Ortadogu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ortadogu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2019 Pazar

TÜRKIYE-IRAK EKONOMIK İLİŞKİLERİ, İŞİD VE ÖTESİ,

TÜRKIYE-IRAK EKONOMIK İLİŞKİLERİ, İŞİD VE ÖTESİ




SAYI: 56
TEMMUZ 2014
PERSPEKTİF
Türkiye-Irak Ekonomik İlişkileri, IŞİD ve Ötesi,
HATİCE KARAHAN

• Türkiye-Irak ekonomik ilişkilerinin bileşenleri nelerdir? 
• IŞİD olayları Türkiye’nin Irak pazarını nasıl etkiledi?
• Gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki potansiyel etkileri nelerdir?

GİRİŞ

Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi, 2014 yılının ilk çeyreğinde dış talep yönünde dengelenme sergileyerek net ihracatın motor güç olduğu bir büyüme gerçekleştirdi. 
Zira söz konusu dönemde kaydedilen yıllık bazda yüzde 4,3 oranındaki GSYH (Gayrisafi Yurtiçi Hasıla) artışının 2,7 puanı net ihracat kaleminden geldi. 
Öncü göstergeler, ulusal ekonominin, yılın 2. çeyreğinde de dış ticaret desteğiyle büyümeye devam ettiğini gösteriyor. 

Nitekim veriler, ihracatın artışını sürdürürken ithalatın ise keskin bir düşüş kaydettiğini açıkça ortaya koyuyor. 
Bu ise net ihracatın, GSYH büyümesini yukarı, cari açığı ise aşağı yönlü etkilediği bir tablo çiziyor. Bir başka deyişle, Türkiye ekonomisi 2014 yılında makul bir 
oranda büyürken, cari açık artmıyor, aksine azalıyor. 

Rakamlar incelendiğinde, bu gelişmede öne çıkan başlıca aktörün ise ihracat olduğu görülüyor. Bu dönemde Türkiye’nin ihracat performansına enerji 
veren ana bileşen ise, AB bölgesindeki toparlanma ve bunun ithalata yansıması oldu. Yılın ilk yarısında Türkiye’nin mal ihracatı yüzde 6,7 artarken, bunun 6 
puanı AB pazarından geldi (Şekil 1). Ortadoğu pazarı bu hızın 2,1 puanını açıklarken, oran, BDT, Asya, Afrika ve Amerika bölgelerindeki kısmi daralmalar la ise bir miktar aşağı çekildi. Bu veriler, ulusal ihracatın gelişiminde, motor güç olan AB pazarının yanı sıra, Ortadoğu’dan gelen katkının da, halen kayda değer bir düzeyde olduğuna işaret ediyor. 

Öte yandan, Türkiye’nin Ortadoğu pazarındaki en önemli ticaret ortağı olan Irak’ta son dönemde yaşanan gelişmeler, bölgesel siyasi dengeleri sarsmakla 
beraber, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri de zedeler nitelikte cereyan ediyor. Nitekim Haziran ayında patlak veren IŞİD olayları nedeniyle, Türkiye’nin Irak’a yaptığı ihracat söz konusu dönemde yıllık %21 oranında geriledi 1. 
1. TİM verileri bazında altın hariç mal ihracatı

Dolayısıyla Haziran verileri, Türkiye açısından oldukça önemli bir pazar ve yatırım bölgesi olan Irak’taki karmaşanın, uzun süreli devamı halinde ekonomik anlamda da sıkıntılar yaratacağına işaret ediyor. 

Bu bağlamda, bu perspektif çalışması, Türkiye ve Irak arasındaki ekonomik ilişkiler çerçevesinde, IŞİD olaylarının mevcut ve potansiyel etkilerini tartışmaktadır.

PERSPEKTİF 2
setav.org

TÜRKİYE-IRAK TİCARİ İLİŞKİLERİNİN YAPISI

Türkiye’nin ihracatında Almanya’dan sonra en büyük ikinci pazar konumunda olan Irak, 2013 yılında pastanın yüzde 7,9 oranında önemli bir dilimine sahip 
oldu (Şekil 2). Irak’a yapılan ihracat son yıllarda oldukça güçlü çift haneli rakamlarla büyürken, 2013 yılında ise yüzde 10 bandına inerek ivme kaybetmiş 
olmasına rağmen, bu dönemin de ihracat lokomotifi olmayı sürdürdü. Nitekim ihracat yapılan önde gelen ülkelere dair veriler analiz edildiğinde, 2013’te ulusal 
ihracat gelişim hızına en büyük desteğin 0,7 yüzde puanla Irak’tan geldiği görülüyor (Şekil 3). 

ŞEKİL 1. ÜLKE GRUPLARININ TÜRKIYE MAL İHRACATI* GELIŞIM HIZINA KATKISI (YÜZDE PUAN, YILLIK, OCAK-HAZIRAN 2014)
Kaynak: TİM, Yazarın Hesaplamaları

* Altın ihracatı hariç


ŞEKİL 2. TÜRKIYE İHRACATINDA ÖNDE GELEN 20 ÜLKENIN PAYI (YÜZDE, 2013)
Kaynak: TÜİK
TÜRKIYE-IRAK EKONOMIK İLİŞKİLERİ, İŞİD VE ÖTESİ
setav.org 3

Kısaca ifade etmek gerekirse, Irak pazarı, gerek toplamdaki payı, gerekse gelişim hızı açısından, Türkiye ihracatının son yıllardaki temel itici güçlerinden 
olma özelliği taşıyor. 

Bununla birlikte, Irak’ın, Türkiye’den birçok sektörün ihracat yaptığı bir nokta olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Pazar, demir-çelikten elektroniğe, 
makineden plastiğe, mobilyadan süt ürünlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede, Türk ürünlerine ciddi bir talep gösteriyor. Buna paralel olarak, 2013 yılında Irak’a yapılan ihracatın %70’e yakınını 13 fasıl oluşturdu (Şekil 4). 

Bu gerçek, daha az sayıda sektörün yoğunlaştığı diğer büyük pazarlarla kıyaslandığında, Irak’a yapılan ihracatın çok ürünlü farklı bir yapı sergilediği tespit ediliyor. Bu noktada, Irak’a yapılan ihracatın daralmasından, Türkiye’nin toplam ihracat gelişiminin yanı sıra, çok sayıda sektörün de olumuz etkilenme potansiyeline sahip olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla ihracat kanadı, Haziran ayında yaşanan gelişmelerin uzun süreli olmasından, geniş çapta haklı bir endişe duyuyor.

ŞEKIL 3. ÖNDE GELEN 20 PAZARIN TÜRKIYE’NIN İHRACAT GELIŞIM HIZINA KATKISI (YÜZDE PUAN, YILLIK, 2013)
Kaynak: TÜİK, Yazarın Hesaplamaları


ŞEKİL 4. TÜRKIYE’NIN IRAK İHRACATINDA ÖNDE GELEN SEKTÖRLERIN PAYLARI (YÜZDE, 2013)
Kaynak: TradingEconomics, Yazarın Hesaplamaları
PERSPEKTİF
setav.org

IŞİD OLAYLARININ IRAK PAZARINA YANSIMALARI

Haziran ayında yaşanan IŞİD kaynaklı düşüşün arka planı incelendiğinde ise, iki temel neden göze çarpıyor. Bunlardan ilki, bölgede yaşanan kaos nedeniyle oluşan belirsizlik ortamında, talebin aşağı yönlü hareket etmesi olarak ifade edilebilir. Savaş atmosferinde talebin düşüş sergilemesi, daha önce birçok örnekte görülmüş beklenen bir gelişme olarak kabul edilebilir. Hatta böylesine bir eğilimin, bir süre sonra yeniden tersine dönmeye başlayabileceği de düşünülebilir. 

Nitekim Suriye ve Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin seyrinin de, son yıllarda bu şekilde geliştiği ifade edilebilir. Zira ülkede 2011 yılında alevlenen olaylar 
nedeniyle Türkiye’den yapılan ithalat ani bir gerileme göstermekle beraber, sonrasında kademeli olarak artmaya ve gözle görülür biçimde canlanmaya başladı. 
Buna paralel olarak, Irak pazarında tüketilen birçok Türk ürününün muadili bulunmadığı da göz önüne alındığında, söz konusu talebin belli bir süre sonra yeniden toparlanabileceği bekleniyor.

Bununla birlikte, Haziran ayındaki daralmada, gelişmelerin geleceğe yönelik seyrini de belirleyecek olan daha güçlü bir nedenin, IŞİD’in mevcut ticaret 
yollarını kapatması olduğu anlaşılıyor. Türkiye’den bölgeye yapılan ihracat, genel itibariyle Kuzey Irak bölgesinde önemli bir talebe karşılık vermekle beraber, 
ağırlıklı olarak Merkez ve Güney Bölgelerine iletiliyor. 

Bu noktada, Irak’a sevk edilen malların önemli bir kısmının varış noktasının Bağdat bölgesi olduğunu belirtmek gerekir. Bağdat’a inen Musul yolu ise, Haziran ayında örgüt tarafından bloke edildi. Dolayısıyla, Türkiye’nin Bağdat’a ihracatta kullandığı ana yol olan Musul güzergâhı, kullanılamaz bir duruma geldi. Alternatif bir yol olan Süleymaniye-Bağdat hattı ise gerek maliyet gerekse güvenlik anlamında, ihracatçı ve taşımacı firmalar açısından elverişli gözükmüyor. 

Öte yandan, bölgede Bağdat’a ulaşımın bu şekilde engellenmesiyle birlikte, Türkiye’den gönderilen mallar, geçici bir çözüm olarak, Kuzey Irak’ta bulunan 
depolara yığıldı. Bununla birlikte, Zaho, Duhok ve Erbil’de yer alan söz konusu bu depoların kapasitelerinin de doyum noktasına ulaştığı bildiriliyor. Nitekim 
son verilere göre, Türkiye Irak’a ihracat kapsamında, karayolu ile yılda 700.000 civarında sefer düzenliyor. 
Bu ise, günde yaklaşık olarak 2.000 sefer anlamına geliyor. 
Böylesine bir ticaret hacmini ise, bölgedeki depoların kaldırabilmesi beklenemez. Ayrıca bu noktada, ürünleri TIR’larda bekletilen ve depolara aktarılamayan 
çok sayıda ihracatçının da, durumdan mustarip olduğunu eklemek gerekiyor. 

Bu minvalde, Irak pazarına yapılan ihracatın düşüşünü durdurmak ve yeniden canlanmasını sağlamak için ufukta görünen yegâne etkili çözüm, ülkenin Orta 
ve Güney bölgelerine giden yolların açılması olarak gözüküyor. Söz konusu güzergâhların uzun süre açılmaması halinde ise, Türkiye’nin ülkenin bu bölümlerine yaptığı ihracat ciddi bir şekilde sarsılabilir. Bu durumun taşıdığı risk nedeniyle, alternatif yol arayışları şimdiden gündeme alındı. Bunların başında ise, İran üzerinden Güney Irak’a ulaşma ihtimali geliyor. 
Bölgeye İran üzerinden yapılacak taşımacılık, çaresiz kalındığı takdirde devreye girebilir fakat bunun da maliyet artırıcı bir yönü olduğunu unutmamak gerekiyor. 
Bu bağlamda, İran merkezli taşımacılık şirketleriyle yapılacak anlaşmalar da önem taşıyor. Buna ek olarak, Irak’ta Bağdat ve Güney bölgelere erişimi sağlayan ulaşımın kesilmiş olmasının, Türkiye’nin bu yolu kullanarak ulaştığı diğer ülkelere yapılan ihracatı da olumsuz etkileme potansiyeli mevcut. İşte bu nedenle, alternatif hat arayışlarının ciddi bir önem taşıyor olduğunu vurgulamak gerekiyor.

IRAK BAĞLAMINDA DİĞER EKONOMİK ETKİLEŞİMLER

IŞİD olaylarının, Türkiye’nin cari açığındaki mevcut düşüş ivmesini, bölgeye yapılan ihracatı yavaşlatarak azaltma potansiyelinin yanı sıra, ithalat kanadından da etkileme ihtimali bulunuyor. Buradaki başlıca faktörün ise, petrol olduğu söylenebilir. Nitekim bilindiği gibi, Irak OPEC kapsamında en büyük 2. petrol üreticisi ülke konumunu elinde tutuyor. Bu ise ülkenin, dünya petrol piyasalarındaki fiyatları etkilemek açısından önemli bir güce sahip olduğu anlamına geliyor. 

Dolayısıyla, Irak’ın petrol arzında bir sıkıntı yaşaması, petrol fiyatlarının tırmanmasını önemli ölçüde tetikleyecektir. Bu gerçek, esas itibariyle, IŞİD’in Musul’u işgal etmesinin hemen akabinde geçici bir süreliğine yaşandı. Bu bağlamda, olayların cereyan etmesinden hemen önceki günlerde spot piyasada Batı Texas petrolü WTI varil başı 103, Brent petrol ise 109 dolar bandındayken, Musul gelişmeleriyle birlikte fiyatlar hızla yukarı tırmanarak sırasıyla 107, 95 ve 115,19 düzeylerine ulaştı (Şekil 5). 

Sonrasında ise, gerek olayların Irak’ın önemli bir petrol üretim merkezi olan Güney bölgesine sıçramaması, gerekse ülkedeki petrol arzı konusunda herhangi 
bir sıkıntı olmadığının bildirilmesinin etkisiyle, piyasalar bir nebze nefes aldı. Böylelikle inişe geçen WTI ve Brent ham petrol fiyatları, Haziran sonunda sırasıyla 106,07 ve 111,03 seviyelerine geriledi. 
Söz konusu düşüş eğilimi, Temmuz rakamlarında da göze çarpıyor. Nitekim Temmuz ayının ilk haftasında WTI petrolün fiyatı 104 dolar, Brent petrolün fiyatı ise 110 dolar bandına geriledi 2.   
2. 4 Temmuz 2014 tarihli NASDAQ verileri

Bununla birlikte, olayların ne kadar süreceği ve hangi bölgelere sirayet edeceği konusu belirsizliğini koruyor. IŞİD’in özellikle ülkenin Güney bölümünde 
de harekete geçme ihtimali, petrole ilişkin kaygıları oldukça canlı tutuyor. İşte bu nedenle, ülkedeki kaosun yayılmaya devam etmesinin, mevcut durumda düşüş trendini benimseyen petrol fiyatlarını yakın gelecekte tetikleme ve gerek Türkiye gerekse diğer petrol ithalatçısı ülkeleri negatif yönde etkileme potansiyeline sahip olduğu ifade edilebilir. Bunun ise, Türkiye açısından, cari açığın olumlu gidişatına ve dış ticaretin ekonomik büyüme hızına sağladığı katkıya olumsuz bir etki yapacağı ortadadır. 

Öte yandan, Irak’ta 1.500 civarında Türk firmasının faaliyet gösterdiğini de belirtmek gerekir. Ülkedeki gerilimin sürmesi halinde, söz konusu şirketlerin yatırım ve hizmetleri durma noktasına gelme riski taşıyor. 
Buna bağlı olarak, özellikle inşaat alanında önemli projelere imza atan bu firmaların gelecekleri de, IŞİD çerçevesinde şekillenecek olaylarla belirlenecek. 
Sonuç olarak, IŞİD olayları, Türkiye’nin ihracat ve ithalat kanadında rol oynama nın yanı sıra, bölgedeki faaliyetler anlamında da olumsuz bir etki yapma ihtimalini bünyesinde barındırıyor.

SONUÇ: İKİLİ İLİŞKİLER, IŞİD VE ENERJİ

Türkiye-Irak hattındaki tüm bu ekonomik gelişmeleri ve muhtemel senaryoları, hikâyenin diğer parçalarıyla birleştirmek, resmi daha net görmek açısından önem taşıyor. Bu bağlamda, son dönemde yeşeren Türkiye-IKBY ilişkileri ile buna bağlı enerji işbirliği, yapbozun en kritik parçalarını oluşturuyor. Kerkük-Ceyhan petrol boru hattı aracılığı ile Türkiye’ye akışı sağlanan Kürt Bölgesel Yönetimi petrolünün uluslararası piyasalara sevk edilmeye başlanması, hiç şüphesiz tarihi öneme sahip bir gelişme olarak nitelendirilebilir. Bu işbirliği, uluslararası camiada olumlu karşılanmakla beraber, kaçınılmaz olarak belli kesimlerin tepkisini de topladı. IŞİD’in ele geçirmeye başladığı enerji noktaları ise, tam bu noktada yapbozun bir diğer önemli parçasını oluşturuyor. Nitekim bu anlamda stratejik olarak yol aldığı görülen örgüt, esas hedefinin, enerjiye sahip bir güce ulaşmak olduğunu gözler önüne seriyor. 

Türkiye’ nin Musul Konsolosluğuna yapılan saldırıyı da, bu minvalde tesadüf olarak görmenin pek mümkün olmadığı söylenebilir. 


ŞEKIL 5. HAM PETROL SPOT FIYATLARI (DOLAR, VARIL BAŞI)
Kaynak: U.S. Energy Information Administration


İşte tüm bu parçalar birleştirildiğinde, işin arka planında ve aslında geleceğinde, “enerji”nin yattığını görmek zor değil. Ne de olsa enerji, yeni küresel düzenin 
savaşlarında en temel Casus Belli… Irak’ı bir devlet olarak haritadan silecek söz konusu Casus Belli’nin, ne çapta bir hedefe oturtulduğunu ve bu bağlamda 
bölge dinamiklerinin nasıl şekilleneceğini, zaman gösterecek. Sürecin hızlı işlemesi ve belirsizliğin ortadan kalkması ise, Türkiye ekonomisinin, hiç şüphesiz yararına olacak. Öte yandan gelişmelerin, Türkiye’nin Kuzey Irak petrolü bağlamında üstlendiği ve TANAP’la pekişecek olan enerjideki yeni bölgesel kilit rolünü zedelemeden sonuçlanması da, bu süreçte tartışmasız bir şekilde kritik önem arz edecek.

SETA | Ankara
Nenehatun Caddesi No: 66 GOP Çankaya 
06700 Ankara TÜRKİYE
Tel:+90 312.551 21 00 | Faks :+90 312.551 21 90

SETA | Washington D.C. 
1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 
1106 Washington, D.C., 20036 USA
Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099 
www.setav.org | info@setav.org | @setavakfi

SETA | İstanbul
Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı 
No: 41-43 Eyüp İstanbul TÜRKİYE
Tel: +90 212 395 11 00 | Faks: +90 212 395 11 11

SETA | Kahire
21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen 
Flat No 19 Kahire MISIR
Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985 

***

14 Mart 2019 Perşembe

DEĞİŞEN ULUSLARARASI SİSTEMDE ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKALARI BÖLÜM 1

DEĞİŞEN ULUSLARARASI SİSTEMDE ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKALARININ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ, BÖLÜM 1




ORTADOGU  ABD İÇİN NEDEN ÖNEMLİ

Murat ERCAN* 
Ali AYATA**

* Doç. Dr. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi İ.İ.B.F ,Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi, 
murat.ercan@bilecik.edu.tr 

**Prof. Dr., Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi İ.İ.B.F ,Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, 
aayata@kmu.edu.tr 

Özet 

Uluslararası sistemin tarihsel sürecine baktığımızda her yüzyılda sistemi etkileyen başat güç konumunda yeni devletlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Modelski’nin de kuramında belirttiği gibi başat güç durumuna yükseliş 
ve düşüş ortalama yüz yıllık sürelerle olmaktadır. Her yüzyılda belirli bir devlet yükselerek dünya denizlerinde egemen duruma geçmekte ve bu egemenliğini hemen hemen yüz yıl sürdürmektedir. Bu süreç içerisinde başat güce meydan okuyan başka bir güç ortaya çıkmış ve bu iki güç arasındaki çatışmalardan üçüncü bir devlet yeni başat güç olarak denizaşırı alanlarda küresel dünya egemenliğini ilan etmiştir. Örneğin 15–16. yüzyılda önce Portekiz, sonrasında İspanya, 17 yüzyılda Hollanda, 18. yüzyılda Fransa, 19. yüzyılda İngiltere ve 20. yüzyılda ise ABD Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başlamasıyla sırasıyla dünya egemenliğini ilan etmişlerdir. 

20.yüzyılın başat gücü ABD ise, 19. yüzyılda dönemim başat gücü İngiltere ile Almanya arasındaki rekabet ve çatışmayı fırsata dönüştürerek küresel dünya egemenliğini ilan etmiştir. Dolayısıyla ABD 20. yüzyıl boyunca uluslararası sisteme yön vermiştir. “Değişen Uluslararası Sistemde ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği” başlıklı çalışmada 21. yüzyılın nasıl şekilleneceği ve bu bağlamda ABD’nin başat güç statüsünü devam ettirebilmek için nasıl bir yol izleyeceği sorunsalı üzerinde durulacaktır. Ayrıca çalışmada eğer ABD güç kaybetmekte ise ABD’ye meydan okuyan devlet veya devletler hangileridir? Yeni yüzyılın küresel dünyasında başat gücü olarak hangi devlet ön plana çıkabilir? gibi sorular analiz edilerek yenidünya düzeninin nasıl şekillenebileceğine dair muhtemel senaryolar ortaya konulmaya çalışılacaktır. 



Giriş 

İnsanlık tarihine bakıldığında hemen hemen her yüzyılda, dönemin koşullar ve şartlarına göre devletlerin başat güç pozisyonuna yükseldiği veya dünya siyasetindeki gücünü kaybettiği görülmektedir. Bilim insanları başat güce yükselişin ve güçten düşmenin ortalama olarak yüzyıllık bir süreyi kapsadığını ifade etmektedirler. Bir Devletin başat güç konumuna yükselişi veya düşüşünü 
devletlerin birbirileri ile çatışmasına veya çekişmelerine bağlamaktadırlar. Bilim insanları devletlerin başat güç konumuna yükselişini birbiri ile çekişen veya çatışan devletten birinin değil, bu iki devlet arasındaki çekişmeyi fırsata dönüştüren üçüncü bir devletin bu pozisyona yükseldiğini ifade etmektedirler. Bu çerçevede bakıldığında 15–16. yüzyılda önce Portekiz, sonrasında İspanya, 17 
yüzyılda Hollanda, 18. yüzyılda Fransa, 19. yüzyılda İngiltere ve 20.yüzyılda ise ABD Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başlamasıyla sırasıyla dünya egemenliğini ilan etmişlerdir. Bu devletlerin nasıl başat güç pozisyonuna yükseldikleri veya nasıl bu pozisyonlarını kaybettikleri gerek siyasi tarih, gerekse uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından kaleme alınarak analiz edilmiştir. 
Dolayısıyla bu çalışmada sadece ABD ilgili konuya yer verilmesi uygun görülmüştür. 

18. yüzyılın sonu ve 19. Yüzyılın başlarında bağımsızlığını ilan eden ABD, kısa bir süre sonra Monroe Doktrini ilan etmiş ve bu doktrinle birlikte kıtada hâkimiyetin sağlanmasının ve problemli Avrupalı devletlerin devletlerinin Amerika kıtasından uzaklaştırılması gerektiğini göstermiştir. Monroe Doktrini ile ABD uzun bir süre “Amerika Amerikalılarındır” mantığı ile hareket ederek, Avrupalıları Amerikan kıtasından uzak tutmayı başarmıştır. Avrupalı devletleri Amerikan kıtasından uzak tutmayı başaran ABD, öncelikle kıtada tamamen hâkimiyetini sağlamıştır. ABD kıtada hâkimiyetini sağlarken, Avrupa kıtasında ise savaş ve çatışmalar baş göstermiştir. Avrupa kıtasında 1815 Avrupa uyumu bozulmuş ve Avrupalı devletlerarasında rekabet artmış ve sömürge yarışı hız kazanmıştır. Özellikle 
Almanya’nın ulusal birliğini sağlamasıyla birlikte kıta Avrupa’sında ticaret, ekonomik ve sömürge alanlarında rekabet artmış ve Avrupa kıtasında dengeler değişmiştir. Bilhassa Almanya’nın ulusal birliğini sağlamasıyla Almanya, başta İngiltere olmak üzere Fransa ile ekonomik, ticari ve sömürge rekabetine girişmiş ve bu girişim Avrupalı devletleri kitlesel savaşlara sürüklemiştir.  

 Devletlerarasındaki bu rekabetten dolayı Avrupa kıtasında 20. yüzyılda iki büyük kitlesel savaş yaşanmıştır. Özellikle dönemin başat gücü İngiltere ile Almanya arasında yaşanan çatışmalar neticesinde ABD’nin başat güç olma yolunu açmıştır. 20.yüzyıl ABD’nin uluslararası sisteme yön vermesiyle şekillenmiştir. 

Fakat ABD’nin 20. ve 21.yüzyıl dış politika tarihine baktığımızda, ABD’nin tarihi pek çok yanlış kararlar ve kararlar sonrası yapılan muhasebeler ile doludur. Başta Vietnam Savaşı’nda yapılan hataları ABD karar vericilerinin sonraki dönemlerde de, özellikle Irak’ın işgali sürecinde de yaptığı görülmektedir. Bu iki savaşta da ABD kendini tekrar keşfetmeye çalışmış ve benzer hatalarıyapmıştır. 
Ancak ABD karar vericilerinin yapmış olduğu bu hatalar 21. yüzyılda Washington’un uluslararası siyaset üzerindeki hegemonyasının çatırdamasına ve ABD’nin Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da ciddi kırılmalar yaşamasına neden olmuştur. Bu süreçte her ne kadar ABD Batı kanadı gücünü dengede 
tutarak yeni stratejiler geliştirmiş olsa da, geliştirilen bu stratejiler ABD’nin günbegün güç kaybetmesinin önüne geçememiş, bilakis bu stratejiler ABD gemisinin derin çatlaklar almasına neden olmuştur. Hatta yapılan bu yanlış muhasebeler, gemisinde çatlaklıklar oluşan ABD’nin gelecek tartışmalarını başlatmış, daha önce ABD’ye stratejik olarak yol gösteren stratejistleri bugün artık ciddi hastalığa yakalanan ABD’ye reçeteler yazmaya başlamışlardır. ABD’nin yakalandığı güç erozyonu hastalığı Clinton döneminde başlamış, Clinton sonrası Bush ve Obama döneminde hız kazanmıştır. 

Trump döneminde ise en son safhasına ulaşmıştır. “Batı Cephesinde ABD’nin Varlık Mücadelesi; Evanjelizm–Siyonizm-BOP İttifakına Karşı SykesPicot Koalisyonu ve Diğer İttifaklar” başlıklı bu çalışmada öncelikle ABD’nin başat güç pozisyonuna giden süreç incelenerek analiz edilmekte, akabinde ise çalışmada ABD’nin bu süreç boyunca uyguladığı politikalarda ne kadar başarılı olduğu 
tartışılmaktadır. Ayrıca çalışmada, ABD’nin 20.yüzyıl sonu 21.yüzyıl başlarında hayata geçirmeye çalıştığı Ortadoğu inisiyatifi (BOP) projesi, yani Yenidünya düzeni politikası analiz edilmektedir. Bu çerçevede ise çalışmada şu soruların cevabı aranmaktadır; “ABD’nin hayata geçirmek isteği Ortadoğu inisiyatifi (BOP) projesi nedir? Ve ABD neden böyle bir projeye ihtiyaç duymuştur? ABD’nin bu 
projesinden kimler, neden rahatsız olmuşlardır? ABD’nin projesinden rahatsız olan veya proje karşı olan devletler nasıl bir karşıt politika uygulamaktadırlar?” Ayrıca çalışmanın en önemli kısmını oluşturan veya çalışmada cevabı aranan en önemli sorulardan biri de, “21. yüzyılda ABD’nin güç kaybedip etmediği ve gelecek kaygısı olup olmadığı sorusudur. Neticede çalışmanın sonuç bölümünde 
de ifade edildiği üzere ABD’nin dünya siyaseti üzerindeki gücünü kaybettiği ve bu güç kaybının ABD’ye ve uluslararası sisteme ciddi etkileri olduğu görülecektir. Ayrıca çalışmanın sonuç bölümünde yapılan tartışmalar neticesinde uluslararası sistemin yeni başat gücünü aradığı tablosu ortaya konulacaktır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

5 Kasım 2018 Pazartesi

İSRAİL İRAN A SALDIRIRSA TÜRKİYE NE YAPAR.,

İSRAİL İRAN A SALDIRIRSA TÜRKİYE NE YAPAR.,


 Mehmet Ali Güller
15/10/2011


Soru bize ait değil. BİLGESAM’ı ziyaret eden ABD’li düşünce kuruluşu yetkilileri soruyor. Gelin hikâyeye en baştan başlayalım:

10 Ekim 2011 tarihinde ABD’li düşünce kuruluşları Amerikan İlerleme Merkezi, Hudson Enstitüsü ve Brookings Enstitüsü’nden uzmanlar Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi BİLGESAM’ı ziyaret ediyor.

Amerikan İlerleme Merkezi’den Faiz Shakir, Hudson Enstitüsü’nden Richard Weltz ve Brookings Enstitüsü’nden Ted Piccone; son dönem Türk dış politikası, Türkiye-ABD ilişkileri, ABD sonrası Irak’ın geleceği ve Arap Baharı sürecinde İran’ın bölgedeki politikaları hakkında Bilge Adamlar Kurulu üyesi Prof. Dr. Ali Karaosmanoğlu ve BİLGESAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı’dan görüş istiyorlar.

NEDEN BİLGESAM?

Üç ABD’li düşünce kuruluşunun neden BİLGESAM’dan görüş istediğini eminim sizler de benim gibi merak etmişsinizdir. Gelin o zaman BİLGESAM’ı kısaca tanıyalım:

2007 yılında kurulan BİLGESAM’ın başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı. BİLGESAM’a bağlı Bilge Adamlar Kurulu’nun başkanlığını Em. Oramiral Salim Dervişoğlu yapıyor, yardımcıları ise Sami Selçuk ve İlter Türkmen. Emekli askerler, bürokratlar ve büyükelçilerden oluşan kurulun üyeleri arasında eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal da var, Em. Büyükelçi Özdem Samberk de…

Özdem Samberk, AKP Hükümeti’nin Mavi Marmara raporu için BM komisyonuna gönderdiği isimdi. İlter Türkmen’i de Murat Karayılan, AKP – PKK görüşmelerine arabuluculuk yapacak “Akil adamlar” için önermişti…

Bu kısa bilgilerden sonra ABD’li düşünce kuruluşlarının BİLGESAM ziyareti daha iyi anlaşılmıştır herhalde…

TSK’NİN ÇİN VE RUSYA İLİŞKİLERİ

Başlıktaki soruya geçmeden önce ABD’lilerin diğer sorularına ve BİLGESAM’ın yanıtlarına göz atalım kısaca.

ABD’liler Türkiye’nin Rusya ve Çin ile geliştirdiği askeri ilişkilere odaklanıyorlar önce. BİLGESAM yetkilileri, Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olarak Batılı güvenlik sisteminin içinde kalmak yönünde irade gösterdiğini belirtip, Batı’dan silah teknolojisi transferi sıkıntısı yaşandığına dikkat çekiyor. BİLGESAM yetkilileri, Türkiye’nin Batı’dan kaynaklanan bu açığı İsrail’le savunma teknolojileri transferi yaparak giderdiği anlatıyor.

ABD’lilerin odaklandığı ikinci konu ise ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesiyle meydana gelebilecek gelişmeler ve Kuzey Irak kaynaklı muhtemel problemler…

BİLGESAM Başkanı Atilla Sandıklı Kerkük petrollerinin paylaşımı nedeniyle Bağdat ve Erbil arasında sorun çıkabileceğini ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Irak’tan ayrılma yönünde hareket etmesi durumunda yalnız kalacağını belirtiyor. Sandıklı ABD’nin çekilmesi halinde, Irak ordusunun dışarıdan gelebilecek tehditleri karşılayabilecek yeterliliğe ulaşmadığını savunuyor(!)

ABD’NİN İRAN ÇEKİNCESİ

ABD’liler daha sonra İran’ın Irak’taki nüfuzu konusuna yöneliyorlar. Atilla Sandıklı İran’ın son dönemde Ortadoğu’daki Şii nüfus üzerindeki etkisini arttırdığını, Tahran’ın Arap Baharı sürecinde bölgedeki Şii toplulukları etki altına almaya çalıştığını belirtiyor.

Ve ABD’liler BİLGESAM’dan İran’ın nükleer enerji programıyla ilgili görüşlerini de dinledikten sonra esas soruya geliyorlar: “İsrail’in İran’a saldırması durumunda Türkiye’nin tepkisi ne olacak?”

BİLGESAM Başkanı Atilla Sandıklı, İsrail’in saldırısının Ortadoğu’daki mevcut istikrarsız yapıyı daha da kötüleştireceğini, bölgede kalıcı barış ve istikrarı tesis etmenin imkânsız hale geleceğini belirtiyor.

ABD’lilerin yanıtını merak ettikleri soru önemli. İsrail’in İran’a saldırısı olası mıdır, ayrı konu… Ancak görüş alışverişinin bütününden çıkardığımız sonuç şu: ABD İran’ın bölgede inisiyatifi ele geçirmesinden rahatsız ve bunu dengeleyecek tek kuvvetin Türkiye olduğunu düşünüyorlar. İşte bu noktada AKP Hükümeti ile Türk Ordusu’nun pozisyonları, Washington için belirleyici önem kazanıyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Ekim 2011


https://mehmetaliguller.com/tag/atilla-sandikli/


***