Judeo-Hıristiyan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Judeo-Hıristiyan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ağustos 2019 Cumartesi

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 5

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 5



Ancak küresel sermayenin hegemonyası kütlesel işsizliğin patlamasına vesile olmuştu. Daha 2001 yılında yaklaşık bir milyar yetişkin sürekli biçimde işsiz durumdaydı.
106 Eylül 2008’den itibaren bu rakamın en az % 50 arttığı tahmin edilmektedir. Nitekim zamanın IMF Başkanı Dominique Straus-Kahn – ki kendisi küresel sermayenin en güçlü ailelerinden biri olan Kahn ailesine mensuptur- Fas’ta gerçekleştirilen İnsani Gelişim Form’unda yaptığı konuşmada, küresel kriz sebebiyle önümüzdeki yıllarda 400 milyon kişinin daha işsiz kalabileceğini ifade ederek her yerde birinci önceliğin istihdam olması gerektiğini söyledi.107 

“Yaklaşık 500 yıl önce ortaya çıkan Martin Luther’in Doksan Beş Tez’i ve ona karşı alınan tedbirler, ortaya yeni bir Avrupa çıkardı.”108 Hiç şüphe yok ki ABD’yi de ortaya çıkaran, kapitalizm ve kapitalizmin neolberal versiyonunu da ortaya çıkaran temel düşünce judeo-Hıristiyan teolojidir. “Piyasa ekonomisi” ideologlarının krizleri ve felaketleri bu kadar cazip görmelerinin sebebi kesinlikle topyekûn yaratım için tanrısal güçlere duyulan bu arzudur.”109 

Neoliberal altyapının oluşturulduğu, 1978 “Washington Mutabakatı”nın dünyaya deklere edildiği aynı zaman diliminde Judeo-Hıristiyan teolojinin en ateşli 
taraftarları da, Evanjelist Hıristiyanlar ya da Siyonist Hıristiyanlar.110 
Amerikan siyaset ve entelektüel dünyasının en önemli figürleri haline gelmişti. Newsweek 1976’yı “Evanjelistlerin yılı” ilan etti. 1976’da Chuck Colson’un “Born Again”(Yeniden Doğmak) adlı kitabı çok satanlar listesine girdi. Evanjelist Papaz Jerry Falwell, 1979’da “Moral Majority” (Ahlaki Çoğunluk) adlı Evanjelist teşkilatı kurdu.Nihayet neo liberalizmin en önemli siyasi liderlerinden, “yeniden doğmuş”, “kurtulmuş” Evanjelist Ronald Reagan ABD Başkanı seçildi ve ilk sözü “Armagedon Savaşı’na (Kıyamet Savaşı) hazırlanmak gerekir” oldu. 

Evanjelist vaiz Jerry Falwell Hz. Muhammed’e bir televizyon programında “Muhammed teröristtir” sözleriyle hakaret etmişti. Sonra devreye Hollywood yapımı, Müslümanları suçlayan filmler, televizyon dizileri girdi. Nihayet 11 Eylül 2001 ve sonrasında, Afganistan ve Irak’ın Evanjelist-neoliberal ABD Başkanı 
George W. Bush ve neo-con ittifakı tarafından işgal edilmesi. 

Neo liberalizmin teorisyen ve siyasi liderlerinin Judeo-Hıristiyan bir teolojiye sıkı sıkıya bağlı olmaları tesadüfî değildir. Çünkü kurmak istedikleri ütopik “Yeni 
Dünya Düzeni”nin kodları Kabala-Tevrat-İncil kehanetleri içinde yer almaktadır. Mesela: 1- Tek dünya devleti-hükümeti kurulacak111 2- Tek dünya ekonomi yönetimi kurulacak.112 3- Tek dünya dini-senkretik (bağdaştırılmış) bir din, inanç hâkimiyeti tesis edilecek.113 Kısaca neo liberalizmin “elitizmi/seçilmişleri” ile Judeo Hıristiyan teolojinin “seçilmişleri” ilahi bir “misyon”un temsilcileri oldukları iddiasındadırlar. 

Nitekim geçtiğimiz 35 yılda serbest piyasa politikalarının uygulandığı her ülkede ortaya çıkan durum, az sayıdaki büyük korporasyon ile genellikle zengin bir politikacılar sınıfı arasındaki güçlü egemenler ittifakı-iki grup arasındaki muğlâk ve sürekli değişen çizgilerle birlikte- şeklindedir.114 

Eylül 2010’da 140 BM (Birleşmiş Milletler) üyesi devlet, üç gün süreyle fakirlik ve bin yıl hedeflerini değerlendirmek için New York’ta bir araya geldiler. Ancak 
basına yansıdığı şekliyle zirve, “havanda su dövmek”ten öteye geçemedi. BM Genel Sekreteri Ban ki-Moon “Ülkelerarası eşitsizlikler büyüyor, 2015 hedeflerine ulaşmadaki ilerlemeler kırılgan” dedi. On yıl önce, 2000 yılında bir araya gelen üye ülkeler “Bin Yıl Hedefleri” adı altında açlık, fakirlik ve çocuk ölümlerini bitirmeyi hedeflemişlerdi. 

BM tarafından yayımlanan “Yoksulluğu Yeniden Düşünmek; 2010’da Dünyanın Sosyal Durumu” başlığını taşıyan rapora göre durum çok vahim. 1. 5 milyardan 
fazla insan günde 1.25 dolarla ve 3 milyardan fazla insan günde 2.5 dolarla hayatını sürdürmek mecburiyetinde. Dünyada her on kişiden sekizi ise günlük on doların altında bir gelirle geçimini sağlamak mecburiyetinde. Dünya nüfusunun 

7.0 Milyar insandan oluştuğunu belirtirsek vahametin büyüklüğü ortaya çıkıyor. Ve dünyanın en zenginlerinin % 20’si bütün dünyadaki gelirlerin % 75’ini elinde 
tutuyor. 

BM çocuk kuruluşu UNICEF’e göre her gün 24 bin çocuk fakirlik sebebiyle ölüyor. Beş yaşın altındaki çocuk ölümleri oranı, 2009 verilerine göre 8.1 milyon.
Yeryüzündeki toplam 2.2 milyar çocuğun 1 milyarı fakir. Öte yandan BM Gıda Örgütü FAO’ya göre dünyada 925 milyon insan kronik açlık çekiyor. 

BM İnsan Hakları Konseyi üyesi Mary Robinson’a göre bütün bunların temel kaynağı işsizlik. Robinson zengin ülkelerin yoksulluk probleminde duyarsız davrandıklarını da belirtiyor. 

Oxfam adlı küresel yardım kuruluşu ise gıda krizinin çözülmemesinin arkasında siyasi irade eksikliği olduğu ve 2015 yılına kadar açlığı yarıya düşürme sözünün 
2010 yılında çok uzağında bulunulduğunu belirtiyor. 2003-2010 yılları arasında BM’in Bin Yıl Kalkınma Hedefleri projesini yöneten Hintli Salil Shetty 
“Kalkınma hedeflerinin önündeki en büyük engel, nüfusun en fakir kısmı söz konusu olduğunda, insan haklarını hiçe sayan hükümetler. Mevcut şartlarda, insan hakları ihlalleri, en muhtaç ve müşkül durumdakileri kalkınma hedeflerinin etki alanı dışında bırakıyor” diyor.115 

Dünyanın en zengin 15 kişisinin mal varlıkları toplamı, Güney Afrika dışta kalmak üzere, Sahra altı Afrika ülkelerinin yıllık GSMH’leri toplamından daha 
büyüktür. Dünyanın en güçlü ulus ötesi 100 şirketinden her birinin satış rakamları, en fakir 120 ülkenin ihracat toplamından daha yüksektir. Dünya Ticaret hacminin yüzde 23’ü en güçlü 200 ulus ötesi şirketin kontrolü altındadır.116 

Hâlbuki özellikle son 30 yıldır söylenen: “Küreselleşme herkesin yararınadır. Firavunlar ve onların Dünya Ekonomik Formu’ndaki entelektüel müritlerine göre, eşitsizliklerin ve sefaletin bir daha asla görülmeyecek biçimde ortadan kaldırılabilmeleri için gezegeni özelleştirmek ve ‘stateless global governance’ durumunu yerleştirmek yeterli olacaktır. İşin gerçeği, finans sermaye egemenleri, şimdiye kadar hiçbir papanın, hiçbir kral ya da imparatorun elde edemediği kişisel servetler biriktirmekteler.”117 Öte yandan artık “beş yıl sonra küreselleşme kelimesini hatırlamayacağız”118 ama “atı alan çoktan Üsküdar’ı geçti. 

Milletlerarası düşünce kuruluşu Legatum Instutite tarafından Ekim 2010’da yayımlanan “refah listesi”nde Türkiye 2010 yılında 110 ülke arasında 80. sırada. 
Ekonomi, fırsat eşitliğ ve girişimcilik, idare, eğitim, sağlık ve kişisel hürriyet vesosyal sermaye gibi sekiz farklı kritere göre Türkiye 80. Sırayla Endonezya, Ürdün ve Cezayir gibi ülkelerin altında kaldı. Küreselleşmenin teologlarından Bernard Lewis şöyle diyor: “ABD’de iktidar parayla satın alınır. Ortadoğu’da iktidar para kazanmak için kullanılır.”119 

Küresel Ekonomi elbette -Türk ekonomisi de buna dâhildir- neoliberalizm ile ekonomi literatüründe “Flemenk hastalığı” (Hollanda hastalığı) olarak tarif edilen iktisadi hastalığa tutulmuştur. Bu hastalık ekonomide özellikle dar bir kesimin çok karlı/kazançlı olmasının öbür üretim kesimlerini ve/veya toplum kesimlerini baltalaması şeklinde ortaya çıkan durum ile alakalıdır. 

Neoliberalizmin 1980’lerden günümüze, “serbest piyasa” uygulamaları kısaca “paraizm hastalığı” olarak teşhis edebileceğimiz bu durumu “elitleri/seçilmişleri” 
daha zengin hale getirirken devasa kitleleri hiksoslaştırma yönünde bir ekonomik sonuç doğurmuştur. Bütün bunları sözde akılcılığa dayalı “piyasa kanunlarının” 
arkasına saklanan elitist sermaye diktatörlüğü, nihai evrimini tamamlamış, artık değiştirilmesi mümkün olmadığı kanaati uyandırılan bir dünya görüşü olarak dayatmaktadır. 

Ama “serbest piyasa” ne kadar serbesttir? “Serbest piyasa diye bir şey yoktur. Her piyasanın seçme hürriyetini kısıtlayan bazı kuralları ve sınırları vardır. Bir piyasa, ancak sadece altında yatan, göremediğimiz sınırlamaları şartsız olarak kabul ettiğimiz için serbest görünür. Bir piyasanın ne kadar “serbest” olduğunun nesnel bir tanımı yapılamaz. Bu ancak siyasi bir tanım olur. Serbest piyasa ekonomistlerinin sürekli dile getirdiği “piyasayı hükümetin siyasi müdahalelerinden korumaya çalışıyoruz” iddiası yanlıştır. Hükümet her zaman işin içindedir ve bahsi geçen serbest piyasalarda herkes gibi siyasi motivasyonun etkisi altındadır… Göç, maaşlar ve faiz oranları –büyük ölçüde- siyasi olarak belirleniyorsa, bunlar bütün diğer fiyatlar üzerinde etkili olduğundan, diğer tüm fiyatlar da siyasi olarak belirlenir… Nesnel olarak tanımlanmış bir “serbest piyasa” gerçeğinin var olduğu efsanesinin aşılması kapitalizmi anlamaya giden yolda atılması gereken ilk adımdır.”120 Eylül 2008’den bu yana “devlet kapitalizminin” neoliberal “serbest piyasanın” yıkımlarını nasıl tamir etmeye çalıştığına hep birlikte şahitlik etmekteyiz. 

Diğer taraftan teorik olarak “Newton mekaniğine” ve “Öklit matematiğine” dayalı iktisat bilimi, bilim dünyasındaki “kuantum sıçraması” ile ekonominin 
farklı alanlarına farklı bakış açılarını getirmiştir. Klasik iktisadın deterministik felsefesi, “insanlar rasyoneldir” merkezli iktisadi anlayış, kuantum bakış açısıyla artık geçerliliğini yitirmiş olup, “kaos teoremi” ve “kuantum mekaniği” önemli ve yeni iktisat teorilerini de beraberinde getirmiştir. Kaotik modellerin ekonomik ve finans alanında da ortaya çıkması konunun uzmanlarını bu alanda daha iyi tahminler yapmak için kaos ve kuantum kavramından faydalanmalarına vesile 
olmuştur. Kaos teorisinin inter-disipliner pek çok ekonomik modellemede kullanılması klasik iktisadın temel argümanları olan “homoeconomicus”, “rasyonel bekleyişler” ve “görünmeyen piyasa eli” gibi temel teorilerini reddetmektedir. Buna ilaveten “kuantum paradigması” da ekonomik sistemin bütününü doğrusal/düzsel değil, nonlineer bir metotla çözümlemekte ve yorumlamaktadır. Kompleks sistemlerin kaotik yapılarını 1980’lerde fark eden küresel finans elitleri küreselleşme politikası ile birlikte, telekomünikasyon ve internetin de yardımıyla para piyasalarını ve türev ürünleri ekonomik/mali sistem içerisinde nonlineer ve karmaşık metotlarla “serbest piyasalarla” yeni bir felsefe ile çeşitlendirmeyi benimsediler. 

Kaos ve kuantum motivasyonlu yeni ekonomik anlayışı “yeni ekonomi” ve “yenifinans” sisteminin tam merkezine yerleştirdiler. Özellikle finansal kapitalizm “çekirdekli” yeni dünya düzeni ütopyası için geleceğin belirsizliğini kendi menfaatleri doğrultusunda manipüle ederek “yeni bir paradigma ile ekonomik sistemi kotarmaktadırlar.”121 
Öte yandan “davranış ekonomisi” ve “nörofinans” yeni ekonominin 
karar verme mekanizmalarında çoktan yerlerini bilimsel olarak almış bulunmaktadırlar.122 

Bir ekonomik krizi en iyi analiz etmenin yolu “kim satıyor-kim alıyor?” sorusunun cevabını bulmaktan geçer. Eylül 2008’de “patlayan” Wall Street merkezli 
küresel krizde net olarak görünen, kaosun dar/elitist bir kesimin kontrolündeki çok uluslu bir düzine şirketin küresel pazarda oligopol durumlarını daha da güçlendirdiklerini, büyüdükleri ve kârlılıklarını artırdıklarıdır. Yine finansal bağlamda zor durumda olan bazı elitist aile patronajlı şirketlerin de Eylül 2008 krizi ile birlikte pasiflerini aktife çevirdikleri görülüyor. 2012 yılının başındaki görünüm ise kaostan fırsat çıkaran küresel para babalarının borsadan-borsaya ve emtia piyasalarında “altın vuruşlar” ile paralarına paralar kattıklarıdır. “otistik ekonomi” giderek “otistik paraizm”e dönüşmektedir. 

DİPNOTLAR;

1 Costas Lapavitsas, “Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi”, Yordam Kitap, Türkçesi Tuncel Öncel, İstanbul, 2009. 
2 Immanuel Wallerstein, “Tarihsel Kapitalizm”, Metis Yayınları, İstanbul, Mayıs 2006, s. 11. 
3 Immanuel Wallerstein, a.g.e, s. 94. 
4 Ryo Kuroki, “Top Left-Wall Street Kartalını Vurun”, Türkçesi: H. Can Erkin, Bizim Kitaplar, İstanbul 2010, s. 275. 
5 Richard L. Peterson, “Aklın Para Üzerindeki Gücü-Karar Anı”, Türkçesi: Canan Feyyat, Scala Yayıncılık, İstanbul Ocak 2012, s. 27-28. 
6 Ryo Kuroki, a.g.e, s. 276. 
7 Michael Lewis, “Liars’s Poker”, Penguin, New York 1990, s. 15. 
8 Richard L. Peterson, a.g.e, s. 29. 
9 Ryo Kuroki, a.g.e, s. 277-282. 
10 Times Online, September 22, 2008. 
11 IMF-International Monetary Fund-International Financial Statistics, Washington, D.C, Çeşitli Yıllara Ait Veriler; Stuart Holland, Toward a New Bretton Woods, Russel Press, Nottingham, İngiltere, 1994, s. 10. 
12 Council of Economic Advisers, Economic Report of the President 1995, Washington D.C; U.S. Goverment Printing Office, s. 403. 
13 Robert Solow, “Is All That European Unemployment Necessary?” The World Economic Laboratory, MIT Working Paper, No. 94-06. 
14 Prof. Dr. Lester C. Thurow, “The Future of Capitalism”, 1996. 
15 Claudia Goldin and Robert A. Margo, “The Great Compression: The Wage Structure of the U.S at Mid-Century”, The Quarterly Journal of Economics, Şubat 1994, s.4. 
16 Daniel R. Feenberg and James M. Poterba, “Income Inequality and the Incomes of Very High Income Taxpayers”, NBER Working Paper Num: 4229, Aralık 1992, s. 31. 
17 Daniel R. Feenberg and James M. Poterba, a.g.e, s. 5. 
18 Wealth: The Divided States of America”, New York Times, Nisan 23, 1995, s. F.2. 
19 Jim Webb, Wall Street Journal, 15 Kasım 2006. 
20 Dr. Serdar Turgut, “Dışarıdan Bakınca”, Haber Türk, 5 Ekim 2010. 
21 Serdar Turgut, a.g.m, 5 Ekim 2010. 
22 Naomi Klein, “Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi”, Türkçesi, Selim Özgül, Agora Kitaplığı, İstanbul Mayıs 2010, s. 632. 
23 Naoni Klein, a.g.e, s. 632. 
24 Gezegen x= M.Ö. 1649’da son yörünge geçişini yaptığına inanılan, modern astronomların 1930’lardan beri “Gezegen x” kod adıyla araştırdıkları, 3661 yılda bir dünyamızın yakınından geçen Sümerlerin “Nibiru”, Babillilerin “Marduk” adını verdiği dev gök cismi. Bir dizi tabii afete yol açtığına inanılan, “Mısır’dan Çıkış”ın da (Tevrat-Exodus) arasında bulunduğu çeşitli mitlere esin kaynağı oluşturmuş, Eski Mısır’ın “ezoterik” metinleri içindeki İsis-Osiris-Sets-Horus mitleri, Eski ve Yeni Ahit’teki “Muammalara-kehanetlere” kaynaklık eden, başta Orta ve Yakındoğu olmak üzere yeryüzünde siyasi, sosyal ekonomik dengeleri alt üst 
eden ve Maya kozmolojisine göre “beşinci güneş”in bitiş tarihi 2012 yılında dünyamıza çok yakın geçecek olan Marduk, Yeni Dünya Düzeni kurma iddiasındaki küresel egemenler için pagan bir sembol. “Büyük kaos” Yeni Dünya Düzeni için başlangıç teşkil edecek. Marduk büyük kaosa sebep olacak. Milyonlarca insan aç sefil duruma düşecek ve bu durum “egemenlerin” saltanatı için “baş ağrısı” oluşturacak. İşte bu devasakitleler “potansiyel hiksoslar”ı oluşturacak olup, “seçilmişlerin medeniyeti”ni tehdit edebilir. Öyleyse önceden 
tedbirler alınmalı, “potansiyel hiksoslar” tasfiye edilmelidir. 
25 Larry Rohter, “A Widening Gap Erodes Argentina’s Egalitarian Image”, New York Times, 25 Aralık 2006. 
26 Geoffrey York, “Beijing to Target Rural Poverty”, Globe and Mail-Toronto, 6 Mart 2006. 
27 World Institute for Development Economic Research “Pioneering Study Shows Richest Two Percent Own Half World Wealth”, 5 Aralık 2006, www.wider.unu.edu. 
28 Council of Economic Advisers, “Economic Report of the President 1995”, Washington D.C, U.S Goverment Printing Office, s. 276, 311, 326. 
29 Peter S. Canellos, “The Outer Class”, Boston Globe, Şubat 6, 1994. 
30 F. Braudel, “Maddi Uygarlık III. Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVIII. Yüzyıllar”, Gece Yayınları, Ankara 1993, s. 543. 
31 F. Braudel, a.g.e, s. 534. 
32 Prof. Dr. Lester C. Thurow, “Kapitalizmin Geleceği – Bugünün Ekonomik Güçleri Yarının Dünyasını Nasıl Şekillendiriyor”, Sabah Kitapları, İstanbul Mayıs 1997, s. 35. 
33 Word Bank 1978, “The Foreign Exchange GAP Growth and Industrial Strategy in Turkey 1973-1983”, Washington D.C. 1978, Hazırlayanlar: Kemal Derviş-Sherman Robinson ve Jaime de Mello. 
34 W. Kip Viscusi; Joseph E. Harrington, Jr, John Mitcham Vernon, “Economics of Regulation and Antiturs”, MIT Press, 1995, p. 311-342. 
35 T.C. Başbakanlık DİE, İstatistikî Göstergeler 1923-1998, Ankara Ocak 2001, s. 404-405. 
36 Memduh Yaşa ve Diğerleri, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978”, Akbank Kültür Yayını, İstanbul 1980, s. 630. 
37 Korkut Boratav, “Bir Krizin Kısa Hikâyesi”, Arkadaş yayınları, Ankara 2009, s. 54. 
38 Ramazan Kurtoğlu, “İthal İkamesinden Liberal Ekonomiye Geçiş Sonrasında Büyüme ve İşsizlik”, İstanbulÜniversitesi İktisat Fakültesi, Doktora Tezi, s. 673 ve devamı. 
39 DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-1992, DPT Yayınları, Ankara 1993 ve DİE İstatistikî Göstergeler 1923-1992, DİE Yayınları, Yayın Num: 1682, Haziran 1994,Ankara, s. 1-33. 
40 Ramazan Kurtoğlu, a.g. doltora tezi, s.624. 
41 DPT, Yıllık Programlar, http://ekutup.dpt.gov.tr/program/2008/hedef/pdf 
42 Özer Ertuna, “Türkiye Ekonomisinin Kayıp Yılları 1989-2005”, Avcıol Basım Yayın, İstanbul 2005, s. 5. 
43 Özer Ertuna, a.g.e, s.6. 
44 Forbes, Haziran 2010. 
45 Özer Ertuna, a.g.e, 212. 
46 Erinç Yeldan, “2000-2003 Petroliş”, Türkiye Petrol Kimya Lastik İşçileri Sendikası, Yayın 85, Eylül 2003, s. 105-114. 
47 Eşref Bakır, “Yamalı Bohça: Osmanlı ve Türkiye’de Borçlanma”, http://genet.steminet.com/ 
48 William Greider, “Waking up the Global Elite”, The Nation, Ekim 2, 2000. 
49 Prof. Dr. Mustafa E. Erkal, “Bölgesel Azgelişmişlik ve Kalkınma Ajansları”, Türkiye’de Yeniçağ, 16 Mayıs 2010. 
50 Mustafa E. Erkal, a.g. makale, 16 Mayıs 2010. 
51 Erinç Yeldan, “Dünya Ekonomisi İçerisinde Türkiye”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2011. 
52 Newsweek, Counterpunch, 10 Aralık 1971. 
53 Carmen M. Reinhart ve Kenneth S. Rogoff, “Bu Defa Farklı-Finansal Çılgınlığın 800 Yıllık Tarihi”, NTV Yayınları, Türkçesi: Levent Konyar, İstanbul Kasım 2010, s. 352-353. 
54 Şükrü Kızılot, Hürriyet, 3 Ekim 2011. 
55 İrfan Donat ve Ufuk Şanlı, Sabah Ekonomi, 16 Mayıs 2010. 
56 Naomi Klein, “Şok Doktrini-Felaket Kapitalizmin Yükselişi”, Türkçesi: Selim Özgül, Agorakitaplığı, İstanbul Mayıs 2010. 
57 Naomi Klein, a.g.e, s. 8. 
58 Alison Rice, “Post-Tsunami Tourism and Reconstruction: A Second Disaster? Tourism Concern, Londra Ekim 2005. 
59 Alev Alatlı, “Scrödinger’in Kedisi-Kabus” Everest Yayınları, İstanbul 16. Basım, Mayıs 2005, s. 19. 
60 Neil King Jr. Ve Yochi J. Dreazen, “Amid Chaos in Iraq, Tiny Security, Firm Found Opportunity, Wall Street Journal, 13 Ağustos 2004. 
61 Eric Eckholm, “U.S. Contractor Found Guilty of $ 3 Million Fraud in Iraq”, New York Times, 10 Mart 2006. 
62 Naomi Klein, a.g.e, s. 9-11. 
63 Ramazan Kurtoğlu, “İthal İkamesinden Liberal Ekonomiye Geçiş Sonrasında Büyüme ve İşsizlik”, İstanbulÜniversitesi İktisat Fakültesi, Doktora Tezi, s. 670-683. 
64 Stephan Haggard ve John Williamson, “The Political Economy of Policy Reform” 1994. 
65 George Orwell, 1984. 
66 A. E. Hotchner, “Papa Hemingway”, Carrol and Graf, New York 1990, s. 280-Ernest Hemingway’in elektroşok üzerine intihar etmeden önce 1961 yılında söylediği söz. 
67 Sosyolog Daniel Feierstein ve Guillermo Levy, “Hasta que la muerte nos separe: procticas sociales genocidas en America Latina” Buenos Aires, 2004, s. 76. 
68 M. K. Gandhi “Non-Violence- The Greatest Force”, 1926. 
69 Boris Kagarlitsky, “Square Wheels: How Russian Democracy Got Derailed”, İngilizce çeviri: A. Auberbach ve diğerleri, Monthly Review Press, New York, 1994, s. 191. 
70 Richard Cohen, “The Lingo of Vietnam”, Washington Post, 21 Kasım 2006. 
71 Stephen Kinzer’la yapılan mülakat, 21 Nisan 2006, www.democracy.org 
72 Eski Ahid-Yaratılış 6: 11. 
73 Yeni Ahit-Vahiy 21:5. 
74 Ramazan Kağan Kurt, “Türkler ve Mesihusa”, Truva Yayınları, İstanbul 2007, s. 108-109 
75 Harlan K. Ullman and James P. Wade, “Shock and Awe:Achieving Rapid Dominance”, Washington D.C: NDU Press Book, 1996, s. 110. 
76 Başkan Dwight D. Eisenhower’in 17 Ocak 1961 tarihindeki millete veda konuşması. 
77 Sıla Özçelik, “Yeni Balonlar Şişiriliyor”, Radikal, 6 Kasım 2010. 
78 Ergin Yıldızoğlu, “Dünya Ekonomisine Bakış-Bu Havada Malını Satamazsan Firmanı Satarsın”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2011. 
79 Wall Street Journal, 7 Ekim 2011. 
80 Washington Post, 6 Ekim 2011. 
81 John Helleman, New York Magazine, Eylül 2011. 
82 İnside Job, Yönetmen Charles Ferguson, DVD Film Sony Pictures 2010 
83 Hırs/ Freefall, BBC, DVD film 2010. 
84 Borsa-Para Asla Uyumaz, Yönetmen Oliver Stone, DVD film 2010. 
85 James Rickards, “Currency War-The Making of The Next Global Crisis”, Portfolio-Penguin, New York, 2011. 
86 Tom Danilon, Wall Street Journal, 5 Ekim 2011. 
87 Boston Globe, 24 Eylül 2011. 
88 Financial Times, 6 Ekim 2011. 
89 Soli Özel, ABD’deki Toplumsal Dalga, Haber Türk, 5 Ekim 2011. 
90 Aslı Aydıntaşbaş, Dünya Nasıl Değişir, Milliyet, 10 Ekim 2011. 
91 Sami Kohen, Milliyet, 11 Ekim 2011. 
92 Erinç Yeldan, “15 Ekim: Küresel Direniş Günü”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2011. 
93 Erinç Yeldan, a.g.m. 
94 Mehveş Evin, “Amerikan Sonbaharı”, Milliyet, 4 Ekim 2011. 
95 Nouriel Roubini ve Stephen Mıhm, “Kriz Ekonomisi-Dünya Ekonomisinin Çöküşü ve Geleceği”, Pegasus Yayınları, Türkçesi: Işıl Tezcan, İstanbul Şubat 2012, s. 9-13. 
96 9 Tenths / 9 Ay On Gün, DVD film – Bob Degus filmi. 
97 Neil Postman, “Yeni Dünya Düzeni-Teknopoli”, Türkçesi: Mustafa Emre Yılmaz, Gelenek Yayınları, İstanbul Eylül 2004. 
98 Eric Hoffer, “The True Believer/Kesin İnançlılar”, İm Yayınları, İstanbul, s. 133. 
99 Muharrem Kılıç, “Vahşi Liberalizm-Kapitalizm”, Yeni Hayat, Kasım-Aralık 2007. 
100 DVD film, Yağmuru Bile (Even the Rain), Bir Film. 
101 Pierre Bourdieu, “Politik ist entpolitisiert”, Der Spiegel, Hamburg, Num. 29, 2001. 
102 Derleyen; Fikret Şenses, “Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma”, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 277. 
103 Herfried Münkler, “Yeni Savaşlar”, Türkçesi: Zehra Aksu Yılmazer, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s. 1112. 
104 Margaret Thatcher, “The Collected Speeches of Margaret Thatcher”, Robin Harris Yy., Robson Book Ltd., Londra 1997. 
105 Kutsal Kitap Tevrat, Zebur, İncil, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul Nisan 2010, s. 1275-1277. 
106 ILO (Milletlerarası Çalışma Teşkilatı), Juan Somavia, Reduiere le deficit du travail decent, s. 89, Uluslararası İş Konferansı’na sunulan rapor, Cenevre, 5-21 Haziran 2001. 
107 Milliyet, 3 Kasım 2010. 
108 İlber Ortaylı, “Protestanlık Yeni Bir Avrupa Yarattı”, Milliyet, 7 Kasım 2010. 
109 Naomi Klein, a.g.e, s. 26. 
110 Grace Hallsell, “Tanrıyı Kıyamete Zorlamak-Armagedon Hıristiyan Kıyametçiliği ve İsrail”, Kim Yayınları, Ankara 2. Basım, Nisan 2003, s. 13-143. 
111 Vahiy 13:7; Daniel 7:23. 
112 Vahiy 13:16-17. 
113 Vahiy 13:3,4,8. 
114 Naomi Klein, a.g.e, s. 18. 
115 Le Monde, Ekim 2010. 
116 Human Development Report 2000. 
117 Jean Ziegler, “Dünyanın Yeni Sahipleri ve Onlara Direnenler”, Türkçesi Mahmut Nedim Demirtaş, Altın Kitaplar, İstanbul Haziran 2004, s. 66. 
118 Immanuel Wallerstein, Newsweek 22 Mart 2009. 
119 Bernard Lewis, “Faith and Power”, Oxford Universty Press, 2010, p. 68. 
120 Ha- Joon Chang, “Kapitalizm Hakkında Size Söylenmeyen 23 Şey”, Türkçesi: Belgin Tupal, Say Yayınları, İstanbul 2011, s. 21-27. 
121 Haldun Soydal, “Yeni Ekonomi-Kuantum Nöroekonomi”, Palet Yayınları, Konya Eylül 2010, s. 28. 
122 Richard L. Peterson, a.g.e, s. 17-433. 



***

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 4

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 4


Bu arada “ Tatlı Cadı” olarak tanınan ve 2007’de Citibank hakkındaki raporu ile Lehman Brothers batmadan, Merrill Lynch zora düşmeden önceki ikazları ile 
küresel sermaye “eke”lerinin öfkesini üzerine çeken mali analist Meredith Whitney uyarıyor: “ABD’de yeni meseleler eyaletlerde patlayabilir. Eyalet tahvillerinin geri ödemesinde ciddi problemler çıkabilir.” Forbes tarafından “en iyi analist” seçilen Whitney, ABD “iş dünyasının en güçlü 50 kadını” arasında gösteriliyor. 

Eylül 2008’den itibaren 2011 yılının sonuna gelindiğinde görünen uluslararası ilişkilerde havanın giderek sertleşeceğidir.78 Bugün Amerika’daki işsizlik konusunda suçlu aranınca gözler dışarıya, dikkatler 1978’den beri Washington Konsensüsü ile uygulamaya konulan neo- liberalizmin sebep olduğu yıkımın dışına çekilmeye çalışılıyor. Mesela bugün dikkatler ABD’de, Çin’le olan 278 milyar dolarlık ticaret açığına çekiliyor.79 Bu açığın ise bir hesaplamaya göre ABD ekonomisine 2001- 2010 arasında 2.8 milyon, bir diğer hesaplamaya göre 1990-2007 arasında yaklaşık bir milyon iş kaybına sebep olduğu iddiasına yer veriliyor.80 

Bu iddialarda; Eylül 2008 mali krizden itibaren günümüze, üç yılda 8.5 milyon Amerikalının işini kaybettiği göz ardı edilerek ABD ekonomisini Çin’e karşı korumak gerektiği öne çıkarılıyor. Bu arada Obama liderliğindeki ABD’de Amerikan Senatosu Çin’e yönelik korumacı uygulamalara izin verecek, hatta bunları mecburikılacak bir kanun tasarısını oylamaya başlıyordu. Üstelik bu korumacılığın Çin’den ithal edilen, esas olarak düşük gelirli Amerikalıların kullandığı tüketim mallarının fiyatlarını artırarak fakirleşmeyi daha da artıracağını bile bile yoksul Amerikalıların dertlerini azaltacağı iddiasıyla seçilen “ABD’nin ilk Yahudi başkanı”.81 

Obama tarafından bir ticaret savaşları eksenine oturtuluyor. Hâlbuki Eylül 2008 mali krizinin, dolayısıyla işsizlik başta, topyekûn ekonomik, sosyal ve siyasal krizin müsebbipleri bir avuç seçkin grubun, bankerlerin açgözlülüğünün sonucu olduğu baştaAmerikalılar olmak üzere artık dünya kamuoyu tarafından biliniyor. Üstelik krizin müsebbipleri Obama iktidarları ile birlikte terfi ederek siyasi mekanizmanın da başına geçiyor.822008 yılındaki küresel finansal krizde yüz milyonlarca insan birikimlerini, işlerini ve evlerini kaybettiler.83 Bu nasıl mı oldu?84 Hesaplı kitaplı, din-siyaset felsefesi-ekonomi formatlı, elitist bir Yeni Dünya Düzeni projesiyle. 

Eylül 2008’den bu yana ekonomik kriz “ticaret savaşlarının” ve “kur savaşlarının”85 sınırlarını aşan bir mecraya doğru itiliyor. Çin’e karşı korumacılık tartışmaları, Çin’in serbest ticaret sistemine, daha açık ifadeyle ABD merkezli neoliberal ekonomik modele yönelik bir tehdit oluşturduğu86 ve Çin’in artan jeopolitik etkilerinin, askeri kapasitelerinin tartışmasına ve Çin’in stratejik düşman konumuna oturtulmasına sebep oluyor.87 İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King “Dünya bütün zamanların, en azından 1930’lardan bu yana, en kötü mali krizini yaşıyor” dedikten sonra ekonomiye 75 milyar sterlin basılacağını söylüyordu.88 

Bu sırada ABD’de uzun yıllardan bu tarafa ilk kez toplumsal muhalefet yükselerek yayılmaktaydı. 17 Eylül 2011’de Wall Street’te genel olarak bankalara, finans kurumlarına, özel olarak yoksullaşmaya, işsizliğe karşı başlayan protesto hareketi, hızla ABD’nin 100 şehrine yayılmıştı. Böylece “Wisconsin uvertürü”nden sonra “Wall Street işgal hareketi” Amerikan toplumunun farklı katmanlarından büyük destek görüyor. 

Üç ailenin kontrolü altındaki Amerikan ana grup medyasının önceleri pek görmek istemediği protestoculardan 700 eylemci Zucotti Park’tan yürüyüşe geçen kalabalığa polisin sert müdahalesi ile tutuklandığı gün JP Morgan Chase, New York polis teşkilatına 4.6 milyon dolar bağışta bulunuyordu. 

Çalışma eski Bakanı Robert Reich’e göre Amerikan toplumunun tepedeki % 5 içindeki en yüksek gelirli Amerikalılar toplam tüketimin % 37’sini yapıyorlar. 
En zengin % 1’in toplam varlığı alttaki % 90’ınkinden daha yüksek. İşte bu durumdaki Amerika’da ve Arap ülkelerindeki nesildaşları gibi ekonomik krizin 
üçüncü yılında, kurumsal ABD’ye karşı % 99 hareketi, lidersiz bir başkaldırıyı “Wall Street’i işgal et” sloganıyla başlattılar. 

Gönüllüler ve internet üzerinden başlayan hareket, ABD’nin her bir köşesinde çığ gibi büyüyor. “% 1 her şeye sahip, bizim hiçbir şeyimiz yok. Biz % 99’uz” 
diyen Wall Street işgalcilerinin başlıca sloganları: “Bu düzen devam edemez, zenginler zenginleşiyor, fakirler fakirleşiyor” gibi ve organizasyon modelleri ise neredeyse mükemmel. 

ABD sistemi bu tür protestolarda dile getirilen öfkeleri kendi alanı içinde etkisizleştirmede bir hayli mahirdir. Zira ırk ayrılığından ahlaki değerler üzerinden yapılan kavgalara kadar bir dizi yöntem toplumsal muhalefetin sistemin özüne yönelmesini engeller. Kültürel kod farkları, ortak maddi çıkarları olanların birlikte hareket etmesine izin vermez.89 Öyle ki bu sebeple toplumun en fakir unsurları kendilerini daha da ezecek politikaları isteyenlere oy verir. Thomas Frank “What’s the Matter with Kansas/Kansas’ın Derdi Ne?” adlı kitabında bu çelişkiyi alaycı bir dille anlatır. Paçasını bir türlü 2008 ekonomik krizinden kurtaramayan Amerikan toplumunda Wall Street ve genel anlamda neoliberal kapitalizmin aksaklıklarına yönelik öfke her geçen gün daha da popüler hale geliyor. Mesela 36 yaşındaki Chicago’lu işsiz Raven: “Sisteme başkaldırmak için buradayız. Ülkemizi şirketlerden geri almak istiyoruz. Ve evet, bu tabii ki bir devrim” diyor. Maryland’den 2008’deişini kaybeden Erin ise “Artık orta sınıf yok. Üst ve alt sınıflar var. Ve aşağıdaki herkes üst sınıfı zengin etmek için çalışıyor” diye konuşmasını sürdürüyor.90 

ABD’de önce New York’ta başlayan ve sonra giderek yayılmakta olan gösteriler, halkın geniş bir kesiminin mevcut düzene karşı olduğunu ortaya koyuyor. Şimdi 
bütün dünya “Amerikan Sonbaharı”nın nasıl gelişeceğini ve ne gibi sonuçlar meydana getireceğini merakla bekliyor.91 

Eylül 2008’den beri küresel ekonomik kriz yeni çehreleriyle derinleştikçe dünyanın dört bir yanında protesto hareketleri ve direnişler yaygınlaşıyor. Bunların en anlamlısı kapitalizmin hegemonik merkezinde gerçekleşen, 17 Eylül’den bu yana New York’ta Wall Street yakınlarındaki Zuccotti Park’ta kamp kurmuş olan eylemcilerin “Occupy Wall Street/ Wall Street’i işgal edin” sloganıyla kendiliğinden harekete geçen, şiddet içermeyen eylemcilerin direnişi oldu. Çarpıcı haberler pazarlayarak daha çok tıklanma peşinde koşan piyasa basın organlarının “Wall Street’i işgal edin” çağrısını şu ana kadar sessizce geçiştirme uğraşında olduğu görülüyor.92 

“Amerikan sonbaharı” başlamış durumda. Kitlesel eylemlerin çok kolay olmadığı ve zaten pek de rastlanmadığı ABD’de insanlar, 1930’lardaki işçi hareketleri 
ve 1960’lardaki insan hakları protestolarından bu tarafa en büyük kitle hareketleri içinde. Artık eylemciler sadece “Wall Street’i işgal edin” demiyor, “Hep birlikte her yeri işgal edelim” ve “Biz % 99’uz, onlar azınlık” sloganıyla 15 Ekim 2011 günü bütün insanları elitlere ve onların vahşi finansal kapitalizmine direnişe çağırıyor.93 

Elitlere karşı yürütülen hareketle ilgili aşağıdaki sitelerden bilgi edinmek mümkündür: 

a. Wall Street eylemcilerinin bilgilendirme sitesi: http://occupywallst.org/ 

b. New York’taki eylemi yürütenlerin kamp hayatı hakkında bilgi edinme sitesi: 
http://www.vimeo.com/30081785 

c. ABD düzeyindeki eylemler ve programlarla ilgili bilgi edinme sitesi: 
http://www.occupytogether.org/ 

d. 15 Ekim küresel direniş çağrısı hakkında bilgi edinme sitesi: 
http://15october.net/tr 
www.youtube.com/watchv=PLGIHWrDbhu@feature=youtu.be 

“Evet, Amerikan nüfusunun % 99’u zengin % 1’in kararları altında eziliyor. Adaletin, demokrasinin kutsallığını savunan bir ülkede adaletsizlik konuşuluyor. 
Hukuk ülkesinde hukuksuzluk yaşanıyor… Dünyamız, geri dönülmez bir akşamın ufkunda görünüyor. Zor olacak ama bu sistem değişecek. Çünkü fena halde kokuşmuş durumda.94 Protestoculara katılarak destek veren aktör Mark Ruffalo The Guardian gazetesinde şunları yazıyor: “Mesaj çok net ve basit. Siyasi süreçten parayı çekin, vergilendirmede eşitliği hedefleyin; ırk, sosyal statü, cinsiyet, cinsel tercih gözetmeden eşit haklara saygı gösterin. Yemeğimizi, havamızı, suyumuzu sırf şirketlerin hırsı için zehirlemeye son verin. Wall Street’tekiler ve bankacılık endüstrisi ekonomimizi mahvettiği için sorgulanmalı, insanların birikimlerini çaldıkları için yargı önüne getirilmeli.” 

Bush yönetiminin son günlerinde, Ocak 2009’da, Başkan Yardımcısı “Neo-Con” Dick Cheney, Assosiated Press ajansına bir mülakat verdi. Kendisine 1929 
Büyük Buhran’dan bu tarafa görülen en büyük finansal krizi, yönetimin nasıl olup da öngöremediği sorulmuştu. Cheney’in cevabı; “Hiçbir yerde hiç kimse ne olduğunu anlayacak kadar akıllı değildi. Hiç kimsenin gelen krizi görebildiğini sanmıyorum. Finansal kriz 11 Eylül saldırılarına benziyordu. Felaket gibiydi ama 
öngörülmesi neredeyse imkansızdı” şeklindeydi. “Bu doğru değildir… Son krizin zamanlaması sadece bir güven kaybı mıydı? John Maynard Keynes’in dediği gibi 
kapitalizmin “hayvani ruhu”nun solması mıydı?”95 

SONUÇ 

Esasen Waterloo Savaşı’ndan (1813-1815) beri ama hasseten “Washington Konsensusu”ndan (1978) bugüne insanlığa saygı duymayan, tek gayesi ezoterik 
“Tanrı İmparatorluğu” kurmak için dünyanın tamamına hükmetmek isteyen küresel finans elitlerinin liberal/neoliberal iktisadi-siyasi dayatmaları ile insanlık giderek daha çok yoksullaştırılmakta, “hiksoslaştırılmaktadır”. 

Amaca vasıl olmak için milletlerin maddi ve manevi varlıklarını ortadan kaldırarak onları açlık üzerinden toklukla kolayca terbiye etmek, bütün şeref ve haysiyetlerini ayaklar altına alarak bir aileye, bir millete mensubiyet şuurlarını kırarak sürüleştirmek istiyorlar. Nitekim bir filmde bu husus oldukça etkileyici bir şekilde anlatılıyor.96 

“Beni şeref ve haysiyetime verdiğim değerden dolayı, mezarıma, dikine, ayaklarımın üzerine gömsünler” düsturunu tarihi boyunca benimsemiş olan Türk milleti bu saldırılara en çok maruz kalan millettir. Öyle ki neoliberalizmin son yıllarda “Anadolu’da Türkler azınlıktır”, “Dünyada Türk diye bir millet yoktur”, “Türk milleti uyduruk bir tanımdır” propagandası tesadüfi olmadığı gibi marjinal grupların da projesi değildir. 

Soğuk savaş süresince geliştirilen yeni psikolojik harp metotları ve bu maksatla kurulup, finanse edilen NGO’lar (Non Government Organization) artık neoliberal 
Yeni Dünya Düzeni’nin öncü karakolları niteliğindedir. Sözde çok uluslu, ulus ötesi şirketler ve onların kontrolündeki finans, yazılı basın, televizyon, radyo, sinema ve kültür unsurları birer “teknopoli”97 silahlarına dönüşmüştür. Eylül 2008’de patlak veren Wall Street merkezli küresel mali ve ekonomik kriz ile birlikte neoliberal “paraizm”in elitleri güçlerinin hem zirvesinde hem de daha saldırgan bir tutum sergilemektedir. Ama en zor olanı mevcut durumu koruyabilmek ve zirvede kalabilmektir. 

Endülüslü Kabalist Tevrat tefsircisi İbn Meymun (Meymonides-13. yüzyıl) veAlman Musevisi Amerikalı siyaset felsefesi Profesörü Leo Strauss’un (Ö. 1973) fikirlerinden hareketle Judeo-Hıristiyan teoloji ve siyaset felsefesine dayandırılan ve “kutsal gaye” olarak sunulan, neoliberalizm uygun ortam yaratılarak ülkeleri askeri müdahaleler ile “demokratikleştirmek” gibi bir misyonu kendisine biçmiş durumda. 

“Piyasa her şeyi çözer” denilerek tanrısal bir misyon biçilen bu yaklaşımı Eric Hoffer (ABD 1902- ) 1949 yılında “Kesin İnançlılar” adlı meşhur eserinde şu şe-
kilde değerlendiriyor: “Eğer bir gün özel teşebbüsçülük aldatıcı bir kutsal gaye durumuna gelirse, bu onun artık faydalı ve pratik bir sistem olduğundan şüphe 
edilmeye başlandığına bir işarettir. Gerek aldatma gayreti, gerekse dünya egemenliği gayreti, esasta bazı ciddi bozukluklar olduğunun bir işaretidir.”98 

Neoliberal “paraizm” kontrol altında tuttuğu televizyonlar, radyolar, gazeteler, internet ağları, sinema filmleri, bir kısım akademisyen ve bürokratlar ile hedef ülkelerdeki iktidarları doğrudan müdahalelerle veya dolaylı entrikalarla, finansalbaskı unsurlarını kullanarak kontrol altında tutmaktadırlar. Öte yandan muhalif hareketleri de genellikle kontrol altına alarak hedef ülkelerde ileriki yıllarda işbaşına getirecekleri insanları yetiştirmek için okullar kurmaktadırlar. 

Gelişmekte olan ülkelerde, genel olarak her ülkede kendi gayretleri veya ülkede milli ekonomi oluşturmak gayesiyle sağlanan devlet destekleriyle piyasaya ulaşmış bir elit tabaka vardır. Bu tabakanın Japonya ve Almanya örneğinde olduğu gibi milli burjuva olanı vardır. Bir de Türkiye örneğinde olduğu gibi millilik/yerlilik kimliği ve iddiası taşımayan kozmopolit burjuva olanı vardır. Yine bu sınıfı temsil eden siyasi oluşumlar yanında Türkiye’de olduğu gibi “duruma göre” hareket eden yapılar da mevcuttur. Buna mukabil toplumun % 99’unda solcu, sağcı, milliyetçi, dindar, dinci ve/veya mezhepçi-etnisiteci oluşumlar kurgulanır. Bunlar birbirleriyle sert çatışmalara sokulur. Bu arada neoliberalizmin elitlerinin kontrolü altındaki basın-yayın organları ve NGO’lar halkı “görmesi gerektiği kadarı” ile sınırlı bilgilendirilerek “obskürantizm”i sistematikleştirirler. 

Halkın tepkisi bütün hesapları bozacak noktaya doğru gidiyorsa, kontrol altında tuttukları uygun siyasi muhalifleri kısa süreliğine iktidara taşırlar. Bilerek 
veya bilmeyerek onlar da aynı merkeze hizmet eder. Şayet muhalif siyasi oluşum yeterince kontrol altına alınamıyorsa, devletin temel kurumlarındaki sivil-asker bürokratlardan devşirilmiş ve/veya devşirilenler hizmette kullanılır. Bu sistem “dönüşümlü iktidarları” ya da “paralel hükümetleri” işbaşına getirir 

Şayet büyük halk kitleleri siyasi oluşumlara olan güvenini tamamen yitirmiş ise, ya da “toplum mühendisliği” yoluyla dış ve iç mihraklarca bu noktaya getirilmişse. Bu durumda her ülkede görevi ülkeyi dış düşmanlara karşı korumak olan milli ordular devreye sokulur. Hiyerarşik bir ast-üst yapıya sahip olan ordular siyasi yapılanmalara göre daha kolay kontrol altına alınabilirler. Çaresiz kalan halk, kendi içinden çıkardığı güçlerin siyasi iktidara müdahalesine sıcak bakar. Fakat sonuç tam bir ironidir, paradokstur. Sonuç yine çoğunluğun, halkın ve ülkenin aleyhine çıkar. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi bunun tipik bir örneğidir. 

Sisteme dışarıdan müdahale eden askerlere de güveni kalmayınca, eğer halk kendisi teşkilatlanarak bir çıkış yolu bulamaz ise psikolojik çöküntü yaşar ve toplumun bütün kesimlerinde “epistemik çöküş”ün tezahürleri görülmeye başlanır. Artık büyük halk yığınlarının hedefi; karnını doyurmak, başını sokacağı bir yer edinmek ve sekstir. Milli ve manevi değerler her geçen gün azalır. Aile kavramı, ahlak, hak, hukuk ve başkasına yardım, kitleler nezdinde önemini kaybeder. Neoliberal elitizmin “Tanrı İmparatorluğu” projesinin bir önceki varmak istediği nokta budur. Artık toplum, göklerinde dalgalanan bayrağa aldırmaz. “Aç hür ile tok esir” olmak arasında tercihini tok esir olmaktan yana kullanır. 

Böyle bir “Yeni Dünya Düzeni”nde ülkeler, ülke sınırları, milli bayrak, milli marşlar ve nihayetinde milli ordu gereksizdir. Silahlı güçler kendi insanını yaşadığı yerde tutmakla görevli küresel sistemin jandarmasına dönüşür.99 

Yukarıdaki hususlar hayata geçirilirken, bir taraftan da hedef ülkenin/ülkelerin varlıkları, yeraltı-yerüstü zenginlikleri, toprakları neoliberalizmin elitleri ve/veya 
taşeronları tarafından satın alınır. Köyünde “ağa” olan insanlar, büyük şehirlerin varoşlarında gettolaşarak “ilerideki”/yan mahalledeki apartmanın kapıcısı olunca 
kendini şanslı görürler. 

Gelişmenin ileri safhası “şehir devletleri”dir. Her şehrin “halk tarafından seçilen” (!) belediye başkanı artık “kentlerin seçilmiş kralları”ndan biridir ve neoliberalizmin para babaları ile kenti adına özel anlaşmalar yapabilirler. Merkezi hükümetin yanında mahalli idarelerin de kamu borç batağına saplanması sağlanır. 
Kendi kendine dönemez hale gelirler. Varlıklarını mecburen elden çıkarırlar. İnsanlar köyündeki su pınarlarının, yeraltı sularının “özelleştirme” ile ulus ötesi şirketlere satılmasıyla artık köyünün/ kasabasının suyunu para ile satın alır.100 Artık kentin halkı neoliberalizmin vahşi girdabındadır. Zaten Tanrı İmparatorluğu için gerçekleştirilmek istenen de budur. Bir tek “Pax Roma” diğerleri “Atina modeli” şehir devletçikleri. 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında teorik temeli oluşturulmaya başlayan ve 1970’li yıllarda olgunlaştırılan ekonomide elitist Judeo-Hıristiyan bir modelleme olan 
neoliberalizm başta gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye olmak üzere ABD, Batı Avrupa, Güney Amerika ülkeleri ve pek çok Asya ülkesinde 1978 “Washington Konsensusu”ndan sonra kademeli olarak uygulanmıştır. Ancak 14 Eylül 2008 Wall Street merkezli başlayan finansal krizle birlikte hem teorik anlamda hem de uygulamada çökmüştür. Arkada bıraktığı ise tam manasıyla ekonomik ve toplumsal bir trajedidir. Artık dünya tarihinde hiç görülmediği kadar muazzam büyüklükte bir servet eşitsizliği insanlığın, milletlerin, ülkelerin tepesinde sallanan bir “göktaşı”niteliğindedir.. Açıkçası Milton Friedman (Ö. 2006) ve onun Chicago okulu ekolünün “elitist Chicago boys”ları ekonomik bir mecburiyetin değil, geçici siyasal bir başarının, diktatörlüğün “serbest piyasa” kuralları için tasarlayıcıları, “ekonomik tetikçileri” olarak anılacaklardır. Eylül 2008’den itibaren FED merkezli olarak bütün dünyaya pompalanan 20 trilyon dolar yeni krizlerin habercisidir. 2000-2007 yılları arasındaki dönemde dünya GSMH’si % 3 dolayında artarken, dünyadaki ABD merkezli para arzı % 15 artmıştır. Bunun manası dünya ekonomisindeki para arzı ile dünya GSMH’si arasındaki ilişkide ciddi bir kopuş yaşanmıştır. 

Bu kopukluluk Eylül 2008’den itibaren artarak devam etmektedir. Krizden çıkış için basılan devasa büyüklükteki para aradaki makası daha da açmıştır. 
Bol para ile oluşturulan balon kısa vadeli saadet getiriyormuş gibi görünse de orta ve uzun vadede yeni ve daha büyük krizleri tetikleyecektir. Pierre Bourdieu’nun tanımıyla: “Neoliberalizm bir fetih silahıdır. Öylesine güçlü bir ekonomik kadercilik ortaya koyar ki karşısındaki bütün direnişler manasız gibi görünür. Neoliberalizm AIDS’le aynı şeydir. O da kurbanlarının bağışıklık sistemini yok eder.”101 

“Nasıl ki neoliberal küreselleşme, küresel bir tasarımın sonucunda ortaya çıkabilmiş ve yaygınlaşabilmişse”102 Eylül 2008’den itibaren uygulanan “dünyayı iyice dolarize etmek de bir “hesabın” sonucudur. “Siyasi kamuoyu tarafından uzun süre fark edilmediyse de savaşın çehresi on-yirmi yılda adım adım değişti… Finans biçimlerinin değişmiş olması, yeni savaşların ufukta herhangi bir son görünmeden genellikle onlarca yıl sürmesine de yol açıyor. Dolayısıyla bu yeni savaşların ayırt edici özelliklerini kavrayabilmek için öncelikle ekonomik temellerinin incelenmesi gerekir.”103 Neoliberalizmin siyasi liderlerinden, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, “Toplum yoktur, bireyler vardır”104 diyordu. Thatcher 21 Mayıs 1998 günü de İskoç kilisesi piskoposları ve çömezlerine şu öğüdü hatırlatmıştı: “If a man will not work, he will not eat” (Çalışmayan yiyemez.) Katolik Hıristiyanlığın kurucusu Tarsuslu Musevi Pavlus Selaniklilere yazdığı ikinci mektupta benzer görüşü dile getirmişti.105 Böylelikle neoliberalizmin Sultanı Thatcher Pavlus’a gönderme yapmıştı. M.S. 1. yüzyılda yaşayan Musevi-Hıristiyan Pavlus ile 21. Yüzyılın neoliberal elitlerinin sermaye diktatörlüğü sözüm ona aynı noktada kesişiyordu. 

5. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 3

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 3



Naomi Klein şu tespiti yapıyor: “Ben serbest piyasanın şok gücüne bağlılığını araştırmaya 2003 yılında, Irak işgalinin ilk günlerinde başladım. Bağdat’tan gelen Washington’ın “şok ve dehşeti” şok terapisiyle takip etme konusundaki başarısız girişimleriyle ilgili haberlerin ardından, 2004’teki tsunami felaketinden birkaç ay sonra Sri Lanka’ya gittim ve orada aynı manevranın bir başka versiyonuna tanık oldum: Yabancı yatırımcılar ve milletlerarası kredi kuruluşlarının temsilcileri bu panik atmosferinden, bütün tropikal sahilleri, balıkçılıkla geçinen yüz binlerce insanın su kıyısındaki köylerini yeniden kurmalarına engel olarak, kocaman sayfiye yerleri yapan girişimcilere sunmak için faydalanmak üzere bir araya gelmişlerdi.57 

“Kaderin acımasız bir darbesiyle tabiat, Sri Lanka’ya eşsiz bir fırsat sunmuştur ve bu büyük trajediden dünya çapında birinci sınıf bir turizm alanı doğacaktır” diye açıklama yapıyordu Sri Lanka hükümeti.58 Anlaşılıyor ki terörizm, savaş, tabii afetler ve mali kriz “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı”59 elitleri tarafından Mike Battles’ın değerlendirmesiyle: “Korku ve kargaşa gerçek bir vaat olarak sunulmuştur.”60 Irak’ın işgalinden sonra ortaya çıkan kaos ortamının, eski bir CIA görevlisine göre kendisinin daha önce hiç bilmediği ve tecrübe sahibi olmadığı özel güvenlik alanında kurduğu şirketi Custer Battles’in ABD federal hükümetinden 100 milyon dolar para almasına nasıl sebep olduğunu anlatıyordu.61 

“Bu CIA görevlisinin sözleri çağdaş kapitalizmin sloganı -korku ve düzensizlik, ileriye doğru atılan her yeni adımın katalizörüdür- olarak işlev görebilir… Süper kârlar ile büyük çaplı felaketler arasında kesişme söz konusudur… 11 Eylül 2001 ABD’ye, diğer ülkelere “serbest ticaret ve demokrasinin ABD versiyonunu isteyip istemediklerini sormaktan vazgeçme ve ŞOK ve DEHŞET’le askeri güç dayatmaya başlama konusunda yeşil ışık yakmış gözükmektedir. Serbest piyasa, yani neoliberalizmin dünyaya yayılma tarihinin köklerini kazırken, krizleri ve felaketleri kullanma düşüncesinin ta başından beri Milton Friedman’ın hareketinin çalışma şekli olduğunu fark ettim; kapitalizmin bu fundamentalist biçimi yol almak için daima felaketlere ihtiyaç duymuştur… Daha ziyade, krizlerden yararlanma konusundaki bu geniş deneyler, şok doktrinine sıkı sıkıya bağlılıkla geçirilen 30 yılın birikimini oluşturmaktaydı.”62 

14 Eylül 2008’de ABD’de patlayarak dünyaya yayılan mali kriz 11 Eylül 2001 “zayıf ihtimaller üzerinden küresel şok”63 politikasının finans versiyonundan başka bir şey değildir. 

Yani “yaşanan bu en kötü günler temel ekonomik reformun zaruretini anlayanlara (elitlere) en iyi fırsatları sağlamaktadır.”64 Aslında “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı” insanlığa şunu söylüyordu: “Sıkıp içinizi boşaltacağız, sonra da kendimizle dolduracağız.”65 Yaşanan neoliberal süreci Hemingway’ın 1961’de söylediği şu sözü çok güzel ifade ediyor: “Kafamı yiyip bitiren, her şeyim olan belleğimi silen ve beni işimden alıkoyan bu duygu nereden kaynaklanıyor? Harika bir tedavi uygulanıyordu ama hastayı kaybettik.”66 Mesela 2001’deki mali kriz ile ortaya çıkan “Arjantin’deki imha hareketi kendiliğinden ortaya çıkmamış, tesadüfen ge-lişmemiştir ve hiçbir mantığı olmayan bir olay da değildir: Arjantin milli topluluğunun parça parça ve sistemli bir şekilde yok edilmesidir; bu sıfatla, Arjantin milli topluluğunu dönüşüme uğratmayı, oluşum şeklini, toplumsal düzeni, kaderini, geleceğini yeniden tayin etmeyi hedeflemektedir.”67 Hindistan’ın kurucusu Gandhi daha 1926 yılında şu sözleri ile bugünkü finansal dehşete işaret ediyordu: “Millerler arasında süren silahlı çatışma bizi dehşete düşürmektedir. Fakat ekonomik savaş silahlı bir çatışmadan daha evla değildir. Cerrahi bir müdahaleye benzemektedir bu. Ekonomik savaş uzun süreli işkence demektir. Bu savaşın sebep olduğu tahribatlar, yerinde bir nitelemeyle, savaş literatüründe anlatılanlardan daha az değildir. Sadece öldürücü sonuçlarına alıştığımız için ötekinin üzerine fazla kafa yormuyoruz.”68 

Komünizm zulmünü yaşadıktan sonra bir anda neoliberalizmin bataklığına yuvarlanan Rusya’nın durumunu Rus yazar Grigory Gorin şöyle değerlendiriyor: 
“Yabancılara tuhaf görünse bile, canlı bir şehrin parçaları yerli/milli geleneklerin mevcudiyeti hesaba katılmadan haraç mezat satılamaz… Fakat bunlar bizim geleneklerimiz ve bizim şehrimizdir. Uzun zamandır komünistlerin diktatörlüğü altında yaşadık, ancak şimdi de iş dünyasındaki insanların diktatörlüğü altındaki 
hayatın daha iyi olmadığını gördük. İçinde yaşadıkları ülkenin ne halde olduğu bu insanların umurlarında bile değil.”69 

Michael Ledeen, 2002 yılında yayımlanan “The War Against the Terror Mas-ters” adlı kitabında şöyle diyor: “Yaratıcı yıkım bizim hem kendi topluluğumuz 
içinde hem de dışarıdaki göbek adımızdır. Her gün iş dünyasından bilime, edebiyata, sanata, mimariye ve sinemadan politikaya ve hukuka…” Nitekim Yeni 
Dünya Düzeni’nin hararetli savunucularından Richard Cohen Irak’ın işgali üzerine şu düşüncelerini yazıya döküyor: “Ben 11 Eylül 2001 sonrası dünyada şiddetin 
ölçülü bir şekilde kullanılmasının tedavi edici bir etki yaptığı kanısındayım.”70 

Yeni Dünya Düzeni din, siyaset felsefesi ve ekonomi temelinde yürütülen bir elitizm/seçkinler projesidir. Dini söylemler Batı dünyasının insanlarını iknaya yönelik olup, Judeo-Hıristiyan teolojiyi esas almaktadır. Siyaset felsefesinin esasları ise Kabala, Tevrat ve İncil tefsirlerine dayandırılıyor. Ekonomide ise Waterloo Savaşı’ndan (1813-1815) Eylül 2008 küresel mali krize kadar temel enstrüman küresel finans ve bu gücü elinde bulunduran birkaç yüz kişilik elitler oligarşisi. 

Stephen Kinzer ABD’de Musevi gazetesi olarak tanımlanan New York Times’in eski muhabirlerinden biri. 2006 yılında yayımlanan “Overthrow” adlı kitabında, 
ABD’li politikacıları ülke dışındaki askeri müdahalelere yönlendiren üç motivasyon unsurunun olduğunu belirtiyor. Kinzer ABD’nin 1983’te Haiti’den 2003’te Irak’a kadar rejim değişikliği operasyonları içinde yer almasının üç aşamalı olduğunu ve bunlardan birincisinin ABD merkezli çok uluslu şirketlerden gelen talep olduğunu ifade ediyor.71 

“Tanrı’nın gözünde yeryüzü bozulmuş ve şiddet doluydu artık. Ve Tanrı yeryüzünün bozulduğunu gördü; çünkü dünyadaki bütün insanlar yoldan çıkmıştı. Ve Tanrı Nuh’a ‘İnsanların varlığına son vermeye karar verdim; çünkü dünya onlar yüzünden şiddetle dolu; şimdi yeryüzünü onlarla birlikte yok edeceğim’ dedi”72 

“Ve tahta oturan şunları söyledi: “Bakın, her şeyi yeniliyorum”, Şunu da ilave etti: Yazın bunu, çünkü bunlar güvenilir ve gerçektir.”73 

ABD devlet politikasının temel taşları kurucu elitlerin/ataların Amerikan kimliğine yükledikleri kurucu efsanelerinin köklerinde gizlidir. Bunlar 

a) Vahşi Batı 
b) Sınır 
c) Tepedeki ev 
d) Belirlenmiş Kader’dir ve ABD’nin hem içeride hem dünya ile siyasi-iktisadi- askeri ilişkilerinin politik çerçevesini belirler. 

Yukarıdaki Dört Unsurda Kabala, Tevrat ve İncil kökenlidir.74 

ABD’nin Irak’ı işgalinde kullandığı askeri doktrinin adı ilginç bir şekilde İncil kökenli ve Evanjelist Hıristiyan (Siyonist Hıristiyanlar olarak da anılırlar) 
siyasi/dini söylemlerine uygun olarak “şok ve dehşet” ismini taşımaktadır: “Şok ve dehşet, genelde tehditle işleyen toplumun belirli unsurlarına/kesimlerine, genelde insanlara ya da yönetim kademelerine anlaşılmaz gelen korkular, tehlikeler ve yıkıma yol açan olgulardır. İçinde yaşadığımız ve fırtınalar, kasırgalar, depremler, sel baskınları, kontrol altına alınamayan yangınlar, açlık ve hastalıkla şekillenen tabiat, şok ve dehşet doğurabilmektedir.”75 Ancak asıl tehlikeye, daha yıkıcı tehlikeye ABD Başkanı Eisenhower (1953-1961) küresel finans oligarşisinin hegemonyasına karşı şu tarihi ikazı yapmıştı: “Hükümet konseylerinde askeri-endüstriyel yapılanmaların isteyerek ya da istemeyerek haksız güç kazanmalarına karşı kendimizi savunmalıyız. Yanlış ellerdeki gücün yıkıcılığının ihtimali mevcuttur ve devam edecektir. Bunun hürriyetimize ve demokratik süreçlere zarar vermesine izin vermemeliyiz…”76 

Meşhur İngiliz iktisatçı ve Capital Economist dergisinin yöneticisi Roger Bootle, Kasım 2010’da İş Portföy’ün 10.yıl kutlamaları için geldiği İstanbul Çırağan 
Sarayı’nda bir konuşma yaptı. 

Roger Bootle diyor ki: “Ekonomi tam manası ile bir dine dönüştü ve çok çok aşırı noktalara çekildi. Neoliberal ekonomi kuralları mutlak ve tartışılmaz olarak 
kabul edildi. Böyle bakıldığı içindir ki kimse “piyasalar”ın yanıldığına, yanılabileceğine inanmadı ve malum finansal/ ekonomik kriz patladı… ABD, Japonya ve Batı Avrupa’nın gelişmiş ekonomilerine sahip ülkeler çok büyük borç yükü altındalar. Borçlar sadece kamu borcu değil, özel borçlar da var. Bundan sonrası için ekonomiye çeki düzen vermek gayesiyle ellerinde kullanabilecekleri araçlar da yok. Bilançolar kıpkırmızı borç gösterirken tahvil alımıyla ekonomiyi düzelteceğini sanmak ‘saflık’tan öteye gidemez.” 

Ekonomist Bootle şu sözlerle devam ediyor: “Ekonomide korumacılık koşaradımlarla geliyor. Önce ABD, Çin’e karşı korumacılık kalkanını çekecek, sonra da Çin ABD’ye karşı. Çünkü Çin, ABD’deki istihdam imkânlarını yok ediyor. Bir başka ifade ile neoliberalizmin kalesi ABD’de Amerikalıların işlerini çalıyor… Bu durum ABD-Çin ticaret savaşını tetikleyebilir ki, bunun anlamı 1930’ların hortlamasıdır. Bilindiği gibi 1930’lardan sonra İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.” 

“The Trouble with Markets” kitabının yazarı ve küresel ekonomiye ait isabetli öngörüleriyle tanınan Roger Bootle, krizin en başından beri parasal gevşeme politikalarının işe yaramayacağına inandığını söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Bunun en iyi ispatı 1990’lardaki Japonya örneğidir. Zincirdeki hiçbir halka artık çalışmıyor. Merkez bankalarının parasal genişleme politikaları tamamen psikolojik güveni tesis etmeye yönelik. Bu kararlar da işe yaramayacağı bilinerek güveni sağlamak adına alınıyor. Parasal gevşeme politikalarının iki yan etkisi olacak. Birincisi enflasyon. Ama asıl büyük tehlike ikincisi, alımlarla yeni varlık balonları oluşacak ve şişecek… Kapitalist sistem artık Batı’da hem çok sorgulanır hem de oldukça kırılgan bir hale geldi. Kapitalizm siyasi olarak da tehdit altında. Çünkü artık sıradan insanların finans ve bankacılık sistemi ile bütün sisteme ilişkin bir nefret ve güvensizlik durumu oluştu. Önümüzde ciddi bir ticaret savaşı var. 1930’larda da dünya benzer bir ticaret savaşına girmiş ve ABD yine bu savaşın başını çekmişti.”77 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 2

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 2



İşte 1978 Dünya Bankası Raporu33, 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’yle Türkiye’de uygulamaya konulan neoliberal ekonomi politikalarıyla olanlar da bunların daha beteridir. ABD esas itibariyle 1870-1970 dönemini kapsayan 100 yıllık devrede regülasyon34 ekonomisi uygulamıştır. 1970’lerde uygulamaya koyduğu deregülasyon ekonomisine geçiş sürecinde kişi başına milli geliri 25.000 dolar mertebesindeydi. Türkiye ise 24 Ocak 1980 Kararları sonrasında ve kişi başına milli geliri 1539 dolar35 iken ekonomide deregülasyon politikasına “yönlendirilmiştir”. Türkiye’nin 1923-1979 yıllarını kapsayan 57 yıllık döneminin ortalama yıllık büyümesi % 5.2’dir.36 Neoliberal ekonomi politikalarının uygulandığı 1980-2008 döneminde GSMH büyümesi ortalaması ise yıllık % 4.1 olup 37 bu oran 1998-2009 devresinde % 3.7 civarındadır. Türkiye’nin 1980’de toplam GSMH’si 76.6 milyar dolar, toplam iç ve dış borcu ise 13.4 milyar dolardır. 

Buna mukabil 2009 yılı sonunda ülkemizin GSMH’si yaklaşık 400 milyar dolar 2006’da yapılan milli gelir hesaplama yöntemi değişikliği hariç- iç ve dış borç toplamı 521 milyar dolardır.38 Öte yandan 1980 yılında ülkemizdeki resmi işsizlik oranı % 8.3 iken39 2009 sonunda bu oran % 14 dolayındadır.40 Diğer taraftan Türkiye’de sanayi sektöründe istihdam artışı 1973-1977 döneminde ortalama % 3.6, katma değer artışı % 9.3 iken aynı oranlar sırasıyla 2000-2006 döneminde % 2.5 ve % 5.2’dir.41 Her halükarda 1980’den itibaren uygulanan neoliberal ekonomi politikası ile Türkiye’nin iç ve dış borç stoku çok hızlı bir artış göstermiş, büyüme düşmüş, işsizlik giderek artmıştır. İthalat adeta patlarken sanayileşme,katma değer sağlayan ihracat potansiyeli kaybedilmiştir. Özellikle 1989’da çıkarılan 32 sayılı kanun hükmünde kararname ile Türk sermaye piyasasının tam anlamıyla “invisible hand”in insafına terk edilmesiyle, “1989 sonrası Türkiye, insana ve teknolojiye yatırım yaparak 21.yüzyıldaki konumunu güçlendireceğine yanlış siyaset uygulamalarıyla ortaya çıkan krizlerle uğraşmaktadır…”42 

Netice olarak 1980-2010 “Türkiye Ekonomisinin kayıp yılları”dır.43 

Türkiye’deki dolar milyarderinin sayısı 2002 yılında altı iken, 2009 sonunda 33 olup, yeni dolar milyarderlerinin kazanç kaynağı esas itibariyle finansal enstrümanlardır.
44 Daha da vahim olan Türkiye borç batağına battıkça, yurt dışından gelen sıcak paraya -2010 yılında bile- % 40’lara varan dolar bazında kazanç sağladıkça 
durumun iyiye gittiğini sanmasıdır. Bugün Türkiye ekonomisi hızla yabancıların eline geçmektedir. Türkiye çevresinde oluşan ve kendisi için tehdit oluştura bilecek siyasi gelişmeler karşısında sesini çıkarmamak mecburiyetinde kalmakta, doğan fırsatlardan ise faydalanamamaktadır. Oysa Türkiye’nin yeni oluşturulmakta olan dünya düzeninde kendi inisiyatifleriyle kendi menfaatleri doğrultusunda kararlar alabilmesi gerekmektedir. Türkiye dost kabul ettiği ülkelerin oyununa gelmiştir. Bu oyun Osmanlı devleti için yazılmış olan senaryonun aynısıdır. Kanımızca Türkiye’nin zaman kaybetmeden borç sarmalından kurtulmak, borç batağından çıkmak için ekonomik bir seferberlik başlatması gerekmektedir.45 

Zira 1989-2010 döneminde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası döviz rezervlerini idare eden bir “döviz kuruluşu”, devlet bütçesi bir faiz ödeme planı 
haline dönüşmüştür.46 Cumhuriyet Türkiye’si bu durumun vahametini görmemesi çok şaşırtıcıdır. Günümüzde yaşanan şartlar ile 1838 Baltalimanı Serbest Ticaret Antlaşması sonrasında Osmanlı Türkiye’sinin yaşadığı borç macerası arasında çok net benzerlikler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu ’nun ekonomik çöküşüyle sonuçlanan gelişmelerle bugün Cumhuriyet Türkiye’si karşı karşıyadır.47 

William Greider “Küresel Seçkinleri Uyandırmak” başlıklı yazısında şöyle der:“Önemli toplumsal değişimlerin hemen hemen her zaman ikiyüzlülükle başladığı temel bir gerçektir. Güçlü olanlar önce uygun kelimeleri kullanmaya, daha yüce değerlere bağlı kalacaklarına dair taahhütte bulunurlar… Daha sonra bir on yıl geçer… Esasen bu dönem bir nevi hazırlık safhası olarak anlaşılabilir.”48 

Bugün gelinen durum, giderek daha çok insan ACİZLİK KÜLTÜRÜNÜ VE TESLİMİYETİ yıkmaya, neoliberalizmin küreselleşme denen “liberal faşizm”ini sorgulamaya yönelmektedir. Ancak acil olarak cevaplanması gereken soru şudur: Küresel finans kapitalizminin tabii tamahkârlığının sebep olduğu yıkımdan biyosferi ve “hiksoslaştırılmış” yüz milyonlarca insanı koruyabilecek kadar yakın bir gelecekte hedefe ulaşılabilecek mi?” 

Türkiye 1923-1979 döneminde, bilhassa Atatürk dönemi ile 1961-1979 planlı kalkınma döneminde bölge ve yöreler arası dengesizlikleri azaltmak için birçok 
politika uygulamış ve kamu sektörü –eksikliklerine rağmen- üstüne düşen görevi büyük ölçüde yerine getirmiştir. Ancak 1923-1979 dönemindeki milli ekonomi 
politikaları 24 Ocak 1980 sonrası uygulamaya konulan neoliberal politikalarla etkisini giderek yitirmiştir. Üstelik son yıllarda AB üyeliği gerçekleşmemesine rağmen, bir de AB tarafından dayatılan BÖLGE KALKINMA AJANSLARI ortaya çıkmıştır. Uygulanan iktisat politikalarında ciddi devletlerin hesaba kattığı milli 
ve iktisadi bağımsızlık, kamu yararı gibi hususların göz ardı edilmesi, dış dayatmalarla özelleştirme ve serbest piyasa yöntemlerinin öne çıkarılması, dengesizlikleri azaltıcı değil, daha da artırıcı olmaktadır. Bugüne kadar sekiz bölgeye ayrılan Türkiye’de 26 kalkınma ajansının kurulduğu ve ülkeyi eyaletlere ayırarak federal rüzgârların esmesine yardımcı olacak bir projeyle karşı karşıyayız.49 

Küresel kapitalizme daha fazla eklemlenmeden başka bir işe yaramayacak olan bu ajanslardan, işsizliğin ve yoksullaşmanın arttığı günümüzde çare beklemek anlaşılır gibi değildir. Ankara’yı devre dışı bırakarak her bir ajansın kalkınma kurulunu yabancı ülkelerle doğrudan temasa sokabilecek ve kamu denetimini, merkezi bütçeyi dışlayacak bir model; bölgesel kalkınmaya değil, proje veren çok uluslu şirketlere yarayabilirler. Bunları görmemek kısaca “liberal körlüktür”.50 

Türk ekonomisi 24 Ocak 1980 Kararlarıyla başlatılan bir süreçte, 2011 yılı sonuna geldiğimizde vahşi bir dönüştürme süreci yaşamış ve “paraizm” hastalığına tutulmuştur. Neticede Türkiye ekonomisi bugün “uluslararası sermaye girişleri arttığında büyüyen; sermaye girişleri yavaşladığında ise durgunluğa sürüklenen ve hatta krize giren, edilgen bir konumdadır. Türkiye ekonomisinin dış sermayeye aşırı bağımlı ve dış borçlanmayı özendirici bu kırılgan yapısı son 20 yıldır izlenen denetimsiz finansallaşma ve çarpık küreselleşme politikalarının sonucudur.”51 Eh daha 1971’de, 1978 Washington Konsensusundan önce, Newsweek dergisi şöyle bir tespitte bulunmuştu: “Para ile siyaset arasında o kadar organik bir bağ var ki, bir reform beklemek, bir cerrahtan kendisine açık kalp ameliyatı yapmasını istemek gibi bir şeydir.”52 Zira “bazı borç krizleri, ülkelerin reytinglerinin yükseldiği, OECD’ye katıldığı (örneğin; Meksika, Kore, Türkiye) ve genel olarak uluslararasıtopluluğun öne çıkan çocuğu olmasının (Örneğin; 2001 sonundaki çözülmesi öncesinde 
1990’lar sonundaki Arjantin) hemen ardından meydana geldi… Sermaye akışı ve borç ödeyememe durumlarının görüldüğü döngüler, bu bölgelerde en azından 1800 yılından beri görülmekteydi.”53 Nitekim Türkiye 1838-1914 liberalizmi döneminde 1854’ten itibaren trajik borç ödeyememe durumu ile karşılaşmıştı. 
Benzer durumları 1946’dan itibaren ancak hassaten 24 Ocak 1980’den günümüze neoliberalizmin Ortodoks uygulamaları ile aynı meddi cezirleri yaşamaktadır. 

Neoliberalizmin 30 yıllık uygulaması sonucunda “Türkiye ekonomisini 50 şirket yönlendirmektedir.”54 Gerçekten de TÜİK verilerine göre, 2010 yılında 
185 milyar dolar ithalat, 113 milyar dolar ihracat gerçekleştirilen Türkiye’de ithalatın 89 milyar dolarını (% 49), ihracatın ise 45 milyar dolarını (% 40) 50 şirket yapmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2010 yılı sonunda % 61 seviyesine düşmüş olup, geçmişte Türkiye’nin yaşadığı mali krizlerin temel göstergelerindenbiri de ihracatın ithalatı karşılama oranının bu seviyelere düşmüş olmasıdır. Öte yandan kurumlar vergisinin % 52’sini 50 şirket ödemiş. İlk 20 şirketin ödediği kurumlar vergisi oranı ise % 45. Daha 2011 yılı resmi sonuçları “resmen” açıklanmadı ama genel ekonomik veriler yine aynı. İhracatın ithalatı karşılama oranı daha da düşerek % 56 seviyesine inmiş durumda. Ocak-Ağustos 2011 döneminde dış ticaret açığı, bir önceki yılın aynı dönemine göre % 70 dolayında artarak 71 milyar dolara çıktı. Bu durumda 2011 sonunda dış ticaret açığı 100, cari açığın da 70 milyar dolar olacağı tahmin ediliyordu. Ancak cari açık cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak 2011 yılı sonunda 77 milyar dolar olarak gerçekleşti. 

IMF’nin Eylül 2011’de yayımladığı “Dünyada Ekonomik Görünüm Raporu: Büyümede Yavaşlama, Riskte Yükselme, Eylül 2011” raporunda Türkiye krize en 
yakın ülke. Türkiye kritik eşik olan “3”ü katlayarak “7.6” derecesi ile birinci sırada. IMF raporuna göre Türkiye 2011 yılında % 6.6, 2012 yılında ise % 2.2 büyüyecek. 

IMF raporuna göre G-20 ülkeleri içinde Türkiye krize en yakın ülke. 

IMF, 1970-2010 yılları arasında 74 ülkede meydana gelen 62 krizi analiz ettikten sonra şöyle bir sonuca varmış: “”Bir ülkenin net dış yükümlülükleri, ülke 
milli gelirinin % 40’ını aşmışsa alarm zilleri çalıyor.” Türkiye’nin Merkez Bankası, 2010 yılsonu için net dış yükümlülüğünü 378 milyar dolar, milli gelirin % 49’u 
olarak açıkladı. 

Bir Diğer önemli gösterge, dış borç stoku. Ülkelerin dış borç stoklarının milli gelire oranı büyüyorsa tehlike yaklaşıyor demektir. 2008 sonundan 2011 ortasına Türkiye’nin dış borç stoku 30 milyar dolar artarak 310 milyar dolarla milli gelirin % 40 kritik eşiğini aşmış durumda. Türkiye’nin Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçlarına oranı 2002 sonunda % 163 iken, 2010 yılı sonunda % 102’ye indi. Yani zayıfladı. 

Cari açığın milli gelire oranı 2010 sonunda % 6.6 iken 2011 ortalaması % 10 düzeyinde. Mutlak rakam ile 77 milyar dolar gibi devasa bir rakam olarak karşımıza çıkıyor. 

Bu arada küresel finans oligarşisinin ve kapitalizmin kalesi ABD’de Bank of North Dakota (BND) adlı tek kamu bankasının başarısı ve şöhreti her geçen gün 
artarak büyüyor. 1919’da kurulan ABD’nin ilk ve tek kamu bankası BND, ABD’nin içine düştüğü son mali krizdeki performansı ile yıldızı Amerikan halkı 
nezdinde iyice parlamış durumda. Bankanın CEO’su Eric Hardmeyer, özellikle son finansal krizden sonra BND’nin bankacılık modeline diğer eyaletlerin büyük 
ilgi gösterdiğini belirtiyor. Hardmeyer; “Bizim motivasyonumuz, Wall Street bankaları gibi patronların kârlarını maksimize etmek değil, bizim misyonumuz, Nort Dakota’daki tarımsal ve ticari işletmeler ile bireylere hizmet vererek ekonominin kalkınmasına yardımcı olacak yeni finansal fırsatlar meydana getirmek” diyor. 

Hardmeyer, BND’nin özel bankaların kredi riskini azaltan yöntemiyle, KOBİ ve çiftçilere ucuz kredi imkânı sağladığını da belirtti. İşsizliğin % 9.5 olduğu ABD 
ortalamasına karşın North Dakota’da bu oranın % 4.9’da kaldığına da dikkat çekiyor. BND’nin 25 yıllık memuru ve 10 yıllık CEO’su Hardmeyer. 2009 sonu 
itibariyle 4 milyar dolar toplam varlığı olan BND’nin toplam kredi portföyü 2.67 milyar dolar, 2009 net kârı ise 58.1 milyon dolar. Son on yılda eyalet bütçesine 
aktarılan kâr 350 milyon dolar ve BND’nin mevduatı ABD’nin TMSF’si olan FDIC tarafından sigortalı değil.55 

“No Logo” kitabıyla dünya çapında tanınan Kanadalı araştırmacı-yazar Naomi Klein’a göre, küresel ölçekte serbest piyasanın, yani neoliberalizmin zafere demo
kratik yöntem ve araçlarla ulaşacağı/ulaştığı düşüncesi sadece bir safsatadan ibaret. Dahası, “şok terapisi” doktrinine uygun şokların uygulanmasının hemen arkasından, toplumların hızla büyük çok uluslu şirketlerin –ki bu şirketler çok uluslu olmayıp çok farklı ülkelerde faaliyette bulunan nesebi sahih birkaç düzine elitin kontrolündeki ulus ötesi kuruluşlardır. RK- çıkarları doğrultusunda sil baştan düzenlenmesini gerektiren felaket kapitalizmi macerası gerçekte 11 Eylül 2001’den önce başlamıştır. Klein’e göre felaket kapitalizmi politikalarının başlangıcı çok gerilerde olup 50 yıl önce Chicago Okulu iktisat ekolünün görüşleri doğrultusunda, ekonomi politikaları ve “ŞOK ve DEHŞET” salan savaşlar ile 1950’lerde CIA’nın finanse ettiği örtülü elektroşok ve duygusal yoksunlaştırma deneyleri arasında doğrudan bir bağ vardır ve bu bağ günümüzde Guantanamo Körfezi’ndeki “hukuk dışı” hapishanelere kadar devam ettirilmiştir. Naomi Klein’e göre, Şili’deki 1973 Pinochet darbesinden, Çin’de 1989’daki Tiananmen Meydanı katliamına ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar dünyadaki siyasi ve ekonomik değişikliklere sebep olan olaylarda “ŞOK DOKTRİNİ” yöntemi başarıyla uygulanmakta “küresel sermayenin çıkarlarını” kollayan yeni kapitalizm modeli dünya milletlerinin çoğunluğu için yıkım ve yoksulluğa yol açmaktadır.56 

3. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***