ise derhal harekete geçerek kayıplara önem vermeden en kısa yoldan oraya yetişmelidirler. 

Piyade Talimnamesi - Madde 347: 

... Ateş hattının henüz geride kalan kısımları olabilecek en hızlı biçimde düşmana en yakın mesafeye kadar sokulmaya çalışırlar ve geride bulunan destek 
kıtalarının tamamı ileriye doğru atılırlar. 

Piyade Talimnamesi - Madde 348: 

Avcı hattı hücuma kalkacağı zaman borazan ve trampetler aralıksız hücum borusu çalmaya başlayınca bütün bölümler büyük bir kararlılıkla düşman 
üzerine atılır. Düşman mevzisine girmeden önce arkadaki yedek kuvvetlerin yetişmesine meydan bırakmayacak şekilde avcıların sürat ve şiddetle hareket 
etmeleri şeref ve namusun gereğidir. Düşman önü yakınında süngüye davranılarak ‘Allah Allah’ zafer nidalarıyla düşman mevzisine girilir. >

 Savunmada bulunanlar kendilerine taarruz edenlere karşı daha uzak mesafelerden ateş edeceklerdir. Zira savunmanın amacı taarruz edenleri 
olabildiğince uzakta tutmak, kendine yaklaştırmamak, onu yormak ve ona zaman kaybettirmek; böylece zaman kazanmak, düşmanın taarruzunu başarısız 
bırakmaktır. Taarruz edenler etkisi pek az olan bu uzak mesafe ateşlerine önem vererek, savunmada kalanın arzusuna uyarlar. Ve çatışmaya başlarlarsa 
yukarıda bildirilen 326. Maddeye ters hareket etmiş olurlar. Çünkü hemen boş yere cephane harcanacağı gibi zaman yitirilir. Ve asker yorgun düşürülür. 
Talimname, onun için ancak düşmana yaklaştıktan sonra ateşe başlamayı, talim ve eğitimi eksiksiz olan piyade askerlerinden bekliyor. Fakat talim ve eğitimi mükemmel olan bu piyade askerinin ruhu, eğer 327. madde gereğince ara vermeden ilerlemek eğilim ve hevesi ile ve komşu kıtalara öncü olmak gayretiyle beslenmeyecek olursa; ve 348. Maddeye göre avcıların düşman mevzisine girmeden önce yedek kuvvetlerin kendilerine yetişmelerine meydan vermeyecek şekilde seri ve şiddetli hareket etmelerinin şeref ve namusun gereği olduğu piyade askerine verilmemişse; acaba ortalama silah menziline kadar ateşsiz olarak taarruz edilebilir mi? 

345. Madde gereğince gerideki kıtalar derhal harekete geçerek kayıplara önem vermeden oraya en kısa yoldan yetişebilir mi? 

Ve yine aynı maddede yazılı olarak belirtildiği gibi, avcı hattı istenilen sonucun yaklaştığını hissedince hücuma kalkmaktan sakınabilir mi? 

Elbette hayır! O halde bu askerin talim ve eğitimi mükemmel değilmiş, savaşın zirvesi olan hücum eylemini bu maddelerin talep ve arzu ettiği şekilde  uygula mak için, yine bu maddelerde önerilen eksiksiz eğitimi alabilecek biçimde eğitim ve talim görmeye zorunluymuş. Şimdiye kadar talim ve eğitime harcadığımız emek ve çabaların verdiği sonuçlar son çarpışmalarda görülmüştür. 

Bunu ayrıntılandırmaya gerek görmem. Yalnız daha önceki çabalarımın amaca ulaşmaktan ne kadar uzak ve isabetsiz olduğunu söylemekle yetineceğim. 
İtiraf etmeliyiz ki, bu çaba askerimize bazı teknik hareketlerin talim ve tekrar 
ettirilmesinden ibaret kalmıştır. 

Böyle çalışmanın sonucu da doğal olarak böyle olur. 

Oysa 322, 345 ve 348. maddelerin istediği gibi bir asker yetiştirebilmek için askerin öncelikle moral eğitim ve güçlendirmesinden işe başlamak, yani eğitimi talimden Öne çıkarmak ve ona tercih etmekle olacağı, 
Bu maddelerin yorumlanmasından kolaylıkla çıkarılmaktadır. 

Bu bölümü bitirirken bunu da söyleyelim ki, her çarpışma ilk anından itibaren mutlaka taarruzla yürütülmek [zorunda değildir], Mevzilenmiş kuvvetin hakimiyetinden yararlanmak üzere veya gereken kuvvetin henüz toplanmamasından dolayı çarpışmaya girmeden önce taarruza karşı savunma 
konumu alınabilir. Fakat bunda da sonucun yine taarruzla taçlanması, gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır. 

Asıl amaç ve hedef taarruz olmalıdır. Yani bu geçici savunma, mutlak savunma olmayıp mutlaka saldırganca olmalıdır. Çünkü, düşmana darbe indirmek ona taarruzdan başka araç ile olamaz. Bu ise askerin elindeki en gerekli şey, savaşın asıl ülküsüdür. 
Bazen böyle uygun mevzilerin kuvvet hakimiyetini kendi  kuvvetine aktararak ve ekleyerek yerinde duran savunmanın; güçlü mevzileri de düşmanın kuvvetini kırmaya yarayan muharebeden sonra daha da üstün gelmeye ve kuvvetçe düşmanın gerisinde ise üstünlük kazanmanın getireceği taarruz yeteneği ve fırsatından hemen yararlanmaya hız vermelidir. 
Bu da savaşı yine taarruz şeklinde yönetmek demek olur. 

Kısacası taarruz kavramı hiçbir zaman subayın ve komutanın öngördüğü yol haritasının dışında kalmamalıdır. 

4. Kendiliğinden İş görmek ve sorumluluk üstlenmek 

   Bir subayı diğerlerinden üstün kılan en büyük niteliği; bilimde ve eyleme geçmedeki yetkinliği, kendi kendine iş görmeye hevesli ve tutkun olmasıdır. 
Kendiliğinden iş görme ve eyleme geçme yetkisi; inisiyatif denilen bu nitelik, subay ve komutanın başkalarından farklılaşmak ve kendini göstermek için en ayırıcı özelliği ve en büyük övünç kaynağıdır. Ordunun esenliği ve mutluluğu da ancak komuta heyetinin bu yüce davranışa fazlasıyla sahip olmasıyla mümkündür. Ordu, görevini yerine getirirken mutlaka emir beklemeyen üstler, subaylar ve kurmaylara büyük bir şiddetle ihtiyaç duymaktadır. 

Çeşitli rütbelerdeki komuta kurmayları, amaca ulaşma konusunda ne kadar kendiliklerinden işe girişmek, kendi karar ve düşünceleriyle iş yapmak beceri ve yeteneğine sahip bulunursa, ordunun çevikliği ve etkinliği o kadar artar. 

Ordunun zafere ve galibiyete ulaşması için en küçükten en büyüğe kadar bütün komutanların kişisel girişimleriyle uygulamaya geçmeye alışmış bulunmaları en büyük ve öncelikli şarttır. Bunun için komuta heyetinin ortak amaca ulaşmayı bu bakımdan araştıracak, bu konu üzerinde düşünecek ve bunun bilincine varacak şekilde yetkinliğe ve bilgiye sahip bulunmasının da önemli payı varsa da; kendi başına karar vererek harekete geçmek; sorumluluk denen, sonuca yönelik endişeden tamamen kurtulmuş olmak; başlı başına var olmak ve bağımsız olmakla kendini gösterir. Ve askerliğin böyle bilinmesi gereken bu doğası, özel biçimde öğretilecek ve aşılanacak derecede büyük öneme sahiptir. 

Uygulamada atak ve özgür davranmayan bir komutan, bir subay; sanatına ilişkin ne kadar bilgili, sanatının inceliklerine ne kadar egemen olsa bile, bu  birikiminden yarar sağlayacak ve ordusuna yararlı olacak hemen bütün fırsatları kaçırır, zarar eder. 

Kendiliğinden iş görmek, subayın bütün bilgi birikimine, bütün deneyimine üstün ve egemendir. 

1870 yılında Fransız ordusunun esaret getiren sarsıcı bir yenilgiye uğraması ve başkent Paris’in işgaliyle Fransız milletini mahkûm ve perişan eden parlak Alman galibiyeti; Alman askeri talim ve eğitiminin bilim ve teknikteki olgunluğundan çok, bunların arasında en yüksek, en ayrıcalıklı şerefli konum olarak kabul edilen bağımsızlık ve hareket özgürlüğüne kesin bir şekilde dayanmıştır. 

Alman alt rütbeli komutanları düşmanı yenmek ortak hedefinde başkomutanları ile o kadar geniş ölçüde el ve fikir birliği göstermişlerdi ki, birçok yerlerde üstlerinin emirlerini almadan o anki durumun gerektirdiği girişimi
kendiliklerinden üstlenip harekete geçerek üstlerine yardım etmişlerdi. Ve çoğu kez üstlerinin hatalarını bile örterek, kendileri için uygun olmayan çeşitli koşullarla dolu çarpışmalarda, ordularının zafere ulaşmalarında gerçek etkileri olmuştur. 

Doğrusu geniş bir arazi üzerinde hareket eden ordu kısımlarına ve bu kısımların içinde bulunduğu yere, duruma ve karşılarında bulunan düşmana göre başkomutanlık makamından işin gereğine uygun emirler vermek ve ordunun hareketlerinin esenliğini yalnız bu emirlerin uygulanmasından beklemek, düşünülecek olursa, mümkün değildir. 

24. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 22

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 22


3. Taarruz Kavramı 

Savaş demek taarruz demektir. Savaşın bir bilim ve sanat olarak tanınması yalnız taarruz uygulamasıyla olmuştur. Savaştan verim ve sonuç da ancak 
taarruzla elde edilebilir. Taarruz eden veya hiç olmazsa bu düşünceyi koruyarak fırsat bulduğunda uygulamaya girişen, daima kazanır. Savunma olumsuzdur. 
Savunmanın en büyük yararı olsa olsa kaybetmemek olur. 
Fakat bu da geçicidir. 
Savaştan amaç ise düşmanı imha etmek ve dağıtmaktır ki, bu da yalnız taarruzla olur. 

Taarruz, düşmana boyun eğdirir, hareket serbestliğini daima elinde bulundurur, savaşanların morallerini, istek ve çabalarını yüksek tutar, en sonunda düşmanı ezmek veya ona aman diletmek başarısına ulaşarak savaşı sonuca ulaştırır. 

Savunma düşmanın irade ve isteğine boyun eğmeye zorunlu, başarısızlığa mahkûm ve hareket serbestliğinden yoksundur; askere daima korku ve 
umutsuzluk getirir. En büyük kârı, ne kâr etmektir ne zarar. Fakat genellikle de düşmanın kazanmasını sağlamaya yarar. 

Taarruz savaşçılıktır, savaş yeteneklerine sahip olmaktır, asıl askerliktir. 

Savunma hareketsizliktir, güçsüzlük ve yavaş davranmaktır, manevra gücünün yokluğudur. 

Taarruz eden savunmayı zaten sağlamıştır. Fakat savunmada kalan, taarruza geçenin amansız darbesinden yakayı güç kurtarır ve çoğunlukla yalnız bununla 
yetinir. Ama taarruza geçen başarılı olmasa bile, zararı yalnız budur. Ordu, taarruz ordusu olmalıdır. Savunmayı savaş biçimleri arasından çıkararak yalnızca bir savaş yöntemini, taarruzu tanımalıdır. Taarruz ordusunun bazen savunmada kalma zorunluluğu, kural dışı ve belli sürelerle sınırlı olmalı; savunma, taarruzu etkili bir şekilde yürütme olanağını sağlama hedefi taşımamalıdır. 

Ordunun her türlü çalışması ve hazırlığı, uygulamalarının amaç ve hedefi taarruza yönelik olmalıdır. Böyle ordular nadiren taarruza mecbur kalacakları 
gibi, taarruzdan da uzak kalarak silahlı barışı sağlarlar. ‘Hazır ol cenge eğer ister isen sulh ü salâh’ sözünün uygulaması böyle olur. 

Taarruz kavramından nasibini almamış ve hazırlıklarını buna göre düzenlememiş olan ordular taarruz edemeyecekleri için, düşmanların taarruz hırslarını kendi üzerine çekerek ülkelerini tehlikeye atarlar. Altı yüz küsur yıllık tarihimizin yükseliş ve refah dönemleri, eski taarruz anlayışımızın yükselmesinin sonucudur. İslamiyeti yayma düşüncesinin birçok yerlerde boşlukta kuru bir yankı bırakarak sönmesi de, bu anlayıştan uzaklaşmamızın kötü sonuçlarındandır. 

Yaşamak için bu anlayış ruhumuzun, düşünce varlığımızın, çalışmalarımızın en birinci niteliği, en vazgeçilmez gıdası, en önemli dayanağı olmalıdır. 
Savaşın meyvelerini toplama mutluluğuna ulaşan taarruz harekâtlarının hayata geçirilmesi elbette ki zordur. 

Esaslı ve ciddi bir anlayış ve kavrayış, sürekli ve düzenli bir çalışma gerektirir. 

Ordumuzun son Balkan Savaşı’ndaki harekâtına bir bakacak olursak yalnız İşkodra ve Yanya kaleleriyle, Çatalca ordumuzun ve Edirne’yi savunanların bizi 
avutacak hareketleri görülür. Oysa savaşın buralarda sadece savunma şeklinde geliştiği ve ancak manevra ve hareket güç ve yeteneğiyle kazanılabilecek olan 
Kırkkilise (Kırklareli) Lüleburgaz, Komanova... meydan muharebeleri gibi açık ovalarda hareket eden ordumuzun büyük bölümünün hiçbir iş göremedikleri bilinir. 
Geçen Rus Savaşı’nda da yalnız Plevne’deki savunma ordumuz, taarruzlara karşı kendini koruyarak verdiği o meşhur savunma harekâtıyla yüzümüzü güldürmüş; öbür yanda asıl ordu amaç ve hedefini bilemeyerek pusulasız gemi gibi hareketsiz ve eylemsiz kalmıştı. 

İşte özellikle bu son savaşlardaki örnekler, ordumuzun taarruzdaki eski sindirici gücüyle görkemini geri kazanabilmesi için nasıl bir hareket hattı, ne şekilde bir çalışma ve çaba izlemek gerektiğini kolayca belirler. Bu konuda talimnamelerin şu maddeleri daima bize yol göstermelidir: 

< Piyade Talimnamesi - Madde 265: 

Piyade sınıfı karakterinin bir parçası olan taarruz eğilimi, daima beslenmelidir. Ne pahasına olursa olsun düşmanın üzerine atılmak düşüncesi bütün eylem ve 
davranışlarına hâkim olmalıdır. Bu konu yüksek manevi erdemlere bağlı olduğundan, moralin yerine getirilmesi ve yükseltilmesi, barış zamanındaki eğitimin başlıca görevlerinden biridir. >

Talimi ve eğitimi kusursuz olan ve işin aslına uygun olarak yönlendirilen ve yönetilen metin piyade askeri, zor durumlarda bile ve hatta sayıca üstün düşmana karşı, başarıya ulaşacağından emin olmalıdır. 

< Süvari Talimnamesi - Madde 12: 
Süvari görevini daima taarruz edecek gibi uygulamaya çaba göstermeli ve yalnız yaralayıcı silahlarla bir iş göremeyeceği zamanda filintaya başvurmalıdır. 
Her bölük taarruza uğrayıncaya kadar beklemeyip tam tersine ilk önce kendisi düşmana taarruz etmelidir. >

1870 Alman - Fransız Seferi’nde Fransızlar ordularını savaşa sokmadan, barıştaki mevcuduyla sınıra koşmuş ve Almanlar böyle sonucu bilinmez, aceleci 
bir harekete girişmeyip sınırın çok gerisinde hazırlanmış olduklarından, ilk zamanlarda Fransızların büyük kuvvetinin karşısına çıkan küçük Alman sınır 
müfrezelerinin düşmanlarına karşı aldıkları vaziyetle gördükleri büyük işlerin burada örnek olarak aktarılması uygundur: 

Fransa’nın 2. Frossard kolordusunun karşısında ve sınırı oluşturan Saar Nehri üzerinde bulunan Saarbrücken kasabasında bir tabur piyade ve üç süvari 
bölüğünden ibaret bir Alman sınır müfrezesi bulunuyordu. Büyük düşman kuvvetleri karşısında yalnız kalan bu küçük kuvvetin savaşın ilk günlerinde 
acıklı bir felaketle karşı karşıya kalarak bütün orduyu olumsuz etkileyecek kötü bir durumun ortaya çıkmasını engellemek üzere, bu kuvvetin yalnız süvarileri 
yerinde bırakılarak 7 kilometre kadar geriye çekilmesi Berlin’den emredilmişti. 

Oysa bu sırada 8. Kolordu’dan üç tabur piyade ile üç süvari bölüğü ve iki bataryanın Saarbrücken’e 6-7 kilometre yaklaşmaları üzerine adı geçen küçük 
müfrezenin komutanı, o zamana kadar olduğu gibi müfrezesinin eski yerinde bırakılmasını rica etti. Yerine getirilen rica, düşük rütbeli komutanların 
kendiliğinden iş görmelerini destekleme düşüncesiyle kabul edilerek, müfreze yine Saarbrücken’de kaldı. Fransız- lar 2 Ağustos 1870’te bu müfreze üzerine 
ikinci Frossard kolordularını sağdan, soldan daha bir takım müfrezelerle destekleyerek kararlı bir kuvvetle yürüdüler. Alman müfrezesi bunların karşısına 
çıkmaktan çekinmedi. Muharebe başladı. Ve bir saatten fazla sürdü. Küçük Alman müfrezesi, Almanların kinaye yollu ‘yokken var kabul edilen düşmana karşı tatbikat’ dedikleri bu muharebeden başarıyla sıyrıldı. Ve savaşın sonucu her iki taraftan seksener kişilik kayıptan ibaret oldu. 

Zaten Talimname’nin yukarıda belirtilen 265. maddesinde, ne pahasına olursa olsun düşmanın üzerine atılmak düşüncesi, bütün eylem ve davranışlarına 
egemen olmalıdır, diye emrediyor. Bunun ortaya çıkması yüksek manevi erdemlere bağlı olduğundan, moralin yerine getirilmesi ve yükseltilmesinin barış 
zamanındaki eğitimin başlıca görevlerinden biri olduğu yazılı olduğuna göre, şimdiye kadar izlediğimiz çalışma programlarımızın ne kadar yanlış ve amaçtan 
uzak bulunduğunu; ve bunları hangi bakış açısından ve nasıl düzenlememiz ve uygulamamız gerektiğini artık anlamak ve dakika geçirmeden buna göre hareket etmek gereklidir. Bu nedenle yine birinci bölümde belirtilenlere geri dönmemek mümkün değildir. Ne pahasına olursa olsun düşman üzerine atılmak, zor durumlarda bile sayıca üstün düşmana karşı yürümek, taarruzla karşılaşıncaya kadar beklemeyip hücumda düşmandan önce davranmak... Bunların, her şeyden önce de asker ruhunun geniş ölçüde fedakârlık ve ataklık duygularıyla donatılması ve eğitilmesi gereğinin inkârı mümkün değildir. Bunun için de askerin eğitmen ve komutanları olan subayların bu yüce nitelikleri kendilerine huy ve ülkü edinmiş ve erlerine de edindirmiş olmaları denen ağır iş, özellikle tekrar anılmaya ve açıklanmaya değer bir gerçektir. 

Bilelim ve askerimize bildirelim ki, elimizdeki silah kendimizi düşmandan korumak için değil, belki düşmanı bizden korunmaya zorlamak. içindir. Yalnız 
kendimizi savunma koşuluyla çalışırsak buna ulaşmak belki mümkün olur. Fakat askerden istenilen görev ve ordunun varlığından beklenen amaç, askerin 
kendisini sakınması olmayıp bütün vatan ve milletin korunmasıdır. 

Ordu, düşmanın kötülüğünü önlemek ve sınırlamak için değil, tam tersine düşmanı belaya ve hasara uğratmak için savaşacaktır. Bunun için de düşmanın 
harekâtına meydan ve aman vermemek, ona daima taarruz etmek yoluyla hem saldırı önlenmiş hem de düşman bir daha taarruz edemeyecek hale 
getirilmiş olur. Asıl amaç İkincisidir. 


23. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 21

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 21



Gözü kanlanmış, benzi sararmış, dili paslanmış erlerle derhal tıpkı babaları gibi konuşulmalı, bu durumun nedenleri aranmalıdır. Subay, erleri her sabah 
bu suretle bir kere yoklamaya mecburdur. Hastalığını saklayan veya ona önem vermeyen erler bulunur. Bunlar derhal hastaneye gönderilir. 

Bu gibi durumlar diğerlerine ders olur. Hastanelere gönderilen erler orada unutulmaz. Her hafta bir onbaşı veya çavuş ve bir iki er, hastanedeki erlerin 
yüzbaşı adına hatırını sorar ve yüzbaşının selamını bunlara götürür. Hastanede yatışı uzayan erler varsa, ara sıra subaylardan biri veya bizzat yüzbaşı da gider ve gitmelidir. 
Bu sırada bir iki portakalcık veya bir paket tütüncük de götürülürse, erlerin dağlar kadar gönlü olur. Subaya olan bağlılığı çok güçlenir. Subay erin yemeğine yatağına, arkadaşlarıyla geçinmesine, çokça parası geliyorsa ne yolda harcadığına ve dışarıda kimlerle görüştüğüne, memleketteki işine ve ekmek kapısına, aile üyelerine, çamaşırına, temizliğine, saçına, tırnağına; kısacası her şeyine, her türlü haline bakacak, gerekenler hakkında öğütler verecek, yol gösterecek ve onları düzeltecektir. 

Subayın Ere karşı davranışları da erde insani onuru ve kişisel şerefini uyandıracak yolda olmalıdır. Bu yönteme, en ince noktalarına uymak 
koşuluyla devam edilir ve bunda ısrar edilecek olursa; en kaba duygulu olanlar üzerinde bile etkili olunur ve sonuç alınır. Hakaretten ve aşağılamadan bütünüyle sakınılmalıdır. Azarlama da seyrek olmalıdır ki, etkisini kaybetmesin. Erleri hor ve aşağı görmemelidir. Öncelikle er, bir insandır. İkincisi bu millete olan kan vergisini vermek için eğitiminize ve talimimize emanet edilmiş bir yurttaş ve bir hemşehridir. Onun da onuru büyüktür. Belki bunlar içinde gelecekte doktor, mühendis, öğretmen, vali, büyük tacir ve belki bakan olacaklar vardır. 

Üstlerin emir ve nüfuzlarının erler üzerinde oluşturacağı durumu gösteren aşağıdaki diğer bir Seferiye maddesini tartışarak bu bölümü de bitirmiş olalım: 

< Seferi Hizmetleri Kanunu - Madde 5: 

Subayların tavır ve hareketlerinin asker üzerinde pek büyük etkisi ve önemi vardır. 

Çünkü, ön saflarda bulunan subayın soğukkanlılığı ve dayanıklılığı erleri etkileyeceğinden, onlar da buna uyarlar. Yalnız emir vermek, hatta doğru emir vermek bile yeterli olmayıp emrin verilme biçiminin ve gereken kararlılıkta verilmesinin, ast üzerinde etkileyici gücü vardır. Subayın tavır ve hareketi ve göstereceği iyi örnek, kuşatmalarda ve gereksinildiği zamanlarda askeri disiplinin en önemli dayanağı olan emniyet ve güveni güçlendirerek, askeri cesaret isteyen işlerin uygulanmasına yöneltir. >

Bilindiği gibi gevşek verilen komutlar, yerine gevşek biçimde getirilir. Sert ve keskin komutlar da keskin ve seri hareketler yaptırır. Emirler de böyledir. 

Emir veren subayın ağzından çıkan sözler, subayın o işin mutlaka yapılması kararlılığında olduğu etkisini, emri alanlarda yaratmalıdır. Yavaş ve kesik ifadelerle ve havadan sudan konuşulur gibi verilen emirler ast üzerinde ‘yapılsa da olur yapılmasa da olur’ gibi bir anlam yaratabilir. Ve astta dikkat 
uyandırmaz. 

Yalnız bu da yeterli değil, emrin verilmesinde de askerlik ciddiyeti bulunmalı. Emir veren subay, emrini gergin bir vücut ve dik bir kafayla ve kusursuz bir durumda vermelidir. Her halde eller cepte veya bacak bacak üstünde kahve içerken veya elindeki bir şeyle oynayarak veya açık baş veya açık elbise ile; ve emri alan bir kıta ise kıtanın burnuna sokularak yalnız birkaç er işitecek kadar baştan savarcasına verilen emirler, çoğunlukla verilmiş olmaktan fazla bir sonuç doğurmazlar. Emir veren subay bir kez tavır ve duruşuyla emri vermeden önce kıtanın veya astın dikkatini çekmeli; hepsinin gözlerini kendi gözüne çekmeli; onları emir almaya hazır, dikkatli duruma getirmeli; ondan sonra söze başlamalıdır. Nitekim komut verirken de bu konu her zaman göz önüne alınmalıdır. Bazı erler burnunu veya terini siler. Veya bir teçhizatını düzeltirken verilecek komut uygulanamaz. 

Çünkü kıta henüz o komutu uygulamaya hazır değildir ve dikkati çekilmemiştir. 
Subay kıtasına avucu içinde imiş gibi sahip ve hâkim olmalıdır. Ağır hava koşulları ve savaş sıkıntıları anlarında ise subayın tavır ve duruşundaki 
ciddiyeti, dayanıklılık ve soğukkanlılıkla da perçinlenecektir. Bu sırada subay daha etkin ve daha ciddi ve daha sert olacaktır ki, bu olağanüstü durumun 
astlar üzerinde yaratacağı kötü etkiler ortadan kalksın ve kıta elden çıkmasın. Şu yolla bu maddenin kendisinden istediği örneğe ulaşmak, subay için pek ge-
rekli; ve emniyet ve güven sağlamak için pek etkilidir. Buna dair Piyade Talimnamesi’nin 266’ncı {...subay askerlerinin sevinç ve keder ve bütün 
yoksunluklarına katılan sadık bir yol gösterici olmalıdır. Askerin tam olarak güveni bu yolla kazanılır. Bu kutsal ve yüce görevleri için subay daha barış 
zamanında kendisini eğiterek güçlendirmeli ve hazırlamalıdır.) maddesi büyük bir dikkatle okunmaya gerçekten layıktır. 

Örnek olarak erlerin sırf ekmekten ibaret olan gıdası geç kalmış veya gelmemiş olabilir. Biz o sırada onların karınlarını doyurmaya koyulmadan önce, yine onlara taşıttırdığımız katıklı ekmeğimizi gözleri önünde yemeye koyulur veya yine onlara, etraftan bulmak üzere yemek ısmarlamaya kalkışırsak; 

Aynı biçimde yorgun yorgun bir köye veya ordugâha varıldığında, öncelikle kendi dinlenmemiz için hazırlıklara girişirsek; 

Aynı biçimde şiddetli bir yağmura yakalanıldığında onları açıkta bırakıp da kendimizi yakınlardaki bir sığınağa atar veya bir sığınak aramaya hız verirsek; 
Aynı biçimde soğuktan etkilenerek kaputumuzun yakasını kaldırarak, kulak ve burnumuzu sararak, ellerimizi cebimize sokarak onların karşısında büzüşecek ve tahammülsüzlük gösterecek olursak; ve barışta ve seferde ya da benzer durumlara denk geldiğimizde kendimizi onlardan daha üstün tutar ve öne çıkarırsak emin olmalıyız ki, erlerimizin kalplerini kazanamayız. 

Kendimizi onlara sevdirmiş olamayız. Gizliden onları bir dinleyecek olursak, hakkımızda neler söylemekte olduklarını duyarız. Aramızdaki bağ, göstermelik olmaktan ve hızla çözülmekten kurtulamaz. Kalp kazanmak, kalbe girmek kolay değildir. Talimnamelerde iki üç satırla emredilen ve anlatılan bu psikolojik konuların uygulama ve öğretilmesi yöntemine çok emek harcamak ve önem vermek gerekir. Başka şekilde bir insan kütlesi yönledirilemez ve yönetilemez. Sıkıntılı ve tehlikeli görevlere sokulamaz; çabucak elden çıkar, biz de yapacağımızı ne kadar iyi bilsek, yaptıracak kimse bulamayız. 

22. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***