DÜNDEN BUGÜNE KIBRIS BÖLÜM 4
Türkiye Hazırlanma Gereğini Duyuyor
1963 olaylarından başlayarak Makarios'un ve Rumların amaçlarının Enosis olduğunun 63'ü izleyen yıllarda iyiden iyiye açığa çıkması, Kıbrıs Türklerinin
çaresizliği, Türkiye'nin "müdahale olanaklarının" sınırlı oluşu, Türkiye'de hem orduyu, hem de hükümetleri "hazırlanmaya götürdü".
1964'te Başkan Johnson'un İnönü'ye yazdığı mektup bunda etkili olmuştu.
Türkiye Enosis'e izin vermeyecek ve Kıbrıs Türklerinin adada ki "varoluşlarının sürmesini" sağlayacaktı. Ufuktaki büyük tehlike açık açık görülmeye başlamıştı.
Türkiye Kıbrıs'ın bir Yunan (veya Rum) adası olmasına izin veremezdi.
Tırmanmakta olan Rum saldırılarının "durdurulması" için "fiili müdahale" olasılığı giderek artıyordu. Önünde sonunda, Enosis'e set çekmek için askeri müdahale hazırlıkları başladı. Ordu, çıkarma gemileri yapımını sürdürüyordu. Zürih ve Londra antlaşmalarına göre Türkiye, İngiltere ve Yunanistan ile birlikte, "Kıbrıs üzerinde garantörlük hakkı olan bir ülkeydi. Üstelik Kıbrıs Anadolu'ya 40 mil yakınlıkta, Doğu Akdeniz'de olağanüstü stratejik bir konuma sahipti. Bölgenin en büyük ölçekli ülkesi olan Türkiye, güneyindeki "ulusal çıkar alanına" sahip çıkmak zorundaydı.
Ege adaları zaten kaybedilmişti. İmroz ve Bozcaada dışındaki tüm adalarda Yunan bayrağı dalgalanıyordu.Kaş'ın birkaç mil yanındaki Meis bile bunlardan birisi idi. Oniki ada ise, bir hediye olarak 1947'de Yunanistan'ın çebine konmuştu.
Türkiye yanıbaşındaki koskoca Kıbrıs adasını da Yunanistan'a (Rumlara) kaptıramazdı. Batı'da Ege yavaş yavaş, Yunanistan tarafından tamamen
kapatılmıştı. Türkiye, hiç olmazsa güneyden, Akdeniz'den "nefes" almak istiyordu. Enosis, Türkiye'nin güney çıkışının da kapatılması demekti.
Türkiye, geçen yüzyıldan beri süren "megali idea" ya dur demek gereksinimin, duyuyordu. Yunanistan ile sürekli sorun yaşanmıştı ve yaşanıyordu da. Atina'nın
içten içe yürüttüğü Türkiye karşıtı, politika, 1963 olaylarından başlayarak "fiili bir baskıya" dönüşmüştü.
Bütün bu değerlendirmeler, Türkiye'nin "Kıbrıs işini sıkı tutması" sonucunu doğuruyordu. Ordu, bu konuda, hükümetlerin bir adım önünde bulunuyordu.
Öte yandan Dr.Andrew Mango'nun da belirttiği gibi(15) İngiltere Kıbrıs'ın idari ve siyasi yönetiminden, bir sömürgesinden geri çekilmişti. Kıbrıs'taki Türk
varlığının siyasal, askeri, sosyal ve kültürel olarak korunması Türkiye'nin en doğal hakkı idi. Üstelik Zürih ve Londra antlaşmalarından kaynaklanan
garantörlük hakkı vardı.
Türkiye'de, Kıbrıs'tan kaçmak ve göçmek zorunda kalan Kıbrıslı Türklerin sayısı, adadakilerden daha fazla idi. Ada yalnız Türkiye'nin değil, Türkiye'deki Kıbrıs
Türklerinin de bir parçası ve uzantısı idi.
BM; ABD ve Avrupa ise, daha çok, özevlatları olarak gördükleri Rumlara meylediyorlardı. Bu haksızlığa karşı durabilecek tek ülke ise Türkiye idi.
Türkiye Girit'te; oniki adalarda, Batı Trakya'da yaşadığı haksızlıkları bir daha yaşamak istemiyordu.
Kıbrıs Türkleri konusunda yavaş yavaş bilinçlenen Türk kamuoyu da Ankara'daki siyasileri etkiliyordu. Sivil toplum örgütleri büyük bir "refleks" gösteriyorlardı. Kıbrıs Türklerine yapılan saldırılar ve Enosis çabaları Kıbrıs sorununu "ulusal bir sorun" yapmıştı. Ordunun duyarlılığı yanında, Meclis ve hükümetler de Kıbrıs sorununa duyarsız kalamazlardı.
Bütün bunlar, Türkiye'nin yaklaşan tehlike karşısında "hazırlık yapmasını" zorunlu kıldı. Türkiye artık Yunanistan'ın Ege'den sonra Doğu Akdeniz'de de
genişlemesini sürdürmesine evet demeyecekti Kıbrıs üzerinde, Türkiye ve Yunanistan arasında 1960'da kurulan "denge" Türkiye aleyhine bozulmamalı idi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türkiye Enosis'i Önlüyor;
1974 ve Başlayan Yeni Dönem
1) 1974'e Beş Kala Durum Nasıldı?
1974 öncesi yıllarda Makarios ve Rumlar artık 1964'te elde ettikleri fiili avantajları sonuçlandırmaya başlamışlardı. Türkleri, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran
iki ortaktan biri olarak değil, Rum yönetiminde yaşamaya mahkûm bir "azınlık" olarak değerlendiriyorlardı.
En fazla "sınırlı yerel otonomi" verebileceklerini söylüyorlardı. Eğer Türkler bunu kabul etmiyorlarsa, adayı terketmekte serbesttiler. Adayı, bir Rum adası
olarak görmeye kendilerini alıştırmışlardı.
Yunanistan'dan aldıkları silâhlar dışında,Çekoslavakya başta olmak üzere bazı ülkelerden önemli silâhlar almışlardı. Çok avantajlı bir konumdaydılar.
* Cumhuriyet 1963'te tamamen ortadan kalkmış olmasına rağmen, Rum yönetimi "meşru yönetim" olarak tanınıyordu.
* Türkler adada küçük adacıklar halinde dağınık durumdaydılar. Bazı bölgeler
Türklerin denetiminde bulunmasına karşın ekonomik ambargo vardı ve çok zor koşullar içinde yaşıyorlardı. Türklerin dirençlerinin yavaş yavaş tükeneceği
inancı Rumlarda hakimdi.,
* Barışın görüşmeler yolu ile ve eski anayasal statüye döndürülerek sağlanmasını, "sürekli sabote edebiliyorlardı, Türkiye'yi ve Kıbrıs Türklerini oyalayabiliyorlardı"
* Türklerin içinde kaldıkları bu haksızlığa karşı, dış dünyadan bir baskı da gelmiyordu.
Türkiye'de Ecevit başbakan olmuştu. Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinde, sosyal demokrat Ecevit'in bakış acısı farklı idi. Ortağı Erbakan ise, farklı nedenlerle
Batı'ya soğuk bakan bir siyasal partinin lideri idi. Türkiye'deki bu değişim rüzgâr, Ankara'nın Kıbrıs politikasına da yanysıyacaktı.
Türkiye'de zaten 1963'den beri, adadaki durumla ilgili olarak büyük bir "rahatsızlık birikimi" oluşmuştu. Rumlar adadaki Türk toplumunu ezmek ve baskı altında tutarak Türkiye'nin dış politikasında "belirgin bir zaaf psikolojisinin" hissedilmesine neden olmuşlardı. Kuşkusuz Atina, Makarios'la aralarındaki bazı
sorunlara karşı adaya büyük askeri destek sağlamıştı.
Makarios'un ve Atina'nın uluslararası ilişkilerdeki konumları çok farklı olmasına karşın,
* Adanın Rum denetimi altına girmesi,
* Kıbrıs ile Yunanistan arasında bütünleşme çabalarının yürütülmesi açısından "ortak bir çizgi" vardı. Diğer yandan;
* Makarios "Bağlantısızlar" gurubu içindeydi. Moskova, Belgrad, Havana gibi merkezlere yakındı.
* Atina'daki Albaylar Cuntası ile Moskova çok soğuk, buna karşılık ABD ile ılımlı ilişkilere sahipti. Batı Avrupa Atina'ya mesafeli idi. Batı Avrupa
Albaylara soğuk bakmasına karşı Yunanistan'ı dışlamamıştı. Cunta'yı "geçici" olarak görüyorlardı. Herşeye rağmen Yunanistan, "tarihsel ve kültürel
nedenlerle" Batı'nın bir parçası olarak görülüyordu. Aynen Franco İspanyası gibi.
Kıbrıs'ta Makarios "oyununu çok iyi oynuyordu". Uluslararası ilişkilerde "hem batı, hem de Bağlantısız Ülkelerle" sıcak ilişki içindeydi. Moskova da
Makarios'a yakındı. Batı, Sovyetler Birliği ve Bağlantısızlar, üçü de Makarios'un "yakın bulunduğu" gruplardı.
* Batı'nın Hellenizm'e bakış açısı,
* Adanın NATO dışında oluşu ve "Bağlantısızlar" içinde bulunuşu
* Ortodoks dünyasının (ve Hiristiyan dünyasının) Makarios'un arkasında oluşları, Makarios'un, bu "çelişkiler içinde" her tarafı birden idare edebilmesinin temel
nedenleri idi.
Ayrıca ABD'deki Yunan lobisi de Makarios'un arkasındaydı. Makarios işi zamana bırakmış, kendi deyimi ile, "Kıbrıs Türklerinin Akdeniz'in kızgın güneşi altında
tereyağ gibi erimelerini" bekliyordu. Acelesi yoktu, zaman onun lehine çalışıyordu. Bu nedenle toplumlararası görüşmelerden bir sonuç çıkması
kesinlikle olanak dışı idi. Makarios eline geçirdiği fiili ve diplomatik avantajları bırakmayacaktı.
ABD ve Batı Avrupa Kıbrıs'ta Rumların 1963'den beri oluşturdukları fiili durumu "yavaş yavaş benimsemeye ve kabullenmeye" başlamışlardı. "Karşı taraf" olan
Türkiye ise bu dönem içinde "oldukça pasif" bir politika izlemişti. Makarios ve Rum Yönetimi bu avantajlarını iyi değerlendiriyordu. B.M.in misyonu "rutin" bir
işlem halini almıştı. Kimse elini taşın altına sokmak istemiyordu.
Bu konjonktür içinde "elini taşın altına sokması gereken" Ankara idi. 1974'te Rumlar arasında iç politik çatışma ve iktidar kavgası şiddetlendi. EOKA
ile Makarios arasında ipler kopmuştu. Nikos Samson, Grivas'ın Ocak 1974'te ölümü ile Makarios'a cephe aldı. Samson bir terorist ve iktidarı ele geçirerek
Enosis'i kısa yoldan sağlamak ve Atina'daki Albaylar Juntası'na prestij kazandırmak istiyordu. Junta da Samson'un arkasındaydı. Nikos Sampson bir
özelliği de aşırı bir "Türk düşmanı" olması idi. Birçok cinayete karışmıştı. Atina'nın kontrolündeki Eoka ve Nikos Samson 15 Temmuz 1974'de Makarios'u
devirmek için saldırıya geçti. Atina'nın tam desteğini alan Nikos Sampson'un iki hedefi vardı;
* İktidarı olan Makarios'tan almak
* Türkleri adadan temizleyerek Enosis'i gerçekleştirmek.
Ve Sampson iktidarı ele geçirdi, Makarios bir İngiliz helikopteri ile adadan kaçtı.
Makarios'un akıllıca ve ince hesaplarla başarılı bir biçimde yürüttüğü, adayı Rumlaştırma politikası, Rumlar arası çatışma sonucu yara alıyordu.
Rumlar çok büyük bir hata yapmışlardı, aralarında hem iktidar, hem de Enosis kavgasına tutuşmuşlardı. Adada hem Rumlar arasında, hem de RumlarlaTürkler
arasında kanlı çatışmalar başlamıştı.
2) "Müdahale" Türkiye İçin Kaçınılmazdı
Ankara artık pasif kalamazdı. TBMM karar aldı, Ecevit İngiltere ile birlikte "müdahale" yapmak için Londra'ya gitti Londra birlikte müdahaleyi kabul etmedi.
Ve Türkiye 20 Temmuz 1974'de deniz ve hava kuvvetleri ile müdahale etti, adaya çıktı. Bu müdahale Türkiye'nin Zürih ve Londra antlaşmalarından doğan "hakkı" idi. Garantör bir ülke olarak 1963'te yapması gerekeni ancak 1974'te yerine getirebiliyordu.
1963'ten beri Makarios'un ve Rumların adada yürüttükleri uygulamalar ve izledikleri politikalar, Rumların hiçbir zaman 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ne
dönmeyeceklerini Ankara'ya göstermişti. Ankara artık adada yeni bir yapılanma istiyordu ve bu yapılanma şu hedefleri gerçekleştirmeliydi;
a. Adanın Yunanistan ile birleşmesi önlenmeliydi.
b. Kıbrıs Türkleri "Türkiye'nin doğrudan güvencesi altına" alınmalı idi.
c. Adadaki Yunan ve Rum askeri birikimine karşılık, "askeri bir denge" sağlanmalı idi.
Dr.Andrew Mango'nun daha önce ortaya koyduğu gerçekçi yaklaşım, 1963-1974 dönemindeki "boşluk" dışında, gerçekleşiyordu. İngiltere sömürgelerinden
çekilirken bu sömürgeler gerçek sahiplerinin eline geçiyordu(16).
Diğer bir bakış açısı ile de; 1960'da Kıbrıs'ta Türkler ve Rumlar (Türkiye ve Yunanistan) arasında barış yolu ile kurulan denge 1974'te, Rumların ve Atina'nın ihtirasları sonucu, bu defa silâhların gölgesinde gerçekleşiyordu. Bu yöntemle sağlanan denge'nin sorumlusu ne Türkiye, ne de Kıbrıslı Türklerdi.
1963 yılında Anayasa'yı ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ni silâh zoru ile ortadan kaldıran Rumlar ile bu davranışa "kapalı destek veren" Batı idi.
Türkiye bu müdahalesi ile, Yunanistan'ın Ege'den sonra Doğu Akdeniz'e uzanan genişleme politikasına da son vermiş oluyordu. Megali idea darbe yemişti.
3) Ulusal Çıkarları Korumanın Bedeli
1974 müdahalesi Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde bir dönüm noktasıdır.
1938'de Hatay'ın bağımsızlığı ve 1939'da Türkiye'ye katılımı Türkiye'nin bir üçüncü ülkeyi işgali değildi. Fransa'nın sömürlerinden çekilişi ve Hatay'da Türk
varlığının korunması bunu gerektirmişti(17). Kıbrıs'ta da, farklı koşullar altında olmasına rağmen, temelde aynı durum söz konusu idi. İngiltere'nin çekilmesi ile oluşan boşluk KKTC ile dolduruluyordu.
Kıbrıs'ta İngiltere sömürgelerini bırakırken Türkiye, buradaki Türk varlığını koruyordu. Türkiye, bir başka ülke toprağını işgal etmiyordu. Aksine, Kıbrıs'ta
kurulan dengenin silâhla bozulması karışsında, "uluslararası anlaşmalardan doğan garantörlük hakkını" kullanıyordu. Türkiye'nin müdahalesi "meşru ve
kaçınılmazdı" Aslında geç bile kalınmıştı. 1963-1974 arasında 11 yıl boyunca ada Türkleri Rumların hukuk dışı ve silâhlı baskısı altında bırakılmıştı.
Başbakan Ecevit 20 Temmuz sabahı oldukça "makûl ve masum" bir açıklama ile müdahalenin gerekçelerini Türk ve Dünya Kamuoyuna açıklıyordu:
* Türkiye adada düzeni ve barışı sağlamak için,
* Kan dökülmesini önlemek amacı ile
* Anlaşmalardan doğan hakkını kullanıyordu.
Türkiye Kıbrıs'ın tamamını denetim altına almak için değil, belirli bir bölgesinde denetimi sağlamak için çıkıyordu. Temelde, adada Türklerle Rumlar, Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge kurulması ve ada Türkleri'nin daha fazla "zarar görmemesi" amaçlanıyordu.
Bu politikanın iki ayağı vardı;
* Türkiye'nin 40 mil güneyinde, içinde Türk Halkının da yoğun bir biçimde bulunduğu Kıbrıs'ta, adanın tamamının Rum (ve Yunan) egemenliği altına girmesini önlüyordu.
* Kıbrıs Türkleri'nin 11 yıldır yaşadığı haksızlıklara son veriyordu. Türkiye'nin bu denizaşırı "müdahalesi" Dünya'da bir bomba gibi patladı. Ancak
uluslararası konjonktör Türkiye'nin lehine idi.
Şöyle ki:
a. Esas amacı Enosis olan 15 Temmuz 1974 Rum (Nikos Samson) saldırısının arkasında, Atina'daki Askeri Yönetim (Albaylar Cuntası) vardı ve Albaylar
Cuntası Batı tarafından "soğuk bakılan" bir yönetimdi. Fransa'da bulunan muhalif Karamanlis, Avrupa'nın manevi desteğini arkasına almıştı.
b. ABD'de ise "yönetim boşluğu" vardı. ABD ve Washington büyük skandallarla çalkalanıyordu. Dışişleri bakanı Kissinger de Kıbrıs'ta 1974 öncesi gelişmelerden rahatsızlığını açık açık ortaya koyan bir kişiliğe sahipti ABD'nin en büyük korkusu, "Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşın patlak vermesi" idi. Türkiye müdahale etmese,
* Adada kanlı olayların yaygınlaşacağı,
* Türk-Yunan savaşı olasılığının artacağı ve bunun bütün Ege'ye yayılacağı kuşkusu hakimdi.
Washington için Türkiye'nin müdahalesi, "kaosun büyümesini önleyen ama riskler taşıyan" bir oluşum olarak görülüyordu. Bir bakıma "ehven-i şer" idi.
Washington bu defa, 1964'de Johson'un yaptığı hatayı yapmadı. Yapamadı desek daha doğru olur. Çünkü böyle bir girişim bölgedeki ABD çıkarlarına daha büyük zarar verebilirdi.
ABD somut olarak bir girişimde bulundu; Atina'daki Albaylar Juntası üzerinde, "Türkiye ile savaşa girmemeleri konusunda" baskı yaptı.
* Sovyetler Birliği de Atina'daki yönetime karşı idi. EOKA Batı'nın ve Nikos Sampson'un Atina'nın güdümünde olduğu ise açıkca görülüyordu. Bu nedenle
Moskova'da Türkiye'nin müdahalesine sessiz kaldı.
Bu uluslararası konjonktör içinde Türkiye tarihsel süreç içinde "boşluğu, geçikme ile de olsa dolduruyordu". Türkiye uluslararası konjonktörün sağladığı
avantajı iyi kullanmadı.
* Hem ulusal çıkarlarını koruyor,
* Hem de Kıbrıs'taki kaosun genişlemesini ve Enosis'in gerçekleşmesini önlüyordu.
4) Madalyonun Diğer Yüzü;
Türkiye Harita Çizebilir mi?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Batı ile ilişkilerinde "uysal, uyumlu ve bağımlı" bir politika izleyen Türkiye acaba başını kaldırıp ulusal politika
izleyen yeni bir yapılanma içine mi giriyordu? ABD ve B.Avrupa bu kuşkuyu da taşıyorlardı. Böyle bir olasılık "Bağlantısızlar gurubunu" etkiler Türkiye "kötü
bir örnek" olur muydu?
Uluslararası antlaşmalardan da doğsa, "Batı'ya bağlı ve bağımlı" bir ülkenin başını kaldırarak kendi ulusal politikasını ortaya koyması büyük rahatsızlık
yaratmıştı.
Üstelik Libya başta olmak üzere bazı "asi çocuklar"Türkiye'ye destek vererek bayram yapıyorlardı. Türkiye, Atatürk'ün ölümü ile sona eren ulusal bağımsızlık
bayrağını yeniden taşımaya mı soyunuyordu? Soğuk savaşın hassas dengeleri içinde hem ABD hem Rusya bunun rahatsızlığı içindeydiler.
Türkiye kendi "insiyatifini kullanarak ulusal çıkarlarını koruyordu ve "içizgi dışına" çıkıyordu.
Atina Albaylar Cuntası'nın denetimi altında olsa da Batı'nın bir parçası idi, Kıbrıs adası ise İngiliz üslerinin bulunduğu, ancak Makarios'un fiili yönetiminde
Batı, Sovyetler Birliği ve Bağlantısızlar arasında en büyük satrancın oynandığı bir alandı.
Şimdi Türkiye kalkıp tek başına, haklı da olsa, kendi bildiğini okuyor, yeni sınırlar oluşturuyordu. O günün soğuk savaş koşulları içinde ABD'nin ve Sovyetler Birliğin'nin "izni ve desteği olmadan" böyle bir sonuç elde etmek, büyüklerin koyduğu kuralların dışına çıkmaktı ve en önemlisi, "Türkiye kötü bir örnek olarak büyüklerin başını ağrıtacak yeni uluslararası gelişmelere yol açabilirdi."
5) Türkiye Başını Kaldırıyor mu?
20 Temmuz Barış Harekatı Türkiye içinde de büyük bir hareketlenme yarattı. İç kargaşa içindeki Türkiye'de "ulusal bilinç ve ulusal çıkarları koruyabilme
sevinci" butünlük ve birleşme inanç ve duygusunu doğurmuştu. Yıllardır Kıbrıs konusunu gündeminde tutan gençlik, geniş halk kesimleri ve siyasal partiler, "ulusal çıkarları korumanın" çoşkusu içindeydiler.
Basın ve TRT halkın sokağa dökülmesine, çoşkulu kutlamaların yaşanmasına ortam hazırlıyorlardı. Bunlar şövenist eylemler değildi;
* Bir eziklikten kurtulmanın sevinci idi
* Ulusal kimliğe, özgüvene kavuşmanın göstergesi idi.
* Yıllardır dış baskılara ve "emperyalist yaklaşımlara" boyun eğmenin bir alın yazısı olmadığını ortaya çıkaran bir durumdu.
Sağcısı, solcusu bir bütün halinde, "bu başkaldırıyı" kutluyordu.
1964'te ABD'nin baskısı ile Kıbrıs Türklerini kaderlerine terketmek zorunda kalan Ankara hükümetleri bu defa boyun eğmemiş ve elindeki yetkiyi kullanma
"cesaretini" gösterebilmişti. Bu azımsanacak bir şey değildi.
Öte yandan dünyada "mazlum milletlerin" çoğu, Türkiye'nin bu girişimine alkış tutuyorlardı. Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin arkasındaydılar. Sadece
Türkiye'de değil, dünyanın "belirli kesimlerinde de bir değişim rüzgârı yaşanmaya başlanmıştı.Olay sadeceTürkiye'nin ve Kıbrıs Türkleri'nin sorunu
olmaktan çıkmış, "özgürlük isteyen toplumların, dış baskılar karşısında ezilen ülkelerin" bir umut ışığı olmuştu.
Bu ise Washington için olduğu kadar Moskova için de "tehlikeli" bir gelişme idi. Üstelik bu gelişmeyi, Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti başlatıyordu.
Bu daha da tehlikeli idi.
Ve bütün bunlar, üç kıtanın birleştiği yerde, Doğu Akdeniz'de, Orta-Doğu petrol bölgesinin yanıbaşında oluyordu. 1974'de Washington'dan ve Moskova'dan izin
almadan bu bölgede "inisiyatif kullanmak" kimsenin haddi değildi. Ancak Türkiye bu kuralı bozmuştu.
Uluslararası konjonktür uygundu, Türkiye'nin elinde " yetki belgesi" vardı ve
Türkiye hazırlanmıştı, eski eksikliklerini gidermişti.
Türkiye 1960'da "uluslararası anlaşmalarla" kurulan ve sonra Rumlar tarafından bozulan dengeyi, tek başına, yeniden kuruyordu.B.M. şemsiyesi altında hiçbir
sonuç alınmadan sürüncemede bırakılan işleri toparlıyor ve Kıbrıs'taki Türkleri kurtarıyordu. Hatay örneğinde böyle bir şey olmamıştı Kıbrıs'ta durum farklıydı.
Türkiye ve ada çevresinde örülen engeller bu defa "fiilen ve güç kullanılarak" ortadan kaldırıyordu.
Kıbrıs uyuşmazlığının 1974'de, Türkiye'nin müdahalesi ile yeni bir zemine oturtulması, uluslararası ilişkiler açısından çok önemlidir. Yalnız Türkiye
bakımından değil, İki Blok'lu soğuk savaş dengelerinde" ezilen toplumların ve ülkelerin bilinçlenmesi bakımından da" büyük önem taşımaktadır.
Üstelik bunu, ikinci Dünya Savaşı'ndan beri "bağlı ve bağımlı bir ülke" görünümündeki Türkiye yapmıştır. ABD'den ve NATO'dan izin almadan, kendi
inisiyatifi ile gerçekleştirmiştir.
1974'ten bugüne kadar Kıbrıs'la ilgili olarak yayınlanan "Batı kaynaklı" kitaplarda, bu konu nedense gözardı edildi.
5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder