20 Haziran 2019 Perşembe

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 7

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 7


4.2.1. Entegre Sınır Yönetimi 

Yasa dışı göçle mücadelede hem AB hem de Türkiye açısından büyük önem taşıyan bir diğer husus entegre sınır yönetimidir. Avrupa Birliği’nin iç sınırlarda serbest dolaşımın hayata geçirilmesiyle, dış sınırların korunması ve sınır yönetimi bütün AB ülkeleri için önem arz eder hale gelmiştir. Bu nedenle Schengen mevzuatı ve diğer AB müktesebatıyla sınır kontrolleri konusunda ortak uygulamalar arayışı ile değişen ve gelişen bir sınır yönetimi anlayışı gelişmeye başlamış ve entegre sınır yönetimi yaklaşımı ortaya çıkmıştır. AB adayı Türkiye için de müktesebata uyum sağlayarak sınır yönetimi konusunda gerekli düzenlemelerde bulunmak kaçınılmaz hale gelmiştir. 

AB’ye uyum çalışmaları kapsamında; dış sınırların korunması konusunda kapsamlı bir uyum stratejisi belirlenmesi için 2002 yılında İçişleri Bakanlığı koordinatörlüğünde, sekreterya hizmetini Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanlığı’nın yaptığı “İltica, Göç ve Dış Sınırların Korunması Görev Gücü” kurulmuştur. Görev Gücü, Genel Kurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı temsilcilerinin katılımıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Bu Görev Gücü tarafından hazırlanan ve Nisan 2003’de yayınlanan “Dış Sınırların Korunmasına Yönelik Strateji Belgesi”nde Türkiye’de tüm sınır hizmetlerinin askeri olmayan özel eğitimli profesyonel kolluk güçlerince yerine getirilmek üzere İçişleri Bakanlığı bünyesinde yeni bir teşkilatlanmaya gidilmesi önerilmiştir. 

Ayrıca dış sınırların korunmasına yönelik olarak Birlik tarafından sağlanacak mali katkılara temel oluşturacak ve yapılacak altyapı çalışmaları ile reformları belirleyecek bir eylem planı hazırlanmasına yönelik olarak “Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Destek Sağlamak Amacıyla Eylem Planı Geliştirilmesi” isimli eşleştirme (twinning) projesine 2004 yılında başlanmıştır. Proje kapsamında, Türkiye’nin kara ve deniz sınırları ile hudut kapılarında; önleyici ve caydırıcı amaçlı olarak kaçakçılık ve yasa dışı 
geçişlerle mücadele faaliyetleri, hudut kapılarının güvenliği, yolcu giriş-çıkış, pasaport kontrol ve sahteciliğin önlenmesi işlemleri, geri gönderme ve sınır dışı işlemleri, sınır güvenliği ve fiziki tedbirlerin alınması gibi görevlerin tek elden yürütülmesi ve böyle bir sistemin maliyetinin ortaya çıkarılması amacıyla AB müktesebatı esas alınarak bir eylem planı hazırlanmıştır. “Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Yönelik Ulusal Eylem Planı” isimli bu belge 2006 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girmiştir60. 

Öte yandan sınır yönetimi sistemini geliştirebilmek için AB ile ortak projeler de 
yürütülmektedir. Bu kapsamda, Entegre Sınır Yönetimi Projesi-Aşama 1, Entegre Sınır Yönetimi Projesi-Aşama 2, Batı Balkanlar ve Türkiye’de Entegre Sınır Yönetimi’nin güçlendirilmesi projeleri ile Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından finanse edilen ESY Taslak Yol Haritası Geliştirilmesine Destek Projeleri devam etmektedir. 

AB ülkelerinde sınır yönetimi konusunda, ayrı bir Sınır Yönetim Teşkilatı, Polis Teşkilatı içinde bir şube, polis niteliği taşımayan tamamen sivil bir yapı veya askeri polis/jandarma şeklinde farklı teşkilatlanmalar söz konusudur. Örneğin, İngiltere’de tamamen sivil yapıdaki “Göç ve Vatandaşlık İşleri Direktörlüğü”, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak görev yapmaktadır, ayrıca bir sınır polisi/sınır muhafız teşkilatı veya Sahil Güvenlik Teşkilatı yoktur. Fransa’da Emniyet 
Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Sınır Polisi Genel Direktörlüğü” tüm sınırlardan sorumludur. Kıyıya yakın sular ve limanlar Deniz Jandarması’nın yetkisindedir, ayrıca bir Sahil Güvenlik Teşkilatı yoktur. Almanya’da İçişleri Bakanlığına bağlı Federal Polis Gücü “Bundespolizei” ülke sınırları boyunca pasaport kontrolü dahil sınır güvenliğinden sorumlu kurumdur. İtalya’da “Göç ve Sınır Polisi Genel Müdürlüğü” İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca bir Sahil Güvenlik Teşkilatı da bulunmaktadır. 

Türkiye’de ise sınırların denetimi hudut kapılarından giriş-çıkışlar ve pasaport kontrolleri Emniyet Genel Müdürlüğü, sınır kapılarında malların dolaşımı Gümrük Müsteşarlığı, Irak sınırının tamamında ve İran sınırının Hakkari ili bölgesinde Jandarma Genel Komutanlığı, diğer kara sınırları Kara Kuvvetleri Komutanlığı, deniz sınırları da Sahil Güvenlik tarafından denetlenmektedir. 

AB müktesebatına uyum amacıyla sınır kontrolünde sivil nitelikli yeni bir teşkilatlanmaya gidilmesi “Dış Sınırların Korunmasına Yönelik Strateji Belgesi”nde öngörülmektedir. Ancak önceki paragraflarda belirtildiği üzere AB ülkeleri coğrafi konum ve özelliklerine göre farklı sınır yönetimi yapılanmalarına gitmişlerdir. İngiltere bir ada devleti olmanın verdiği güven ile tamamen sivil nitelikli bir teşkilatlanmaya giderken, Akdeniz’e sınırı bulunan Fransa ve İtalya 
daha farklı yapılanmalara yönelmiştir. Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumu, özellikle doğu ve güneydoğu sınırlarının fiziksel yapısı ve zorluğu, ayrıca bölgede istikrarsız siyasi rejimlerin varlığı ve terör sorunu nedeniyle sınır geçişlerinin kontrolünün kısa vadede tamamen sivilleştirilmesinin uygun olmayacağı söylenebilir. 

Bu bağlamda, Sahil Güvenlik Teşkilatı ile Jandarma Teşkilatı’nın zaten İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğu göz önünde tutularak kısa vadede sorunların giderilmesi için, 1. ve 3. Ordu Komutanlığı içinde İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir “danışma ve irtibat bürosu” kurulması sınır yönetimi alanında koordinasyon ihtiyacını karşılayabilir. Bu büro aracılığıyla karşılıklı bilgi ve istihbarat paylaşımı sağlanabilinir. Sınır birlikleri profesyonel hale getirilerek etkinliği artırılabilir. Ayrıca uygulamadaki mevcut hataların (hiyerarşik raporlama sorunu, sorumluluk alanlarının belirsizliği) düzeltilmesinin, finansal ve hukuki açıdan gerekli düzenlemelerin yapılmasının, sınır güvenliğinde teknolojik tespit olanaklarından, termal kameralardan, insansız hava araçlarından ve uydu imkânlarından daha fazla yararlanılmasının faydalı olacağı değerlendirilmekte dir. 

4.2.2. Geri Kabul Anlaşmaları 

Yasa dışı göçle mücadelede bir diğer önemli hukuki araç, Geri Kabul Anlaşmaları’dır. Uluslararası anlaşmalar, sığınma hukuku ve temel insan hakları hukuku saklı kalmak kaydıyla, bir devlet, ülkesinde bulunan ve durumları yasal olmayan yabancıları ülkesinden çıkarma hakkına sahiptir. Ancak, uygulamada, yasa dışı göçmenlerin geri gönderilmesinde ciddi zorluklarla karşılaşılmaktadır. Özellikle ülkemiz açısından konuya bakıldığında, sınırdaş olmayan, az gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının geri gönderilmesinde mali ve idari sıkıntılar 
bulunduğu görülmektedir. 

Bu bağlamda, yasa dışı göçmenlerin Türkiye’den geldikleri ülkeye iadesi veya Türkiye’den diğer bir ülkeye yasa dışı geçiş yapan göçmenin Türkiye’ye kabulü amacını taşıyan « Geri Kabul Anlaşmaları » etkin bir hukuki araçtır. Zira Geri Kabul Anlaşmaları, ülkeleri yasa dışı göçe karşı önlem almaya teşvik etmek ve yasa dışı göçmenlerin insan onuruna yakışır şekilde ülkelerine gönderilmelerini sağlamak adına hukuki bir zemin hazırlamaktadır. 

AB’ye adaylık sürecine kadar ilerleme gösterilemeyen Geri Kabul Anlaşmaları konusu, adaylık süreci ile birlikte farklı bir ivme kazanmıştır. Bugüne kadar Suriye, Kırgızistan, Romanya, Ukrayna, Yunanistan ve Rusya ile Geri Kabul Anlaşması imzalanmış ve uygulanmaya başlanmıştır.61. Pakistan ve Nijerya ile de anlaşmalar imzalanmış olup onay aşamasındadır.62. Ayrıca 2001 yılında İran, Bulgaristan, Bangladeş, Hindistan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sri Lanka’ya; 2002 yılında Ürdün, Tunus, Özbekistan, Moğolistan, Mısır, İsrail, Gürcistan, Etiyopya, Belarus, Sudan, Cezayir, Libya, Fas, Lübnan ve Kazakistan’a; 2003 yılında 
Azerbaycan’a; 2008 yılında Afganistan’a ve 2009 yılında Irak’a Geri Kabul Anlaşmaları teklif edilmiştir.63. 

AB ile Geri Kabul Anlaşması müzakereleri Ocak 2011’de tamamlanmış, ancak bu anlaşmaların kabulü vize muafiyeti konusu ile paralellik seyrettiğinden henüz bir sonuca varılamamıştır. 24 Şubat 2011’de toplanan AB Adalet ve İçişleri Konseyi’nden vize muafiyeti konusunda Türkiye’yi tatmin edici bir karar çıkmaması neticesinde Türk Dışişleri Bakanlığı, bu konuda beklentiler karşılanmadığı sürece Geri Kabul Anlaşmaları’nın uygulanmayacağını 
belirtmiştir64. Türkiye ile Geri Kabul Anlaşmalarının imzalanması AB’nin yasa dışı göçle mücadelesine ciddi katkı sağlayacak, ancak Birlik ile vizesiz rejim yürürlüğe konmadığı takdirde bu anlaşmaların Türkiye için ekonomik, siyasi ve sosyal maliyeti son derece yüksek olacaktır. Bu nedenle adil yük paylaşımı ilkesi uyarınca hareket edilmesini talep etmek Türkiye’nin en doğal hakkıdır. 

Burada vurgulanması gereken bir diğer husus, öncelikle Türkiye’yi transit olarak kullanan yasa dışı göçmenlere kaynak olan ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları imzalanmadan, hedef ülke konumundaki AB ülkeleri ile bu yönde anlaşmalar imzalanmasının Türkiye açısından sorun teşkil edeceğidir. Bu durum Türkiye’ye geri kabul edilen yasa dışı göçmenlerin kaynak veya transit ülkelere iadesinde güçlüklere neden olması ve bu yabancıların Türkiye’de barındırılmaları ile iaşeleri konusunda sorunlar yaşanması muhtemeldir. 

Ayrıca AB geri dönüş anlaşması imzaladığı ülkeleri bizimle de benzeri anlaşmalar yapmaya zorlamadığı takdirde tüm yükün Türkiye’nin sırtına binmesi riski bulunmaktadır. AB, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk ve Bosna ile vizeleri kaldırmış ve geri kabul anlaşmaları imzalamıştır. Ancak bu ülkeler ile Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması imzalamadan AB ile imzalaması durumunda, yakalanan yasa dışı göçmenler en dış sınırda bulunan Türkiye’ye gönderilecektir. Böylece AB yasa dışı göç yükünü mümkün olduğu kadar sınır ülkelerine ve dış sınırlarındaki ülkelere kaydırmış olacaktır. Bu durumda Schengen çerçevesinde vize kolaylığı sağlamanın getireceği siyasi avantajlar Geri Kabul Anlaşmasının 
getireceği büyük yükle ortadan kalkabilir. 

4.2.3. Türkiye’nin Sığınma Politikası 

AB süreci etkisini, Türkiye’nin göçle ilgili genel düzenlemelerinin yanında özelde sığınma politikası üzerinde de göstermiştir. Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki veya bölgeye yakın ülkelerdeki istikrarsızlık ortamları sebebiyle ülkemiz giderek artan oranda mülteci akımına maruz kalmaktadır. 2005 yılında 2.931 olan iltica başvurusu 2010 yılında 8.653’e yükselmiştir65. 

Tablo:6 Sığınma Başvuruları 
Kaynak: EGM 


Gerek artan bu talebe cevap verebilmek gerekse de AB mevzuatına uyum nedeniyle Türkiye, iltica konusuna ilişkin yasal düzenlemelerini ve kurumsal yapısını gözden geçirmek durumunda kalmıştır. 

Daha önce de değinildiği gibi Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olurken koyduğu “coğrafi sınırlama” çekincesiyle sadece Avrupa’dan gelen sığınmacılara mülteci statüsü tanıyacağını beyan etmiştir. Bu durumun temel sebebi, ciddi bir iltica talebinin önünü keserek mülteci yükünü azaltmaktır. Avrupa dışındaki ülkelerden gelenler sığınmacı olarak Türkiye’de ancak geçici olarak kalabilmekte dir. Bununla birlikte, tüm ülkeler için bağlayıcı olan geri göndermeme (non-refoulement) ilkesi gereği sığınma talep eden kişiler, doğrudan ülkelerine geri gönderilmemekte; insanî sebepler göz önüne alınmak suretiyle üçüncü bir ülkeye gönderilinceye kadar uluslararası koruma altında bulundurul maktadırlar. Türkiye’de Avrupa dışındaki ülkelerden gelen sığınmacılar için mülteci statüsünü belirleme görevi BMMYK tarafından yerine getirilmektedir. 

Tablo:7 Sığınma Talep Edenlerin Uyrukları 


Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 

Öte yandan 1951 Sözleşmesi uyarınca; BMMYK dışında bir BM organ veya kuruluşunun yardım ve korumasından yararlananlar, uluslararası koruma ihtiyacı içinde olmayanlar, savaş suçu, barışa veya insanlığa karşı suç işleyenler ile ağır genel suç işleyenler mülteci statüsü kazanamamaktadır. 

Türkiye’nin iltica bağlantılı göçle ilişkisi, genel olarak 1980’li yıllarda, özellikle de 1980-1988 yılları arasında İranlı transit göçmenlerin Türkiye’ye gelişiyle başlamıştır. Herhangi bir hukuki düzenlemenin olmadığı bu ilk dönemde mülteciler, pasaportla giriş yaptıkları müddetçe Türkiye’de turist olarak algılanmıştır. Kimileri de BMMYK prosedürüne girerek üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyi beklemiştir. Meselenin düzenlemeyi gerektirecek bir “sorun” olarak algılanması, 1990’ların başına denk gelmektedir. Öncelikle 1988 İran-Irak savaşı ertesinde peşmergeler, ardından 1990 Körfez Savaşı nedeniyle Irak ve Kuveyt’ten kaçan Asyalı işçiler ve en sonunda Irak ordusunun baskısından kaçan 500 bine yakın Iraklı Kürtün göçüyle Türkiye, iltica konusundaki “pragmatik ve esnek” politikalarına bir son verme ihtiyacı duymuştur66. 

İltica konusundaki bu ulusal mevzuat boşluğu, 1994’te çıkarılan “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usül veya Esaslar Hakkında Yönetmelik” ile kısmen de olsa doldurulmuştur67. 

2003 yılı Ulusal Programında, "İltica Alanında AB Mevzuatına Uyumun Başlatılması ve İltica Alanında Kapasitenin Geliştirilmesi" başlığı altında iltica alanında AB mevzuatına uyumun başlatılması öncelik olarak belirlenerek, başta mülteciler için konaklama ve sosyal destek mekanizmalarının geliştirilmesi çalışmalarının sürdürülmesi olmak üzere, bu alandaki idari ve teknik kapasitenin geliştirilmesi öngörülmüştür. Türkiye’nin sığınma hususundaki düzenlemelerine önemli değişiklikler getirecek olan Ulusal Eylem Plânının hazırlanması için 
Kasım 2004’ten itibaren ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşların yetkililerinden oluşan bir “İltica-Göç Eylem Plânı Görev Gücü” oluşturulmuş ve gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda “Türkiye’nin İltica ve Göç Eylem Plânı” taslağı hazırlanmıştır. Bu taslağın hazırlanmasında, AB uyum çalışmaları kapsamında İçişleri Bakanlığı ile Danimarka-İngiltere konsorsiyumu Göç ve Vatandaşlık birimleri arasında gerçekleştirilen eşleştirme (twinning) projesi önem 
taşımaktadır. Proje kapsamında aile birleşimi, iltica müktesebatı, ikamet ve çalışma izinleri, entegrasyon işlemleri, sınırdışı etme prosedürü ve insan kaynakları üzerine seminerler düzenlenmiştir. Projenin sonucunda 2005 yılında “Sığınma ve Göç Alanındaki AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Plânı” adıyla yürürlüğe konmuştur. 

Sığınma konusunda bir devlet politikası belirlenmesi veya mevcut sığınma politikasında değişiklikler yapılmasının gerekliliği, Ulusal Eylem Plânı’nda ifade edilmiştir. Söz konusu politikanın belirleyicisini tespit bakımından mevcut kuruluş veya kurumlardan biri görevlendirilmemiş, bu konuda inisiyatifi elinde bulunduracak yeni bir birimin oluşturulması gerektiği ifade edilmiştir68. Ayrıca Ulusal Eylem Plânı’nda Mülteci Yönetmeliği’nin yerine İltica Kanunu’nu yürürlüğe koymak amacıyla, gerekli çalışmaların yapılması gerektiği üzerinde  durulmakta dır. Sığınma başvuruları konusunda Valiliklere ek olarak Yabancılar Şube Müdürlükleri ve Bölge Merkezleri de yetkili başvuru makamları olarak görevlendirilmiştir. Avrupa dışındaki bölgelerden ülkeye giriş yaparken yakalanan sığınmacıların prosedür gereği bulundukları ilin emniyet müdürlüğü yabancılar şubesine ve aynı anda BMMYK Türkiye Ofisine başvurarak 
iltica sistemine dahil olmaları gerekmektedir. 

    Sığınmacılarla ilgili prosedürlerin işletilmesinde ilk karşılaşılan sorun kimlik tespitidir. Özellikle üzerinde seyahat veya kimlik belgesi bulunmayan şahısların gerçek uyruklarının tespit edilmesinde tercümanlar kullanılarak dilleri ve aksanları üzerinden saptama yapmaya çalışılmaktadır. Zira kimlik tespiti mümkün olmadığı takdirde bu şahısların geri gönderimi de zorlaşmaktadır. 

8 . Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder