YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 8
Ayrıca insan hakları örgütleri tarafından sınır geçişlerinde kolluk güçleri tarafından yakalanan kayıt dışı mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin toplam sayıları ile ilgili resmi yetkililer tarafından açıklanan rakamlar ile basına yansıyan rakamlar arasında kimi zaman tutarsızlıklar yaşandığı dile getirilmektedir.69. Kolluk güçlerinin pek çok yakalama olayında son derece hızlı hareket
ederek ve yabancı uyruklu kişileri gerektiği gibi bilgilendirmeyerek bazen de hukuka aykırı bir şekilde, sığınma başvurusu taleplerini dikkate almayarak sınır dışı işlemini başlatması eleştirilere neden olmaktadır.70
Mülteci ve sığınmacıların genel olarak yasa dışı yollardan ülkeye giriş yapıyor olmaları ve durumlarını gösteren herhangi bir belgeye sahip bulunmamaları, sığınma prosedüründen yararlanmalarına engel değildir. Dolayısıyla sığınma
hakkı ve başvurusu ile ilgili tüm bilgilerin uluslararası standartlara göre kendilerine verilmesi gerekmektedir.
Ulusal Eylem Plânı’nda, sığınma taleplerinin değerlendirilmesi aşamasında hızlandırılmış usül öngörülerek bazı başvuruların bu yönde yapılacağı belirtilmiş ve başta çocuklar olmak üzere, kadın ve yaşlılar gibi hassas gruplara başvuru sürecinde titizlik gösterileceği vurgulanmıştır. Ayrıca sığınma taleplerinin reddedilmesi durumunda devreye girecek olan itiraz prosedürünün, başvuran tüm kişilere açık ve erişilebilir olması ve sığınma sistemi içerisinde bir “İtirazları Değerlendirme Kurulu” kurulması gereği de belirtilmektedir.
“Sığınmacı kabul sistemi” oluşturulması hususu, Ulusal Eylem Plânı’nda yer alan önemli düzenlemelerden biridir. AB Konseyi’nin kabul koşullarına dair yönergesinde, devletin sığınmacılara barınak sağlama ve maddî kabul koşullarını yerine getirmeye ilişkin sorumluluğunun bulunduğu düşünülerek, Türkiye’nin de bu bağlamda kendisine bir sığınmacı kabul sistemi oluşturması gerektiği öngörülmektedir. Bu çerçevede, iltica stratejisinin uygulanabilmesi ve mültecilere etkin ve âdil uluslararası koruma sağlanabilmesi ve barınak
sunulabilmesi için öncelikle Türkiye’nin doğu bölgelerinde, daha sonra ise iç bölgelerde “sığınmacı kabul barınma merkezleri” ve “mülteci misafirhaneleri” tesis edilerek faaliyete geçirilmesi plânlanmaktadır71.
Bu konu sığınmacı ve mültecilerin karşılaştığı en temel sorunlardan biridir. Türkiye’de sığınma başvuruları ile ilgili BMMYK mülakat süreleri çok fazla uzamakta ve çok sayıda sığınmacı belirsizlikle dolu bir ortamda yaşamak zorunda kalmaktadır. Yabancı Misafirhanelerinde alıkonulan veya Uydu Kentlerde barınmakta olan mülteci ve sığınmacıların içinde bulundukları insani ve fiziki koşullar genel olarak yetersiz bulunmakta dır.72. Misafirhaneler ülke çapında emniyet müdürlüklerinin kontrolü altındadır ve mülteciler de dahil burada tutulan yabancıların serbestçe dolaşımlarına izin verilmemektedir.
Türkiye’nin çeşitli illerinde bulunan ve uydu kent olarak nitelenen barınma merkezlerini nitelik ve içerik olarak misafirhanelerden ayırmak gerekmektedir. Barınma merkezlerinde, iltica başvurusunda bulunmuş kişilerle birlikte aile bireyleri de toplu olarak ikamet edebilmektedirler. Mülteci ve sığınmacı nüfusu barındıran uydu kentler arasında en fazla yoğunluk yaşanan iller İstanbul, Van, Gaziantep, Kayseri ve Konya olarak sıralanmakta; İstanbul’da sadece Kumkapı Misafirhanesinde yaklaşık 800 sığınmacı barınmaktadır.73.
Nitekim Ekim 2008’de misafirhane sakinleri olan sığınmacılar kendilerini demir parmaklıklar ve koğuşlara kilitleyerek olay çıkarmışlar ve sorunlarını küçük kağıtlara yazıp pencerelerden basın mensuplarına atarak yetkililere duyurmaya çalışmışlardır.
Bu konularla ilgili olarak AİHM, 22 Eylül 2009 tarihli Karimnia/Türkiye kararında, Kırklareli Gaziosmanpaşa Mülteci Barındırma ve Kabul Merkezi’nde alıkonulmakta olan ve şartların olumsuzluğundan yakınarak sınırdışı edilecekleri kaygısıyla AİHM’e başvuran iki İranlı mülteciyi haklı bularak Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Karar metninde, Türkiye’nin düzensiz göç kontrolü ve iltica alanındaki mevzuat ve uygulamalarının temelden değiştirilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Yaklaşık bir yıl Kırklareli Gaziosmanpaşa Mülteci Barındırma ve Kabul
Merkezi’nde alıkonulan iki İranlı mültecinin Türkiye’ye karşı açtığı davayla ilgili Mahkeme, “Yabancılar Misafirhanesi” tabir edilen kapatma yerlerindeki alıkonma uygulamasının hukuka aykırılığına, yargının sınır dışı ve iltica vakalarındaki etkisizliğine ve Türkiye’nin gerekli yasal düzenlemeleri bir an önce hayata geçirmesi gerektiğine dikkat çekmektedir74. AİHM son iki yıl içinde Türkiye aleyhine 12 ayrı karar almıştır. Bu kararların genel özelliği Türkiye’nin,
alınan iade kararlarının ve göçmenlerin kaldığı misafirhanelerdeki yaşam koşullarının özgürlük ve güvenlik hakları göz önünde bulundurularak tenkit edilmesidir.
Önem arz eden bir diğer konu, sığınmacıların ve mültecilerin entegrasyonudur. Bu şahısların yaşadıkları yerdeki halkla bütünleşmesi için bir “entegrasyon sistemi” kurulması gerektiği Ulusal Eylem Plânı’nda ayrıca vurgulanmıştır.75. Buna göre, devletin, sığınmacı ve mültecilerin entegrasyonu faaliyetleriyle ilgili olarak düzenleyici ve denetleyici sorumluluğu bulunmaktadır. Sığınmacı ve mültecilere Türkçe dil eğitimi verilmesi, çocuklarının eğitim ve öğretimlerine devam etmelerinin sağlanması, meslek edindirme kursları açılması gibi
entegrasyonu kolaylaştıracak hususlara da Plan’da yer verilmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2006 tarih ve 57 sayılı Uygulama Talimatı da iltica konusunda kapsamlı düzenlemeler öngörmektedir. Talimat da sığınma başvurularının yapılma şekli, müracaat makamları, kimlik tespit işlemleri, başvuru inceleme, mülakat süreci, değerlendirme aşaması, olumsuz karar durumunda yapılacaklar, mültecilere sağlanacak olanaklar ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile ilişkilere değinilmiştir.76.
Mülteciler ve sığınmacılarla ilgili bir diğer önemli belge 2010 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan 2010/19 nolu genelgedir77. Bu genelgenin birinci maddesinde mülteci ve sığınmacıların ödemek zorunda oldukları ikamet harçlarına değinilmiş; Türk okullarında veya fakültelerinde okuyan yabancı öğrenciler ile mali durumlarının bozuk olduğuna kanaat getirilen yabancılardan ikamet harcı alınmayacağı belirtilmiştir. Bu noktada mültecilerin en temel güncel sorunlarından birinin “ikamet harcı” konusu olduğunu belirtmek gerekmektedir. Harçlar herhangi bir maddi destekten uzak ve zor çalışma koşullarına sahip
mülteci aileler üzerinde baskı unsuru oluşturmaktadır.
Genelgenin ikinci maddesinde yer alan “yasa dışı göçmenler yakalanmalarından itibaren sınırdışı edilinceye kadar geçecek süre zarfında, iltica-sığınma başvurusu yapmak istedikleri takdirde başvuruları mutlaka alınacak ve uygulama talimatı hükümleri dikkate alınmak suretiyle gerekli işlemler yapılacaktır” ibaresinin Türkiye’ye iltica-sığınma başvurusu yapmak isteyenler açısından önemli bir kolaylık sağlayacağı söylenebilir. Genelgenin üçüncü ve dördüncü maddelerinde yer alan yabancılar numarası sisteminin yenilenmesi, kişisel bilgilerin gizliliği, mülakatçıların sivil giyimli olması gibi konuların yeniden vurgulanması mülteci ve sığınmacıların hakları açısından önemli gelişmelerdir. Özellikle iltica-sığınma
başvuru sürecinde iltica-sığınma başvurusu reddedilmiş veya başvurusu incelenmekte olan yabancıların mülakatçı, çevirmen veya tercüman olarak görevlendirilmemesi hususu başvuru sahibinin güvenliği, kişisel bilgilerinin gizliliği ve güven duygusu açısından en önemli konulardan biridir. Özetle bu genelgenin İçişleri Bakanlığı’nın bu konudaki problemlerin tespiti ve çözümü konusundaki hassasiyetini göstermesi açısından önemli bir adım olduğu
söylenebilir.
Son olarak, “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasa Tasarısının” kanunlaşması durumunda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez iltica alanını düzenleyen bir düzenleme yapılmış olacaktır. “İkincil koruma, tolere edilen yabancılar ve insani mülahazalara dayalı ikamet izinleri” kavramları da ilk kez Türk iltica hukukunda yer alacaktır. Bu kanun tasarısıyla Türkiye'nin göç ve iltica mevzuatı ile idari sistemi uluslararası insan hakları normlarına ve AB müktesebatına uyumlu hale getirilmesi, göç ve iltica alanlarında ihtiyaç duyulan hukuki, idari ve fiziki altyapının hazırlanması hedeflenmektedir.
5. YASA DIŞI GÖÇLE MÜCADELEYE YÖNELİK ÖNERİLER
Müktesebata uyum konusunda aday ülkelerin kat etmiş olduğu mesafeyi ve bu çerçevedeki yapılması gerekenleri ortaya koyan ve her yıl Komisyon tarafından yayınlanan “İlerleme Raporları”nda da yasa dışı göç konusu “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik ” başlıklı 24. fasılda ele alınmaktadır. Tam üyelik müzakerelerinin başladığı 2005 yılından itibaren ilerleme raporlarına bakıldığında genel olarak yasa dışı göçle ilgili ilerlemelerin olduğu ancak tam anlamıyla yeterli olmadığı görüşleri yer almaktadır. Cenevre Sözleşmesi’ne koyulan “coğrafi sınırlama” şartının kaldırılması hususuna tüm raporlarda vurgu yapılmıştır. 2011 yılına kadar olan raporlarda AB ile Türkiye arasında imzalanması planlanan geri dönüş anlaşmalarına hız verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 2008 yılı İlerleme Raporu’nda, göç alanında hizmet veren personel için belirli bir eğitim veya müfredatın söz konusu olmadığına ve uygun bir veri sisteminin bulunmadığına vurgu yapılmıştır. 2009 yılı raporunda Ekim 2008’de kurulan İltica ve Göç Mevzuatını ve İdari Kapasiteyi Geliştirme ve Uygulama Bürosuna değinilmiş, iltica ve göç işlemlerinin AB müktesebatına uyumu çalışmalarının bir parçası olarak 2004’te kurulan Göç ve İltica Görev Gücü’nün taşıdığı önemin altı çizilmiştir. 2011 yılı raporunda Geri Kabul Anlaşması müzakerelerinin sonuçlandırılmış olmasının olumlu bir gelişme olduğu ifade edilmiş, ancak Türkiye’nin düzensiz göçmenler için önemli bir geçiş ülkesi ve hedef ülke
olmaya devam ettiği, nitekim Sınır Güvenlik Birimi yasasının kabulünün ve kurumlar arası işbirliğinin büyük önem taşıdığı ifade edilmiştir.
İlerleme raporları, bugüne kadar yapılmış olan ve bundan sonrası yapılması gerekenler hakkında fikir vermeleri açısından önemli metinlerdir. Söz konusu raporlar, Türkiye’nin konuyla ilgili gerçekleştirdiği hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin dinamik bir süreç içerisinde halen devam etmesi gerektiğini göstermektedir. Bu bakımdan yasa dışı göçle mücadeleyle ilgili bazı eksiklikleri dile getirmenin ve birtakım önerilerde bulunmanın bu sürece katkıda bulunabileceği düşünülmektedir.
-Yasa dışı göçle mücadele edilirken insani boyutun yani göçmen güvenliği konusunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Tehdit algılamalarındaki değişimin Avrupa daki ilk yansımaları kendini göç ve sığınma politikalarında göstermiştir. 1990’ların sonunda daha liberal bir yaklaşımla ve sosyo-ekonomik boyutlarıyla ele alınan ve desteklenen göç, 11 Eylül sonrasında güvenlik boyutuyla öne çıkmış ve engellenmeye çalışılmıştır. Göç konusu bu bağlamda terörizm, sıkı göç ve sığınma politikaları, var olan göçmenin dışlanması ya da asimile edilmesi alt başlıklarıyla incelenir hale gelmiştir78. Bu durum, göç tartışmalarında genellikle insani boyutun yani
göçmenlerin güvenliği konusunun göz ardı edildiğinin bir göstergesidir.
Düzensiz göç olgusu, insan güvenliği kavramıyla yakından ilintilidir. BM Kalkınma Programı tarafından yayınlanan 1994 İnsani Kalkınma Raporu’nda insan güvenliği kavramı ele alınmakta; insan güvenliğinin, zengin ya da yoksul her ülkeyi ilgilendiren bir sorun olduğu, insan güvenliğinin bileşenleri uluslararası anlamda karşılıklı bağımlılık üzerine kurulduğu ve sonradan müdahaleler ile değil, erken önlem alma yoluyla sağlanabileceği ifade edilmektedir.79.
Raporda insan güvenliği kavramına yönelik altı ana tehdidin mevcut olduğu belirtilmektedir. Bunlar; kontrol edilemeyen nüfus artışı, ekonomik fırsatlarda eşitsizlik, göç, çevre felaketleri, uyuşturucu kaçakçılığı ve uluslararası terörizm olarak sıralanmaktadır.
Söz konusu rapor göz önünde bulundurularak denilebilir ki göç, insan güvenliğinin sağlanmasındaki yetersizliklerin bir sonucu olarak yine insan güvenliğine yönelik bir tehdit haline gelmektedir. Zira düzensiz göçün insan güvenliği kavramıyla bağlantısı göçün hem nedenleri hem de sonuçlarından kaynaklanmaktadır. Birçok göçmen, yaşadıkları ülkelerdeki silahlı çatışmalar, siyasi istikrarsızlıklar ve ekonomik krizlerin yarattığı güvensizlik ortamından
uzaklaşmayı amaçlamaktadır. Ancak, yasal göç olanağının kısıtlı olması nedeniyle yasa dışı göçe yönelmektedirler. Nitekim gitmek istedikleri ülkeye yaptıkları yolculuk sırasında uzun süre zor ve tehlikeli koşullarda yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Diğer taraftan, hedef ülkeye ulaşsalar dahi yasa dışı göçmenler çoğunlukla tehlikeli işlerde çalıştırılmakta, sağlık, eğitim gibi sosyal hizmetlerden yararlanamamakta ve sömürüye maruz kalmakta, ancak
statüleri gereği genellikle devlet otoriteleriyle işbirliğinden kaçınmaktadırlar.
Dolayısıyla insan güvenliğinin devlet güvenliğinden ayrı düşünülemeyeceği günümüzde devletler, bu gerçeği göz önünde tutarak göç ve sığınma politikalarını belirlemek durumundadırlar. Aksi takdirde alınan önlemlerden ve yürütülen politikalardan uzun vadeli sonuçlar beklemek gerçekçi olmayacaktır.
-Göç yollarının kapatılmasının yasa dışı göçü önlemek yerine daha da tetiklediğinin farkında olunmalıdır.
Yasa dışı göçle mücadelede devletler genellikle göçü önleyici tedbirleri artırma yani göçe karşı fiziki ve yasal tedbirlere başvurma yolunu tercih etmektedirler. Ancak bugüne kadar görüldüğü üzere bu yöntem soruna kesin bir çözüm getirememiş, hatta yasa dışı yollara başvurma oranını artırmıştır. Şüphesiz yasa dışı göçü engellemenin en kesin yöntemi göçü oluşturan nedenleri yok etmek yani küresel anlamda ekonomik istikrarı sağlamak ve küresel barışı tesis etmektir. Ancak bu çözümün günümüzde kısa veya orta vadede mümkün
olamayacağı düşünüldüğünde yapılması gerekenin göçü planlı bir seviyede tutarak ülkeler arasında absorbe ve entegre etmek olarak gözükmektedir.
Örneğin, AB genelinde düzensiz göç alanındaki veri ve eğilimleri inceleyen Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen CLANDESTINO projesinin ülke raporlarında, sınır kontrollerinin düzensiz göçü durdurmadığı, sadece göçmenlerin ve insan kaçakçılarının ülkeye giriş noktalarını ve stratejilerini değiştirmelerine yol açtığı vurgulanmaktadır80. Bir ülke topraklarına erişimde yasal yollar ne kadar tıkalı olursa, göçmenlerin çoğu zaman tehlikeli alternatif yollara başvurmaları ihtimali o oranda artmaktadır. İngiltere, Fransa,
Almanya, İsveç gibi AB ülkelerinde, mülteci statüsü tanıma oranı %31 iken, Yunanistan’da bu oranın yaklaşık %0,3 olması Yunanistan’ın yaşadığı yasa dışı göç sorununun kaynağını işaret etmektedir.81.
- AB değerlerini göç ile ilgili düzenleme ve uygulamalarda da gözetmeye özen gösterilmelidir.
Kontrol odaklı bir göç politikası güdüldüğünde, başta tutukluluk ve gözaltı koşulları olmak üzere, sığınmacıların koruma taleplerini ve kişilerin insanlık onurunu zedeleyecek durumlar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin Human Rights Watch adlı insan hakları örgütü “AB’nin Kirli Elleri” adlı yeni raporunda, FRONTEX’in, Yunanistan’ın sınırlarında yakaladığı mültecilerin, bu ülkedeki çok kötü toplama kamplarına sevk edildiğini ve insanlık onuruna yakışmayan koşullarda yaşamak zorunda bırakıldıklarını dile getirmektedir.82.
Göç konusunda çok katı politikalar benimsemeye devam etmesi halinde AB’nin, kendi değerlerini oluşturan hukukun üstünlüğü, insan hakları ve hukuk devleti gibi ilkeler ile üye devletlerin ulusal menfaatleri arasında kalması muhtemeldir.
-BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gerek ikili gerekse de çok taraflı geri kabul anlaşmalarının imzalanmasını teşvik edici rol üstlenmelidir.
Ülkeleri yasa dışı göçe karşı önlem almaya teşvik etmek ve yasa dışı göçmenler in insan onuruna yakışır şekilde ülkelerine gönderilmelerini sağlamak adına hukuki bir zemin hazırlayan Geri Kabul Anlaşmalarının teşvik edilmesi bu sorunla mücadele açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin öncü rol oynayarak devletleri bu anlaşmaların imzalanmasına teşvik etmesi uzun vadede olumlu neticeler verebilir.
Yine Mülteciler Yüksek Komiserliği, kaynak ülkelerle bilgi alışverişinin yapılması ve bu ülkelere teknik destek verilmesi hususunda öncü rol üstlenebilir.
-Göçmenlerin sağladığı iş gücü ve bunun ekonomi üzerindeki etkisi göz ardı edilmemelidir.
9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder