Köktendinci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Köktendinci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2020 Perşembe

Yükselen Güç Türkiye Masalı, Doç. Dr. Sait Yılmaz,



Yükselen Güç Türkiye  Masalı, Doç. Dr. Sait Yılmaz,




''Yükselen Güç Türkiye'' Masalı


Doç. Dr. Sait Yılmaz
Twitter: @DocDrSaitYilmaz
27.12.2014, 


Giriş

Türkiye, bugün büyük bir yalanlar manzumesi ile yönetilmeye çalışılıyor. İktidar partisi, özel gündemini ve olup-bitenlerin gerçek yüzünü gizlemek, diğer bir deyişle gündemi karartmak için kendi halkına yönelik negatif kamu diplomasisi uyguluyor. Halka söylenen yalanların başında “milli irade” yalanı gelmektedir. Bu yalan, iktidar partisinin devlete hizmet etmek yerine, devleti ele geçirme gayretini örtmesi ve yapmakta olduğu sivil darbeye karşı gelecek herkesi “darbeci” ya da “terör örgütü” üyesi olarak suçlaması için kullanılmaktadır. Ancak, örneğin bölücülerle yapılan görüşmeler ile ilgili kararlar, milli iradeyi temsil eden TBMM yerine İmralı ve Kandil ile birlikte alınmakta, olup-bitenden ne Türk halkının ne de devletin diğer organları ve muhalefet partilerinin haberi bulunmaktadır. Türkiye’de bugün AKP’nin kendi paralel devleti, cemaatin paralel yapılanması, Güneydoğu Anadolu’da PKK’nın de facto olarak kurduğu devlet ve nihayet 2003 yılından beri AKP iktidarı tarafından horlanan, hapse atılan, baskı altında tutulan bürokrasiyi temsil eden gerçek devlet olmak üzere dört tür devlet bulunmaktadır. AKP, devleti ele geçirme işinde kendisini arkadan vurduğunu düşündüğü cemaat ile yollarını ayırırken, kendi İslamcıları ile paralel devletini yeniden kurgulamaktadır. Aynı AKP, şehirlerde yol kesen, insanları yargılayan, kurtarılmış bölgeler ilan eden, Türk devletini yok sayan PKK militanlarının kurduğu devlete (sözde barışçı çözüm adına) göz yummaktadır. Twitter’dan sohbet eden Türk gençleri Gezi’ye destek verdikleri için bir bir gece yarısı evlerinden toplanırken, her gün televizyonlarda Kürt devleti kurma hayali ile yeni Anayasa ve Federal Türkiye propagandası yapanlar, yetmedi devleti ve halkımızı iç savaş ile tehdit edenlere karşı da bir şey yapılmamaktadır. Üstelik buna tepki verenler barış sürecini baltalamakla, geçmişe takılıp kalmakla suçlanmaktadırlar. Bütün bu olup-bitenler karşısında asıl devlet dediğimiz geri plandaki kişi ve kuruluşlar ise umut olmaktan çok uzaktırlar.

İkinci büyük yalan “demokratik çözüm” adı altında terör örgütü ve uzantıları ile yapılacak görüşmeler sonucunda ülkenin birlik ve bütünlüğünün de ülkeyi yönetenlerin kendi kişisel beklentileri uğruna dinamitlenmesidir. Bölücülerin siyasi uzantıları ise “Türkiye’nin demokratikleştiği, akan kanların durduğu, anaların artık ağlamadığı” safsatası altında aba altından sopa göstermekte, aksi takdirde PKK’nın yeniden eylemlere başlayacağı iması ile devleti ve halkımızı tehdit edilmektedir. Eğer akan kandan korkacak olsa idik, Kurtuluş Savaşı’nı da yapmazdık. Akan kanlarımız ile bugüne kadar savunduğumuz bu toprakları bir avuç eşkıyaya ve onların sözcülüğünü yaparak kendine siyasi rant sağlayanlara teslim etmeyecek kadar uyanığız. Burada asıl acı olan on yıllardır akan şehit kanları bir kenara bırakılarak, ABD’nin verdiği yol haritası ile Ortadoğu’daki planların bir parçası olarak, kendi geleceklerini kurtarma pahasına Öcalan’ı serbest bırakmaya, Türkiye’yi federal bir yönetime götürmeye çalışan iktidar partisinin başındakilerdir. “Hiçbir pazarlık yapmadık, söz vermedik” demelerine rağmen bölücülerle olan pazarlığın başında ulus-devlet yapımızın temeli olan Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinin by-pass edilebilmesi için yeni Anayasa hazırlanması, böylece hem Cumhuriyet rejimini İslami esaslara göre dönüştürmeyi, hem de bölücülere istediklerini vermeyi planladıklarını bilmeyen var mı? Derdi sadece kendisi yani serbest kalmak olan Öcalan’ın sözünü ettiği “demokratik özerklik” ise Büyük Kürdistan hayaline giden yolda ilk aşamadır. Bölücülerin gerçek niyetini anlamak isteyenler KCK yapılanmasına bakmalıdırlar. İmralı-Kandil ve siyasi uzantıları Büyük Kürdistan’a giden yolda adım adım yürüdüklerini hesaplarken, Türk halkının sabrını sınadıklarının farkında değillerdir.

 Türk halkına söylenen yalanlardan belki de en önemlisi Türkiye’nin “yükselen güç” olduğu yalanıdır. Ekonomimiz saklanamayacak kadar kötü sinyaller verdiğinde ya da istemedikleri uluslararası gelişmeler nedeni söz konusu olduğunda iktidar partisi, Türkiye’nin “yükselen güç” olması nedeni bazı ülkelerin oyunlar oynadığını söylemektedir. Hatta halkımızın sabrının taşıp Gezi Parkı’nda olduğu gibi sokaklara döküldüğü dönemlerde bile bu tür olayların arkasında aynı güçlerin olduğu iddia edilmektedir. Erdoğan “Yeniden Büyük Türkiye” sempozyumunda yaptığı son konuşmada artık büyüklük masalını bıraktı, medyadan intikam alma hırsını açıkça ifade etti. Erdoğan, Türkiye’nin medya cenneti olduğundan bahsediyor ama Türkiye’de en çok satan 10 gazetenin 7’si açıktan AKP borazanlığı yapmaktadır. AKP iktidarı döneminde sadece 2013 yılına kadar muhalif yazılarından ötürü 7.000 gazeteci hakkında 17.000 dava açıldı ve 2.500 gazeteci bu davalardan dolayı hapse girdi ya da para cezası aldı. Bunların 13.000’i 10 bin TL.den başlayıp, milyonlarca liraya varan tazminat davaları idi. Gezi Parkı protestoları sonrasında 80’in üzerinde medya çalışanı işini kaybetti. Bazıları istifa etti; onlarcası işten atıldı; bir kısmı da zorunlu izne çıkarıldı. Yeni-Osmanlıcı yaklaşım, Türk Devleti’nin laik yapısına iki şekilde tehlike oluşturmaktadır. Köktendinci vizyonu ile dış politikamızın temel ilkeleri sarsılmakta, öte yandan toplumdaki etnik ve dini farklılıkları siyasete entegre edilerek ülke bütünlüğü gün geçtikçe tehlikeye düşmektedir. İslamcılara önerilen Ortadoğu konfederasyonu içindeki Ilımlı İslam devleti federasyonu, sözde eski Osmanlıyı canlandıracak ve liderlik edecektir. Böylece, ılımlı İslam devleti yanında; Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik etme hayali yani padişahlık rüyası da gerçekleşecektir. İşin esası, Türkiye diktatörlüğe gitmektedir, iktidar partisi yandaş polisi, istihbaratı, hukukçuları, medyası ile tam teşekküllü bir suç örgütü haline gelmiştir. Ülkemiz işledikleri suçlar nedeni ile kendi geleceklerini kurtarma peşindeki yöneticiler tarafından bölünmektedir ve nihayet “yükselen güç” masalı ile batmaktadır. Bu batışın en önemli göstergeleri sanıldığı gibi daha çok siyasette değil, ekonomik çöküşümüzdedir. 

Türkiye’nin Ekonomi Çıkmazı

Türkiye’de siyasi liderler “yükselen güç” gibi kavramları geçmişte de çok söylemişler, ama bunlar ülkemizin gerçekleri ile örtüşmediği ve rasyonel politikalar ile geliştirilmediği için hep belirli dönemlerin hayali olarak kalmıştır. Örneğin Menderes döneminin “Küçük Amerika” yaratmak fikri böyle bir hayalin ürünü idi. 1954’de Amerika’ya giden ve bir ay bu ülkeyi gezen Celal Bayar, Amerikalılara ülkemizde el değmemiş kaynaklar olduğunu, yabancı sermayeye her türlü garantinin verileceğini, karlı iş sahalarının açılacağını, her şeyin emirlerine amade olduğunu söylüyordu. Bu bulunmaz davete Amerikalılar derhal koşup gelmişler ve sayısız anlaşmalarla ülkemizin savunmasını, eğitimini, tüm milli kaynaklarını ve siyasetini sımsıkı ve içinden çıkılmaz bir şekilde kendilerine bağladılar. Amerika tarafından Türkiye’ye biçilen rol, sanayileşme değil, Avrupa’nın savaş sonrası kalkınma hamlesinde ihtiyaç duyacağı tarım ürünlerini üretmek ve madenciliğe ağırlık vererek onun ham madde gereksinimini karşılamaktı. Konuşmalarında sık sık “Büyük Türkiye” sloganını kullanan Süleyman Demirel’i 1960’larda iktidara getiren ve destekleyen Amerikan yönetimi için 1970’lerde koşullar değişmiş, yeni politikalar dayatılmıştı. İthal ikameci politikalarda direnen Demirel, Batı nezdinde tüm itibar ve güvenirliğini yitirmişti. Halkçı Ecevit, Batılıların istediği lider hiç olmadı, küresel sermaye ve dış merkezlere karşı hep ihtiyatlı idi. Bu yüzden 1978 yılından itibaren TÜSİAD ve ABD’nin geliştirdiği planlar ile 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması için Turgut Özal iktidara getirildi. Böylece Türkiye’de yerli sermaye ile küresel sermayenin entegrasyonuna dayanan yeni sisteme geçildi. 2001 krizi sonrasına Derviş-IMF iktidarı ile özelleştirmenin önü iyice açıldı. 

77 yılda Türkiye’ye 20 milyar dolar para gelmişken, 2002’den sonra her sene ortalama 20 milyar dolar geldi (1). Türkiye’de toplamı 485 milyar dolara ulaşan 2002 sonrası yabancı sermaye girişi ülkede yıllık ortalaması yüzde 5’e yaklaşan bir büyüme yarattı. Türkiye’de 10 yıllık bir zamanda gelen sermayenin yaklaşık olarak yarısının Türkiye’yi terk ettiği görülmektedir. Başka bir deyişle, yabancı sermaye uzun dönemde ödemeler bilançomuza olumlu katkı yapmamıştır (2). 2010 yılı rakamlarına göre Türkiye’den götürülen faiz tutarı 12 milyar dolar, işletme kârı ise 8 milyar dolar civarındadır. Ortamın belirsizliğinden ötürü, Türkiye gibi ülkelerde yatırım yapmazlar. Bir ülkede parayı yönetmek, o ülkeyi yönetmektir. Ama el parasıyla, borçla gittiğimiz yol da bitti. Türkiye, meyveyi toplayıp, yok eden bir ülke konumundadır. Eğitim, sağlık, kültürün metalaştırılmasından sonra kent arsa rantı da yağmalanarak neo-liberalizm had safhaya ulaştı. Neo-liberalizme sadakat ve militanlıkla sahip çıkan AKP kadroları, olağanüstü bir dış kaynak girişine kapıları ardına kadar açarak dünya kapitalizmi ile entegrasyonda radikal sıçramalar gerçekleştirdiler (3). Yabancılar tarafından tüketim toplumu haline getirilen Türkiye, özellikle sanayide üretim ekonomisinden oldukça uzaklaştırılmış, üretimimiz ithalata dayalı montaj sanayine dönüşmüştür. Hazırcılığa ve tüketime alışmış Türkiye, teknolojide de dışarıya bağımlıdır. Bir zamanlar Süleyman Demirel tarafından dünyanın kendi kendine yetebilen 7 ülkesi olarak tanımlanmasına rağmen, Türkiye bugün ıspanak ve elma ithal eden bir ülke haline geldi. Türkiye ekonomisi üretime değil finansa dayalıdır. Son 60 yıldır köyden kente plansız göçler sonucu kırsal nüfusumuz %25’e indi ve tarıma büyük darbe vurdu. Enerjide dışa bağımlılığımız artmaktadır. Petrolü ithal eden ülkemizde taşımacılığımız yabancıların dayatması ile %72 kara taşımacılığına aittir. Kozmetik hızlı seferlerden ziyade demir yollarının yeniden ele alınmasına ve özellikle deniz yollarının uyandırılmasına ihtiyaç vardır. Türkiye, özellikle cep telefonu ve bilgisayar alanlarında teknoloji çöplüğüne dönmüştür. 

 2003 sonrası Türkiye’de başta ilaç sanayi olmak üzere pek çok sektör yabancıların kontrolüne geçti. Bu dönemde Cumhuriyet döneminin bütün kazanımları kamuya yük oluyor diye satıldı ve kamuya iç kaynak olarak kullanıldı. Türkiye’deki üretimin %75’den fazlasının arkasında yabancılar vardır. Bankalarımızın 70’inden fazlası yabancılara aittir, borsamızın %85’den fazlası yabancı girişli paradır. Bankacılığın Almanlarda %11’i, Fransızlarda %18’i yabancılara aittir. Sigortacılığımızın %80’i yabancıların elindedir. Bankacılık sisteminin yabancıların eline geçmesi demek, bütün Türk ekonomisinin yabancıların kontrolüne geçmesi demektir. Türkiye’de borsanın %60’ı yabancıların elindedir. Özelleştirmeler ile sadece milli sermaye değil, egemenliğe de darbe vuruldu. Pek çok fabrika Türkiye’de gibi gözükse de mülkiyeti yabancılara aittir. Yabancı kaynağı çekmek için döviz kurunun düşük tutulması, şirketleri dövizle ya da dövize endeksli borçlanmada cesaretlendirdi. Yabancıların Türkiye pazarına gelme nedeni nüfusumuzun genç ve dinamik olması yani tüketim toplumu potansiyelidir. Ancak, Türkiye’de kazandığı parayı ülkemizde bırakmamaktadırlar. Borsamızın yükselme nedeni de burada işlem yapan yani şirket alıp-satanların yabancı olmalarıdır. Bu yüzden ekonomi kötüye giderken bile borsa yükselmektedir (4). Satılan, ucuza kapatılan şirketler bizim milli üretim ve pazarlama şirketlerimizdir. Bize de borsamız yükseliyor diye sevinmek kalmaktadır. Ekonomimiz tüketim ekonomisidir ve büyük ölçüde ithalata dayalı montaj sanayidir. Savunma sistemlerimizin ihtiyaçları gene büyük ölçüde ithal ürünlerle karşılanmaktadır. TSK’nın gereksinimleri tüm ihtiyaçlar bazında %35, ana sistem bazında %79 yurt dışından ikame edilmektedir. Yurt dışından aldığımız savunma donanımının %80’i ABD’den gelmektedir. 

 2003’de AKP iktidara geldiğinde IMF’ye 32 milyar dolar borcumuz vardı, toplam borcumuz ise 218 milyar dolardı. Bugün IMF’ye borcu kapanmış olsa da Türkiye’nin toplam dış borcu 718 milyar dolara ulaşmıştır. AKP iktidarı kamu üzerinden borçlanmak yerine özel şirketler üzerinden süratle borçlanmaya devam etmiştir. Bu paralara Cumhuriyetin 80 yıllık birikimini özelleştirme adı altında yabancılara satarak elde ettikleri 55 milyar doları da ilave edelim. Bu dipsiz kuyuda bir sona gelinmektedir, mızrak artık çuvala sığmamaktadır. 2002-2012 döneminde Türkiye’nin dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar dolara gerilerken, kamunun dış borcu yüzde 598.8 artarak 38.6 milyar dolar artmış, özel sektörün dış borcu ise yüzde 425 artarak 183 milyar dolarlık rekor bir artış kaydetmiştir. Başka bir ifade ile son 80 yılda oluşan borç stoku 100 kabul edilirse, son on yılda buna 160 daha eklenmiştir (5). Merkez bankası rezervlerinin kısa vadeli borçları karşılama oranı 2002 yılında yüzde 169 iken, 2012 yılı sonunda bu oran yüzde 116’ya, cari açıkla birlikte yüzde 80.8’e indi. Bu dönemde Cumhuriyet döneminin bütün kazanımlarının kamuya yük oluyor diye satıldığı ve kamuya iç kaynak olarak kullanıldığı da unutulmamalıdır. Özelleştirme İdaresi açıklamasına göre; kamuya ait varlıkların satışından Mart 2013 itibariyle 44,7 milyar 84 milyon ABD doları gelir elde edildi. Bunun 34,7 milyar ABD dolarlık kısmı, Hazine ‘ye aktarıldı. Şüphesiz ki, bunun bir kısmıyla da IMF’ye olan 23.5 milyar ABD dolarlık borç kapatıldı ve marifetmiş gibi, “IMF ‘ye olan borç sıfırlandı” açıklamaları yapıldı. Enerjide başta Rusya olmak üzere oldukça dışa bağımlıyız. GSMH’a göre dünyada 16. sıradayız ama Kalkınmışlık Endeksi’nde 92. sıradayız. Türkiye, kişi başı reel milli gelirde hala 1960 Hollanda’sının bile gerisindedir (6).

AKP ve Türkiye

 2000’li yıllarla birlikte ABD menşeli ılımlı İslam projesi, Gülen hareketi ve AKP hükümeti ile birlikte Türkiye’de hayata geçirildi. Bugün ABD’nin Türkiye içindeki kurgusunun ana (hizmet) unsuru olan cemaat, yüzlerce Türk subayı ve aydınını cemaatçi polisi ve yargısının kurduğu kumpasları ile hapse attırdığını unutturmaya ve mağduru oynamaya çalışıyor. AKP ise Türkiye’ye karşı yürütülen “büyük oyun” olan, dönüşüm projesine sadakatle devam ediyor. Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda yaşamakta olduğu bu köklü dönüşüm temelde ABD ile bağımlılık ilişkilerinin derinleştirilmesine onun büyük projelerinin bir parçası olmayı garanti etmeye yöneliktir. Dönüşüm ülke içi dinamiklerin baskı altına alınarak AKP iktidarının kalıcı hale getirilmesi karşılığında, Türkiye’ye Kürdistan dayatması (federalleşme) ve Büyük Ortadoğu’nun şekillendirilmesinde Türkiye’ye biçilen rolleri kapsamaktaydı. Türkiye'de son birkaç yıldır şiddetlenen ve TSK, hükümet, yargı, medya gibi unsurların içinde yer aldığı karmaşık mücadeleler, basitçe laik-İslamcı çekişmesinin çok ötesinde, uluslararasılaşan sermaye birikimi ve bunun beraberinde getirdiği yapısal dönüşüm ihtiyacı çerçevesinde anlamlandırılabilir. Terörle mücadelede, müzakere (diyalog) sürecine girilmesi bu rollerin bir parçasıdır. Küreselleşmenin temel amacı, ulus-devletleri küçük parçalara bölmek, böylece dünyayı tek pazarlı hale getirmek olduğundan, Türkiye topraklarında Kürdistan’ı kurma planları da bu tasarının bir parçasıdır. ABD ve AB ile bir suç ortaklığı üzerine kurulmuş ittifak çoktandır bir yol ayırımında ama henüz Batı alacaklarının tamamını tahsil edebilmiş değildir. İktidarın Batı ile dostluğu Kürtler konusunda vereceği tavizlere ve verilen yol haritalarına uyumuna bağlıdır ama Türk halkının duyarlılığı karşısında köşeye sıkışmıştır. Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerle büyüme stratejisi izleyen iktidar, IŞİD sonrası ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde bir koridor açarak “Türkiyesiz bir Kürdistan” planını açığa çıkarması ile bu ayırım daha da belirgin hale gelmiştir. 

 AKP’nin ilk 5 yılında milli gelir ortalama yüzde 7 artarken son 7 yılda ise yüzde üç arttı. Böylece milli gelirlerdeki artış Türkiye’nin son 60 yılındaki ortalama artışın altında kaldı (7). Altı yıldır kişi başına düşen milli gelirde 10 bin doları aşamadık, orta gelir düzeyine hapsolduk, patinaj yaptık. Yapılan hesaplara göre nüfusumuzun yüzde 20’si olan 14 milyon kişi, Avrupa ölçüsünde gelir sahibidir. Bu kesim için ülke ekonomisi, büyümektedir. Öte yandan 55 milyon kişi, iş ve aş bekliyor. İç ve dış borçları artırarak, halkı sefalet içinde tutarak, büyümekten söz edilemez. Türkiye’de nüfusun yüzde 10’luk bir kesiminin, düzenli bir geliri bulunmadığını ve yardıma bağımlı olarak yaşadıkları görülüyor. Nüfusun yüzde 25’lik bir kesimi ise, asgari ücret düzeyinde bir gelirle geçinmeye çalışırken, beslenme ve çocuklarının eğitimi alanında ciddî sorunlar yaşıyor. Kısaca, gelir gurupları arasında dengesizlik var, orta gelirli grup yok olmuş. Bu iki kesim, nüfusun yüzde 35’ini oluşturuyor (8). Merkez Bankası, bugünkü haliyle yüzde 30’a yakın aşırı değerlenmiş döviz kurunu korumaya çalışıyor. En ufak bir kur şokunun, sadece kur farkı yüzünden şirketler âlemini alabora etmesi işten bile değildir (9). ABD’nin IŞİD’a yönelik hava operasyonuna başlaması sonrası Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırlarında yaşanan gelişmeler ve ABD'de faiz artırımlarının erken başlayacağı dedikodularını da arkasına alan Citibank ile Royal Bank, Türkiye’de yüklü miktarda döviz aldı. Citibank'ın adı 2001 krizinde en çok dolar çeken bankalar arasında geçmişti. Doları 2.27 TL ile 8 ayın zirvesine taşıyan operasyonun arkasından Londra çıktı (10). Merkez Bankası, piyasaya "buradayım" mesajı vermek için önce döviz satım ihalelerindeki miktarı artırdı ardından da bankalara verdiği likiditeyi kıstı. Bankanın likidite sıkılaştırması ile, piyasayı ihtiyacın yaklaşık 5 milyar TL altında fonlamasının ardından yüzde 9.07 seviyesinde olan gecelik faizler çift haneye çıktı. 

2007 yılından itibaren AKP’nin yeşil sermayeye yer açmak için başlattığı tasfiye harekâtı büyük sermaye grupları ile aralarında kırılmaya neden oldu. Neo-liberal politikalar izlediğinde büyük sermayenin kabul edilebilir bulduğu AKP, türban gibi konularda 'açılım'a giriştiğinde karşısında orduyu, yargıyı ve TÜSİAD'ı görmeye başladı. TÜSİAD'ı rahatsız eden hususlar; toplumsal kutuplaşma ve ekonomide, siyasette var olduğu iddia edilen istikrarın kaybolma¬ya başlaması, AB rotasından çıkılmasıdır (11). AKP, kendi 'organik burjuvazisini' yaratmak için uğraş¬makta ve TOKİ ihaleleri, yerel yönetimler gibi kanallar aracılığıyla bu grubu beslemektedir. Nitekim sadece Türkiye’nin değil dünyanın sayılı ekonomi uzmanlarından Şevket Pamuk; Türkiye’de 2007 sonrası partiye yakın bir zümre yaratmanın en büyük ekonomik hedef olduğunu söyledi. Pamuk’a göre; "Yeni zenginler yaratmanın kolay ve hızlı yolu inşaattan geçiyor, sanayiden değil. Öte yandan inşaat Türkiye’nin görünen en büyük sorunlarından biri olan cari açığı çözmüyor, tam tersine derinleştiriyor (12).” Bununla birlikte, AKP'nin neo-liberal politikalarından TÜSİAD çevresindeki büyük sermaye de nemalanmaya devam etmektedir (13). Türkiye ekonomisinde büyük sermaye gruplarının belirgin ağırlığı devam etmektedir. Türkiye ekonomisi son 10 yılda iki kattan fazla büyürken, en zenginlerin serveti 4 kat arttı. 2004 yılında 1 milyar doların üzerinde serveti olan 24 aile varken, bugün bu sayı 57’ye yükseldi. Credit Suisse servet raporuna göre Türkiye’de 37 dolar milyarderi varken bu rakam Japonya’da 15. “21. Yüzyılda Kapital” kitabının yazarı Fransız ekonomist Thomas Piketty, Türkiye’nin Japonya’dan daha çok dolar milyarderi olması için “Dehşet verici. Servet eşitsizliğinin sadece yetenek ve inovasyonla alakalı olmadığını gösteriyor (14)” dedi. 

 Bugün Türkiye içine kapandı, yabancı sermaye güvenmiyor ve gelmiyor, gelen para da proaktif değil, çare olarak kara para kullanılıyor. Hükümet, Ortadoğu’da terör bataklığına bulaşırken, kara para trafiğine de daldı. İran ile altın-gaz alışverişi, Suriye’deki cihatçılar, Yasin el Kadı, Saleh al Aruri, Hamas bağlantıları, İnsani Yardım Vakfı (İHH) ile bağlantıları bu trafiğin ifşa olmuş kanallarıdır. El Kaide finansörü Yasin El Kadı'nın kara parasını Türkiye'de akladığını ortaya koyan görüşme kayıtları rüşvet ve yolsuzluk soruşturması dosyasına girdi (15). Hamas’ın önde gelen liderlerinden Saleh al Aruri de dışardaki faaliyetlerini Türkiye üzerinden yürütüyor, ülkemizde finansal kaynak sağlayıp bunu terör gruplarına aktarıyor. Erdoğan’ın yönettiği kara para ve rüşvet trafiği içinde Türkiye’ye son on yılda başlıca 6 adresten kara para ve rüşvet geldi; Suudi Arabistan ve Katar, İran, Rusya, Azerbaycan, Çin ve Irak’ın kuzeyi. AKP, bu paraları ekonomiye katkı olsun diye kullanmadı. Taksim Gezi Parkı’ndaki paylaşım İstanbul rant pazarı haline gelmesi de bu kara para trafiğinin bir yansımasıdır. İstanbul gibi bir şehrin sırf yabancı sermayenin yatırımı için projelendirilip, parsellenmesi, ülkemizin milli ekonomisi ve ulusal stratejilerini baltalamaktadır (16) Elde edilen kara paranın, rüşvetin çoğu sözde bir havuz oluşturularak, AKP’ye hizmet edecek medya oluşturmaktan seçim yardımlarına kadar pek çok alanda kullanıldı. Türkiye’ye kayıt dışı olarak giren ve kaynağı belli olmayan yüklü miktarda altın ve döviz, aklanarak sisteme sokuldu (17). Başta ATV-Sabah medya grubu ve BMC gibi TMSF tarafından el konulan kuruluşların el değiştirmesinde kayıt dışı paralar kullanıldı. Başbakan Erdoğan’ın bizzat telefonla iş adamlarını arayarak, para topladığına ilişkin ses kayıtları medyada yayınlandı. 17 ve 25 Aralık 2013 tarihleri ile aysberg’in görünen ucu ortaya çıkmıştır. 

Sonuç

Son on yıldır Türk halkı; “ezber bozanlar”, tarihimizi “resmi tarih” diye değiştirmeye kalkanlar, askeri vesayeti kırma görüntüsü altında sivil darbelerine örtü yaratanlar, Türkiye demokratikleşiyor ya da artık analar ağlamıyor diyerek bölücülerin isteklerini dayatanlar arasında büyük bir kavram kargaşası yaşıyor. Böylece bu ülkeyi bir arada tutan değerler bir bir yok ediliyor, devlete olan güven azalıyor, ulus-devlet yapımızın sigortaları gevşiyor, halk kutuplaştırılıyor, halkın gerçek gündemi karartılıyor. Ortadoğu’da “yükselen güç” olmak için Türkiye’ye dayatılan politikaların arkasında ABD’nin çıkarları, dönüşüm politikaları ve bunu bize telkin eden sinsice örülmüş bir kurgu vardır. Bugün Tür¬kiye burjuvazisi, ABD ve AB ile olan ağlarına dayanmak suretiyle, BOP çerçevesinde yabancıların kuracağı yeni Ortadoğu’da bir 'bölge gücü' olmak için uğraşmaktadır. Türkiye’ye anlatılan “yükselen güç” masalı budur. Yeni Osmanlıcılık denen yolda 2023, 2053, 2071 gibi gizli hedefleri olan hükümet, Başkanlık sarayı inşa ettikten sonra, devleti tamamen ele geçirme yolunda şimdi de Ak MİT ve AK Polis’ten sonra şimdi de Ak Ordu kurma peşindedir. Buna Jandarma’nın ile başlamaktadır. Bu gizlenen gündemin örtüsü olarak, Türk halkına ise “yükselen güç Türkiye” yalanı söylenmektedir. Hükümete göre, Yeni Osmanlıcılık politikası Türkiye’nin şahlanması anlamına gelmektedir (18). Ancak, deniz bitmiş, kara para ile dönen dolapların da sonuna gelinmiştir. Hukuksuzluk ve yolsuzluklarla hiçbir hükümet ayakta kalamaz. Hükümet kendi kurduğu paralel yapılar ile yükselen güç olmayı değil, ancak kanunlardan korunmayı amaçlıyor. Türkiye’nin geleceğini hazırlayacak, milli düşünebilecek yeni ve Atatürkçü bir kadroya ihtiyacı vardır. Zaman; düne değil, geleceğe bakma, ülkenin gerçeklerine uygun politikalar ve reformlar yapma, son on yılda sivil darbenin yıktıklarını bertaraf etme zamanıdır.


 Kaynakça

 (1) Merkez Bankası, Uluslararası Yatırım Pozisyonu Raporu, Ankara, Aralık 2012, s.15.
 (2) Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü, Yabancı Sermaye Raporu, Hazine Müsteşarlığı, Ankara, 2005, s.2-6.
 (3) Mustafa Sönmez, 24 Ocak: Neoliberal ‘Yık-Yap’ta 32 Yıl, Cumhuriyet, (5 Nisan 2013).
 (4) Bülent Soylan, Kral Çıplak Halk Çıplak, Boyut Yayın Grubu, İstanbul, 2009, s.76.
 (5) Bahar Aşçı, IMF’ye Borç Bitti Ama.., 21. Yüzyıl Enstitüsü, (13 Mayıs 2013).
 (6) Barış Balcı, Türkiye’nin Asıl Açığı İnsan Gücü, Hürriyet, (7 Kasım 2013) içinde Harvard Üniversitesi Ekonomi Profesörü Ricardo Hausmann’ın açıklamaları.
 (7) Ezgi Başaran, 2007 Sonrası Partiye Yakın Bir Zümre Yaratmak En Büyük Ekonomik Hedef Oldu, Hürriyet, (01 Aralık 2014).
 (8) Sencer Ayata, Orta Sınıf Yoksulluğa Yuvarlanma Tehlikesiyle Karşı Karşıya, Radikal, (30 Mayıs 2010).
 (9) Mustafa Sönmez, Dış Sermayenin Altında Kalmak, Cumhuriyet, (25 Ocak 2013).
 (10) Hürriyet, Doları Bu İki Banka mı Yükseltti, (27 Eylül 2014). 
 (11) Mustafa Sönmez, 2000'ler Türkiye'sinde AKP, Hâkim Sınıflar ve İç Çelişkileri, İlhan Uzgel ve Bülent Duru (Der.) AKP Kitabı, Bir Dönüşümün Bilançosu İçinde, Phoenix Yayınevi, (Ankara, 2009), s.184.
 (12) Başaran, Age, (01 Aralık 2014).
 (13) Sönmez, Age, (2009), s.180-181.
 (14) Thomas Piketty, Servet Vergisi Koyun, Hürriyet, (11 Kasım 2014).
 (15) Özer Sürmeli, El Kadı, Erdoğan'ın Yardımı ile Türkiye'de Kara Para mı Aklıyor? (02 Mart 2014).
 http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/el-kadi-erdoganin-yardimi-ile-turkiyede-kara-para-mi-akliyor-h20376.html
 (16) Nusret Kebapçı, Küresel Sermaye Kazandı, Milliyet, (04 Ekim 2010).
 (17) Sol Gazetesi, CHP'li Erdoğdu Erdoğan'a Kara Para Trafiğini Sordu, (21 Ocak 2014). http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/chpli-erdogdu-erdogana-kara-para-trafigini-sordu-haberi-86185
 (18) Ömer Taşpınar, Yeni Osmanlıcılık ile Kemalizm Arasında Türkiye’nin Orta Doğu Politikaları, Carnegie Endowment for International Peace, (8 March 2009).


***

14 Temmuz 2017 Cuma

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 9


  28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 9


 MİT Müsteşarlığından 26.02.1997 tarihinde gelen cevabi yazıda;160 

 “Türk öğrencilerin MISIR, SUUDİ ARABİSTAN, LİBYA ve İRAN’da yoğunlaştığı, MISIR’da, İmam-Hatip Lisesi mezunu öğrencilerinin El Ezher Üniversitesi’nin Arap Dili ve Edebiyatı ile İlahiyat eğitimi veren bölümlerine kabul edildiği, YÖK’ün El-Ezher üniversitesi ile Türk üniversiteleri arasında muadiliyet konusunda hassas davranması nedeniyle son üç yılda öğrenci kabul etmeyen El-
Ezher Üniversitesinin 1996 yılında ilk olarak 150 öğrenci aldığını, halen bu okulda 1100 Türk öğrenci bulunduğunu, bu öğrencilerinin 600’ünün Milli Görüşçü, 250-300’ünün Fethullah GÜLEN Grubu yandaşı olduğu, 25-30 kişi kadar Ülkücü ve 25-30 kadarının da PKK yanlısı Kürdistan İslam Hareketi 
(KİH) yandaşı olduğu, az sayıda Süleymancı, Nurcu ve Radikal İslamcı öğrenci bulunduğu, Türk öğrencilerin ülkedeki toplantı ve gösteri yasağı nedeniyle toplu etkinliklerde bulunamadıkları, Suudi Üniversitelerinde 400 kadar Türk öğrenci olduğu, öğrencilerin %60’ının F.GÜLEN, %30’unun Milli Görüş yanlısı, kalanının da radikal eğilimli olduğu, ancak bu ülkede tarikatçılığının yasak olması 
nedeniyle belirgin bir faaliyet gösterilemediği, Türk öğrencilerin zamanla Vahabiliği benimseme eğilimine girdikleri, Libya’da Uluslararası İslama Çağrı vakfı kontrolündeki İslama Çağrı Üniversitesinde halen 16 Türk öğrenci bulunduğu, hayat ve okuma şartlarının zorluğu nedeniyle bu 
ülkenin tercih edilmediği, İran’da okuyan Türk öğrencilerin Türkiye’deki İran kültürevleri ve misyonları kanalıyla legal yollardan gelenlerle, ülkemizdeki Caferi cemaatine mensup olan illegal yollarla bu ülkeye gelen düşük eğitimli öğrenciler olduğu, sonuç olarak sözkonusu Türk öğrencilerin gittikleri ülkenin gerek mezhepsel, gerekse siyasi açıdan mevcut eğilimlerine sempati besleyecek bir 
“muhib” olarak yetiştirildiklerinin söylenebileceği, ancak anılan öğrenciler kanalıyla sistematik bir uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapıldığına ilişkin bilgi bulunmadığı, buna rağmen konunun araştırıldığı, herhangi bir bilgi derlenebildiği takdirde ayrıca sunulacağı” belirtilmiştir. 

 (İDDİA 28 üzerinde “GNK-BAŞ” notu var.) 

 İDDİA 28: Birçok üniversitenin yönetim ve öğretim kadrosuyla öğrencileri RP yandaşları tarafından kontrol edilmektedir. (Sayfa:38-39) 

 CEVAP 28: Sayıları 34’ü bulan bu öğretim üyelerinin bağlı bulundukları İslami grup ve cemaatlere göre dağılımlarını içeren liste ekte sunulmaktadır. 

 (İkinci bir arşiv belgesinde161 bu iddia ve cevap şu şekilde yer almıştır: 

 Halihazırda başta İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Trakya Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Kırıkkale Üniversitesi, Ankara gazi Üniversitesi, Harran Üniversitesi, Konya Selçuk Üniversitesi olmak üzere birçok üniversite yönetim ve öğretim kadrosu ile öğrenciler Refah Partisi yandaşları tarafından kontrol edilir hale gelmiştir. 19 Mayıs Üniversitesi de belirtilen 
Üniversiteler arasına girmek üzeredir. 

 Bu hususta yapılan araştırma aşağıdaki neticeyi vermiştir: 

 Kırıkkale Üniversitesi dışındaki Rektörler Cumhurbaşkanınca tayin edilmiştir. 

 Harran Üniversitesinin Rektörü daha yeni tayin edilmiştir. 

 Üniversite kurumunu her türlü akımdan korumak için fevkalade hassasiyetle hareket edilmelidir.) 

 (İDDİA 29 üzerinde “İÇİŞLERİ” notu var.) 

 “İDDİA 29: RP’li Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, İslamiyetin ilk dönemlerinde uygulanan “İslam Şurası” sistemi ile belediye hizmetlerini ve sosyal hayatı düzenleme gayretleri göstermektedir. (Sayfa:39-40) 

 CEVAP 29: Konunun İçişleri Bakanlığı’nca incelenerek, sonucundan bilgi verilmesi istenmiştir. 

 İçişleri Bakanına yazılan yazı örneği ektedir.” 

 Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından 4 Şubat 1997 tarihinde İçişleri Bakanlığına gönderilen konuya ilişkin yazıda;162 

 “Sincan belediye Başkanı Bekir YILDIZ’ın “Kudüs Gecesi” adı altında düzenlediği toplantıda; uluorta laikliğe aykırı davranış ve beyanlarda bulunduğu, İslam Şurası gibi safsatalarla çağdaşlığa aykırı bir sosyal yaşam biçimi propagandası yaptığı ve bu suretle Devletimizin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, hukuk devleti ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı davranışlar 
sergilediği tesbit edilmiştir. Adı geçen Belediye Başkanı ve basına intikal eden diğer bazı belediye başkanları hakkında, bu eylemlerden dolayı Bakanlığınızca ne gibi işlem yapıldığının çok acele Cumhurbaşkanlığına bildirilmesi” istenmiştir. 

 Bu yazıya cevaben İçişleri Bakanlığından gelen yazıda;163 “Anakara İli Sincan Belediye Başkanı Bekir YILDIZ’ın Kudüs Gecesi adı altında gece düzenleyerek Hamas ve Hizbullah Örgütü liderlerinin posterlerini astırdığı ve ayrıca Anayasa’da yer alan hukuk devleti ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı konuşma yaptığı hususunda 03.02ç1997 tarihli soruşturma izni verilmiş olup, Bakanlığım Teftiş 
Kurulu Başkanlığınca soruşturma yürütülmektedir. Sincan Belediye Başkanı Bekir YILDIZ, soruşturmanın selameti açısından Anayasa’nın 12774 ve 1580 sayılı Kanun’un 3394 sayılı Kanun’un 93. maddesi uyarınca geçici bir tedbir olarak 04.02.1997 tarihinde tarafımdan görevinden uzaklaştırılmıştır.” denilmiştir. 

 (İDDİA 30 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 30: Refahlı belediyeler kendi kontrolünde faaliyet göstermekte olan yurt, pansiyon ve bir kısım vakıf imkanlarını kullanmak suretiyle şehir varoşlarında yaşayan fakir ailelere gıda, yakacak ve parasal yardım yapmakta, bu ailelerin çocuklarının eğitim masraflarını üstlenmekte ve RP’li büyükşehir belediye tarafından yükseköğrenim gençliğine karşılıksız burs verilmektedir. Bu maksatlar için sadece Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce bu konuda ayrılan fon miktarı 5 trilyon lira civarındadır. (Sayfa:40-41) 

 CEVAP 30: Bu tür faaliyetlerin önlenebilmesi için sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının daha etkin bir şekilde faaliyet göstermesi ve bu arada Kredi ve Yurtlar Kurumu’nca öğrencilere daha yaygın ve üst düzeyde kredi verilmesi gerekmektedir. 

 (İDDİA 31 üzerinde “Başbakanlık” notu var.) 

 İDDİA 31: Tüm belediye kadroları RP yanlıları ve diğer irticai kesimlere üye kişilerce doldurulmakta olup; Kuran kursu, pansiyon ve vakıflar gibi girişimlere kolaylıklar sağlanmaktadır. (Sayfa:40-41) 

 CEVAP 31: Doğrudur. 

 (İDDİA 32 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 32: RP’li belediyeler tarafından irticai kesimin önde gelenlerinin katılımıyla mahallelerde düzenlenen kermes, gece, hayır çarşısı gibi etkinlikler yoluyla parti propagandası yapılmaktadır. (Sayfa:41-42) 

 CEVAP 32: Konunun incelenmesi gerekmektedir. 

 (İDDİA 33 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 33: Yerel yönetim yasasında yapılacak değişiklikle, camilere arazi tahsisi yanında, belediye bütçelerinin %1’nin cami yapımında kullanılmasına imkanı getirilmektedir. (Sayfa:42) 

 CEVAP 33: Böyle bir kanun tasarı veya teklifi, bu zamana kadar Meclis Başkanlığına sunulmuş değildir. Gelip kabul edilirse onay için Sayın Cumhurbaşkanına sunulacaktır. 

 (34. iddia ve cevabı belgede yer almamaktadır.) 

 (İDDİA 35 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 35: Refah Partisi ve irticai kesim; gıda, tekstil ve yayın sektörlerinde yurtiçinde ve yurt dışında 509 ticari şirket aracılığı ile gelir sağlamakta; bunları fakir ailelere, öğrencilere harçlık ve malzeme olarak dağıtmaktadır. (Sayfa:44) 

 CEVAP 35: Bu tür faaliyetlere mani olmak için Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının daha etkin hale getirilmesi gerekmektedir. 

 (İDDİA 36 üzerinde “MİT” notu var.) 

 İDDİA 36: RP, Türkiye’de rejimin değişmesini isteyen S.Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Libya, İran gibi ülkelerden ve bu devletlerde faaliyet sürdüren aşırı dinci örgütlerden destek sağlamakta, hatta silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla gelir elde etmektedir. (Sayfa:44-45) 

 CEVAP 36: Bu konunun Milli İstihbarat ve Milli Güvenlik Kurullarınca araştırılması gerekmektedir. 

 (İDDİA 37 üzerinde “MİT” notu var.) 

 İDDİA 37: İrticai kesimin nihai amaçlarına ulaşmada takip ettikleri üçüncü aşama ‘cihat’tır. Demokratik yolla siyasi iktidar ele geçirilmezse, oluşturulacak silahlı kitleyle teokratik rejimi kuracaklardır. (Sayfa:46) 

 CEVAP 37: Konunun Milli İstihbarat Teşkilatı ve Milli Güvenlik Kurullarınca ciddi şekilde incelenmesi gerekmektedir. 

 (İDDİA 38 üzerinde “Başbakan’a yazılan mektup kapsamında” notu var.) 

 İDDİA 38: RP ve diğer irticai kesim hedeflerini gerçekleştirmek için imam hatip mezunlarının Harp Okullarına girmeleri yönünde yasa tasarısı hazırlamakta, küçük rütbeli subaylara ulaşmak istemekte, çeşitli problemlere sahip ordu mensuplarına yaklaşarak, tarikatlar bazında ele geçirmeye çalışmaktadırlar. (Sayfa:47-48) 

 CEVAP 38: Konuyla ilgili verilmiş bir kanun tasarı ya da teklifi bulunmamaktadır. MGK ve Genelkurmay’ın iddia edilen konular üzerinde hassasiyetle durması gerekmektedir. 

 (İDDİA 39 üzerinde “Başbakan’a yazılan mektup kapsamında” notu var.) 

 İDDİA 39: RP, askeri lojman, garnizon gibi yerleşim merkezlerine yakın mahallelere tesettürlü öğretmen atayarak çocukları etkilemeye çalışmaktadır. (Sayfa:48) 

 CEVAP 39: Kılık ve kıyafet konusunda Cumhurbaşkanı’nca, Başbakan’a uyarı niteliğinde yazı yazıldı. (Cumhurbaşkanlığı’ndan, Başbakanlık’a yazı yazıldı.) 

 (İDDİA 40 üzerinde “Başbakanlık” notu var.) 

 İDDİA 40: İrticai faaliyetlerinden dolayı Askeri Şûra kararıyla ordudan atılan subay ve astsubaylar, başta Refahlı belediyelere, yandaşları kuruluşlara ve Adalet Bakanlığına atanmışlardır. (Sayfa:48-49) 

 CEVAP 40: Doğrudur. YAŞ kararları ile TSK’inden ilişiği kesilen 40 kadar subay ve astsubay REFAHLI belediyelere veya yandaşı kuruluşlara yerleştirilmişlerdir. Liste EK’te sunulmuştur. 

 (İDDİA 41 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 41: Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması ve Askeri Şûra Kararı’nın yargı denetimine açılması yolunda gayret sarf edilmektedir. (Sayfa:50-51) 

 CEVAP 41: Anayasa’nın 117’nci maddesinde Genelkurmay Başkanlığı’nın konumu hükme bağlanmıştır. Anayasa’da ve ilgili kanunlarda değişikliğe gidilmeden, bu yoldaki gayretler sözden ileri gitmez. Şura kararlarının yargı denetimine tabi tutulması da Anayasa değişikliğini gerektiren bir konudur. 

 (İDDİA 42 üzerinde “Başbakan’a yazılan mektup kapsamında” notu var.) 

 İDDİA 42: Refah Partisi, Milli Güvenlik Akademisi bünyesinde açılan kursa bakanlıklardan dinci ve kürtçü kesimden kişileri seçmektedir. (Sayfa:51-52) 

 CEVAP 42: Milli Güvenlik Akademisinde açılan kursa katılacak kursiyerlerin tesbitinde, Başbakanlıkça Akademiye iki misli aday bildirilmektedir. Bu adaylar genellikle üst düzey bürokratlardan oluşmaktadır. Adayların resimli bilgi formları içinde Genelkurmay temsilcinin de bulunduğu bir komisyon tarafından incelenerek bunlar arasından seçim yapılmaktadır. Ancak bu adaylardan bazılarının kursa mutlaka katılmaları için özellikle şeriatçı kesimin elindeki 
Bakanlıklardan ısrarlı taleplerin yapıldığı belirtilmektedir. Bu tür talepler Komutanlıkça özel olarak incelemeye alınmakta ve bunların kursa katılmaları önlenmektedir. Komisyonda seçilen adaylar, Akademi Komutanlığı ve Genelkurmayın süzgecinden geçtikten sonra katılacak kursiyer listesi 
kesinleşmekte dir. 

 (İDDİA 43 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 43: RP yandaşlarına hızla silah temin etmek için, silah ruhsatı verme yetkisini İçişleri Bakanlığından alıp, valilere devretmiştir. (Sayfa:52-53) 

 CEVAP 43: İddia doğru değildir. Vatandaşlara silah taşıma ve bulundurma ruhsatının verilmesinde yetki valilere aittir. Ancak, İçişleri Bakanlığı da bazı hallerde silah taşıma ruhsatı vermeye yetkilidir. (“Siyasi baskı ile Bakanlık pekçok kişiye silah ruhsatı vermiş ve vermektedir.” ifadesinin üstü çizilmiştir) 

 (İDDİA 44 üzerinde “MİT” notu var.) 

 İDDİA 44: İrticai unsurların, PKK terör örgütünün oluşturduğu boşluktan faydalanıp, silah ve uyuşturucu kaynaklarından yararlanarak, Güneydoğu ve İran üzerinden silah ve mühimmat temin ettikleri haberleri alınıyor. (Sayfa:52-53) 

 CEVAP 44: Bu konu milli Güvenlik Kurulu’nun her zaman gündemindedir. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği konu üzerinde hassasiyetle durmaya devam etmelidir. 

 (İDDİA 45 üzerinde “Yazı yazılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 45: RP askeri camianın düşüncelerini, faaliyetlerini ve icraatlarını daha yakından takibe imkan verecek bir istihbarat ağının silahlı kuvvetler bünyesinde teşkili için TSK’den ayrılan veya halen görevde bulunan subay, astsubayları ve uzman erbaşları kullanmak istemektedir. (Sayfa:53) 

 CEVAP 45: Doğrudur. Genelkurmay Başkanlığınca konunun titizlikle takibi gerekmektedir. 

 (İDDİA 46 üzerinde “Yazı yazılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 46: PKK terörüne çözüm olarak “Müslüman Kardeşliği” ilkesini önermekte, bu maksatla Şeyh Osman başta olmak üzere diğer Kürt şeyhleriyle irtibata geçmektedir. RP Van Milletvekili Fettullah ERBAŞ’ı PKK terör örgütü elinde bulunan altı askeri geri almada görevlendirilmiştir. Refah 
Partisi ile PKK terör örgütü arasında Batman Milletvekili Musa OKÇU aracılığıyla ilişki kurulduğu öğrenilmiştir. (Sayfa:54) 

 CEVAP 46: Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği bu konuyu delillendirerek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirmesi gerekmektedir. 

 BİLGİ NOTU: Şeyh Osman 30 Ocak 1997 tarihinde İstanbul’da İnternational Hospital’da öldü. (“Aynı Şeyh OSMAN olmayabilir” notu var) 

 (İDDİA 47 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 47: Refah Partisi ile yakın ilişki içinde olan İhlas Haber Ajansı; Bekaa vadisinde PKK terör örgütü lideri Abdullah ÖCALAN ile siyasi içerikli bir röportaj yapmıştır. (Sayfa 55) 

 CEVAP 47: Doğrudur. 1997 OCAK ayının ilk haftasında röportaj yapılmıştır. İHA’dan alınan bilgilere göre, sözkonusu röportaj yayınlanmamış, röportajın kasetleri Geenlkurmay Başkanlığına ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne verilmiştir. 

 (İDDİA 48 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 48: “Atatürkçü değiliz ama Atatürk ilkelerini benimsiyoruz” cümlesi ile özetlenebilecek aldatıcı yaklaşımlar sergilemekte, Başbakanın tarikat ve cemaat liderlerine verdiği yemeğe halkın tepki göstermesi üzerine, Atatürk’ün de şeyhleri Mecliste kabul ettiğini, verilen davete yanlış yapılmadığını ve tepkilerin gereksiz olduğunu ileri sürmektedirler. (Sayfa 55-56) 

 CEVAP 48: Doğrudur. 

 (İDDİA 49 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 49: RP’li Bakan Necati ÇELİK “Askerlerin Sultanbeyli’de irtica yanlısı belediyeyi dışlayarak Atatürk heykeli diktirmesinin, Susurluktaki esrarengiz kazadan daha önemli olduğu” fikrini ileri sürmüştür. (Sayfa 56) 

 CEVAP 49: Doğrudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetlerine “kaba kuvvet” şeklinde tahkir ve tezyif edici sözler sarf ettiğinden hakkında Genel Kurmay Başkanlığı tarafından Adalet Bakanlığı suç duyurusunda bulunulmuştur. 

 (İDDİA 50 üzerinde “Başbakanlık” notu var.) 

 İDDİA 50: Refah Partisi, Atatürk ilke ve inkılaplarının bu ülke insanına ait değerlerden kaynaklanmadığını, bunların yahudi profesörlerin Türk toplumunu kendi inançları doğrultusunda yönlendirme gayretlerinin ürünü olduğunu ileri sürmek suretiyle, toplumun Atatürk’e olan inanç ve güvenini yıpratmaya, Atatürk düşmanlığını körüklemeye çalışmaktadır. (Sayfa 56) 

 CEVAP 50: Doğrudur. 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 8

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 8


 Bu konuda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz tarafından 4 Şubat 1997 tarihinde İçişleri Bakanlığına gönderilen “Konya’da düzenlenen 
miting hk.” konulu yazıda;155 

 “Konya Belediyesi ile Milli Görüş Vakfı tarafından 9 Kasım 1996 günü Konya’da düzenlenen mitingde, “Anayasanın 174 üncü maddesindeki Kanunlara aykırı 
davranışlar sergilendiği basında yer almıştır” denilerek, bu konuda Valilikçe ne gibi bir işlem yapıldığı ve ayrıca Belediye Başkanı hakkında idari veya adli takibat yapılıp yapılmadığı hususunda Cumhurbaşkanlığına bilgi verilmesi” istenmiştir. 

 İçişleri Bakanlığının konuya ilişkin cevabi yazısında,156 “Konya Valiliğinden alınan 26.2.1997 tarih ve 546 sayılı yazıda; “Söz konusu toplantı ve yürüyüşe 
Valilikçe izin verildiği, toplantının kanuni çizgi içerisinde yapıldığı, ayrıca Hükümet Komiserince tutulan tutanakta da herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı, Düzenleme Komitesinde Konya Büyükşehir belediyesinde görevli herhangi bir kişinin bulunmadığı ve toplantının yapılmasında belediyenin herhangi bir girişiminin olmadığı, toplantıya Büyükşehir Belediye Başkanı Doç.Dr. Halil ÜRÜN’ün misafir olarak katıldığı ve bir konuşma yaptığı ancak toplantı ve yürüyüşte atılan slogan, taşınan pankart ve dövizlerde herhangi bir suç unsurunun bulunmadığı, toplantıda yapılan konuşmaların bant kayıtlarının çözümünün Valilikçe Konya Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmesi üzerine Savcılıkça yapılan inceleme sonucunda açık hava toplantısı ve yürüyüşünde kanuna aykırı herhangi bir durumun olmadığı ve bant çözümünde de suç unsuru bulunmadığı için olay hakkında 2.12.1996 tarihinde takipsizlik kararı verildiği” belirtilmiştir. 

 Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz tarafından, 4 Şubat 1997 tarihinde İçişleri Bakanlığına gönderilen bir başka yazıda;157 

 “…bazı belediyelerin yanlı hareket ettikleri, kadrolarını kökten dinci kişilerle doldurdukları ve 2860 sayılı “Yardım Toplama Kanunu”na aykırı olarak fitre, zekat ve kurban derisi topladıkları iddia edilmektedir. Konunun incelenerek, yasal gereğinin yapılmasını ve sonucundan Cumhurbaşkanlığına bilgi verilmesi” istenmiştir. 

 (İDDİA 10 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 10: 25 inci sayfada “Camilerde kadrosuz olarak görev yapmakta olan cami görevlilerinin, memur statüsüne geçirilmesi yönünde gayret sarfeden 
Refah Partisi; bu suçlardan dolayı Memurin-Muhakematı Kanununa göre yargılanmasını, dolayısı ile haklarında ilgili suçlardan dolayı Cumhuriyet Savcıları ve adli makamlarca soruşturma açılmasını önlemek istemektedir.” 

 Bu hususta yapılan araştırma aşağıdaki neticeyi vermiştir. 

 İddia kısmen doğrulanmıştır. Ancak, imam olabilmek için asgari İmam Hatip lisesi mezunu olmak şarttır. Bununla beraber İHL mezunu olmayıp da hafız 
olanların müezzin olma imkanı bulunmaktadır. Ancak bu şahısların memur yapılarak yargı denetiminden kaçırılması mümkün değildir. Diyanet İşleri 
Başkanlığının onaltı bin kadro talebi vardır. Bu talebe ilişkin kanun Meclise gönderilmemiştir. 

 (İDDİA 11 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 11: Refah Partisi, İnkılap Kanunlarını, özellikle Tevhidi Tedrisat Kanunu, Kıyafet Kanunu, Medeni Kanun ve toplum yaşamını düzenleyen diğer kanunları delmek amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nca fetva verilmesini istemektedir. 

 CEVAP 11: Diyanet İşleri Başkanlığı’nca fetva niteliğinde her hangi bir çalışma yapılmamıştır. Bu hükümetin göreve başlamasından beri Meclisce kabul 
edilen ve Resmi Gazetede yayımlanan kanunlar arasında hiçbir delil yoktur. Kanunlar Anayasasının 89. Maddesine göre Cumb. Onay tabidir. Bu hususta 
azami titizlik gösterileceği tabiidir. (Bilgisayarla yazılan cevabın üstü karalandıktan sonra, el yazısıyla yazılan not) 

 (İDDİA 12 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 12: 26-27 nci sayfalarda “Refah Partisi iktidara geldiğinden bugüne kadar öncelikli olarak, Adalet, Çalışma, Milli Eğitim ve İçişleri Bakanlıkları 
başta olmak üzere, toplam 85 üst bürokrat ataması veya değişikliği yaparak bu makamlardan 51’ine kendi adamlarını veya kendi düşüncesine ılımlı bakan 
kişileri getirmiş bulunmaktadır.” 

 Bu hususta yapılan araştırma, aşağıdaki neticeyi vermiştir. 

 Bakanlar Kurulu ve müşterek kararnameyle yapılan tüm bu atamalar, Sayın Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulmaktadır. Cumhurbaşkanlığında bu konuda 
dikkatli bir çalışma ve araştırma yapılmaktadır. Bu Hükümet zamanında Adalet, Çalışma ve Sosyal Güvenlik ve İçişleri Bakanlıkları Müsteşarları değiştirilmiş 
olup, her üçü hakkında da olumsuz bir bilgi bulunmamaktadır. Keza bu sürede anlan bakanlıklara, altı müsteşar yardımcısı ve yedi genel müdür olmak üzere 
toplam 16 üst düzey bürokratın ataması yapılmıştır. 

 (İDDİA 13 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 13: Doç.Bnb.rütbesiyle Silahlı Kuvvetlerde iken yabancı kadın ile evlenmek suretiyle ordudan ayrılan ancak, milli görüş ideolojisini benimseyen Prof. Dr. Aziz Akgül Başbakanlık Başdanışmanlığı’na getirilmiştir. (Sayfa:27) 

 CEVAP 13: Doç.Bnb. Aziz Akgül, Temmuz 1996 tarihinde GATA’dan ayrılarak Kırıkkale Üniversitesi’ne geçmiş, bu üniversitede profesör olmuştur. GATA’da 
yapılan anketlerde en kötü öğretim üyesi seçilmiştir. Prof.Dr.Aziz AKGÜL, Başbakan imzası ile tekemmül eden Başbakan Başdanışmanlığına atanmıştır. 

 (İDDİA 14 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 14: RP yeri geldiğinde Milli İstihbarat Teşkilatını yalancılıkla ve kendilerini kandırmakla suçlayıp, toplum nazarında küçük düşürerek bu Kuruma da 
sızma niyetlerine zemin hazırlamaktadır. (Sayfa:27-28) 

 CEVAP 14: Bu çok önemli kuruluş hakkında tereddütler uyandıran ve kuruluşun itibarını sarsan bu tür beyanlardan kaçınılması gerektiğini belirten yazı örneği 
ektedir.  İddianı ikinci kısmı için; adı geçen kuruluş gerekli tedbirleri kendi içinde almaktadır. 

(İDDİA 15 üzerinde “GNK” notu var.) 
 İDDİA 15- REFAH Partisi son günlerde TRT Genel Müdürlüğü ve TRT’yi ele geçirmek için yoğun çaba göstermektedir. RTÜK tarafından seçilen 3 adaydan biri olan Tuncay BÜYÜKERTAN’ın adaylıktan çekilmesi üzerine yerine şeriatçı görüşe yakın bir kişinin üçüncü aday olarak seçilmesi için DYP ile anlaşma gayretleri sürdürülmektedir. (Sayfa:28) 

 CEVAP 15: TRT Genel Müdürü Cumhurbaşkanı tarafından atanacaktır. Bu konu henüz Cumhurbaşkanlığına intikal etmemiştir. Tuncay BÜYÜKERTAN yerine 
birinin seçmeleri RTÜK’e baskı yapılmakta ise de, RTÜK üçüncü bir kişinin aday olarak gösterilmesini düşünmemektedir. 

 (İDDİA 16 üzerinde “Yazı yazılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 16: Refah Partisi yönetimi kendi partilerinde olan bakanlıklarda aktif olarak, diğer bakanlıklarda da pasif yöntemlerle ve örtülü bir şekilde 
kadrolaşmaktadır. (Sayfa:28-29) 

 CEVAP 16: Doğrudur. Ancak, kararname gerektiren atamalar, Cumhurbaşkanlığınca titizlikle incelenmektedir. 

 (İDDİA 17 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 17: Refah Partisi, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde kadrolaşmasını kolaylaştırmak maksadıyla; bu Bakanlığın giriş sınavlarına Arapça lisanının dahil 
edilmesi ve Müslüman ülkelere Arapça bilen diplomatların atanması yönünde çaba sarf etmektedir. (Sayfa:29) 

 CEVAP 17: Dışişleri Bakanlığının lisan imtihanları arasına Arapça konulmasına teşebbüs edileceğine dair duyumlar alındığı, henüz böyle bir uygulama 
olmadığı, eski sınav sisteminin devam ettiği, Arapça bilen bazı meslek memurlarının kendi istekleri ile Arapça konuşulan ülkelere gitmeyi 
istedikleri öğrenilmiştir. Ancak, Arapça konuşulan ülkelerde görevlendirilmek üzere, alınacak idari memurlarda Arapça bilenler tercih edilmektedir. 

 (İDDİA 18 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 18: Vali ve kaymakam olarak İmam Hatip kökenli ve eşleri tesettürlü kişiler atanmaktadır. 50’ye yakın valinin değiştirilmesi ve yerlerine irtica yanlısı 
olanların atandırılması için hazırlık yapılmaktadır. (Sayfa:29-30) 

 CEVAP 18: Bu Hükümet döneminde vali tayini ile ilgili bir kararname Cumhurbaşkanına sunulmamıştır. 78 vali ve 3 vali vekilinden imam hatip kökenli olan sayısı üç ile beşi geçmemektedir. Eşi tesettürlü olanı ise yoktur. Ancak türbanlı birkaç Vali eşi mevcuttur. Vali atamalarında Cumhurbaşkanlığınca gerekli titizlik gösterilmektedir. 

 (İDDİA 19 üzerinde “BAŞ” notu var.) 

 İDDİA 19: Refah Partisi emniyet teşkilatına sızma, teşkilatta kadrolaşma ve bu müesseseyi ele geçirme yönündeki gayretlerine yoğunluk kazanmıştır. 
(Sayfa:30-31) 

 CEVAP 19: Konunun incelenmesi, gereğinin yapılması ve sonucundan bilgi verilmesi için sureti ekli yazı İçişleri Bakanlığı’na gönderilmiştir. 

 (İDDİA 20 üzerinde “BAŞ” notu var.) 

 İDDİA 20: SSK Genel Müdürlüğü’nce yapılan sınavda yedekleri ile birlikte 5 bin kişiye sınav kazandırılmıştır. …sonuçta Refah Partili 5000 kişinin daha 
işe girmesi sağlanmış olacaktır. (Sayfa:31-32) 

 CEVAP 20: Konu, TBMM’de gündeme getirilmiş, ancak yapılan imtihanda kayırma olduğuna ilişkin somut bir delil ileri sürülememiştir. 

 (İDDİA 21 üzerinde “GNK” notu var.) 

 İDDİA 21: İrticai kesim, çeşitli Devlet hastanelerinde kendi yandaşı olan tabipleri başhekim ve başhekim yardımcısı sıfatı ile görevlendirmektedir. 
(Sayfa:29-30) 

 CEVAP 21: Sağlık Bakanı Doğru Yol Partisi’nden Yıldırım Aktuna’dır. Bakan, türbana karşı olduğunu açıkça beyan etmiştir. Hastanelerde personelin türbanlı 
olamayacağı ve bu hususlara dikkat edilmesi için Cumhurbaşkanı tarafından Başbakan’a yazı yazılmıştır.  

 (İDDİA 22 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 22: Fatih semtindeki eski Darüşşafaka Lisesi gibi bazı kamu taşınmazları Refah Partisi ideolojisine hizmet edecek öğrencilerin yetiştirilmesi gayesi ile 
“İlim Yayma Cemiyeti” ve Muradiye Vakfı” gibi kuruluşlarca; yurt, dersane ve okul olarak kullanılmak üzere satın alınmak istenmektedir. (Sayfa:33) 

 CEVAP 22: Ziraat Bankası’na ait bu mülkün adı geçen cemiyet ve vakıflara satılmaması için talimat verilmesine dair Sayın Cumhurbaşkanı tarafından 
Sayın Başbakan’a yazılan yazı örneği ektedir. 

 (İDDİA 23 üzerinde “Hiçbir işlem yapılmayacak” notu var.) 

 İDDİA 23: İmam Hatip Okullarının yanı sıra yurt içinde ve yurt dışında açtıkları, kurdukları ve /veya denetledikleri Kur’an Kursu, dersane, okul ve üniversiteler 
vasıtası ile yoğun, yaygın ve etkili bir eğitim çalışması yürüten irticai unsurlar öğrencilere yurt ve burs imkanları sağlamaktadır. 
Bu çerçevede sadece Fethullah GÜLEN’e ait yurtiçinde ve yurtdışında toplam 448 yurt, 346 dershane, 181 okul ve 3 özel üniversite bulunmaktadır. (Sayfa:34) 

 CEVAP 23: Bu iddia tamamen doğrudur ve şeriatçı kesimin hedefine varmasında etkili olabilecek en etkin araçtır. Konunun bütün boyutlarıyla araştırılarak 
alınacak tedbirlerin tesbiti için Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin görevlendirilmesinde fayda mülahaza edilmektedir. 

 (İDDİA 24 üzerinde “BAŞ” notu var.) 

 İDDİA 24: Din eğitimi verilen çocukların yaşı giderek küçülmekte, eğitimi anaokulu ve kreşler açmak suretiyle beşikten üniversiteye kadar kesintisiz ve etkin bir eğitim zinciri oluşturulmaktadır. Yoğun yaz kampları ve “Yaz Okulu” adı altında ilkokul çocuklarına yönelik dini öğreti kampları kurulmaktadır. (Sayfa:34-35) 

 CEVAP 24: Konunun MİT ve İçişleri Bakanlığı’nca incelenmesi gerekmektedir. 

 (İDDİA 25 üzerinde “MEB” notu var.) 

 İDDİA 25: İmam Hatip Okulu öğrencilerinin, Harp Okulları’na girebilmelerini temin etmek amacı ile; son senelerinde yatay geçişle klasik fen liselerine 
girmelerine olanak sağlayacak olan ve Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan Yönetmelik değişikliği önerisi tepkiler üzerine yeniden incelemeye alınmıştır. 
(Sayfa:35) 

 CEVAP 25: İmam Hatip Okullarında 515.000 öğrenci fazla olduğu için başka taraflara atlama talebi çoğalmaktadır. Bunu sipesifik hedefler doğrultusunda 
ülke yönetiminde söz sahibi olabilmek için istemektedirler. Bunun önlenebilmesi için, öncelikle İmam Hatip okullarında bulunan mevcudun insan gücü planlarına uygun olarak azaltılması gerekmektedir. 

Yönetmelik, değişikliğinin yürürlüğe konulmaması ve iptali için Milli Eğitim Bakanına yazılan yazı örneği ektedir. Bu konuda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz tarafından 4 Şubat 1997 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığına gönderilen “İmam Hatip Okulları hk.” konulu yazıda;158 

 “İmam Hatip Okulu öğrencilerinin, Harp Okullarına girebilmelerini temin etmek amacıyla; son senelerinde yatay geçişle klasik fen liselerine ya da klasik 
liselerin fen bölümlerine girmelerine olanak sağlayacak olan bir yönetmelik değişikliğine gidildiği iddia edilmektedir. Konunun incelenerek, çok 
acele olarak Cumhurbaşkanlığına bilgi verilmesi” istenmiştir. 

 Milli Eğitim Bakanı Prof.Dr.Mehmet SAĞLAM imzasıyla konuya ilişkin olarak gönderilen cevabi yazıda, “Milli Eğitim Bakanlığı’nda, İmam-Hatip Lisesi 
öğrencilerinin diğer liselere yatay geçişlerini düzenleyen bir uygulama yoktur. Ayrıca, Bakanlıkta bu konuda bir çalışmada mevcut değildir.” denilmiştir. 

 (İDDİA 26 üzerinde “Başbakanlık” notu var.) 

 İDDİA 26: Şeriatçı kesim, sahip oldukları üniversite sayılarını sür’atle artırma hazırlıkları yapmakta, master ve doktora için yurtdışına öğrenci gönderme 
çalışmaları yürütmektedir. Ayrıca dış ülkelerdeki şeriatçı eğitim veren üniversitelerden mezun olan kişilerin, Türkiye’de öğretmen olarak görev almasına imkan yaratmaktadır. 

 Ayrıca, gündeme getirilen yeni YÖK tasarısıyla, rektör tayininde inisiyatifin Cumhurbaşkanı yerine, hükümete verilmesi ve YÖK Genel Kurulunun 24 kişiden 
15 kişiye indirilmesi öngörülmekte, halen YÖK Başkanlığı görevini yürüten Kemal Gürüz’ün biran önce görevden uzaklaştırılmasının amaçlandığı görülmektedir. 
(Sayfa:36-37) 

 CEVAP 26: Şeriatçı kesime üniversite açma imkânı verilmemeli ve buna imkân verecek kanunlar çıkarılmamalıdır. 
 YÖK’ün yeniden yapılandırılması ise kanun mevzuu olup, seçilen rektörlerin atama kararları onaylanmak üzere Sayın Cumhurbaşkanı’na gelecektir. 

 (İDDİA 27 üzerinde “MİT” notu var.) 

 “İDDİA 27: Yurtdışındaki İslami üniversitelere gönderilen öğrencilerin, genellikle imam hatip mezunu olan ancak üniversite ikinci basamak sınavını 
kazanamamış, doğu ve güneydoğu Anadolulu gençler arasından bizzat Refah Partisince seçildiği, öğrencilere şeriat ve hukuk ağırlıklı ilahiyat, 
ekonomi ve Arapça dersleri verildiği, derslerden arta kalan zamanda o ülkedeki islami örgütler tarafından (örnek: Pakistan Cemaati İslam Örgütü) silahlı 
eğitime tabi tutularak cihad’a hazırlandığı, eğitimini tamamlayan öğrencilerin yurda dönmelerini müteakip milli görüş camiasının şemsiyesi altında görev 
yaptıkları iddia edilmektedir. . (Sayfa:37-38) 

 CEVAP 27: Yurt dışında kendi parası ile eğitime gitmenin önlenmesi mümkün değildir. 

 Ancak, buralarda öğrencilerin silahlı eğitime tabi tutulması konusunun MİT tarafından incelenmesi ve ona göre tedbir alınması gerekmektedir.” (“MİT’e yaz” notu var) 
 Bu konuda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz tarafından 5 Şubat 1997 tarihinde MİT Müsteşarlığına gönderilen yazıda;159 

 “…bazı irticai kesimlerin yurt dışındaki İslami üniversitelere eğitim maksadıyla gönderdikleri öğrencilerin gönderildikleri ülkelerde şeriat ağırlıklı bölümlere 
devam ettirildiği ve silahlı eğitime tabi tutuldukları, ülkemizdeki rejimin değişmesini isteyen bazı Arap ülkelerinden ve buralarda faaliyetlerini sürdüren aşırı dinci kesim örgütlerinden destek sağladığı, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla gelir temin ettikleri, terör örgütünün oluşturduğu boşluktan, silah ve 
uyuşturucu kaynaklarından yararlanılarak Güneydoğu ve İran üzerinden önemli miktarda silah ve mühimmat sağladıkları, bu unsurların amaçlarına ulaşmada 
takip ettikleri üçüncü aşamanın Cihad olduğu iddia edilmektedir. Konunun ayrıntılarıyla incelenerek, sonucundan Cumhurbaşkanlığına bilgi verilmesi” 
 Ayrıca, “İmam Hatip Okulu öğrencilerinin, Harp Okullarına girebilmelerini temin etmek amacıyla; son senelerinde yatay geçişle klasik fen liselerine ya da 
klasik liselerin fen bölümlerine girmelerine olanak sağlayacak olan bir yönetmelik değişikliğine gidildiği iddia edilmektedir. Konunun incelenerek, çok acele olarak Cumhurbaşkanlığına bilgi verilmesi” istenmiştir. 

9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***