Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN KAFKASYA POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN KAFKASYA POLİTİKASI 2009,  BÖLÜM 1




Kamer Kasım*
* Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.


TÜRK DIŞ POLİTİKASININ 2009 YILI GELİŞMELERİ

ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


Giriş

Türkiye’nin dış politikasında Soğuk Savaş dönemi boyunca önemli bir yer tutmayan Kafkasya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra üç ülkenin bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte öncelikli olarak ele alınan bir bölge olmuştur. Enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılması tartışmaları ve bölgesel sorunlar Kafkasya’ya yönelik kapsamlı bir strateji oluşturulmasını zorunlu kılmıştır. Hazar petrollerinin ve doğal gazının taşınmasında transit ülke olarak yer almak isteyen Türkiye bu alanda bir rekabetin içerisine girmiş ve bunun bir 
sonucu olarak da bölgedeki çatışma ve krizler Türk dış politikasını daha çok ilgilendirmiştir. Soğuk Savaş döneminde iki kutup arasındaki rekabet ortamında devletlerin dış politika çizgileri bu yapının gereklerine göre şekillenmişti. Gerek bölgesel güçlerin gerekse bölgelerin küçük ülkelerinin hareket kabiliyetleri sınırlıydı. Kutup liderleri müttefiklerinin sistem dışı hareketlerini önleyebiliyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bölgesel politikalar ön plana çıkarken bölgesel güçlerin de uluslararası politikadaki rolü ve ağırlığı artmıştır. 

Bu ortamda Türkiye de fazla tanımadığı ve yeterince bilgi sahibi olmadığı bölgelerin sorunlarına yönelik politikalar oluşturmak zorunda kalmıştır. Türk dış politikası açısından Kafkasya’nın istikrarsızlığı politikaların uygulanmasında sorunlara neden olmuştur. İki kutuplu dünya düzeninde görülmeyen veya dile getirilemeyen ayrılıkçı talepler Balkanlarda ve Brzezinski’nin “Avrasya’nın Balkanları” olarak adlandırdığı Kafkasya’da çatışmalara ve devlet yapılarının çatırdamasına neden olmuştur.

* Bakınız Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard, American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, New York, Basic Books, 1997, Bölüm 5.

Dünyada bir taraftan Gaddis’in ifadesiyle iletişim alanında devrim, karşılıklı ekonomik bağımlılık ve demokrasi gibi birleştirici güçler varken diğer tarafta ise aşırı milliyetçilik, etnik ve dinsel rekabet gibi ayrımcı güçler bulunmaktadır.

Soğuk Savaş dönemi sonrasında etnik ve dinsel temelli çatışmalar bir kısım bölgelerde ciddi istikrarsızlıklara neden olmuştur. Kafkasya da istikrarsızlığın olduğu ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan ülkelerin toprak bütünlüğü kaygısı taşıyıp, etnik temelli çatışmalara sürüklendiği bir coğrafya haline gelmiştir.

Türkiye için Kafkasya hem Orta Asya’ya açılan kapı hem de etkili olabileceği bir bölgedir. Kafkasya, Türkiye’nin enerji politikası açısından önemlidir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında en yakın ilişkilerinin olduğu Azerbaycan’ın durumu da Kafkasya’nın Türkiye açısından önemini artırmaktadır. Soğuk Savaş dönemi sonrasında Türkiye bölgesel güç konumunu ön plana çıkararak aktif bölgesel 
işbirlikleri içerisini girmiş Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatından (KEİT), Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne kadar yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelerin uluslararası örgütlere üyeliğini desteklemiş ve teşvik etmiştir. Kafkasya’daki çatışmalar ise Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasında zorluklara neden olmuştur. Bölgeyi yeterince tanımayan ve bu nedenle Rusya karşısında dez avantajlı olan Türkiye, Kafkasya’da yakın ilişki içerisinde olduğu ve petrol ve doğal gaz kaynakları dolayısıyla enerji politikasında önem taşıyan Azerbaycan’ın topraklarının işgale uğraması nedeniyle zor durumda kalmıştır. Dağlık Karabağ sorunu Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerini de olumsuz etkilemiştir. Gürcistan’ın yaşadığı Abhazya ve Güney Osetya problemleri de, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının geçtiği ve Türkiye’nin desteklediği petrol, doğal gaz ve ulaştırma projelerinde önemli konumda bulunan bu ülkenin istikrarını etkilemesinden dolayı enerji projelerine olumsuz yansıması olmuştur. 

11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası oluşan uluslararası ortam, Türkiye’ye Kafkasya ve Orta Asya’da daha etkili olma olanağı vermiştir. 

Batı ile Rusya arasında Ağustos 2008 sonrası tırmanan gerginlik ise Türkiye’nin bölgedeki önemini artırdığı gibi yeni sorumluluklar ve riskleri de beraberinde getirmiştir.

Bu çalışmada Türkiye’nin Kafkasya politikasında 2009 yılı içerisinde meydana gelen gelişmeler analiz edilecektir. 2009 yılı özellikle Türkiye’nin Ermenistan ve Azerbaycan ile olan ilişkilerinde hareketli bir yıl olmuştur. Kafkasya açısından ise Ağustos 2008’de Rusya-Gürcistan çatışmasının etkilerinin devam ettiğini, Türkiye-Rusya ilişkilerinde ise sonuçları Kafkasya’ya da uzanan yakınlaşma 2009 yılı içinde de sürmüştür. Ancak Kafkasya’daki temel sorunlar olan Karabağ 
sorunu ve Gürcistan’ın durumu ile ilgili olarak Türkiye ile Rusya arasındaki görüş ayrılıkları 2009 yılı içinde de aşılamamıştır. 

Makalede 2009 yılı içinde Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde protokollerin 
imzalanmasına giden süreç ve protokoller, Karabağ sorunundaki durum, Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Türkiye-Gürcistan ilişkileri ve enerji politikaların daki gelişmeler incelenecektir.

Kafkasya’da Siyasi Durum,

11 Eylül 2001 terör saldırıları dünya siyasetinde önemli değişikliklere sebep olması bakımından bir milat olarak değerlendirilmiştir. Ağustos 2008 Rusya-Gürcistan çatışması da, sonrasında oluşan ortam nedeniyle Kafkasya açısından bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıması ve Kafkasya’da askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğini göstermesi AB ve ABD’yi Kafkasya politikalarını gözden 
geçirmeye zorlarken, Rusya ile enerji alanında yakın ilişkilere sahip olan Türkiye açısından ikilemlere yol açmıştır. Türkiye ve Rusya bütün işbirliği görüntüsüne rağmen Kafkasya’da rakip ülkelerdir. 

Rusya Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın iç işlerine müdahale edip bu ülkelerin sorunlarını kullanarak bu ülkeleri kendi ekseninde tutma politikası izlemiştir. Azerbaycan’ın Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) girmeyi reddetmesi üzerine Karabağ sorununda Ermenistan’ı destekleyen Rusya, Gürcistan’ın da BDT üyeliği ve askeri üs taleplerini reddetmesi yüzünden Abhazya’yı desteklemiştir. 
Türkiye için ise Hazar bölgesi enerji kaynakları konusunda yaşanan rekabette Azerbaycan ve Gürcistan’ın istikrarı çok önemliydi. Ayrıca Türkiye bu ülkelerin uluslararası örgütlere üyeliği ve Batı ile yakınlaşmasını desteklemiştir. Türkiye’nin bu politikasının da Kafkasya’da Rusya’nın etkisini azaltıcı sonuçları olmuştur. 

Ermenistan, Rusya ile stratejik ortaklık düzeyinde ilişkisi olan ve Rusya’nın pek bir itirazla karşılaşmadan askeri güç bulundurduğu bir ülkedir. Türkiye’nin Kafkasya politikası açısından sorunlu bir konumda bulunan Ermenistan ile Türkiye kara sınırı 1993 yılından beri kapalıdır. Azerbaycan Kafkasya’da enerji kaynakları, gelişen ekonomisi ve göreceli istikrarıyla son yıllarda bölgede ön plana çıkmaya başlamıştır. Türkiye ile Azerbaycan arasında da hem petrol 
hem de doğal gazda işbirliği sürmektedir. Ancak Azerbaycan’ın topraklarının 
%20’sinin işgal altında olması ve sorunun bir türlü çözülememesi diğer ülkelerle ilişkilerini de etkilemiştir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki süreçte Karabağ sorununun ne derece yer aldığı Azerbaycan için öncelikli bir konudur. Türkiye’nin Karabağ sorununda verdiği desteğin sürmesi beklentisinde olan Azerbaycan, Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerde Karabağ sorununa 
yer verilmemesine tepki göstermiştir. Gürcistan, Rusya’nın topraklarına müdahalesinin etkilerini aşmaya çalışırken, Abhazya ve Güney Osetya sorunları devam etmektedir. Türkiye, Rusya’nın müdahalesine Gürcistan ile olan bağları çerçevesinde bir tepki göstermemiş ve sorunun büyümesini diplomatik yollarla önlemek amacı taşıyan Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisinde bulunmuştur. Türkiye-Rusya ilişkilerinde gelinen nokta, Türkiye’nin Rusya’nın askeri müdahalesi karşısında göreceli sessizliğinin nedenidir. Gürcistan ise hem güvenlik hem de Batı ile entegrasyon anlamında Türkiye’nin desteğini beklemektedir.

Enerji konusu da Kafkasya’daki siyasi gelişmelerde önemli bir başlıktır. 
Azerbaycan ve Türkmenistan doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması projesi olan Nabucco başta AB üyesi ülkeler olmak üzere pek çok ülkenin gündeminde yer alırken, Rusya’nın Nabucco projesini engelleyemese bile geciktirme stratejisi çerçevesinde çabaları gündemde olmuştur. Türkiye ise Nabucco projesini desteklerken Rusya’nın istediği Güney Akım projesine de desteğini ifade etmiştir. 

Kafkasya’nın Rusya Federasyonu içerisinde kalan bölümünde de 2009 yılı gergin geçmiştir. Çeçenistan ve İnguşetya’daki istikrarsızlığa Türkiye, ülkelerin toprak bütünlüklerine saygı çerçevesinde yaklaşmıştır. Kafkasya’daki belirsizlik Karabağ sorunu, Abhazya ve Güney Osetya’nın durumu, Çeçenistan sorunu 2009 yılı içerisinde de Kafkasya’da devam eden ve Türkiye’nin bir politika oluşturmasını gerektiren konular olmuştur. 

Türkiye’nin Kafkasya Politikasında Azerbaycan,

Azerbaycan’ın etnik, kültürel ve dilsel yakınlığı, zengin enerji kaynakları Türkiye’nin Kafkasya politikasında merkezi konumda olmasına yol açmıştır. Türkiye, Azerbaycan’ı Orta Asya’ya açılımda bir köprü ve aynı zamanda enerji kaynaklarından dolayı istikrarlı olmasının büyük önem taşıdığı en stratejik pozisyondaki Türk Cumhuriyeti olarak değerlendirmiştir. Türkiye’nin Kafkasya politikasında Azerbaycan ile olan yakın ilişkisi özellikle enerji alanında önemli 
bir avantaj olurken, Azerbaycan’ın bağımsızlığından sonra uzun bir süre içinde bulunduğu istikrarsızlık ve Dağlık Karabağ sorunu Türkiye için Kafkasya politikasında zorluklara neden olmuştur. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde 2009 yılında Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokoller, Dağlık Karabağ sorunu ve enerji gündemdeki konular olmuştur.

Türkiye’nin Azerbaycan politikası Azerbaycan’daki iç gelişmelerden ve uluslararası ortamdan etkilenmiştir. 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası ABD’nin Kafkasya’ya yönelimi ve bölgesel güvenlik alanında ABD ile bölge ülkelerinin işbirliği, Türkiye’nin de hem Azerbaycan hem de Gürcistan’a yönelik güvenlik alanında işbirliği bakımından ilgisini artırmıştır.2 Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki gelişmeler ve süreç Azerbaycan ile ilişkileri de yakından ilgilendirmiştir. 

Azerbaycan’ın dış politikasında en önemli sorun işgal altındaki toprakların kurtarılması ve sorunun çözülmesidir. Türkiye’nin desteği gerek Karabağ’da sıcak çatışmaların sürdüğü dönemde gerekse ateşkes sonrası süreçte önemli olmuştur. Türkiye, Karabağ sorununda diplomatik kanalların harekete geçirilmesinde ve işgalin uluslararası hukuka aykırılığının tescilinde rol oynarken, Ermenistan ile olan kara sınırını kapatması ile de Azerbaycan topraklarının işgaline tepkisini ortaya koymuştur. Azerbaycan da Karabağ sorunu bağlamında 
Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Karabağ sorunu çözülmeden Türkiye-Ermenistan sınırının açılması durumunda Ermenistan ’ın elinin güçleneceğini düşünen Azerbaycan, Türkiye Cumhurbaşkanı ’nın Ermenistan’a gitmesi ve yol haritası sürecini temkinle karşılamış ve Azerbaycan içerisinde protestolar olmuştur. Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev daha yol haritası açıklandığında, süreçte Karabağ sorununun gündemde olup 
olmadığını merak ettiğini açıklamıştır.

Aliyev’in İstanbul’da 6-7 Nisan 2009 tarihinde yapılan medeniyetler ittifakı zirvesine katılmaması da Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki gelişmelere tepkisi olarak değerlendirilmiştir.4 Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde Türkiye’nin yapmak istediklerine ilişkin olarak özellikle Azerbaycan kamuoyuna yönelik bir bilgilendirme çalışmasının yapılmamış olması yanlış anlamalara neden olmuştur. 
Mayıs 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan ziyareti sırasında Türkiye’nin, Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan ile olan kara sınırını açmayacağını teyit etmesi iki ülke ilişkilerindeki gerginliğin bir ölçüde aşılmasını sağlamıştır.5

Karabağ sorununda Türkiye’nin manevra alanı Ermenistan’ın hiçbir şekilde konuya Türkiye’yi karıştırmak istememesi nedeniyle oldukça sınırlıdır. AGİT Minsk Grubu bünyesinde sürdürülen diplomatik çabalardan Karabağ sorununun çözümüne yönelik bir sonuç çıkmamıştır. 14 Mart 2008 tarihinde BM Genel Kurulunda kabul edilen “işgal altındaki Azerbaycan topraklarının durumu” başlıklı Azerbaycan’ın uluslararası alanda kabul edilmiş sınırlarında toprak bütünlüğü destekleyen ve işgal altındaki topraklardan tüm Ermeni kuvvetlerin çekilmesini isteyen karara AGİT Minsk Grubu eş başkanlarının olumsuz oy kullanmaları da Azerbaycan’ın AGİT’e olan güvenini sarsmıştır.6 AGİT Minsk Grubu’nun Fransız eşbaşkanı Bernard Fassier Karabağ sorununun çözümünde Türkiye’nin yapacağı bir şey olmadığını ifade ederken Ermenistan ile Türkiye ilişkilerindeki süreçle Karabağ sorununun birbirinden bağımsız süreçler olduğunu ileri sürmüştür.7 AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarının süreci AGİT dışına çıkarma ma ve dışarıdan katkılara kapalı olma politikasının pek başarılı olduğu söylenemez. 
   AGİT Minsk Grubu eşbaşkanının Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki ilerleme ile Karabağ sorununun farklı süreçler olduğunu açıklaması ise Türkiye’nin Ermenistan ile olan kara sınırını Karabağ sorununda Azerbaycan toprakları nın işgali dolayısıyla kapattığı gerçeği ile çelişmektedir. 

Ermenistan, 2009 yılı içinde Rusya’nın Azerbaycan ile gelişen ilişkileri ve bu durumun Rusya’yı Dağlık Karabağ sorununda Ermenistan’a baskı yapmaya yöneltmesinden endişe duymaktadır. Karabağ’daki “yönetimin” sürece dahil edilmemesi de Ermenistan’da eleştirilen konulardandır.8 Ermeni kuvvetler Dağlık Karabağ’ın dışındaki bölgeleri ileride pazarlıkta kullanmak amacıyla işgal etmişlerdir. Azerbaycan tarafı bu bölgelerden beşinin hemen, Laçin ve Kelbecer’in ise 5 yıl içerisinde boşaltılmasını istemektedir. 

Azerbaycan’ın Karabağ’ın bir koridorla Ermenistan’a bağlanmasını 
kabul ettiği anlaşılmaktadır. Tartışma konusu bu koridorun güvenliği 
ve hangi ülkenin toprağı olacağıdır. En önemli anlaşmazlık noktalarından birisi de Karabağ’ın statüsünün nasıl olacağıdır. Azerbaycan Karabağ’ın kendi egemenliğinde olduğunu bu nedenle bölgeye ancak geniş bir özerklik verebileceğini ifade ederken, Ermenistan, Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettiğinde, bağımsızlık ilanında bulunmuş Dağlık Karabağ’ın devlet olarak tanınmasını savunmaktadır.
Türkiye Karabağ sorununa yaklaşırken bu parametreleri ve tarafların 
pozisyonunu dikkate almak durumundadır. Aksine bir durum Türkiye’nin Kafkasya’daki etkinliğine zarar verecek, özellikle enerji alanında Kafkasya’daki en önemli ülke olan Azerbaycan ile olan ilişkilerini bozacaktır. 

Türkiye’nin Azerbaycan politikasında Karabağ sorununun yanı sıra diğer önemli bir başlık da enerji konusu olmuştur. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı iki ülke arasındaki önemli bir enerji köprüsünü oluştururken, Türkiye’nin Azerbaycan ile arasındaki doğal gaz hattı ile birlikte bu alanda da işbirliği başlamıştır. Azerbaycan doğal gazı Nabucco projesi için de önem taşımaktadır. Azerbaycan gazının yanında Türkmenistan ve Kazakistan gibi ülkelerin doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa içlerine kadar 3.300 kilometrelik boru hattıyla taşınmasını içeren Nabucco projesinin 2014 yılında faaliyete geçmesi düşünülmektedir. Nabucco’nun ilk etapta faaliyete geçebilmesi için 8 milyar metre küp doğal gaz gereklidir. Proje kapsamında yılda 31 milyar metreküp doğal gazın taşınması hesaplanmaktadır. Projenin tamamı 7.9 milyar Euro’ya mal olacaktır. Hattın 2000 kilometrelik kısmı Türkiye’den, 400 kilometresi Bulgaristan’dan, 460 
kilometresi Romanya’dan, 390 kilometresi Macaristan’dan geçecek ve 46 kilometrelik kısım Avusturya’da olacaktır. Rusya ile Ukrayna arasındaki gaz krizinden sonra Avrupa Nabucco’ya hız kazandırmak istenmiş ve bu amaçla 
27 Ocak 2009 tarihinde Budapeşte’de Nabucco Zirvesi yapılmıştır.10 
Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev zirvede Azerbaycan’ın Nabucco’ya desteğini ifade etmiştir. Rusya’nın Ermenistan’a önemli miktarda silah transferi yaptığı haberlerinin Azerbaycan’ın Nabucco’ya Budapeşte Zirvesinde desteğini ifade etmesinde etkili olduğu da ileri sürülmüştür. Ermenistan’daki Gümrü Rus askeri üssüne gönderilen silahlar arasında 27 adet T-72 tankı ve zırhlı personel taşıyıcılarının olması Bakü’de kızgınlığa neden olmuştur.11 

Ancak Nabucco’nun gerçekleşmesi için pürüzler de bulunmaktadır. 

Öncelikle Türkiye, Brüksel’in müzakere sürecinde enerji başlığını açmaması yüzünden projeye daha mesafeli yaklaşmıştır. 

   Türkiye ayrıca Nabucco’dan kendi ihtiyacı için de uygun fiyattan gaz kullanmak istemiştir.12 Bu konudaki sorunun aşılması üzerine Nabucco Hükümetlerarası Konferansı 13 Temmuz 2009 tarihinde İstanbul’da toplanmış ve proje için hükümetler arası anlaşma imzalanmıştır. Hükümetler arası anlaşma da Nabucco’nun sorunsuz olduğu anlamına gelmemektedir. 

    Azerbaycan’ın pozisyonu konusunda da soru işaretleri oluşmuştur. Azerbaycan ve Türkmenistan gazlarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını Avrupa’ya gaz sağlanmasındaki tekeline tehdit olarak algılayan Rusya Nabucco’yu engellemek için çaba harcamaktadır. 

Rusya’nın bu konudaki bir hamlesi de Azerbaycan’dan doğal gaz almak olmuştur. İlham Aliyev’in Nisan 2009’daki Moskova ziyareti sırasında Şah Deniz II sahasından Rusya’ya gaz satışında mutabakata varmışlardır.13 
Bunun ilk adımı 27 Mart 2009 tarihinde Azerbaycan şirketi SOCAR ile Gazprom arasında imzalanan memorandum olmuştur. Bağımsızlığından itibaren sürekli Rusya’dan gaz ithal eden Azerbaycan’ın ilk defa Rusya’ya doğal gaz satacak olması nedeniyle anlaşma önem taşımaktadır. Doğal gaz üretiminde düşüşün    olması Rusya’yı, Avrupa’ya gaz tedariki için ihtiyacı olan gazı başka yerlerden temine yöneltmiştir.14 

Azerbaycan, enerji anlaşmaları nı Rusya’nın Karabağ sorunundaki tutumunu değiştirmek için de kullanmak istemiştir. Azerbaycan’ın Rusya’ya Şah Deniz II sahasından gaz satışı ile ilgili anlaşma yapması Azerbaycan’ın Nabucco için yeterli gazı olup olmayacağı tartışmalarını başlatırken, Türkmenistan’ın 
durumunun da net olmaması Nabucco için diğer bir sorun olarak  görülmekte dir.15 

Ancak eğer Azerbaycan ile Türkmenistan arasında gelişen ilişkiler sonucunda Azerbaycan doğal gazıyla Türkmenistan doğal gazının birlikte taşınması konusunda bu iki ülkenin antlaşmaları kesin bir şekilde sağlanırsa ve şirketler de bu doğal gaz boru hattı için kararlı davranırlarsa Hazar geçişli boru hattı projesi gerçekleşir. 
Bu noktada temel problemler ise Türkmenistan ile Azerbaycan arasında 
doğalgaz sahaları konusundaki anlaşmazlık ve Hazar’ın statüsü ile ilgili tartışmalardır. Bunun yanında Türkmenistan’ın Rusya ile yaptığı uzun dönemli gaz satış anlaşmasının da gazın miktarıyla ilgili soruna neden olabileceği ifade edilmektedir.16

Türkiye-Azerbaycan ilişkileri doğal gazdaki rekabetin sonucunu etkileyecek bir nitelik göstermektedir. Çünkü Azerbaycan Karabağ sorunu dahil dış politikası açısından önemli konularda Türkiye’den beklediğini bulamazsa, Rusya ile olan gaz satış antlaşmasının süresini uzatacaktır. Azerbaycan’ın Türkiye’ye sattığı gazın fiyatını artırmak istemesi de piyasa gerekleri dışında Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki sürece tepki olarak da görülmüştür. Nabucco projesinin geleceği ve Türkiye’nin Azerbaycan’dan çok uygun fiyata gaz alımına devam edebilmesi Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakın bağ ve ilişkilerin devamına bağlıdır. Rusya gibi enerji rekabetinde avantaj sağlamayı isteyebilecek ülkeler Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde gerginlik çıkması noktasında bir politika izleyeceklerdir. 

Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinde 2 milyar doları aşan ticaret hacminin yanı sıra 3 milyar dolara yakın doğrudan Türkiye’den firmaların Azerbaycan’a yatırımları ve 5,1 milyar doları bulan müteahhitlik projeleri de dikkat çekicidir. Konu ile ilgili önemli bir noktada Azerbaycan’da enerji dışı sektörlere Türkiye’den yapılan yatırımların tutarının 2,2 milyar dolara yaklaşmasıdır.17 
Azerbaycan ekonomisinin büyüyen bir yapıda olması, sadece enerji kaynaklarını ihraç eden bir ülke olarak kalmayı istememesi ve petrol ve doğal gaza dayalı sanayi dallarını geliştirmeye çalışması dikkate alındığında Türkiye ile olan ticaretin hacminin ve karşılıklı yatırımların artmasının beklendiği ifade edilebilir.18

Türkiye’nin Kafkasya Politikasında Ermenistan.,

Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde 2009 yılı çok önemli gelişmelere sahne olmuştur. Türkiye Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Ermenistan’ı diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerini tanıdığı gibi tanımıştır. Türkiye ile Ermenistan arasında normal diplomatik ilişkiler kurulamadığı gibi, 1993 yılından beri kara sınırı da kapalı durumdadır. Bunun nedeni Ermenistan’ın soykırım iddialarını uluslararası alanda gündeme taşıması ve bu iddiaların 
tanınmasını en önemli dış politika araçlarından birisi olarak ortaya koyması, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü açıkça tanımaması ve Dağlık Karabağ sorunu dur. Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası düzeyde tanınması çabalarını destekleyecektir.” demektedir. Bağımsızlık Bildirgesi’ne Ermenistan Anayasası’nda da atıf yapılmıştır.19 Yine Ermenistan 
Parlamentosu’nda da zaman zaman Türkiye-Ermenistan sınırını düzenleyen 
1921 Kars Antlaşması’nın tanınmaması gerektiği şeklinde konuşmalar yapılmaktadır.20 Dağlık Karabağ sorunu ise Türkiye’nin Ermenistan ile olan kara sınırını kapatmasına yol açmıştır.

Bu tablonun değişmesi doğrultusunda yapılan diplomatik girişimler sonucunda Nisan 2009’da yol haritası ile birlikte başlayan gelişmelerle 31 Ağustos 2009’da iki ülke arasında protokoller paraf edilmiştir. Protokoller 10 Ekim 2009’da Zürih ’te imzalanmıştır. Protokollerden ilki Ermenistan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına ilişkindir. Diğer protokol  ise iki ülke arasında ilişkilerin geliştirilmesine ilişkindir. Diplomatik ilişkilerin kurulmasına ilişkin protokolle taraflar protokollerin  yürürlüğe girmesinden sonra diplomatik ilişki kurma konusunda anlaşmışlar dır. Protokol ayrıca uluslararası hukukun ilgili anlaşmaları tarafından tanımlanan iki ülke arasındaki sınırların tanındığını teyit etmektedir. İki ülke protokol ile iyi komşuluk ilişkilerinin 
ruhuna uymayacak bir politika izlemekten kaçınacaklarını taahhüt ederken, terörizm, şiddet ve aşırılığın her türünü kınadıklarını, bu tür hareketleri desteklemekten veya müsamaha göstermekten kaçınacaklarını ve bu hareketlere karşı mücadele için işbirliği içinde olacaklarını ifade etmişlerdir. İki ülke arasında ilişkilerin geliştirilmesine yönelik protokolde ise en dikkat çekici nokta tarafların protokolün yürürlüğe girmesinden sonra iki ay içerisinde sınırın açılması konusunda anlaşmalarıdır. Protokollerde önemli bir nokta da kurulacak 
olan alt komisyonlardır. Tarihi boyut ile ilgili bir komisyonun kurulması özellikle 2005 yılında Türkiye tarafından yapılan tarihçi ve uzmanlardan oluşan bir komisyonunun kurulması önerisinin bir bakıma Ermenistan tarafından kabul edilmesi olarak da yorumlanabilir.21

Protokollerin Türkiye açısından sorunlu kısmı ise Türkiye ile Ermenistan 
sınırının protokollerin yürürlüğe girmesinden sonra 60 gün içerisinde açılacak olmasıdır. Türkiye Ermenistan ile sınırını Karabağ sorunu nedeniyle kapatmıştır. Protokollerde ise Karabağ sorunu konusunda bir ifade bulunmamaktadır ve Ermenistan çözüme ilişkin adım atmanın çok uzağındadır. Karabağ sorununun çözümü için en azından Ermeni kuvvetlerin Dağlık Karabağ’ın dışında işgal altında tutukları yedi bölgeden beşinden ilk aşamada çekilmeyi kabul etmesi ve Dağlık Karabağ’ın statüsü konusunda bir uzlaşmaya varılması gerekir. Protokollerin yürürlüğe girmesinin ardından iki ay içerisinde sınırın açılacağı ifade edilmesine rağmen, Türkiye tarafından en üst düzeyde Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden sınırın açılmayacağı Azerbaycan tarafına iletilmiştir.22 Bu durumda 
TBMM’de protokollerin kabul edilmeyeceği veya Karabağ sorunu çözülene kadar bekletileceği sonucuna varılabilir. Bir diğer olasılık da Türkiye’nin protokolleri onaylaması halinde bir deklarasyon yayınlayarak Karabağ sorunu çözülmeden sınırı açmayacağını açıklamasıdır. 

Protokollerin imzalanmasını takiben Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan da Türkiye ve Ermenistan milli futbol takımları arasında 14 Ekim 2009 tarihinde oynanan maçı izlemek üzere Türkiye’ye gelmiştir.23

Azerbaycan protokollerden duyduğu rahatsızlığı gündeme getirmiştir. 
Türkiye’de futbol maçının oynanacağı stadyuma getirilen Azerbaycan bayraklarının toplatılması ve Azerbaycan’ın da Bakü’deki şehitlik ile Din Hizmetleri Müşavirliği önündeki Türkiye bayraklarının indirilmesi iki ülke arasında soruna neden olmuş ve Türkiye Azerbaycan’a nota vermiştir.24 
Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinde gerginliğin ortaya çıkması ve iki ülkenin politikalarındaki ayrışma Ermenistan’ın Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde vurguladığı gibi Ermenistan için en önemli tehlikenin kalkması anlamına 
gelmektedir. Ermenistan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde Türkiye’den Azerbaycan’ın stratejik ortağı olarak bahsetmekte ve bu durumu Ermenistan’a tehdit olarak değerlendirmektedir.25 Bu nedenle Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakın ilişkilerin bozulması Ermenistan’ın elini fazlasıyla güçlendirecektir. Zaten askeri bakımdan süren bir işgali, diplomasi yoluyla sona erdirmek çok zordur. Bir de Ermenistan’ın eline yeni kozlar geçmesi halinde Dağlık Karabağ sorununun çözümü daha zor olacaktır. 

Ermenistan’ın olağanüstü bir dış baskı ile karşılaşmadığı takdirde Dağlık Karabağ sorununun çözümünde aceleci davranmayacağı öngörülebilir. Ermenistan süreç içerisinde diplomatik alanda avantajlı konuma gelmenin hesabını yapmaktadır. Soykırım iddialarının araştırılmasını yani tarihi boyut ile ilgili komisyonun kurulmasını kabul etmesi nedeniyle Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan diaspora tarafından eleştirilmiştir. Yol haritasının açıklanmasından sonra 
Ermenistan içerisinde de Ermeni Devrimci Federasyonu gibi grupların tepkisi olmuştur. Diaspora için soykırım iddiaları birinci gündem maddesi ve kimlik unsuru olduğundan bu konu ile ilgili gelişmeler öncelikle dikkate alınmaktadır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki protokollerde ifade edilen tarih komisyonunun kurulması, Ermeni diasporasının iddialara yönelik politikasını değiştirmeyecektir. 
Diasporanın asıl kaygısı bu konuda diaspora ile Ermenistan arasındaki işbirliğinin zayıflamasıdır. Ermenistan yönetimi açısından ise Karabağ sorunu öncelikli gündem maddesidir. Ermeni kuvvetlerin Karabağ’daki işgali sonlandırmasını içeren bir planının uygulanması Ermenistan iç politikasında daha fazla ses getirecek ve iktidar açısından uygulanması daha zor olacaktır. Karabağ ile ilgili bir maddenin protokollerde yer almaması bu nedenle Sarkisyan’ı bir ölçüde rahatlatmıştır. 

Ancak sorunun çözümüne ilişkin bir planın netleşmeye başlaması durumunda Ermenistan’da büyük tartışmalar olacaktır. Çünkü Karabağ sorununda bir çözüm mutlaka Ermeni kuvvetlerin en azından Dağlık Karabağ dışında işgal ettikleri topraklardan çekilmesini gerektirecektir.26

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

13 Kasım 2019 Çarşamba

DOĞU SINIRININ PEACE MAKER OLARAK BELİRLENMESİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA (1920-1921) BÖLÜM 2

DOĞU SINIRININ PEACE MAKER OLARAK BELİRLENMESİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA (1920-1921) BÖLÜM 2

Toplantı Yeri 

Kâzım Karabekir, İstiklâl Savaşı ile ilgili hatıratında, ki “İstiklâl Harbimiz” adını taşımaktadır, Kars Andlaşması müzakerelerinin geçeceği güzel bir binayı hatırlatmayı da ihmal etmemiştir. Hatıratında, daha önce de bazı önemli memleket meselelerinin görüşüldüğü ve toplantı yapılan bina için “Kars’ın en büyük resmî salonu olan, Ruslar zamanında vali konağı, bir zaman da benim konağım olmuştu. 
Konferans için burasını seçmiş ve süslemiştim. Bu tarihi binayı daha sonra işi bitince, Millî Kütüphane yaptırdım. Binada, andlaşmaları değiştik” bilgisini vermektedir. 

K.Karabekir gibi, adı geçen bina hakkında daha karamsar bir tablo canlandırılmakta dır. 
Meselâ, Kars’a Elviye-i Selâse’nin katılışı sonrası mutasarrıf olarak atanan Hilmi Bey, “Gobernat’ın damına götürelim diye bizi aldılar. Rus Umûmi valilerinin ikâmetlerine mahsus olduğunu öğrendiğimiz boş bir eve götürdüler. Evin elektrikleri bozuktu ve her taraf karanlıktı. 
Bir odaya mum ışığında, karyolalarımızı açarak yattık ve uyuduk. Sabahleyin uyandığımızda, yattığımız odanın kütüphane odası olduğunu öğrendik. Ev büyüktü ve bunun ne tefrişine, ne temizlenmesine bizim hâlimiz elverişli değildi.” diye, Rusların Kars’ı boşaltması sonrası binanın ne kadar kötü durumda olduğunu anlatır. 

Konferans için hazırlanan bina, Rusların, Berlin Andlaşması ve Kars’ın tazminat olarak terkinden sonra tek katlı “U” planlı, Batlık tarzıyla inşâ edilmişti. Yusuf Ağa Mahallesi’nde, Ordu Caddesi’nde benzeri ama daha yüksek diğer resmi binalara da rastlanmaktadır. 
Yine Kars Çayı kenarında, kale altında ve vadi içinde dar bir alan yapılan askerî amaçlı binalar da aynı şehir planı içinde bulunuyordu. 
Kars şehrinin yüksek bir yerinde, akarsuya hâkim Karadağ’ın batıya uzanan, kayalık bir tepede son bulan kara taştan yapıldığı için bu rengin hâkim olduğu tahkimle kaleyi de iyi gören bir mevkide idi. Ancak, zamanımıza intikal eden yazılı belge olmadığı için, binanın ne zaman gubernatörlük için kullanıldığını tesbit etmek mümkün görünmemektedir. 

Kars Konferansı’nın toplanacağı yere olarak, Şark Cephesi Komutanlığınca, iyi bir şekilde hazırlanan bina, uzun zaman ahali arasında “gubernatör damı” 
olarak bilinmiştir. Nitekim, Hilmi Bey, binaya ulaşmak istediğinde, kendisini buraya çıkaran arabacı, bu şekilde söylemişti. 

Eylül 1921’de, Kars Konferansı için gelen Sovyet Cumhuriyetleri’nin üç ayrı gruba mensup murahhasları aynı binada ve açılışta, kısa konuşmalarda bulunmuşlardır.15 

Kars Konferansı’nda Açılış ve Kapanış Nutukları 

Kars Konferansı, 26 Eylül 1921 akşamı başladı. 13 Ekim 1921’de sona erdi. Bu nedenle açılış ve kapanışlarda Türk ve Sovyet Cumhuriyetleri temsilcileri arasında samimi görüşmeler olurken, günün önemi üzerinde taraf başkanlarının ve bu arada Ermeni temsilcisinin nutukları dinlendi. O zamanki mevcud siyasi ve askerî durumu, TBMM ve Moskova ile Erivan’ın sürdürmekte olduğu görüşler öğrenilmiş oldu. Konferans’da ilk sözü, ev sahibi olması nedeni ile Türk Hey’eti’nin başkanı Şark Cephesi Komutanı Tuğgeneral Kâzım Karabekir aldı ve şunları söyledi: 

“Muhterem Yoldaşlar, 

Türk milleti Kapitalist ve Emperyalistlerin kendisine tatbik etmek istedikleri Sevr Muahedesi’ni tanımadı. Bu meş’um muahedeyi yapanların cebir ve tehditlerine karşı boyun eğmedi. Ve kendi arzusu, iradesi hilâfına olarak nevmidane bir serfüru siyasetini takip edenlere karşı bir inkılap yaptı. Yeni bir hükûmet vücude getirdi. 

Garbin zulmüne, bu suretle var kuvvetiyle göğüs geren Türk milleti yüzünü şarka çevirdiği zaman karşısında, muazzam bir inkılâbın âlemşümul hareketiyle galeyan eden Şûralar Rusyasını gördü, ona dest-ı muhadenetini uzattı ve onunla el ele şarkın hâlâs ve refahına, muhadenet ve uhuvvetine hizmet etmek için ahdetti. 

Siz asil Kafkas milletleri ise, Türk hükûmeti ile Rusya Şûralar Cumhuriyeti arasında şarkın muhterem birer uzvusunuz. Her biriniz Rusya Şûralar hükûmet-i muazzamasının bir uzv-ı kıymettarı bulunmak itibariyle dahi ayrıca haiz-i şeref ve ihtiramsınız. 

Cümlenize beyan-ı hoş âmedî eder ve bu içtimâimizi bütün hararet-i kalbimle alkışlarım. Çünkü Moskova’da temellerini attığımız muhadenet ahitnamesinin teyid takviyesi demek, şarkta ebedî bir kardeşliğin tesisi demektir. 

Binaenaleyh bugün teşebbüs ettiğimiz bu muazzam ve serin sür’atle muvaffakiyeti hususunda en hâr temenniyatta bulunarak konferansın açıldığını arzederim, Yoldaşlar.” 

Kâzım Karabekir’in konuşmasını takiben kürsüden bu defa Rus delegesi Genetski, emperyalistler Yunanlılar ve bunlara karşı Türklerin büyük direnişinden söz ettikten sonra konuyu Türk-Ermeni anlaşmazlığına getirerek, şunları söylemiştir; 

“Büyük Millet Meclisi murahhasları efendiler! Gerek hükûmetim ve gerek Rus milleti nâmına şahsınızda esaret ve istismara karşı büyük bir mücadele için silâha sarılan ve zafer-i nihaiden evvel terk-i silah etmemeye azmetmiş bulunan kahraman ve cesur Türk milletini selâmlarım. 

Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan mümessili arkadaşlar! Sizin şahsınızda da Rus milletinin sermayedar ve ashab-ı arazi boyunduruğundan kurtulmak için evvelâ mücadele-i kat’iyyesinden onunla her vakit yan yana çarpışmış olan bu cumhuriyetlerin kardeş milletlerini selâmlarım. 

Muhterem Murahhaslar! Siz buraya büyük bir esen ikmâl etmek, bir sulh ve muhadenet ahitnamesi akdeylemek ve bu suretle bütün âleme Kafkas Cumhuriyetlerinin halk kütleleriyle kahraman Türk milletinin menafı-i mütekabilelerini takdir ettiklerini ve hariçdeki hasım kuvvetlerin tahrikatına rağmen bunların sulh, muhadenet ve uhuvvet dairesinde yaşamaya azmeylemiş bulunduklarını isbat etmek için geldiniz. Zira diğer milletler beyninde olduğu veçhile Türkiye ve Kafkasya milletleri arasında da tesadüm-i menafi yoktur. Düvel-i muazzamanın haydut emperyalist çeteleri 1914 senesinde kendi halk kitlelerini kanlı bir mücadeleye atarak milletlerin istihlâsını ilan ettiler. 
Fakat hakikatte bunların maksadları onların hal-i esaretlerini teşdid eylemektir. Onlar bu kanlı facianın kendi hezimetlerine müntehi olacağını ve halk kütlelerinin revatıb-ı uhuvvetkâraneyi tavsik ile silahlarını müttehiden zalimler ve muhtekirler aleyhine çevireceklerine intizar etmiyorlardı. İşitilmemiş bir kan dökmeyi müntec olan emperyalist muharebesinden sonra bütün cihanı bir yeni yangın istilâ etmiştir. Mezkûr kütleler Avrupa’nın ve Asya’nın şark ve garp ve şimal cenubunda ve küre-i arzın her tarafında kıyam ederek ebedi düşmanlarına karşı son mücadeleyi ilan ettiler. Bazı defalar muvaffakiyetsizlikler ile müteferrik olan gayr-ı kabil-i ıctinab bu mücadele-i ahire nihayet “büyük fıkir”e müntehi olacaktır. 

Türk milleti bu mücadelede mühim bir rol oynamaktadır. 

Düvel-i İtilafıye emperyalistleri yeni ahvalin Türkiye’de mahzar-ı rağbet olmasından müteessir olarak Yunanistan’ı Türkiye aleyhine kandırdılar. Fakat bu yeni tecrübe altından muzafferen çıkacaktır. Türkiye’nin müttefikleri olan Rusya ve cumhurî hükûmetler Türkiye ahalisi tarafından kahramanâne bir surette icra edilmekte olan muharebenin safahatını amîk bir meyil ve alâka ile takip ediyorlar. Zira Türkiye’nin bu muharebesi onların muharebesidir. Yunanistan’ın kendi hata-yı meş’umunu fehm ve idrâk ederek muhtelif-i fih olan bilcümle mes’elelerin sulh tarikiyle hal’ ve tesviyesini teklif etmesi zamanı takarrüp eylediği kat’î olduğunu beyan eylerim. Bugünkü konferans bu babda birinci saik olacaktır. Burada hazır olanlar el’an önümüzde mevcud olan ve esas itibariyle halledilmiş bulunan mes’elelerin tedkik ve müzakeresi bütün milletlerin müveddet ve uhuvveti fikr-i bülendini kendilerine rehber ittihaz eden iki tarafın 
mucib-i hoşnidisi olacak bir halde sen ve dostane, samimâne adilane bir surette ikmâl edilecektir. Burada içtimâ edenler pazarlık maksadiyle toplanmış bir takım düşmanlar olmayıp bilâkis sulh ve müsalemet ve uhuvvet üzere yaşamaya, kendi memleketlerinin saadet-i hâli yekdiğere mütekabilen muavenette bulunmak için yan yana sakinâne bir surette çalışmaya arzukeş komşu milletlerden mürekkeptir. 

Burada bir yeni büyük iş daha deruhde edilecektir. Kahraman Türk milleti ve Ermeni milleti bütün cihana yalnız söz ile değil fiiliyat ile isbat ve izhar edeceklerdir ki bunları yekdiğerinden ayıran kin ve husumeti ilelebed red ve terkeylemişlerdir. Bu iki millet ellerinde bir hançer gizleyerek birbirine yaklaşmıyor. Bunlar kardeş muhabbetiyle mütehassistirler. Mücadele eden halk kütlelerini millet ihtilâfları takviye edemez. Uhuvvet-i mütekabile onları mukavemeti gayr-ı kabil bir hale getirebilir. 

Bütün cihana saadet bahşeden ancak halk kütlelerinin ittihat ve uhuvvet kâraneleri dir. Biz ancak bununla galebe edebiliriz.” 

Ganetski’den sonra, Ermenistan Dışişleri Halk Komiseri A. Mravian söz aldı. Onun neler konuşacağı, Türk Hey’eti tarafından merakla bekleniyordu. Onun burada düşmanca bir tavır sergilemeyeceğini, aksine Türklerin emperyalistlere karşı devam ettirdiği mücadeleyi desteklediğini, dostluk duygularının sağlam temellere oturtulacağını, şu anda olduğu gibi sonra da dost Türkiye’ye karşı 
iyi niyet içinde olacaklarını ifade eden nutku, dikkatle ve heyecanla dinlendi. 
Diğerleri gibi A.Mravian’ın bu nutku, Kars Andlaşması tutanaklarına geçmiş, Ermenice, Türkçe, Rusça, Fransızca, Azerice ve Gürcüce’ye çevrilerek, metinde yer almıştır. Diğer taraftan Varlık gazetesi de 20 Ekim 1921 günlü nüshasında, tamamına yer vermiştir. 

Ermenistan Hariciye Komiseri A.Mravian’ın nutku şu şekilde olmuştur; 

“TBMM Hükûmeti’nin muhterem murahhasları ile Mavera-yı Kafkas’ın Azerbaycan, Ermeni ve Gürcü kardeş Sovyet cumhuriyetleri murahhasları arasında Kars’ta kurulan I. Konferansın açılması münasebeti ile kendi ahâlimiz gibi biz murahhasların dahi beslediğimiz duygular ve temennileri burada, sizin huzurunuzda arzetmek vazifesini Kafkas Ardı Cumhuriyetleri murahhasları, benim uhdeme tevdi ettiler. 

Biz buraya düşmanlık duygusu ile gelmiyoruz. Ve avam-perest millîyetçi hükûmetlerden tevarüs eden münakaşaya sebep olmak haysiyetiyle merdud olan nizalı mes’eleleri bugün ortaya koymak için de bizim hiçbir meramımız yoktur. Hayır, bizi şimdi düşündüren şey, bu mes’eleler ve düşmanlı duyguları değil, biz samimî bir arzuyu taşımaktayız ve kat’iyyen kaniiz ki vatanını müdafaa için ayaklanan bir millet galip, düşman mağlup olacaktır. 

Bu konferansın Kafkas ardı cumhuriyetlerinin Türkiye’ye karşı dostluk duygularını kuvvetlendireceğinden ve Türkiye’nin de kendi arkasında düşman bulunmadığını ve milletin emel ve arzusunu çiğnemek isteyen emperyalizme karşı açtığı mücadelede komşularının kendisine karşı bir meyil ve incizab duyduklarını öğreneceğinden eminiz. 

Muhterem Murahhaslar! Biz bu konferansa galip ve mağluplar gibi gelmiyoruz. Düşmana mukavim bir milletin mümessilleri bulunan sizlerin yanına biz dost gibi geliyoruz. Ve milletinizin mücadeleden muzaffer olarak çıkacağını size müjdelemekle mes’uduz. 

Büyük Rusya düşmanlarını mağlup edebildi. Çünkü büyük Teşrin-i sani ihtilâlinden fütuhatını muhafazada pek derin alâkası olan işçiler ve köylüler kütlesi kahramanca bir azim ile Rusya’nın müdafaası için ayaklandılar. Rus milletinin inkılap mübarezesi kaniiz ki menfaat temin etmek ve Türk milletini ezmek kasdi ile şimdi Anadolu toprağında muharebe eden İtilâf devletlerinin ücretli asker uşaklarını mağlup edebilecek olan Türk Milleti için yüksek bir misâl teşkil ediyor. 

Kafkas ardı milletleri emindirler ki bu konferans Türk milleti ile dostluk ve kardeşlik itilafı akdi için sağlam bir temel hazırlayacak ve bizler de bu itilaf temeline dayanarak bundan böyle nizalı mes’eleleri Sovyet Cumhuriyetleri arasında o türlü mes’elelerin tesviye edilegeldiği bir kolaylık ve çabuklukla halledebileceğiz. Türk milletine karşı pek asil ve ulvî duygular beslemekte bulunan üç Sovyet Cumhuriyeti murahhas hey’etleri konferansı selâmlamak resmini ila eder.”16 

13 Ekim 1921 Perşembe günü saat 14.00’de imza edilen barış büyük bir sevince sebep oldu. Bu mutlu gün şerefine önce Kâzım Karabekir’in ve sonra da Ganetski’nin, ilk nutuklardan daha farklı olarak şu hitabede bulundukları gözlenmektedir. 

Kâzım Karabekir’in Nutku; 

“Muhterem Yoldaşlar, 

Kars’ta imzaladığımız bu ahitnamelerle Türkiye ve Kafkasya halkının emin, müsterih bir hayata mazhariyeti esbabını temin etmiş oluyoruz. Komşuluk hakkını, komşuluk samimiyetini artık ebedî olarak mahfuz tutmaklığımız için mekteplerimizle, gazetelerimizle nutuklarımızla halkın ruhuna muhadenet hislerini sindirmeliyiz. Biz birbirimizin kanını dökerken uzak ufuklardan bize müstehziyane gülenleri bizim kanımızla servet ve saadetini artıranları halkımıza göstermeliyiz. Tâ ki hakikat güneşi her vicdanı parlatsın ve artık samimiyet 
ve dostluk zeval bulmaz bir şekilde gönüllerde köklensin. Bu tarz-ı mesaî hükûmetlerimize olduğu kadar münevverlerimizin de üzerine düşen faziletkârane bir borçtur. Bunu öyle bir azim ve kudretle yapmalıyız ki bir taraftan halkımız irşad olunurken diğer taraftan da bizim bu birliğimizi menfaatlerine mugayir bulan yabancıların elinde birer vasıta-i nifak olan bazı kimselerimizde artık utansın. 
Şarkta kurulan samimiyet ve muazzam bir eserin şanlı âmilleri olan sizleri ulvi bir gaye için birleştiğimiz şu salonda son defa olarak selâmlarken pek samimi bir surette mütehassis bulunuyorum. Bu salonda artık vazifemiz hitâm buldu. 

Bu konferansın in’ikadı müddetince bize mesaileriyle muavenet eden bütün rüfekâmıza Türk hey’et-i murahassasının en samimi teşekkürlerini iblâğ eder ve 
Mavera-yı Kafkas ve Rus dost ve kardeş milletlerinin büyük bir saadet ve refaha nailiyetini samimi kalbimden temenni ederim.” 

Yoldaş Ganetski’nin Nutku: 

“On sekiz günlük mesaiden sonra bir dostluk ahitnamesi imza ettik. Konferansın müzakeratı esnasında iktisadî sıkı bir ittihad temini meselelerini hayli münakaşa ettik. Her iki taraf gerek siyasi ve gerek iktisadî mesailde birbirine karşılıklı dostane ve samimâne bir müzaherette bulunursa takarrür eden esaslar kolaylıkla tatbik edilmiş olur Kafkas ardı milletleri kendi kalplerini dolduran hissiyatın aynını Türk milletinde de bulacaklarından şüphe etmemektedirler. 
Bu tarihî vesikanın cihanşümul bir mahiyeti de vardır. Bu muahede bütün şark milletlerine rehberlik eden bir yıldız olacak ve bu milletler haris emperyalistleri kovmak için ittifak edeceklerdir. 

Bütün şark milletleri bugün yalnız bir fikir etrafında, bir emel etrafında ittihad ediyorlar: O da hürriyet, müsavat ve bütün milletlerin kardeşçe birleşmesidir. Şark bugün artık ayaklandı ve kendisini ezen, tazyik edenleri mağlup etmeden kendisine istirahat yoktur. 

Şarka düşen tarihi vazife, yeni bir âlem husule getirmek, içinde esaret bulunmayan müsavat ve hürriyet esasına müstenit bir âlem doğurmaktır. Haris emperyalistler bu ittihadın karşısında titriyorlar. Zalimler anlıyorlar ki bu ittihada bütün dünyaya hâkim olacak bir kudret mündemiçtir. Kars’tan ayrılırken bize gösterilen uhuvvetkârane teşyiin tatlı hatıralariyle meşbu’ olarak gidiyorum. 
Ahali bu mes’ut hâdiseden doğan sevinci göstermek için kamilen sokaklara dökülmüş, bu halk Türk milletinin Rus ve Kafkas milletlerine karşı olan dostça ve kardeşçe hissiyatını gösteriyor. Kardeşçe birleşmemiz günden güne kuvvet buluyor ve bütün Şark milletlerinin birleşmesini husule getireceğimiz güne artık yaklaşıyoruz. Bu birleşme dünyayı da değiştirecek, yenilmez bir kuvvet olacaktır. Binaenaleyh bugün bütün varlığımızla bağırabiliriz: Güneş yine şarktan doğuyor...”17 

Moskova ve Kars Andlaşmaları, TBMM’nde bahis konusu edilmiş ve geçirdiği safhalar hakkında bilgi verildikten sonra Yusuf Kemal, şu tarihi açıklamada bulunmuştur (13.09.1337): 

“BMM Hükûmeti ile Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında Kars’ta toplanacak konferans hakkında malûmat vermekliğim emir buyuruluyor. 
Bu meselenin kısaca tarihçesinden bahsetmek lazım gelmektedir. Rusya ile, üç cumhuriyet hakkında görüştük. Sonunda Moskova Muahedesi yapıldı. 
Sonra, Moskova’dan, Bakû’ye gittik. Azerbaycan hükûmet reisi Neriman Nerimanof ile görüştük. 
Nahcivan için hakk-ı himayeyi asla üçüncü bir devlete terk etmeme kararı aldık. Sonraki konferansın Baku yerine Kars’ta icra edilmesi müzâkere edildi. Ankara, ve Sarıkamış üzerinde duruldu. Sonuçta Kars’ın en elverişli yer olduğu anlaşıldı. Sonra, murahhasların tespiti yapıldı. Gümrü Muahedesi’nin hukukî geçerliliğini söyledik. Karşı taraf ise Moskova Andlaşması nedeni ile özelliğini kaybetmiştir dedi. Az sonra, Ruslar, Gümrü’nün terki için nota verdiler. Kâzım Karabekir, sonunda, şehri boşalttı. Batum ve Trabzon üzerinden Ankara’ya döndüm”. 

Kars milletvekili; Cavid Bey ise daha önce doğu harekâtında, Kafkas Tümeni Komutanı ve Kars Müstahkem Mevkî Komutanlığı yapmıştı. Albay rütbesi aldıktan sonra, TBMM’ne katılmıştı. Yakından katıldığı Kars ve çevresi alaylarının kronolojik değerlendirilmesini yaparak, Rusya’nın ve bağlı cumhuriyetlerin mevcut durumlarını anlattı. Çiçerin ve Ermeni farkının olmadığını, birlikte hareket ettiklerini söyledi. Sınır üzerindeki Nahçıvan, Iğdır ve Sürmeli’nin durumuna temasla, dikkatli olunmasını önerdi. İstanbul milletvekili 
Ahmed Ferid ise; “Binaenaleyh Kars’ta toplanacak böyle bir konferansa gönderilecek murahhaslar millî çıkarlarımız nokta-ı nazarından, bu işi başarabilecek kişiliktedirler” demiştir. 

TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, batılı gazetecilere verdiği mülakatların birinde, Kars Andlaşmasından çok zaman önce, Ermeni sorununa da değinerek, “Ermenilerle aramızda, milletlerin bizzat tayin-i mukadderat etmeleri esasına müsteniden akd-ı sulh edilmiş ve aramızda münâsebat-ı dostane câri olmakla bulunmuştur”18 ifadesini kullanmıştır. 

Kars Andlaşması’ndan sonra, TBMM’nin açılış konuşmalarından birinde, Mustafa Kemal Paşa, milletvekillerini bazı konularda aydınlatarak, “Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları kuruldu ve Kars Andlaşması ile en doğru çözüm şeklini buldu” demiştir. Mustafa Kemal, doğu cephesinde sükunetin elde edildiği ve bazı kuvvetlerin batıya kaydırıldığı, zaferin yakında 
sonuçlanabileceğini ileri sürerken, Ermeniler için en doğru siyasetin yolunu çizmiş ve işaretlerini de vermiştir.19 

Mustafa Kemal gibi Sovyetler içindeki bazı ileri gelen simalar da Kars Andlaşması’nın yorumlarını yapmışlardır. 

G.K.Orconikidze’nin, “Bizim Türkiye ile tek anlaşma politikamız son derece doğru idi. Bu politika, Partimiz kongresinde de onaylanmıştır. 

Bu politika, hem biz hem de Türkiye’ye yarar sağlamıştır. Çünkü, eğer, Türkiye kendi önerisinde ayak direse idi ve eğer Ermenistan’ı elimizden alıp, onu darma dağınık etmek istese idi, Türk halkı ve onun ölüm kalım savaşı, Kafkas ardı halklarından bu ortak yakınlık duygusunu, kuşkusuz göremezdi”20 ifadesi de gerçekten doğru tezleri göstermektedir. 

Çiçerin de, makamında kendisini kabul ettiği ve Ankara’ya Büyükelçi olarak tayin edilen S.İ.Aralov’a da, sıcağı sıcağına, şu öneride bulunmuştur; “13 Ekim 1921’de, Türkiye’nin Güney Kafkasya Cumhuriyetleri ile imzaladığı andlaşmayı mutlaka dikkatle okuyunuz. Bu andlaşmayı, Hariciye Komiserliği, Yakınşark Şubesi Umum Müdürü Sergey Konstantinoviç Pastuhov’da bulabilirsiniz” 
S.İ.Aralov, Ankara’da ve cephelerdeki durumu gördükten sonra, Moskova’ya gitmeden önce, bu değerlendirmelerin ürünü olarak vardığı kanaat ise bir diplomat ağzından yapılmış güzel açıklama olarak kabul edilebilir; “Sovyet Rusya’nın Türkiye ile kurduğu dostça ilişkiler, sömürge köleliğine karşı yönetilen halkların emperyalistçe sömürülme boyunduruğundan kurtarılması için savaşan Lenin’in millî politikasının halkalarından biridir. Daha 1921’de, imzalanan Türk-Sovyet sözleşmesi, doğu sınırlarında bulunan Türk Ordusu’nu serbest bırakmış, böylece Mustafa Kemal’e bu orduyu batıya kaydırarak, emperyalistlere karşı kullanmak imkânını vermiştir. Bu olay, Türkiye’nin galip gelmesinde ve bağımsızlığını kazanmasında büyük rol oynamıştır. Anlaşma gereğince Kars şehri ile birlikte Kars bölgesini ve daha başka noktaları Türkiye’ye vermemiz, Türk halkının moralini yükseltmiş, doğu sınırlarından yana yüreklere su serpmiş, Sovyet Rusya’nın, inkılapçı Türkiye’nin iyi bir komşusu ve candan dostu olduğu kanısını kökleştirmiştir”.21 

Kars Konferansı ve önemi üzerinde Sovyet dünyasında Moskova gibi değerlendir melerde, Bolşevik eğilim kendisini her fırsatta göstermektedir. Burjuva sınıfına dayalı -ki gerçekte böyle değildir-Kemalciler ve Bolşevik ilkeleri ile ön yargılı bazı araştırıcılar da, konferans için yine de ilgi çekici sözler kaydetmektedirler. 

A.Bagidov (Vahidov), “Kurtuluş Savaşı Yıllarında Azerbaycan-Türkiye İlişkileri”nde, Kars Konferansı’nda, tarafların uzun görüşmeler sonunda uzlaşmaya vardıklarını, 13 Ekim 1921’de, Trans Kafkasya/Kafkas Ardı Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında, dostluk anlaşmasının imzalandığını, tarafların hâkimiyet ilkelerini kabul ettiklerini, rejim öncesi yürürlükte olan bütün andlaşmaların da fesh edildiğini belirtmektedir.22 

A.Şamsutdinov da, Kars Andlaşması’nın politik bir öneme sahip olduğunu, Kafkaslarda her an çıkması muhtemel savaş tehdidini ortadan kaldırdığını, Türkiye ile bu cumhuriyetlerin barış, iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerinin de böylece temellerinin atıldığını yazmaktadır. Ona göre, Moskova’da olduğu gibi, Kars Andlaşması’nda da Türkiye kuzey-doğu sınırlarının dokunulmazlığını garanti etmiş, çok kritik zaman yaşadığı için de bu tarafta artık orduya ihtiyaç kalmadığını, kuvvetlerin de aşamalı olarak batıya Yunan Cebhesine 
gönderildiğini kaydetmektedir. Aslında, Konferans öncesi, Türkiye, düşmana karşı ilk ciddi sınavını vermiş, Yunanlılara da ağır bir darbe indirmiştir. Moskova’daki Lenin ve Stalin gibi liderlerde, fırsat buldukça, Yunanlılarla mücadelenin safhalarını takip etmekte, bu nedenle de Ali Fuad Paşa’dan bazı açıklamalar yapması konusunda ricada bulunmuştu.23 

Varlık Gazetesi Haberleri 

TBMM’nin ve dolayısıyla Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin resmi organı durumundaki Varlık Gazetesi, bir kasaba ortamında yayınlanması 
nedeni ile diğer gazetelerden farklıdır. Sarıkamış’taki basımevinde hazırlanan ve yayınlanan gazetenin sahibi ve sorumlu müdürü Yusuzâde Yusuf (Arpaçay) (Gümrülü), Başyazarı da Feyzullah Sacid idi. Perşembe günleri haftalık olarak kamuoyuna arzedilen gazete, Türk milletinin kurtuluşunu düşünen ve bu konuda düşünen yazarlara açıktı. Bazı yayın şartları arasında dilin açık ve anlaşılabilir 
yâni Osmanlıca’dan uzak olması öngörülüyordu. Yedinci sayıdan dokuzuncu nüshasına kadar, üç hafta müddetle, Kars’taki konferans ve bunun çevresinde gelişen olayları bahis konusu etmekte ve başyazısında da Sovyetler ve Türkiye açısından önemi üzerinde durulmaktadır. 
“Kars Muahedesi, Türkiye ve Kafkas Hükûmetleri Muahedesi, Biraz İnsaf, Kars Konferansı Açış Konuşmaları, Moskova Andlaşması’nın Kars’da Onaylı Nüshalarının Taraflara Sunulması, Kars Konferansı Açıldı, Batum Limanı ve Muhtar Acara SSC ile Gürcistan SSC’nin son durumları, Konferansın kapanış konuşmalarında Kâzım Karabekir ile Yakov Ganetski’nin nutukları tam metin 
olarak verilmektedir. Varlık Gazetesinde bu tarihi anları Yunanlılara karşı kazanılan zaferler ve Fransızların masaya oturma istekleri de müjde olarak verilmektedir. 

Varlık nedense, Andlaşmanın yorumlarına yer vermemektedir. Sadece, Eylül ve Ekim 1921’de cereyan eden olayların tanıtımı, nasıl meydana geldiği vurgulanmaktadır.24 

Erzurum’daki Harp Esirlerinin Serbest Bırakılması (17 Ekim 1921) 

Kars Andlaşması’nın 16.maddesi Ermeni askerî ve sivil esirlerin salıverilmesi hakkında idi. Bu sebeple, Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi dahilinde I. ve II. kafileler oluşturularak 600’e yakın subay ve diğerleri hemen yola çıkarıldı. Trenle Erzurum, Sarıkamış, Kars ve Başgedikler yolu ile sınıra intikal ettirildi ve Gümrü’de Ermeni makamların sorumluluğuna bırakıldı. 

Erzurum Mevki Kumandanı Emin Bey ile daha 3 Temmuz 1921’de temasa geçen ve Yakutiye Kışlası’nda tutuklu bulunan Vartan Mihail Arzumanyan, 23 Haziran 1921 tarihli mektubunda Londra, Moskova ve Ankara üçgenindeki gelişmeleri söz konusu etmiş, Türkler ve Ermenilerin nasıl karşı karşıya getirildiğini, bunda taraf olan İngiltere ve Almanya’nın nasıl rol oynadığını da, uzun örnekleri 
ile anlatmıştır. Onun esas vurguladığı konulardan biri de Bolşevizm idi. Lenin’in düşüncelerinin bu yüzyılda hiçbir taraftarı olmayacağını da ifade ederek, “Yakın bir günde Türkler ve Ermeniler için iyi neticelenen bir siyaset meydana çıkar. O vakit, hem siz ve hem de biz mutlu oluruz” demiştir. Şark Cebhesi Komutanı Tuğgeneral Kâzım Karabekir ise bazı konularda yanıldığını, Ermenilerin 
1918-1921 tarihleri arasında kendilerinden beklenilmeyen hareketlerde bulunulduğunu, Dışişleri yetkililerinin Agopyan isminde bir kâtible cevap vermek küstahlığını gösterdiğini, bunun da kabul edilemeyecek hareket sayıldığını ifade etmiştir. Kendisinin Gümrü’de, Ermeni temsilcileri ile bir araya geldiğinde, ikinci defa Ermenileri tanıdığını, bu fırsatı elde ettiğinden söz eden Kâzım Karabekir’in 
mektubuna cevap veren Arzumanyan, kendisinin hatalı anlaşıldığını belirtmiş, gösterilen iyi niyete memnun kaldığını, andlaşma ile de gerçekten karşı tarafı onurlandırdığına dikkat çekmiştir. Aradan üç ay geçtikten sonra Bolşevik Ermenistan’ın da yer aldığı Kars Andlaşması’nın belirtilen maddesinden istifade ile hürriyetlerine kavuşan üst düzey tutuklu Ermeni subaylarının teşekkür mektubu da ilgi çekicidir. Kâzım Karabekir’e göre, bahis konusu mektup, “Türklerin Ermeniler hakkında en medeni milletler gibi hareket ettiğini 
gösteren belgelerden biridir.” Albay B.Tomayan, Alb.Valyoşef, Alb. Arzumanyan, Alb.Avanov, General Araratov ve Korgeneral Primov daha Erzurum’da iken 16 Ekim 1921’de müştereken imzaladıkları mektupta ise şunları söylemiştir; 

“Bugün Ermeni esir zabitleri ve efradı için mes’ut bir bayramdır. Bugün on iki ay süren esaretten sonra biz artık ailemize, vatanımıza kavuşuyoruz. Bizim en büyük âmirimiz olmak hasebiyle zât-ı âlilerine maiyetleri zabitanına biz Ermeni zabit ve neferleri Türkiye’de hakkımızda gösterilen hüsn-i muameleden dolayı bütün kalp ve ruhumuzla arz-ı teşekküre müsaraat eyliyoruz. Biz buradan 
hareket ederken pek güzel hatıraları da birlikte götürmekteyiz. 

Biz emin bulunuyoruz ki, bundan sonra Ermeni askerî size karşı silah bedest olarak bulunmayacaktır. Ve taraf-ı âlilerinden bizlere tebliğ edildiği üzere 13 Teşrin-i evvel 1921’de Kars’da bu husus her iki milletin evliya-yı umuru arasında takarrür ve temin edilmiştir. Biz dahi artık bundan eminiz. İki memleket arasında Türklerle Ermeniler birbirine karşılıklı yardım edecek ve birlikte yekdiğerini müdafaa ve siyanet eyleyeceklerdir.” 

Kâzım Karabekir, Türk Hey’etini Anı’ya ziyarete getirmiş (17 Ekim 1921), Başgedikler istasyonunda iken Erzurum’dan salıverilen ama devlet düzeni içinde, askerlere gösterilen saygı çerçevesinde görüşme fırsatını elde etmiştir. Şark Cephesi Kumandanı, bu münasebetle subaylara ve Erzurum’da iken haberleştiği Arzumanyan’a yüz yüze konuşma fırsatı vermiştir. Başgedikler görüşmesinde, Kâzım Karabekir’in söyledikleri de oldukça manidardır: 

“Bu esirlerle Başgedikler istasyonunda görüştüm. Giden kafile 98 subay, 531 er idi. General Primof, General Araratof ve Albay Arzumanof’u salonuma aldım, bizim Kars Konferansı delegemizle Anı Harabelerinden geliyorduk. Bunlarla da tanıştırdım. Vaktiyle bana mektup yazmış bulunan Arzumanof biraz yalnız kalmak arzusunu gösterdi ve dedi ki; “bundan sonra Ermenilerin Türkler aleyhine -Ruslar harp bile açsa- bir daha harbe girişmemeleri için var kuvvetimle çalışacağım.” Felaketi tekrar tekrar gören subayların da bu fikirde olduklarını söyledi. Generaller de subaylar da güzel sözler söylediler. Subaylar ve erler de memnunlukla teşekkür sesleri yükseltiyorlar. Kendilerine ben de nasihatler ettim. Bizimle samimî yaşamalarını istemeyen devletler bulunabilir, fakat dökülen kanlardan politikacıların yüzü bile kızarmaz. Ermeniler Türk dostluğunu bırakmasalardı bugün daha rahat, daha zengin ve daha kuvvetli olurlardı. Türklerle kaçıncı düşmanlıktır? İstanbul sokaklarında bile Türk-Ermeni kanı dökülmesine dışarının kışkırtmasıyla Taşnak Komiteleri sebep olmuştu. Muş, Adana bölgelerinde Van’da, Bitlis’te velhasıl bizim içimizde bile ne kanlar dökmeye sebep oldular. İşte gerek Umumî Harb’te ve gerekse bizim ölüm-kalım mücadelemizde, bu son mücadelede dahi aynı eller, aynı yüzler görüldü. 
  Eli silahsız halkı her tarafta mahvettiler. Bardız ve Oltu bölgesinde muntazam birliklerimize bile saldırmak cüretini gösterdiler. 

Fakat bizzat gördünüz ki, Ermenilere karşı biz gaddarca hareket etmedik. Ve yalnız ordunuzla harbettik. Silahsızlara dokunmadık. Hatta esirlerinize 
bile. Samimî olmanız için ilk önce komite edebiyatı değişmeli, çocukların daha ilk tahsil devresinde ruhlarına Türk dostluğu, Ermeni kavminin yaşayabilmesi için yegane çare olduğu sindirilmelidir. Ermeni ordusiyle aynı yerlerde yaptığımız ikinci harptir. Her ikisine siz de şahit oldunuz. Bu sonuncusu bizi artık ölmüş zannettiğiniz bir zamanda oldu. Fakat kırılan, ezilen yine siz oldunuz. Üçüncü bir 
mücadeleye artık Ermeni bünyesi hiçbir zaman tahammül edemeyeceğini artık görüyorsunuz. Hiçbir teşvikin artık Ermeni milletini bizimle mücadeleye -velev uzun senelerden sonra dahi olsa götüremeyeceği hakkındaki ilişlerinizi ve yemininizi kutlarım. Daima dost kalalım ve yaşayalım.” 

Ermeni esirleri samimî gösterilerle memleketlerine yollandılar. 

Esir subaylar ve Kâzım Karabekir arasındaki görüşmelere Varlık Gazetesi de yer vermiş, “Avrupa’da, Ermeni milletinin hakiki hayatından malûmatı olmayan üç-beş kişinin ne maksadla yaptıklarını bildiğimiz propagandalarını yalan çıkaran bu belge, gerçeğin doğrulanmasında ne güzel bir vesiledir”. 

Serbest bırakılan subayların düşüncesi, Zengezor’a gidip, başka mücadelede rol almaktı. Ancak, Taşnaklar güçlerini epeyce yitirmişler, Primov ve diğerleri Bolşevik Ermeni Cumhuriyeti’nin kaosu içinde kendilerini buluvermişlerdi. Buna rağmen, Kars toplantısına katılan A.Mravian, andlaşmanın ilk günlerde iyi bir seyir takip etmesinden dolayı da Kâzım Karabekir’e teşekkür etmiştir.25 

Türkiye-Ermenistan Sınırı 

Kars Andlaşması vasıtasıyla TBMM ile Ermenistan arasındaki sınır son şeklini almıştır. Bu sınır, daha önce 1918’de yaklaşık olarak Arpaçay üzerinden geçirilmişti.26 Daha sonra Gümrü Andlaşması’nda (1920) yeniden aynı şekilde biraz daha geliştirilmiş olarak sonuçlandırılmıştı.27 

TBMM’nin, Moskova’da üst düzey toplantı düzenlemesi ve Rusya’nın da Moskova Andlaşması’nı yürürlüğe koyması ile Gümrü’deki tesbit geçerli olmuştur. Kars Andlaşması’nda28 ise Ermeni ve Rus murahhaslar, bazı isteklerde bulundular ise de, Kâzım Karabekir Ankara’nın emirleri dairesinde, bunu hemen reddetmiştir. 
IV.maddenin kabulünden sonra Gürcistan ve Ermenistan sınırı şu şekilde belirlendi. Gürcistan: Sarp-Şavşad Dağı - Kel Dağ, Kür (Kura) girişi, Hozapin (Aktaş Gölü) Başköy Dağı. Ermenistan sınırı ise, en uzun olanı idi. Şimdiki Kars ve Iğdır illerini batıda bırakmaktadır. 

Buna göre sınır: Arpaçay ve Araş boyu olarak ele alınmıştır. Başlangıç noktası Çıldır Gölü’nün doğusunda ve Akbaba Dağı’nın su kesimindedir. Arpa Gölü’nün kuzey batısı ile Çıldır Gölü’nün kuzey-doğusunda, 2891 m. yükseklikteki Akbaba Dağı’nın orta kısmında Türkiye-Gürcistan ve Ermenistan üçgeni oluşmuştur. Arpaçay Vadisi takip edilmiş, Anı öreni Türkiye’de kalmıştır. Gümrü batısında Akyaka/Kızılçakçak, güneyde Anı sonra Magasberd (Üçbölük) öreni Karabağ ve Bagaran/Kilittaşı, sonra Hayribeyli’ye doğru akan Arpaçayı, Türkiye’de, Tuzluca’nın kuzey-batısında Aras’da son bulmaktadır. Bundan sonra, Aras boyu Sederek mıntıkasına kadar Iğdır’ın kuzeyindeki düzlükleri aşan sınırda Markara/Alican geçiş noktası tesbit edilmiştir. Sederek’in Dehne tarafındaki kısmı ise Nahcivan’a dahil olmaktadır. Bu bölgede Nahcivan-Türkiye-İran sınırı göze çarpmaktadır. 

Sınır üzerindeki bazı problemler karşılıklı olarak komisyonlarca incelendi. Andlaşmanın ruhuna sadık kalınarak, diğer maddelerdeki hususlar da 1945’e kadar anlayış içinde halledilmiştir. Fakat, J.Stalin’in uygulamaları ile 1945’de, yapay bir kriz dönemi yaşanmıştır. TBMM’nde, Andlaşmaları tümüne, Rusya’nın yâni SSCB’nin, karşı çıkması ile heyecanlı konuşmalar olmuş ve Kâzım 
Karabekir, milletvekili olarak, tarihi hitabesini yapmıştır. Ermeni ve Gürcülerin toprak talebinde bulunmalarına karşı Moskova sessizliğini korumuştur. Pravda başta olmak üzere Komünist yayın organları soğuk savaşı (voynı frozen) körüklemişlerdir. Bu da yetmiyormuş gibi, Demir Perde siyaseti ile sınırlar, Stalin’in ölümüne kadar kapatılmıştır. Giriş-çıkışlar ise oldukça zorlaştırılmıştır. 

Anı Harabesi Sorunu 

Kars’ın doğusunda, bazı yükseltiler Arpaçayı’na kadar devam eder. Tarihi bir çok savaşa sahne olan Alaca Dağ da Arpaçay ile Büyük ve Küçük Yahnilere batıda ise Kars Ovası’na hâkim vaziyettedir. Kafkaslı kabilelerden Sırak’ların iskân ettiği ve onun için aynı adı alan düzlükler, kuzey-güney doğrultusunda akışını sürdüren Arpaçay tarafından kesilmektedir. Akarsu daha sonra derin bir vadi teşkil 
eder. Aras ile birleşinceye kadar aynı vaziyette kayalık ve derin bir yataktan akışını sürdürür. Bölgenin en önemli şehir-kalesi Anı’dır. Arpaçay’ın hemen sağında Anadolu yakasında yer almaktadır. Ermeniler de dahil bir çok devletin hâkimiyetinde yaşayan Anı, Kars Andlaşması’nın sağladığı imkân ile sınır kenti olmuştur. 

“15 Ekim’de delege hey’etimiz şerefine mükemmel bir at yarışı hazırlamıştık. Çeşitli oyun ve idmanlarla da süslenerek mükemmel yapıldı. 

17 Ekim’de delege hey’etimizi Anı harabelerine götürmüştüm. Başgedikler’e kadar Kars’tan trenle geldik üç sene önce Arpaçayı doğusundan seyrettiğim bu harabeyi bu sefer etraflıca içinden de gezdim. Anı harabesi hâlâ azametini muhafaza eden surları ve kiliseleriyle tarihî bir yerdir. Arpaçayı kısmı gayet uçurum, sarp kayalıktan ibaret bir surdur. Diğer kısımları İstanbul etrafındaki surlar gibi muazzam, bir çok harap kilise binalar mevcut. Büyük kubbeler hâlâ kısmen mevcut. Araplar zamanında yapılmış iki de minare var. Dört köşe kesitli fırdolayı etrafında âyet-i kerimeler var. On beş sene önce Ruslar bu minareden birini fırtınalı bir havada dinamitle yıkmışlar, güya halk yıldırım isabet etti zannedecek. Fakat İslam köyleri hakikati anladıklarından diğerinin yıkılmasından vazgeçilmiş... 

Anı eski Ermeni Hükümdarlarından Bakrat’ların başşehri imiş. 

1045’de Roma İmparatorluğu tarafından zaptolunmuş, fakat 19 sene sonra da -457 hicrî senede- düşmüş. 719 hicrî senede müthiş bir deprem sonunda oturulmaz bir hale gelmiş. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferinden sonra bu bölge Osmanlıların eline geçmiştir -920 hicrî-. Fakat Yavuz, ordusu Kars’tan çekilince İranlıların eline düştü. 

Üçüncü Murat zamanında Kars Kalesi, inşa olunarak artık Elviye-i Selâse Ruslara terk oluncaya kadar Türklerde kaldı. 93 seferi sonunda Elviye-i Selâse ile beraber Ruslara geçti. Kırk sene de Ruslarda kaldı. Umûmî Harb’in son senesi benim kolordum tarafından işgal olunmuştu. Bu seferde inşallah ebedî olarak yine bize geri döndü. Rıza Nur Bey’in Kars Konferansı’nda çekişmelere vesile olacağından, taş taş üstünde bırakılmamasını teklif ettiği bu harabelerin kaldırılmasına maddeten imkân olmadığı gibi bu tarihî yerleri yabancı 
turistler her zaman gezdiklerinden bu gibi teşebbüsler aleyhimize fena propagandalara sebep olur... Kars konferansı’nda gerçi Ermenilere verilmesi istendi ve ısrar olundu ise de konferansı sonuçsuzluğa uğratacak bir olay yapmadı. Durumu delege hey’etimiz de görerek pek memnun kaldılar. 

Bu harabelerde şimdi bizim bir hudûd kulemiz var. Tarihin hükümdarlarına başkent olan bu yerde şimdi beş Türk eri saltanat sürüyor” bilgileri de yöreyi iyi bilen Kâzım Karabekir’e aittir. Kars Andlaşması sonrasında Türk Hey’eti üyeleri 
Ahmed Muhtar, Veli, Memduh Şevket ve diğerleri ile bu tarihi ören yerini ziyaret eden Kâzım Karabekir, Gümrü Andlaşması’ndan beri önemini koruyan ve Moskova’da da müzâkeresi edilen “Anı’nın Ermenilere verilmesi” tezini Ali Fuad Paşa nezdinde karşı çıkmış, Dr.Rıza Nur’un bazı yersiz önerilerinin yerine getirilemeyeceğini de belirtmişti. Kâzım Karabekir, Kars Andlaşması görüşmelerinde de Ermenilerin yine Anı konusunu gündeme getireceklerini, Mutasarrıf Ahmed Es’ad (Uras)ın tesbit ve kendisine bildirmesi üzerine 
öğrenmiştir. A.Mravian ve B.Makenziyan “Anı meselesinde” kendilerine yardımcı olarak, Rus delegesi Garetski’yi belirlemiş ve ondan yeni sınır tesbitinde, bazı ödünler vererek, harabenin Ermenistan tarafında kalmasını istemişlerdi. Kâzım Karabekir, “Ben de Molokan meselesine karşılık, Anı meselesinde delegelerimizin uzun müzâkeresine rağmen, kabul etmediklerine teessüf edince, bu bir hakarettir sözünü geri al, diye misli ile karşılık verdim. Sözünü geri aldı ve bu konuda bir şey söylemedi” bilgisini vermekte, böylece, Moskova Andlaşması’nda, sınır geçen yer olması dolayısıyla, her hangi bir değişikliği de önlemiş oldu. IV.maddedeki şekil itibarı ile Anı, Türkiye’de bırakılmıştır. Böylece, bu tarihi kent mevcut yapısı ile günümüze kadar gelebilmiştir. Çarlık döneminde, Prof.Marr ve 
ekibinin harabelerdeki Türk eserlerini görmezliğe, hatta tahribe kadar varan davranışları, yeni sınır ile bir daha tekrar edememiştir.29 

Kars Andlaşması Metninin Erivan’da Karşılıklı Verilmesi 

Kars Andlaşması’nda öncelikli ele alınması gereken bazı maddeler vardı. Bunlar, 16.maddedeki Batum Limanı ve çevresinin durumu, 14.maddedeki, altı ay içinde 1918-1920 arasında karşılıklı olarak mültecilerin durumunun açıklığa kavuşturulması, 15.maddedeki Kafkas Cebhesinde işlenmiş cinayet vs. konularda genel af ilanı, 16.maddedeki, Ermenistan ve Türkiye’deki esirlerin hürriyetlerine kavuşturulması, 19.maddedeki, üç ay içinde Tiflis, Kars ve Erivan’da, Bakû’de konsoloslukların açılması idi. 

Kars Andlaşması’nın taraflara takdimi töreni için 11 Eylül 1922 tarihi belirlendi. Rusya’nın katılmadığı ancak cumhuriyetlerin temsilcilikleri ile Türkiye’nin de yer aldığı Erivan teati töreninde hâkim olan hava gayet iyimserdi. Türkiye adına Tiflis Temsilcisi Ahmed Muhtar, Hudûd Komiseri Kurmay Yarbay Mehmed Haydar; Azerbaycan’ı: Ticâret ve Sanayi Komiseri Hâmid Sultanov, Gürcistan’ı: Yoldaş Kivirkiyola (Harbiye ve Bahriye Komiseri), Ermenistan’ı da: Adliye ve Amele Müfettişlik Komiseri Yoldaş Şaverdov temsil ettiler. Teati Töreni’nin başkanlığını ise ismi kayıdlara geçmemiş Ermeni murahhas yapıyordu. 

Başkan, öncelikle metinleri heyet sorumlularına verdirdi. Herkes, bu güzel duygular için birbirlerini tebrik ederek kucaklaştı. Ermenistan adına Şaverdov, Türk heyetine hoş geldiniz dedikten sonra, Kars Andlaşması’nın tarihi önemi üzerinde durdu. Böylece yeni bir dönemin başladığını, silahların artık susacağını, anlaşmazlıklar ortaya çıkarsa, bunların karşılıklı görüşülerek halledileceğini vurguladı. 

Üç gün önce Türk ordusunun İzmir’e yaklaşmakta olduğu öğrenilmiş, Emperyalist İngiltere’nin oyuncağı olan Yunanlıların artık Türklerin önünde varlık gösteremeyeceğini ifade ile “bu zafer bütün Ermenistan’ın ve doğunun da zaferidir” diyerek sözlerine son verdi. Komiserler Şurası Başkanı Yoldaş Logos, İcra Komitesi Başkanı Yoldaş Hamparsum’un ve diğerlerinin kutladığı konuşmasında Ahmed Muhtar Bey, Türk-Ermeni ayrılığının yönlendiricilerinin Çarlar olduğunu, son savaşlarda gerginliğin daha da arttığını, ama Kars Andlaşması ile tarafların artık uzun bir barış hayatı yaşayacağını, sonsuza dek devam edeceğini söyledi. Son olarak da;

 “Yaşasın Doğu Milletlerinin sonsuz dayanışması... 
Yaşasın Türk-Ermeni dostluğu...” hitabesinde bulundu. Ahmed Muhtar’ın nutkunun tercümesini Mehmed Haydar yapmıştı. Yine, hazır bulunanlar, onun 
aracılığı ile Ahmed Muhtar nezdinde, Türkiye’ye karşı olan duygularını dile getirdiler. Akşam yemeği Ermeniler tarafından verildi ve gayet samimâne devam etti. Ertesi gün, Türk Konsoloshanesinde, otuz kişinin katıldığı yemekte Ahmed Muhtar, gösterilen yakınlığa teşekkür etme fırsatını bulmuştur.30

DİPNOTLAR;

1 XVII-XVIII.yy’a ait Anonim Osmanlı tarihi’nde, Hudud/ Arpaçay; Hudûd-ı Acem, ki Arpa Çayı dedikleri nehr-i azım ve ma’ber-i kadim olmağla olma
   halle vusullerinde, etrafunda müctemi olmuş 200 mikdarı süvari kendülerin K istikbal ve her gün selamlama... 
   Anonim Osmanlı Tarihi, (1688- 1704), (hzl.A. Özcan), Ankara, 2000, s. 141. 
2 Bkz: Akdes Nimet Kurat, Brest- Litovsk Müzakereleri ve Barışı, Belleten, XXXI / 121 (1967). Esin Dayı, Elviye-i Selâse’de (Kars, Ardahan, Batum) 
   Milli Teşkilatlanma, Erzurum, 1997. Serpil Sürmeli, Türkiye-Gürcistan İlişkileri, D.T. Erzurum, 1997. Selami Kılıç, Türk Sovyet İlişkilerinin Doğuşu, 
   İstanbul, 1998. Enis Şahin, Trabzon ve Batum Konferansları ve Antlaşmaları (1917-1918), Ankara, 2002 1878-1914’de Kars Oblastı, Kars: Savaş 
   ve İhtilal (1914-1921), Kars- Ardahan ve Sovyet İstekleri (1945-1946), Kars’ın Kaybı Yası, XIX. yy’da Kars’ta Türk- Ermeni Savaşı, Ermeni Hürriyet 
   Hareketinde Kars (Bkz, International Conference Series on Historic Armenian Cities And Provinces: Kars and Ani, Costa Mesa/ CALIFORNIA, 2001). 
3 Bkz, Enis Şahin, Diplomasi ve Sınır, İstanbul, 2005, s. 35-55. 
4 J. Dunner, Dictionary of Political Science, N. Jersey, 1970, s. 191-192. G.M. Gathorn- Hardy, The Fourteen Points and The Threaty of Versaılles, 
      London, 1939. T.Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Mütareke Dönemi (1918-1922), İstanbul, 1986, II, s. 245-263. 
5 C. Dursunoğlu, Milli Mücadele’de Erzurum, İstanbul, 1998, s.39. S. Necati, Hatıra Defteri, (hzl: A. Birinci), İstanbul, 1999, s.85-87. 
6 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s.5. K. Atatürk, Nutuk, (hzl. Z. Korkmaz), Ankara, 1994, s.388, 421, 506, 534. 
7 Traite de Paix Entre Les Puissances A lliees etAssociees et la Turqie du 10 Aofît 1920 (Sevres): The Frontier Between Armenia and Turkey as Decided 
   by President W. Wilson, November 22, 1920 Washington 1920. K.Atatürk, Nutuk, s.333. 
8 Kemal Atatürk, Nutuk, s.333. İskender Yılmaz, Gümrü Antlaşması, Ankara, 2001, s. 102-111. 
9 K.Atatürk, Nutuk, s.333. 
10 O.Kaçaznuni, Taşnak Partisinin Yapacağı bir Şey Yok (1923 Parti Konferansına Rapor), (çev. A.Acalıoğlu), İstanbul, 2005, s.62-63, 82. Bkz. Simon 
    Vratzian, Armenia and Armenian Question, (çevr. James G. Mandalian), Boston, 1943. 
11 O.Kaçaznuni, Taşnak Partisinin Yapacağı bir Şey Yok, s.69. 
12 Varlık Gazetesi, S:l, (25 Ağustos 1337), s.l. Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz, s.281-282. A.F.Cebesoy, Moskova Hatıraları, s.246-251. A.N.Kheifets, 
    Sovyetskaya Diplomatiya, Narodni Vostoka (1921-1927), Moskova, 1968, s. 161, 162. Dokumenti Vneşney Politiki SSR, IV, Belge: 195, Moskova, 
    1957-1962. S.Yerasimos, Türk Sovyet İlişkileri: Ekim Devriminden Milli Mücadele’ye, İstanbul, 1979, s.393, 404-405. TBMM ZC, 1338, s.9. 
13 Varlık Gazetesi, (29 Eylül 1337), s.l. 
14 Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz, s.296-299; Ali Servet Öncü, Varlık Gazetesi, s.50-63. Kars Muahedenamesi, İstanbul, 1339, s.1-13. 
15 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1988, s.281. Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara, 1959, s.94. 
16 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.287-288. 
17 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.287-288, 295-297. Varlık Gazetesi, S:6, (6 Ekim 1337), s.2. Varlık Gazetesi, S:8, (20 Ekim 1337), s.2. 
18 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1977, s.320. Hâkimiyet-i Milliye, (17 Ocak 1337), s.l. Görüşme, United Telegraph özel temsilcisine verilmiştir. 
19 TBMM Gizli Celse Zabıtları, (1336), Ankara, 1985, 1, s.226-233. 
20 G.K.Orconikidze, Seçilmiş Makaleler ve Söylevler (1911-1937), Moskova, 1939, s.160. 
21 S.İ.Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, (çev.H.A.Ediz), İstanbul, 1967, s.37, 231. 
22 A.Bagidov, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Azerbaycan-Türkiye İlişkileri. 
23 A.M.Şamsutdinov, Kurtuluş Savaşı Tarihi (1918-1923), (çev.Ataol Behramoğlu), İstanbul, 1999, s.220-224. (=Osvoboditelnaya Voyna Turtsii, Moskva, 1966). 
24 Varlık Gazetesi, S:6-7-8-9, (1 Teşrin-i evvel 1337 - 20 Teşrin-i evvel 1337); bkz: Ali Servet Öncü, Varlık Gazetesi (21 Ağustos 1921-31 Aralık 1923), 
    Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2000. 
25 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.940-945, 976-977. Varlık Gazetesi, S:9, (21 Ekim 1337), s.2. 
26 Enis Şahin, Diplomasi ve Sınır, İstanbul, 2005. 
27 İskender Yılmaz, Gümrü Andlaşması, Ankara, 2001. 
28 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.296 vd. 
29 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s.292-293. Fahrettin Kırzıoğlu, Cihangiroğlu İbrahim Aydın (1874-1948)daki Milli Mücadele’de Kars ve Atatürk ile ilgili Belgeler, 
     Ankara, 1985, s.150-152. 
30 Varlık Gazetesi, S:81, (21 Eylül 1922), s.2. Ali Servet Öncü, Varlık Gazetesi, s.65-66. 


***