25 Ağustos 2019 Pazar

Tarih Boyunca İSLAM HAKİMİYET ve Uğradığı Suikastlar., BÖLÜM 10

Tarih Boyunca İSLAM HAKİMİYET ve Uğradığı Suikastlar.,  BÖLÜM 10


Şimdi Nazarlarımızı tarih sahifelerine çevirerek hakikatlere bir göz gezdirelim. Derinlere gitmeden evvel, en selâhiyetli ve âlim tarihçimiz muhterem ismail 
Hami Danişmend'in «Türklük ve Müslümanlık» ismini taşıyan 219 sahifelik eserinin başında: Tavzih başlığını taşıyan yazısını aynen ve olduğu gibi aşağıya 
alıyorum:
«islâm âleminin umumî tarihini göz önüne getirecek olursak, Meşrik'tan Mağrıb'a kadar hemen bütün Müslüman milletlerinin kılınç altında ihtida etmiş olduklarını görürüz; hattâ Arab kavmi bile işte böyle ihtida etmiştir. Yalnız Türk ırkı muhteşem bir istisna teşkil etmektedir. Emeviler devrindeki Orta - Asya fütuhatından Müslüman - Arab ordularını hezimetlere uğratan bu muazzamlık acaba neden dolayı nihayet mağlubun dinini kabul ederek kitleler halinde toptan ihtida etmiştir? Bu mesele fevkalâde bir ehemmiyeti haiz olduğu halde, her nedense şimdiye kadar esaslı bir surette tetkik edilmemiştir.

Kuram Kerim'in bazı mucizevî âyetlerinde Arab kavminin yerine Arab olmayan başka bir kavmin geçeceği tebliğ olunmuş ve Milâdın onbirinci asırda bu
ilâhî tebşir tahakkuk ederek Abbasî hilâfeti islâm âlemi üzerindeki cismanî saltanatını Türk ırkına resmen ve hattâ merasimle devretmiştir, işte o 
zamandanberi tam dokuz asır Islâmın başında ve dünyanın üç kıt'asında bu kudretli ırkın tevhit akidesi uğruna durmadan kan döküp can vermesi de 
ancak ilk ihtida sebeplerine bağlanmak suretiyle izah edilebilecek bir vaziyettir.

* * *
Bu satırlara tarafımızdan ilâve edilecek bir şey yoktur. Şimdi asıl, can alacak noktaya, izah edilemediği, teşhisi konmadiği, üzerinde ciddiyetle ve ehemmiyet le durulmadığı için gün geçtikçe işleyen, derinleştikçe derinleşen, müzminleşmiş bir yaraya dokunuyorum. Bu mevzua temas; Türkleri anlayıp dinlemeden, bütün açık hakikatlere birer kıymet vermeden çala kalem Müslüman Türkü itham edenlere meşru ve haklı bir cevap teşkil edecektir...

En yeni ve içinde yaşadığımız hâdiseden, islâm tarihinin en karanlık, en hicâb âver hâdisesinden başlayalım, sonra daha gerilere gideriz. Türklerin elinde 
asırlar boyu hür ve mes'ut yaşamış olan «Filistin», haçlı ve muhteris garbın yardımiyle yahudi istilâsına uğrayınca bu, bütün Müslümanları alâkadar eden 
büyük mesele sadece bir Arab meselesi şekline sokuldu, Bu işin bütün dünya Müslümanlarını alâkadar ettiğinden bahis bile edilmedi. Buna rağmen, bu 
kitabın âciz muharriri her türlü imkânsızlık ve âkibetleri göze alarak, bütün varlığımı sarfederek cihad meydanın fedai bir Türk müfrezesi göndermek suretiyle, bu hodgâmlık perdesini yırttım . Bu misalden sonra mezzuun en önemli, can noktasına temas ediyorum. Bu da: Müslümanlığın bizlere iman kardeşliğini emretmiş olmasına ve hiç bir tefrik ve imtiyaz gözetmeksizin yüzlerini bir kıbleye dönen, birtek Allaha kulluk eden, büyük Peygamberimizi tanıyan insanların habl-i ilâhiye sımsıkı sarılıp tefrika yaratmamaları emir edildiği halde buna asırlardanberi riayet edilmemiş, İslâmın iki mühim rüknü olan Türk ve Arap milletleri, uzun yüzyıllar bir arada yaşamalarına, sıhriyet peyda etmelerine rağmen nedense birbirlerine, bîr türlü ısınamamışlardır. 

Bu soğukluk Sünnî ve Şiî Müslümanları birbirine can düşmanı yapan yahudiler tarafından daima körüklenmiş ve bugün bu bozguncu gayret son haddine 
ulaşmıştır. Her iki ırkın içine sokulmuş olan bazı insanlar, sefil menfaatler uğruna bu manevî uçurumu derinleştirmeğe var kuvvetiyle çalışmaktadırlar. 

Bu meselede biz günahın ağır çeken tarafını, bugün müthiş ve dar bir Arab milliyetçiliği güden ve Müslümanlığı ikinci plâna alan insanlarda görürüz. 
Bu mevzuda yine ismail Hami Danişmend beyin eserinin 99 uncu ve onu takibeden sahifelerinden şu yazılan iktibas ediyoruz:

«Buraya kadar gözden geçirdiğimiz vesikalarla ilmî sehadetlerden anlaşılmıştır ki, Türk ırkı Islâmîyette kendi tabiî diniyle manevî benliğini bulduğu için 
ihtida etmiş ve ihtidasından itibaren de Islâmın başında artık yorulmuş olduğu sabit olan Arab kavminin yerine geçerek bir aralık sönmeğe yüz tutan 
Sünniliği, Şiîliğin istilâsından kurtardıktan başka, Ehl-i Salip akınlarına karşı da müdafaa ve muhafaza etmiş ve hattâ bunlarla da iktifa etmiyerek islâmiyet 
için en büyük tehlike menbaı olan Şarkî Roma imparatorluğunu ortadan kaldırdıktan sonra Avrupanın ortasına kadar ilerleyip bir çok hıristiyan devletlerini eyaletleri haline getirmiş, şark Ortodoksluğunu asırlarca sindirmiş ve katolîk garbın bütün hamlelerini yine asırlarca hiçe indirerek Islâmiyeti hem muhafaza etmiş, hem genişletmiştir, islâm tarihine eğer bu Türk hârikası karışmasa idi, acaba bugün yeryüzünde Müslümanlıktan eser kalabilir miydi?
Fakat, bütün bunlara rağmen Arab menabiinde ve bilhassa tefsir ilminde Türkler insanlık düşmanı bir canavar; sürüsü şeklinde tasvir edilmişler, akıl ve izana sığmayacak iftiralara uğramışlar ve ezcümle yamyamlıkla itham edilmişlerdir! Bunun sebebi, bundan evvel bazı safhalarını gözden geçirdiğimiz Orta Asya Arab - Türk mücadelelerinden kalan acı hatıralarla Islâmın başında Arabın yerini Türkün almış olmasıdır, işte bu irsî ve tarihî husumet, bir taraftan siyasî ve askerî sahalarda da din birliğine yakışmıyacak feci tezahürler göstermiş ve bir taraftan da fikir sahasında tefsir ilmine girmesi Kur'ana karşı hürmetsizlik teşkil edecek en müthiş iftiralara ilmî bir mahiyet verilmesiyle neticelenmiştir.

Arabların, siyasî ve askerî sahalardaki Türk düşmanlıklarının elim tezahürleri, Islâmiyeti ve Haçlı ordularını imha etmek istedikleri Haremeyni müdafaa 
eden Müslüman Türk ordularına karşı Haçlı ordulariyle her fırsatta el birliği etmiş olmalarında gösterilebilir. Ehl-i Salib tarihinin şimdi en mühim Fransız 
mütehassısı olan Rene Grousset, Bilan de l'Hİstoire» ismindeki eserinin 194 üncü Paris tab'ının 214 üncü sahifesinde bu tarihî facianın en müthiş 
cephesini işte şöyle hülâsa etmektedir:
«İslâm camiası içinde Müslüman Suriyeye hakim olan Selçukileri, Mısır'a hâkim olan Fatımilerden ayıran hususların hepsini izah etmiştik: Irk kini, din kini. 

Ötekiler «Sünnî» Müslüman ve Türkler; «Şiî» Müslüman ve Araplardır. Haçlılar Suriyeye gelince Türklere karşı Mısırlılarla ittifak etmekte tereddüt etmediler. 
Ehl-i Salip Antakyada Türklere taarruz ettiği sırada, Mısır ordusu da yine aynı Türklerden Kudüs şehrini zabtediyordu. Nihayet. Türkler mağlûp edilip Antakya 
zabtedilince, Haçlılar kemâli şetaretle Mısırlıların üzerlerine yürüdüler ve Beyt-i Mukaddesi ellerinden aldılar. «15 Temmuz 1099....

Fatımilerin bu feci ihanetlerini meşhur Arab müverrihi İbn-ül-Esîr bile «Tarîh-ül-Kâmil» isimli eserinin 1303 Mısır tab'ının onuncu cildinin 94 üncü sahifesinde 
işte şöyle itiraf etmiştir:

«Rivayete nazaran Mısırın alevilerden olan idare adamları Selçukî devletinin kuvvet ve kudretiyle Gazzeye kadar Suriye havalisini istilâ ederek Mısırla aralarında engel olacak başka bîrdevlet kalmadığını ve bir müddet evvel Adsız'ın Mısıra girip Kahireyi muhasara etmiş olduğunu göz Önüne getirince korkuya kapıldılar ve Frenklere (Ehl-i Salibe) elçiler göndererek onları Suriyeye saldırıp orasını zabt etmeğe ve kendileriyle Müslümanların arasına girmeğe davet ettiler.»Üçüncü Ehl-i Salib'in teşkilinde ön ayak olmakla maaruf on ikinci asır Haçlı müverrihlerinden Sûr Piskoposu «Guil-laume de Tyr» in «Histoire de Rebus gestis in Partibus transmarinişt isimindeki lâtince tarihin on üçüncü asır Fransızca tercümesinin 1879 Paris tab'ının birinci cildinin 153 üncü sahifesinde 
Mısır halifesinin bu şeni ihaneti şöyle anlatılır:

«Halife bizim rüesamızın Antakyayı muhasara etmiş olmalarından da çok seviniyordu; kendileriyle bu hususta görüşmek üzere dostluk elçileri gönderdi; 
bunlar büyük hediyeler getirip kabulünü rica ettiler; Halifenin kendilerine geniş nisbette asker, hayvan ve erzak yardımlarında bulunmağa amade olduğunu 
söylediler ve muhasarayı idame ettirmelerini çok rica ettiler.»

İşte bu suretle Arabların Türklere karşı besledikleri millî ve ırkî kin ve garaz, nihayet İslâmiyeti imha için ortaya atılan Ehl-i Salibin büyük muvaffakiyetlerini 
temin ederek Antakya Haçlı prensliğiyle Kudüs krallığının ve netice itibariyle Suriye ile Filistin'deki Lâtin hâkimiyetinin teşekkülünde başlıca âmil olmuştur.
Fatımilerin bu ateşin kini, Şiîliğin Sünniliğe karşı beslediği bir mezhep düşmanlığı değil, Arablığın Türklüğe karşı maatteessüf güttüğü ırkî bir garazdır; bu 
hakikat eski Arab müelliflerinin bile gözlerinden kaçmamıştır; meselâ on sekizinci asır Fransız müverrihlerinden Profesör «Mailly» «Lesprit des Croisades» ismindeki eserinin 1780 Paris tab'ının dördüncü cildinin 116 ncı sahifesinde dokuzuncu Fatımî Halifesi «El-Müsta'lî-Billah Ebu-l-Kaasım Ahmed» in Türklere karşı Ehl-i Salib ile ittifak akdine neden lüzum görmüş olduğunu Milâdın 1097 vukuatından bahsederken işte şöyle anlatır:
«Fatımiler kendi hâkimiyet sahalarında ve bilhassa Suriyede Türklerin ne kadar ilerlemiş olduklarını görerek nihayet bu âkibeti durdurmağa karar verdiler. 
Musta'lî o tarihten bir sene evvel Efdal'ın kumandasında büyük kuvvetler gönderip Haçlılar Türklerle harb ettiği sırada onların da o Türk fütuhatçılanna 
saldırmalarını emretti.»

Bu sönmez kin yalnız Şiî ve Fatımî Arablara münhasır değildir; çünkü Fatımî hanedanının Şiîliğine mukabil Mısır halkının büyük bir ekseriyeti Sünnîdir. 
Zaten Antakya bir iha¬net yüzünden sukut edip Ehl-i Salibin eline geçtikten sonra, Haçlı ordusu Milâdın 1099 tarihinde Kudüs'e doğru ilerlediği sırada 
Suriyedeki Sünnî Arab imaretletinin hepsi onlarla birleşmis ve hattâ Ehl-i Salib ordusunun her türlü levazım, nakliye ve iaşe ihtiyaçlarını bile muntazaman 
temin etmişlerdir. İşte bundan dolayı Haçlılar için yegâne düşman arazisi Türk ülkesinden ibaret olduğu halde, Sünnî ve Şiî Arab memleketleri onların 
kendi vatanları gibidir. Rene Grousset'in «Histoire des Croisades» ismindeki kıymetli eserinin birinci cildinin 1934 Paris tab'ının 125 inci sahifesinde bu 
çok mühim nokta şöyle tesbit edilmektedir:
«Onların, yâni Arabların Ehl-i Salibe karsı vaziyetleri umumiyetle Türklerinkinden çok farklı idi. Haçlılar Türk topraklarında her harble karşılaşmışlardır. 
Arab memleketlerinde ise daha bidayetten itibaren anlaşma ve hiç olmazsa uzlaşma teklifleriyle karşılaştılar ve nihayet mahallî bir siyaset takibine 
muvaffak oldular.»
On birinci asrın sonlarına tesadüf eden ilk Haçlı seferine bizzat iştirak etmiş müellifin «Gesta Fiancorum et aliorum Hicrosolimilanoium» ismindeki eseri, 
bütün siyasî ve askerî vukuatı kendi gözleriyle görmüş bir şahide ait olmak itibariyle, ilk Ehl-i Salib tarihinin en mühim menbalarından sayılır; Lâtince 
metniyle Fransızca tercümesi «Louis Brehier» tarafından «Histoire anonyrne de la premiere Groisade» ismiyle 1924 tarihinde Pariste neşredilen bu mühim 
eserin 181 inci ve 183 üncü sahifelerinde Suriyedeki Arab Emirlerinden ikisinin Ehl-i Salib ordusuna atlarla altınlar hediye ettikten başka bunlardan birinin 
Haçlılarla ittifak bile akdetmiş olduğundan bahsedildikten sonra, 183-185 inci sahifelerinde Müslüman Arabların kendi teşebbüs ve talepleriyle İslâmiyete 
nasıl ihanet etmiş olduklarını işte şöyle anlatılır :
«Homs şehrinden gelen elçileri kabul ettik Oranın Emiri, Haçlı ordusunun başındaki konta atlarla altınlar gönderdi ve kendisiyle bir muahede aktederek 
hıristiyanları incitmemek, bilâkis onlara sevgi ve saygı göstermek taahhütlerinde bulundu. Trablusşam Emiri de konta bir name gönderip bir itilâf akdi ve 
eğer isterse dostluk tesisi teklifinde bulundu; kendisine on at Ve dört esterle altınlar gönderdi, fakat kont ancak Hıristiyan olmayı kabul ettiği  takdirde 
onunla sulh aktedeceğinî bildirdi.»

Trablus Emiri İbni-Ammâr bu irtidât teklifini hiddet veya nefretle reddetmiş zannedilmemelidir. Esas İtibariyle kabul etmiş, fakat bir şarta bağlamıştır; 
ilk Ehl-i Salibin gene aynı Haçlı müverrihi, aynı tarihinin 191 inci sahifesinde Salib ordusunun 13 Mayıs 1099 tarihinde Trablusşama vasıl olduğundan 
bahsederken bu noktayı şöyle anlatır :

«Trablus Emiri nihayet Ehl-i Salib rüesasiyle bir ihtilâf name akdetti ve orada esir olarak bulunan Üç yüzü mütecaviz hristîyan hacısını kendilerine teslim 
ediverdi; on beş bin altınla en gir an bahâlarından on beş Arab atı verdi; ayrıca bize atlar, eşekler ve her türlü zahireler vererek iaşemizi bol bol temin 
etmek suretiyle Mesihin bütün ordusunu takviye etmiş oldu. Haçlı rüesasiyle itilâfında Halifenin kendilerine karşı hazırlamakta olduğu harbi kazanıp Kudüsü 
aldıkları takdirde kendisi de Hıristiyan olup emaretini onların tabiyeti altına koymayı taahhüt etti. işte böyle oldu ve böyle bir muahede aktedîldi.»
Rene Grousset'nin yukarıda bahsi geçen Ehl-i Salib tarihinin birinci cildinin 135 inci, 126 ncı ve 131 inci sahifelerinde 'Türk düşmanlığından dolayı Islâmiyete ihanet edip Haçlılarla birleşen bu irili ufaklı Arab Emirlerinin en mühimleri Şeyzer Emiri izzüddin Ebu-l-Asâkir, Humus Emiri Cenâh-üd-Devle ve Trablusşam Emiri Ebu-Ali Fahr-ül-Mülk ibni Ammâr gösterilir ve hattâ 141 inci sahifedeki izahata göre Ehl-i Salib ordusunun Lübnan dağlarından Kudüs istikametine iste bu îbn-i Ammâr'ın verdiği kılavuzlar geçirmiş ve bu hareketten evvel bazı Müslüman Araplar tanassur bile etmişlerdir! Eğer bütün bu Arab emaretleri Islâmiyeti Türk düşmanlığına feda edecek kadar millî ve tarihî kin ve garazlarına kapılmış olmasalardı, Islâmın mevcudiyetini ve netice itibariyle Haremeyni müdafaa eden Türk ordularının mukaddes cihadını cephe cephe müşkülleştirmek gibi tarihî bir vebal altında ebediyen ezilip kalmazlardı. Haçlı istilâsına karşı onlara düşen vazife, Türk ırkının sarsılmaz imanından dolayı yüklendiği büyük külfet kadar ağır değildi. Paul Rousset'nin 1957 de «Payot» neşriyatı içinde çıkan «Histoire des Groisaded» ismindeki eserinin 101 inci sahifesinde Arab Emirlerinin Türk düşmanlığından dolayı yapmadıkları ve hattâ aksini yaptıkları bu tarihî vazife çok doğru olarak şöyle tesbit edilmektedir:
«Haçlıların yolunu kesebilecek veyahut, biç olmazsa, arka-larından taarruz edebilecek bir çok Emirler müzakereye girişmeyi tercih ettiler.»
Bu müthiş kin ve gayzın fecî tezahürleri yalnız Arab-Ehl-i Salib ittifaklarına münhasır kalmamış, Haçlıların Antakya önlerindeki meşhur yamyamlıkları 
Arablan sevindirmiştir! Açlıktan muztarip olan Haçlıların Türk şehitlerini mezarların¬dan çıkarıp kebap gibi yedikleri, tarihin daima haşyet ve lanetle 
anacağı bir vahşet hatırasıdır. Bir gün bin beş yüz şehit cesedi bîrden çıkarılmış ve bunlardan üç yüzünün mübarek başları kesilerek Mısırdaki «Halifei 
îslâm»ın Ehl-i Salib ordugâhına Türklere karşı ittifak akdine gelen murahhaslarına göndermiştir. Meşhur Ehl-i Salib müverrihi Guilleaume de Tyr, bundan evvel bahsi geçen eserinin birinci cildinin 165 inci sahifesinde Arab elçilerinin bu manzara karşısındaki halini şöyle anlatır:
«Li massage au calife d'Egypte ne s'estoient mie encore Partie d'ilee; quant il virent ce, lie turent de la mort â leur anemis...»

Yani: «Mısır Halifesinin henüz elcileri oradan hareket et-memişlerdi; bu manzarayı görünce düşmanlarının yâni Türklerin ölmüş olmasından dolayı çok 
sevindiler.»

Yukarıda bahsi geçen anonim ilk Ehl-i Salib müverrihi de ayni eserinin 97 inci sahifesinde Arab elçilerinin atlarına bile Türk şehitlerinin başlan yüklendiğini 
şöyle anlatır:

«Bütün cenazeler bir çukura atıldı ve kesik başlar ise sayılıp miktarı bilinmek üzere ordugâha getirildi, yalnız Mısır Halifesinin sefirlerine ait dört ata yüklenen 
başlar sahile gönderildi»

İşte bütün bunlarla sabittir ki Sünnî ve Şiî Arablar arasında müşterek olan millî ve tarihî Türk düşmanlığı, Ehl-i Salih'in Müslüman Türke karşı gösterdiği dinî kin ve garazdan maatteessüf hiç de aşağı değildir. Zaten Sünnî Arablar içinde Ehl-i Salib ordularına ücretli asker yazılanlar bile vardır ve hattâ bunlar mühim yekûnlar teşkil etmişlerdir; meselâ ikinci Ehl-i Salib devrine tesadüf eden 1147 tarihinde Müslüman Türkler kadar ortodoks Bizanslılara da düşmanlığıyla meşhur Sicilya Kralı îkinci Roger'in Akdenize hâkim olan Norman donanmasındaki askerin yarısı Müslüman Arablardandı: Fransa enstitüsü âzasından Profesör Louis Brehier'nin Vie et mort de Byzance» ismindeki eserinin 1947 Paris tab'ının 330 uncu sahifesinde bu askerin başında Christodoulos isminde mürted bir Arab kumandanı bulunduğundan ve Sicilya Kralının hizmetindeki İslâm askerlerinin de Sicilya Arab cemaatine mensup olduklarından bahsedilmektedir. Milâdın 1148 tarihinde Türk hanedanlarından Burîlerin payitahtı olan Şam şehrini muhasara altına alan Ehl-i Salib ordusuna kumanda ettikten sonra mağlûb olup giden Fransa Kralı yedinci Louis'yî işte ku Norman Arab donanması taşımıştır.. Daha sonraki devirlerde de Arabların Haçlılarla muhtelif ittifakları vardır.

Müslüman Arab milleti, hıristiyandan fazla kin beslediği Müslüman Türk ırkına karşı o müessif tarihî husumetini her gittiği nerde neşretmiş ve bilhassa ilk 
İslâm fütuhatından itibaren Arablaşmış olan samî milletlere milli diliyle beraber millî kinini de aşılamıştır; Türk Düşmanı Victor Berard bile Revue de Paris'in l Haziran 1906 nüshasında çıkan "Türe et Arabes. ismindeki tetkiknamesinde bu acı hakikati şöyle tesbit etmektedir: S. 655.

«Hulefây-i Râşidîn devrinden beri İslâm ordularının şehir-lerini işgal edip yerli samî unsurlarını hâkimiyetleri allında topladıkları Suriye ve Elcezire 
eyaletlerinde de Türke karşı duyulan kin ve istihfaf aynı derecede şiddetlidir.»

Arabların İlim sahasında gösterdikleri Türk Düşmanlığı da Siyasî ve Askerî sahalarda görülenlerden maatteessüf aşağı değildir.

11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder