DÜNDEN BUGÜNE KIBRIS BÖLÜM 3
1) Zurih ve Londra Konferansları ve Kıbrıs Cumhuriyeti
Dünyada başka bir örneği olmayan, kendine özgü bir Cumhuriyet'i oluşturmak için 1958'de Zürih Antlaşması, 1959'da Londra antlaşması imzalandı. Türkiye,
Yunanistan, İngiltere, Kıbrıs Türk Toplumu ve Kıbrıs Rum Toplumu bu konferansın taraftarı idi. ABD de fiilen bulunmasa da, bir 6 taraf gibi etkili oldu. Bu antlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş oluyordu.
Bu Cumhuriyet "çok özel" bir cumhuriyet idi Türkiye'nin, Yunanistan'ın ve İngiltere'nin ada üzerinde "egemenliği ve garantörlüğü" vardı. Türk ve Yunan
askerleri bir "alay" ölçeğinde de olsa, adada sürekli bulunacaktı. İngiltere'nin ise büyük askeri üsleri vardı ve bu İngiliz askeri bölgeleri "İngiliz toprağı"
olarak kabul edilmişti.
Cumhuriyet dış bağlantılarında "bağımsız değildi". Türkiye'nin ve Yunanistan'ın, birlikte içinde olmadığı herhangi bir birliğe, örneğin A.E.T. (AB) ye giremezdi.
İç yönetimde "ortak" ve "bağımsız" işler birbirinden ayrılmıştı. Ortak Meclis yanında Cemaat Meclisleri ayrı ayrı olacaktı. Ortak Meclis de 50 üyenin (35)'i
Rum, (15)'i Türk olacak ancak iki toplum (halk), kendi iç işlerini, kendi Cemaat Meclisleri kanalı ile yürütecekti. 10 üyeli Bakanlar Kurulu'nda 7 Rum, 3 Türk
bakan bulunucaktı.
Cemaat Meclisleri vergi koyma, harcamaları yürütme hakkına sahiptirler. Eğitim ve kültür işlerini de üstleneceklerdi. 5 büyük şehirde Türkler ve Rumlar kendi "bağımsız" belediyelerini oluşturacaklardı. Adli işler bile ayrılmıştı.
Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacaktı. Türk yardımcının, kararları "veto hakkı" vardı.
Zayıf bir ortak savunma gücünde 60-40, memurlarda 70-30 oranlarında Türk ve Rum bulunacaktı.
Cumhuriyet'in Anayasa Mahkemesi başkan ve yardımcısı 3.ülkeden oluşucaktı.
Başkan Prof.Ernest Forsthoff (Alman), özel yardımcısı ise Dr.Christian Heinze (Alman) idi.
Görüldüğü gibi bu Cumhuriyet bağımsız değildi, üniter değildi. Hatta federal olarak bile tanımlanamaz. Kendine özgü bu Cumhuriyet'te yaratılan koşullar,
federasyon ile konfederasyon arasında bir çizgi oluşturuyordu. Enosis ve taksim yolu kapatılıyordu.
Cumhuriyetin temel özelliklerine baktığımız zaman şunları görüyoruz;
a. Rumlar Türklerin, Türkler de Rumların üzerinde bir "baskı ve üstünlük" sağlayamayacaklardı. Bunlar, anayasanın güvencesi altında idi.Anayasa Mahkemesi başkan ve yardımcısı da, üçüncü ülke vatandaşlarından (Alman) oluşuyordu.
b. "Cumhuriyet" dış ilişkilerinde "bağımsız değildi". Türkiye ve Yunanistan'ın, birlikte içinde bulunmadıkları bir birliğe, topluluğa katılamazdı.
c. Türk ve Rum toplumları kendi iç işlerini bağımsız olarak yürüteceklerdi. Vergiden harcamaya, polisten eğitime kadar ayrılmıştı.
d. Türk Cumhurbaşkanı yardımcısının "veto hakkı" vardı.
e. Savunma, üç ülkenin güvencesi altında idi. Cumhuriyet sınırlar içinde Türkiye'nin ve Yunanistan'nın birlikleri (alay) bulunacaktı.
f. Zürih ve Londra antlaşmalarının ve Anayasa'nın işlerliği konusunda Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin "garantörlük" hakları konulmuştu. Örneğin Türkiye,
anlaşmaların hükümlerinin "ihlâl" edildiği kanısına varırsa, tek başına "müdahale etme hakkına" sahipti.
Başlıcaları yukarıda belirtilen hükümler de gösteriyor ki bu Cumhuriyet ne üniter, ne de bağımsız bir Cumhuriyetti. Üç devletin ve iki halkın egemenliği "
paylaştığını" görüyoruz.
İngiliz idaresi (egemenliği) altında bulunan Kıbrıs adası, Dr.Andrew Mango'nun da belirttiği gibi, İngilizlerin çekilmesi sonucu "Türkiye'nin ve Yunanistan'ın
egemenliği de kabul edilerek, iki halka yerel özerklik sağlanan bir konuma" getirilmişti.
1878'de İngiliz yönetimine bırakılan adada o tarihten beri hem İngiliz yönetimleri, hem de Rumlar tarafından baskı altında tutulan ve ezilen Kıbrıs
Türkleri bu anlaşmalarla ilk defa kendi yaşama ve gelişme ortamını sağlayacak "dengeli bir yapıya" kavuşuyorlardı. Ve en önemlisi, Lonra ve Zürih anlaşmaları
ile Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki hakları uluslararası antlaşmalarla kabul edilmiş oluyordu.
Politik, mali, ekonomik, askeri ve kültürel güvenceler getiriliyordu. Kıbrıs Türk halkı anlaşmadan memnundu. Türkiye de hem Kıbrıs Türkleri'nin güvence
altına alınmış olmasından, hem de Kıbrıs üzerinde Türkiye'nin haklarının kabul edilmiş olmasından hoşnuttu.
Bu antlaşmalarla, Kıbrıs adası üzerinde Türkiye ve Yunanistan arasında "denge" sağlanıyordu. Kıbrıs Türk halkını o güne kadar ezen, onların yaşama haklarını
ortadan kaldıran saldırılar artık olmayacaktı. Enosis yolu da kapanmış oluyordu.
Antlaşmalardan İngiltere de memnundu; Üs bölgeleri bazı tesisler İngiliz toprağı sayılmıştı. Öte yandan İngiliz yönetiminin de baş ağrıları ve kanlı iç çatışmalar sona erecekti.
Cumhuriyet'in başkanı Başpiskopos Makarios, başkan yardımcısı (muavini) ise
Dr.Fazıl Küçük oldu.
2) Antlaşmalardan Mutlu Olmayan Taraf; Enosisçiler ve Kilise Rumlar yıllardır Enosis peşindeydiler. EOKA, adayı "Türklerden temizlemek ve
Enosis'i gerçekleştirmek için" kurulmuştu. Ortodoks Kilisesi ise hem Türk düşmanlığının, hem de Enosis'in yıllardır öncülüğünü yapıyordu.
Kıbrıs'ı Helenleştirmek amacını yıllardır sürdüren Başpiskopos Makarios ise antlaşmaları, istemeye istemeye imzalamıştı. O günlerdeki uluslararası soğuk
savaş konjonktürü içinde, "imzalamak zorunda kalmıştı". Bu tutumunu hem Londra'da gösterdi, hem de Londra'dan Kıbrıs'a döndükten sonra yaptığı
açıklamalarla ortaya koydu.
Zürih ve Londra antlaşmaları imzalanırken taraflar genellikle, işlerin bu kadar çabuk bozulacağını beklemiyorlardı (10). Ancak Başpiskopos Makarios ve Rumların çoğunluğu, yeni cumhuriyeti nasıl Rumların egemenlik kuracağı bir yapıya dönüştüreceklerinin hesaplarını yapıyorlardı. Yapılan açıklamalardan ilk
sinyaller ortaya çıkmaya başlamıştı bile.
Yeni cumhuriyet'in kendine özgü yapısı, "iki tarafın da cumhuriyeti yaşatmak için iyi niyetli hareket etmelerini" gerektiriyordu. Sorunlar Türk tarafından değil Rum tarafından geldi. Türklerle Rumlar arasındaki "adil ve dengeli yapılanmayı" Rum tarafı bir türlü kabullenemiyordu". Bakanlar Kurulunda, Belediyelerde diğer konularda, Rumların üstünlüğü gösterme çabası içindeydiler.
Rumlar yönetimlerde sürekli olarak Rum çıkaralarını öne çıkarıyorlardı ve kurulan düzeni işlemez duruma getiriyorlardı.
Haksız kararlarda Türklerin veto haklarını kullanmalarını fiilen engellemeye başladılar. Anayasa ve yasalar sürekli olarak Rumlar tarafından çiğneniyordu.
Vergilerde, memur atanmasında, polis idaresinde Rumlar yasalara uymuyorlardı. Bu durumdan tarafsız Anayasa Mahkemesi Başkanı Alman Prof.E.Forsthoff
ve yardımcısı Dr.Christian Heinze de şikayetciydiler. Rumların tutumunu onaylamıyorlardı. Daha sonra yakından tanıma fırsatını bulduğum değerli
Alman hukukçu Dr. Christian Heinze, Rumların anayasayı ve yasaları sürekli olarak ihlâl ettiğini bana ayrıntıları ile anlatmıştı.
Yayınladığı kitap ve makalelerde de 1960'ı izleyen yıllarda, sorunun hangi taraftan geldiğini net bir biçimde ortaya koydu (11).
Belediyeler konusunda Rum çoğunluklu Bakanlar Kurulu yasalara aykırı karar aldı. Anayasa Mahkemesi bu kararları iptal etti. Rumlar Anayasa Mahkemesi'nin
kararlarına uymayacaklarını açıkladılar. Rumlar tarafsız Anayasa Mahkemesi'ni tanımıyorlardı.
1960-1963 döneminde bulunan Makarios ve diğer Rum liderler kurulan cumhuriyeti tamamen işlemez duruma getirmişlerdi. EOKA da Cumhuriyeti ortadan kaldırmak için yerlatı bağlatılarını arttırmıştı(12).
1963 yılında Makarios 13 maddelik anayasa değişikliği istedi. Oysa anayasa, uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınmış, tarafların çıkarları
dengelenmişti. Rum tarafının istediği bu değişiklikler, cumhuriyet'n özel statüsünü ortadan kaldırıyor, mutlak bir Rum egemenliğini getiriyordu. 1962'de
Türklere karşı şiddetini arttırmaya başlayan Rum silâhlı saldırılarına, Makarios'un bu istekleri eklenince büyük bir kriz patladı.
Anayasa ve yasalar Rumlar tarafından fiilen uygulanmıyor, Rum çoğunluğunun istediği yönde kararlar alınıp yasal olmayan yollarla uygulamaya konuyordu.
Anayasa, yasalar ve cumhuriyet fiilen ortadan kalkmıştı.
3) Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Ortadan Kalkışı 1963 yılında Rumlar Türklere ateşli silâhlarla saldırmaya başladılar.
Adanın değişik bölgelerinde saldırılar sürdü. Türk milletvekilleri, kamu yöneticileri silâh zoru ile görevlerinden uzaklaştırıldılar. Radyo Rumlar tarafından işgal edildi.
Rumlar toplu ve düzenli bir biçimde saldırıya geçmişlerdi. Bu eylemler, önceden hazırlanmış olan bir plân içinde (Akristas Plân) yürütülüyordu. Plânın amacı,
adada Türkleri ortadan kaldırmak ve Kıbrıs'tan kaçmaya zorlamaktı. Eoka ve Ortodoks Kilisesi kadar geniş bir Rum kesimi de Türklere karşı yapılan bu
saldırının içindeydi.
Başpiskopos Makarios iki halka dayalı ve Türklerle Rumlar arasında denge sağlayan yapılanmayı baştan beri içine sindirememiş ve kurulan düzeni ortadan
kaldırmak için kararlılık göstermişti. Makarios'un 1960-1963 arasında kamuoyuna yaptığı açıklamalarda da bu durum net bir biçimde görülür. Zaten daha sonraki dönemde, cumhuriyeti ortadan kaldırıp adanın Yunanistan'la birleşmesini sağlamak için 1963 yılında Akritas Plânı'nın haırlandığı kesin olarak ortaya çıkıyordu.
Bu eylem plânı, Rum kaynakları tarafından da doğrulanmıştı (13).
1963 yılının sonlarında Rumlar saldırılarını iyice arttırmışlardı. Gizli olarak silâhlanmış Rumlar birçok bölgede Türklere saldırıyorlardı. Türkiye garantör
ülke olarak İngiltere ve Yunanistan'a çözüm için başvurdu. Ocak 1964'te Londra'da düzenlenen toplantı, bir sonuç alınamadan dağıldı.
Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen son bulmuştu. Çünkü cumhuriyeti oluşturan bütün yasal ve anayasal kurumlar ortadan kaldırılmıştı. Rum yönetimi silâh zoru ile bu
kurumları ya ortadan kaldırmış ya da işlemez duruma sokmuştu.
1 Ocak 1964'te Makarios 1960 Antlaşmalarını, tek yanlı olarak feshettiğini açıkladı. Artık herşey bitmişti.
BM Güvenlik Konseyi'nin 4 Mart 1964'te aldığı bir kararla B.M.Barış Gücü Kıbrıs'ta devreye sokuluyordu. Ancak Barış Gücü'nün adaya gelişi, eski yasal
düzeyi sağlayamadı. Ada fiilen Rum yönetiminin işgali altındaydı.
Atina'ya göre ise, Rumların Türklere saldırısı ve bütün cumhuriyet kurumlarını ortadan kaldırmaları, "bir iç mesele" idi ve dışardan müdahaleye gerek yoktu.
Çünkü "Rumlar herşeye hakimdiler".
Bu arada BM Güvenlik Konseyi büyük bir siyasal hata yapmıştı. cumhuriyeti bütün kurumları ile ortadan kaldıran Rum tarafını (ve Makarios'u) cumhuriyetin "meşru yönetimi imişcesine" kabul etmişti.
Bu "kabul", Kıbrıs'ta günümüze kadar sürecek olan yanlışlıkları ve uyumsuzluk ları "başlatan" bir köşetaşı olacaktı.
Oysa Rum tarafı, aynen Türk tarafı gibi, Cumhuriyet'in ortaklarından sadece bir tanesi idi. Cumhuriyeti oluşturan ortaklardan sadece birisi olan Rumlar, kağıt
üzerinde cumhuriyetin meşru yönetimi olarak kabul edilmiş oluyordu.
Bu tarihi hata, "bilinçli bir biçimde" işlenmişti. BM Güvenlik Konseyi'nde bu bilinçli hata işlenirken, Anakara'daki hükümet,
* Hem direnç gösterememişti
* Hem de bu bilinçli hatanın ileride yol açacağı büyük sorunları görememişti.
Ankara'daki hükümet "zaaf göstererek" hem Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruyamamış, hem de Kıbrıs Türk halkını, 1974'e kadar sürecek olan acılı
günlerle karşı karşıya bırakmıştı. Bu tarihi gerçeğin ortaya konması gerektiğine inanıyorum.
Adada cumhuriyet ortadan kalkarken Kıbrıs, fiilen Rumların egemen olduğu bir ada durumuna gelmişti. Türkler küçük bölgelere sıkışıp kalmışlardı. Türkiye ile
ulaşım bağlantıları yoktu. Bu çok zor koşullar altında bile Kıbrıs Türkleri, kendi bağımsız yönetimlerini, Kıbrıs Türk Yönetimini kuruyorlardı. Ellerindeki
sınırlı olanaklarla Rumlara karşı direniyorlardı. Ve B.M.de yeni bir Kıbrıs Dosyası açılacak, bugün bile sürmekte olan maraton başlayacaktı.
4) Belirsizlik, Haksızlık ve Acılı Yıllar; 1964-1974
103 köye yayılmış, büyük kentlerde etrafları tel örgülerle çevrilmiş yokluklar ve ızdıraplar dönemi başlıyordu. Rum saldırıları da, her firsatta sürüyordu.
Rumlar sürekli silâhlandıkları gibi Yunanıstan'dan da adaya asker ve silâh geliyordu.
Adada İngiliz askerleri (üsleri) vardı ve bunlar Türkleri koruyamıyordu. Ortadan kaldırılan anayasaya göre başkan yardımcısı olan Dr.Fazıl Küçük Türkiye'den
yardım istiyordu (14).
Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof.Forsthoff bir açıklama yaparak Rum tarafını, "Anayasayı işlemez duruma soktuklarını belirterek" suçladı.
Çok sayıda ölü, yaralı ve kayıp Türk vardı. Adada tam bir kaos yaşanıyordu. Yaşananlar dünya basınında da çıkıyordu.Türkiye'de ise büyük heyecan vardı.
Rumların Türklere saldırmaları ve anayasayı ortadan kaldırmaları büyük tepki doğurmuştu. Büyük gösteriler yapılıyor, gazeteler manşetlerini bu haberlerle
dolduruyordu. Kıbrıs'taki Türk alayı da "mahsur" durumdaydı. Çok kritik günler yaşanıyordu.
1964'te B.M.Barış Gücü askerleri adaya geldi. Bunların Rum saldırılarını engellemekten çok Rum tarafına "büyük gelir sağladığını" görüyoruz. Barış gücü, daha çok ara bölgelerde ve iki tarafı ayıran Yeşil Hat üzerinde görev yapıyordu.
Etkili bir askeri güç olmaktan çok, üniformalı turistler durumundaydılar. Esas olarak Rum tarafına "muhatap" oluyorlardı.
BM, iki taraf arasındaki sorunları çözmek üzere, bir de gözlemci atamıştı. Türklere silâhlı saldırılar yanında tam bir ekonomik ambargo uygulanmaktaydı.
Açlık tehlikesi baş göstermişti. İlaç ve gerekli maddeler bulunamıyordu.Türkler tam bir sefaletin içine itilmişlerdi.
Türkler bölge bölge direnişe başlamışlardı. Bunların en önemlisi Erenköy bölgesinde oluştu. Burada küçük bir Türk kantonu kurulmuştu. Türkiye'den de
gönüllü destek geliyordu. Daha çok, Türkiye'deki Kıbrıslı Türklerden oluşan gençler, Rum baskısına rağmen, Anadolu'dan bu bölgeye gizlice geliyorlardı.
Grivas 10.000 kişilik bir ordu ve zırhlı birlikler ile bazı Türk bölgelerine saldırdı. Türkiye de jet uçaklarını göndererek buna karşılık verdi.
Yunanistan'dan sonra Türkiye de artık "işin içindeydi". Türkiye'nin bu sınırlı müdahalesi bile Rumları biraz sindirdi.
1964 yılında şiddetlenen ve 1974'e sürecek olan olaylarda 1964 bir köşe taşıdır. (10) yıllık esaret dönemini belirleyen öğelerin çoğu bu yıl ortaya konmuştur.
1964'te neler oldu?
* Rumlar adada fiili bir denetim sağladı, çünkü silâhlıydılar ve Türklerden çok fazlaydılar. Ayrıca hazırlıkları vardı.
* Ankara hükümeti pasif kaldı. Fiili olarak Türk jetlerinin "sınırlı hareketi" ve Erenköy'e destek göze batan gelişmelerdi.
* Yunanistan adaya çok sayıda asker ve silâh soktu. Yunan jetleri de Türklere saldırdı.
* Türkiye'de sivil örgütler büyük eylemler yaptılar. Ancak bunlar, hükümete yansımadı.
* Amerika ve İngiltere aktif olarak devredeydiler.
* Makarios, Sovyetler Birliği'ni ve Bağlantısız Ülkeleri kendi taraflarına çektiler.
* Rumlar Türklere hem saldırdılar, hem de ekonomik ambargo getirdiler.
İstedikleri oluyordu. Bunun için bu gidişi durduracak bir "dış müdahaleye" karşı çıktılar.
* İnönü Hükümeti, diplomatik girişimlerden yarar sağlayamadı, Kıbrıs Türkleri ezildiler, saldırılara uğradılar. Oysa Türkiye garantör ülke idi.
* B.M.de, ABD ve İngiltere ile ikili ilişkilerde NATO'da çok sayıda görüşmeler yapıldı. Türklerin durumunu düzeltecek ve Rumları durduracak bir sonuç alınamadı.
* Batı Dünya'sı genellikle kayıtsız kaldı. Ortaya çıkan tepkiler, olayların boyutunun çok altında idi.
* Rumların saldırgan tutumuna karşın BM ve Batı, Mart 1964'de yaptığı hatayı sürdürdü. Kıbrıs Cumhuriyeti'ni işgal eden iki taraftan birini, "meşru yönetim"
olarak kabul etti. Zaten bu haksız ve yanlış tutum, Rumların saldırganlığını da özendirdi.
* Makarios ile Atina ve Eoka arasında, bazen görüş ayrılıkları olmasına rağmen, esas amaçları olan "Enosis"te birleşiyorlardı. Makarios "adayı
Helenleştirmekten" söz ederken, bazen, Yunanistan'la bütünleşme amacından biraz ayrılıyordu. Aradaki fark, birinde iki Helen devleti, diğerinde ise tek bir
devlet anlayışı bulunması idi.
B.M. gözetiminde 10 yıl sürecek ve Türklerin adada "bir açık hava hapishanesi" konumunda tutulmalarına yol açacak olan sürecin temel taşları 1964 yılında
atılıyordu.
Rumların hedefi çok açıktı; 1963 yılında hazırlanan Akritas Plânı doğrultusunda, Türkleri Kıbrıs'tan kaçırtarak "Enosis'e varmak istiyorlardı. Bu amaç için de;
* Uluslararası anlaşmaları hiçe sayıyorlar,
* Türklere karşı, sürekli olarak insanlık dışı eylemlerde bulunuyorlardı. Batı, gereken sonuç alıcı teptkiyi vermiyor, Ankara hükümetleri de "pasif" bir
politikayı benimsiyordu.
Ve bu arada olan, Kıbrıs Türklerine oluyordu. 1967-1974 döneminde, Atina'da, Batı'nın itibar etmediği Albaylar Cuntası bulunmasına rağmen Ankara, sonuç alıcı gereken hamleleri yapamamıştı.
Bunu yapması için, Eokacı Nikos Samson'un, işi kısa yoldan halletmek için büyük bir çılgınlık girişiminde bulunması gerekmişti. Bu çılgınlığın arkasında ise;
Atina'daki Albaylar Cuntası vardı.
Zayıflayan konumlarını güçlendirmek için, Makarios'un "sabırlı ve dengeli bir biçimde yürüttüğü, adayı Helenleştirme politikasını" bozdular ve işi kestirmeden
çözmek istediler.
Bu ise, hem kendilerinin, hem de adadaki Rum denetiminin sonunu hazırlayan bir serüven oldu.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder