DÜNDEN BUGÜNE KIBRIS BÖLÜM 8
Son Gelişmeler ve Kıbrıs.,
1) Helsinki Doruğu ve Kıbrıs.
Helsinki doruğunu iyi görebilmek ve anlayabilmek için 1995-1999 döneminde,
* AB'nin Türkiye ve Kıbrıs Politikasını
* Ve Yunanistan'ın Türkiye ve Kıbrıs politikasını incelemek gerekir.
a. AB'nin Türkiye ve Kıbrıs Politikası
A.B. Türkiye'yi "Gümrük Birliği anlaşması ile tek yanlı bağlarken, AB ile GKRY arasında tam üyelik görüşmelerini başlatmak istiyordu". AB(ve Yunanistan),
1995'te Ankara'daki hükümetin gösterdiği zaaf sonucu, "iki avantajı da birlikte sağladı".
Ancak AB'nin (ve Yunanistan'ın) ummadıkları bir şey oldu; İşin perde arkası açığa çıkmaya başlayınca Milli Güvenlik Kurulu ise el koymuş ve arkasından da 28 Aralık 1995 Demirel-Denktaş deklarasyonu, hükümete rağmen gelmişti. Türkiye, AB'nin Kıbrıs'ı içeri alma operasyonunu engelliyordu. AB işin üzerine fazla gidemedi. Çünkü haksızdı, hukuk dışına çıkıyordu. Buna rağmen girişimlerini sürdürdü Yunanistan da Türkiye'nin bu konuda, "son anda sağlam durma kararından" hiç memnun olmamıştı.
AB 1997 Lüksemburg doruğunda Türkiye'ye karşı "samimi davrandı ve gerçek düşüncelerini ortaya koydu". Ancak büyük bir hata yapmıştı; Türkiye'yi
uyandırmıştı.
* AB Türkiye'yi içine almayacaksa Gümrük Birliği niye imzalanmıştı? Türkiye boşu boşuna mı tek yanlı bağlanmıştı.
* 1.1.1996'dan itibaren Gümrük Birliği'nin olumsuz etkileri dağ gibi çökmüştü;
AB ile dış ticaret açığı patlamıştı, yatırım gelmiyordu, Türkiye'nin üçüncü ülkelerle ilişkileri ipotek altına alınmıştı, iş çevrelerinin eli-kolu bağlanmıştı. AB söz verdiği para yardımını yapmıyordu.
Bu gerçekler gün ışığına çıktığı gibi AB'nin "Türkiye üzerinde baskı yapma olasılığı da kalmamıştı" Türkiye nasıl olsa AB'ye alınmayacaktı, onun için de
AB'nin istekleri (dayatmaları) geçerli değildi.
* AB artık Kıbrıs konusunda "bastıramazdı".
* Diğer Türk-Yunan ilişkilerinde (Ege) ödün isteyemezdi.
* Güneydoğu konusunda dayatma yapamazdı. 1977'de Türkiye'yi içine alamaycağını açık olarak göstermekle AB elindeki "kozları kaybetmişti". Açık ve samimi davranması Avrupa'ya pahalıya patlamıştı. Üstelik Türk-Amerikan ilişkileri "stratejik ortaklığı" doğru gidiyordu. Almanya, Fransa, İtalya bundan hoşnut değildiler, ABD Türkiye ve yakın çevresine tamamen yerleşiyordu.
AB taktiğini değiştirmeli ve Türkiye'ye "umut vermeli idi" O zaman kaybetiği kozlar yeniden AB'nin eline geçecek, Türkiye geleceğinin Avrupa'da olduğuna
inanacak ve "Avrupa perspektifi" oluşacaktı. Türkiye'ye "sen adaysın" diyerek umut vermenin AB'ye getireceği hiçbir yükümlülük ve sorumluluk da yoktu.
Öte yandan 1995'te kurulan Gümrük Birliği düzeni, Türkiye'yi tek yanlı AB'ye bağlı kılıyor ve AB için "ideal" bir yapılanma yaratıyordu. Türkiye'nin adaylığı
kabul edilince, 1995'te kurulan bu yapıyı çok uzun yıllar sürdürme olanağı doğuyordu.
AB bu yaklaşım içinde, 1999'da Türkiye'ye ilişkin politikasını değiştirdi ve aday yapmaya karar verdi. Bu arada önlenmini de aldı; Ekim 1999'da AB Komisyonu
genişleme raporunda "adaylığın" statüsünü aşağı indirdi.
* Adaylık, otomotik görüşme sürecine başlamayı gerektirmez
* Aday ev ödevini yapsa da, "AB'ye girişi AB'nin iç dengelerini bozuyorsa yine de içeri alınmaz" diyerek, sanki Türkiye'nin adaylığına göre hazırlanmış yeni
"genişleme politikasını" açıkladı. Bu "ayrıntılar" Türkiye'deki medyada ne yer aldı, ne de tartışmaya açıldı.
b. Helsinki Öncesi Yunanistan'ın Türkiye Politikası Mayıs 1999'da AB Ankara'ya sıcak mesajlar (mektuplar) göndermeye başladı.
Arkasından Öcalan krizi patlak vermişti ve Atina suçüstü yakalanmıştı. PKK ve Öcalan Atina'dan her türlü destek almışlardı. Öcalan'ın ağzından kamuoyuna
açıklandı.
Atina'da AB'nin politikası paralelinde Ankara'ya sıcak mesajlar göndermeye başladı. Hükümet hem dış, hem de iç (bazı büyük sermaye çevreleri) telkinlerle
Atina'yı Öcalan konusunda köşeye sıkıştırmak yerine dostluk mesajına olumlu yanıt verdi.
Atina hem suçluluktan (köşeye sıkıştırılmaktan) kurtuluyor, hem de AB'nin yeni Türkiye yaklaşımı beraberinde, önce Kıbrıs sonra da Ege konusunda ödün
sağlamayı umut ediyordu. Ve arkasından deprem felâketi geldi. Toplumsal psikoloji açından ortam çok uygundu. Ödün sağlama olanağı artıyordu.
Bu ortam içinde başlayacak Helsinki doruğu öncesinde, Atina AB'nin diğer 14 tam üyesi ile pazarlığa oturdu. Türkiye'nin adaylığı konusunda veto'yu kaldıracaktı ama karşılığında Kıbrıs ve Ege konusunda ödün istiyordu.
Ödün Neydi?
a. Kıbrıs uyuşmazlığı çözülmese de GKRY (Kıbrıs Cumhuriyeti) AB'ye tam üye yapılacaktı.
b. Ege konusunda iki taraf anlaşamazlarsa Lahey'e gidilecekti. 10-11 Aralık 1999 Helsinki doruğunda Türkiye 13) adaydır denirken, aynı metin içinde koşullar
sıralanıyordu. Ankara'ya "sen ancak bu koşulları kabul edersen aday olabilirsin (kalabilirsin)" dayatması getiriliyordu.
Başbakan Ecevit Helsinki öncesinde 1 hafta boyunca hemen her gün "adaylık koşullu gelirse kabul etmeyiz" dedi. Ancak koşullu gelen adaylığı, bazı iç ve
dış çevrelerin baskısı ile kabul etti. Ve bütün bunlar, Amerika'da Denktaş-Klerides dolaylı görüşmeleri sürerken oldu. Dolaylı görüşme tarihi de
önceden Helsinki'nin birkaç gün öncesine takvimlenmişti. Amaç açıktı, baskı yaratıp ödün almak istiyorlardı.
AB Helsinki'de Türkiye'nin karşısına , "ya Kıbrıs ve Ege'de ödün, ya da AB adaylığı" diye geldi.AB (ve Yunanistan) istediğini aldı.
Başbakan Ecevit basına sürekli olarak, "Bizim Kıbrıs politikamızda bir değişiklik yok ve olmayacak" dedi. Ancak bu tutumunu bir (nota) ile AB'ye
bildirmedi. AB 1995'de Ankara hükümetine oynadığı oyunun aynını 1999'da bu sefer Ecevit hükümetine oynuyordu.
Yunanistan'ın 1999 Ağustosundan 1999 Aralık sonuna kadar Türkiye'ye karşı dostluk ifadelerine rağmen, izlediği politikanın hiç değişmediğini şunlardan
anlıyoruz:
* Başbakan Smitis müteaddit defalar (en az 5 defa) Kıbrıs politikalarının değişmediğini ve hiçbir değişiklik de yapılmayacağını açıkladı.
* Aynı ifadeler Papandreu tarafından Yunanistan, Türkiye ve GKRY'de tekrarlandı.
* Yunanistan GKRY'de askeri manevralarını 1999 sonbaharında da sürdürdü. Savunma bakanı, Türkiye'ye ağır ifadelerle saldırdı.
* Yunanistan Cumhurbaşkanı Kıbrıs ve Ege konularında Türkiye'yi suçlayan açıklamalarda bulundu.
* Ağustos 1999'da Yunan Meclisi, belirli bir günü, Türklerin Rumlara karşı soykırım günü ilân eden kararı aldı.
* 1999 sonbaharında, BatıTrakya Türklerine yönelik saldırılar yapıldı.
* 1999 Sonbaharında Yunanistan'dan Ermenistan'a gizlice silâh taşıyan bir Yunan kargo uçağı tespit edildi.
Yunanistan vitrinde dostluk havası estirirken, mutfakta bildiği eski politikasını yürütüyordu. Ellerindeki en önemli silâh da, arkasında bazı
işadamları bulunan bazı Türk medya çevrelerinin, Atina'nın bu tutumuna alet olmaları idi.
Yayılmak istenen hava şuydu; Kıbrıs, Türk-Yunan dostluğunu önlüyor, Türkiye ödün verirse hem dostluk kurulur, hem de Türkiye AB'ye girer. Yakın gelecekte "bu mesajın" ne kadar yanlış olduğu ve Türkiye'nin ulusal çıkarlarına ne kadar zarar verdiği görülecektir.
Türkiye'nin AB'ye aday olmasından sonra ortaya çıkan gelişmeler, yukarıdaki değerlendirmelerin geçerli olduğunu ortaya koymaktadır.
Şöyle ki;
a. AB, Türkiye dışındaki ülkelerle tam üyelik görüşmelerine başlayacağını Şubat 2000'de açıkladı. Bulgaristan, Romanya, Slovakya, Polonya, GKRY gibi adayların
hepsinin adı geçiyordu ama Türkiye'nin adı yoktu. Türkiye, AB'nin tam üyelik görüşmelerine başlayacağı ülkelerin bir çoğundan çok daha ileri düzeydeydi.
Helsinki'nin hemen ertesinde, AB'nin genişlemeden sorumlu komisyonun başkan yardımcısı Brüksel'de basına yaptığı açıklamada şunları söylüyordu, "Türkiye
sadece adaydır, üyelik konusunda hiçbir garanti bulunmuyor, biz zaten Türkiye'yi, Avrupa'ya gücenmesin diye aday yaptık Bu çok önemli açıklamaya da maalesef Türk medyasında yer verilmedi.
b. AB ülkeleri, geçen yıl kararını NATO'dan çıkarttıkları ve Batı Avrupa Birliği (BAB)'ın yerini alacak savunma örgütü Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimligi'ne
Türkiye'yi almama kararı verdiler. Bu karar 2000 yılının ilk haftaları içinde Brüksel'de çıktı.
c. Helsinki doruğundan Mart 2000'e kadar AB ülkelerinin birçok hükümet yetkilisi, iktidar ve muhalefet partileri yöneticileri, sendikaları, Türkiye'nin
ileride de tam üye yapılmayacağı konusunda çok sayıda değerlendirme yaptılar.
Bunlar ajans haberlerinde yayınlandı.
Helsinki'de Türkiye'nin adaylığı, AB'nin Türkiye'ye karşı elinde tutuğu kozları kaybetmemek ve bazı iç ve dış politika konularında baskı yapıp ödün sağlamak
için bir düzenlemedir. Bunlara Kıbrıs da dahildir. Geleceğin Avrupa Birleşik Devletleri'nde AB'nin Türkiye'ye yer vermesi, AB için çok büyük siyasal,
ekonomik, sosyal ve kültürel bedel getirmektedir. AB'nin bu büyük bedele katlanmak için hiçbir akılcı nedeni yoktur(21).
AB Türkiye'den alacağı herşeyi 6 Mart 1995 belgesi ile almıştır. Hem de hiçbir yük altına girmeden.
2) Kıbrıs Türkiyesiz AB'ye Girerse Sonuç Ne Olur?
G.K.R.Y.ile A.B.arasında tam üyelik görüşmeleri, 2000 yılı itibarıyla sürmektedir. Ortada duran olasılıklar şunlardır;
a. AB birkaç yıl sonra G.K.R.Y.ni Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tam üye yapabilir.
b. Türk ve Yunan tarafları aralarında anlaşırlar ve girerler. Bu durumda anlaşmanın "biçimine" bakmak federasyon mu, konfederasyon mu olduğunu görerek değerlendirme yapmak gerekir.
a. AB'nin GKRY'ni tam üye yapması durumu, AB halen GKRY ile sürdürdüğü görüşmeleri, iki taraf anlaşma sağlamadan AB'ye tam üye yaparsa bunun doğuracağı sonuçlar nelerdir?
* AB GKRY'ni aldığı taktirde, adayı fiilen bölmüş ve iki devletli yapıyı meşrulaştırmış olur. Ancak AB bugün, uluslararası anlaşmalara aykırı bir
biçimde, GKRY'nin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak (kağıt üzerinde) kabul etmektedir.
Bu durum da GKRY AB'ye girdiğinde, KKTC'nin bulunduğu bölge de AB tarafından GKRY'nin (Kıbrıs Cumhuriyeti'nin) bulunduğu bölge de AB tarafından GKRY'nin (Kıbrıs Cumhuriyeti'nin) bir parçası olarak mütâlaa edilecektir. Bu değerlendirmenin pratikte, realpolitik olarak "hiçbir anlamı yoktur." Çünkü KKTC
kendi sınırları içinden egemen, bağımsız ve bütün devlet kurumları ile hayatta dır. Öte yandan Türkiye, kendisinin KKTC'yi güvence altına aldığını,
T.B.M.M.kararları ile, Cumhurbaşkanları deklarasyonları ile, Hükümet kararları ile, M.G.K.kararları ile ortaya koymuş ve dünyaya ilân etmiştir. AB GKRY'ni, Türkiye'nin "ortaya koyduğu bu pozisyonunu bile bile almış olacaktır".
Bu durum kağıt üzerinde Türkiye ile AB'yi karşı karşyıya getirmiş olsa da kozlar Türkiye'nin ve KKTC'nin elindedir.
25 yıldır oluşmuş bir yapılanma vardır ve fiilen adada iki devlet bulunmaktadır. AB ancak, Türkiye'nin, "AB'ye adaylık statüsü içinde bulunmasından dolayı",
diplomatik baskı yapma olanaklarına sahiptir. Zaten 10-11 Aralık 1999 Helsinki doruğunda Türkiye'nin AB'ye aday yapılmasının önemli nedenlerinden birisi de
budur. Türkiye'ye "kağıt üzerinde" AB perspektifi vermek, AB perspektifinin diğer konulara (ve Kıbrıs'a) önceliğini sağlamak, Türkiye'nin KKTC'nin varlığını
sürdürme direncini kırmak.
Türkiye ile AB (ve Yunanistan) arasında yeni bir diplomatik çekişme süreci başlar ve bu çekişme zaman içinde azalarak sürer. Burada herşey, Türkiye'nin ve
KKTC'nin "kararlığına bağlı olur". Türkiye ve KKTC'de zaaf gösteren yönetimler ortaya çıkarsa bu direnç zayıflar. Zaten AB'nin (ve Yunanistan'ın) uzun vadede
projeksiyonları bu olasılık üzerine oturtulmuştur.
b. Türk ve Rum tarafları bir çözüm üzerinde anlaşırlar ve bu formül altında Kıbrıs AB'ye girer. Bu olasılık iki ayrı başlık altında inclenmek zorundadır;
Birincisi, iki tarafın ayrı egemenliklerini öngören bir çözümdür. Türk tarafı da, Rum tarafı da karşılıklı olarak birbirlerini "egemenlik haklarına saygı gösterirler. Ayrı egemenliğin tanınması pratikte, iki ayrı devletin, iki taraf arasında mutlak "eşitliğin" bulunduğunun kabulü anlamına gelir.
Bu durumda da uzlaşmanın çatısı, "konfederasyon" formülünde kurulmuş olacaktır.
Bu Kıbrıs konfederasyonu, Türkiye'nin içinde bulunmadığı AB'ye üye olur ise, Türkler bakımından sorun yine de çözülmüş olmaz. Çünkü Türk tarafı
"konfederasyon içinde ayrı egemenliğe sahip bir taraf olsa bile", AB içindeki konumu farklı olacaktır.Türk tarafının, "konfederasyonu oluşturan egemen
taraflardan birisi olması", Türk tarafına, AB içindeki siyasal yapılanma sisteminde, "herhangi bir tam üye gibi, AB mekanizmaları içinde bağmsız hareket etme, yetki kullanma olanağı sağlamaz". AB sistemini içtihatlarla yürüten organlar ve birimler şunlardır.
* AB Parlamentosu
* AB Bakanlar Konseyi
* AB Komisyonu
* Ve tam üye bulunan "ülkeler"
Türk tarafı "konfederasyonun egemenliği bulunan bir tarafı" konumundadır.
Bağımsız bir devlet değildir. Türk tarafı bağımsız olarak oy kullanamaz, veto hakkı yoktur. Örneğin, Belçika içindeki Valon veya Flamanların konumundadır.
AB, "ev içi işlerini" içtihatlarla (organların aldıkları kararlarla) yürüttüğü için AB organları, konfederasyon içindeki bir taraf aleyhine, "yeni kararlar" alabilir. AB'ye konfederasyon olarak girişte, Türk tarafına ve Türkiye'ye "güvenceler" verilmiş olsa bile, bu güvenceler "uluslararası anlaşma" niteliği
taşıyamaz. Çünkü AB ilerde şöyle diyebilir;
"Bu benim evimin içindeki bir hadisedir. Bu konfederasyonun iki ayağı da AB egemenlik (tasarruf) alanı içindedir. Yeni bir karar aldım ve şöyle değişiklik
yaptım" diyebilir Bu sistem Türkiye AB gümrük birliği sürecinde işletildi; AB 1995'de Türkiye ile malî yardım konusunda bir belge imzaladı. Ve bu belge ile Türkiye'ye yardım taahhüdü altına girdi. Hemen arkasından da; "Ne yapayım, içerdeki bir ülke (Yunanistan) bu paranın verilmesini veto etti, parayı veremem, benim sistemim böyle çalışıyor" dedi.
Aynı şey, Türk tarafına ve Türkiye'ye "verilebilecek güvenceler" için de geçerli olacaktır". ''Güvence var ama üyemiz bu güvencenin çalıştırılmasını veto etti"
diyebilir. Buna bile gerek kalmadan, yetkili organları güvenceyi kaldıran başka bir karar alabilir. AB'nin gerekçesi ise; "Bu benim iç sorunumdur. İç sorunlarda
organlar her türlü karar alabilirler, AB'de işler kararlarla (içtihatlarla) yürür" diyebilir.
AB bunu dediği zaman da, kendi sistemi içinde "hukuken haklıdır". Aynen
Türkiye'ye, altında imzası bulunan yardımı vermemesi gibi.
Federasyon formülü; Türk ve Rum tarafları konfederasyon yerine federasyon çatısı altında AB'ye giriyorsa, bu da ikinci durumu meydana getirir. Burada tarafların "egmenlik hakları" da yoktur. Taraflar topluluk (cemaat) konumundadırlar. İki tarafın aralarında anlaştıkları "federasyon formülü" çok dengeli, iki tarafın karşılıklı çıkarlarını koruyan bir biçimde bulunabilir. Ancak bu federasyon AB içine girince durum değişir. Örneğin, "Rumlar biz bu federasyon da çoğunluğu oluşturuyoruz, çoğulcu ve üniter bir yapı kuruyoruz" diye dayattıkları zaman; Rumların artık 1963'te yaptıkları gibi, bu işi zorla ve silâh yolu ile gerçekleştirmelerine de gerek kalmayacaktır. AB organlarının ve Kıbrıs federasyonunun oluşturan bir tarafın (Rum tarafı) isteği ile bu amaca kolayca ulaşılır ve federasyonun bir tarafı olan Kıbrıslı Türkler, hukuken ve fiilen
"azınlık" statüsüne düşürülebilir. Bu iş, "AB"nin bir iç sorunu olarak mütalâa edilir.
Türkiye'nin "dışardaki üçüncü bir ülke olarak" ne konfederasyon formülünde, ne de federasyon formulünde bir söz ve müdahale hakkı olmayacaktır. Yanıt çok
basittir; Bu iş AB'nin iç sorunudur. Dışardakileri ilgilendirmez.
* Kıbrıs Türklerinin (KKTC'nin) AB içinde kendi hakkını AB sistemi çerçevesinde koruyabilmesi için; KKTC'nin ayrı bir ülke olarak AB'ye tam üye olması gerekir.
Bu durumda bile fiili olarak durumunu koruyamaz. Sınırlar kalktığı için KKTC bölgesi, Rumların ve Yunanlıların ekonomik, sosyal ve kültürel işgali altına
girer. Kıbrıs Türkleri de AB içinde değişik bölgelere yayılmış ve kaybolmuş "fiili bir azınlık" olur.
Türkiye AB dışında iken ne konfederasyon, ne de federasyon formülü Kıbrıs Türklerinin eriyip koybolmasını engelleyemez.
Türkiye AB içine girmiş olsa tek gerçekci formül şudur;
* Konfederasyon çatısı altında Türkler ve Rumlar AB'ye girerler,
* Veya Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum devletleri olarak AB'ye girerler,
Ancak Türkiye AB dışındadır ve dışında da tutulacaktır. İşte bu nedenle AB ve Yunanistan, "üniter ve tek bir Kıbrıs'ın AB'ye sokulmasını" ısrarla
istemektedirler. AB eğer Türkiye'yi yarın içine almaya niyetli olsa şunu diyebilirdi;
"Bugün Kıbrıs uyuşmazlığını çözmeye gerek yok, iki devlet yan yana barış içinde yaşasın; birkaç yıl sonra Türkiye AB'ye tam üye olurken fedrerasyon veya
konfederasyon, hatta ayrı ayrı iki devlet olarak Türkleri ve Rumları AB'ye alırız".Türkiye, Yunanistan ve adadakiler, AB çatısı altında birlikte barış
içinde yaşarlar."
Ama AB bunu diyemiyor çünkü Türkiye yarın da AB içine alınmayacak; geleceğin Avrupa Birleşik Devletleri içinde Türkiye bulunmayacak. Neden? Türkiye girince
AB kaybediyor ve tek kazanan taraf Türkiye oluyor.Bunun nedeni şu; Türkiye'nin AB'ye sosyal, politik, ekonomik ve kültürel bedeli olağanüstü yüksek. Hiç neden
yokken, AB bu olağanüstü bedeli yok etmek istemiyor. AB içindeki toplumsal demokrasi de, kültür dokusu da bunu gerektiriyor.
Zaten AB'nin Kıbrıs'a ilişkin politikası ile, "görünürde Türkiye'ye söyledikleri arasındaki çelişki", AB'nin gerçek Türkiye politikasını bir turnusol kağıdı gibi
ortaya seriyor.
3) Gerçek Barış Nasıl Sağlanır.,
Kıbrıs'ta Türk ve Rum tarafları arasında üzerinde iki tarafın da anlaşabileceği bir barışın sağlanabilmesi için böyle bir anlaşmanın şu sonuçları yaratacak
nitelikte olması gerekir.
a. Adada iki tarafın (iki devletin), bir diğeri üzerinde egemenlik ve üstünlük yaratabileceği bir sonuca, uzun dönemde de yol açmamalıdır.
b. Ada üzerinde ve Ege'de Türkiye ve Yunanistan arasında "dengeli ve adil" bir sonuca ulaşılmalıdır.
a. Ada üzerinde iki tarafın bir diğeri üzerinde egemenlik ve üstünlük yaratabilecek sonuçların üzun dönemde de ortaya çıkmaması için;
a.1) İki tarafın da ayrı ayrı egemenlik" haklarının bulunması
a.2) İki bölgeli yapılanmanın (veya iki devletli yapılanmanın) karşılıklı olarak kabul edilmesi
a.3) Türkiye ve Yunanistan'ın adanın bütünü üzerinde "etkin garantörlük" haklarının ve fiili durumunun bulunması gerekir.
b. Türkiye ve Yunanistan'ın Ege'de dengeli ve adil bir çözüme ikili görüşmeler yolu ile varmaları Kıbrıs'taki iki devletin aralarındaki ilişki düzenini
doğrudan doğruya ilgilendirdiğini görmek de gerçekci bir yaklaşım olur. Türkiye ve Yunanistan'ın Ege'deki sorunu çözmüş bulunmaları Kıbrıs'ı doğrudan doğruya
etkiler. Ege'de sorun sürüyorsa;
* Bu Kıbrıs'ta iki devlet arasındaki ilişkilere de yansır
* Kıbrıs'ta iki taraf arasında çözüm olur Ege'de bir sonuç alınamaz ise,
Kıbrıs'taki durum, her an bozulmaya hazır bir risk taşır.
Kıbrıs'ta denge ve Ege'de denge sorunları birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır.
Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs ve Ege'de eş-zamanlı olarak uzlaşma zorunluluğu vardır. Çünkü Kıbrıs'taki uyuşmazlık, "Kıbrıs'taki Türk ve Rum tarafları
arasında olduğu kadar, Türkiye ve Yunanistan arasındadır da."
Kıbrıs ve Ege'de Anlaşmanın Gerekleri
Türkiye'nin ve Yunanistan'ın Kıbrıs ve Ege'de uzlaşabilmeleri için "iki ülkenin siyasi iradeleri yanında ve bundan da "önemli"olarak, A.B.nin ve ABD'nin Türkiye ve Yunanistan ile "ilişkileri" söz konusudur. Çünkü, Yunanistan'ın Kıbrıs ve Ege'de uzun yıllardan beri sürdürmekte olduğu "üstünlüğü ele geçirme"
politikasının arkasında, A.B.nin ve ABD'nin Yunanistan'a verdikleri "destek" yatmaktadır.
Yunanistan, AB'nin ve ABD'nin "kendi arkasında bulunduğunu" gördüğü ve hissetiği sürece, Kıbrıs'ta ve Ege'de "üstünlüğü ele geçirme çabalarından ve
politikalarından" hiçbir zaman vazgeçmeyecektir.
Helsinki doruğu öncesinde ve sonrasında Yunanistan'ın Türkiye ile "dostluk görüntüsü" vermesinin arkasında", bu üstünlüğü sağlamak için AB desteğinin de
kendi arkasında bulunmasında yatmaktadır. Gerçekler ortaya çıkmaya başladıkça, bu yolun da bir çıkış yolu olmadığını A.B.de sonunda anlayacaktır.
Çünkü Türkiye'nin, Kıbrıs'ta ve Ege'de, "Yunanistan'a üstünlük sağlaycak bir çözümü" kabul etmesi söz konusu değildir.
Kıbrıs'ta çözümün sağlanabilmesi için, AB'nin ve ABD'ninTürkiye ve Yunanistan'a eşit uzaklıkta durmaları ve Türkiye'ye dış baskı uygulamamaları gerekir. Bu
yapılabilirse, Yunanistan ve Rumlar, "Türkiye ve KKTC ile,adil ve dengeli bir anlaşmadan başka çözüm kalmadığını" görürler ve kendilerine üstünlük sağlayacak çözümlere bel bağlamaktan vazgeçerler.
Tarihte de, Batı'nın Yunanistan'ın arkasında durmadığı dönemlerde Türk-Yunan ilişkileri adil ve dengeli bir biçimde yürümüştür.
Bundan önceki bölümlerde, yakın geçmişte yaşanmış olaylarla ilgili açıklamalar, bu görüşü doğrulamaktadır.
2000 yılının başında "aldatıcı bir iyimserlik havası" özellikle yaratılmış bulunmaktadır. Yunanistan'ın "dostluk adı altında" Kıbrıs'ta ve Ege'de üstünlüğü
AB desteği ile elde etme" çabaları sürmektedir.Türk kamuoyuna "enjekte edilmeye çalışılan ortam",Yunanistan'ın bu üstünlük sağlama politikasına yardımcı olmaktadır.Türkiye'nin AB'ye "adaylığı" formülü altında, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruma direncinin kırılabileceği varsayımına dayandırılan bu
politika, zaman geçtikçe yerini gerçeklere bırakacak ve bu gerçeklerin, "gösterilmek istenenden çok farklı olduğu" anlaşılacaktır.
O zaman yeniden başlangıç noktasına dönülecektir.Bugün temel politika, AB'nin Yunanistan tarafında yer alarak, Yunanistan'ın Kıbrıs ve Ege'de üstünlüğü ele
geçirmesi politikasına oturtulmuştur. AB'nin bu hatasını zaman geçirmeden görmesi gerekir.
Aksi halde Türkiye-AB ilişkileri de bundan büyük zarar görecektir.
KAYNAKLAR
1) Dr.Cosmos Megalommatis, "Turkish-Greek Relations", Cyprus Foundation, 1994
2) Kıbrıs Rehberi, TTOK, İstanbul, 1994.
3) 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, Sabahaddin İsmail, KKTC, Lefkoşe, Kastaş Yayın, İstanbul 1998.
4) Kıbrıs'ta Gaspedilen ve Yitirilen Türk Tapu ve Arazi Hakları, M.Haşim Altan, KKTC, Başbakanlık, Lefkoşe, 1999.
5) Kıbrıs'ta Hristiyanlaştırma ve Rumlaştırma Hareketleri, M.Haşim Altan, KKTC, Girne 1997.
6) Atatürk Devrimlerinin Kıbrıs Türk Toplumuna Yansıması, M.Haşim Altan, KKTC, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara 1997.
7) The Western Question in Greece and Turkey, Arnold J.Toynbee, Londra, 1923
8) Sabahaddin İsmail, a.g.e.
9) Dr.Andrew Mango, "Atatürk" P.538, John Murray Ltd, London, 1999.
10) Dr.V.D.Volkan and Norman ltzkuwitz, "Turks and Greeks", The Eothen Press, England, 1994.
11) Dr.Christian Heinze, "The Cyprus Conflict, Lefkoşa, 1997.
12) Prof.Dr.Richard A.Patrik, "Political Geography and Cyprus Conflict", Ontario, 1976.
13) Rauf Denktaş, "The Cyprus Triangle, K.Rustem and Brother, London, 1988.
14) Rauf Denktaş, Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-1974, Boğaziçi Yay., İstanbul.
15) Dr.Andrew Mango, a.g.e.
16) Dr.Andrew Mango, a.g.e.
17) Dr.Andrew Mango, a.g.e.
18) Rauf Denktaş, The Cyprus Triangle, K.Rustem and Brother, London, 1988.
19) T.Tülümen, "İran Devrimi Hatıraları", İstanbul, 1998.
20) Dr.Christian Heinze, "Cyprus 2000" München, 1999.
21) Erol Manisalı, "Bıçak Sırtındaki Dünya ve Türkiye" Cumhuriyet Yayınları, İstanbul 1998.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder