PYD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PYD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2019 Perşembe

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 8

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 8


   Ayrıca insan hakları örgütleri tarafından sınır geçişlerinde kolluk güçleri tarafından yakalanan kayıt dışı mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin toplam sayıları ile ilgili resmi yetkililer tarafından açıklanan rakamlar ile basına yansıyan rakamlar arasında kimi zaman tutarsızlıklar yaşandığı dile getirilmektedir.69. Kolluk güçlerinin pek çok yakalama olayında son derece hızlı hareket 
ederek ve yabancı uyruklu kişileri gerektiği gibi bilgilendirmeyerek bazen de hukuka aykırı bir şekilde, sığınma başvurusu taleplerini dikkate almayarak sınır dışı işlemini başlatması eleştirilere neden olmaktadır.70 
Mülteci ve sığınmacıların genel olarak yasa dışı yollardan ülkeye giriş yapıyor olmaları ve durumlarını gösteren herhangi bir belgeye sahip bulunmamaları, sığınma prosedüründen yararlanmalarına engel değildir. Dolayısıyla sığınma 
hakkı ve başvurusu ile ilgili tüm bilgilerin uluslararası standartlara göre kendilerine verilmesi gerekmektedir. 

Ulusal Eylem Plânı’nda, sığınma taleplerinin değerlendirilmesi aşamasında hızlandırılmış usül öngörülerek bazı başvuruların bu yönde yapılacağı belirtilmiş ve başta çocuklar olmak üzere, kadın ve yaşlılar gibi hassas gruplara başvuru sürecinde titizlik gösterileceği vurgulanmıştır. Ayrıca sığınma taleplerinin reddedilmesi durumunda devreye girecek olan itiraz prosedürünün, başvuran tüm kişilere açık ve erişilebilir olması ve sığınma sistemi içerisinde bir “İtirazları Değerlendirme Kurulu” kurulması gereği de belirtilmektedir. 

“Sığınmacı kabul sistemi” oluşturulması hususu, Ulusal Eylem Plânı’nda yer alan önemli düzenlemelerden biridir. AB Konseyi’nin kabul koşullarına dair yönergesinde, devletin sığınmacılara barınak sağlama ve maddî kabul koşullarını yerine getirmeye ilişkin sorumluluğunun bulunduğu düşünülerek, Türkiye’nin de bu bağlamda kendisine bir sığınmacı kabul sistemi oluşturması gerektiği öngörülmektedir. Bu çerçevede, iltica stratejisinin uygulanabilmesi ve mültecilere etkin ve âdil uluslararası koruma sağlanabilmesi ve barınak 
sunulabilmesi için öncelikle Türkiye’nin doğu bölgelerinde, daha sonra ise iç bölgelerde “sığınmacı kabul barınma merkezleri” ve “mülteci misafirhaneleri” tesis edilerek faaliyete geçirilmesi plânlanmaktadır71. 

Bu konu sığınmacı ve mültecilerin karşılaştığı en temel sorunlardan biridir. Türkiye’de sığınma başvuruları ile ilgili BMMYK mülakat süreleri çok fazla uzamakta ve çok sayıda sığınmacı belirsizlikle dolu bir ortamda yaşamak zorunda kalmaktadır. Yabancı Misafirhanelerinde alıkonulan veya Uydu Kentlerde barınmakta olan mülteci ve sığınmacıların içinde bulundukları insani ve fiziki koşullar genel olarak yetersiz bulunmakta dır.72. Misafirhaneler ülke çapında emniyet müdürlüklerinin kontrolü altındadır ve mülteciler de dahil burada tutulan yabancıların serbestçe dolaşımlarına izin verilmemektedir. 

Türkiye’nin çeşitli illerinde bulunan ve uydu kent olarak nitelenen barınma merkezlerini nitelik ve içerik olarak misafirhanelerden ayırmak gerekmektedir. Barınma merkezlerinde, iltica başvurusunda bulunmuş kişilerle birlikte aile bireyleri de toplu olarak ikamet edebilmektedirler. Mülteci ve sığınmacı nüfusu barındıran uydu kentler arasında en fazla yoğunluk yaşanan iller İstanbul, Van, Gaziantep, Kayseri ve Konya olarak sıralanmakta; İstanbul’da sadece Kumkapı Misafirhanesinde yaklaşık 800 sığınmacı barınmaktadır.73. 

Nitekim Ekim 2008’de misafirhane sakinleri olan sığınmacılar kendilerini demir parmaklıklar ve koğuşlara kilitleyerek olay çıkarmışlar ve sorunlarını küçük kağıtlara yazıp pencerelerden basın mensuplarına atarak yetkililere duyurmaya çalışmışlardır. 

Bu konularla ilgili olarak AİHM, 22 Eylül 2009 tarihli Karimnia/Türkiye kararında, Kırklareli Gaziosmanpaşa Mülteci Barındırma ve Kabul Merkezi’nde alıkonulmakta olan ve şartların olumsuzluğundan yakınarak sınırdışı edilecekleri kaygısıyla AİHM’e başvuran iki İranlı mülteciyi haklı bularak Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Karar metninde, Türkiye’nin düzensiz göç kontrolü ve iltica alanındaki mevzuat ve uygulamalarının temelden değiştirilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Yaklaşık bir yıl Kırklareli Gaziosmanpaşa Mülteci Barındırma ve Kabul 
Merkezi’nde alıkonulan iki İranlı mültecinin Türkiye’ye karşı açtığı davayla ilgili Mahkeme, Yabancılar Misafirhanesi” tabir edilen kapatma yerlerindeki alıkonma uygulamasının hukuka aykırılığına, yargının sınır dışı ve iltica vakalarındaki etkisizliğine ve Türkiye’nin gerekli yasal düzenlemeleri bir an önce hayata geçirmesi gerektiğine dikkat çekmektedir74. AİHM son iki yıl içinde Türkiye aleyhine 12 ayrı karar almıştır. Bu kararların genel özelliği Türkiye’nin, 
alınan iade kararlarının ve göçmenlerin kaldığı misafirhanelerdeki yaşam koşullarının özgürlük ve güvenlik hakları göz önünde bulundurularak tenkit edilmesidir. 

Önem arz eden bir diğer konu, sığınmacıların ve mültecilerin entegrasyonudur. Bu şahısların yaşadıkları yerdeki halkla bütünleşmesi için bir “entegrasyon sistemi” kurulması gerektiği Ulusal Eylem Plânı’nda ayrıca vurgulanmıştır.75. Buna göre, devletin, sığınmacı ve mültecilerin entegrasyonu faaliyetleriyle ilgili olarak düzenleyici ve denetleyici sorumluluğu bulunmaktadır. Sığınmacı ve mültecilere Türkçe dil eğitimi verilmesi, çocuklarının eğitim ve öğretimlerine devam etmelerinin sağlanması, meslek edindirme kursları açılması gibi 
entegrasyonu kolaylaştıracak hususlara da Plan’da yer verilmiştir. 

   Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2006 tarih ve 57 sayılı Uygulama Talimatı da iltica konusunda kapsamlı düzenlemeler öngörmektedir. Talimat da sığınma başvurularının yapılma şekli, müracaat makamları, kimlik tespit işlemleri, başvuru inceleme, mülakat süreci, değerlendirme aşaması, olumsuz karar durumunda yapılacaklar, mültecilere sağlanacak olanaklar ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile ilişkilere değinilmiştir.76. 

Mülteciler ve sığınmacılarla ilgili bir diğer önemli belge 2010 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan 2010/19 nolu genelgedir77. Bu genelgenin birinci maddesinde mülteci ve sığınmacıların ödemek zorunda oldukları ikamet harçlarına değinilmiş; Türk okullarında veya fakültelerinde okuyan yabancı öğrenciler ile mali durumlarının bozuk olduğuna kanaat getirilen yabancılardan ikamet harcı alınmayacağı belirtilmiştir. Bu noktada mültecilerin en temel güncel sorunlarından birinin “ikamet harcı” konusu olduğunu belirtmek gerekmektedir. Harçlar herhangi bir maddi destekten uzak ve zor çalışma koşullarına sahip 
mülteci aileler üzerinde baskı unsuru oluşturmaktadır. 

Genelgenin ikinci maddesinde yer alan “yasa dışı göçmenler yakalanmalarından itibaren sınırdışı edilinceye kadar geçecek süre zarfında, iltica-sığınma başvurusu yapmak istedikleri takdirde başvuruları mutlaka alınacak ve uygulama talimatı hükümleri dikkate alınmak suretiyle gerekli işlemler yapılacaktır” ibaresinin Türkiye’ye iltica-sığınma başvurusu yapmak isteyenler açısından önemli bir kolaylık sağlayacağı söylenebilir. Genelgenin üçüncü ve dördüncü maddelerinde yer alan yabancılar numarası sisteminin yenilenmesi, kişisel bilgilerin gizliliği, mülakatçıların sivil giyimli olması gibi konuların yeniden vurgulanması mülteci ve sığınmacıların hakları açısından önemli gelişmelerdir. Özellikle iltica-sığınma 
başvuru sürecinde iltica-sığınma başvurusu reddedilmiş veya başvurusu incelenmekte olan yabancıların mülakatçı, çevirmen veya tercüman olarak görevlendirilmemesi hususu başvuru sahibinin güvenliği, kişisel bilgilerinin gizliliği ve güven duygusu açısından en önemli konulardan biridir. Özetle bu genelgenin İçişleri Bakanlığı’nın bu konudaki problemlerin tespiti ve çözümü konusundaki hassasiyetini göstermesi açısından önemli bir adım olduğu 
söylenebilir. 

Son olarak, “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasa Tasarısının” kanunlaşması durumunda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez iltica alanını düzenleyen bir düzenleme yapılmış olacaktır. “İkincil koruma, tolere edilen yabancılar ve insani mülahazalara dayalı ikamet izinleri” kavramları da ilk kez Türk iltica hukukunda yer alacaktır. Bu kanun tasarısıyla Türkiye'nin göç ve iltica mevzuatı ile idari sistemi uluslararası insan hakları normlarına ve AB müktesebatına uyumlu hale getirilmesi, göç ve iltica alanlarında ihtiyaç duyulan hukuki, idari ve fiziki altyapının hazırlanması hedeflenmektedir. 


5. YASA DIŞI GÖÇLE MÜCADELEYE YÖNELİK ÖNERİLER 

Müktesebata uyum konusunda aday ülkelerin kat etmiş olduğu mesafeyi ve bu çerçevedeki yapılması gerekenleri ortaya koyan ve her yıl Komisyon tarafından yayınlanan “İlerleme Raporları”nda da yasa dışı göç konusu “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik ” başlıklı 24. fasılda ele alınmaktadır. Tam üyelik müzakerelerinin başladığı 2005 yılından itibaren ilerleme raporlarına bakıldığında genel olarak yasa dışı göçle ilgili ilerlemelerin olduğu ancak tam anlamıyla yeterli olmadığı görüşleri yer almaktadır. Cenevre Sözleşmesi’ne koyulan “coğrafi sınırlama” şartının kaldırılması hususuna tüm raporlarda vurgu yapılmıştır. 2011 yılına kadar olan raporlarda AB ile Türkiye arasında imzalanması planlanan geri dönüş anlaşmalarına hız verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. 2008 yılı İlerleme Raporu’nda, göç alanında hizmet veren personel için belirli bir eğitim veya müfredatın söz konusu olmadığına ve uygun bir veri sisteminin bulunmadığına vurgu yapılmıştır. 2009 yılı raporunda Ekim 2008’de kurulan İltica ve Göç Mevzuatını ve İdari Kapasiteyi Geliştirme ve Uygulama Bürosuna değinilmiş, iltica ve göç işlemlerinin AB müktesebatına uyumu çalışmalarının bir parçası olarak 2004’te kurulan Göç ve İltica Görev Gücü’nün taşıdığı önemin altı çizilmiştir. 2011 yılı raporunda Geri Kabul Anlaşması müzakerelerinin sonuçlandırılmış olmasının olumlu bir gelişme olduğu ifade edilmiş, ancak Türkiye’nin düzensiz göçmenler için önemli bir geçiş ülkesi ve hedef ülke 
olmaya devam ettiği, nitekim Sınır Güvenlik Birimi yasasının kabulünün ve kurumlar arası işbirliğinin büyük önem taşıdığı ifade edilmiştir. 

İlerleme raporları, bugüne kadar yapılmış olan ve bundan sonrası yapılması gerekenler hakkında fikir vermeleri açısından önemli metinlerdir. Söz konusu raporlar, Türkiye’nin konuyla ilgili gerçekleştirdiği hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin dinamik bir süreç içerisinde halen devam etmesi gerektiğini göstermektedir. Bu bakımdan yasa dışı göçle mücadeleyle ilgili bazı eksiklikleri dile getirmenin ve birtakım önerilerde bulunmanın bu sürece katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. 

-Yasa dışı göçle mücadele edilirken insani boyutun yani göçmen güvenliği konusunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir. 
Tehdit algılamalarındaki değişimin Avrupa daki ilk yansımaları kendini göç ve sığınma politikalarında göstermiştir. 1990’ların sonunda daha liberal bir yaklaşımla ve sosyo-ekonomik boyutlarıyla ele alınan ve desteklenen göç, 11 Eylül sonrasında güvenlik boyutuyla öne çıkmış ve engellenmeye çalışılmıştır. Göç konusu bu bağlamda terörizm, sıkı göç ve sığınma politikaları, var olan göçmenin dışlanması ya da asimile edilmesi alt başlıklarıyla incelenir hale gelmiştir78. Bu durum, göç tartışmalarında genellikle insani boyutun yani 
göçmenlerin güvenliği konusunun göz ardı edildiğinin bir göstergesidir. 

Düzensiz göç olgusu, insan güvenliği kavramıyla yakından ilintilidir. BM Kalkınma Programı tarafından yayınlanan 1994 İnsani Kalkınma Raporu’nda insan güvenliği kavramı ele alınmakta; insan güvenliğinin, zengin ya da yoksul her ülkeyi ilgilendiren bir sorun olduğu, insan güvenliğinin bileşenleri uluslararası anlamda karşılıklı bağımlılık üzerine kurulduğu ve sonradan müdahaleler ile değil, erken önlem alma yoluyla sağlanabileceği ifade edilmektedir.79. 

Raporda insan güvenliği kavramına yönelik altı ana tehdidin mevcut olduğu  belirtilmektedir. Bunlar; kontrol edilemeyen nüfus artışı, ekonomik fırsatlarda eşitsizlik, göç, çevre felaketleri, uyuşturucu kaçakçılığı ve uluslararası terörizm olarak sıralanmaktadır. 

Söz konusu rapor göz önünde bulundurularak denilebilir ki göç, insan güvenliğinin sağlanmasındaki yetersizliklerin bir sonucu olarak yine insan güvenliğine yönelik bir tehdit haline gelmektedir. Zira düzensiz göçün insan güvenliği kavramıyla bağlantısı göçün hem nedenleri hem de sonuçlarından kaynaklanmaktadır. Birçok göçmen, yaşadıkları ülkelerdeki silahlı çatışmalar, siyasi istikrarsızlıklar ve ekonomik krizlerin yarattığı güvensizlik ortamından 
uzaklaşmayı amaçlamaktadır. Ancak, yasal göç olanağının kısıtlı olması nedeniyle yasa dışı göçe yönelmektedirler. Nitekim gitmek istedikleri ülkeye yaptıkları yolculuk sırasında uzun süre zor ve tehlikeli koşullarda yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Diğer taraftan, hedef ülkeye ulaşsalar dahi yasa dışı göçmenler çoğunlukla tehlikeli işlerde çalıştırılmakta, sağlık, eğitim gibi sosyal hizmetlerden yararlanamamakta ve sömürüye maruz kalmakta, ancak 
statüleri gereği genellikle devlet otoriteleriyle işbirliğinden kaçınmaktadırlar. 

Dolayısıyla insan güvenliğinin devlet güvenliğinden ayrı düşünülemeyeceği günümüzde devletler, bu gerçeği göz önünde tutarak göç ve sığınma politikalarını belirlemek durumundadırlar. Aksi takdirde alınan önlemlerden ve yürütülen politikalardan uzun vadeli sonuçlar beklemek gerçekçi olmayacaktır. 

-Göç yollarının kapatılmasının yasa dışı göçü önlemek yerine daha da tetiklediğinin farkında olunmalıdır. 

Yasa dışı göçle mücadelede devletler genellikle göçü önleyici tedbirleri artırma yani göçe karşı fiziki ve yasal tedbirlere başvurma yolunu tercih etmektedirler. Ancak bugüne kadar görüldüğü üzere bu yöntem soruna kesin bir çözüm getirememiş, hatta yasa dışı yollara başvurma oranını artırmıştır. Şüphesiz yasa dışı göçü engellemenin en kesin yöntemi göçü oluşturan nedenleri yok etmek yani küresel anlamda ekonomik istikrarı sağlamak ve küresel barışı tesis etmektir. Ancak bu çözümün günümüzde kısa veya orta vadede mümkün 
olamayacağı düşünüldüğünde yapılması gerekenin göçü planlı bir seviyede tutarak ülkeler arasında absorbe ve entegre etmek olarak gözükmektedir. 

Örneğin, AB genelinde düzensiz göç alanındaki veri ve eğilimleri inceleyen Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen CLANDESTINO projesinin ülke raporlarında, sınır kontrollerinin düzensiz göçü durdurmadığı, sadece göçmenlerin ve insan kaçakçılarının ülkeye giriş noktalarını ve stratejilerini değiştirmelerine yol açtığı vurgulanmaktadır80. Bir ülke topraklarına erişimde yasal yollar ne kadar tıkalı olursa, göçmenlerin çoğu zaman tehlikeli alternatif yollara başvurmaları ihtimali o oranda artmaktadır. İngiltere, Fransa, 
Almanya, İsveç gibi AB ülkelerinde, mülteci statüsü tanıma oranı %31 iken, Yunanistan’da bu oranın yaklaşık %0,3 olması Yunanistan’ın yaşadığı yasa dışı göç sorununun kaynağını işaret etmektedir.81. 

- AB değerlerini göç ile ilgili düzenleme ve uygulamalarda da gözetmeye özen gösterilmelidir. 

Kontrol odaklı bir göç politikası güdüldüğünde, başta tutukluluk ve gözaltı koşulları olmak üzere, sığınmacıların koruma taleplerini ve kişilerin insanlık onurunu zedeleyecek durumlar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin Human Rights Watch adlı insan hakları örgütü “AB’nin Kirli Elleri” adlı yeni raporunda, FRONTEX’in, Yunanistan’ın sınırlarında yakaladığı mültecilerin, bu ülkedeki çok kötü toplama kamplarına sevk edildiğini ve insanlık onuruna yakışmayan  koşullarda yaşamak zorunda bırakıldıklarını dile getirmektedir.82. 

Göç konusunda çok katı politikalar benimsemeye devam etmesi halinde AB’nin, kendi değerlerini oluşturan hukukun üstünlüğü, insan hakları ve hukuk devleti gibi ilkeler ile üye devletlerin ulusal menfaatleri arasında kalması muhtemeldir. 

-BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gerek ikili gerekse de çok taraflı geri kabul anlaşmalarının imzalanmasını teşvik edici rol üstlenmelidir. 

Ülkeleri yasa dışı göçe karşı önlem almaya teşvik etmek ve yasa dışı göçmenler in insan onuruna yakışır şekilde ülkelerine gönderilmelerini sağlamak adına hukuki bir zemin hazırlayan Geri Kabul Anlaşmalarının teşvik edilmesi bu sorunla mücadele açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin öncü rol oynayarak devletleri bu anlaşmaların imzalanmasına teşvik etmesi uzun vadede olumlu neticeler verebilir. 
Yine Mülteciler Yüksek Komiserliği, kaynak ülkelerle bilgi alışverişinin yapılması ve bu ülkelere teknik destek verilmesi hususunda öncü rol üstlenebilir. 

-Göçmenlerin sağladığı iş gücü ve bunun ekonomi üzerindeki etkisi göz ardı edilmemelidir. 

9. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 7

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 7


4.2.1. Entegre Sınır Yönetimi 

Yasa dışı göçle mücadelede hem AB hem de Türkiye açısından büyük önem taşıyan bir diğer husus entegre sınır yönetimidir. Avrupa Birliği’nin iç sınırlarda serbest dolaşımın hayata geçirilmesiyle, dış sınırların korunması ve sınır yönetimi bütün AB ülkeleri için önem arz eder hale gelmiştir. Bu nedenle Schengen mevzuatı ve diğer AB müktesebatıyla sınır kontrolleri konusunda ortak uygulamalar arayışı ile değişen ve gelişen bir sınır yönetimi anlayışı gelişmeye başlamış ve entegre sınır yönetimi yaklaşımı ortaya çıkmıştır. AB adayı Türkiye için de müktesebata uyum sağlayarak sınır yönetimi konusunda gerekli düzenlemelerde bulunmak kaçınılmaz hale gelmiştir. 

AB’ye uyum çalışmaları kapsamında; dış sınırların korunması konusunda kapsamlı bir uyum stratejisi belirlenmesi için 2002 yılında İçişleri Bakanlığı koordinatörlüğünde, sekreterya hizmetini Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanlığı’nın yaptığı “İltica, Göç ve Dış Sınırların Korunması Görev Gücü” kurulmuştur. Görev Gücü, Genel Kurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı temsilcilerinin katılımıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Bu Görev Gücü tarafından hazırlanan ve Nisan 2003’de yayınlanan “Dış Sınırların Korunmasına Yönelik Strateji Belgesi”nde Türkiye’de tüm sınır hizmetlerinin askeri olmayan özel eğitimli profesyonel kolluk güçlerince yerine getirilmek üzere İçişleri Bakanlığı bünyesinde yeni bir teşkilatlanmaya gidilmesi önerilmiştir. 

Ayrıca dış sınırların korunmasına yönelik olarak Birlik tarafından sağlanacak mali katkılara temel oluşturacak ve yapılacak altyapı çalışmaları ile reformları belirleyecek bir eylem planı hazırlanmasına yönelik olarak “Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Destek Sağlamak Amacıyla Eylem Planı Geliştirilmesi” isimli eşleştirme (twinning) projesine 2004 yılında başlanmıştır. Proje kapsamında, Türkiye’nin kara ve deniz sınırları ile hudut kapılarında; önleyici ve caydırıcı amaçlı olarak kaçakçılık ve yasa dışı 
geçişlerle mücadele faaliyetleri, hudut kapılarının güvenliği, yolcu giriş-çıkış, pasaport kontrol ve sahteciliğin önlenmesi işlemleri, geri gönderme ve sınır dışı işlemleri, sınır güvenliği ve fiziki tedbirlerin alınması gibi görevlerin tek elden yürütülmesi ve böyle bir sistemin maliyetinin ortaya çıkarılması amacıyla AB müktesebatı esas alınarak bir eylem planı hazırlanmıştır. “Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Yönelik Ulusal Eylem Planı” isimli bu belge 2006 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girmiştir60. 

Öte yandan sınır yönetimi sistemini geliştirebilmek için AB ile ortak projeler de 
yürütülmektedir. Bu kapsamda, Entegre Sınır Yönetimi Projesi-Aşama 1, Entegre Sınır Yönetimi Projesi-Aşama 2, Batı Balkanlar ve Türkiye’de Entegre Sınır Yönetimi’nin güçlendirilmesi projeleri ile Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından finanse edilen ESY Taslak Yol Haritası Geliştirilmesine Destek Projeleri devam etmektedir. 

AB ülkelerinde sınır yönetimi konusunda, ayrı bir Sınır Yönetim Teşkilatı, Polis Teşkilatı içinde bir şube, polis niteliği taşımayan tamamen sivil bir yapı veya askeri polis/jandarma şeklinde farklı teşkilatlanmalar söz konusudur. Örneğin, İngiltere’de tamamen sivil yapıdaki “Göç ve Vatandaşlık İşleri Direktörlüğü”, İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak görev yapmaktadır, ayrıca bir sınır polisi/sınır muhafız teşkilatı veya Sahil Güvenlik Teşkilatı yoktur. Fransa’da Emniyet 
Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Sınır Polisi Genel Direktörlüğü” tüm sınırlardan sorumludur. Kıyıya yakın sular ve limanlar Deniz Jandarması’nın yetkisindedir, ayrıca bir Sahil Güvenlik Teşkilatı yoktur. Almanya’da İçişleri Bakanlığına bağlı Federal Polis Gücü “Bundespolizei” ülke sınırları boyunca pasaport kontrolü dahil sınır güvenliğinden sorumlu kurumdur. İtalya’da “Göç ve Sınır Polisi Genel Müdürlüğü” İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca bir Sahil Güvenlik Teşkilatı da bulunmaktadır. 

Türkiye’de ise sınırların denetimi hudut kapılarından giriş-çıkışlar ve pasaport kontrolleri Emniyet Genel Müdürlüğü, sınır kapılarında malların dolaşımı Gümrük Müsteşarlığı, Irak sınırının tamamında ve İran sınırının Hakkari ili bölgesinde Jandarma Genel Komutanlığı, diğer kara sınırları Kara Kuvvetleri Komutanlığı, deniz sınırları da Sahil Güvenlik tarafından denetlenmektedir. 

AB müktesebatına uyum amacıyla sınır kontrolünde sivil nitelikli yeni bir teşkilatlanmaya gidilmesi “Dış Sınırların Korunmasına Yönelik Strateji Belgesi”nde öngörülmektedir. Ancak önceki paragraflarda belirtildiği üzere AB ülkeleri coğrafi konum ve özelliklerine göre farklı sınır yönetimi yapılanmalarına gitmişlerdir. İngiltere bir ada devleti olmanın verdiği güven ile tamamen sivil nitelikli bir teşkilatlanmaya giderken, Akdeniz’e sınırı bulunan Fransa ve İtalya 
daha farklı yapılanmalara yönelmiştir. Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumu, özellikle doğu ve güneydoğu sınırlarının fiziksel yapısı ve zorluğu, ayrıca bölgede istikrarsız siyasi rejimlerin varlığı ve terör sorunu nedeniyle sınır geçişlerinin kontrolünün kısa vadede tamamen sivilleştirilmesinin uygun olmayacağı söylenebilir. 

Bu bağlamda, Sahil Güvenlik Teşkilatı ile Jandarma Teşkilatı’nın zaten İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğu göz önünde tutularak kısa vadede sorunların giderilmesi için, 1. ve 3. Ordu Komutanlığı içinde İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir “danışma ve irtibat bürosu” kurulması sınır yönetimi alanında koordinasyon ihtiyacını karşılayabilir. Bu büro aracılığıyla karşılıklı bilgi ve istihbarat paylaşımı sağlanabilinir. Sınır birlikleri profesyonel hale getirilerek etkinliği artırılabilir. Ayrıca uygulamadaki mevcut hataların (hiyerarşik raporlama sorunu, sorumluluk alanlarının belirsizliği) düzeltilmesinin, finansal ve hukuki açıdan gerekli düzenlemelerin yapılmasının, sınır güvenliğinde teknolojik tespit olanaklarından, termal kameralardan, insansız hava araçlarından ve uydu imkânlarından daha fazla yararlanılmasının faydalı olacağı değerlendirilmekte dir. 

4.2.2. Geri Kabul Anlaşmaları 

Yasa dışı göçle mücadelede bir diğer önemli hukuki araç, Geri Kabul Anlaşmaları’dır. Uluslararası anlaşmalar, sığınma hukuku ve temel insan hakları hukuku saklı kalmak kaydıyla, bir devlet, ülkesinde bulunan ve durumları yasal olmayan yabancıları ülkesinden çıkarma hakkına sahiptir. Ancak, uygulamada, yasa dışı göçmenlerin geri gönderilmesinde ciddi zorluklarla karşılaşılmaktadır. Özellikle ülkemiz açısından konuya bakıldığında, sınırdaş olmayan, az gelişmiş ülkelerin vatandaşlarının geri gönderilmesinde mali ve idari sıkıntılar 
bulunduğu görülmektedir. 

Bu bağlamda, yasa dışı göçmenlerin Türkiye’den geldikleri ülkeye iadesi veya Türkiye’den diğer bir ülkeye yasa dışı geçiş yapan göçmenin Türkiye’ye kabulü amacını taşıyan « Geri Kabul Anlaşmaları » etkin bir hukuki araçtır. Zira Geri Kabul Anlaşmaları, ülkeleri yasa dışı göçe karşı önlem almaya teşvik etmek ve yasa dışı göçmenlerin insan onuruna yakışır şekilde ülkelerine gönderilmelerini sağlamak adına hukuki bir zemin hazırlamaktadır. 

AB’ye adaylık sürecine kadar ilerleme gösterilemeyen Geri Kabul Anlaşmaları konusu, adaylık süreci ile birlikte farklı bir ivme kazanmıştır. Bugüne kadar Suriye, Kırgızistan, Romanya, Ukrayna, Yunanistan ve Rusya ile Geri Kabul Anlaşması imzalanmış ve uygulanmaya başlanmıştır.61. Pakistan ve Nijerya ile de anlaşmalar imzalanmış olup onay aşamasındadır.62. Ayrıca 2001 yılında İran, Bulgaristan, Bangladeş, Hindistan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sri Lanka’ya; 2002 yılında Ürdün, Tunus, Özbekistan, Moğolistan, Mısır, İsrail, Gürcistan, Etiyopya, Belarus, Sudan, Cezayir, Libya, Fas, Lübnan ve Kazakistan’a; 2003 yılında 
Azerbaycan’a; 2008 yılında Afganistan’a ve 2009 yılında Irak’a Geri Kabul Anlaşmaları teklif edilmiştir.63. 

AB ile Geri Kabul Anlaşması müzakereleri Ocak 2011’de tamamlanmış, ancak bu anlaşmaların kabulü vize muafiyeti konusu ile paralellik seyrettiğinden henüz bir sonuca varılamamıştır. 24 Şubat 2011’de toplanan AB Adalet ve İçişleri Konseyi’nden vize muafiyeti konusunda Türkiye’yi tatmin edici bir karar çıkmaması neticesinde Türk Dışişleri Bakanlığı, bu konuda beklentiler karşılanmadığı sürece Geri Kabul Anlaşmaları’nın uygulanmayacağını 
belirtmiştir64. Türkiye ile Geri Kabul Anlaşmalarının imzalanması AB’nin yasa dışı göçle mücadelesine ciddi katkı sağlayacak, ancak Birlik ile vizesiz rejim yürürlüğe konmadığı takdirde bu anlaşmaların Türkiye için ekonomik, siyasi ve sosyal maliyeti son derece yüksek olacaktır. Bu nedenle adil yük paylaşımı ilkesi uyarınca hareket edilmesini talep etmek Türkiye’nin en doğal hakkıdır. 

Burada vurgulanması gereken bir diğer husus, öncelikle Türkiye’yi transit olarak kullanan yasa dışı göçmenlere kaynak olan ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları imzalanmadan, hedef ülke konumundaki AB ülkeleri ile bu yönde anlaşmalar imzalanmasının Türkiye açısından sorun teşkil edeceğidir. Bu durum Türkiye’ye geri kabul edilen yasa dışı göçmenlerin kaynak veya transit ülkelere iadesinde güçlüklere neden olması ve bu yabancıların Türkiye’de barındırılmaları ile iaşeleri konusunda sorunlar yaşanması muhtemeldir. 

Ayrıca AB geri dönüş anlaşması imzaladığı ülkeleri bizimle de benzeri anlaşmalar yapmaya zorlamadığı takdirde tüm yükün Türkiye’nin sırtına binmesi riski bulunmaktadır. AB, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk ve Bosna ile vizeleri kaldırmış ve geri kabul anlaşmaları imzalamıştır. Ancak bu ülkeler ile Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması imzalamadan AB ile imzalaması durumunda, yakalanan yasa dışı göçmenler en dış sınırda bulunan Türkiye’ye gönderilecektir. Böylece AB yasa dışı göç yükünü mümkün olduğu kadar sınır ülkelerine ve dış sınırlarındaki ülkelere kaydırmış olacaktır. Bu durumda Schengen çerçevesinde vize kolaylığı sağlamanın getireceği siyasi avantajlar Geri Kabul Anlaşmasının 
getireceği büyük yükle ortadan kalkabilir. 

4.2.3. Türkiye’nin Sığınma Politikası 

AB süreci etkisini, Türkiye’nin göçle ilgili genel düzenlemelerinin yanında özelde sığınma politikası üzerinde de göstermiştir. Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki veya bölgeye yakın ülkelerdeki istikrarsızlık ortamları sebebiyle ülkemiz giderek artan oranda mülteci akımına maruz kalmaktadır. 2005 yılında 2.931 olan iltica başvurusu 2010 yılında 8.653’e yükselmiştir65. 

Tablo:6 Sığınma Başvuruları 
Kaynak: EGM 


Gerek artan bu talebe cevap verebilmek gerekse de AB mevzuatına uyum nedeniyle Türkiye, iltica konusuna ilişkin yasal düzenlemelerini ve kurumsal yapısını gözden geçirmek durumunda kalmıştır. 

Daha önce de değinildiği gibi Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olurken koyduğu “coğrafi sınırlama” çekincesiyle sadece Avrupa’dan gelen sığınmacılara mülteci statüsü tanıyacağını beyan etmiştir. Bu durumun temel sebebi, ciddi bir iltica talebinin önünü keserek mülteci yükünü azaltmaktır. Avrupa dışındaki ülkelerden gelenler sığınmacı olarak Türkiye’de ancak geçici olarak kalabilmekte dir. Bununla birlikte, tüm ülkeler için bağlayıcı olan geri göndermeme (non-refoulement) ilkesi gereği sığınma talep eden kişiler, doğrudan ülkelerine geri gönderilmemekte; insanî sebepler göz önüne alınmak suretiyle üçüncü bir ülkeye gönderilinceye kadar uluslararası koruma altında bulundurul maktadırlar. Türkiye’de Avrupa dışındaki ülkelerden gelen sığınmacılar için mülteci statüsünü belirleme görevi BMMYK tarafından yerine getirilmektedir. 

Tablo:7 Sığınma Talep Edenlerin Uyrukları 


Kaynak: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 

Öte yandan 1951 Sözleşmesi uyarınca; BMMYK dışında bir BM organ veya kuruluşunun yardım ve korumasından yararlananlar, uluslararası koruma ihtiyacı içinde olmayanlar, savaş suçu, barışa veya insanlığa karşı suç işleyenler ile ağır genel suç işleyenler mülteci statüsü kazanamamaktadır. 

Türkiye’nin iltica bağlantılı göçle ilişkisi, genel olarak 1980’li yıllarda, özellikle de 1980-1988 yılları arasında İranlı transit göçmenlerin Türkiye’ye gelişiyle başlamıştır. Herhangi bir hukuki düzenlemenin olmadığı bu ilk dönemde mülteciler, pasaportla giriş yaptıkları müddetçe Türkiye’de turist olarak algılanmıştır. Kimileri de BMMYK prosedürüne girerek üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyi beklemiştir. Meselenin düzenlemeyi gerektirecek bir “sorun” olarak algılanması, 1990’ların başına denk gelmektedir. Öncelikle 1988 İran-Irak savaşı ertesinde peşmergeler, ardından 1990 Körfez Savaşı nedeniyle Irak ve Kuveyt’ten kaçan Asyalı işçiler ve en sonunda Irak ordusunun baskısından kaçan 500 bine yakın Iraklı Kürtün göçüyle Türkiye, iltica konusundaki “pragmatik ve esnek” politikalarına bir son verme ihtiyacı duymuştur66. 

İltica konusundaki bu ulusal mevzuat boşluğu, 1994’te çıkarılan “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usül veya Esaslar Hakkında Yönetmelik” ile kısmen de olsa doldurulmuştur67. 

2003 yılı Ulusal Programında, "İltica Alanında AB Mevzuatına Uyumun Başlatılması ve İltica Alanında Kapasitenin Geliştirilmesi" başlığı altında iltica alanında AB mevzuatına uyumun başlatılması öncelik olarak belirlenerek, başta mülteciler için konaklama ve sosyal destek mekanizmalarının geliştirilmesi çalışmalarının sürdürülmesi olmak üzere, bu alandaki idari ve teknik kapasitenin geliştirilmesi öngörülmüştür. Türkiye’nin sığınma hususundaki düzenlemelerine önemli değişiklikler getirecek olan Ulusal Eylem Plânının hazırlanması için 
Kasım 2004’ten itibaren ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşların yetkililerinden oluşan bir “İltica-Göç Eylem Plânı Görev Gücü” oluşturulmuş ve gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda “Türkiye’nin İltica ve Göç Eylem Plânı” taslağı hazırlanmıştır. Bu taslağın hazırlanmasında, AB uyum çalışmaları kapsamında İçişleri Bakanlığı ile Danimarka-İngiltere konsorsiyumu Göç ve Vatandaşlık birimleri arasında gerçekleştirilen eşleştirme (twinning) projesi önem 
taşımaktadır. Proje kapsamında aile birleşimi, iltica müktesebatı, ikamet ve çalışma izinleri, entegrasyon işlemleri, sınırdışı etme prosedürü ve insan kaynakları üzerine seminerler düzenlenmiştir. Projenin sonucunda 2005 yılında “Sığınma ve Göç Alanındaki AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Plânı” adıyla yürürlüğe konmuştur. 

Sığınma konusunda bir devlet politikası belirlenmesi veya mevcut sığınma politikasında değişiklikler yapılmasının gerekliliği, Ulusal Eylem Plânı’nda ifade edilmiştir. Söz konusu politikanın belirleyicisini tespit bakımından mevcut kuruluş veya kurumlardan biri görevlendirilmemiş, bu konuda inisiyatifi elinde bulunduracak yeni bir birimin oluşturulması gerektiği ifade edilmiştir68. Ayrıca Ulusal Eylem Plânı’nda Mülteci Yönetmeliği’nin yerine İltica Kanunu’nu yürürlüğe koymak amacıyla, gerekli çalışmaların yapılması gerektiği üzerinde  durulmakta dır. Sığınma başvuruları konusunda Valiliklere ek olarak Yabancılar Şube Müdürlükleri ve Bölge Merkezleri de yetkili başvuru makamları olarak görevlendirilmiştir. Avrupa dışındaki bölgelerden ülkeye giriş yaparken yakalanan sığınmacıların prosedür gereği bulundukları ilin emniyet müdürlüğü yabancılar şubesine ve aynı anda BMMYK Türkiye Ofisine başvurarak 
iltica sistemine dahil olmaları gerekmektedir. 

    Sığınmacılarla ilgili prosedürlerin işletilmesinde ilk karşılaşılan sorun kimlik tespitidir. Özellikle üzerinde seyahat veya kimlik belgesi bulunmayan şahısların gerçek uyruklarının tespit edilmesinde tercümanlar kullanılarak dilleri ve aksanları üzerinden saptama yapmaya çalışılmaktadır. Zira kimlik tespiti mümkün olmadığı takdirde bu şahısların geri gönderimi de zorlaşmaktadır. 

8 . Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6


4. YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE 

Türkiye; coğrafi konum itibariyle Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasındaki ulaşım güzergahları üzerinde, özellikle Doğu ile Batı ekseninde doğal bir köprü görevi gören, üç tarafı denizlerle çevrili, Karadeniz’den açık denizlere tek çıkış kapısı olan Boğazları elinde bulunduran ve bütün bunların yanında demokratik bir idareye sahip, ekonomisi ve sosyal refah seviyesi giderek güçlenen bir hukuk devletidir. Sahip olduğu bu “çekici” özellikler, ülkemize yönelik ve ülkemiz üzerinden yapılan yasa dışı göç oranını artırmaktadır. 

Tablo:3 Yakalanan Yasa dışı Göçmen Sayısı 
Kaynak: EGM 

    Yasa dışı göçmenlerin kullandıkları en yoğun giriş ve çıkış güzergahları; Aydın (Didim, Kuşadası), Ağrı (Patnos, Doğubayazıt), Balıkesir (Edremit, Ayvalık), Çanakkale (Ayvacık, Küçükkuyu), Diyarbakır, Edirne (Uzunköprü, Meriç, İpsala, Bosnaköy), Hakkari, Hatay (Yayladağı), Iğdır, İzmir (Aliağa, Çeşme, Menemen, Menderes, Seferihisar), İstanbul, Konya (Ereğli), Manisa (Akhisar), Muğla (Bodrum), Van (Muradiye, Gevaş)’dır50. Bunun dışında daha az sayıda olmakla birlikte bazı gümrük idarelerinde de yasa dışı göçmenler yakalanmaktadır. 

Tablo:4 Yasa dışı Göçmenlerin Yakalandığı Gümrük İdareleri 



Kaynak: Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı 

Türkiye, doksanlı yıllardan itibaren, topraklarından Batı Avrupa’ya yönelen, özellikle Afganistan, İran, Irak, Pakistan ve Bangladeş kaynaklı yasa dışı göç hareketlerine maruz kalmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Romanya, Rusya, Moldova, Ukrayna, Belarus gibi ülke vatandaşlarının yasa dışı göçlerine hedef olan Türkiye, diğer yandan da Türk vatandaşlarının Avrupa’ya yasa dışı geçişleri bakımından bir kaynak ülke haline gelmiştir. Son dönemde yakalanan yasa dışı göçmenlerin uyruklarına bakıldığında özellikle Orta Doğu 
kökenli oldukları göze çarpmaktadır. 

Tablo:5 Yakalanan Yasa dışı Göçmenlerin Uyruğu 

Kaynak: Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı 

Gerek hedef, gerek transit gerekse de kaynak ülke olarak göç olgusuna maruz kalmış ve halen kalmakta olan Türkiye, uzun kara ve deniz sınırlarına, dolayısıyla pek çok sınır kapısına sahip olması nedeniyle kontrollerde zorluk yaşamış, yakın döneme kadar da tutarlı ve koordinasyonlu bir göç politikası ortaya koyamamıştır. 1970’lerin sonunda Rusya’nın Afganistan’ı işgali, İran’daki rejim değişikliği, Orta Doğu ve Irak’taki siyasal çalkantılar Türkiye’de mülteci, sığınmacı, kaçak göçmen, transit göçmen konumunda bulunan kişiler ile 
düzenli göç kapsamında gelen göçmenleri de kapsayacak şekilde karmaşık bir göç rejiminin oluşumuna neden olmuştur. Ancak hem değişen uluslararası konjonktür ve güvenlik algısı hem de AB adaylık süreci, Türkiye’yi göç konusuna ciddi şekilde eğilmek durumunda bırakmıştır. 

4.1. Uluslararası Düzenlemelerin Türkiye’nin Ulusal Göç Mevzuatına Yansıması 

Yasa dışı göç olgusuna karşı önlem almaya yönelik oluşturulan ve Türkiye’nin de dahil olduğu oluşumlardan ilki Budapeşte Grubudur. Grup, 50 ülke hükümetinin ve 10 uluslararası kuruluşun katıldığı, yasa dışı göçün önlenmesi ve yasa dışı göçle mücadelede kalıcı çözümler sağlanmasını ve göç idaresi alanında sürdürülebilir mekanizmalar kurulmasını amaçlayan hükümetlerarası gayrı resmi bir işbirliği ve diyalog platformudur. Grubun en önemli faaliyeti, yasa dışı göçle mücadele konusunda tavsiye kararlarının alınmasıdır. Tavsiyeler; insan 
kaçakçılığı ile mücadele mevzuatının genel hale getirilmesi, vize rejimleri arasında uyum sağlanması, kaynak ülkeye geri dönme ve yeniden kabul anlaşmaları, yasa dışı göç konusunda bilgi alışverişi, Ortadoğu ve Doğu Avrupa ülkelerine teknik ve mali yardım yapılması, insan kaçakçılığı ile diğer çeşitli organize suç türleri arasında bağlantı kurulması, katılımcı ülkeler arasında geleceğe dönük işbirliği olmak üzere yedi grup altında toplanmıştır51. 

Türkiye, göç ve göç ile bağlantılı konularda BM bünyesinde hazırlanan uluslararası belgeler ve hukuki metinlerin de çoğunluğuna katılmıştır. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi 1961’de, bu sözleşmeye ek 1967 protokolü ise 1968’de yürürlüğe girmiştir. Ancak Türkiye bu iki metne “coğrafi çekince” ile imza atmıştır ki bu durum, yasal bir hak olmasına rağmen bugün halen eleştiri konusudur. Bu coğrafi çekince ile Türkiye, sadece 
Avrupa ülkelerinden sözleşmede belirtilen zulüm korkusu ile kaçan kişileri, mülteci olarak kabul edeceğini belirtmiştir. Ayrıca yasa dışı göç ve göçmen kaçakçılığı konusunda, 2000 yılı Aralık ayında imzalanan BM Sınıraşan Örgütlü Suçlarla Mücadele Sözleşmesi ve ek protokoller TBMM tarafından Ocak 2003 tarihinde onaylanmıştır. 

Türk Ceza Kanunu, adı geçen BM Sözleşmesi dikkate alınarak revize edilmiş ve anılan kanunun ‘Özel Hükümler Bölümünün Uluslararası Suçlar Kısmında’ (Yeni TCK’nın 79. ile 80. maddeleri; eski 201/a ve 201/b maddeleri) ‘göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti’ suçlarının tanımı ve unsurlarına yer verilmiştir. 79. madde uyarınca göçmen kaçakçılığı; doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddî menfaat elde etmek maksadıyla, yasal olmayan yollardan bir yabancıyı ülkeye sokmak veya ülkede kalmasına ve Türk vatandaşı veya yabancının yurt 
dışına çıkmasına imkân sağlamak durumunda ortaya çıkmaktadır. 

Cezai alanda yapılan bu düzenlemenin yanı sıra, anlaşmalı evliliklerin önüne geçmek amacıyla 403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu’nun 5. maddesi değiştiril miş ve yeni düzenleme ile; “Türk vatandaşları ile evlenen yabancıların evliliğin tescil tarihinden 3 yıl geçtikten sonra, vatandaşlığa alınma prosedürünün başlayabileceği” hükme bağlanmıştır. Böylece ülkede kalmaya yönelik sahte evliliklerin önüne geçilerek, insan kaçakçılarının ve insan tacirlerinin kullandık ları bir yöntem ortadan kaldırılmıştır. 

Kaçak çalışmanın önüne geçmek amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca hazırlanan ve ‘Yabancıların Çalışma İzinlerini’ düzenleyen 27.02.2003 tarih ve 4817 sayılı yasa TBMM tarafından onaylanarak 6 Mart 2003 tarihli resmi gazetede yayınlanmıştır. 

25 Şubat 2004 tarihinde yürürlüğe giren ‘Kara Ulaştırma Yönetmeliği’ uyarınca “kaçak insan taşımacılığı ve ticareti suçları ile diğer bazı suçlar nedeniyle yargı organları tarafından verilmiş ve kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunması halinde yetki belgesi sahiplerinin yetki belgelerinin iptal edilmesi ve üç yıl geçmedikçe yetki belgesi verilmemesi” kararlaştırılmıştır. Bu hükümlerle insan kaçakçılarının en çok kullandığı yöntemlerden biri olan kara yolu taşımacılığı ile insan kaçakçılığının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 

Ayrıca Türkiye, acil durumlarda göçmenlere yardım, mültecilerin yeni bir ülkeye 
yerleştirilmesi, gönüllü geri dönüşlere yardım, göçmen sağlığı, para gönderme ve yasal göç seçeneklerinin desteklenmesi gibi alanlarda faaliyet gösteren uluslararası bir örgüt olan Uluslararası Göç Örgütü’ne 2004 yılında üye olmuştur. Bu örgüt ile göç konularının yanı sıra insan ticareti ile mücadele alanında da işbirliğini sürdürmektedir. 

Öte yandan Türkiye; Bern İnisiyatifi, Issık Gölü Göç Politikası Diyaloğu ve Uluslararası Küresel Göç Komisyonu toplantılarına aktif olarak katılmaktadır. Budapeşte Grubu’nun sekretarya görevini yerine getiren Uluslararası Göç Politikaları Geliştirme Merkezi (ICMPD) ile 2001 yılında bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Yine ICMPD’nin sekretarya görevini üstlendiği Sınır Polisi Konferansları’na ve ICMPD tarafından yürütülmekte olan Akdeniz bölgesinde 
Transit Göç Diyaloğu sürecine de dahil olunmuştur. 

4.2. AB Üyelik Sürecinin Türkiye’nin Yasa dışı Göçle Mücadelesine Etkisi 

AB göç olgusuna güvenlik perspektifinden baktığından yasa dışı göçle mücadele ye büyük önem atfetmiş ve aday ülkelerden de bu konuda ilerleme kaydederek Birlik müktesebatına uyum göstermelerini istemiştir. Dolayısıyla AB üyelik süreci, Türkiye’nin göç politikalarının şekillenmesinde etkin bir faktör haline gelmiştir. 

1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday ülke olarak kabul edilmesinin ardından AB Komisyonu’nca 8 Kasım 2000 tarihinde Türkiye’nin yapması gerekenlere dair yol haritası niteliği taşıyan Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmış tır. Bunu müteakip Katılım Ortaklığı Belgesi’nde kaydedilen öncelik ve hedeflerin yer aldığı ve bunların bir takvim çerçevesinde gerçekleştirileceğinin ifade edildiği bir Ulusal Program 2001 yılında yürürlüğe girmiştir. 

Katılım Ortaklığı Belgesi’nin orta vadeli öncelikler bölümünde ilk defa somut olarak yasa dışı göçle mücadeleden bahsedilmiştir. Belgede; “Yasa dışı göçün önlenmesine yönelik olarak, göç konusundaki AB müktesebatının ve eylemlerinin (kabul, geri kabul, sınır dışı etme) kabul edilmesi ve uygulanması”, “sınır yönetiminin güçlendirilmesine devam edilmesi ve Schengen Sözleşmesi’nin tam olarak uygulanması için hazırlık yapılması” hükümlerine yer verilmiştir52. 

2003 tarihinde kabul edilen yeni Katılım Ortaklığı Belgesi’nde ise kısa vadeli öncelikler bölümünde, “Yasa dışı göçün önlenmesine ve yasa dışı göçle mücadele edilmesine yönelik olarak, AB müktesebatı ve iyi uygulamalar ile uyumlu etkin bir sınır yönetimi geliştirmek amacıyla, kamu idaresinin kapasitesinin geliştirilmesi, yasa dışı göçle mücadelenin güçlendirilmesi ve Avrupa Birliği ile bir geri kabul anlaşmasının müzakere edilerek mümkün olan en kısa zamanda sonuçlandırılması”; orta vadeli öncelikler bölümünde ise, “Schengen 
müktesebatının tam olarak uygulanabilmesine hazırlık amacıyla, sınır yönetimine ilişkin AB müktesebatına ve iyi uygulamalara uyum sağlanmasına devam edilmesi ve yasa dışı göçün önlenmesi amacıyla, göçe ilişkin müktesebatın ve iyi uygulamaların kabul edilmesi ve uygulanması” hususlarına yer verilmiştir53. 

Ayrıca göç ve iltica alanında AB'nin Adalet ve İçişleri alanındaki müktesebata uyum sağlayabilmek amacı ile İçişleri Bakanlığı koordinatörlüğünde 2002 yılında Türkiye sınır kontrolü, göç ve ilticadan sorumlu farklı devlet birimlerinin bir araya geldiği özel bir görev gücü oluşturulmuştur. Türkiye, genel bir strateji geliştirebilme amacı ile bu alanlarda üç çalışma grubu (sınırlar, göç ve iltica) kurmuştur. Özel Görev Gücü çalışmalarının sonunda, 2003 yılında "Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne Katılım Sürecinde İltica Alanında Yapılması Öngörülen Çalışmalara İlişkin Strateji Belgesi” ile “Türkiye'de Göç Yönetimi Eylem Planına 
Katkı Sağlayacak Strateji Belgesi” hazırlanmıştır. 

Aynı yıl yürürlüğe giren Ulusal Program’da yasa dışı göçle mücadeleye ilişkin olarak AB Vize Negatif Listesine uyum konusunda önemli adımlar atılmış olup, netice itibariyle söz konusu listeye Mayıs 2003 itibariyle yaklaşık %75 oranında uyum sağlandığı belirtilmektedir54. Tam uyum sağlanabilmesi için 6 ülkenin durumunun gözden geçirilmesi gerektiği ve ülkemiz tarafından verilen vize tipleri ile AB ülkelerinde geçerli Schengen vize tiplerinin uyumlulaştırılacağı vurgulanmıştır. Dış temsilciliklerimizin ve sınır kapılarımızın belge güvenliğini denetleyecek teçhizatla donatılması konusunun, özellikle uluslararası platformda 
yasa dışı göç ve insan ticareti ile yapılan mücadele kapsamında da büyük önem taşıdığı belirtilmiştir55. Ayrıca vize konusunda tüzük niteliğinde olan ve dolayısıyla her AB üye devletinin doğrudan uygulaması gereken 13.04.2010 tarihli ve 810/2009 sayılı “AB Vize Tüzüğü”nde yer verilen düzenlemelere olabildiğince yaklaşılmaya çalışılmıştır56. Bu kapsamda, vize talebi reddedilecek yabancıların karara karşı itiraz usulleri, havalimanı transit vizeleri gibi vize konuları yeniden düzenlenmiştir. 

Öte yandan ülkenin refah seviyesinin artırılması hususunda bir yol haritası niteliğinde olan Orta Vadeli Programlarda da yasa dışı göç, “Güvenlik hizmetlerinin etkinleştirilmesi” başlığı altında kendine yer bulmuştur. 2007’den itibaren yayınlanan Orta Vadeli Programlarda, yasa dışı göç ve iltica hareketleri, insan ticareti ve kaçakçılığı, uyuşturucu madde ticareti ve kullanımıyla etkin bir şekilde mücadele edileceği vurgulanmıştır57. 

Yine AB müktesebatına uyum amacıyla hazırlanan 2007-2013 Uyum Programı’nda vize tanımı ve vize türlerinin AB ile uyumlu hale getirilmesi, yasa dışı göç ve istihdamla mücadelenin usul ve mevzuat çerçevesinin belirlenmesi hedef alınmıştır58. 

2008 yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nde ise AB ile Geri Kabul anlaşmasının en kısa zamanda tamamlanması, Cenevre Sözleşmesi’ne getirilen coğrafi sınırlamaların kaldırılması, kapsamlı bir iltica kanunun kabulü, yeni bir sınır kolluk kuvveti biriminin kurulması için gerekli adımların atılması hususlarına yer verilmiştir. 

İltica ve göç alanındaki bir diğer önemli gelişme 2008 yılında kurulan ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarlık makamına bağlı olarak çalışan İltica ve Göç Mevzuatı ve İdari Kapasitesini Geliştirme ve Uygulama Bürosu’dur. Büronun görevleri, iltica ve göç konusunda gerekli hukuki ve kurumsal yapının oluşturulmasına yönelik çalışmaları yürütmek; AB'ye uyum sürecinde ilgili strateji belgeleri ve ulusal belgeler ışığında ifade edilen gereksinimlerin karşılanıp karşılanmadığı hususlarını belirlemek ve bu çerçevede somut adımların atılmasını sağlamak; iltica ve göç konusu ile ilgili yürütülen AB projelerini izlemek ve koordinasyonu 
sağlamaktır. İltica ve Göç Bürosu, 2011’de açıklanan “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanun Tasarısı”nın da hazırlayıcısıdır. Tasarıda vize, yabancıların ikamet izinleri, sınırdışı işlemleri ve uluslararası koruma prosedürü hakkındaki düzenlemeler ile Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kurulması konusuna yer verilmiştir59. 

Son olarak, 1 Şubat 2012’den itibaren geçerli olacak Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye’de turist olarak bulunan yabancıların bir defalık kalış süresi 180 gün içinde 90 günle sınırlandırılacaktır. Bu süreyi geçenlerin, Türkiye’de kalabilmek için oturma izni alması gerekecektir. AB’ye uyum gerekçesiyle alınan karar neticesinde, evlerde kaçak çalışan bakıcı ve hizmetçiler çalışma izni almadıkları takdirde sınırdışı edilecektir. Türkiye'de Romanya, Moldova, Ukrayna gibi ülkelerden gelen çok sayıda çocuk bakıcısı ve hizmetçi bulunduğu ve bu kişilerin Türkiye'de turist vizesi ile kaldığı göz önünde bulundurularak uygulama ile 
Türkiye’deki kaçak istihdamın ve yurtdışına bir günlük çıkışlarla vize uzatımlarının engellenmesi planlanmaktadır. 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,;

***