Kemal Gürüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal Gürüz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Temmuz 2017 Pazar

27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 6


27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 6


2.7. 22 TEMMUZ 2007 GENEL SEÇİMLERİ 

22 Temmuz 2007 Milletvekili Genel Seçimine cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananlar ve 367 krizi damgasını vurmuş ve seçim kampanyalarının ana temasını da bu konu oluşturmuştur. Seçimin yaz aylarında yapılmış olmasına rağmen seçmenlerin büyük ilgi göstermesi neticesinde seçime katılım oranı %84,25 olarak gerçekleşerek 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde %79,14 olarak gerçekleşen katılım oranını geride bırakmıştır. 

Seçimden AK Parti oylarını artırarak birinci parti olarak çıkmıştır. Seçim sonuçlarına göre AK Parti aldığı %46,58 birinci parti olmuş, seçime solda birlik sloganıyla DSP ile birlikte giren CHP %20,88 ile ikinci parti olmuş, MHP %14,27 oy alarak üçüncü parti olarak tekrar TBMM’de temsil edilme başarısı göstermiş tir. Seçime desteklediği bağımsız adaylarla giren Demokratik Toplum Partisi (DTP) ise TBMM’de temsil edilme hakkı kazanmış ve meclis grubu kurmuştur. DYP ile ANAP’ın birleşmesiyle kurulan Demokrat Parti (DP), genel seçimlerden %5,42 oy alarak seçim barajını geçememiş ve bu durum karşısında DP Genel Başkanı Mehmet AĞAR kesin sonuçların gelmesini beklemeden istifa kararı almıştır. 

22 Temmuz Genel Seçimleri sonucunda üç siyasi partinin seçim barajını geçmesi ve 26 bağımsız adayın TBMM’ye girmesi 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden farklı olarak milli iradenin TBMM’de temsili bakımından da bir rekoru ifade etmiştir. 3 Kasım seçiminde %54,6 olan temsil oranı 22 Temmuz seçimi ile birlikte %86,9’a yükselmiştir. 

Yukarıda da değinildiği üzere, 22 Temmuz genel seçimlerinin sonucunu etkileyen temel husus cumhurbaşkanlığı seçim süreci yaşananların ve 367 krizi seçimleri adeta sivil siyaset ile askeri vesayet arasında yapılan bir referanduma dönüştürmüş olduğu335 söylenebilirse de AK Partinin kazandığı başarının arkasında iktidarı döneminde göstermiş olduğu performans da çok önemli bir rol oynamıştır. 336 Özellikle 2001 yılında yaşanan siyasi ve ekonomik kriz ortamından sonra sağlanan istikrar ortamı ve temel ekonomik 

2.8. CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ 

22 Temmuz seçimleri sonrasında da siyasetin bir numaralı gündem maddesini cumhurbaşkanlığı seçimi oluşturmuştur. Daha önce aday olan ancak 367 krizi ile adaylıktan çekilen Abdullah GÜL “Benim kararım gayet açıktır. Meydanların işaretini. milletin iradesini görmemezlikten gelemem.” 337 şeklindeki açıklaması ile yeniden aday olacağının işaretini vermiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 26 Temmuz 2007 tarihinde akşam Gazetesine verdiği beyanatta: “AKP milletin iradesiyle yeniden iktidar oldu. Cumhurbaşkanlığına da istediği kişiyi seçebilir, karar tamamen AKP’nindir. Kimi isterse seçerler. Biz toplantı yetersayısı için orada bulunuruz ama oy veririz, vermeyiz orası bize kalmıştır”.338 diyerek partisinin Meclis Genel Kurulunda hazır bulunarak 367 krizinin aşılmasına katkıda bulunacağını beyan etmiştir. Nitekim 28 Ağustos 2007 tarihinde yapılan üçüncü tur oylamada Abdullah GÜL 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. 

3. 27 NİSAN BİLDİRİSİNİN ASKER-SİVİL İLİŞKİLERİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ 

Genelkurmay Başkanlığı’nın 27 Nisan tarihli basın açıklaması ve sonrasında yaşanan süreç Türk siyasi tarihi bakımından bir kırılmayı ifade etmektedir. Söz konusu basın açıklaması ile demokrasiye müdahale etmeye yönelik girişim, sivil iktidarın bu müdahale karşısındaki yerinde tutumu ve tutumunu sürdüreceği yönündeki iradesi karşısında başarısız olmuştur. Bu müdahale girişimi, cumhurbaşkanlığı seçim sürecini başlatmış ve bu seçimi tamamlamadığı takdirde hızla seçim sürecine girmek durumunda olan Hükümetin en zayıf olduğu anına getirilmek istenmiştir. 339 Ayrıca ilk tur oylamanın yapıldığı ve sorunun yüksek mahkemenin gündemine taşındığı bir günün gecesinde yapılmış olması da gerek siyasetin gerekse yargının tesir altında bırakılmak istendiğini göstermektedir. 
Ancak Hükümetin bu açıklama karşısındaki tutumu ve ardından girdiği seçimler de gösterdiği başarı bütün süreci tersine çevirmiştir. 

Bütün bu yaşananlara rağmen TSK’nın tutumunda bir anda bir kopuş yaşanmamış olması da bu sivilleşme sürecinin ve askeri vesayetin kaldırılmasına yönelik girişimlerin derinleştirilerek devam ettirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Nitekim 27 Ağustos 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT’ın yayınladığı 30 Ağustos mesajında “Türk Silahlı Kuvvetleri bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni koruyup kollama görevini Atatürkçü Düşünce Sisteminin rehberliğinde gerçekleştirirken kararlı duruşundan asla taviz vermeyecektir. (…) Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün: 'Cumhuriyeti kuranlar, onu korumaya da muktedir olmalıdırlar.' özdeyişi daima rehberimiz olacak ve bize güç verecektir.”340 ifadelerine yer vermesi de TSK’nın İç Hizmet Kanununun 35. maddesinde yer alan Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin demokrasiye yönelik müdahalelerin gerekçesi olarak kullanıldığını ve bu görüşün halen TSK içinde var olduğunu kanıtlamaktadır. 

Ancak Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, komisyonumuza verdiği bilgide o dönemde yaşananları anlatmış, 27 Nisan’da yaşanan durumun asla bir müdahale olmadığını beyan etmiştir. Büyükanıt; “Ben 27 Nisanla ilgili düşüncelerimi size sunmaya çalışacağım. Her şeyden önce en son söyleyeceğim sözü en başta söyleyerek başlamak istiyorum. 27 Nisan bildirisi asla ve kata bir muhtıra 
değildir. Bir kere bunu çok açık olarak ifade ediyorum. Bunun çok detaylarına girmek istemiyorum. 27 Nisan bildirisi, benim tarafımdan kaleme alınıp kamuoyuna duyurulan bir bildiridir. Bunun ötesinde bir muhtıra değildi. Zaten bu konuda devletin yetkilileri de gerekli açıklamaları yapmıştır. Bunun muhtıra olmadığını, silahlı kuvvetlerin bazı konulardaki düşüncelerini dile getiren bir bildiri olduğunu teyit etmişlerdir. Ben burada ismen izah etme durumunda değilim tabii. Önemli olan şu: Çeşitli yayın organlarında, açık oturumlarda, bir sürü yerde bunun başkaları tarafından hazırlanıp bana dikte ettirildiğine dair iddialar yer almıştır. Bu külliyen gerçek dışı beyanlardır. 

İkinci husus, bu gerçekten benim kendi kalemimden çıkmış bir bildiridir. Ben yazdım. Burada açıklamak istediğim diğer bir husus, bu bildirinin hazırlanma sında Genelkurmay Başkanı olarak kendi yetkimi kullandım. Bu bildirinin yayınlanacağından o zamanki kuvvet komutanlarına ve Jandarma Genel Komutanına - bugün hâlâ hayattadırlar- bilgi vermedim. Şunun için vermedim: Onları bu işin içine katmak istemedim. O zaman işin şekli, mahiyeti değişebilirdi. Onlar da sizler gibi Türk kamuoyu gibi bildiri yayınlandıktan sonra haberleri olmuştur. Bunu şunun için vurguluyorum. Kimseyi katmak istemedim. Sorumluluğu ben üstlendim. Kendim üstlendim. 

Peki, neden böyle bir bildiri yayınlamaya ihtiyaç duydum. Tabii ki Silahlı Kuvvetlerin de yasalarla verilmiş bazı sorumlulukları var, yetkileri de var, sorumlulukları da var. Bunlar yasalarla, kurallarla yazıldı. Silahlı Kuvvetlerin, özellikle laiklik konusundaki hassasiyetini toplumla paylaşma ihtiyacını duydum çünkü bazı konular bizi rahatsız etti. Bunları duyurmak istedik. 27 Nisan 
bildirisinin temeli budur, başka bir şey değildir. Muhtıra filan kesinlikle değildir. Meslek hayatım boyunca daima -elli üç yıl üniforma giydim- kurallara bağlı kalarak çalışmaya gayret gösterdim ve siyasete, demokrasiye müdahale etmek gibi bir düşünceye meslek hayatım boyunca hiç sahip olmadım. Bugün de aynı duygularla doluyum. Bunu ifade edeyim. 

Üç, basına yansıyan başka bir husus daha var. Bu bildiri sanki Cumhurbaşkanlığı seçimine mani olmak için yapılmış bir bildiri olarak algılandı. Bu kesinlikle doğru değildir çünkü bildiriyi okuduğunuz zaman Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili küçük bir cümle vardır. O da şudur: “Cumhurbaşkanlığı seçim süreci Türkiye’de laik-antilaik tartışmasını alevlendirmiştir.” Bu, bildiride aynen var. Cumhur başkanı şu olsun, bu olsun, bu olmasın gibi bir düşünceye sahip olmam mümkün değildir. Kaldı ki 27 Mayıs bildirisinden önce 12 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığında çok geniş katılımlı bir basın toplantısı yapıldı. Orada bunu gazeteciler tabii ki bana sordular. Cevabım basına da yansıdı. Orada verdiğim cevap şuydu: “İnanıyoruz ki seçilecek Cumhurbaşkanı sözde değil 
özde anayasal ilkelere bağlı bir kişi olacağını umut ediyoruz Tabii ki bu konudaki yetki Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.” Benim gazetecilere verdiğim ve basına yansıyan duyuru bu. Dolayısıyla 27 Nisan bildirisini Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilişkilendirmek bana göre çok aşırı bir gayrettir. Kesinlikle böyle bir niyet yoktur, böyle bir söz de yoktur. Cumhurbaşkanı şu olsun, bu olsun, bunu 
asker karar verecek hâli yok. Bildiride de yer alıyor: “Silahlı Kuvvetler yasaların kendisine verdiği yetkiler çerçevesinde görevini yerine getirir.” diye bildirinin içinde var. Bu bildiri tabii başka taraflara da yansıdı. Bunun detayına girmek istemiyorum.” Diye ifade etmiştir. 

Gerek yaşanan olaylar gerekse askerin siyasi olaylar karşısındaki açık görüş beyanları Türkiye’nin askeri müdahalelerle dolu geçmişinden dolayı muhtıra yahut müdahale olarak yorumlanmaktadır. Bu nedenlerle TSK’nın görev tanımlarının yeniden yapılarak sivil iktidarın yönetim ve kontrol alanına daha fazla girmesi bu türden müdahale girişimlerini, siyasi konulara ilişkin 
açık görüş beyan edilmesini ortadan kaldıracaktır. TSK’nın görev alanının yurt savunması ile sınırlandırılarak ve bunun net bir şekilde ortaya konulması ve idari olarak mevcut özerk görünüm arz eden yapısının değiştirilmesi gereken önemli adımları oluşturmaktadır. 

Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi ve bunun alt belgeleri ile mevzuatta yer alan milli güvenlik tanımlarının ve özellikle bu bağlamda iç tehdit algılamasının değiştirilmesi önem arz etmektedir. Hayatın bütün boyutlarını kapsayan bir iç tehdit algılamasının vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini kullanmaları önünde bir engel olmaktan çıkarılması ve bu bağlamda milli güvenlikle 
ilgili bütün mevzuatın ve bu bakış açısı ile yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. 

 BÖLÜM DİPNOTLARI ;

284 “Türban İlk Kez Devlet Protokolünde”,
285  
286 Milliyet Gazetesi, 30 Kasım 2002, s.1. 
287  
288 “Rektörlerden Yalman'a Ziyaret”,
289 Bekir S. GÜR, Zafer ÇELİK, SETA Rapor: YÖK’ün 30 Yılı, No:4, Kasım 2004, s.28. 
290
291 T.C. 58. Hükümet Acil Eylem Planı, 3 Ocak 2003,
292 TESEV, Almanak Türkiye 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, TESEV Yayınları, Temmuz 2009, s. 185. 
293 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu, DPT, Ankara, Ekim 2002, s.17. 
294 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu, DPT, Ankara, Aralık 2003, s.16. 
295 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2004 Yılı İlerleme Raporu ve Tavsiye Metni, DPT, Ankara, 2004, s.18. 
296 Türkiye 2005 İlerleme Raporu (Gayri Resmi Tercüme), 
, s.16. 
297 Birinci Uluslararası Sempozyum Bildirileri “Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik” (İstanbul, 29-30 Mayıs 2003), 
      Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003, s.xxı-xxıı. 
298 Mustafa Balbay, “Genç Subaylar Tedirgin”, Cumhuriyet Gazetesi, 23 Mayıs 2003. 
299
300
301 KKTC Yüksek Seçim Kurulu,
302
303
304 Fikret Bila, “YAŞ’ta Şerh Gerekçesi”, Milliyet Gazetesi, 7 Ağustos 2004, 

305 Anayasanın 125. maddesine 5982 sayılı Kanunun 11. maddesi ile “Ancak, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri 
ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.” 
cümlesi eklenerek yetersizlik, disiplinsizlik, ahlaki durum veya 926 sayılı Kanunda sıralanan suçlardan 
hükümlülük nedeni ile hakkında TSK’dan ayırma işlemi yapılan personel için yargı yolu açılmıştır. 
306
307 Hürriyetim Almanak 2003,
308
309
310 Nokta Dergisi, Yıl:1, 27 Mart-4Nisan 2007, Sayı:22. 
311< http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/373612.asp>. 
312 Yeni Şafak, “Allah’tan geldik ona döneceğiz”, 28 Kasım 2006. 
313
314< http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=5756362&tarih=2007-01-11>. 
315
316
317
318
319 Başbakanlık Basın Merkezi,
320
321
322
323
324 Christopher Torchia, “U.S., EU Warn Turkish Military to Avoid Politics,” Chicago Tribune, May 3, 2007. 
325 Quote in “White House Says Turkish Democracy Continues to Function,” Turkish Daily News, May 9, 2007. 
326
327
328
329 Anayasa Mahkemesi’nin 1/5/2007 Gün, E: 2007/45, K: 2007/54 sayılı Kararı. 
330
331
332
333
334
335 TESEV Almanak 2006-2008, s.193. 
336 Yasin Aktay, Karizma Zamanları, Timaş Yayınları, İstanbul, Nisan 2011,. 1. Baskı, s.212. 
337  
338 Akşam Gazetesi, 26 Temmuz 2007. 
339 Yasin Aktay, Karizma Zamanları, Timaş Yayınları, İstanbul, Nisan 2011,. 1. Baskı, s.211. 
340


 ***

15 Temmuz 2017 Cumartesi

27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 5


27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 5


2.3. BİLDİRİ SONRASI TEPKİLER 

Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan basın açıklamasına siyasi partilerin yöneticilerinden ve uluslararası camiadan tepkiler gelmiştir. CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL, bildirinin ertesi günü yaptığı açıklamada gelinen durumdan hükümeti sorumlu tutarak: “Türkiye, devlet kurumlarının uyarı yapma gereğini duyduğu bir noktaya sürüklenmiştir. Bunun sorumlusu iktidardır.”320 demiş ve ''Eğer demokratik rejim yozlaşır cumhuriyete zarar verirse sadece Cumhuriyet’e değil, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne de zarar vermiş olur.(…) Türkiye'de bunu yapabilecek anlayış, birikim ve siyasi kadrolar vardır. Siyaset işlemektedir. Siyaset danışmadır, istişaredir, uzlaşmadır, akıl akıldan üstündüre inanmaktır. Ben dediğim dedik, ben bilirim yaklaşımı ile ne siyaset ne demokrasi ne cumhuriyet yarar görür. İçinde bulunduğumuz bu tabloyu bu şekilde değerlendirmemiz gerekir diye düşünüyorum.”321 açıklaması ile daha önce AK Parti’nin kendileri ile uzlaşma sağlayarak cumhurbaşkanı adayı göstermesi gerektiği yönündeki görüşlerine atıfta bulunmuştur. 

Muhtıra sonrası yapılan yorumların özeti:

CHP Parti Sözcüsü Mustafa Özyürek (Muhtıranın yayınlanmasından hemen sonra NTV’ye telefonla bağlanarak): 
“Tabiî bu bir muhtıradır. Hükümetin bunun gereğini yerine getirmesi gerekir.”

CHP Genel başkan Yardımcısı Onur Öymen (Muhtıradan bir gün sonraki açıklaması): 
“Genelkurmay’ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. Altına imzamızı atarız. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü kimse küçümseyemez ve bunu 
küçümseyenleri devletin düşmanı sayarız. Türkiye’yi Atatürk düşmanlarına teslim etmeyeceğiz.”

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal (Muhtıradan sonra verdiği ilk röportajında): 
“Bu tablonun değişeceğini meydanlar gösterdi. Müdahaleye uğrayan yönetimlere halk sahip çıkmadı. Halkımız devlet organlarıyla çatışanlara sahip çıkmaz. 
Bu ortamda mağduriyet yok dayatma var. Anayasa Mahkemesi 367 kararını onaylamazsa ülke çatışmaya gider.”

CHP Genel Sekreteri Önder Sav (Muhtıranın ardından Anayasa Mahkemesi’nin verdiği 367 kararından sonra): “Gözümüz aydın, Türkiye’nin gözü aydın.”

Nur Serter (Muhtıradan bir gün sonra Çağlayan’daki Cumhuriyet Mitingi’nde yaptığı konuşma): Genelkurmay Başkanı’na “memur” diyen bir zihniyete 
karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önünde, şanlı ordumuzun önünde saygıyla eğiliyoruz. Türk ordusu çok yaşa. Türk ordusu, 27 Nisan’da bizim sesimizi duymuş, bizim sesimize sahip çıkmış, demokrasiye sahip çıkmıştır. 27 Nisan’da Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek iradesine sahip çıkmıştır.

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ
“AKP toplumda git gide artan ve TÜSİAD’ın da paylaştığı laik rejimi koruma kaygısını yeterince dikkate almıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasıyla 
yaratılan fiili durum demokratik teamüllere uygun değil. Laikliği ve demokrasiyi korumak için bir an önce genel seçimlere gidilmeli.”

Oktay Ekşi (Hürriyet): 
“Bu adı konmamış bir muhtıradır. Genelkurmay Başkanı’nın sözleri gayet açık, eğer demokrasinin kavram ve kuramlarını kullanarak bu cumhuriyetin laik 
karakterini tahrip etmek onu yıkmak istiyorsanız biz buna müsaade etmeyiz diyor.”

Tufan Türenç (Hürriyet): 

“Tabiî ki bu bir muhtıradır. Bu muhtıranın özü AKP’nin çıkardığı cumhurbaşkanı adayına Türk Silahlı Kuvvetlerin karşı olduğunu açıklıyor.”

Ertuğrul Özkök (Hürriyet): 
“Demokrasi kaygısıyla, sadece askeri eleştirmek, ne adil, ne yararlı, ne de sonuç verici bir girişim olacaktır. Çünkü o bildiride savunulan görüşler, toplumun 
önemli bir bölümü tarafından paylaşılmaktadır.”

Yılmaz Özdil (Sabah): 
“Hâlâ deniyor ki, bundan sonraki adım ne olur? Bundan sonraki adım, tank olur. Gücüm var diye dayatırsan, gücü olan sana dayatır.”
(Hıncal Uluç): 
“Ordu sonuna kadar bekledi.. Gerekli uyarıları en demokratik şekilde yaparak, “Sözde değil, özde” diyerek bekledi.”

Ural Akbulut (Eski ODTÜ rektörü): 
“Bu ikinci 28 Şubat’tır TSK her şeye rağmen soğukkanlı davranmıştır.”

İsmail Küçükkaya (Akşam): “Sürecin kötü yönetilmesiyle ‘kaçan fırsatı’ ve ‘Genelkurmay’ın çok sert açıklamasıyla yeni olanağı’ görelim.”

Ece Temelkuran (Milliyet): “Genelkurmay’ın açıklamasıyla mitinglerin daha da coşmuş olması bu mitingleri otomatik olarak militarist yapmaz.”

Fikret Bila (Milliyet): 
“TSK, türbanın ve temsil ettiği zihniyetin Çankaya’ya çıkmasına karşı ilkesel bir duruş sergilemiştir. “

Ahmet Hakan (Hürriyet): 
“’Muhtıraya karşıyız’ diyeceğiz ve ötesini söyleyemeyecek miyiz? Ben ötesini de söylerim arkadaş.”

Nuray Mert (Radikal): 

“Şimdi Genelkurmay bildirisini öne çıkarıp, bu fetihçi zihniyetin arkasında durmak istemiyorum.”

Erdal Şafak (Sabah): 
“Rehn beyefendi son olarak Genelkurmay Başkanlığı’nın ‘emuhtıra’sı için esip gürledi… Ama Batı basınında da özellikle son dönemde ısrarla vurgulanan 
‘Türkiye’nin laik kurumlarının altının oyulması’ girişimleri için ‘Not ediyoruz’ demekle yetindi.”

Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç

“Kamuoyuna bilgi veriliyor ve bunların gereği yapılmazsa istenmeyen şeylerin olabileceği mesajı verilmek isteniyor.”



   <   http://e-muhtira.com/27-nisan-2007-e-muhtira-sonrasi-yapilan-yorumlar/  >


CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur ÖYMEN ise aynı gün yaptığı açıklamada: “Genelkurmayın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ kelimesini kimse küçümseyemez ve bunu küçümseyenleri devletin düşmanı sayarız. Laikliğe hakaret edeceksiniz ve sonra diyeceksiniz ‘Ben değiştim’ ve bu ülkenin cumhurbaşkanı olacaksınız. Bunları söylediğinizde 
siz çocuk değildiniz. Sayın Gül bu sözleri söylediğinde milletvekiliydi, elimizde belgeleri var. Bunu herkes bilsin ki Türk halkının tahammül eşiğini aşıyorsunuz. Biz Türkiye'yi Atatürk düşmanlarına teslim etmeyeceğiz.''322 sözleriyle adeta basın açıklamasının partilerinin görüşleri ile örtüştüğünü dile getirmiştir. 

DYP Genel Başkanı Mehmet AĞAR da böyle bir basın açıklamasını beklemediğini belirten demecinde: “Türkiye’nin, her türlü zorluğu, milletin yüksek iradesi içinde her zaman arzuladığımız sandık yoluyla çözmekte bir zorluğu olmayacaktır. Genelkurmay’dan böyle bir açıklama beklemiyordum. Benim siyasette millet dışında hiçbir yolum olamaz” değerlendirmesinde bulunmuştur. 

ANAP Genel Başkanı Erkan MUMCU ise, “Ülke bir krizle karşı karşıya, çözüm derhal seçime gitmektir. Kim Çankaya’ya çıkmak istiyorsa seçim sürecinde adaylığını ilan etmelidir. Millet reyini ona göre kullanacaktır. Biz bütün bu süreç boyunca demokrasiden yana olacağımızı bir kez daha ilan ediyoruz.” erken seçim ve cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönündeki görüşlerini yinelemiştir.323 

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza RICE: “Amerika Birleşik Devletleri tamamen Türk demokrasisi ve anayasal süreçlerini destekler ve bu seçim, seçim sistemi ve seçim sisteminin sonuçları ve anayasal sürecin sonuçlarının desteklenmesi gerektiği anlamına gelmektedir.”.324 diyerek anayasal sürecin devamı yönünde görüş belirtmiştir. Bu açıklamanın akabinde ise ABD Dışişleri Bakanlığı 
Sözcüsü Tom CASEY verdiği cevapta “Biz ordunun veya herhangi bir kimsenin anayasal sürece müdahale etmesini veya anayasal yol dışında ilave bir şey yapmasını istemiyoruz.”325 sözüyle askeri müdahaleye karşı olduklarını açıklamıştır. Avrupa Birliği Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli REHN ise yaptığı açıklamada Türk ordusunun politika dışında kalması gerektiğinin belirterek, “Ordu, siyaseti seçilmiş kişilere bırakmalıdır” şeklinde tepki göstermiştir. REHN ayrıca, “Asker, demokrasiye, laikliğe ve asker-sivil arasındaki demokratik düzenlemelere saygılıysa, cumhurbaşkanlığı sürecinin dışında olmalı” şeklinde konuşarak bu sürecin Türkiye için bir test olduğunu söylemiştir.326 

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL ise kendisinin cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili olarak; “Bu süreç devam ediyor. Dolayısıyla herhangi bir biçimde adaylığımın geri çekilmesi söz konusu değil. Bu bir gecede alınmış bir karar değil. Uzun yoklamalar, görüş alış verişleri neticesinde ortaya çıkmış bir adaylıktır. Dolayısıyla bu süreç devam ediyor. Anayasa Mahkemesi kararını hep birlikte beklememiz gerekiyor." 327 açıklamasında bulunarak söz konusu basın açıklaması ile gelinen sürece rağmen adaylıktan çekilmeyeceğini ve Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre bir yol izleyeceğinin işaretini vermiştir. 

2.4. ANAYASA MAHKEMESİ’NİN 367 KARARI 

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylamasının yapıldığı 27 Nisan 2007 günü CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunulmuş ve söz konusu oylamanın iptali ve iptal kararı yürürlüğe girinceye kadar bu uygulama ile oluşan içtüzük hükmünün yürürlüğünün durdurulması istenmiştir. Aynı günün gecesinde Genelkurmay Başkanlığı basın açıklaması ile cumhurbaşkanlığı seçimi farklı bir boyut kazanmıştır. Söz konusu açıklama ile hem sivil siyasete müdahale edilmek istenmiş hem de Anayasa Mahkemesi gündemindeki bir konuya ilişkin olarak etki edilmiştir. 

Anayasa Mahkemesi üzerinde basın açıklaması ile kurulan etki mekanizması siyasilerin basına yansıyan demeçleri ile de devam etmiştir. CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL’ın Anayasa Mahkemesi'nin “367 milletvekili bulunmadan Cumhurbaşkanı seçilemeyeceği yönünde karar vermesinin Türkiye'yi belli bir rahatlamaya götüreceği”, Anayasa Mahkemesi'nin 367 milletvekili 
bulunmadan Cumhurbaşkanı seçilebileceği yönünde bir karar vermesi durumunda ise “Türkiye'nin tehlikeli bir çatışmaya sürükleneceğini” iddia etmesi mevcut kriz ortamında yargıya müdahalenin ve etki altına almanın bir ifadesi olarak yorumlanmıştır.328 

Yukarıda bahsedilen kriz ortamı içerisinde Anayasa Mahkemesi kararını 1 Mayıs 2007 günü vermiş ve cumhurbaşkanlığı seçimi için gerekli toplantı ve karar yetersayısının TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu olduğu, başka bir deyişle, 367 olduğunu Anayasanın öngördüğü sonucuna varmıştır. 329 

Anayasa Mahkemesi kararında; “Anayasa’nın 102. maddesinin ilk fıkrasında Cumhurbaşkanı’nın seçimi için öngörülen üçte iki çoğunluk, dava konusu Meclis kararına ilişkin birinci oylama yönünden hem toplantı hem de karar yetersayısını kapsamaktadır. Bu nedenle, İçtüzüğün 121. maddesinde de yapılan gönderme doğrultusunda aynı yetersayının benimsenmiş olduğunun kabulü gerekmektedir. Oysa TBMM’nin 27.4.2007 günlü, 96. Birleşiminde 11. Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili birinci oylamaya geçilmeden önce Cumhurbaşkanı seçiminde uygulanması gereken toplantı yetersayısının Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen toplantı yetersayısı olduğu Meclis kararıyla saptanmıştır. Böylece, Anayasa’nın 102. maddesine yapılan gönderme nedeniyle, Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin toplantı ve karar yetersayısının ilk oylamada TBMM üye tamsayısının üçte ikisini oluşturan 367 olduğunu öngördüğü sonucuna varılan İçtüzüğün 121. maddesi dava konusu Meclis kararına ilişkin birinci oylama yönünden değiştirilerek toplantı yetersayısı konusunda, Anayasa’nın 96. maddesindeki genel kural doğrultusunda TBMMüye tamsayısının en az üçte birini oluşturan 184 oyun yeterli olduğu kabul edilmiştir. Toplantı ve karar yetersayısının ilk oylamada TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu, bu bağlamda 367 olduğunu öngördüğü sonucuna varılan Anayasa’nın 102. maddesinin ilk fıkrası karşısında, bu çoğunluğun 184 olarak uygulanması sonucunu doğuran eylemli İçtüzük değişikliği niteliğindeki dava konusu TBMM Kararı Anayasa’nın 102. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.” değerlendirmesinde bulunmuş ve mevcut siyasi kriz sürecinde başka bir aşamaya geçilmiştir. 

2.5. ERKEN SEÇİM KARARI 

Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylamasını iptalinin ardından aynı gün önce Bakanlar Kurulu sonra AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplanmış ve bu toplantılar neticesinde erken seçim kararı alınmıştır. Alınan kararı Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN: “AK Parti olarak ortaya çıkan bu yeni durumu mümkün olan en kısa sürede aziz milletimizin takdirine sunmayı bir zaruret olarak görüyoruz. Zira, demokrasilerde millet iradesi esastır. Onun için hemen yarın sabahtan itibaren ve öncelikle genel seçim tarihini öne almak için TBMM'ye başvurulacaktır. (…) TBMM'de alınacak karar doğrultusunda sandıklar kurulacak ve milletimizin iradesi orada tecelli edecektir.”diyerek açıklamıştır. 330 

Milletvekili genel seçimlerinin yenilenmesi ve seçimin 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılması TBMM’de 3 Mayıs 2007 tarihinde oybirliği ile kabul edildi. 331 Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER’de aynı gün yaptığı açıklamada yeni cumhurbaşkanı seçilene kadar görevine devam edeceğini ifade etmiş ve bu durum görev süresi dolan cumhurbaşkanının yeni cumhurbaşkanı seçilene kadar 
görevine devam edip edemeyeceğine ilişkin yeni bir tartışma başlatmıştır. 332 

Erken seçim kararından sonra 6 Mayıs 2007 tarihinde tekrar yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ilk tur oylaması öncesinde yapılan iki yoklamada da 367 sayısına ulaşılamamış ve Cumhurbaşkanı seçimi oylamasına 9 Mayıs 2007 Çarşamba günü devam edilmesi kararlaştırılmıştır. 333 Bu durum karşısında Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL, düzenlediği basın toplantısında “Bu nafile turlar, TBMM'nin itibarını zedeledi, siyasetin onurunu zedelemiştir. Siyasetçileri, halk nezdinde küçük düşürmüştür. Siyaset anlayışımız, benim siyaset tarzım, arkadaşlarımın siyaset tarzı; bu eski siyaset tarzından çok uzaktır. O bakımdan, bugün, adaylığımın bundan sonra devam etmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Ve cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçiyorum. Artık, bundan sonra söz milletindir. Kendimizi de millete emanet ediyorum. Doğrusu neyse millet buna, günü geldiğinde karar verecektir.” diyerek adaylıktan çekildiğini açıklamıştır. 334 

2.6. ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ 

10 Mayıs 2007 Perşembe günü TBMM’de kabul edilen 5660 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve görev süresinin beş yıl olması belirlenmiş ve bir kişinin, iki defa cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin önü açılmış, genel seçimlerin de süresi beş yıldan dört yıla indirilmiş, tartışmalar yaratan toplantı yeter sayısı da karara bağlanarak TBMM’nin yapacağı seçimler de dahil olmak üzere üye tamsayısının en az üçte biri olarak belirlenmiştir. 

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, söz konusu Kanunu bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri göndermiş ve 31 Mayıs 2007 tarihinde Kanun bu kez 5678 sayısıyla aynen kabul edilmiştir. Kanun Cumhurbaşkanı tarafından 16 Haziran 2007 tarih ve 26554 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak halkoylamasına sunulmuştur. 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan halkoylamasında oy kullanan ların %68,95’i “evet” oyu kullanmış ve söz konusu anayasa değişiklik paketi kabul edilmiştir. 

6 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 4


27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 4



1.4. CUMHURİYET MİTİNGLERİ 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde emekli orgeneral Şener ERUYGUR’un genel başkanlığını yaptığı Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin önderliğinde çeşitli sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla bir dizi miting düzenlenmiştir. “Cumhuriyetine sahip çık” mesajı etrafında kurgulanan ve “Laik değilsen layık değilsin”, 
“Çankaya’da imam istemiyoruz”, “Çankaya yolları şeriata kapalı”, “Tayyip baksana kaç kişiyiz saysana” gibi iktidar karşıtı sloganların sıklıkla atıldığı mitinglerde Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın veya başka bir AK Partili siyasetçinin cumhurbaşkanı adaylığına karşı düzenlenmiştir. 

İlki 24 Mart 2007 tarihinde Mersin’de düzenlenen cumhuriyet mitingi daha sonra 31 Mart Antalya, 14 Nisan Ankara, 29 Nisan İstanbul, 5 Mayıs Manisa-Çanakkale, 13 Mayıs İzmir, 20 Mayıs Samsun, 26 Mayıs Denizli ve 9 Haziran Diyarbakır mitingleriyle devam etmiştir. Söz konusu mitinglerde dikkat çeken husus ise mitingleri düzenleyen kişi ve kuruluşların darbe girişiminde 
adlarının geçmiş olmasıdır. Özellikle yukarıda da belirtildiği üzere söz konusu mitinglerin düzenlenmesinde başı çeken Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Genel Başkanı olan emekli Orgeneral Şener ERUYGUR’un emekli Oramiral Özden ÖRNEK’e ait günlüklerde darbe girişimlerinde adının geçmiş olması ve ERUYGUR’un cumhuriyet mitinglerinde oynadığı etkin rolün ise o zaman 
yapamadığı darbe girişimini sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri üzerinden yapmaya çalıştığı şeklinde yorumlanmıştır. 

2. 27 NİSAN BİLDİRİSİ VE BİLDİRİ SONRASI GELİŞMELER 

2.1. 27 NİSAN BİLDİRİSİ 

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylamasının yapıldığı ve ana muhalefet partisi CHP’nin söz konusu oylamayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığı günün gecesinde Genelkurmay Başkanlığı’nın laiklik ilkesinin aşındırıldığı görüşü üzerine temellenen basın açıklaması gelmiştir. Saat 23.17’de Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde yayınlanan söz konusu basın açıklamasında çeşitli laiklik 
karşıtı olduğu düşünülen uygulamalardan örneklerden verilmekte ve cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde laiklik konusunun tartışılıyor olmasından duyulan rahatsızlık belirtilerek TSK’nın bu tartışmalarda taraf olduğu ve laikliğin savunucusu olduğu, TSK’nın yapılmakta olan tartışmalarla ilgili gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacağı ve TSK’nın kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme kararlılığında olduğu vurgulanmıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin Mayıs ayında dolacak olması sebebi ile başlayan Cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili olarak özellikle anamuhalefet Partisi CHP’nin Türkiye’nin tepedeki üç makamın da Milli Görüşçü olmaması ve Cumhurbaşkanı’nın tüm partilerin uzlaşısı ile seçilmesi gerektiği düşüncesine birçok sivil toplum kuruluşu ile (Cumhurbaşkanı’nın TSK’nın başkomutanı sıfatı taşıdığı gerekçesi ile) müdahil olması, bu görüşlere AK Parti ve diğer sivil toplum kuruluşları tarafından itibar edilmemesi, ülkede gerginliği tırmandırmıştır.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt 12 Nisan’da Cumhurbaşkanı’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı olması sıfatı ile bu seçimlerin kendilerini de yakından ilgilendirdiğini belirtmiş ve seçilecek Cumhurbaşkanı’nın cumhuriyetin temel ilke ve kuralları ile Atatürkçülüğün gereklerine özde bağlı olması gerektiğini beyan etmesine ve birçok sivil toplum kuruluşu tarafından organize edilen 14 Nisan Cumhuriyet Mitingi’nin netice vermemesi sonucu süreç doğal olarak başlamıştır.

AK Parti Merkez Yönetim Kurulu Erdoğan’a seçimle ilgili tam yetki vermişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı adayını belirlemek üzere 
AK Parti içerisinde ağırlığı olan ve Milli Görüşçü olarak anılan TBMM Başkanı Bülent Arınç ile yaptığı görüşmeler sonucunda, sunduğu birkaç isimden hiçbirinin istenmemesi ve Arınç’ın ya kendisinin ya da Abdullah Gül’ün olmasını istemesi sonucu Abdullah Gül’ü aday ilan etmiştir.

http://e-muhtira.com/27-nisan-2007-e-muhtira-bildiri-sureci/

Genelkurmay Başkanlığı Basın Açıklaması 
Tarih: 27 Nisan 2007 
No: BA-08/07 

“Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları 
müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin 
bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. 

Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl 
amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle 
şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır. 

<     Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile 27 Nisan 2007 tarihinde gece saat 23:20’de  yaptığı, lâiklikle ilgili açıklama. Türkiye kamuoyunda hakim olan görüş, basın açıklamasının “muhtıra” olduğu yönündedir. Bildiri internet aracılığıyla verildiği için “e-muhtıra” olarak da adlandırılmıştır.

Genelkurmay Başkanlığı’nın 12 Nisan tarihinde, yapılacak olan Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yaptığı ve birçok köşeyazarının katıldığı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Atatürkçülüğe, laikliğe ve cumhuriyetin temel ilkelerine sözde değil özde bağlı” bir Cumhurbaşkanı adayı profilinin çizildiği “Basın Bilgilendirme Toplantısı”nın ardından yaşanan adaylık sürecinin ve rejim ile ilgili kaygıların değerlendirildiği ve şimdiye kadarki Genelkurmay Başkanlığı Basın açıklaması metodolojisine uymayan açıklama ile başlayan süreç.

Açıklamanın ardından birçok gazeteci ve yazar tarafından yapılan değerlendirmelerde bu açıklamanın olağan bir açıklama sayılamayacağını; bunun Genelkurmay Başkanlığı tarafından alışılmadık bir üslup ile kaleme alındığı ve bir muhtıra olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır.

29 Ağustos 2011’de açıklama Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesinden kaldırmıştır.

http://e-muhtira.com/27-nisan-genelkurmay-baskanligi-basin-aciklamasi/   >   devamla..,


Bu bağlamda; 

Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde Kur'an okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir. 

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur. 

Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer Beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim Okulunda   kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir. 

Okullarda kutlanacak etkinlikler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine rağmen, herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı gözlenmiştir. 

Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir. 

Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da ortaya çıkan 
olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir. 

Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında ifade ettiği “Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir. 

Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. 

Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. 

Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir. 

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.” 

27 Nisan 2007 E-Muhtıra’nın Etkileri,




Hükümet bildiriyi üzerine almış ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek ertesi gün bir basın açıklaması yaparak hükümetin de laiklikten yana olduğunu bildirmiştir. Hükümet alışılmadık bir şekilde, daha önceki askeri müdahalelerin ardından hükümetlerin takındığı tavırların aksine muhtırayı sert bir tepkiyle karşıladı. Cemil Çiçek konuşmasında Genelkurmay Başkanı’nın resmi olarak Başbakan’a bağlı olduğunu, görevleri itibarıyla Başbakan’a karşı sorumlu olduğunu belirtti.

Eski Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren ordunun gerek gördüğü için böyle bir açıklama yapmış olduğunu ve bunun görevi olduğunu belirtmiştir.[kaynak belirtilmeli]

Mecliste temsil edilen CHP, ANAP, DYP, HYP, SHP ile TBMM’de sandalyesi olmayan DSP, MHP, İP liderleri erken seçim kararı alınarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yeni Meclis tarafından yapılması gerektiğini basın açıklamaları ile belirtmişlerdir. Ancak hükümet böyle bir yolu tercih etmediklerini ve seçim sürecinin devam edeceğini açıklamışlardır. Abdullah Gül ise adaylıktan çekilmeyeceğini açıklamıştır.

TBMM’de 27 Nisan 2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi 1. turunda toplantı yeter sayısı olan 367 sayısına ulaşılamadığı gerekçesiyle CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itiraz başvurusu 1 Mayıs 2007 tarihinde haklı bulunarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turu iptal edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 24 Haziran ya da 1 Temmuz tarihinde erken seçime gidileceği açıklaması yaptı.

Ayrıca, 1973 ve 1980’de olduğu gibi askerlerin Cumhurbaşkanlığı sürecine artık müdahil olmalarını engellemek için, Anavatan Partisi’nin teklifi TBMM tarafından kabul edilerek Anayasa değişikliği yapıldı ve bundan sonra Cumhurbaşkanlarının 5 senede bir doğrudan halk (cumhur) tarafından seçilmesi kabul edildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP itiraz ettikleri için bu değişiklik referandum ile halkoyuna sunuldu ve %68 oy oranı ile kabul edilerek kesinleşti.

<  http://e-muhtira.com/27-nisan-2007-e-muhtiranin-etkileri/  >

VİDEOLAR;

1_  27 Nisan Bildirisi / E-Muhtıra - O Gün Neler Yaşandı? - Dünya Gündemi - TRT Avaz
     <  https://www.youtube.com/watch?v=nbLW2L5vX7Q  >

2_  Genelkurmay Basın Bilgilendirme Yaşar Büyükanıt 12 Nisan 2007 « Asker.TV
      <  https://www.youtube.com/watch?v=wQ8qvFS1Iyw  >


2.2. HÜKÜMETİN BİLDİRİYE CEVABI 

Genelkurmay Başkanlığı’nın cumhurbaşkanlığı seçim sürecinden yola çıkarak siyaset kurumuna ve yargıya müdahale niteliği taşıyan basın açıklamasına Hükümet tarafından ertesi gün cevap verilmiştir. Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil ÇİÇEK tarafından, 28 Nisan 2007 günü saat 15.00’da, Hükümet adına açıklama yapılmış ve Hükümet söz konusu basın açıklamasına sert bir 
tepki ortaya koyarak daha önce askeri müdahalelere maruz kalan hiçbir Hükümetin yapamadığı bir duruş sergilemiştir. 

Hükümetin söz konusu basın açıklamasına cevabında öncelikle bu tür bir açıklamanın Hükümete karşı bir tutum olarak algılandığı ifade edilerek bu tür bir açıklamanın demokratik devlet düzeni bakımından yadırganması gereken bir durum olduğu belirtilmiştir. Açıklamada Genelkurmay Başkanlığı’nın bağlılık ve sorumluluk durumu hatırlatılarak Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir 
konuda Hükümete karşı bir ifade kullanmasının demokratik bir hukuk devletinde düşünülemeyecek bir husus olduğu vurgulanmıştır. Açıklamada ayrıca, cumhurbaşkanı seçim sürecinde bir gece yarısı açıklaması yapılmış olmasının Anayasa Mahkemesi’ni etkilemeye yönelik bir girişim olarak algılanacağı, Hükümetin Anayasa ile belirlenen demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma niteliği konusunda herkesten daha fazla taraf ve hassas olduğu, Türkiye'nin her sorununun hukuk kuralları ve demokrasi içinde çözüleceği ve Hükümet ile TSK’yı karşı karşıya getirme niyetinde olanların bu çabalarının boşa çıkarılması gerektiği hususları belirtilmiştir. 

Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil ÇİÇEK'İN 28 Nisan 2007 günü saat 15.00'te yaptığı açıklama aşağıda sunulmuştur: 

''Dün Genelkurmay başkanlığı tarafından çeşitli konulardaki görüşlerini ifade eden bir açıklama basın yayın organlarına gece yarısı verilmiş ve Genelkurmay başkanlığının internet sitesinde yayınlanmıştır. 

Bu açıklama Hükümete karşı bir tutum olarak algılanmıştır. 
Kuşkusuz, demokratik bir düzende bunun düşünülmesi dahi yadırgatıcıdır. 

Öncelikle söylemek isteriz ki, Başbakana bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığının herhangi bir konuda Hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. 

Genelkurmay Başkanlığı, Hükümetin emrinde, görevleri Anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. 

Bu metnin basın yayın organlarına verilmesi ve Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlanmasındaki zamanlama manidardır. Öncelikle, devletimizin yüce makamı olan Cumhurbaşkanlığına 11. Cumhurbaşkanını seçme sürecinde böyle bir metnin, hem de gece yarısı ortaya çıkması son derece dikkat çekicidir. 

Bunun, bu hassas dönemde, Anayasa Mahkemesi eksenli tartışmalar yapılırken ortaya çıkması, yüce yargıyı etkilemeye yönelik bir girişim olarak algılanacaktır. 

Herkes şunu açıkça bilmelidir ki, Hükümetimiz, devletimizin Anayasa'nın 1,2 ve 3. maddelerindeki temel ve vazgeçilmez ortak değerleri, ülkemizin birlik ve bütünlüğü, milletimizin saygınlığı, Türkiye'nin laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olma niteliği konusunda herkesten daha fazla taraftır ve hassastır. 

Türkiye'nin milli birlik ve bütünlüğü ve Türk Milletinin esenliği bu değerlerin korunması ile mümkündür. 

Cumhuriyetimizin temel niteliklerine, Anayasa ve yasalara aykırı, gerçek ve tüzel kişiler tarafından zaman zaman ortaya konan hiçbir tutum ve davranışı tasvip etmek mümkün değildir. 

Bu durumlarda zaten başta Cumhuriyet Savcıları olmak üzere, soruşturma makamları hiç kimseden izin almadan gerekli soruşturmaları yapma yetkisine sahiptirler. Bu konularda gereğini yapmak vazifeleridir. 

Ayrıca Hükümetimizin ve bağlı birimlerin gerek basın yoluyla duyulan, gerekse çeşitli ortamlarda dile getirilen, devletimizin temel değerleri ile çelişen uygulamalar konusunda duyarsız kalması sözkonusu olamaz. 

Bu nedenle ilgili metinde Genel Kurmay Başkanlığı'nın Hükümetle ilişkileri bakımından son derece yanlış ifadelerin yer alması üzücü olmuştur. Devletimizin tüm temel kurumlarının bu konularda daha özenli ve dikkatli olması gerektiği, Türkiye'nin güçlenme, modernleşme ve demokratik standartlarını yükseltme sürecinin sağlıklı yürümesi bakımından zorunludur. Aksi halde devletimizin 
güçlenmesine, ülkemizin huzur ve refahına telafi edilemez zararlar verilmiş olacaktır. 

Devletimizin temel değerlerini koruma konusunda birincil görev Hükümetindir, Hükümet bu konuda tavizsiz bir şekilde taraf olduğu için, Hükümete bağlı tüm kurumların da bu doğrultuda taraf olmaları zaten eşyanın tabiatı gereğidir. 

Türkiye'nin her sorunu hukuk kuralları ve demokrasi içinde çözülecektir. Aksi bir düşünce ve tutum asla kabul edilemez. Herkese ve her kuruma düşen görev, bu sürecin işlemesini kolaylaştırmaktır. Bunun dışındaki arayışların ülkemize ve milletimize ne kadar zarar verdiği geçmişte yeteri kadar, acı biçimde tecrübe edilmiştir. 

Hükümetimiz, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizi daha da güçlendirmek ve demokrasimizi zedeletmemek konusunda tam bir kararlılık içindedir. 

Cumhuriyetimiz ve Demokrasimiz vazgeçilmez, geri döndürülemez bir kazanımdır. Bugün devletimizin temel niteliklerini korumak konusunda hepimiz el ve gönül birliği içinde geleceğe nasıl daha güçlü yürürüz onun mücadelesini vermeliyiz. Enerjimizi iç tartışmalarla tüketmek yerine ülkemizi küresel rekabette daha güçlü hale getirmeye ve milletimizin refah ve mutluluğunu arttırmaya sarf etmeliyiz. 

Bu bağlamda, bazı iyi niyetli olmayanların hükümetimizle Türk Silahlı Kuvvetlerimizi karşı karşıya getirme çabalarını boşa çıkarmalıyız. 

Türkiye'nin uluslararası toplumda itibarını zedeleyen, çağdaş dünyadaki konumumuza zarar veren, Türk ekonomisinin istikrarını tehdit eden, demokrasiye aykırı ve Türk Milletinin vicdanında yara açan davranışlardan tüm sorumluluk sahiplerinin kaçınması gereklidir. 

Güven ve istikrarı zedeleyenler, ülkemizin ve milletimizin ali menfaatleri bakımından doğuracağı olumsuz sonuçların sorumluluğunu da yükleneceklerini bilmelidirler.''319 



5 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 3

27 NİSAN E- BİLDİRİSİ , BÖLÜM 3


Görev süreleri dolan komutanların devir-teslim törenlerinde yaptıkları konuşmaların da siyasi iktidara muhalefeti seslendirmenin bir aracı olarak kullanıldığı görülmüştür. 27 Ağustos 2003 tarihinde yapılan törende Orgeneral Cumhur ASPARUK: “Milletler uzaydan dünyaya hakimiyetini kontrol ederken, maalesef biz Türk milleti olarak, yüz yıl geriye gidip bir kısır döngü içerisinde, mavi akım, imam hatip okulları, tesettürlüler, tarikatlarla uğraşmaktayız”,308 28 Ağustos 2003’te düzenlenen törende Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent ALPKAYA, ‘‘Bugün ülkemizin bölünmez bütünlüğünü ve cumhuriyetimizin laik ve demokratik yapısını tehdit eden iç ve dış kaynaklı bölücü ve köktendinci faaliyetler maalesef içinde bulunduğumuz Cumhuriyet'in 80. yılında da 
varlıklarını devam ettirmektedirler’’, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin DOĞAN ise 20 Ağustos 2003’te: ''Kuşkusuz bugün ulusal güvenliğimizin korunmasında öne çıkan en temel görev, laik, demokratik Cumhuriyetin aşındırılmasına geçit verilmemesidir. Laik cumhuriyete sinsice saldırıların sürdüğü, mütareke yıllarını anımsatan aymazlık ve hatta ihanetlerin sergilendiği bu dönemde, 
Cumhuriyet'e gönülden bağlı bütün güçlerin el ve gönül birliği yapması, birbirleriyle daha fazla kenetlenmesi gerektiğine inanıyorum. Ulusumuz aydınlık yarınlar için bir savaşım verirken, O'nun ordusu elbette onun yanında yer alacaktı”309 şeklinde konuşmuştur. 

Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden ÖRNEK’e ait olduğu iddia edilen ve 2003-2004 yıllarını kapsayan günlüklerin Nokta Dergisinde yayınlanması bu döneme ait darbe girişimlerini ortaya çıkarmıştır.310 Günlüklerde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç YALMAN, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden ÖRNEK, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Halil 
İbrahim FIRTINA ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener ERUYGUR’un “Sarıkız” isimli bir darbe planının hazırlıkları içinde olduğu anlatılmıştır. 

Günlüklerin Nokta Dergisinde yayımlanması üzerine Özden ÖRNEK’in şikâyetiyle Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alper GÖRMÜŞ hakkında soruşturma başlatılmış ve soruşturma sonucunda iftira atmak ve hakaret etmek suçlarından dava açılmıştır. Ayrıca Özden ÖRNEK hakkında şüpheli sıfatıyla askeri darbe hazırlığı iddiasıyla soruşturma başlatılmış, ancak savcılık yetkisizlik kararı vererek soruşturma evrakını yetkili olduğunu düşündüğü Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına göndermiştir. Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alper GÖRMÜŞ, aleyhine iftira ve hakaret etme suçundan açılan davadan beraat etmiş ve yapılan araştırmada günlüklerin Özden ÖRNEK’in bilgisayarından çıktığı teknik raporla kesinleşmiştir. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, asker kişiler hakkında görev ve sıfatlarından dolayı soruşturma başlatılmasının askeri kurum amirinin takdir ve değerlendirilmesine bağlı olması nedeniyle soruşturma evrakının Genelkurmay Başkanlığına göndermiş, Genelkurmay Başkanlığı mahkemeye gönderdiği cevabi yazısında ise iddia hakkında gerçek, somut ve tutarlı bir bilgi ve belge bulunmaması nedeniyle herhangi bir işlem 
yapılamadığını bildirmiştir. 

28 Mart 2004 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Seçimi, 3 Kasım 2002 Genel Seçiminde olduğu gibi AK Parti ve CHP ilk iki parti olarak çıkması ile sonuçlanmıştır. Seçim sonucunda AK Parti girdiği ilk mahalli idareler seçiminde İl Genel Meclisi Üyelikleri Seçiminde %41,67, Belediye Başkanlığı Seçiminde %40,18 ve Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Seçiminde ise %46,06; seçimin 
ikinci partisi olan CHP ise İl Genel Meclisi Üyelikleri Seçiminde %18,23, Belediye Başkanlığı Seçiminde %20,72 ve Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Seçiminde ise %24,45 oranında oy almıştır.


1.2. 2002-2007 YILLARI ARASINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN SALDIRI VE SUİKASTLER, 

Bu dönemde ülke gündeminde oldukça önemli yer edinen ve kamuoyunu sarsmaya yönelik saldırı ve suikastler gerçekleştirilmiştir. Bunlardan ilki Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Necip HABLEMİTOĞLU’nun 18 Aralık 2002 günü Çankaya’da evinin önünde vurularak öldürülmesidir. Failleri henüz bulunamamış olan söz konusu suikastın 
ardında kimlerin olduğuna ilişkin pek çok iddia ortaya atılmıştır. 

15 Kasım 2003 Cumartesi günü İstanbul’da bulunan Şişli Beth İsrael ve Beyoğlu Neve Şalom Sinagoglarına “El Kaide” terör örgütü tarafından gerçekleştirilen bombalama eyleminde iki eylemci dahil 26 kişi hayatını kaybetmiş, 303 kişi ise yaralanmıştır. Bu saldırılardan 5 gün sonra, 20 Kasım 2003 Perşembe günü ise HSBC Bank Genel Müdürlük binası ve İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu önünde meydana gelen bombalı saldırılarda aralarında İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Roger SHORT’un da bulunduğu 28 kişi hayatını kaybetmiş, 450 kişi ise yaralanmıştır. Her iki saldırıya da El-Kaide’ye bağlı Şehit Ebu Hafız el-Mısri Tugayı üstlenmiştir. 

Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005 tarihinde daha önce PKK terör örgütüne üye olmak suçundan ceza almış olan Seferi YILMAZ adlı bir kişiye ait Umut Kitabevi’ne düzenlenen el bombalı saldırıda iki kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Saldırının ardından Jandarma istihbarat astsubayları Özcan İLDENİZ ve Ali KAYA, ile itirafçı Veysel ATEŞ, “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak”, “adam öldürmek ve adam öldürmeye teşebbüs etmek”, “suç işlemek için anlaşmak” suçlarından tutuklanmışlardır. 

Trabzon Santa Maria Kilisesi Rahibi Andrea SANTORO 5 Şubat 2006 tarihinde 16 yaşındaki lise öğrencisi Oğuzhan AKDİN’in kamuoyunda hayalet silah olarak bilinen Glock marka bir tabanca ile gerçekleştirdiği silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Misyonerlik faaliyetlerine karşı gerçekleştirildiği iddia edilen olayın tek faili olan Oğuzhan AKDİN 18 yıl 10 ay 20 gün hapis cezasına 
çarptırılmıştır. 

Danıştay 2. Dairesine 17 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat Alparslan ARSLAN tarafından yine Glock marka tabanca ile gerçekleştirilen silahlı saldırıda Danıştay İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel ÖZBİLGİN hayatını kaybetmiş, dört Danıştay üyesi ise yaralanmıştır. Saldırgan ilk ifadesinde olayı Danıştay İkinci Dairesinin türban kararı nedeniyle gerçekleştirdiğini 
belirterek “Aldıkları karar Allah’ın adaletine sığmıyor. Cezalandırmak istedim” demiştir.311 Ancak daha sonra Alpaslan ARSLAN’ın saldırı ile ilgili olarak birlikte hareket ettiği kişilerin, Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atan kişiler olduğunun ortaya çıkması ile saldırı farklı bir nitelik kazanmıştır. 

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant DİNK 19 Ocak 2007 tarihinde Agos Gazetesi binasının çıkışında Trabzon’un Pelitli Beldesinden gelen Ogün SAMAST adlı saldırgan tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Hrant DİNK cinayeti davasında, saldırgan Ogün SAMAST, azmettirici Yasin HAYAL, yardımcı istihbarat elemanı Erhan TUNCEL 
ile birlikte 19 kişi yargılanmıştır. Yargılama neticesinde sanıklardan Ogün SAMAST 21 yıl 6 ay hapis cezasına, Yasin HAYAL ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış, Erhan TUNCEL ise “Hrant DİNK’i tasarlayarak öldürmek” suçundan beraat etmiştir. Davada mahkeme bütün sanıkların, “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan ise beraatlarına karar vermiştir. 

Malatya'da 18 Nisan 2007 tarihinde Hristiyanlıkla ilgili kitap ve broşür basan Zirve Yayınevi beş kişi tarafından basılmış ve söz konusu yayınevinde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart GESKE ile Necati AYDIN ve Uğur YÜKSEL boğazları kesilerek öldürülmüştür. Saldırganlar ilk beyanlarında öldürdükleri kişilerin Malatya ilinde misyonerlik faaliyetleri içersinde olduklarını, 
Müslümanlığı kötülediklerini ve bu yüzden öldürdüklerini beyan etmişlerdir. Dava ile ilgili olarak hazırlanan ek iddianame ile emekli Orgeneral Ahmet Hurşit TOLON “silahlı terör örgütünü kurma ve yönetme”, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme”, “tasarlayarak kasten öldürmeye azmettirme”, “kişiyi hürriyetinden 
yoksun kılmaya azmettirme” ve “konut dokunulmazlığını ihlale azmettirme” ve “nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme” suçlarından bir numaralı şüpheli olarak yargılanmaktadır. 

25 Nisan 2007 günü Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) merkez binası önüne gelen bir şahıs YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ ile görüşmek istediğini belirtmiş ve güvenlik görevlilerinin kendisine mani olmaları üzerine havaya üç el ateş ederek olay yerinden kaçmıştır. Olayı gerçekleştirdiği tespit edilen Nurullah İLGÜN ve olayın azmettiricisi olarak Bülent ASKEROĞLU ile birlikte toplam altı kişi yakalanmış ve yakalanan Nurullah İLGÜN'ün üzerinden Kuvayı Milliye Derneği’ne ait bir kartın bulunduğu tespit edilmiştir. 

Cumhuriyet Gazetesi çizeri olan Turhan SELÇUK’un 16 Nisan 2006’da başına türban bağlamış domuz şekli çizmesi kamuoyunda büyük tartışmalara ve tepkiye yol açmış ve bu olay sonrasında 5-10-11 Mayıs 2006 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesi’ne üç defa el bombası atılmıştır. Söz konusu karikatüre yönelik tepkilere Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan SELÇUK 23 Mayıs 2006 tarihli yazısında “Turhan’ın karikatüründe türban takmış domuzun resmedilmesine mürteci hemen tepki gösterdi, çünkü karikatürde kendini görüyor” karşılığını vermesi de mevcut gerginliği daha da artırmıştır. Cumhuriyet Gazetesinin bombalanmıştır. Bu olay sonrası dava açılmış ve yargılama devam etmektedir. 

1.3. 367 TARTIŞMALARI VE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı 2007 yılına girilmesi ile beraber cumhurbaşkanlığı seçimi ve kimin cumhurbaşkanı seçileceği konusu Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 2007 Nisan ayına kadar cumhurbaşkanlığı seçimini konuşmayacakları açıklamasına312 rağmen siyasetin bir numaralı tartışma konusu olmuştur. 

Cumhurbaşkanlığı seçimi giderek AK Parti’ye karşı muhalefetin yoğunlaştığı bir alan haline gelmiş ve “irtica-laiklik-türban” tartışmalarının etrafında cereyan etmeye başlamıştır. Tartışmaların özellikle Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın cumhurbaşkanlığı adayı olacağı varsayımı üzerinde yoğunlaşması ile beraber cumhurbaşkanlığı seçimi konusuna TSK’nın dahil edilmeye çalışıldığı 
görülmüştür. CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL’ın “Erdoğan cumhurbaşkanı olmamalı. Silahlı kuvvetler buna kayıtsız kalmayacaktır diye düşünüyorum.”313 ve “Başbakan Başkomutan olamaz. TSK ile uyumsuz birinin başkomutanlık yetkisini de kuşanan cumhurbaşkanlığına oturması engellenmelidir. Kamuoyuna cumhurbaşkanlığı seçiminin başkomutanlık boyutunu da anlatmalıyız”314 
yönündeki açıklamaları ile cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının odağına TSK’nın çekilmeye çalışıldığını göstermektedir. 

Genelkurmay Karargahı’nda, 12 Nisan 2007 tarihinde kuvvet komutanlarının da hazır bulunduğu bir basın bilgilendirme toplantısında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT: “…seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda TSK’nın başkomutanıdır. Bu yönüyle TSK’yı yakından ilgilendirmektedir. Biz hem cumhurbaşkanımızın hem de aynı zamanda başkomutanımızın Silahlı Kuvvetler ve Türk milletinin sahip olduğu cumhuriyetin temel değerlerine, anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter 
yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum. Tabii ki yasal mevzuatı, anayasayı, hukuku, cumhurbaşkanı nasıl seçiliyor, bunların hepsini biliyoruz. Hem vatandaş hem TSK’nın bir personeli olarak cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı 
seçilecek olmasını umut ediyoruz. Bunu biz bilemeyiz. Karar Meclis’in kararıdır. Cumhurbaşkanlığı konusunda zaten bundan başka da bir şey söyleme durumunda değilim. Hukuken de hakka sahip değilim.”315 diyerek cumhurbaşkanlığı seçimi hakkında tartışmalara dahil olmuştur. 

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER de 13 Nisan 2007 tarihinde Harp Akademileri Konferansında yaptığı konuşmada: “Türkiye'de siyasal rejim, Cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Laik Cumhuriyet'in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler, bu konuda aynı amaç 
doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir. Dış güçler, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabilmesi için öncelikle siyasal rejiminin "laik Cumhuriyet"ten, "demokratik Cumhuriyet" adı altında, "Ilımlı İslam Cumhuriyeti"ne dönüştürülmesini öngörmektedirler. Ilımlı İslam, Devlet'in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin din kurallarından belli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir. Bu niteliğiyle Ilımlı İslam modeli, İslam'ı kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle, "irticai" bir 
modeldir. Türkiye bölge için, ancak laik, demokratik hukuk devleti niteliği ile örnek oluşturabilir; bu yöndeki deneyimlerini paylaşmaya hazırdır.”316 diyerek mevcut tartışma ortamına “rejim” tartışmasını da eklemiştir. 

Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik muhalefetin bir diğer aracı ise Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih KANADOĞLU’nun ortaya attığı görüş olmuştur. KANADOĞLU, TBMM'nin cumhurbaşkanı seçimi için Anayasa'nın 102. maddesinde öngörülen üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile toplanması gerektiği, ilk turda TBMM Genel Kurulu’nda en az 367 kişi bulunmaması durumunda diğer turlara geçilemeyeceğini ve Anayasa uyarınca erken seçimin kaçınılmaz olacağını ileri sürmüştür. Bu görüş uyarınca o dönemde 354 milletvekili ile TBMM’de temsil edilen AK Parti’nin muhalefet desteği olmadan yeni cumhurbaşkanını seçmek için TBMM Genel Kurulu’nu toplayamayacaktı. Sabih KANADOĞLU bu görüşünün yanı sıra, “Bugünkü siyasi tablonun sorumlusu yüksek yargıdır. Önceki aymazlığı şimdi göstermeyeceğini umuyorum” diyerek Anayasa Mahkemesi’ni etki altına almaya matuf açıklamalar da yapmıştır.317 

Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları devam ederken 24 Nisan 2007 tarihinde Ak Parti Grup Toplantısında cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah GÜL açıklanmıştır. 27 Nisan 2007 Cuma günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci oylamada 361 milletvekili oy kullanmış, seçime tek aday olarak katılan Abdullah GÜL 357 oy almış, 3 oy geçersiz, 1 oy ise boş çıkmıştır. Cumhurbaşkanı 
seçimi için yapılan oylamada Anayasa'nın 102. maddesinde öngörülen üçte iki çoğunluğun sağlanamaması üzerine Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci oylamasının 2 Mayıs 2007 Çarşamba günü yapılması kararlaştırılmıştır. CHP’nin yanı sıra cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak hareket etme kararı alan ANAP ve Doğru Yol Partisi (DYP) de oylamaya katılmama kararı almışlardır. Oylamaya 
Ak Parti milletvekilleri dışında Esat CANAN (CHP), Ümmet KANDOĞAN (DYP), Mehmet ERASLAN (DYP), Miraç AKDOĞAN (ANAP), Hasan ÖZYER (ANAP), bağımsızlar Hamza ALBAYRAK, Süleyman BÖLÜNMEZ, Ülkü GÜNEY, Fuat GEÇEN, Göksal KÜÇÜKALİ katılmışlardır.318 

İlk tur seçimin ardından aynı gün içinde CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunularak cumhurbaşkanı seçimine ilişkin ilk oylamanın Anayasa’nın 96. ve 102. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve iptal kararı yürürlüğe girinceye kadar bu uygulama ile oluşan içtüzük hükmünün yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istenmiştir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***