31 Ağustos 2019 Cumartesi

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 2

TARİHSEL BAĞLAMINDA EMPERYALİZM., BÖLÜM 2 


Doç. Dr. Ali Murat ÖZDEMİR 

Marksist Emperyalizm tartışmalarına gelince; emperyalizm kavramının sistematik araştırılması Marx’tan sonraya, Luxemburg, Hilferding, Lenin ve Buharin gibi düşünce ve eylem insanlarına kalmıştır. Bununla beraber, Marx’ın çalışmaları emperyalizm araştırmaları içerisine giren bir seri konuyla doğrudan ilişkilidir. 
Marx’ın alanı etkileyen çalışmalardan birisi ilkel birikim konusundaki saptamalarıdır. 
Ona göre ilkel birikim kapitalist üretimden önce gerekli büyük sermaye ve emek-gücü kitlesinin nasıl bulunduğunu açıklamak için burjuva iktisat ideolojisinin7 
gerekli gördüğü teorik buluş olmanın ötesinde bir anlamı haizdir.8 İlkel birikim denildiğinde bu “...emekçinin elinden üretim araçlarının sahipliğini alan 
süreçten başkası olamaz; bu süreç, bir yandan toplumsal geçim araçlarını sermayeye dönüştürür, öte yandan, doğrudan üreticileri ücretli emekçilere dönüştürür... Ve onların mülksüzleştirilmesini anlatan bu öykü, insanlık tarihine, kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır”.9 

“Tarımsal üreticilerin, köylülerin mülksüzleştirilmeleri, topraktan ayrılmaları, bütün bu sürecin temelidir. 
Bu mülksüzleştirme nin tarihi, farklı ülkelerde, farklı yönler alır ve farklı evrelerini farklı sıralar izleyerek farklı dönemlerde tamamlarlar”.10 

Marx’ta ilkel birikimin sürekliliği olgusu açıkça yer almaz.11 Ancak Marx’ın perspektifi ilkel birikimin sürekliliğini de içerecek şekilde genişletilebilir. Dünya 
çapında farklı biçimlerde sürekli olarak ortaya çıkan bir süreçtir ilkel birikim. Toprağın ve suyun metalaştırılması, ortak mülkiyet, komünal mülkiyet ya da devlet mülkiyetinin çıplak zor ya da başka usullerle (özelleştirme, özel mülkiyetin yaygınlaştırılması) ortadan kaldırılması, işgücünün metalaştırılması, toplumu koruyan düzenlemelerin iptali, köle ticareti, tefecilik, korsanlık, zorla borçlandırma ve benzerleri, ilkel birikimin, farklı zamanlarda, farklı ülkelerde, farklı yöntemlerle tebarüz etmesini sağlayan uğraklardır. İlkel birikim kapitalizmin ürünüdür. Marx’ın alanı etkileyen bir diğer tutumu da burada bulunabilir. 

İngiliz emperyalizminin kendi düzenini tatbik edebildiği (Pax Britannica) bir dönemde yazan Marx, İngiliz hegemonyasının düzenini kapitalizmin evrenselleştirici niteliklerinde aramakta tereddüt etmemiştir. Şu durumda ona göre emperyalizm, ilkel birikim süreçlerini hızlandıran ve yoğunlaştıran bir olguya denk düştüğünden kapitalizmin (yanlış bir rotada gelişmesinin sonucu değil) ürünüdür. 

Pax Britannica’nın çöktüğü bir dönemde gelişmiş kapitalist ülkelerin kıyasıya rekabetine şahit olan klasik dönem emperyalizm yazarları ise emperyalizmin itkilerini değiştiren temel unsur olarak tekelleşme olgusuyla uğraşmak durumunda kalmışlardır. Bu dönemde tekellerin devlet içindeki ağırlıklı temsili -dolayısıyla siyasal iktidar üzerindeki gücü- devlet stratejilerinin çıplak güç politikaları biçiminde tebarüz etmesine yol açmaktaydı. Buharin, Luxemburg, Lenin ve Hilferding’in çalışmalarında emperyal güçler arasındaki rekabetin yarattığı yıkıcılığın ve dünyatoplumları arasındaki eşitsizliğin yapısal nedenleri araştırılmıştır. Örneğin, Hobson’un ilgili ulusal sınırlar içerisinde düzenlemeye tabi tutulabileceği inancını beslediği kapitalist dönüşüm (“gelişme”), Luxemburg’a göre münhasıran ulusal sınırlar içerisinde gerçekleşebilecek bir şey değildir ve kapitalist birikim uluslararası ölçekte zenginlikle birlikte yoksulluğu da üretir.12 Lenin, kapitalist devletin kendi içerisindeki temsilin niteliğine göre farklı sınıflara hizmet edebilecek tarafsız bir entite olarak kavramsallaştırılmasına karşıdır.13 Hilferding emperyalizmin finans kapitalin işleyişinin ürünü olduğunu ve bunun da basit düzenlemelerle kontrol edilemeyeceğini belirtir.14 Buharin uluslararası işbölümünün yapısal etkileri ile emperyalizm arasında bağlantı kurar.15 

Lenin16 ve Buharin17 Birinci Dünya Savaşını anlamlandırmak ve karşı stratejiler üretmek çabası içerisinde bir emperyalizm teorisi geliştirmiştir. Hilferding’in Lenin ve Buharin’in emperyalizm kavramsallaştırması üzerindeki etkisi oldukça yoğundur. 

Buharin’in “Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi” 1915’te yazılmış, Rus Devrimi’nden sonra basılmıştır. Lenin ve Buharin savaşı, Hilferding’e paralel bir 
şekilde, merkezdeki sermayenin realizasyonu, bir başka ifade ile ürünlere derç edilmiş emeğin tüketilmek suretiyle toplumsallığının onay görmesi için çevresel toplumsal formasyonların zorunu katılımının sağlanması sürecinde, merkezi ekonomiler arasında (azalan kar oranları yasası nedeniyle) artan rekabetin ifadesi olarak yorumladılar. Buharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi adlı eserinde emperyalizmi, finans kapital’in politikası olarak konumlandırırken, Hilferding’in gözlemlerine dayanmaktaydı. Şöyle diyordu: “Emperyalizm bir zapt etme politikasıdır. 

Ancak, her zapt etme politikası emperyalizm değildir. Bu nedenle finans kapitalin bir politikası olarak emperyalizmden söz ettiğimizde, zapt edici karakteri bu sözün içinde saklıdır”.18 

Emperyalizm’in ayırt edici özelliği sanayi sermayesi değil, tam tersine mali sermayedir” diyen Lenin de bir üst paragrafta özetlenen yaklaşımı sergilemekteydi.19 
Lenin emperyalizmi beş maddelik bir tanımla vermekteydi: “
1) Üretim ve sermayenin yoğunlaşmasının, ekonomik yaşamda belirleyici rolü oynayan tekelleri yaratacak kadar yüksek bir gelişme aşamasına ulaşmış olması; 2) Banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçip kaynaşması ve bu ‘mali sermaye’ temelinde bir mali oligarşinin oluşması; 
3) Meta ihracından farklı olarak sermaye ihracının özellikle büyük bir anlam kazanması; 
4) Dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin oluşması; ve 
5) Yeryüzü topraklarının kapitalist büyük güçler arasında paylaşılmasının tamamlanması. Emperyalizm; tekellerin ve mali sermaye egemenliğinin belirginleştiği, sermaye ihracının olağanüstü bir önem kazandığı, dünyanın uluslararası tröstlerce paylaşılmasının başladığı ve yeryüzü topraklarının 
en büyük kapitalist ülkeler arasında paylaşılmasının tamamlandığı bir gelişim aşamasındaki kapitalizmdir”20 

Buharin adını andığımız çalışmasında, emperyalizmi politika olmasının yanı sıra bir ideoloji olarak değerlendirmekteydi. Kautsky’nin sanayileşmiş ulusların 
daha fazla alan arayışı (ilhak) olarak özetlediği emperyalizm anlayışını eleştiren Lenin21 -Buharin’le paralel bir şekilde-, emperyalizmin “politik açıdan “büyük güçlerin hegemonya yarışı” içerisinde şekillenen şiddet ve gericilik dürtüsü olduğunu vurgulamaktaydı. 22 Lenin’in hegemonyayı sınıf ittifaklarının oluşumunda etkin ideolojik formasyonlardan ayrı tutmadığını, bir başka deyişle ideoloji ile bağlantılandırdığını biliyoruz. 

Lenin ve Buharin, emperyalizmin salt iktisadi açıklamasını reddetmenin yanı sıra Hilferding’ten başka hususlarda da ayrılmaktaydılar: Hilferding emperyalizmi 
açıklarken merkezileşme ve yoğunlaşma sürecini öne çıkarmaktaydı. Bu anlamda askeri-sınaî kompleksin etkileriyle emperyalizmi birleştiren Hobson’la Hilferding arasında bir uyum saptamak mümkündür. İktisadi aktörlerin bilinçli eylemine odaklanan Hilferding çizgisi karşısında Buharin, kapitalizmin yapısından doğan etkileri, sermayenin aynı anda işleyen iki çelişik temayülünün (uluslararasılaşma ve ulusallaşma eğilimlerinin) ürettiği çelişkileri önemsiyor du.23 

Uluslararasılaşma eğilimi karmaşıklaşan sosyal işbölümü nedeniyle uluslararası bağımlılığın artışında gözlemlenebilirdi. Ulusallaşma eğilimi ise kendisini dünyanın büyük ulus-devlet imparatorlukları arasındaki gerilimde dışa vurmaktaydı. Buharin için emperyal kudret sermayenin gelişimine bağlıdır; bu bağlamda [kapitalist] devlet sivil toplumun üzerinde havada asılı duran (tarafsız) bir kurum değildir. Tekeller kendi iktisadi güçlerinin yanı sıra devletin imkânlarını da kullanırlar. Buharin’e göre tekellerin devlet iktidarı üzerindeki denetiminin tarihsel olarak ortaya çıkışı, sınaî sermaye ve banka sermayesinin finans sermaye içinde kaynaşmasıyla birlikte mümkün olabilmişti. Bu bağlamda savaş uluslararasılaşma eğiliminde bulunan dünya ekonomisinin emperyalistler arası rekabete sahne olan bir düzlemde işlemesinin getirdiği çelişkilerin ürünüydü. Öyleyse, “üretimin toplumsallaşması” (bir ürünün ham maddeden başlayıp mamul hale gelene kadar sürece dâhil olan insan ve işlem sayısının olağanüstü karmaşıklığı) ile “artı-değer birikimi neticesinde ortaya çıkan zenginliğin devlet iktidarı dolayımıyla az sayıda insanın elinde toplanması durumu” arasında, Kapital’de Marx tarafından veciz bir şekilde saptanmış bulunan çelişki, Buharin’in formülasyonu içerisinden kendisini ifade etmekteydi.24 

Buharin’in emperyalizm kuramının siyasal sonuçları liberal tezi çürütmenin yanı sıra Marksist teorisyen Kautsky’nin ultra emperyalizm tezini de hedeflemekteydi. 
Kautsky 25 Emperyalist güçlerin savaşmak yerine –egemen emperyal devletler arasında anlaşma temelli ilişkiler kurmak yoluyla- dünyayı paylaşmak yolunu da 
seçebileceğini açıkça belirtmişti. Buraya kadar ortaya konulanlardan açıktır ki, Buharin’e göre emperyalist siyaset, burjuvazinin iradi olarak tercih edip bütünlük içerisinde ve sorunsuz olarak tatbik ettiği bir siyaset olmayıp; kapitalist üretim ilişkilerinden mütevellit küresel bir yapının işleyişinin mantıksal bir sonucudur. Buna göre, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasını sağlayan aynı rekabet yasaları, sermaye gruplarının ulusal devletlerin gücünü kullanarak birbirlerini dışlamalarını da gerektirecektir.26 Kautsky’nin sonucuna varabilmek için aynı anda işlemekte olan sermayenin ulusallaşması eğilimi ile uluslararası laşması eğilimlerinden yalnızca uluslararasılaşma eğilimini tanımak, diğerini de unutmak gerekecektir. 

Teorik tutumu Buharin’le pek çok noktada uzlaşan Lenin, bir yandan işbölümü kavramının uluslararası alana tatbiki üzerinden uluslararası iktisadi ilişkilerin 
nesnel yapısını belirlemeye çalışırken, bir diğer yandan bu yapının aktörlere önsel ve harici bir şey olmadığını vurgulamakta, bir başka deyişle, politik eylemin nesnel koşulları (yapı) ile faillik durumunun üst belirlenime tabi potansiyelleri arasındaki gerilimin inşası sonuçlarını hesaba katmaktaydı. Dolayısıyla, Lenin’e göre emperyalizm yapıların harici olarak zorlamasıyla, kendiliğinden meydana gelebilecek bir dönüşüm değildir. 

Mali Sermaye ekseninde gelişen tekeller, bunların uluslararası düzlemdeki müdahaleleri 27 ve müdahalelere karşı direniş birlikte küreselleşiyordu. 
Sermaye ihracı ve bunu takip eden yeni ilişkiler ve değerler sisteminin (ilişkileri düzenleyecek ve ihtilafları azaltacak hukuk sistemi, iş gücünün üretilmesi için eğitim kurumları, merkez ülkelerdeki gerilimi azaltacak ve yapılan haksız müdahaleleri meşrulaştıracak ideolojiler vs.) sömürülenler tarafında yarattığı huzursuzluk kendi başına sosyalizme geçişin garantisi olamazdı. Kapitalizmin gittikçe artan ölçülerde eşitsiz şekilde gelişimi, Lenin’in içerisinde bulunduğu dönemde, tekelci aşamaya geçmiş bulunan ulusal sermayelerin içinde etkin bir şekilde temsil edildikleri ulusal devletleri birbirine karşı kullanma eğilimleri ile birleştiğinde, dünyanın teritoryal olarak paylaşımı sonucu doğmaktaydı. Bir başka deyişle uluslararası iş bölümü, hem hammadde, pazar ve işgücü sunucuları olan çevre ülkelerle merkez ekonomiler arasındaki karşıtlık hem de ulusal sermayelerin silahlı nüfuz alanları ekseninde belirlenmekteydi. Bu koşullar altında anti-Emperyalist mücadele savaşların özgül karakterlerinden, ulusal soruna, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından tam demokrasi ve sosyalist devrimin koşullarına kadar farklı ama ilintili konularda müdahale gerektirmekteydi. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder