25 Ağustos 2019 Pazar

Tarih Boyunca İSLAM HAKİMİYET ve Uğradığı Suikastlar., BÖLÜM 4

Tarih Boyunca İSLAM HAKİMİYET ve Uğradığı Suikastlar.,  BÖLÜM 4



MÜCADELE HAZIRLIKLARI

Hazreti Peygamber cemiyetin teessüs ettiğine emin olduktan ve komşuları Yahudilerle anlaşmalar yapıldıktan sonra Medinede harp havası yaratmağa başladı. 
Çünkü İslâm devletinin ilk işi hükümran olduğu bütün yerlerde İslâmiyetin faal hale gelmesi ve İslama, davetin memleketinden dışarılara götürülmesidir. 
İslâm devletinin davet vazifesi, misyonerlerin yaptıkları gibi mânada değildir. O ancak insanları dine çağırmak ve İslâmî düşünceler ve ahkâm ile onları 
yetiştirip bu davete muhalefet edecek her maddî engeli ortadan kaldırabilecek maddî bir kuvvete sahip olmak...

Kureyşliler: Bu meselede maddî bir engel idiler. Bu maninin bertaraf edilmesi için kuvvet elde edilmesi lâzımdı. Bundan dolayı daveti Medine haricine 
götürecek kuvvet ve orduyu hazırlamağa başladı. İşin bidayetinde hususî tertipler yapılmıştır ki dört ay içinde Kureyşlilere meydan okuyacak ve Medine ile etrafında yerleşmiş bulunan münafıklarla yahudilere korku verecek, muhacirlerden süvari birlikleri gönderdi. Nitekim Fahrikâinat içlerinde ensardan kimse olmaksızın yalnız muhacirlerden otuz atlınin başında Amcası Hamzayı gönderdi, Hamza deniz kıyısında üçyüz süvari ile birlikte Hişam oğlu Ebu Cehle rast gelerek onlarla harp için davrandı ise de Amrul Cehennemi oğlu Mecdi araya girdiğinden iki taraf birbirinden ayrıldılar. Hamza döğüşmeden döndü. 
Bu defa Resulü Ekrem Haris oğlu Ubeyde'nin oğlu Muhammed'i yalnız muhacirlerden mürekkep altmış süvarinin başında gönderdi. Rabığ vadisinde 
Kureyşlilerden iki yüzden fazla bir insanın başında Ebu Süf-yan'a rast geldiğinde Ebu Vakkas oğlu Sa'd bir ok atmış ise de yine harp olmaksızın iki taraf 
geri çekilmiştir. Daha sonra yine muhacirlerden ibaret yirmi atlının başında Ebu Vakkas oğlu Sa'dı Mekkeye doğru gönderdi ise de yine savaşsız döndüler. 
Böylece, sevkedilen çetelerle Medinede savaş havaları esmeğe başladığı gibi, kendilerinde de korku yaratan Kureyşliler, bu çeteler görülmeden evvel 
akıllarına esen düşüncelerle Hazreti Peygambere saygı göstermeğe başlamışlardır. Daha sonra Resulü Ekrem bu kadarla da kalmayarak savaşa bizzat kendileri çıkmıştır. Öyle ki Medineye hicret edeli on iki ay olunca kendisi de çıkarak yerine İbade oğlu Sa'dı vekil bıraktı ve Kureyşlilerle Damra oğulları 
kabilesine rastlamak üzere Veddan köyüne varıncaya kadar Ebu Ah'a gitmiştir. Fakat Kureyşlilere tesadüf etmemiş, Damra oğulları kabilesi kendisiyle 
anlaşma yapmıştır. Bundan bir ay sonra Halef oğlu Ümmiye'nin kumanda ettiği yüz kişinin başında Buvat denilen mahalle gitti ise de ana yoldan başka 
tarafa sapan bu kafileye rastlayamamıştır. Buradan dönüşten üç ay sonra Medinede yerine Abdül Esed oğlu Ebu Selme'yi vekil bırakarak Müslümanlardan 
iki yüz kişiden fazla muharip ile çıktı.

Yenbu'da Aşire menziline vararak orada muhaceretin ikinci yılını, birinci Cemazî ayının tamamını ve ikinci Cemazî ayın dan da birkaç gece geçirdikten sonra Ebu Süfyanın kervanının geçmesini beklemiş ise de tesadüf edememiştir. Fakat bu yolculukta Medlic oğullan kabilesi ve bu kabilenin andlaşmış bulunduğu Damra oğulları ile dostluk mukavelesi yapmıştır. Medineye avdetleri üzerinden on gün geçmiş iken Cabir Elfehri oğlu Kerez ki Mekkeliler ve Kureyşlilerle iyi geçinen biridir Medinenin deve ve koyunlarına baskın yapmış olduğundan, Hazreti Peygamber, yerine Harise oğlu Zeydi vekil bırakarak Kerzi aramak üzere Medineden çıkmış ve Bedir cihetinde olan ve Selvan adı verilen vadiye varıncaya kadar yoluna devam etmiş ve Kerze yetişememiştir. 

Bu hâdise Birinci Bedirdir.

Böylece Resulü Ekrem Arap yarımadasında Kureyşlilere meydan okuyarak ve akınlar yaparak ordulariyle dolaşmağa başladı. Her nekadar Peygamber bu 
akınlarda bir savaş yapmamış ise de, büyük savaşlara hazırlık olacak azim neticeler elde etmiştir. Zira bu akınlarla düşmana karşı çıkacak orduyu 
hazırlamış oldu. Bu akınlar Müslümanları harbe hazır bir hale getirdi ve böylece Yahudilerle münafıkları Müslümanlarla uğraşmaktan men edecek korkuyu verdi. Meydan okumalarla Kureyşlilerin burunlarını kırdı. Düşmanlar Müslümanlara saygı gösterdi. Kureyşlilerin Şam'a her yolculuklarında Damra oğullan ve Medic oğulları kabileleri gibi Kızıldeniz ile Medine arasında bulunan kabilelerle uzlaşma ve anlaşmalar yaparak yollarını tuttu.


* * *

SAVAŞIN BAŞLAMASI

Resulü Ekrem Medinede yerleşerek Müslümanlığı tamime başladığı gibi, Allah tarafından şer'i hükümler de inmeğe başladı. Böylece Müslümanlığın sarayını ve İslam cemiyetinin binasını, İslâmî temeller ve nizamlar üzerine kurdu ve Müslümanları birbirine kardeş kıldı. O vakit Müslümanlar, o dini kucaklayan ve hükümlerini ruhunda taşıyan bir cemiyet halinde yaşamağa başladı. Müslümanların adetleri ve itibarları ve müdafaa kudretleri arttı. Putperestler, Yahudiler ve halk birer birer ve kitle halinde Müslüman olmağa başladılar. Hazreti Peygamber Medinede İslâmiyetin kökleştiğine ve davet işinin emniyet altına girdiğine kanaat getirdikten sonra, Medinenin haricinde ve bütün Arap yarımadasında onun neşir ve tamimini düşündü. 
Fakat Kureyşliîerin daima çetin bir mâni gibi karşı duracaklarını göz önüne aldı. Onların bu mümanaatı delilli ve ispatlı daven vazifesine engel olacaktı. 
Hazreti Peygamber bunu bildiği için bu canlı maniin bertaraf edilmesi için, maddî bir kuvvetin şiddetle lüzumuna kani oldu. Her nekadar Mekkede bulundukları zaman bu maniin kaldırılması için kâfi derece kuvvetli bir İslâm varlığı bulunmadığından onu asamaz ve yok edemezdi. 

Bu defa îslâm Devletini kurmuş bulunduğundan, bu kuvvetin müsaadesi nisbetinde o manileri yok etmeğe çalışabilirdi. Bunun için artık bu kuvvetleri ve 
mücadele ruhunu hazırlamak ve davet içinde yeni bir siyaset takip etmek lâzımdi. Bu siyasetin sebep ve icapları da kendini göstermiş oldu.
Hazreti Peygamber Kureyşlilere sataşarak kuvvetini göstermek için bazen bizzat iştirak etmiyerek esbabını göndermiş, bazen de bizzat kendileri başında bulundukları çetelerle savaş hareketleri yapmıştı. Bu çetelerin sonuncusu Bedir harbine ön ayak olmuş bulunan Cahş oğlu Abdullah'ın çetesi idi. 
Resulü Ekrem Hicretin ikinci yılı ve Receb ayında muhacirlerden bir cemaat ile Abdullah'ı gönderirken ona bir yazı vermiş ve bu yazıyı yolculuk üzerinden 
iki gün geçmeden açıp okumamasını ve müddeti gelince okuyup emir edilen işe gitmesini ve arkadaşlarından kimseyi zorlamamasını tenbih etmiştir. 
Abdullah hareketinden iki gün sonra yazıyı açınca şu cümleleri okumuştur: 
“Bu yazıyı okuyunca, Mekke ile Taif arasındaki Kahle mevkiinde konaklayıp 
oradan Kureyşlileri tarassut et ve haberlerini bize gönder.” Abdullah keyfiyeti arkadaşlarına bildirmiş ve kimseyi zorlamayacağını ilâve etmiş olduğundan 
arkadaşlariyle birlikte Nahleye vardılar, orada konakladılar. Bu .arkadaşlarından yalnız Ebu Vakkas Elzüheri oğlu Sa'd ile Gavvan oğlu Atebe'nin develeri 
yolu şaşırmıştı. Bunları aramak üzere giden iki kişiyi Kureyşliler esir etmiş olduğundan Abdullah Nahlede kalarak Kureyşlileri gözetlemeğe koyulmuştu. 

Bu arada Kureyşlilerin ticaret için zahire götüren deve kervanı geçiyordu. Haram aylarından olan Receb'in sonunda idi. Abdullah ve arkadaşları, onlara karşı ne yapacaklarını birbirine danıştılar. Bu mesele hakkında Peygamberin de bir emri yoktu. Bunlardan bazıları şu mütalâayı ileri sürdüler: «Bu gece bunlara ilişmeyecek olursak harama girerek onunla sizden korunacaklar, eğer bunları öldürmeğe kalkarsanız, haram ayında Öldürmüş olacağız...» 
Böylece Müslümanlar biraz tereddüde kapıldıktan sonra savaşmayı göze aldılar. Müslümanlardan biri kârvanın reisi olan Hadrami oğlu Omruya attığı bir 
okla öldürmüş ve Müslümanlar Kureyşliler den iki kişiyi de esir ederek kervanı Medineye getirdiklerinde Peygamber onlara: Ben size haram ayında savaş 
yapmanızı söylemedim demiş ve iki esirle kervanı bir tarafta tutarak onlardan birşey almak istememiştir.

Hazreti Peygamberin Kureyşlilerden haber alıp onları gözetlemek için gönderdiği halde onlarla savaşarak ve onlardan bir adam Öldüren ve esir alıp, mallarını müsadere eden Abdullah'a çetesinin yaptığı işler haram ayında yapılmış olduğundan îslâmiyetin bu işlere karşı vaziyetinin ne olacağını düşündüğünden ötürü iki esirle alınan ganimeti kabul etmek istememiştir. Bu isler için Allah'ın emrini ve gelecek âyetleri beklemiştir. 
Kureyşliler bundan istifade ederek Araplar arasında Peygamber aleyhine propaganda yaparak her yerde: Muhammed ve eshabı haram ayını hiçe sayarak 
kan dökmüşler, mal almışlar ve insanları esir etmişlerdir diye bağırıp durmuşlar dır. Bu yüzden dolayı Mekkede Kureyşlilerle Müslümanlar arasında çekişmeler olmuş Müslümanlarla Peygamberlerine üst üste tecavüz edilmiştir. Mekke Müslümanları; din kardeşlerimiz bunu haranı ayı olan Receb ayında değil, Şaban ayında yaptılar diye mukabele etmişlerse de buna ehemmiyet veren olmamıştır. Bu propagandaya yahudiler de katılarak Çalış oğlu Abdullahın yaptığını kötülemeğe kalkmışlardır. Müslümanlar; aleyhlerine yapılan bu propagandadan çok müteessir olmuşlardır. 

Hazreti Peygamber susuyor, vahye intizar ediyor, bu iş için Allah'ın emrini bekliyordu. O sırada su âyet nazil oldu: Bakara sûresi (194) :
«Haram ayı, haram ayına bedeldir, Hürmetler karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırırsa siz de, tıpkı onların üstünüze saldırdıkları gibi, 
ona saldırın. Allahtan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah takvaa sahibiyle beraberdir.»

Bu âyet üzerine Müslümanların teessürleri zail olmuştur. O vakit Hazreti Peygamber iki esirle kervana el koymuştur. Bu âyetlerde Kureyşlilerin 
propagandalarını çürütecek karşılıklar vardır: Kur'anı Kerim; haram ayında çengin büyük günah olduğunu, Kureyşlilerin suallerine cevap olarak bildiriyor. 
Fakat Mekkeye girecek olanlara mani olmak ve yerlileri oradan çıkarmak Allah nezdinde haram ayında cenkleşmekten ve adam öldürmekten daha büyük 
günah olduğu gibi Kureyşlilerin Müslümanları türlü vaadlerle dinlerinden uzaklaştırmak veyahut fena muamelelerle korkutarak onları iğfal ve idlâl için 
irtikâb edilen kötülükler ister haram aylarında olsun, isterse başka aylarda; insan öldürmek ve cenkleşmekten daha büyük günahtır. Haram aylarında 
cenkleştikleri için Müslümanlar aleyhine propaganda yapmağa devam eder de yalanlar nesrine çalışan Kureyşliler ellerinden gelirse Müslümanları 
dinlerinden vaz geçirmek için çalışıyorlar. Böyle olunca Müslümanların Kureyşlilerle mücadelesinde bir fark yoktur. Çünkü İslâmın neşrine muhalefet ve müminleri hak yolundan alıkoymak ve Allahı tanımamak ve mescidi haram olan Mekkenin yerlilerini oradan çıkarmak ve Müslümanları dininden döndürmek 
gibi büyük günahları işleyenler Kureyşlilerdir. Bunun içindir ki Kureyşlilerle gerek haram olan ve gerekse olmayan aylarda savaşmakta Müslümanlar haklıdır. 
Şu halde Cahş oğlu Abdullah'ın haram ayında cenkleşmesinde gerek kendisi, gerekse Müslümanlar için günah sayılacak bir şey yoktur.

Bunun içindir ki Abdullahın çetesi islâm siyasetinde olsun, İslâmî nesir ve tamim yolunda olsun, bîr dönüm noktası teşkil etmiş olduğundan Abdullah Temimî oğlu Vakid kervan başı olan Hadrami oğlu ömru'yu vurup öldürmüştür. Bu kan; Allah yolunda dökülen ilk kan olmuştur.
Böylece her vakit ve yer yerde mücadeleyi emreden ve haram aylarında yasağı kaldıran mücahede âyetleri nüzul edinceye kadar haram aylarında mücadele memnuiyeti devam etmiştir.

* * *

MEDİNE'DE HAYAT

İslâmiyet kendine mahsus bir anlayışla bir çok mefhumların birleşmesinden doğmuş muayyen bir hayat yoludur. Dünyadaki diğer medeniyetlerden ayrı 
olarak sahip olduğu umdeler dolayısiyle îslâm medeniyeti başkalariyle kabil-i kıyas değil¬dir, islâm hayatının esasları şunlardır : Yaşamasına istikamet 
veren İslâm imanı. Yaşayışında ve sarf ettiği gayretlerde Allahın emirleri ve nehiyleri, yâni helâller ve haramlar... Üçüncüsü de müslüman olarak 
Cenabı Hakkın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak, yâni devamlı ruh ve kafa huzurudur. Bütün bu hususları temin etmek ve müslümanlığın emrettiği 
bu icapları yerine getirmek için bir devletleri ve kudretleri olmak gerektir.

Müslümanlar Medineye hicretten sonra bu esaslar dahilinde hayat sürmeğe başladılar ki, onun da temeli iman esaslarına dayanır. Bidayet hicrette, 
alış verişler, ticaret ve cezalar hakkındaki hükümlerle, Allaha karşı kulluk vazifemiz hakkında henüz inmemiş olan âyetler inmeğe başladı ki bunlardan 
zekât denilen mal vergisi ile oruç hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. Ezan da okunmağa başlamıştır. Medine halkı kendilerini namaza çağıran ulvî sesleri günün beş vaktinde işitmeğe başlamışlardır. Ezan, güzel ve taze bir sesle, lâtif bir okunuşla dane dane Bilâl Habeşi tarafından okunarak rüzgâr dalgalan bu ilâhî daveti her tarafa götürüyor, müslümanlar ibâdete koşuyorlardı. Hazreti Peygamberin Medinede yerleşmesi üzerinden henüz on yedi ay geçmişken Kıble, Allanın emriyle Kudüs cihetinden Kâbeye çevrilmiştir. Böylece ibâdet, yiyecek, ahlâk ve ticaret hakkında âyetler arka arkaya inmeğe başladı, içki ve domuz eti yasakları ile Allahın hukukuna ait hükümler, ağır günahlar, alım satıma müteallik hükümlerle tefecilik ve faizcilik memnuiyeti ve sair âyetler nüzul etti. Artık hüküm âyetleri birbirini takip ederek iniyor, yaşayış pürüzlerini düzeltiyordu. Hazreti Peygamber bu âyetleri uzun uzun anlatıyor, izah ediyor ve bunlarla halkın islerini tedvir ediyor ve bu mesainin iyi neticeler vermesine gayret sariediyor, dâvaları hallediyordu. Bu vazifeleri gerek konuşurken ifadeleriyle ve gerekse fiilleriyle ve gerekse gördüğü işlere susmasiyle ifade ediyordu. Çünkü Peygamberin sözü ve sükûtu hep kanundur. Zira o, bütün bunları keyfî ve gelişi güzel yapmıyordu. Her söylediği söz, kendisine hak tarafından bildirilmekte idi. 

Böylece Medinede hayat istikametini almış gibi idi. Bu suretle islâmlık görüş ve duyguları ve nizamının tatbik edildiği bir cemiyet kurulmuştur. 
Hazreti Peygamber İslâmiyetin bu dereceye yükseldiğine memnun oldu ve müslümanlar da dinlerine ısınarak herhangi bir fenalık ve kargaşalıktan 
korkmadan farzlarını toplu veyahut münferit bir surette ifaya koyuldukları gibi işlerini Allahın emirlerine göre yapıyor, bilmediklerini Resul Ekremden Öğreniyorlardı. Büyük küçük her iş ancak ilâhî kanunlara göre icra ediliyor ve bütün memnu olan fiillerden sakınıyorlar ve ruhlarında bir saadet ve huzur hissediyorlardı. Müslümanların çoğu, Cenabı Hakkın emirlerini öğrenmek ve âyetlerini ezberlemek ve Kur'an öğrenmek ve bizzat Cenabı Peygamberden yetiştirilmek için kendisinden ayrılmıyorlardı. Böylece müslümanlık yayılıyor, artıyor, kuvvet ve kudretleri tezayüt ediyordu.

* * *

YAHUDİLERLE VE HLRİSTÎYANLARLA MÜCADELE


Müslüman olmayanlar; müslümanların iktisap ettiği kudreti ve bu sayede islâmlık yolunda yapılan fedakârlıkları ve gece gündüz tanımadan bu mukaddes 
yolda sarfedilen mesai ve bu mesainin ruh ve gönüllerden kopup gelen canlılığını görüyorlardı. Bu müslüman gönüller, o gün dînlerinin yüksek sesle ilân edildiğini ve hükmünün yürüdüğünü görerek saadet içinde yaşıyorlardı. Bundan müslüman düşmanları müteessir ve mükedder oldular. Bilhassa komşuları Yahudilerde bunun alâmetleri görüldü. Yahudiler korkmağa başlayarak yeniden Muhammed'e ve esbabına karşı Medinelilerin merbutiyetlerini ve müslümanlığa bütün gönüllerinin rızasiyle intisap arzusunun arttığını görerek düşünmeğe başladılar. Bazen Yahudilerin de müslüman olmağa şitap etmeleri onları fazla kızdırarak müslümanlığın kendi cemiyetlerini istilâ etmesinden endişelendiler. Bu sebeple müslümanlığa, imanına ve İslâm hükümlerine tecavüze başladılar. 
Müslümanlarla Yahudiler arasında, vaktiyle Mekke'de müslümanlarla kâfirler arasında olan mücadelerden daha büyük bir çekişme başladı. Evvelâ fikir 
mücadelesinde her türlü hile ve iki yüzlülük ve geçmiş peygamberlere ait malûmat Yahudilerin elinde bir silâhdı. Bununla Pey¬gamberin şahsına ve 
asaletine ve muhacirin ile ensara tecavüz ediyorlardı. Aralarında gizlice anlaşarak yalan yere müslüman olduklarını gösteren hahamlardan bazıları, 
müslümanların arasına sokuldukları vakit son derece dindar gözüküyorlardı. Bunlar bir zaman sonra fikirleri teşviş etmek için bir takım şüphe ve 
tereddütler uydurup ortaya atıyor ve müslümanların imanlarını sarsmak için Peygambere bir sürü sualler soruyorlardı. Bu uydurma ve maksatlı suallerle 
müslümanlan birbirine düşürmek için Evs ve Harzec'lilerden sahte müslüman olanlar da Yahudilere iltihak ettiler. Yahudilerle müslümanlar arasındaki 
mücadele bir aralık aralarındaki anlaşmalara rağmen yumruk kavgasına kadar gitmiştir. Yahudilerin inatlarını ve mücadeledeki ısrarlarını anlatmak için 
bir misal verelim : Güzel huylu ve ağır başlı ve halim bir zat olan Ebubekir bile bu huylardan sıyrılarak şiddete sürükledikleri söylemek kâfidir. Rivayet 
edildiğine göre Hazreti Ebubekir Fenhas adlı bir Yahudi ile konuşurken ona müslüman olmasını teklif etmiştir. Fenhas buna cevaben : 

«Ey Ebubekir! Allaha kasem ederim ki; biz ona değil, o bize muhtaçtır. O bize yalvarır, biz ona yalvarmayız. Biz ona lâzım olmasa idik, Peygamberiniz 
olduğu iddiasında bulunan adamınızın söylediği gibi mallarımızı bizden ödünç istemezdi. Size faizi yasak ederken bize veriyor. 
Varlıklı olsa idi bize vermezdi.» Gibi saçmalar savurdu ki Kur'anda Cenabı Hakkın «Allaha güzel ödünç kim verir ki Allah ona kat kat ödeyecektir.» 
Buyurduğu âyete dil uzatmak istemiştir. Ebubekir bu küstah cevaba, sabrı tükenmiş bir hâlde hiddetlenerek Yahudinin suratına şiddetli bir tokat indirdi 
ve şöyle dedi:
«Ey Allahın düşmanı! Aramızda bir anlaşma olmasaydı senin  boynunu vururdum.»  Böylece müslümanlarla   Yahudiler arasındaki mücadele müteaddit 
devreler ve safhalar geçirerek şiddetlendi. O sırada Medine'ye aralarında altmış süvari bulunan Necran Hıristiyanlarından bir hey'et geldi. 
Bu hey'et ihtimal ki; müsîümanlarla Yahudiler arasındaki ayrılığı ve uyuşmazlığı öğrenerek bu gerginliği arttırmak ümidiyle Medine'ye gelmiş ve bundan 
istifade ederek iki din arasındaki husumeti teşdit ve bundan Hıristiyanlık lehine istifade etmek ve yeni dîni ortadan kaldırmak istemiştir. 
Bu hey'et, Hazreti Peygamberle ve Yahudilerle görüşmüştür. Peygamber gerek bunlara, gerekse Yahudilere incil ve Tevratın sahibi iki millet diye 
baktığından hepsini İslama davet etmiş ve Kur'an-ı Kerimden şu âyet-i celileyi okumuştur : «Ey kitap ehilleri! Bizimle sizin aranızda müşterek olan 
bir nokta vardır ki o da Allahın birliğini kabul edip ona şirk koşmayalım. Bazılarımız, Allahtan gayri hahamlar ve papazlarınızı Tanrı ittihaz etmesinler, 
eğer buna yanaşmazlarsa şahit olunuz kî biz müslümanız deyiniz» mealindeki âyet-i kerimeyi okur... Yahudilerle Hıristiyanlar Peygamberlerden kimlere 
inandığını kendisinden sorarlardı:
«Allaha ve bize inen kitaba ve ibrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub'a ve İsrail oğullarına inen kitap ile âyetlere ve Musa ve İsa Peygamberlere 
Rablarmdan verilen kitaplara inandık. Bu Peygamberlerin herhangi birini diğerinden farklı tutmayız ve Allaha karşı bir müslümamz.» yolundaki âyeti 
de okuyunca söyleyecek birgey bulamazlardı. Karşılaştıkları sağlam delil, isbat kuvveti kendilerini susturur, hakikat tezahür eder fakat yine müslürnan 
olmazlardı. Mevki düşkünlüğü kendilerini bu nimetten mahrum ederdi. Hattâ içlerinden bazıları bunu itiraf bile etmişlerdir. Şunu rivayet ederler: 
Necran heyetinden ve Hıristiyanların âlimlerinden olan Ebu Harisa bir arkadaşına; Muhammedin doğru söylediğine inandığını bildirince, arkadaşı da ona; 
bunu böyle bildikten sonra kendisine "tâbi olmaktan seni men eden nedir? diye sorunca, bu; Necranlıların bize yaptıkları iyilik sebebiledir, çünkü 
onlar bize şeref Verdiler, bizi mal sahibi ettiler ve bizi hoş tuttular demiş ve şunları ilâve etmiştir: Onlar bizden Muhammed'e muhalefet etmekten 
başka birşey istemiyorlar, eğer biz bunu yapmazsak o zaman Necranlılar bize verdikleri şeylerin hepsini geri alırlar.
Bu düşünce bu tarz-ı hareket onların imansızlıklarından ve büyüklük taslamalarından ileri geliyordu. Bundan başka Resul-i Ekrem, Hıristiyanlara: 
«Sana bilgisi geldikten sonra seninle iddiaya kalkan olursa onlara de ki, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, bizleri ve sizleri 
davet edelim. Sonra Allaha yalvararak lânetleşelim ve Allahın lânetini yalancılar üzerine indirmesini ve rahmetini onlardan kesmesini dileyelim» âyetini 
okuyarak Hıristiyanları lânetleşmeye davet etti. Onlar birbirlerine danışarak bunu kabul etmeyeceklerini ve kendisini kendi dini üzere bıraktıklarını ve 
kendileri de dînlerinde kalarak avdet edeceklerini, bununla beraber uyuşmamış oldukları bir takım mallar için aralarında hakemlik etmek üzere birini 
göndermesini Peygamberden istediler. Resul-i Ekrem de Cerrah oğlu Ebu Ubeydeyi onlarla birlikte gönderdi. 

Artık müslürnanlık bir nur huzmesi gibi yayılmağa başlamış, metinleşmiş kat'î delil ve isbatlarla sahte müslümanlar ve Yahudilerle Hıristiyanların ileri sürdükleri nazariyatın cümlesini yok etmiştir. Şimdi ortada sadece îslâmiyetin münakaşası kaldı. Bununla beraber dönmelerle Yahudiler içlerindeki müslüman düşmanlığını gizlemekte devam etmişlerdir. Onların müslümanlara husumet ve kinleri sürmüş gitmiştir. Şu kadar ki müslüman hükümranlığı Medine'de teessüs etmiş ve cemiyet temelleşerek her şeye üstün gelmiştir. Müslüman çetelerinin ardı ardına savaşa gönderilmeleri ve onların gösterdikleri kuvvet ve kudret malûl ruhların susturulmasında büyük âmil olmuştur. Allahın iradesi galebe çalmış Medine ve etrafında bulunan müslüman düşmanları susmaya ve müslüman hükümranlığına baş eğmeğe mecbur kalmışlardır.

* * *

BEDİR GAZASI

Hicretin ikinci yılı... Hazreti Peygamber o senenin Ramazan ayının sekizinci gecesi eshabiyle birlikte Medine'den çıkti. Halka namaz kıldırmak ve 
Medinenin işlerine bakmak için Ümmü Mektumun oğlu Omruyu vekil bıraktı. Üçyüz beş kişi idiler. Beraberlerinde yetmiş de deve vardı. Bunlar nöbetle 
biniyorlardı. Bunlar Ebu Süfyan'ın başında bulunduğu kervanı aramağa çıkmışlardı. Kervan hakkında malûmat almak için epey çalıştılar. Defran deresine kadar gelip konakladılar. Ora¬da iken, Kureyşlilerin kervanlarını muhafaza için Mekkeden çıktıkları haberi gelince işin rengi değişmiş oldu. Şimdi mes'ele Ebu Süfyan'ın kervanı değil, Kureyşlilerle karşı karşıya gelmekti. Peygamberimiz Kureyşlilerin vaziyetleri hakkında elde ettiği malûmatı müslümanlara bildirerek onlarla müşavere etti. Ebubekir ve Ömer görüşlerini söylediler. Bunlardan sonra Mikdat oğlu Ömrü: «Ey Allahın Resulü! Allah sana hangi yolu gösterirse o istikamete yürü. israil oğullarının Musaya: git, sen ve Salibin düşmanla boğuşunuz, biz burada oturup bekleriz, dedikleri gibi diyemeyiz. Biz; senin ve Rabbimizin arzularına göre hareket ederiz» dedi. Müslümanlar sustular.
Peygamber Akabe andlaşmasında bulunanları kasdederek şöyle buyurdu: «Bana görüşlerinizi söyleyiniz» dedi. Ensar; bu hitabın kendilerine olduğunu sezince bayraktarları olan Maaz oğlu Saad yüzünü Hazreti Peygambere dönerek: Bize hitap ediyorsun sanırım, Ey Allahın Resulü! Sana inandık. Her ne söyledinse doğru bulduk. Deruhte ettiğin vazifenin hakikat olduğunu gördük ve bunun üzerine seni dinleyip itaat edeceğimize and içtik, biz doğru yolunda seninle beraberiz. Seni Peygamber gönderen Allaha kasem ederiz ki, şu denize atılmamızı ister isen biz de seninle birlikte atılırız ve biz yekdiğerimizden ayrılmayız. Yarın düşmanlarımızın bizimle karşılaşmak istediğini bilmiyor değiliz. Biz cenklerde sabırlı ve sözümüzün eriyiz. Belki Cenabı Hak bizim yüzümüzden gözlerini aydınlatacak mertlikler göstereceğiz. Allahtan hayırlı temennilerle bizi istediğin istikamete götür, yürü.» dedi. Saad sözlerini bitirir bitirmez Hazreti Peygamberin mübarek yüzü meserretten nur saçarak demiştir ki : «Yürüyünüz, size müjdeler olsun, Cenabı Hak bana iki kısımdan birinin bizim olacağına söz verdi ve Allahın izniyle sanki şimdiden düşmanların maktül düştükleri yerleri görüyor gibiyim.»

Hep birlikte yürüyerek Bedir mevkiine yaklaştıklarında Kureyş kervanlarının kendilerine yakın olduğunu gördüler. Peygamber, Ebu Talib oğlu Ali'yi ve 
Avam oğlu Zübeyri ve Ebu Vakkas oğlu Saad'ı keşif maksadiyle Bedir suyu mahalline gönderdi. Bunlar dönüşlerinde beraberlerinde iki genç getirdiler. 
Bunlardan Kureyşlilerin sayılarının dokuzyüz ile bin kişi arasında olduklarını ve bunların Peygamberi geri döndürmek için reisleri ile birlikte yola çıktıklarını 
öğrendiler. Böylece adetçe kendilerinden üç misli fazla olan bu kuvvetle muharebenin pek şiddetli olacağı anlaşılıyordu. Peygamber müslümanlara: 
Mekkenin kendilerine reva gördüğü haksızlıkları hatırlatarak, şiddetli bir mücadeleye hazır olmalarını hatırlatmıştır. Müslümanlar, düşmana karşı sebat 
etmeğe söz vererek Bedir suyu kenarında mevzi aldılar. Evvelâ bir havuz kazarak içine su doldurdular. Düşmanlarını susuz bırakmak için oradaki kuyuları 
kapadılar. Peygamber için çadır kurdular.

Kureyşliler gelince, onlar da müslümanlarla harp etmek için mevzilerini tutmuşlardır. Bundan sonra Mahzumlu Abdülesed oğlu Elesved Kureyşlilerin 
safları arasından müslümanların üzerlerine saldırmış, su havuzunu yıkmak istemişti. Buna karşı çıkan Abdülmuttalib oğlu Hamza çevik davranarak indirdiği 
bir kılınç darbesiyle Elesvedin bacağım koparmış, kanlar içinde sırt üstü yere serilince, Hamza ikinci bir vuruşla onun isini bitirmiş, havuza el sürdürmemiştir. 
Bundan sonra cenk meydanına Kureyşlilerden Rebia oğlu Atebe ve kardeşi Şibe ile oğlu Velid çıktılar.
Bunlara karşı Abdülmuttalib oğlu Hamza ve Ebu Talib oğlu Ali ve Haris oğlu Ubeyde çıktılar. Hamza Şibe'yi ve Ali de Velid'i bir anda öldürdüler. Ondan sonra 
Ubeyde'nin yardımına koştular. Bundan sonra esas mücadele başladı, her iki taraf cenge iştirak etti. Hicretin on ikinci yılı ve Ramazan ayının on yedinci 
Cuma günü sabah vakti iki tarafın tekmil askerlerinin karşı karşıya geldikleri sırada Hazreti Peygamber müslümanların başına geçerek onların saflarını 
düzeltiyor ve onları harbe teşvik ediyordu. Bunun üzerine müslümanlar, Peygamberin kendi aralarında bulunduğunu ve kendilerini teşci ve teşvik 
ettiğini görünce şevk ve gayretleri artarak toz, duman bulutlan gibi yerlerinden fırlayarak Kureyşlilere saldırdılar. Kafalar gövdelerinden kopmağa başladı. 

Müslümanların imanlariyle kuvvetleri artarak «Birdir, bîrdir» diye bağırıyorlardi. Harb meydanının ortasında duran Resul-i Ekrem, iki avucunu dolduran çakıl 
taşlarını «yüz karası» mânasındaki remziyle düşman üzerine atıyor ve hücum ediniz, hücum ediniz ta ki, cenk meydanı müslümanların zaferiyle bitsin diyordu.

Nusrat ve zafer İslama teveccüh etmiş, Kureyşlilerden bir çoğu kaçmış, kimisi esir edilmiş ve birçoğu öldürülmüştü. Bu zafer, müslümanlar için büyük bir 
kuvvet ve sağlam bir temel olmuş ve müminler böylece Medineye dönmüşlerdir.

KINKA OĞULLARI KABİLESİNİN SÜRÜLMESİ

Bedir gazasından daha evvel Yahudilerin infialleri başlamıştı. Müslümanlar Bedir harbini kazanınca onların infial ve kinleri artmıştı. Müslümanların hakkından 
nasıl geleceklerini düşünmeğe başladılar. Müslümanları görünce birbirlerine kaş, gözle işaret ediyorlardı. O sırada müslümanlarla olan andaşmaları da 
bozdular. Bu yüzden müslümanlar hiddetlenerek onlarda bir yolsuzluk görünce onları döğmeğe başladılar. Yahudiler müslümanların bu şiddet ve 
tehevvüründen korktular. Fakat duracaklarına kötülüklerini daha da arttırdılar. O suretle ki bir gün Yahudilerin çarşılarına ziynet altunu getiren bir 
müslüman kadınının arkasında gizlenen bir Yahudi karısı, müslümanın eteğini iğnelemiş, kadın ayağa kalkınca mahrem yerleri açılmış olduğundan 
etraftan kendisine gülmüşler... Müslüman kadını bu sinsi ve yahudice tecavüze karsı feryat ettiğinden diğer müslüman kuyumcu Yahudinin üzerine 
hücum ederek onu telef etmiştir. Yahudiler de bu müslümana saldırarak onu öldürmüşlerdir.  Böylelikle  müslümanlarla Yahudiler arasında münazaa 
çıkınca  Hazreti Peygamber fenalıklardan vaz geçmelerini kendilerinden istemiş ise de Yahudiler bunu reddetmişlerdir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem 
müslümanlarla Medineden çıkarak Yahudilerin mensup  oldukları Kinkaoğulları kabilesini muhasara altına almışlardır. Hazreti peygamber eshabiyle 
istişareden sonra bu Yahudilerin cümlesinin öldürülmesine karar vermiştir. 
Fakat o sırada hem müslümanlarla, hem  de Yahudilerle dost olup her 
iki tarafla ahitnamesi olan Ebîoğlu Abdullah Hazreti Muhammed'e şu teklifte bulunmuştur: «Ya Muhammed! Kendileriyle ahitli bulunduğum insanlara 
iyilik et!»... Bu teklif cevapsız kalınca Abdullah ricasını tekrar etmiş ve Peygamber o tarafa teveccüh edince: «Bunu yap, bunu yap» diye tekrar tekrar 
ricalarda bulunmuştur. Bunun üzerine Resulallah bir eser-i merhamet ve şefkat  olmak üzere Yahudilerin hayatlarını bağışlamış ve onları Medineden 
Sam taraflarındaki Ezrea denilen mevkie gelinceye kadar şarka çekmişlerdir.

DAHİLİ KARIŞIKLIKLARA SON VERİLMESİ

Müslümanlarla Kureyşliler arasında cereyan eden ilk Bedir gazasında zafer kat'î surette müminlere teveccüh edip küffar hezimeti kahkaharîyeye uğrayınca 
Kureyşliler bundan son derece müteessir ve manen perişan olmuşlardır. Bundan maada Medinedeki Yahudiler fesat, iki yüzlülük ve hainliklerden ötürü 
sürgün edilip bazılariyle sözleşmeler akdedildiğinden müslümanların kuvvetleri artmış, mevcudiyetleri rasanet kesbetmiştir. Kureyşlilerin ise dahilî 
karışıklıkları durmuyor ve Bedir gazasının acısı içlerinden çıkmıyor, bunun öcünü almak için her türlü hazırlıklara başlamış bulunuyorlardı. Bundan Uhud 
cengi doğdu. Uhud gazası İslâm tarihinde başlı başına bir hususiyet taşır, bu ilk mağlûbiyetimizdir. Buna sebep olarak da ok atıcıların verilen emir ve 
kumandaya aykırı hareket ettikleri gösterilebilir. Kureyşlilerin kazandıkları bu zafer, onların Bedir de uğradıkları mağlûbiyetin acısını silmiş ve onları 
sevince boğmuştur, Müslümanlar harbi kaybederek Medineye dönmüşlerdir. Orada düşmana karşı taa Hamra-ül Esed çengine kadar zaman zaman takipler 
yapmalarına rağmen kendilerini Uhud hezimetinin tesirinden sıyıramamışlardır. Müslümanların uğradıkları bu mağlûbiyet yüzünden Medine halkının birçoğu 
tavırlarını değiştirdiği gibi Arap kabilelerinin bazıları da gidişatını değiştirmiştir. Yahudilerle Dönmeler, Bedir harbinden ve müslümanların kendilerine 
gösterdikleri üstünlükten sonra Islâm hükümranlığına boyun eğmişler ve Medine haricindeki Arap kabileleri de müslümanların kuvvet ve kudretlerine 
karşı korkuya düşmüşlerdi. Fakat Uhud harbinden sonra bu vaziyet tamamen değişmiştir. Öyle ki Medine haricindeki Arap kabileler Peygambere 
muhalefet etmeğe ve baş kaldırmağa kadar gittiler. Medinedeki Yahudilerle Dönmeler de düşmanlık eseri göstermekten kendilerini alamamışlardır. 
Hazreti Peygamber Medinedeki halkla, hariçteki kabileler hakkında malûmat almağa ve müslümanların şeref ve itibarlarını iade etmek için gayret sarfetmeğe başladılar. Uğradıkları mağlûbiyetin sebeplerini izaleye çalıştılar. Müslümanları küçük düşürmek ve onlardan öç almak isteyen düşmanları tepelemeğe hazırlandılar. Uhud cengi üzerinden bir ay geçmişti. Esed oğulları kabilesinin, Medine etrafında otlamakta olan müslümanların koyunlarını yağma etmek için hücuma hazırlandığı öğrenilince onlardan evvel davranmak ve baskın yapmak için Abdülesed oğlu Ebu Selme'yi nezdine celb ile yüz elli kişilik bir kuvveti onun emir ve kumandasına verdi. Bu rnücahidler arasında Cerrah oğlu Ebu Ubeyde ve Ebu Vakkas oğlu Sa'd ile Hadir oğlu Esid gibi mümtaz kahramanlar bulunuyordu. Cenabı Peygamber bunlara geceleri yürüyüp gündüzleri gizlenmeyi ve işlek olmayan yollardan gitmelerini emretti ki bu suretle kimsenin haberi olmadan düşmana ansızın basılsın Ebu Selme, Esedoğulları kabilesine doğru yürüdü. Sabahın alaca karanlığında onları kuşatarak hücuma geçti. Kabileyi mağlûp ve tarumar ederek bir çok «ganimet» ve zaferle Medineye avdet etti ki, bu zafer müslümanların şeref ve itibarını iade etmiş ve onların kahramanlık ve fedakârlıklarını isbat etmiştir.

Bundan sonra, Süfyan el Hezeli oğlu Halid'in Medineyi basmak için halkı toplamakta olduğu Peygamber tarafından haber alındığından, işin aslını 
öğrenmek için Enis oğlu Abdulahı vazifelendirmiştir. Abdullah Halid'in nezdine gitti. Halid, sen kimsin diye ona seslendiği vakit, Abdullah şu mukabelede bulundu :
“— Ben Araplardan biriyim. Senin  Muhammed'e karşı asker topladığım işittim. Bunun için geldim. Deyince Halici; Medineyi basmak için insan topladığını gizlememiştir.  Abdullah Halîd'in yalnız başına olduğunu fırsat bilerek onunla yola çıktı. Yolu uzattı, fırsat kolluyordu.  Bu fırsat çıkınca Halid'in üzerine saldırarak onu öldürdü. Medineye avdet ederek keyfiyeti Peygambere bildirdi. Onun ölümünden sonra kabilesi, tabiatiyle boş durmamıştır. Peygamberimiz de onlara haber göndererek uslu oturmadıkları takdirde kendilerini tedip  edeceğini bildirerek kendilerini yerlerinde mıhlamış ve şerlerinden emin olmuştur. Bununla beraber alınan tedbirler Arapları hareketten alıkoymuş ve Uhud gazasında uğranılan mağlûbîyetin izleri silinerek Medine dışındaki Urban  müslümanlara  ehem-miyet ve kıymet vermeğe mecbur kalmıştır.

Hezil kabilesine komşu bulunan diğer bir aşiretten birkaç kişi Peygambere gelerek : Aramızda müslümanlar var. İslâmiyetin esaslarını ve vazifelerini 
Öğretmek için arkadaşlarınızdan bir kaç kişiyi bizimle birlikte gönderiniz de bize Kur'an okutsunlar dediler. Bunun üzerine eshabdan altı kişi bu işle vazifeli kılındı. Bunlar Reci' denilen mevkie gelince suikasta uğradılar. Kendileriyle birlikte oraya giden Araplar Hezil halkını çağırarak bunların üzerine saldırtmıştır. Kılınçlariyle kendilerini müdafaa eden bu altı müslümandan üçü şehid edilmiş diğer üçü esir olmuştur. Bunlar Mekke halkına satılmak, üzere yola çıkarılmıştır, içlerinden biri muhafızların dalgınlığından istifade ederek ellerindeki bağları çözmüş ve kılıncına sarılmış ise de muvaffak olamamış o da sehid edilmiş, diğer iki esir Mekkelilere satılmıştır. Bu iki müslümandan biri olan Zeydi, Ümmiye oğlu Safvan'm babası; Halef oğlu Ümmiyenin yerine öldürmek için satın almıştır. Bu zat tam öldürüleceği sırada Ebu Süfyan kendisine şu suali tevcih etti: Ey Zeyd; Allahını sever isen söyle, şimdi Muhammed senin yerinde olarak boynu vurulup da sen de çoluk çocuğunun yanında olmaklığını ister misin?

Zeyd cevap verdi:

“—  Vallahi, şimdi Muhammed'in benim yerimde, benim de çoluk çocuğumun yanında olmaklığım söyle dursun onu gül dikeniyle dahi incitmek istemem dedi. 
Ebu Süfyan hayretler içinde kaldı :  Muhammed'in eshabının kendisini sevdikleri kadar samimî bir muhabbete asla şahit olmadım dedi ve sonra. Zeyd Öldürüldü.
İkincisine gelince: Onun da ismi Habib Mahbus idi. Kendisini asmak için dar ağacına çıkardıkları vakit:
“- İki rek'at namaz kılmaklığıma müsaade buyurunuz dedi. İzin verdiler. Usulü dairesinde tam ve sakin olarak iki rek'at namaz kıldı. Sonra hazuruna dönerek:
“—  İyi bilin ki, vallahi ölümden korkarak işi uzattı demenizden çekinmese idim daha çok namaz kılacaktım dedi. Onu da dar ağacına çıkardıkları vakit hısım 
gibi bir bakışla şöyle feryad etti:
«Allahım! Sayıları sence malûm. Onları darma dağınık et, kendilerinden kimseyi sağ bırakma!..» Bu ses orada bulunanları titretti. Onu da öldürdüler.
Cenabı Peygamber ve bütün müslümanlar bu altı kişinin ölümünden ziyadesiyle müteessir oldular. Hezil kabilesinin Müslümanlara oynadığı bu kahbe oyun 
kederleri arttırdı. Resulu Ekrem bu hâdise üzerinde durmuş ve düşünmeğe başladığı sırada mızrak oyunlarında şöhret sahibi Malik oğlu Ebu Bera Âmir 
yanına geldi. Peygamber kendisine rnüslüman olma¬sını teklif etmiştir. Bunu kabul etmemekle beraber muslumanlığa karşı muhalefet de göstermemiş 
ve şunları söylemiştir:
Necitlileri  İslama davet  için bazı kimseleri  gönderirisen, müslüman olacaklar. Fakat Hazreti Peygamber Hezil kabilesinin  oynadığı  kancık oyunu düşündüğün  den bu teklife itibar etmemiştir. Fakat Ebu Berâ bu vazife için göndereceği insanları kendisinin koruyacağını temin ve tekeffül ederek Resulullahı ikna etti. Ebu Berâ sözüne inanılır, teminatına güvenilir, kahpelik yapmaz bir adam olduğundan Peygamber, Ömer oğlu Münzir'i kırk seçkin müslümanla Necide  gönderdi. Bunlar Muavne kuyusu konak yerine kadar gittiler. Orada durarak içlerinden bir elçi ile Tafil oğlu Âmir'e bir yazı gönderdiler. Amir  mektuba bakmadan elçiyi kati etmiş ve öteki  müslümanları da öldürmek için Amirlileri çağırmış ise de bu emri kimse dinlememiş,  mertliklerini göstermişler ve Ebu Berâ'ın himayesini tanımışlardır. Âmir bunun üzerine diğer kabileleri çağırarak müslümanlan konakladıkları yerde kuşatmıştır. 
Müslümanlar bunları görünce kılınçlarını çekerek onlarla döğüşmüşler, teslim olmayarak son neferlerine kadar şehid olmuşlardır.  İçlerinden  ancak iki kişi 
kurtulabilmiştir. Bu hâdiseden de gerek Hazreti Peygamber, gerekse diğer müslümanlar büyük üzüntü duymuşlardır.  Cenabı Peygamber bu hâdiseleri ve 
Arapların halini düşünerek onları yola getirmek ve müslümanlara hürmet etmelerini temin edecek çareleri aradı. Bu sırada, cereyan eden hâdiselerin 
Medine içinde de fena tesirlerini dikkate alarak evvelâ dahilî  işlerle uğraşılması ve bu işler yoluna konduktan sonra hariçteki Arap meseleleriyle meşgul olmasında karar kılındı. Gerek Medine dahilinde, gerekse Uhud cengi ve Reci' mahalli ile Muavne kuyusu konağında maruz kalınan suikastlar Dönmeler ve Yahudiler nezdinde müslümanların itibarını azaltmış ve bütün bunlar Peygamberimizin nelere maruz bulunduğunu göstermiştir. 

Resul-i Ekrem, karşı taraflara peyderpey fırsat vererek onların iç yüzlerini ve kendisine karşı tasavvur ettikleri suikastların açığa vurulmasını sağladı. 
Bu defa yine esbabından Müslime oğlu Muhammed'i Benî Nadîr Yahudilerine gönderdi ve şu talimatı verdi :
«Onlara deki : Beni size Allahın Peygamberi gönderdi. Aramızdaki ahidleri, kurmuş olduğunuz hain tuzaklarla bizzat sizler bozdunuz. Sizlere Resulullah on gün mühlet veriyor. Bu müddetin hitamında burada görülecek olanların boyunları vurulacaktır.»
Nadîr oğulları çıkıp gitmeğe hazırlanırken Ebi oğlu Abdullah, bu emre itaat etmemelerini söylediği gibi Ahtab oğlu Hay de kendi kalelerinde kalabilecekler  ini söyleyerek onları cesaretlendirdi. Bu Yahudilerin aradan on gün geçtiği hâlde yerlerini terk etmedikleri görülünce Hazreti Peygamber onlarla harp ederek sıkıştırdı. Bunun üzerine mallarına ve çoluk çocuklarına dokunulmayacağına dair söz verilirse çıkıp gideceklerini bildirdiler. 
Cenabı Peygamber de kâfi miktarda erzak ve içecek su ve herkese bir deve verilmek ve bundan başka bir şey almamak şartiyle onlarla sulh akteddi. 
Onlar da çıkıp gittiler. Arkalarında bıraktıkları arazi ve hurmalıklarla mahsulleri ve silâhlan Müslümanlara harp ganimeti olarak kaldı. Resul-i Ekrem bu ganimetleri yalnız muhacirlere dağıtıp ensara bir şey vermedi. Ensardan yalnız Ebu Deccanı ve Hayif oğlu Seni gibi fakir olan iki kişiye de hisse verdi.

Nadîr oğullarının yerlerinden koğulmaları ve şehirlerinden uzak kalınmak Peygamberin dahilî siyasetini takviye etti. Müslümanların itibarı yükseldi. 
Bundan sonra dış siyasete bir istikamet vermek sırası geldi. Uhud savaşının üzerinden bir yıl geçmişti. Ebu Süfyan: «Uhud mağlûbiyeti, biz Kureyşlilerin 
Bedir gazasındaki mağlûbiyetimizin intikamıdır, gelecek yıl onlarla görüşürüz» demişti. Bu söz hatırlanarak Ebu Süfyan'a karşı bir sefer tertibini zarurî kılıyordu. Bu sebeple Müslümanlar mükemmel bir surette hazırlandılar. Sonra Hazreti Peygamber Medinede Sulul oğlu Abdullahın oğlu Abdullahı vekil bırakarak sefere çıktı. Bedirde konakladılar ve harp etmek üzere Kureyşlileri orada beklediler. Kureyşliler Ebu Süfyan kumandasında ve iki bin kişiden fazla bir kuvvetle Mekkeden çıktılar. Fakat geri döndüler. Cenabı Peygamber sekiz gün onları Bedir mevkiinde bekledi, geri döndüklerini haber aldı. Bedir’de kaldıkları sekiz gün içinde Müslümanlar ticaret yaparak kazançlar elde ettiler ve böylece Medine'ye döndüler. Bu çarpışmadan harp kazanılmış bir zafer idi.

Bundan sonra Resulü Ekrem Necidde Gatfan kabilesi üzerine yürüdü. Bunların cümlesi firar ettiler. Bıraktıkları mallarla kadınlarını Müslümanlar ganimet 
olarak alıp Medineye döndüler. Bundan sonra Şam ile Hicaz arasında bulunan Dumatül Cendel mevkiinde zaman zaman ticaret kervanlarına tecavüz eden kabileler üzerine yürümüş ise de onlar da korkudan mallarını bırakıp kaçtılar. 
Bu suretle Müslümanlar ganimetler ve zaferler kazanarak Medine'ye avdet ettiler.

İste böylece Peygamberin Medine haricînde yapmış oldukları akınlar ve Medinedeki İslâhat ile “İslâm Devletinin” Urban ve yahudiler nezdinde itibarı arttı. Uhud mağlûbiyetinin, acısı yok oldu.

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder