31 Ağustos 2019 Cumartesi

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 3

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 3



Naomi Klein şu tespiti yapıyor: “Ben serbest piyasanın şok gücüne bağlılığını araştırmaya 2003 yılında, Irak işgalinin ilk günlerinde başladım. Bağdat’tan gelen Washington’ın “şok ve dehşeti” şok terapisiyle takip etme konusundaki başarısız girişimleriyle ilgili haberlerin ardından, 2004’teki tsunami felaketinden birkaç ay sonra Sri Lanka’ya gittim ve orada aynı manevranın bir başka versiyonuna tanık oldum: Yabancı yatırımcılar ve milletlerarası kredi kuruluşlarının temsilcileri bu panik atmosferinden, bütün tropikal sahilleri, balıkçılıkla geçinen yüz binlerce insanın su kıyısındaki köylerini yeniden kurmalarına engel olarak, kocaman sayfiye yerleri yapan girişimcilere sunmak için faydalanmak üzere bir araya gelmişlerdi.57 

“Kaderin acımasız bir darbesiyle tabiat, Sri Lanka’ya eşsiz bir fırsat sunmuştur ve bu büyük trajediden dünya çapında birinci sınıf bir turizm alanı doğacaktır” diye açıklama yapıyordu Sri Lanka hükümeti.58 Anlaşılıyor ki terörizm, savaş, tabii afetler ve mali kriz “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı”59 elitleri tarafından Mike Battles’ın değerlendirmesiyle: “Korku ve kargaşa gerçek bir vaat olarak sunulmuştur.”60 Irak’ın işgalinden sonra ortaya çıkan kaos ortamının, eski bir CIA görevlisine göre kendisinin daha önce hiç bilmediği ve tecrübe sahibi olmadığı özel güvenlik alanında kurduğu şirketi Custer Battles’in ABD federal hükümetinden 100 milyon dolar para almasına nasıl sebep olduğunu anlatıyordu.61 

“Bu CIA görevlisinin sözleri çağdaş kapitalizmin sloganı -korku ve düzensizlik, ileriye doğru atılan her yeni adımın katalizörüdür- olarak işlev görebilir… Süper kârlar ile büyük çaplı felaketler arasında kesişme söz konusudur… 11 Eylül 2001 ABD’ye, diğer ülkelere “serbest ticaret ve demokrasinin ABD versiyonunu isteyip istemediklerini sormaktan vazgeçme ve ŞOK ve DEHŞET’le askeri güç dayatmaya başlama konusunda yeşil ışık yakmış gözükmektedir. Serbest piyasa, yani neoliberalizmin dünyaya yayılma tarihinin köklerini kazırken, krizleri ve felaketleri kullanma düşüncesinin ta başından beri Milton Friedman’ın hareketinin çalışma şekli olduğunu fark ettim; kapitalizmin bu fundamentalist biçimi yol almak için daima felaketlere ihtiyaç duymuştur… Daha ziyade, krizlerden yararlanma konusundaki bu geniş deneyler, şok doktrinine sıkı sıkıya bağlılıkla geçirilen 30 yılın birikimini oluşturmaktaydı.”62 

14 Eylül 2008’de ABD’de patlayarak dünyaya yayılan mali kriz 11 Eylül 2001 “zayıf ihtimaller üzerinden küresel şok”63 politikasının finans versiyonundan başka bir şey değildir. 

Yani “yaşanan bu en kötü günler temel ekonomik reformun zaruretini anlayanlara (elitlere) en iyi fırsatları sağlamaktadır.”64 Aslında “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı” insanlığa şunu söylüyordu: “Sıkıp içinizi boşaltacağız, sonra da kendimizle dolduracağız.”65 Yaşanan neoliberal süreci Hemingway’ın 1961’de söylediği şu sözü çok güzel ifade ediyor: “Kafamı yiyip bitiren, her şeyim olan belleğimi silen ve beni işimden alıkoyan bu duygu nereden kaynaklanıyor? Harika bir tedavi uygulanıyordu ama hastayı kaybettik.”66 Mesela 2001’deki mali kriz ile ortaya çıkan “Arjantin’deki imha hareketi kendiliğinden ortaya çıkmamış, tesadüfen ge-lişmemiştir ve hiçbir mantığı olmayan bir olay da değildir: Arjantin milli topluluğunun parça parça ve sistemli bir şekilde yok edilmesidir; bu sıfatla, Arjantin milli topluluğunu dönüşüme uğratmayı, oluşum şeklini, toplumsal düzeni, kaderini, geleceğini yeniden tayin etmeyi hedeflemektedir.”67 Hindistan’ın kurucusu Gandhi daha 1926 yılında şu sözleri ile bugünkü finansal dehşete işaret ediyordu: “Millerler arasında süren silahlı çatışma bizi dehşete düşürmektedir. Fakat ekonomik savaş silahlı bir çatışmadan daha evla değildir. Cerrahi bir müdahaleye benzemektedir bu. Ekonomik savaş uzun süreli işkence demektir. Bu savaşın sebep olduğu tahribatlar, yerinde bir nitelemeyle, savaş literatüründe anlatılanlardan daha az değildir. Sadece öldürücü sonuçlarına alıştığımız için ötekinin üzerine fazla kafa yormuyoruz.”68 

Komünizm zulmünü yaşadıktan sonra bir anda neoliberalizmin bataklığına yuvarlanan Rusya’nın durumunu Rus yazar Grigory Gorin şöyle değerlendiriyor: 
“Yabancılara tuhaf görünse bile, canlı bir şehrin parçaları yerli/milli geleneklerin mevcudiyeti hesaba katılmadan haraç mezat satılamaz… Fakat bunlar bizim geleneklerimiz ve bizim şehrimizdir. Uzun zamandır komünistlerin diktatörlüğü altında yaşadık, ancak şimdi de iş dünyasındaki insanların diktatörlüğü altındaki 
hayatın daha iyi olmadığını gördük. İçinde yaşadıkları ülkenin ne halde olduğu bu insanların umurlarında bile değil.”69 

Michael Ledeen, 2002 yılında yayımlanan “The War Against the Terror Mas-ters” adlı kitabında şöyle diyor: “Yaratıcı yıkım bizim hem kendi topluluğumuz 
içinde hem de dışarıdaki göbek adımızdır. Her gün iş dünyasından bilime, edebiyata, sanata, mimariye ve sinemadan politikaya ve hukuka…” Nitekim Yeni 
Dünya Düzeni’nin hararetli savunucularından Richard Cohen Irak’ın işgali üzerine şu düşüncelerini yazıya döküyor: “Ben 11 Eylül 2001 sonrası dünyada şiddetin 
ölçülü bir şekilde kullanılmasının tedavi edici bir etki yaptığı kanısındayım.”70 

Yeni Dünya Düzeni din, siyaset felsefesi ve ekonomi temelinde yürütülen bir elitizm/seçkinler projesidir. Dini söylemler Batı dünyasının insanlarını iknaya yönelik olup, Judeo-Hıristiyan teolojiyi esas almaktadır. Siyaset felsefesinin esasları ise Kabala, Tevrat ve İncil tefsirlerine dayandırılıyor. Ekonomide ise Waterloo Savaşı’ndan (1813-1815) Eylül 2008 küresel mali krize kadar temel enstrüman küresel finans ve bu gücü elinde bulunduran birkaç yüz kişilik elitler oligarşisi. 

Stephen Kinzer ABD’de Musevi gazetesi olarak tanımlanan New York Times’in eski muhabirlerinden biri. 2006 yılında yayımlanan “Overthrow” adlı kitabında, 
ABD’li politikacıları ülke dışındaki askeri müdahalelere yönlendiren üç motivasyon unsurunun olduğunu belirtiyor. Kinzer ABD’nin 1983’te Haiti’den 2003’te Irak’a kadar rejim değişikliği operasyonları içinde yer almasının üç aşamalı olduğunu ve bunlardan birincisinin ABD merkezli çok uluslu şirketlerden gelen talep olduğunu ifade ediyor.71 

“Tanrı’nın gözünde yeryüzü bozulmuş ve şiddet doluydu artık. Ve Tanrı yeryüzünün bozulduğunu gördü; çünkü dünyadaki bütün insanlar yoldan çıkmıştı. Ve Tanrı Nuh’a ‘İnsanların varlığına son vermeye karar verdim; çünkü dünya onlar yüzünden şiddetle dolu; şimdi yeryüzünü onlarla birlikte yok edeceğim’ dedi”72 

“Ve tahta oturan şunları söyledi: “Bakın, her şeyi yeniliyorum”, Şunu da ilave etti: Yazın bunu, çünkü bunlar güvenilir ve gerçektir.”73 

ABD devlet politikasının temel taşları kurucu elitlerin/ataların Amerikan kimliğine yükledikleri kurucu efsanelerinin köklerinde gizlidir. Bunlar 

a) Vahşi Batı 
b) Sınır 
c) Tepedeki ev 
d) Belirlenmiş Kader’dir ve ABD’nin hem içeride hem dünya ile siyasi-iktisadi- askeri ilişkilerinin politik çerçevesini belirler. 

Yukarıdaki Dört Unsurda Kabala, Tevrat ve İncil kökenlidir.74 

ABD’nin Irak’ı işgalinde kullandığı askeri doktrinin adı ilginç bir şekilde İncil kökenli ve Evanjelist Hıristiyan (Siyonist Hıristiyanlar olarak da anılırlar) 
siyasi/dini söylemlerine uygun olarak “şok ve dehşet” ismini taşımaktadır: “Şok ve dehşet, genelde tehditle işleyen toplumun belirli unsurlarına/kesimlerine, genelde insanlara ya da yönetim kademelerine anlaşılmaz gelen korkular, tehlikeler ve yıkıma yol açan olgulardır. İçinde yaşadığımız ve fırtınalar, kasırgalar, depremler, sel baskınları, kontrol altına alınamayan yangınlar, açlık ve hastalıkla şekillenen tabiat, şok ve dehşet doğurabilmektedir.”75 Ancak asıl tehlikeye, daha yıkıcı tehlikeye ABD Başkanı Eisenhower (1953-1961) küresel finans oligarşisinin hegemonyasına karşı şu tarihi ikazı yapmıştı: “Hükümet konseylerinde askeri-endüstriyel yapılanmaların isteyerek ya da istemeyerek haksız güç kazanmalarına karşı kendimizi savunmalıyız. Yanlış ellerdeki gücün yıkıcılığının ihtimali mevcuttur ve devam edecektir. Bunun hürriyetimize ve demokratik süreçlere zarar vermesine izin vermemeliyiz…”76 

Meşhur İngiliz iktisatçı ve Capital Economist dergisinin yöneticisi Roger Bootle, Kasım 2010’da İş Portföy’ün 10.yıl kutlamaları için geldiği İstanbul Çırağan 
Sarayı’nda bir konuşma yaptı. 

Roger Bootle diyor ki: “Ekonomi tam manası ile bir dine dönüştü ve çok çok aşırı noktalara çekildi. Neoliberal ekonomi kuralları mutlak ve tartışılmaz olarak 
kabul edildi. Böyle bakıldığı içindir ki kimse “piyasalar”ın yanıldığına, yanılabileceğine inanmadı ve malum finansal/ ekonomik kriz patladı… ABD, Japonya ve Batı Avrupa’nın gelişmiş ekonomilerine sahip ülkeler çok büyük borç yükü altındalar. Borçlar sadece kamu borcu değil, özel borçlar da var. Bundan sonrası için ekonomiye çeki düzen vermek gayesiyle ellerinde kullanabilecekleri araçlar da yok. Bilançolar kıpkırmızı borç gösterirken tahvil alımıyla ekonomiyi düzelteceğini sanmak ‘saflık’tan öteye gidemez.” 

Ekonomist Bootle şu sözlerle devam ediyor: “Ekonomide korumacılık koşaradımlarla geliyor. Önce ABD, Çin’e karşı korumacılık kalkanını çekecek, sonra da Çin ABD’ye karşı. Çünkü Çin, ABD’deki istihdam imkânlarını yok ediyor. Bir başka ifade ile neoliberalizmin kalesi ABD’de Amerikalıların işlerini çalıyor… Bu durum ABD-Çin ticaret savaşını tetikleyebilir ki, bunun anlamı 1930’ların hortlamasıdır. Bilindiği gibi 1930’lardan sonra İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.” 

“The Trouble with Markets” kitabının yazarı ve küresel ekonomiye ait isabetli öngörüleriyle tanınan Roger Bootle, krizin en başından beri parasal gevşeme politikalarının işe yaramayacağına inandığını söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Bunun en iyi ispatı 1990’lardaki Japonya örneğidir. Zincirdeki hiçbir halka artık çalışmıyor. Merkez bankalarının parasal genişleme politikaları tamamen psikolojik güveni tesis etmeye yönelik. Bu kararlar da işe yaramayacağı bilinerek güveni sağlamak adına alınıyor. Parasal gevşeme politikalarının iki yan etkisi olacak. Birincisi enflasyon. Ama asıl büyük tehlike ikincisi, alımlarla yeni varlık balonları oluşacak ve şişecek… Kapitalist sistem artık Batı’da hem çok sorgulanır hem de oldukça kırılgan bir hale geldi. Kapitalizm siyasi olarak da tehdit altında. Çünkü artık sıradan insanların finans ve bankacılık sistemi ile bütün sisteme ilişkin bir nefret ve güvensizlik durumu oluştu. Önümüzde ciddi bir ticaret savaşı var. 1930’larda da dünya benzer bir ticaret savaşına girmiş ve ABD yine bu savaşın başını çekmişti.”77 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder