25 Ağustos 2019 Pazar

AMERİKA DA HIZLA YAYILAN İSLAM BÖLÜM 2

AMERİKA DA HIZLA YAYILAN İSLAM  BÖLÜM 2



Amerika'daki Müslümanlar

Yapılan araştırmalar bugün Amerika'da ortalama 6-7 milyon Müslüman bulunduğunu göstermektedir. Bu da Müslümanların sayısının bazı Hıristiyan 
mezheplerinin takipçilerinin sayısından daha fazla, Yahudilerin sayısı ile de eşit olduğunu göstermektedir. 2000 yılı içerisinde Amerika'nın önde gelen 
üniversiteleri ve İslami kuruluşları tarafından yapılan bir araştırma ise Müslümanların sayısının hızla arttığını ve İslam'ın Amerika'da gün geçtikçe 
güçlendiğini ortaya koymaktadır. 
Mosque Study Project (Cami Araştırma Projesi) adı altında yapılan bu araştırmanın ana temasını Amerika'daki camiler oluşturmaktadır. Çünkü camiler 
Amerika'daki Müslüman toplulukla ilgili yapılacak istastistiki çalışmalarda oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Amerika'da camiler yalnızca bir ibadethane 
değil, aynı zamanda Müslümanların bir araya geldikleri, sohbet ettikleri, İslam'ı yaymak için kültürel faaliyetler yürüttükleri mekanlardır. Her cami mutlaka İslam'ı tanıtmak ve yaymak için basınla ilişki kurmak, bölgesindeki siyasetçilerle görüşmek, okulları ve kiliseleri ziyaret etmek, dinler arası diyalog çalışmalarına katılmak gibi faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu nedenle de camiler üzerine yapılan bir çalışma Amerika'daki Müslümanların durumu ile ilgili aydınlatıcı ve doğru bilgi edinmenin önemli araçlarından birisidir. 

Bu araştırmaya göre, Amerika genelinde 1209 cami bulunmaktadır ve bu camilerin büyük bir çoğunluğu son zamanlarda inşa edilmiştir. Amerika'daki 
mevcut camilerin %30'unun inşaatı 90'lı yıllarda başlamıştır, %32'si ise 80'li yıllarda inşa edilmiştir. Ayrı bir istatistik vermek gerekirse, 1994 yılında 
Amerika'daki toplam cami sayısı 962'dir, 2000 yılına gelindiğinde bu rakamda %25'lik bir artış olmuştur. 

Bu veriler Müslümanların sayısındaki artış ile doğal bir paralellik göstermektedir. Örneğin 1994 yılında yapılan tespitlere göre ibadet için camilere gelen 
Müslüman sayısı 500 bin iken, bu rakam 2000 yılında iki milyona yükselmiştir. Bu da %300 oranında bir artış anlamına gelmektedir. Üstelik bu rakamın 
önemli bir kısmını sonradan İslam'ı kabul edenler oluşturmaktadır. Yine aynı araştırma camilere gelenlerin ortalama %30'unun sonradan İslam'ı seçenler 
olduğunu göstermektedir. Bu verilere göre Amerika'da yılda ortalama 20 bin kişi İslam'ı kabul etmektedir.34 
Yukarıda verilen bu rakamlar 11 Eylül saldırılarından önce açıklanan bir araştırmanın sonucudur ve bu araştırma 2000 yılı verilerine dayanmaktadır. 2001 yılında özellikle de Eylül ayı sonrasında ise bu rakamlar katlanarak artmıştır. 
İslam'ın Amerika'daki bu hızlı yükselişi, Amerikan ordusunun internet sitesinde yayınlanan 'Islam is Growing in America' (İslam Amerika'da Büyüyor) 
başlıklı haberde de şu şekilde yer almıştır:
Müslümanlar, İslam dinine inanan insanlar, Birleşik Devletler'de her yerde karşınıza çıkabilir. Sizin doktorunuz veya taksi şöförünüz olabilirler. 
Restoranlarda size yemek sunabilir veya hukuk danışmanınız olabilirler. Ve gittikçe artarak, sizinle aynı makamda, aynı pozisyonda ve hatta aynı 
savaş uçağında olabilirler. Amerika Birleşik Devletleri'nde İslam en hızlı yükselen dindir.35 
The New York Times gazetesinde yayınlanan 'Islam Attracts Converts by the Thousands' (Binlerce Kişi İslam'a Dönüyor) başlıklı haberde ise, sonradan 
Müslüman olan kişilerle yapılan röportajlara yer verilmiş ve İslam'ın Amerika'da hızla yükselmesi şu şekilde değerlendirilmiştir: 
6 milyon takipçisi ile İslam, Birleşik Devletler'de göçlerin, yüksek doğum oranlarının ve İslam'ı seçenlerin sayısının artması sayesinde en hızlı yükselen 
din olarak adlandırılıyor. Konunun uzmanları tarafından yılda yaklaşık 25 bin kişinin İslam'a döndüğü tahmini yapılmakta. 
Bazı uzmanlar ise bu sayının 11 Eylül olayları sonrasında dört kat daha arttığını belirtiyorlar.36 
Ünlü ABC News haber kanalında verilen, 'Islam: Rising Tide in America' (İslam: Amerika'da Yükselen Akım) başlıklı haberde ise sosyologların, 
15 yıl içerisinde ABD'deki Müslümanların sayısının Yahudilerin sayısını geçeceği yönündeki tahmini aktarılmıştır.37 
İslam'ın gün geçtikçe güçlenmesi Amerika'da yaşayan Müslümanların zaman içinde daha iyi imkanlara sahip olmalarını da sağladı. Bu büyüme ve 
gelişmenin en dikkat çektiği yerlerden birisi ise Michigan Eyaleti'nin Dearborn şehri idi. The Detroit News gazetesi özellikle Dearborn'daki İslami gelişimi 
konu aldığı haberinde, şehirde sayısı gittikçe artan camilere değinmişti. Ancak habere göre burada İslam'ın güçleniyor olmasının tek işareti camilerin 
artması değildi. Restoranlarda, alış veriş merkezlerinde ve hastanelerde de Müslümanların sayısının artmasının etkileri görülüyordu. İlk defa Michigan'da 
bir McDonalds restoranında İslami kurallara göre kesilmiş etten yapılan yiyecekler satılmaya başlamıştı. Dearborn'un önemli süpermarketleri de helal et
satışını başlatmış, Oakwood Hastanesi ise Müslüman hastaları için özel yemek servisleri ayarlamıştı. Ayrıca Ramazan ayı boyunca hastanedeki kafeteryanın 
hizmet saatleri de Müslümanlara uygun olacak şekilde düzenlenmişti.38 
Tıpkı Dearborn gibi Chicago da Müslümanların hızla güçlendikleri bölgelerden birisidir. Üstelik Chicago'daki Müslüman toplumu eğitim ve refah seviyesinin 
yüksekliği ile de dikkat çekmektedir. 90'lı yıllarda yapılan bir araştırma, Müslüman toplumun %16'sının tıp doktoru, %33'ünün mühendis, %44'ünün 
doktora mezunu, %84'ünün en az üniversite ve sadece %2'sinin lise altı okullardan mezun olduğunu göstermiştir. Ayrıca Müslümanların Chicago'ya 
çeşitli katkıları da bulunmaktadır. Chicago'nun en ünlü iki gökdeleninin (John Hancock Center ve Sears Towers) mimarı Fazlur Rahman isimli bir Müslümandır. 

Hemen her hastanede Müslüman bir doktor bulunmaktadır. Aynı şekilde mühendislik ve elektronik üzerine iş yapan firmaların bünyesinde de en az bir 
Müslüman çalışmaktadır.39 

Amerikan Devlet Adamları ve Siyasetçilerinin İslam'a Olan İlgisi,

Amerikan halkının İslam'a duyduğu ilgi, yöneticilerinin ilgisi ile doğru orantılıdır. Çoğu zaman devlet adamlarının ve siyasetçilerin İslam'ı öven, İslam 
hakkında doğru bilgi edinmeyi teşvik eden demeçleri halkın da İslam'a yönelişinde olumlu bir etki yapmaktadır. 

Amerika uluslararası ilişkileri gereği sık sık Müslüman ülkelerle yakın ilişkiler içerisine girmektedir. Kimi zaman da çeşitli Müslüman ülkelerle arasında 
anlaşmazlıklar yaşamaktadır. Bu nedenle İslam ve Müslümanlar hakkında çeşitli bilgiler Amerikan kamuoyunda zaman zaman tartışılagelmiştir. 

Ancak 11 Eylül, bu anlamda Amerikan tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Bu trajik olayla birlikte İslam, Amerika'da hiçbir dönemde 
olmadığı kadar çok tartışılmış, konuşulmuş ve incelenmiştir. Bunda olayın büyüklüğü kadar, Müslümanların zaman içerisinde Amerika'da kazandıkları 
gücün de payı bulunmaktadır. 

Amerika'da yaşayan Müslümanlar ilk defa 1990'lı yılların başında George Bush'un iktidarı döneminde Amerikan siyasetinde önem kazanmaya başlamıştır. 
George Bush'u takiben Başkan seçilen Bill Clinton'ın döneminde ise ilk defa Beyaz Saray ile Amerikan Müslüman toplumu arasında doğrudan bir ilişki 
kurulmuştur. George W. Bush yönetimi ise, şu ana kadarki yönetimler arasında Amerikan Müslümanları ile en yakın ilişki içinde olanıdır. Ünlü Ortadoğu 
uzmanı Daniel Pipes, bu durumu şöyle dile getirmektedir:
11 Eylül'den beri Başkan ve ekibi son yaşanan trajedide İslam'ın payının olup olmadığını kamuoyuna anlatmaya kendilerini adadılar. Şimdi İslam, 
Amerikan devlet adamlarının, siyasetçilerinin ve diplomatlarının hakkında en çok konuştukları kavram oldu.40 

Daniel Pipes'a göre her ne kadar şu anki gündem yeni de olsa, Amerikan yönetiminin İslam'a ilgisi yeni değildir. Bugün yapılan açıklamalar ve üzerinde 
durulan noktalar, geçtiğimiz on yıl içerisinde belirlenmiş bir siyasetin ürünüdür. Ve bu siyasetin dört temel noktası vardır: "Medeniyetler çatışması diye 
bir şey yoktur. Terör İslami değildir. İslam, Amerikan değerleri ve yaşam stili ile çelişmez. Amerikalılar İslam'ı sevmeyi öğrenmelidir."41 
Pipes'ın özetlediği bu yaklaşım, Beyaz Saray'ın İslam'a bakış açısını göstermesi açısından çok önemlidir. Görüldüğü gibi bu siyaset İslam'a karşı olumsuz 
bir bakış açısı içermediği gibi, Amerikan halkı ile İslam'ı daha da birbirine yakınlaştıracak bir çizgidedir. Bu, dünya tarihinde önemli değişimlere neden 
olabilecek, toplumların yapısını ve toplumlar arası ilişkileri temelden değiştirebilecek bir yaklaşımdır. 

Amerikan Yönetimi: "İslam'da Terör Yoktur"

Bazı yorumcular Amerika'nın bu politikasının birtakım örtülü amaçlar içerdiğini ve yalnızca İslam dünyasını kendi tarafına çekebilmek için göstermelik bir 
uygulama olduğunu öne süreceklerdir. Elbette bu bakış açısının da doğruluk payı olabilir, Amerika elbette kendi ulusal çıkarları için böyle bir siyaseti 
tercih etmektedir. Ama açık bir gerçek daha vardır; gerekçesi her ne olursa olsun, bu politika İslam'ın daha çok kişi tarafından öğrenilmesinde ve Batı 
dünyasında İslam hakkında oluşmuş yanlış kanaatin ortadan kaldırılmasında önemli bir araç olacaktır. Nitekim bunun işaretleri şimdiden görülmeye 
başlanmıştır. 

Herşeyden önce Samuel Huntington'ın 1993 yılında ortaya attığı, Batı ve İslam dünyası arasında bir çatışmayı öngören 'medeniyetler çatışması' savı 
Amerikan yönetimi tarafından hiçbir zaman kabul görmemiştir. Bu önemli bir aşamadır. Huntington'ın iddiasına en baştan set çeken Beyaz Saray, 
sonradan bazı Müslümanlarla kendisini karşı karşıya getiren pek çok olayda, tepkisinin hiçbir zaman İslam dünyasına veya İslami değerlere yönelik 
olmadığını da önemle vurgulamıştır. 

Kendini Müslüman olarak isimlendiren, ancak İslam ahlakı ile hiçbir alakası olmayan bazı çevrelerin saldırgan tutumları karşısında Amerika asla İslam'ı 
hedef almamış, tam tersine İslam'da asla terörün yerinin olmadığının altını çizmiştir. Bu, Clinton ve Bush dönemlerinde aynı şekilde devam etmiştir. 
Örneğin Clinton 1994 yılında yaptığı Endonezya gezisinde, İslam ile terörün asla birbirleri ile bağdaştırılmaması gerektiğini şöyle açıklamıştır:

Ortadoğu kaynaklı terör örgütleri ile sorunlarımız olduğu açık. Ancak bu kesinlikle İslam'la bağlantılı, dinle bağlantılı, kültürle bağlantılı bir şey değil.42 

Clinton döneminde Dışişleri Bakanlığı tarafından terörle mücadele konusunda hazırlanan bir raporda ise ABD'nin İslam ile terörü birbirinden kesin çizgilerle 
ayırdığı şu şekilde aktarılmaktadır:

Bazı Müslümanlar, Amerika'nın zaman zaman İslam'ı terör ile bağdaştırdığını düşünmektedirler. ABD hükümetinin politikası bu değildir. İslam ve Batı 
arasında herhangi bir çatışma yoktur. Nüfusunun büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bazı ülkelerle politik görüş ayrılıklarımız olsa dahi, 
Amerikalılar ve Müslümanlar barış, adalet, ekonomik güvenlik ve iyi yönetim gibi temel konularda ortak değerlere sahiptirler. Terör, İslam da dahil 
olmak üzere hiçbir dine ait değildir. Müslüman olduklarını iddia eden birkaç radikalin işledikleri vahşetten yalnızca kendileri sorumludur43. 
Aynı görüş devlet kademesinde bulunan farklı isimler tarafından da çeşitli defalar belirtilmiştir. Dışişleri Bakanlığı yetkilisi John Beryle ise Taşkent'te 
yaptığı bir konuşmasında Amerikan hükümetinin İslam'a bakış açısını şöyle dile getirmiştir: 

Birleşik Devletler terörle mücadele ediyor ve radikalizmi kesinlikle reddediyor, ancak biz İslam'a derin bir saygı duyuyoruz. Bu ayrımı özellikle belirtme 
ihtiyacı hissediyorum, çünkü pek çok insan her ikisini de aynı safta değerlendirmek gibi bir hataya düşüyor. Bazı kimseler Birleşik Devletler'in İslam'a karşı olduğunu ve Soğuk Savaşın ardından bir medeniyetler çatışması yaşanacağını sanıyor. Bazıları da, buna benim ülkemde yaşayan insanlar da dahil olmak üzere, terörün bir şekilde İslam'la bir ilişkisi olduğunu düşünüyorlar. Hepsi yanılıyor. Anlamanızı istediğim ayrım şu: Birleşik Devletler teröre 
başvuran her gruba karşıdır. Ancak Birleşik Devletler hiçbir dine karşı değildir. Biz dostlarımızı düşmanlarımızdan inançlarına göre değil, icraatlarına 
göre ayırırız. Amerikalılar İslam'ın dünyanın en büyük dinlerinden biri olduğunun farkındalar. İslam her kıtaya yayılmış durumda. Bizler, Batılılar, İslam'ın 
bizim medeniyetimizi etkileyen ve zenginleştiren tarihi bir medeniyet olduğunun bilincindeyiz. İslam İspanya'nın fethi ile birlikte bize hem hoşgörü 
geleneğini öğretmiş hem de bilimsel, sanatsal ve kültürel alanda zenginlik katmıştır. 

Sözlerine Kuran'dan Bakara Suresi'nin 62. ayetini ve Maide Suresi'nin 69. ayetini okuyarak devam eden Beryle, konuşmasını şöyle tamamlamıştır:
... Gerçek şu ki, iman eden Yahudiler, Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar, onlar için korku yoktur, 
onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi, 69). Bunlar hoşgörü sözleri. İslam'ın temelinde hoşgörünün olduğunu gösteren, İslam'ın hoşgörü için 
temel bir araç olduğunu anlatan ve radikalizmin İslam'da hiçbir şekilde yerinin olmadığını ispatlayan sözler. Son birkaç on yılda dünyanın başka 
yerlerinde de ABD'de olduğu kadar çok insan İslam'a dönüş yapıyor mudur merak ediyorum. Birleşik Devletler'de İslam gittikçe yayılıyor, daha iyi 
tanınıyor ve daha etkili hale geliyor. Beş yıldır Ramazan Bayramı Beyaz Saray'da da kutlanıyor. Benzer bir gelenek birkaç yıl önce Pentagon'da da başladı 
ve bu yıl ilk defa Amerikan ordusunda Müslüman din adamları görev aldılar. Dışişleri Bakanı Madeliene Albright bu yıl ikinci defa Bakanlıkta iftar yemeği 
veriyor. Benzer gelişmeler tüm Amerika genelinde yaşanıyor ve Amerikalı Müslümanlar gün geçtikçe Amerika mozaiğinin önemli ve saygıdeğer bir parçası 
haline geliyorlar. Ve son olarak Kuran'dan bir ayetle konuşmamı tamamlamak istiyorum, Bakara Suresi 256. ayet; 'Dinde zorlama yoktur.' 44 Amerikan yönetiminin bu söylemi 11 Eylül olayları sonrasında da değişmemiştir. Saldırılardan birkaç gün sonra Washington'daki İslam Merkezini ziyaret eden Başkan Bush konuşması boyunca İslam ile terörün bir arada anılamayacağını, çünkü İslam'ın barış dini olduğunu vurgulamıştır:

Terörün İslam'da yeri yoktur. İslam böyle bir din değildir. İslam barış dinidir. 
Bu teröristler barışı temsil etmiyorlar. Onlar savaşı ve kötülüğü temsil ediyorlar. 
İslam'ı düşündüğümüz zaman, dünya genelinde bir milyar insanın tabi olduğu bir dini düşünüyoruz. Milyonlarca insan bu din ile huzur ve tatmin buluyor. 
Ve her ırktan insanın bir arada kardeşler olarak yaşamasını sağlıyor. Amerika'da da vatandaşlarımız arasında milyonlarca Müslüman var ve onların bu ülkeye 
büyük katkıları oluyor. Bu ülkede Müslüman doktorlar, avukatlar, hukuk profesörleri, ordu mensupları, yatırımcılar, dükkan sahipleri, anneler ve babalar var. Ve onlar saygı görmeyi hak ediyorlar. 45
Bu ve benzeri sözler 11 Eylül'den beri üst düzey yetkililer tarafından defalarca tekrar edildi. Örneğin Beyaz Saray Basın Sözcüsü, Ari Fleischer kendisine 
yöneltilen, bu saldırıların İslam ve Hıristiyanlık arasında bir medeniyet çatışmasına neden olup olmayacağı yönündeki soruya şöyle cevap vermekteydi: 
"Bu saldırının İslam'la hiçbir ilgisi yoktur. Bu saldırı İslam'ın yanlış yorumlanmasıdır."46 

Amerikan Devlet Adamları İslam'ı Övüyor

Amerikan devlet adamlarının İslam ile terör arasında herhangi bir bağ olmadığının farkında olmaları, İslam'ın nasıl bir din olduğunu tanımalarının bir 
sonucudur. Bu kişiler İslam'ı tanıdıkça doğal olarak İslam'a hayranlık duymakta ve bu duygularını konuşmalarında sık sık dile getirmektedirler. 
Bu, özellikle son üç yönetim döneminde dikkat çekici bir hal almıştır. Böylece Soğuk Savaş sonrasında birtakım teorisyenler tarafından ortaya atılan, 
'ABD'nin yeni hedefi İslam olacak' iddiası da geçersiz hale gelmiştir. 
Ancak burada önemle vurgulanması gereken bir nokta vardır: ABD'nin ulusal çıkarları doğrultusunda, Müslüman dünyasına yönelik aldığı bazı siyasi 
kararlar, uluslararası politika ve stratejiler ışığında incelenmeli, bu kararlar ile Amerikan yöneticilerinin ve halkının İslam'a duydukları ilgi karıştırılmamalıdır. 
Konunun bu kitapta ele alınan yönü, Amerikan devlet adamlarının ve halkının son yıllarda İslam'a yakınlaşmaları, İslam'ın Amerika'da sürekli gündemde 
olan bir konu haline gelmesi ve bunların bir sonucu olarak Amerika'da İslam'ın hızla yükseliyor olmasıdır. Kuşkusuz bu, çok olağanüstü ve tarihi bir gelişmedir. 
Ve bu açıdan düşünüldüğünde bütün Müslümanların şevkini, neşesini ve heyecanını artıracak bir durumdur. 
Daha önce de belirttiğimiz gibi Amerikalı Müslümanlarla yönetim arasındaki yakınlaşma, 90'lı yıllarda başlamış ve Clinton döneminde yoğunluk kazanmıştır. 
Konuşmalarında İslam'ı ve Kuran ahlakını övmeye başlayan Clinton, İslami bayramlarda Beyaz Saray'da verdiği davetlerle de bir ilke imza atmıştır. 
Amerikan üst yönetiminin Müslümanlar için iftar yemeği davetleri düzenlemesi de ilk defa Clinton döneminde gerçekleşmiş ve daha sonra bir gelenek 
halini almıştır. Clinton'ın İslam ahlakından bahsederken önemle üzerinde durduğu konulardan birisi, İslam'ın ahlaki değerlerinin Batının ahlaki değerleri 
ile örtüşmesidir. "Aileye, topluma, inanca ve iyiliğe olan bağlılık gibi (İslami) değerler Batının idealleri ile uyum içerisindedir"47 sözleri ile bu konudaki 
düşüncelerini aktaran Clinton, bir başka konuşmasında ise şunları dile getirmektedir: 
Amerika'da İslam'ı memmuniyetle karşılıyoruz. İnsanlara aile kavramına değer vermeyi, merhametli olmayı ve kişinin kendisini kontrol altında tutmasını 
öğreten değerleri ile İslam ülkemizi zenginleştirmektedir.48 
Bir başka konuşmasında ise Clinton Amerika için İslam'ın son derece değerli olduğunu şu sözlerle anlatmaktadır:
Amerika, aileye bağlılık, ihtiyaç içinde olanlara merhamet edilmesi, farklılıklara saygı gösterilmesi gibi İslami değerler ile daha da güçleniyor.49 
Beyaz Saray'da Müslümanları kabul etme geleneğini başlatan Hillary Clinton ise, Müslümanlara verdiği bir bayram daveti esnasında, İslam'ın hayranlık 
duyduğu yönlerini şu şekilde belirtmekteydi:
Aile ve toplum sevgisi, karşılıklı saygı, eğitime değer verilmesi ve hepsinden önemlisi barış içinde yaşamak için gösterilen gayret... 
Bu değerler hem bireyler olarak bizleri hem de millet olarak Birleşik Devletleri güçlendiren değerlerdir.50 
Dönemin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ise, State Magazine dergisinde yayınlanan 'Learning More About Islam' (İslam Hakkında Daha Çok Öğrenmek) 
başlıklı yazısında çok önemli bir noktaya işaret etmiş ve Amerikan halkının İslam'ı öğrenmesi gerektiğini bildirmiştir.51 Albright'ın konuya verdiği önem, 
bakanlık yetkililerinin bu konuda özel çalışmalar yapmalarını sağlamıştır. Bakanlık tarafından hazırlanan bir raporda halkın İslam hakkında 
bilinçlendirilmesinde hangi araçların kullanılacağı ise şu şekilde aktarılmıştır: "... Eğitim, bireyden bireye bilgi alışverişi, kitle iletişim araçlarının 
bu konuda bilgilendirici haberler yayınlaması ve film endüstrisinin de tabloyu doğru olarak halka aktarması."52 
Amerikan yönetiminin halka İslam'ın doğru öğretilmesi gerektiği yönündeki tespiti son derece önemlidir. Kitabın ilerleyen sayfalarında 
da göreceğiniz gibi, özellikle 11 Eylül'den sonra buna hız verilmiş, gazeteler, televizyonlar ve diğer kitle iletişim araçlarında İslam'ı tanıtan haberler, 
programlar ve araştırmalar yer almıştır. 

Başkan Bush'un Müslümanlarla yakınlaşması ise seçim kampanyası döneminde başlamıştır. Kendisinin de dindar olduğu bilinen George Bush, 
kampanyası boyunca Amerikalı Müslümanların büyük kısmından destek almıştır. Bu nedenle Müslüman topluluklar ile hep diyalog içinde olmuştur. 
11 Eylül saldırısı ise, Bush'un Müslümanlara duyduğu bu yakınlığı daha sık vurgulamasına, vatandaşlarına İslam'ı doğru algılayıp Müslümanlarla iyi 
ilişkiler kurmaları için sık sık hatırlatmalarda bulunmasına vesile olmuştur. Bush'un İslam'ı öven konuşmalarından birisi şöyledir: 
İslam Kuran'da bildirildiği gibi tek bir Allah'a ibadet etmeyi emreden kutsal bir dindir. İnsanlara sadakanın, merhametin ve barışın önemini öğretir. 
Sayıları milyonları bulan Müslümanlarla, bugün Amerika'da İslam en hızlı büyüyen dinlerden birisidir... Kuran'da şöyle buyrulur: 'İyilik yüzünüzü 
doğuya veya batıya çevirmeniz değildir. İyilik Allah'a iman etmektir.'53 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder