9 Haziran 2019 Pazar

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal., Mustafa Kemal, BÖLÜM 22

Zabit ve Kumandan ile Hasbihal.,  Mustafa Kemal,   BÖLÜM 22


3. Taarruz Kavramı 

Savaş demek taarruz demektir. Savaşın bir bilim ve sanat olarak tanınması yalnız taarruz uygulamasıyla olmuştur. Savaştan verim ve sonuç da ancak 
taarruzla elde edilebilir. Taarruz eden veya hiç olmazsa bu düşünceyi koruyarak fırsat bulduğunda uygulamaya girişen, daima kazanır. Savunma olumsuzdur. 
Savunmanın en büyük yararı olsa olsa kaybetmemek olur. 
Fakat bu da geçicidir. 
Savaştan amaç ise düşmanı imha etmek ve dağıtmaktır ki, bu da yalnız taarruzla olur. 

Taarruz, düşmana boyun eğdirir, hareket serbestliğini daima elinde bulundurur, savaşanların morallerini, istek ve çabalarını yüksek tutar, en sonunda düşmanı ezmek veya ona aman diletmek başarısına ulaşarak savaşı sonuca ulaştırır. 

Savunma düşmanın irade ve isteğine boyun eğmeye zorunlu, başarısızlığa mahkûm ve hareket serbestliğinden yoksundur; askere daima korku ve 
umutsuzluk getirir. En büyük kârı, ne kâr etmektir ne zarar. Fakat genellikle de düşmanın kazanmasını sağlamaya yarar. 

Taarruz savaşçılıktır, savaş yeteneklerine sahip olmaktır, asıl askerliktir. 

Savunma hareketsizliktir, güçsüzlük ve yavaş davranmaktır, manevra gücünün yokluğudur. 

Taarruz eden savunmayı zaten sağlamıştır. Fakat savunmada kalan, taarruza geçenin amansız darbesinden yakayı güç kurtarır ve çoğunlukla yalnız bununla 
yetinir. Ama taarruza geçen başarılı olmasa bile, zararı yalnız budur. Ordu, taarruz ordusu olmalıdır. Savunmayı savaş biçimleri arasından çıkararak yalnızca bir savaş yöntemini, taarruzu tanımalıdır. Taarruz ordusunun bazen savunmada kalma zorunluluğu, kural dışı ve belli sürelerle sınırlı olmalı; savunma, taarruzu etkili bir şekilde yürütme olanağını sağlama hedefi taşımamalıdır. 

Ordunun her türlü çalışması ve hazırlığı, uygulamalarının amaç ve hedefi taarruza yönelik olmalıdır. Böyle ordular nadiren taarruza mecbur kalacakları 
gibi, taarruzdan da uzak kalarak silahlı barışı sağlarlar. ‘Hazır ol cenge eğer ister isen sulh ü salâh’ sözünün uygulaması böyle olur. 

Taarruz kavramından nasibini almamış ve hazırlıklarını buna göre düzenlememiş olan ordular taarruz edemeyecekleri için, düşmanların taarruz hırslarını kendi üzerine çekerek ülkelerini tehlikeye atarlar. Altı yüz küsur yıllık tarihimizin yükseliş ve refah dönemleri, eski taarruz anlayışımızın yükselmesinin sonucudur. İslamiyeti yayma düşüncesinin birçok yerlerde boşlukta kuru bir yankı bırakarak sönmesi de, bu anlayıştan uzaklaşmamızın kötü sonuçlarındandır. 

Yaşamak için bu anlayış ruhumuzun, düşünce varlığımızın, çalışmalarımızın en birinci niteliği, en vazgeçilmez gıdası, en önemli dayanağı olmalıdır. 
Savaşın meyvelerini toplama mutluluğuna ulaşan taarruz harekâtlarının hayata geçirilmesi elbette ki zordur. 

Esaslı ve ciddi bir anlayış ve kavrayış, sürekli ve düzenli bir çalışma gerektirir. 

Ordumuzun son Balkan Savaşı’ndaki harekâtına bir bakacak olursak yalnız İşkodra ve Yanya kaleleriyle, Çatalca ordumuzun ve Edirne’yi savunanların bizi 
avutacak hareketleri görülür. Oysa savaşın buralarda sadece savunma şeklinde geliştiği ve ancak manevra ve hareket güç ve yeteneğiyle kazanılabilecek olan 
Kırkkilise (Kırklareli) Lüleburgaz, Komanova... meydan muharebeleri gibi açık ovalarda hareket eden ordumuzun büyük bölümünün hiçbir iş göremedikleri bilinir. 
Geçen Rus Savaşı’nda da yalnız Plevne’deki savunma ordumuz, taarruzlara karşı kendini koruyarak verdiği o meşhur savunma harekâtıyla yüzümüzü güldürmüş; öbür yanda asıl ordu amaç ve hedefini bilemeyerek pusulasız gemi gibi hareketsiz ve eylemsiz kalmıştı. 

İşte özellikle bu son savaşlardaki örnekler, ordumuzun taarruzdaki eski sindirici gücüyle görkemini geri kazanabilmesi için nasıl bir hareket hattı, ne şekilde bir çalışma ve çaba izlemek gerektiğini kolayca belirler. Bu konuda talimnamelerin şu maddeleri daima bize yol göstermelidir: 

< Piyade Talimnamesi - Madde 265: 

Piyade sınıfı karakterinin bir parçası olan taarruz eğilimi, daima beslenmelidir. Ne pahasına olursa olsun düşmanın üzerine atılmak düşüncesi bütün eylem ve 
davranışlarına hâkim olmalıdır. Bu konu yüksek manevi erdemlere bağlı olduğundan, moralin yerine getirilmesi ve yükseltilmesi, barış zamanındaki eğitimin başlıca görevlerinden biridir. >

Talimi ve eğitimi kusursuz olan ve işin aslına uygun olarak yönlendirilen ve yönetilen metin piyade askeri, zor durumlarda bile ve hatta sayıca üstün düşmana karşı, başarıya ulaşacağından emin olmalıdır. 

< Süvari Talimnamesi - Madde 12: 
Süvari görevini daima taarruz edecek gibi uygulamaya çaba göstermeli ve yalnız yaralayıcı silahlarla bir iş göremeyeceği zamanda filintaya başvurmalıdır. 
Her bölük taarruza uğrayıncaya kadar beklemeyip tam tersine ilk önce kendisi düşmana taarruz etmelidir. >

1870 Alman - Fransız Seferi’nde Fransızlar ordularını savaşa sokmadan, barıştaki mevcuduyla sınıra koşmuş ve Almanlar böyle sonucu bilinmez, aceleci 
bir harekete girişmeyip sınırın çok gerisinde hazırlanmış olduklarından, ilk zamanlarda Fransızların büyük kuvvetinin karşısına çıkan küçük Alman sınır 
müfrezelerinin düşmanlarına karşı aldıkları vaziyetle gördükleri büyük işlerin burada örnek olarak aktarılması uygundur: 

Fransa’nın 2. Frossard kolordusunun karşısında ve sınırı oluşturan Saar Nehri üzerinde bulunan Saarbrücken kasabasında bir tabur piyade ve üç süvari 
bölüğünden ibaret bir Alman sınır müfrezesi bulunuyordu. Büyük düşman kuvvetleri karşısında yalnız kalan bu küçük kuvvetin savaşın ilk günlerinde 
acıklı bir felaketle karşı karşıya kalarak bütün orduyu olumsuz etkileyecek kötü bir durumun ortaya çıkmasını engellemek üzere, bu kuvvetin yalnız süvarileri 
yerinde bırakılarak 7 kilometre kadar geriye çekilmesi Berlin’den emredilmişti. 

Oysa bu sırada 8. Kolordu’dan üç tabur piyade ile üç süvari bölüğü ve iki bataryanın Saarbrücken’e 6-7 kilometre yaklaşmaları üzerine adı geçen küçük 
müfrezenin komutanı, o zamana kadar olduğu gibi müfrezesinin eski yerinde bırakılmasını rica etti. Yerine getirilen rica, düşük rütbeli komutanların 
kendiliğinden iş görmelerini destekleme düşüncesiyle kabul edilerek, müfreze yine Saarbrücken’de kaldı. Fransız- lar 2 Ağustos 1870’te bu müfreze üzerine 
ikinci Frossard kolordularını sağdan, soldan daha bir takım müfrezelerle destekleyerek kararlı bir kuvvetle yürüdüler. Alman müfrezesi bunların karşısına 
çıkmaktan çekinmedi. Muharebe başladı. Ve bir saatten fazla sürdü. Küçük Alman müfrezesi, Almanların kinaye yollu ‘yokken var kabul edilen düşmana karşı tatbikat’ dedikleri bu muharebeden başarıyla sıyrıldı. Ve savaşın sonucu her iki taraftan seksener kişilik kayıptan ibaret oldu. 

Zaten Talimname’nin yukarıda belirtilen 265. maddesinde, ne pahasına olursa olsun düşmanın üzerine atılmak düşüncesi, bütün eylem ve davranışlarına 
egemen olmalıdır, diye emrediyor. Bunun ortaya çıkması yüksek manevi erdemlere bağlı olduğundan, moralin yerine getirilmesi ve yükseltilmesinin barış 
zamanındaki eğitimin başlıca görevlerinden biri olduğu yazılı olduğuna göre, şimdiye kadar izlediğimiz çalışma programlarımızın ne kadar yanlış ve amaçtan 
uzak bulunduğunu; ve bunları hangi bakış açısından ve nasıl düzenlememiz ve uygulamamız gerektiğini artık anlamak ve dakika geçirmeden buna göre hareket etmek gereklidir. Bu nedenle yine birinci bölümde belirtilenlere geri dönmemek mümkün değildir. Ne pahasına olursa olsun düşman üzerine atılmak, zor durumlarda bile sayıca üstün düşmana karşı yürümek, taarruzla karşılaşıncaya kadar beklemeyip hücumda düşmandan önce davranmak... Bunların, her şeyden önce de asker ruhunun geniş ölçüde fedakârlık ve ataklık duygularıyla donatılması ve eğitilmesi gereğinin inkârı mümkün değildir. Bunun için de askerin eğitmen ve komutanları olan subayların bu yüce nitelikleri kendilerine huy ve ülkü edinmiş ve erlerine de edindirmiş olmaları denen ağır iş, özellikle tekrar anılmaya ve açıklanmaya değer bir gerçektir. 

Bilelim ve askerimize bildirelim ki, elimizdeki silah kendimizi düşmandan korumak için değil, belki düşmanı bizden korunmaya zorlamak. içindir. Yalnız 
kendimizi savunma koşuluyla çalışırsak buna ulaşmak belki mümkün olur. Fakat askerden istenilen görev ve ordunun varlığından beklenen amaç, askerin 
kendisini sakınması olmayıp bütün vatan ve milletin korunmasıdır. 

Ordu, düşmanın kötülüğünü önlemek ve sınırlamak için değil, tam tersine düşmanı belaya ve hasara uğratmak için savaşacaktır. Bunun için de düşmanın 
harekâtına meydan ve aman vermemek, ona daima taarruz etmek yoluyla hem saldırı önlenmiş hem de düşman bir daha taarruz edemeyecek hale 
getirilmiş olur. Asıl amaç İkincisidir. 


23. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder