31 Ağustos 2019 Cumartesi

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 1

KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE NEOLİBERALİZM., BÖLÜM 1


Dr. Ramazan KURTOĞLU,*
Küreselleşme ve Neoliberalizm  
KÜRESELLEŞME VE EKONOMİDE JUDEO - HIRİSTİYAN ELİTİST BİR MODELLEME: NEOLİBERAL “ŞOK VE DEHŞET” 
*Yrd. Doç. Dr., İktisatçı, Uluslararası Finansman ve Dinler Tarihi Uzmanı, İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi. 



Özet: Kapitalizm neoliberalizm ile kendi içinde dönüşerek 20. yüzyılın son çeyreğinde finansallaşmıştır. Chicago Ekonomi Okulu’nun teorik alt yapısını 
oluşturduğu neoliberalizm küresel ekonomide “paraizm” hastalığına sebep olmuştur. 1970-Eylül 2008 döneminde Waterloo Savaşı’nın (1813-1815) “kazananları” küresel sermayenin elitleri olarak daha çok “paralanmışlar”dır. Buna mukabil devasa kitleleri “hiksoslaştırma” yönünde bir ekonomik sonuç ortaya çıkmıştır. Bu durum gerek ekonomik gerek askeri anlamda bir “şok ve dehşet” projesinin ürünüdür. 

GİRİŞ 

21. Yüzyıla girerken kapitalizmin 19. ve 20. Yüzyıldaki dişli rakipleri olan sosyalizm ve komünizm artık yoktu. Buna mukabil kapitalizm kendi içinde dönüşerek finansallaşma1 sürecinin doruklarını her geçen gün daha da yukarı itiyordu. Üretim ve ticaret kapitalizmi liderliği finans kapitalizmine bırakmıştı. Eh “kapitalizm kelimesi kapitalden türemiş”2 olduğuna göre sermaye aslına rücu etmişti ve kendisini kontrolsüzce büyütebilirdi. Diğer taraftan Ekim 1917 Bolşevik İhtilali’nden beri yeryüzündeki uygulamaları göstermiştir ki, komünizm bir ütopyadır. Sosyalizm ise bir tür Judeo-Hıristiyan dini eskatolojilerinin –öteki dünya bilimibaşka bir adla yeryüzünde tartışılmasıdır. Tarihsel bir perspektif değil vahşi kapitalizme karşı “mitolojidir”.3 

Nitekim Küresel Finans Sisteminde “top left” (sol üst köşe-zirvedeki) statüsünde olanlar ile “thombstone” (kredi alan zor durumdaki ülkelere/şirketlere verilen 
isim) statüsünde olanlar vardır. Ancak küresel finans sistemi içinde yer alan “top left”ler finansal türev ürünlerde öyle bir çetrefilli ürünler piyasaya sürüyorlardı 
ki, “şeytanın bile aklına gelmeyen” yöntemlerdi. Hele hele “Hedge Fund”ların “eke”leri her daim “No problem, what so ever” (hiçbir mesele yok) diyorlardı. 

Bu gruptan bir örnek; “LTCM(Long Term Capital Management), tahvil işlemlerinin zirvesinde bulunan Salomon Brothers’da “Master of Universe” (Evrenin Hâkimi) diye lakap takılan efsanevi simsar John Meriwether’in Şubat 1994’te kurduğu, Nobel ödülü sahibi iki ekonomist Profesör Myron S. Scholes ve Robert C. Merton ve Salomon Brothers’ın yıldız oyuncularını ortak ve işlem takımında bir araya getiren Hedge Found dünyasının elit topluluğuydu. Bilgisayarlarla hesaplanan karmaşık matematik-finans modelini devreye sokarak her yıl yüksek gelirlerelde ediyorlardı. Özellikle 1995 ve 1996’da önce % 42.8 sonra da % 40.8 gibi muazzam geri dönüş rakamlarına ulaşmışlardı. En düşük yatırım rakamı 10 milyon dolar, yatırım sonrasında üç yıl boyunca sözleşme fesih yasağı gibi zorlu katılım şartlarına rağmen yabancı ülkelerin hükümetleri, yatırım bankaları, kurumsal yatırımcılar hep birlikte sermayelerini bu “rüya takım”ın ellerine teslim etmişlerdi. 

Fakat Ağustos 1997’deki bahane “bulaşıcı Rusya etkisi”nin yayılmasıyla birlikte LTCM an be an uçuruma doğru sürüklendi. “Kredi Yatak İşlemcisi” LTCM elbette 
bu alana çok para bağlamıştı.”4 

LTCM yatırımcılardan topladığı dört milyar doları ipotek ederek, borçlanma ve finansal türev ürünlerle yaptığı çetrefilli işlemlerle malvarlığı büyüklüğünü, 125 
milyar dolar ve toplamda 1.3 trilyon dolara ulaşan pozisyonları5 gibi, bütün mantıklı hesapları alt üst ederek, şişirmişti. “Kredi yatağı işlemleri başta olmak üzere neredeyse hepsini kumara aktarmıştı. Finansal türev ürünlere, yatırım yaptığı bono türlerini ipotek olarak göstermişti. Ama bono değerleri düşmeye başlayınca ilave “reel ipotek” isteğiyle karşı karşıya kalmıştı.”6 

Açıkçası “saadet zinciri” bir başka anlatımla “ponzi oyunu” artık “it is over” (oyun bitti) moduna gelmişti. 17 Ağustos 1997’den 2 Eylül tarihine kadar yatırımcıların 
4 milyar doları 2.3 milyar dolara inmişti. Durum John Meriwether’in mektubuyla yatırımcılara duyurulmuştu. Gün geçtikçe durum daha da kötüleşmiş LTCM sermayesini tüketmeye başlamıştı. 

Açıkçası olanlar neoliberalizmin “rasyonel insanı” John Meriwether’i büyük bir hırsla kişisel çıkarlarının peşinde koşan herhangi biri kadar soylu kılıyordu. O 
“Yalancının Pokeri”ndeki finans oyuncularından biriydi.7 Hırs ve açgözlülük, diğer taraftan Eylül 2008’in habercilerinden olan, finansal açıdan LTCM’nin iflası likit 
olmayan pozisyonlardaki aşırı kaldıraç, kibir, azamet ve nihayet psikolojik sebepler erken ve hızlı ölümü getirmişti.8 

Başta New York eyaletinin Merkez Bankası olan New York Federal Reserve Bank’ın Başkan yardımcısı (Executive Vice President) Peter Fisher ve bazı Wall 
Street bankasının üst düzey yetkilileri birlikte LTCM’nin Connecticut eyaleti Greenwich şehrinde bulunan merkezini ziyaret edip işlem kayıtlarını inceleyince Fisher’in beti benzi atmıştı. Küresel finans sistemini toptan havaya uçuracak güçte bir saatli bomba gözlerinin önündeydi. Menkul kıymetli finansal türev ürünler (equity derivative) toplam getirilerin takası (total return swap) endeksli opsiyonları (indexs option), şirket alımlarıyla ilgili finansal türev ürünler gibi işlemlerin toplam hacmi bir trilyon dolar gibi astronomik bir meblağa ulaşmıştı. Şayet LTCM bu finansal türev ürünler işlemlerini yerine getiremeyecek duruma düşerse, bu bir “kelebek etkisi”, şok dalgası şeklinde küresel finans sistemine sirayet edecek, bütün piyasaları ve finans sistemini çökertecekti. Bir meteor tam tepelerine düşmek üzereydi… 

New York Federal Reserve önderliğinde Wall Street’in “eke”leri bir kurtarma operasyonu başlatmışlardı. 

   15 Bankanın başkanları 3.75 milyar doları LTCM ‘ye yatırmak konusunda anlaşmışlardı. Küresel finans sistemi kurtulmuştu. Ancak daha sonraki süreçte LTCM sisteme zarar vermeyecek tarzda tasfiye edildi. Bu süreçte İsviçre’nin en büyük bankası olan UBS’nin başkanı Mathis Cabiallavetta ilk kurban oldu. Çünkü 
LTCM’ye 950 milyon İsviçre frangı gibi devasa bir yatırım yapmıştı. Sırada LTCM’ye 250 milyon dolar yatırım yapan İtalyan Merkez Bankası Başkanı Antonio Faggio’nu vardı. Merrill Lynch yıldırım hızıyla 3400 kişiyi işten attı ve diğer yatırım bankaları buna ayak uydurdu.9 

Hikâyenin devamı Eylül 2008’de Wall Street merkezli Bear Stearns ve Lehman 
Brothers’ın “aniden” çöküşü ile dünya kamuoyuna mal oldu. İki dev ABD yatırım bankası Eylül 2008’de trilyon dolarlık yükümlülükle battı. Amerikan basınında 
yer alan haberlerden bir paragraf şöyleydi: “Bear Stearns and Lehman Brothers, both investment banks have collapsed, Merrill Lynch was acquired by Bank of 
America last weekend, and Goldman Sachs and Morgan Stanley have changed their status to bank holding campanies.”10 

UYGULAMADA NEOLİBERAL EKONOMİ: PARAİZM - BÜYÜME VE PAYLAŞIM 

Dünya ekonomisi 1960’lı yıllarda enflasyondan arındırılmış olarak ortalama yılda % 5 büyüme sağlamıştı.11 1970’lerde dünya ekonomisindeki büyüme senelik 
ortalama % 3.6’ya, 1980’lerde yılda % 2.8’e düştü. 1990’ların ortalarında ise dünya ekonomisindeki ortalama yıllık büyüme % 2’ye düşmüştü.12 1973’ten 
1994’e kadar bütün Avrupa’da bir tek net yeni iş bile sağlanamadı.13 Açıkçası kapitalizm, 20 yıl içinde, büyüme hızının % 60’ını kaybetmişti.14 1968 yılında, 
İkinci Dünya Harbinden sonraki dönemde, uzun zamandır yerinden kımıldamayan Kuzey Kutbu buzulları misali, ekonomik eşitsizlik iyice kendini göstermeye başladı.15 Bu tarihten 20 yıl sonraki dönem boyunca gelir dağılımındaki eşitsizlik öylesine hızlı genişleyip yoğunlaştı ki, 1990’lı yılların başlarında gelir dağılımındaki eşitsizlik hem sosyal gruplar arasında hem de bu gruplar içinde olmak üzere, bütün meslek, eğitim, sanayi, demografi (yaş, cinsiyet, ırk) ve coğrafi bölgelerde yükseldi. 

1980’li ve takip eden 90’lı yıllarda erkeklerin kazancındaki bütün getiriler işgücü toplamının zirvesinde yer alan % 20’ye gitti ve % 64 gibi devasa bir oranda 
en tepedeki % 1’de gerçekleşti.16 Öte yandan kazançlardan ziyade gelirler incelendiğinde en tepedeki % 1’in daha da fazlasını elde ettiğini, yani toplam gelirlerin % 90’ını elde ettiği görülecektir.17 ABD’de nüfusun zirvedeki % 1’inin sahip olduğu servet payı % 40’tan daha çoktu ve 1990’lı yılların başında, 1970’lerin ortasındakinden iki kat fazlaydı.18 Bu durumu Demokrat Parti senatörü Jim Webb şu sözlerle değerlendirmişti: “ABD 19.yüzyıldan bu yana benzeri görülmedik türden sınıf temelli bir sisteme doğru kaymış bulunuyor.”19 16 Eylül 2010 tarihinde ABD’de 2009 yılı için geçerli fakirlik göstergeleri yayımlandı. Birleşik Devletler’de 2009 yılında yoksulluk yüzdesi % 14.3 oranına ulaşarak 43.6 milyon Amerikalıyı kapsadı. Nüfus bürosunun 1959 yılından beri yaptığı araştırmalara göre bu oran 1959-2009 döneminin en yükseği. Yoksulluk nispetinin 2010 verilerinde daha da yüksek çıkacağı tahmin ediliyor. ABD resmi kriterlerine göre yoksulluk tanımı dört kişilik bir ailenin yıllık gelirinin 22.050 doların ve tek kişinin gelirinin 10.830 doların altına düşmesiyle başlıyor. 

Brookings Institute tarafından yapılan araştırmalara göre, yoksulluk oranları Afrikan-Amerikan dedikleri zencilerde % 25.8; Latino-Amerikalılarda % 25.3; 
Asyalılarda % 12.5 ve beyaz Amerikalılarda % 9.4. Diğer bir çarpıcı sonuç ise Amerikalıların % 6.3, yani 19 milyonu 2009 yılında aşırı yoksul kategorisinde 
olup, dört kişilik bir ailenin yıllık geliri 11.000 doların altında. Bu oran 1957 senesinde % 3.7 ve 7.7 milyon Amerikalıyı kapsamaktaydı. Bu ülkede sağlık sigortası olmayanların toplamı 50.7 milyona yükselmiş durumda. Bu rakam Amerikalıların % 16.7’sinin sağlık sigortası olmadığını göstermekte olup, Başkan Obama’nın sağlık reformu bütünüyle uygulandığında bile en az 23 milyon Amerikalı sağlık sigortasından mahrum olacak. Rutgers Üniversitesi İşgücü Gelişim Merkezi tarafından yayınlanan bir çalışmaya göre, çalışanların yaklaşık dörtte üçü ya kendileri veya bir akrabaları veyahut da yakın bir arkadaşları işini kaybetmiş durumda. 
Anket sonuçlarına bakılırsa, deneklerin üçte ikisi 2011-2012 yılında ekonominin düşüşe devam edeceği kanaatinde. “Çoğu insanın hayalini süsleyen Amerika’yı 
içinden tanıyınca, uzaktan dev, yenilmez güç gibi gözüken bu ülkenin aslında yaralı ve can çekişmeye başlamış bir organizma olduğunu görüyorsunuz. 

Doğrusu ben Amerika’dayken işsizlik korkusuyla neredeyse paralize olmuş insanların konuşmalarını duyunca gerçekten üzüldüm ve gelecekten umudunu kesmiş bu insanların ne yapacaklarını çok merak ettim.”20 Zizek’in dediği gibi küresel kapitalizm bir “apokaliptik” (kıyamet) sıfır noktasına doğru hızla gidiyor olabilir.21 
Görüldüğü gibi olanlar meşhur Türk atasözüne benzemekteydi: “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.” Hâlbuki neoliberalizmin sebep olduğu, ortaya çıkan netice “biri yer bini bakar”a uymaktadır. “Dünya nüfusunun küçük bir azınlığınca bu denli büyük servet birikimi sağlanması barışçı bir süreç şeklinde gerçekleşmişti, gördüğümüz gibi genellikle meşru da değildi.”22 Açıkçası, “serbest piyasa” için piyasaları bütün kısıtlamalardan temizleme yönündeki milletlerarası hareketin ön cephelerinde yer alan insanların çoğunun bugün, tarihi Latin Amerika’daki ilk laboratuardan, Afganistan ve Irak’ın işgaline ve Eylül 2008’de patlayan Wall Street merkezli krize kadar uzanan şaşırtıcı bir skandallar kargaşası ve suç işleme süreçleri içinde yer almalarıydı.23 “Arap baharı” adına GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) bölgesinde olan ve olacaklar ise vahim işaretlerle dolu. Çoğunluğu “muhafazakâr” cenahtan olan siyasi liderler ve ideologların yanında “sosyal demokrat” cenahtan siyasi lider ve ideologlarda neoliberalizme 35 yıl boyunca hizmet ettiler. 

Her halükarda ABD’de bile neoliberalizmin temel prensipleri, özelleştirme, deregülasyon ve kamu hizmetlerinde kesintilere gidilmesi, onun bizatihi çöküşüne zemin hazırlamıştı. Washington Mutabakatı ile kusursuz bir uyum içinde işleyen bir ekonomik düzen kurulması bir yana zaten zengin olanları süper zenginler, örgütlü işçi kesimi başta olmak üzere toplumun bütün kesimlerini istedikleri gibi kullanabilecekleri yoksul kitleler, potansiyel “Hiksoslar”24 haline dönüştürmeye çalışıyorlardı. 1970’te nüfus içindeki en zengin %10’unun fakirlerden 12 kat daha fazla kazanç elde ettiği Arjantin’de 2002 yılına gelindiğinde, yaklaşık 30 yılda zenginler 43 kat fazla kazanıyorlardı.25 ABD’nin önde gelen üniversitelerinin ekonomi-işletme-siyaset bilimi yüksek lisans ve doktora programlarında en çok tartışılan hususlarından biri “gelecek 30 yılda ABD-Çin arasında mutlaka sıcak bir çatışma çıkacağı” varsayımıdır. İlginçtir, Çin’e en çok yatırım yapanlar da küresel sermayeyi kontrol eden “seçilmişler”dir. Çin’de şaşırtıcı derecede ekonomik gelişmelere rağmen, şehirde yaşayan Çinlilerin gelirleriyle kırsal kesimlerde yaşayan 800 milyon fakir insan arasındaki uçurum son 20 yılda ikiye katlanmış bulunuyor.26 

Birleşmiş Milletler’in Aralık 2006’da yaptığı bir araştırmaya göre “yeryüzündeki yetişkinlerin en zengin %2’sinin küresel zenginliğin % 50’sinden daha fazlasını 
kazandığını ortaya koymuştur. Bu gelişme 1980-2006 yılları arasındaki neoliberal, deregülasyon ekonomi politikalarının bir neticesidir.27 

Şaibeli bir suikastla öldürülen Başkan John F. Kennedy: “Sular yükseldiğinde, bütün tekneler de yükselir” demişti. Ancak bu söz 1970’li yılların başından itibaren geçerli değildi. 

Ekonomi yükselme gösteriyor, ancak bu arada pek çok tekne de batıyordu. ABD’de kişi başına düşen reel GSYİH 1973-1994 döneminde % 33 artmıştı. Buna mukabil sıradan işçilerin reel ücretleri % 14 ve reel haftalık ücretleri ise % 19 düşmüştü. Bir başka söyleyişle reel ücretler 1994 yılının sonunda 1950’li yılların sonlarındaki seviyeye geri gitmişti. Böyle bir durum ABD’de daha önce hiç söz konusu olmamıştı.28 

Başkan Clinton ABD ekonomisinin vatandaşlarının büyük bir kesimine ihtiyaç duymadığını şu sözlerle dile getirmişti: “… 1980’lerde yaşanan gelişmelerden dışlanmış, bir kenara atılmış ve şimdi başka bir dünyada yaşayan insanlar… oy kullanmıyorlar, işsizler, suç ihbarlarında bulunmuyorlar, çocuklarını okula 
göndermiyorlar ve hatta iletişim kurabilecekleri bir telefonu olmayanlar bile var. Bir boşlukta yaşıyorlar.”29 

“1970’li yıllarda başlayan bugünkü bunalımın kapitalizmi tehdit ettiğini kimse inkâr etmeyecektir. Bu bunalım 1929’dakinden daha farklı bir vahamet içermektedir ve en büyük şirketler muhtemelen içine yuvarlanacaklardır.”30 Braudel aynı eserinde “İzleyen denklemler istenen yönde yazılabilir” diyerek şu denklemleri veriyor: “Ekonomi= siyaset+kültür+toplum veya kültür= ekonomi+siyaset+toplum veyahut da belli bir toplumda siyasetin ekonomiyi yönettiği veya tersi kabul edilebilir.”31 

Sonuç olarak “bir ihtilal ya da daha sonra kalıcı olan bir askeri darbe yaşamayan hiçbir ülkede eşitsizlik, şu son 20 yıldır ABD’de söz konusu olduğu kadar hızlı ve 
yaygın bir şekilde artmamıştır. Şimdiye kadar Amerikalılar, kişi başına düşen milli gelir artarken, reel ücretlerin azaldığına hiç şahit olmamışlardır.”32 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder