31 Ağustos 2019 Cumartesi

KÜRESEL YÖNETİŞİM MÜMKÜN MÜDÜR? GEREKLİ MİDİR?. BÖLÜM 4

KÜRESEL YÖNETİŞİM  MÜMKÜN MÜDÜR? GEREKLİ MİDİR?.  BÖLÜM 4



Bununla birlikte, tüketicilerin tercihleri de değişebilir. Her birimizin standartlara veya düşük fiyat gibi ortaya çıkan başka faydalara yüklediği önem muhtemelen 
farklıdır. Siz “çocuk işçi kullanılmamıştır” sertifikası bulunan kıyafete fazladan 2 dolar vermek isteyebilirsiniz, fakat ben o kıyafete 1 dolardan fazla ödemek istemeyebilirim. 
Ben yatırım felsefem itibariyle daha muhafazakar iken, siz bir menkul kıymetten daha fazla gelir elde etmek için ekstra risk almak isteyebilirsiniz. 
Birtakım insanlar fiyat olarak çok fark ediyorsa kurşun boyalı oyuncak almak isteyebilirken, diğerleri bunun iğrenç olduğunu düşünebilir. Bu nedenle, her standart aynı şekilde uygulanırsa kazananlar ve kaybedenler ortaya çıkarmaktadır. 

Bu üç soruna nasıl cevap vereceğiz? Görmezden gelinemeyecek ölçüde büyüyünceye kadar bu sorunlara aldırmamak bir seçenek olabilir. Birçok nedenden ötürü bu seçeneği tercih edebiliriz. İlk olarak, ihraç eden ülkede uygulanan standarda güvenebiliriz. Amerika’daki kredi derecelendirme kuruluşları muhtemelen bu alanda dünyadakilerin en iyileri, dolayısıyla neden bir ülke AAA dereceli Amerikan tahvillerini almaktan endişe etsin ki? Çin’in kurşuna ilişkin düzenlemeleri kağıt üstünde Amerika’dan daha katı, dolayısıyla neden Çin yapımı oyuncakların sağlığa zararları hususunda endişe edilsin ki? İkinci olarak, yabancı ülkelerdeki standartların ve düzenlemelerin bizi ilgilendirmediğini düşünebiliriz. Zira, alıcılarbir ürünü isterlerse alır veya almaktan kaçınır. Üçüncü olarak, tıpkı ülkeler arasındaki verimlilik ve beceri farklılıkları gibi düzenleyici standartların da karşılaştırmalı bir avantaj kaynağı –ve bu yüzden ticaretin bir getirisi- olduğunu hakikaten düşünebiliriz. Eğer esnek işçi standartları Endonezya’nın bize daha ucuz mal satmasına imkan veriyorsa, bu da küreselleşmenin sadece bir diğer faydası olarak görülebilir. 

Bu tür dar görüşlü tezler, küresel ekonominin etkililiğini zayıflatmakta ve sonuçta onun meşruiyetini sarsmaktadır. Yukarıdaki sorunlar meşru birtakım endişeleri ortaya çıkarıyor ve ciddi cevapları hak ediyor. Bu nedenle, birtakım ihtimaller üzerinde durmak gerekiyor. 

Küresel standartlar. Tüm ülkeler tarafından uyulması zorunlu küresel standartların olmasını isteyebiliriz. Bütün üreticiler tarafından temel işçi standartlarına uyulmasını, bir dizi ortak banka düzenlemelerinin olmasını ve ürün güvenlik kurallarının yeknesaklaştırılmasını talep edebiliriz. İşte bu, küresel yönetişimin mükemmel çözümüdür. Birçok alanda bu tür bir yaklaşıma doğru kayıyoruz, fakat görüldüğü üzere bu yolda hâlen önemli engeller mevcut. Öyle ki, ülkelerin ortak standartlar üzerinde uzlaşabilmesi pek mümkün görünmemektedir ve bu konuda ülkelerin çoğu zaman kendilerine göre haklı gerekçeleri vardır. 

İşçi standartları bu konudaki en basit örnektir. Zengin ülkelerin çocuk işçilere ilişkin kısıtlamalarının gelişmekte olan ülkelere uymadığı olduğu şeklindeki tez, 
bu konuda küresel mutabakatın (konsensüsün) ortaya çıkmasını engellemekte dir. Zengin ülkelerdeki aktivistlerin itiraz ettiği çocuk işçiliği, çoğu kez yoksulluğun kaçınılmaz bir sonucudur. Bu yaştaki çocukların fabrikalarda çalışmasının engellenmesi, bu çocukların okula gitmeyip daha da iğrenç olan ticarete (fahişelik gibi) konu olmalarına yol açacaksa, genç yaştaki bu çocukların fabrikalarda çalışmasını engellemek faydadan çok zarar getirebilir. Homojenleştirme karşıtı bu düşünce, günlük azami çalışma saatleri veya asgari ücret gibi işçilere ilişkin diğer düzenlemeler için de geçerlidir. Daha açık anlatımla, ayrımcılık yapmama ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel insan hakları ihlal edilmedikçe, ülkeler kendi durumlarına ve sosyal tercihlerine en iyi şekilde uyan çalışma standartlarını seçmekte serbest olmalılar. Ortak standartlar, her ne kadar ithal ürünlerin zengin ülkelere kabulüne olanak sağlasa da maliyetlidir. 

Aynı durum, finansal düzenleme alanı için de doğrudur. Amerika için “güvenli” olan, Fransa ve Almanya için “yeterince güvenli” olmayabilir. Amerika, finansal 
yenilik adına diğer iki ülkeye göre daha fazla riski rahatça alabilir. Diğer taraftan Amerika, bir önlem olarak bankalarına Fransa ve Alman politika yapıcılarının gerekli gördüğünden daha yüksek sermaye yükümlülüğünü şart koşabilir. Her birdurum için şu veya bu muhakkak doğru veya diğeri yanlış diye bir şey yok. Ülkelerin farklı görüşleri vardır, çünkü ülkelerin farklı tercihleri ve koşulları söz konusudur. 

Ürün güvenlik kuralları, ortak bir standart oluşturmak açısından en kolay alanolarak gözüküyor, ancak bu noktada da önemli engeller söz konusudur. Öncelikle Çin’deki kurşun boya standartlarının gerçekten katı olduğunun farkında olmak gerek. Sorun kağıt üzerindeki standart farklılığından değil, uygulamadaki standart farklılığından kaynaklanıyor. Birçok gelişmekte olan ülkede olduğu üzere, Çin hükümetinin ürün standartlarını uygulama ve denetleme noktasında aksaklığı var. 

Bu zorluklar genellikle uygulama isteksizliğinden değil, idari kapasite, insan kaynağı ve finansal sınırlılıktan ortaya çıkan beceri eksikliğinden kaynaklanıyor. Hiçbir küresel standart bu temel gerçeği değiştiremez. Slaughter’in iddia ettiği üzere, küresel ağlar içinde yer almak suretiyle bilgi paylaşımın gerçekleşmesi ve en iyi uygulamaların transfer edilmesinin sağlanması, Çinli düzenleyicilerin kendilerini geliştirmesine yardımcı olabilir. Ancak bunun hemen olmasını beklememek gerek. Zira, ülke içi kurumların gelişmesi, genellikle yabancıların üzerinde az etkili olabildiği, zaman alan ve uzun bir süreçtir. 

Ülkeler küresel standartlar konusunda anlaşsalar bile, yanlış birtakım düzenlemeler üzerinde mutabakat sağlamış olabilir. Küresel finans bu noktada uygun bir örnektir. Küresel banka düzenleyicilerden oluşan Banka Denetimine İlişkin Basel Komitesi, uluslararası finansal işbirliğinin en yüksek aşaması olarak genel kabul görür, fakat bu Komite büyük ölçüde yetersiz uygulamalar ortaya koydu.19 Birinci grup tavsiyeler (Basel I) riskli kısa dönem borç almayı cesaretlendirdi ve dolayısıyla Asya finansal krizinin başlamasında rol oynamış olabilir. İkinci grup tavsiyeler (Basel II), sermaye yükümlülükleri için riskleri ölçen kredi derecelendirme kuruluşlarına ve bankaların kendi modellerine güvendi, ancak son yaşanan finansal kriz ışığında bunun da büyük ölçüde uygun olmadığı görüldü. Basel Komitesinin standartları, bir bankanın işlemlerinin bir bütün olarak sistemin nakde çevrilebilirliği üzerinde doğurduğu riskleri görmezden gelmek suretiyle hiç değilse sistemik riskleri büyüttü. 

Farklı düzenleme yaklaşımları çerçevesinde ortaya çıkan bu büyük belirsizlik ışığında, yan yana gelişecek çeşitli düzenleyici modellere izin 
vermek daha iyi olabilir. 

Pazar-odaklı çözümler. Daha piyasa dostu bir alternatif de mevcut. Bu alternatif, küresel standartlara bağlı kalmak yerine, bilgi odaklı bir yaklaşımı gerektiriyor. 
Eğer malların ve hizmetlerin hangi standartlara göre üretildiği bilgisini ithalatçılara sağlayabilirsek, her alıcı kendi durumuna en uygun düşen kararı alabilir. 

Çocuk işçileri düşünelim mesela. Tüketicilerin çocuk işçi kullanılarak üretilen ithal mallar ile çocuk işçi kullanılmayarak üretilen ithal mallar arasında ayrım yapmasına imkan sağlayan bir sertifikasyon ve etiketleme sistemi tasavvur edebiliriz.Şu an için yürürlükte olan birçok etiketleme sistemi var. Örneğin, uluslararası hükümet-dışı bir kuruluş olan RugMark, Hindistan ve Nepal’de üretilen halılarda çocuk işçi kullanılmadığına ilişkin sertifika düzenliyor. Büyük ihtimalle çocuk işçi kullanılmayan malları üretmek daha maliyetli ve daha pahalıdır. Tüketiciler almak istedikleri ürün aracılığıyla tercihlerini belli etmiş olurlar. Çocuk işçi kullanılmasına karşı olanlar, ekstra para ödeyerek etiketli ürünleri satın alabilirken, diğer insanlar daha ucuz olan ürünü almakta serbest olurlar. Etiketlemenin güzel tarafı, ithal edilen ülkedeki herkes üzerinde ortak bir standardı dayatmamasıdır. Eğer pahaca düşük olan benim için yeterli ise, başkalarının yüksek standardı için fazla ödeme yapmak zorunda değilim. 

Bu çözüm, küresel yönetişimden fazla bir şey beklemediği için uygun gözükebilir. Ayrıca bu çözümün anlam ifade edeceği belli alanlar olabilir. Ancak yine de bu, genele yönelik bir çözüm olarak yetersiz kalmaktadır. 

Son yaşanan finansal krize kadar, kredi derecelendirme kuruluşlarını başarılı bir etiketleme mekanizması olarak düşünmüştük. Bu kuruluşlar esasen etiketleme 
sisteminin olması gerektiği gibi işlev görüyordu. Risk almak istemiyorsanız, kendinizi AAA seviyesinde olan düşük getirili bir menkul kıymetle sınırlı tutarsınız. 

Eğer daha fazla kazanç istiyorsanız, daha yüksek risk almak pahasına düşük dereceli menkul kıymetlere yatırım yapabilirsiniz. Bu derecelendirmeler esasen yatırımcıların risk şemasında nerede olmalarına karar vermelerine imkan sağlıyor. Böylece, hükümetin portföy kararlarını çok yakından idare etmesine gerek kalmıyor. 

Geçmiş süreçte, kredi derecelendirme kuruluşları tarafından aktarılan derecelendirme bilgilerinin göründüğü kadar anlamlı olmadığını öğrendik. Sadece şirketler tarafından menkul kıymetlerini değerlendiren kredi derecelendirme kuruluşlarına verilen paralardan ötürü değil, birçok değişik nedenden ötürü, “uzak durulması gereken” varlıklar en yüksek dereceli kategorisinde yer almış. Birçok yatırımcının bundan dolayı başı yandı, çünkü bu kişiler yapılan bu derecelendirmeleri ciddiye almıştı. Sonuç itibariyle, bilgilendirme amaçlı olan bu piyasa çok kötü işledi. 

Kusurlu derecelendirmelerin maliyeti sadece yatırımcılara değil, genel olarak tüm topluma yansıdı. İşte bu, sistemik riskin getirdiği bir sorundu: büyük ve sanal olarak gelişmiş kuruluşlar iflas edince, kendileri ile beraber bütün sistemi tehdit ediyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarının hatası, uzak durulması gereken menkul kıymetleri alanların ötesinde sonuçlar doğurdu. 

Aslına bakılırsa her etiketleme sistemi üst seviyede bir yönetişim sorununu ortaya çıkarıyor: Sertifikacılar kime karşı sorumlu veya bu sertifikacıları kim sertifikalıyor? 

Kredi derecelendirme sistemi finansal piyasalarda kötü işledi, çünkü kredi derecelendirme kuruluşları gelirlerini maksimize etti ve güvene dayalı toplumsal 
görevlerini ihmal ettiler. Karmaşık bir yönetişim sorunu, asıl amaçları toplumunkiyle uyuşmayan kâr amaçlı özel kuruluşlara tevdi edilmek suretiyle sözde “çözülmüştü”. 

Etiketleme ile ilgili sorun, çeşitli hükümet-dışı kuruluşların (NGOs) ve özel şirketlerin beraber hareket ederek hükümetle çıkmaza giren işçi ve çevre standartları konusu daha az ciddi değildir. Her bir tarafın kendi gündemi var, bu da etiketleme mevzuunun çok belirsiz olması sonucunu doğuruyor. Örneğin, “adil ticaret” etiketi, kahve, çikolata ve muz gibi ürünlerin çevresel olarak sürdürülebilir bir şekilde üretildiğini ve çiftçilere belli bir asgari bir tutar ödendiği anlamına gelmektedir. 

Bu durum çift taraflı bir kazanım gibi gözüküyor. Tüketiciler yoksulluğu azaltmaya ve çevreyi korumaya katkıda bulunduklarının farkında olarak kahvelerini yudumlayabiliyor. Ancak tüketici gerçekten kahvesinin üzerindeki “adil ticaret” etiketinin ne anlama geldiğini biliyor mu veya anlıyor mu? 

Uygulamada “adil ticaret” gibi etiketle çalışmalarının ne kadar başarılı olduğuna dair elimizde çok az sayıda güvenilir bilgi var. Az sayıdaki akademik çalışmalardan biri olan ve Guatemala ile Kosta Rika’daki kahve konusunu inceleyen çalışmada, adil ticaret sertifikasyonuyla ilgili üreticilerin çok az menfaati olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç, görünür avantajları ve özellikle daha iyi fiyatlar bağlamında çok şaşırtıcıdır. Gerçekte, üreticilerin elde ettikleri fiyat bu tür özellikli kahve üretiminden elde edilebilecek fiyatla karşılaştırıldığında düşük gözüküyor. Genellikle fiyatlar sertifikasyon şartlarını karşılamak için gerekli olan yatırımları karşılayacak kadar yüksek değil. Bundan başka, öngörülen faydalar, toprak sahibi olmayan yerel üreticilerden müteşekkil yoksul çiftçilere gitmiyor.20 Diğer raporlar ise, adil ticaret kahvelerinin ortaya çıkardığı getirinin sadece küçük bir kısmının üreticilere ulaştığını gösteriyor.21 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder