RAPOR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RAPOR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2018 Pazartesi

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 2


BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 2


<  Tahran, Esed iktidarının devrilmesiyle Orta Doğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı Şii hilali projesinin de akamete uğrayacağını hesap etmektedir.  >
Esed yönetimi, muhalefetin reform talepleri üzerine yasal çerçevede bazı düzenlemeler gerçekleştirdiyse de bu reformları hayata geçirmemiş, iktidarının 
devamını sağlayacak tedbirlere yönelmiş ve gösteri yürüyüşlerine şiddetle mukabele etmeye devam etmiştir. Mesela, 2014 yılındaki devlet başkanlığı 
seçimleri için adil ve serbest bir seçim vaat eden Esed, diğer taraftan reform adı altında gerçekleştirdiği anayasa değişikliği ile iktidarda kalabileceği süreyi 
2028’e kadar uzatmıştır. Esed rejimi, olağanüstü hal uygulamasına son verdikten sonra “toplu cezalandırma” yaklaşımıyla muhalefetin güçlü olduğu 
yerleşim yerlerine dönük saldırıları artırmış, 10 binlerce sivilin ölümüne yol açmıştır. Vatandaşlık kimliği verilen Kürtler ardından askere alınmış, Kürt 
kökenli Suriyelilerin muhalefet saflarına katılmasını engellemek maksadıyla ülkenin kuzey ve kuzeydoğusunda PKK terör örgütü ve PYD ile işbirliğine 
gidilmiştir. Suriye’de yaklaşık 20 aydır devam eden halk hareketi bu nedenle süreç içinde hem hedef değiştirmiş hem de farklı bir nitelik kazanmıştır. 

Başlangıçta reform isteyen halk kitleleri, iktidarın baskısına maruz kalınca Esed iktidarının devrilmesini talep etmeye başlamıştır. Esed iktidarına bağlı 
güvenlik güçlerinin gösterilerin sona ermesi ve muhalefetin bastırılması amacıyla halka karşı silahlı güç kullanması, Suriye’deki Baas rejimi ile halk arasındaki 
ilişkilerin kopmasına yol açmıştır. Nitekim gelinen aşamada Suriye halkı Beşşar Esed’in devrilmesini yeterli görmemekte, Esed’in ve katliamlardan 
sorumlu Baas mensuplarının cezalandırılmasını istemektedir. 

Esed iktidarının reform taleplerini dikkate almaması, halk kitlelerinin muhalefetine şiddetle karşılık vermesi Suriye’deki sürecin niteliğini de değiştirmiştir. 

Esed yönetimine bağlı güvenlik güçlerinin (polis, ordu ve istihbarat) gösterilere şiddetle mukabelede bulunmasıyla muhalif unsurlar silahlı mücadeleye 
yönelmiştir. Kitle yürüyüşleri biçiminde ortaya çıkan muhalefet hareketi böylece Baas rejimine karşı silahlı bir ayaklanmaya dönüşmüş ve taraflar arasındaki 
çatışma süreç içinde ülke geneline yayılarak iç savaş halini almıştır. Güvenlik güçlerinin muhalefet hareketini bastırmak için uyguladığı şiddet ve müteakiben 
başlayan çatışmalar sonucunda 10 binlerce Suriyeli hayatını kaybetmiş ve yaralanmış, 1 milyondan fazla vatandaş yurtiçinde yerlerinden edilmiş ve 100 
binlerce kişi ülkeyi terk etmiştir. 

Suriye’de iç savaşa dönüşen kriz ülke sınırlarının ötesinde sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Kriz; bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa sebep olmuş, Orta 
Doğu’da Şii-Sünni gerilimine zemin hazırlamış, Suriyeli sığınmacılar sorununu doğurmuş, PKK terör örgütüne farklı bir hareket alanı sağlamış ve böylece 
Türkiye’yi güneyde meşgul edecek bir istikrarsızlık meydana getirmiştir. 

Ulusal ölçekteki çatışmanın bölgesel ve küresel bir anlaşmazlık halini aldığı Suriye krizi üç düzeyde değerlendirilebilir. Ulusal düzeyde otoriter Baas yönetimiyle ayaklanan ve silahlanan halk arasında iç savaşa dönüşen bir çatışma vardır. Bölgesel düzeyde, ayaklanan halk lehinde tutum geliştiren ülkelerle 
Şam’da yönetim değişikliğine karşı çıkarak Esed rejimini destekleyen İran arasında bir nüfuz mücadelesi söz konusudur. Türkiye ve genel olarak Arap 
dünyası, Suriye halkının demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini desteklemekte, Baas iktidarı tekelinin son bulması gerektiğini beyan etmektedir. 
Tahran ise Suriye’de Nusayri azınlığın etkili olduğu mevcut iktidarın varlığını sürdürmesi gerektiğini savunmaktadır. İran, Suriye’de Esed iktidarı 
çözülürse kendi rejiminin tehlikeye girebileceğini, bölgedeki rejim değişikliği dalgasında sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmektedir. Tahran, Esed 
iktidarının devrilmesiyle Orta Doğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı Şii hilali projesinin de akamete uğrayacağını hesap etmektedir. 

Küresel düzeyde ise demokratikleşme hareketlerini destekleyen aktörlerle otoriter yönetimleri destekleyen aktörler arasında bir mücadeleden bahsedilebilir. 
Suriye krizi, Rusya ve Çin’i yakın gelecekte kendi iç işlerine karışılabileceği yönünde endişelendirmektedir. Rus ve Çinli karar mercileri, Suriye’de 
bir dış müdahale ile Esed rejiminin devrilmesinden sonra sıranın gelecekte kendilerine de gelebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmaktadır. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi bu iki ülkenin Suriye’ye uluslararası müdahaleye mesnet teşkil edebilecek kararları engellemesi ve Rusya’nın iktidar değişimini 
önlemek için Esed rejimine sağladığı destek böyle bir mücadelenin yansıması olarak değerlendirilebilir. Nitekim otoriter yönetimleri destekleyen aktörlerle 
demokratik dinamikleri destekleyen aktörler arasındaki ayrışma Suriye’deki krizle sınırlı değildir. Irak’ta otoriterleşme eğilimleri göstermeye başlayan 
Maliki iktidarının Rusya’ya yaklaşması da küresel düzeydeki bu ayrışmaya örnek verilebilir. 

<  Suriye krizi, Rusya ve Çin’i yakın gelecekte kendi iç işlerine karışılabileceği yönünde endişelendirmektedir. >

Uluslararası ilişkilerde ülkelere dış müdahale konusunda iki farklı trendin ön plana çıktığı, bu trendlerin Suriye krizinin küresel düzeyde bir anlaşmaz-
lık haline gelmesinde etkili olduğu ifade edilebilir. Rusya ve Çin gibi ülkeler tarafından benimsenen birinci trend, Vestfalyan egemenliği savunmakta, 
devletlerin iç işlerine müdahaleye itiraz etmektedir. Batılı ülkeler tarafından geliştirilen ikinci trend ise devletlerin egemenlik ilkesini tanımakla birlikte, 
planlı insan hakları ihlallerinin büyük boyutlara ulaşması durumunda dış müdahalenin gerçekleştirilebileceği görüşünü savunmaktadır Soğuk Savaş sonrası dönemde BM sistemi ve NATO vasıtasıyla Batılı devletlerin öncülüğünde çeşitli kriz bölgelerinde gerçekleştirilen dış müdahaleler iki farklı trendin belirginleşmesine yol açmıştır. Suriye krizinde ise iki trend karşı karşıya gelmiş, krizi çözüme kavuşturabilecek adımlar konusunda küresel düzeyde tesis 
edilebilecek bir mutabakatı imkânsız kılmıştır. Nitekim bu konu halen Devlet Hukukunun tartışmalı konuları arasında yer almaya devam etmektedir. 

Suriye krizi nedeniyle mevcut verilere göre yaklaşık 400 bin kişi evini terk ederek Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a göç etmek zorunda kalmıştır. 
Türkiye’ye giriş yapan sığınmacı sayısı 2012 Ekim ayı içinde Ankara’nın “psikolojik sınır” olarak belirlediği 100 bini geçmiştir. Türkiye’ye giriş yapan 
sığınmacı sayısındaki artışa bağlı olarak Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulması böylece daha sık gündeme gelebilir. Suriye’deki iç savaşın 
hâlihazırdaki seyri devam ederse toplam sığınmacıların sayısının yakın zamanda 700 bine çıkabileceği tahmin edilmektedir. 

Suriye krizinde Esed rejiminin, kuzey ve kuzeydoğudaki Kürt nüfusun muhalefete katılmasını engellemek amacıyla PKK terör örgütü ve aynı çizgideki 
PYD ile birlikte hareket etmeye başladığı yönünde basın yayın organlarında haberler yer almaktadır. Kriz başlayınca Esed rejiminin Kürtleri kendi tarafına 
çekmek maksadıyla PYD’yi kullanmaya başladığı ve PKK/PYD’yi kullanarak Türkiye’ye karşı komplo içinde olduğu yönünde duyumlar vardır. Türkiye 
PKK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini teyakkuzla takip etmelidir. Ancak Suriye Kürtleri arasında birlik olmadığı, bölünmeler ortaya çıktığı 
ve bütün Kürtlerin PKK ve PYD’ye sempati duymadığı dikkate alınmalıdır. Türkiye ve Suriye’de sınıra yakın yerleşim birimlerinde yaşayan Kürtler arasında 
akrabalık bağlarının da olduğu bilinmektedir. Türkiye, bu nedenle PKK terör örgütü ve PYD konusundaki hassasiyetinin bölgedeki Kürtlerde kaygılara 
neden olmasına fırsat vermemeli, Suriye Kürtleri ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır. 

Suriye krizi, krizin sebep olduğu bölgesel ve küresel anlaşmazlık, bölgede Şii-Sünni geriliminin belirginleşmesi, sığınmacılar sorunu ve PKK terör örgütünün 
Orta Doğu’da yeni bir hareket alanına kavuşması Türkiye’nin güneyinde istikrarsızlığa yol açmaktadır. Suriye krizi bu bağlamda Ankara’nın Ortadoğu’daki girişimlerini kesintiye uğratabilecek, Türkiye’nin bölgedeki artan nüfuzunu sınırlandırabilecek bir çatışma zemini doğurmaktadır. 

Suriye’deki halk hareketi, diğer Arap ülkelerindeki başarılı süreçlere nazaran kısa sürede olumlu bir sonuca gidememiştir. Tunus ve Mısır’da iktidardaki 
liderlerin devrildiği aylarda Suriye’de kitlesel gösteriler başlamış ancak yaklaşık iki yıl geçmesine rağmenEsed rejimi varlığını korumaya devam etmiştir. 
İktidar değişikliğinin gerçekleştiği Arap ülkelerinden farklı olarak Suriye’de Esed rejiminin varlığını sürdürmesine imkân tanıyan ve muhalefet hareketinin 
muvaffak olmasını engelleyen bazı şartlar belirleyici olmuştur. 

Suriye’de nüfus Tunus, Mısır ve Libya’dan farklı olarak homojen değildir ve iktidar büyük bölümünü Nusayri azınlığın oluşturduğu Baas ideolojisine sahip 
geniş bir çıkar grubunun denetimindedir. Suriye’de muhalefet hareketi başlayınca Esed rejimi Bin Ali, Kaddafi ve Mübarek iktidarlarının aksine güçlü bir 
dış destek almıştır. Suriye’de ortaya çıkan muhalefet zayıf kalmış, kendi içinde birliksağlayamamış ve silahlanma aşamasına erken geçerek Esed rejiminin 
elini güçlendirmiştir. Batılı ülkeler Suriye krizinde Libya’dakinden farklı bir tutum sergilemiş, Türkiye krize müdahil oldukça geri çekilmiş, söylemde halk 
hareketini desteklerken eylemde çekimser kalmıştır. 

Suriye’de Beşşar Esed’in mensubu olduğu Nusayriler devletin bütün kurumlarında etkilidir. Ülke nüfusunun %12’sini oluşturduğu tahmin edilen Nusayri azınlık, Baas Partisi aracılığıyla siyasi iktidarı ve bürokrasiyi farklı etnik ve dini unsurlar arasında kurduğu çıkar ilişkileri üzerinden kontrol etmektedir. 
Suriye’de Esed rejiminden çıkar sağlayan geniş bir kitlenin varlığı rejimin devrilmesini zorlaştırmış, bu kitle bir varoluş mücadelesi vererek iktidar değişimine karşı direnç göstermiştir. 

Suriye’de Nusayri azınlık aynı zamanda ordunun komuta kademesini ve üst düzey subay sınıfını oluşturmaktadır. Bu nedenle Suriye’de muhalefet hareketi 
ortaya çıktığında askeri bürokrasideki üst düzey yetkililerin çoğunluğu Esed iktidarından ayrılmamıştır. Bazı politikacı, diplomat ve askerler muhalif 
saflarda yer alsa da, muhalefet cephesine katılım düzeyi Esed rejiminin gücünü ve etkisini büyük ölçüde kıramamıştır. Ordu komutasının Nusayri subayların 
elinde olması, Esed iktidarına muhalefet hareketine silahlı kuvvetle karşılık verme imkânını tanımış ve ordunun saf değiştirme ihtimalini ortadan 
kaldırmıştır. Nusayrilerin Suriye silahlı kuvvetleri üzerindeki hâkimiyeti Şebbihaların (Esed ailesine yakın korumalık yapan silahlı askerler) kısa sürede 
devreye girmesini kolaylaştırmış, Esed rejiminin göstericilere müdahalesini hızlandırmıştır. 

<  Nusayri azınlık, Baas Partisi aracılığıyla siyasi iktidarı ve bürokrasiyi farklı etnik ve dini unsurlar arasında kurduğu çıkar ilişkileri üzerinden 
kontrol etmektedir.  >

<  Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) erken kurulması, Suriye’deki halk hareketinin muvaffak olmasını engellemiştir. >

Esed rejiminin muhalefet hareketine karşı aldığı dış destek, rejimin bugüne kadar ayakta kalmasına önemli katkı sağlamıştır. BM Güvenlik Konseyi daimi 
üyesi Rusya, Suriye’de rejim değişikliğine karşı çıkmış, Esed rejimini kınayan karar tasarılarını Çin ile birlikte veto etmiştir. Suriye’ye yaptırım ve 
uluslararası müdahaleyi mümkün kılabilecek karar tasarılarının Konsey tarafından kabul edilmesini engelleyen Moskova, Esed rejimine silah ve mühimmat temin etmektedir. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Mısır’da bir gazeteye verdiği röportajda konu ile ilgili olarak Moskova-Şam arasındaki silah 
ticareti anlaşmalarının Sovyet dönemine dayandığını, Rusya’nın bu çerçevede Suriye’ye silah ihraç etmeye devam ettiğini ifade etmiştir. Suriye’ye sadece 
2011 yılında 1 milyar dolar değerinde silah satan Rusya, bu satışı Suriye’yi dış tehditlere karşı koruma amacıyla gerçekleştirdiğini beyan etmiştir.5 

Rusya’nın yanı sıra Esed rejimine sağlanan dış desteğin önemli kısmının İran’dan geldiği gözlemlenmiştir. İran, Suriye’de halk hareketi kitlesel gösteriler 
şeklinde ortaya çıktıktan sonra Esed rejiminin yıkılmasını önlemek amacıyla tüm imkânlarını seferber etmiştir. Tahran, uluslararası platformlarda Suriye’ye dış müdahaleye karşı çıkmış, Suriye krizinin Güvenlik Konseyi’ne taşınmasına itiraz etmiştir. Esed iktidarına gösterilerin bastırılmasına yönelik profesyonel danışmanlık desteği veren ve istihbarat sistemleri tedarik eden İran, Suriye’de çatışmalar başlayınca bu ülkeye askeri teçhizat ve mühimmat sağlamaya başlamış, Devrim Muhafızları’nı göndermiştir. İran Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi 16 Eylül 2012 tarihinde yaptığı açıklamada Devrim Muhafızlarının ve Kudüs Tugaylarının Esed rejiminin ayaklanmayı bastırmasına destek olmak için Suriye’de bulunduğunu teyit etmiştir.6
Irak’ta Maliki iktidarı da Esed rejiminin varlığını sürdürmesine destek sağlamış, Arap Birliği’nin Suriye aleyhinde aldığı yaptırım kararlarını uygulamamıştır. 

Muhalefetin zayıf kalması, muhalif unsurlar arasındaki birlik sorunu ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) erken kurulması, Suriye’deki halk hareketinin 
muvaffak olmasını engellemiştir. Suriye muhalefeti gerek ülke içinde gerekse uluslararası düzeyde Esed rejiminin ardından iktidarı devralabilecek kabili
yette olduğunu göstermekte yetersiz kalmıştır. Suriye Ulusal Konseyi bünyesinde devam eden görüş ayrılıkları Konsey’in temsil niteliğinin nispeten zayıf kalmasına neden olmuştur. Suriye Kürtleri Konsey’e tamamen dâhil edileme-miştir. Diğer taraftan Özgür Suriye Ordusu’nun erken kurulması ironik biçimde Esed rejiminin elini güçlendirmiş, rejim muhalefet aleyhinde propaganda malzemesine kavuşmuştur. Muhalif unsurların silahlı mücadele aşamasına 
birlik ve koordinasyon tesis etmeden ve gerekli ağır silahları tedarik etmeden geçmesi dağınık ve birbirinden kopuk silahlı gruplar ortaya çıkarmış, Esed rejimine karşı hedeflenen askeri üstünlük sağlanamamıştır. Diğer taraftan Özgür Suriye Ordusu’ nun kurulması uluslararası toplumun sorumluluğunu azaltmış, 
Esed rejimine karşı insani müdahalenin önünü dolaylı olarak tıkamıştır. 

Batılı ülkelerin tutumu da Suriye’deki halk hareketinin netice alamamasında etkilidir. Süreç içinde Türkiye Suriye krizine müdahil oldukça Batı geri çekilmiştir. 
Libya’daki krizde halkına ateş açan Kaddafi iktidarına müdahalede oldukça hızlı hareket eden bazı batılı devletler Suriye krizinde sadece Esed 
rejimi aleyhindeki söylemlerle yetinmiştir. Bu devletlerin Suriye krizinin sürüncemede bırakılması yönünde irade gösterdiği gözlemlenmiştir. Özellikle 
Türkiye’nin Orta Doğu’da artan etkinliğinden rahatsız olan bazı batılı devletlerin Suriye krizinin uzamasını hedeflediği, böylece krizin Türkiye’yi yıprat-
maya devam etmesini istediği değerlendirilebilir. 

3. SURİYE MUHALEFETİNİN YAPISI 

Suriye krizinde Esed rejiminin gösteri yürüyüşlerini silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya çalışması, muhalefet hareketinin uluslararası düzeyde tanınmasına 
zemin hazırlamıştır. Uluslararası destek sayesinde muhalefet hareketi Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınmaya, muhalif unsurlar da tek çatı 
altında birleşmeye başlamıştır. 

Suriyeli muhalif grupların bir araya getirilmesine dönük sürdürülen çalışmalar kapsamında “Suriye Halkının Dostları” ismi ile uluslararası bir grup teşkil 
edilmiştir. Grup, Beşşar Esed’in iktidardan ayrılmasını sağlamak için uluslararası kamuoyunu harekete geçirebilmek amacıyla kurulmuştur. Seksenden 
fazla ülkeden oluşan Suriye Halkının Dostları grubu bugüne dek dört kez toplanmıştır. 

Grubun ilk toplantısı 24 Şubat 2012 tarihinde Tunus’ta gerçekleştirilmiştir. Toplantıdan “İnsani Yardım Forumu” oluşturulması yönünde bir karar çıkmıştır. 
Grubun ikinci toplantısı 1 Nisan 2012’de İstanbul’da yapılmıştır. İstanbul toplantısının ardından açıklanan bildirinin 10. maddesinde Suriye Halkının 
Dostları grubu, Suriye Ulusal Konseyi’ni bütün Suriyelilerin meşru temsilcisi ve Suriyeli muhalif grupların altında toplandığı çatı örgüt olarak tanıdığını 
beyan etmiştir. Grubun üçüncü toplantısı 19 Nisan 2012 tarihinde Paris’te gerçekleştirilmiştir.
7 Grup dördüncü kez 6 Temmuz 2012 tarihinde tekrar Paris’te toplanmıştır. 

Suriye Halkının Dostları toplantıları Suriye krizinde küresel düzeyde devam eden anlaşmazlığı göstermiştir. Rusya ve Çin toplantılara katılmamıştır. 6 
Temmuz 2012’de Paris’te gerçekleştirilen dördüncü toplantıda ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye’ye yaptırım kararı alınması için BM Güvenlik 
Konseyi’ne çağrı yapmış, Esed rejimine destek vermeye devam eden Rusya ve Çin’in üzerinde baskı kurulması gerektiğini ifade etmiştir. Clinton, Suriye 
krizindeki sorumluluklarından dolayı Rusya ve Çin’in bedel ödemesi gerektiğini beyan etmiştir.8 

3.1. Siyasi Yapılanma 

Suriye krizinde muhalefet ilk kez 1 Haziran 2011 tarihinde Antalya’da “Suriye’de Değişim Konferansı”nda bir araya gelmiştir. 
Daha sonra 23 Ağustos 2011 tarihinde Suriye Ulusal Konsey’in (SUK) ilk çekirdeği İstanbul’da teşkil edilmiştir. Konseyin temel hedefinin Suriye halkının 
isteklerini yerine getirerek, Esed rejimini devirmek, daha sonra da tüm Suriye halkını temsil eden bir Suriye yönetimi kurmaktır.9 
Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınan ve 310 üyesi bulunan Konsey’de Müslüman Kardeşler’in çoğunlukta olması eleştirilmektedir. 
Konsey’in Başkanı Burhan Galyon, 17 Mayıs 2012 tarihinde istifa edince yerine Abdulbasit Seyda seçilmiştir.10 

Muhalif unsurlar birliktelik sağlamak amacıyla 2 Ekim 2011 tarihinde Suriye Ulusal Konseyi çatısı altında İstanbul’da bir araya gelerek konseyin kuruluşunu 
ilan etmiştir.11 Bu toplantı Esed iktidarı aleyhinde gösterilerin başlamasından ancak yedi ay sonra gerçekleştiği için geç kalmış bir girişim olarak görülmektedir. Diğer taraftan gerçekleşen birlikteliğe rağmen muhalif gruplar arasında halen devam eden görüş ayrılıkları vardır. 
Suriye Ulusal Konsey’in teşkil eden dini eğilimli gruplar, laikler, liberaller ve Kürtler arasında henüz ortak bir tavrın hâkim olduğunu ifade etmek güçtür. 
Bu gruplar arasındaki yaklaşım farklılıkları Esed iktidarının elini güçlendirmektedir. 

Suriye Ulusal Konseyi’nin çatısı altında yer alan muhalif oluşumlar: 

• Müslüman Kardeşler ve Destekçileri 
• Şam Deklarasyonu 
• Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri 
• Suriye Yüksek Devrim Konseyi 
• Bağımsız Liberaller Kitlesi 
• Seküler ve Demokratik Suriyeliler Koalisyonu 
• Suriye Devrim Genel Komisyonu 
• Şam Baharı (Rabii El-Demaşk) 
• Ulusalcı Şahsiyetler.

   <  Halk, özgürlük ve demokrasi talep ettiği nispette sosyo-ekonomik şartlarının geliştirilmesini, refah düzeyinin yükseltilmesini beklemektedir.  >

Suriye Ulusal Konseyi’nin yapısı ve mevcut kabiliyeti değerlendirildiğinde, Konsey liderliğindeki muhalefet hareketi içindeki birlik sorunu ve 
anlaşmazlıklar göze çarpmakta, uluslararası toplumda Konsey’in Esed sonrası süreci yönetebileceği izlenimi oluşmadığı görülmektedir. 
Suriye muhalefetinin içerisinde yer alan gruplar Esed iktidarının devrilmesinde izlenecek yöntem konusunda anlaşmazlık yaşamaktadır. 
Suriye Ulusal Konseyi çizgisindeki unsurlar Esed rejiminin dış müdahaleyle sona erdirilmesini hedeflerken, Suriye içerisinde Esed yönetimiyle birebir çarpışan muhalifler Baas rejiminin dış müdahale olmadan kendi güçleriyle devrilmesini öngörmektedir. Aynı zamanda yurtdışındaki muhalefetle Suriye halkı arasında bir koordinasyon eksikliği de göze çarpmaktadır. Suriye Ulusal Konseyi üyeleri uzun süredir yurtdışında bulunduğundan dolayı halk ile doğrudan bağlantı kurmakta ve halkın isteklerini anlamakta güçlük çekebilmektedir. Halkın talebi sadece özgürlük ve demokrasi ile sınırlı değildir. Halk, özgürlük ve demokrasi talep ettiği nispette sosyo-ekonomik şartlarının geliştirilmesini, refah düzeyinin yükseltilmesini beklemektedir. 
Halk, Esed rejiminin devrilmesiyle ülkedeki devlet kurumlarının yıkılmaması gerektiğine inanmakta, Irak’taki sürecin Suriye’de tekerrür etmesini istememektedir. 

Suriye Ulusal Konseyi’nin mevcut kabiliyetleri göz önünde bulundurulduğunda, Konsey’in Suriye’deki süreçle ilgili dünya kamuoyunu yönlendirmede za-
yıf kaldığı görülmektedir. Konsey, halka karşı şiddete başvurmasından dolayı Esed’in iktidarı bırakması gerektiği mesajını uluslararası topluma yeterince 
ulaştıramamış, Esed rejiminin muhalefet aleyhinde yürüttüğü propagandaya karşılık aynı düzeyde bilgilendirme kampanyası gerçekleştirememiştir. Suriye 
Ulusal Konseyi hâlihazırda başta Türkiye olmak üzere ABD, Avrupa ve Arap ülkeleri tarafından Suriye’nin tek muhalif temsilcisi olarak resmen tanınsa da, 
Konsey’in Esed sonrası döneme geçiş sürecini yönetebilecek düzeyde etkili olduğunu uluslararası kamuoyuna ifade edemediği gözlemlenmektedir. 

Suriye Ulusal Konseyi liderliğindeki muhalefet hareketi içinde ortaya çıkan tefrikanın uluslararası toplumun Suriye krizi ile ilgili net bir tavır alamama-
sında etkili olduğu ifade edilebilir. Suriye’ye askeri müdahale, insani yardım koridoru, tampon bölge oluşturma ve diğer seçenekler konusunda dünya kamuoyundaki mevcut kararsızlık kısmen muhalefet hareketi içindeki birlik sorunuyla ilişkilendirilebilir. Nitekim muhalefeti yönlendiren güçlü bir liderin 
olmayışı da dünya kamuoyunun bu kararsızlığını pekiştirmiş, muhalefete bir bakıma kuşkuyla bakılmasına yol açmıştır.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 2 Kasım 2012 tarihindeki Hırvatistan gezisi sırasında yaptığı açıklamada, Suriye Ulusal Konseyi’nin tek başına 
Suriye’yi temsil etmediğini, Kürtlerin ve Nusayrilerin de temsil edildiği geniş katılımlı bir muhalefet yapısı oluşturulması gerektiğini ifade etmiştir. Clinton 
ülke içinde Esed rejimine karşı savaşan insanları temsil edebilecek daha etkili bir muhalefet cephesinin teşkil edilmesi gerektiğini, bu kapsamda Suriye Ulusal 
Konseyi’nin yeniden yapılandırılması gerektiğini beyan etmiştir. 

Suriye Ulusal Konseyi böyle bir gündemle 4-7 Kasım 2012 tarihleri arasında yeni başkanını ve yönetim kurulunu seçmek ve üye sayısını artırarak temsil 
niteliğini güçlendirmek amacıyla Doha’da bir kongre gerçekleştirmiştir. Katar’ın teşebbüsüyle düzenlenen Doha Kongresi’nde ilk aşamada Suriye 
Ulusal Konseyi başkanlığına Hıristiyan asıllı George Sabra seçilmiştir. Kongre’de daha sonra Konsey’in kapsamının genişletilmesi ve uluslararası 
toplumun desteğinin daha çok sağlanması hedefi gündeme alınmıştır. Toplantı sonucunda muhalefet kendi içinde yaşadığı anlaşmazlıkların ve çekişmelerin 
kısmen de olsa üstesinden gelmiş ve 11 Kasım’da Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu adı altında Suriye’deki tüm kesimlerden oluşan 
yeni bir muhalefet çatısı kurulmuştur.13 

Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu başkanlığına din adamı Ahmed Miaz El-Hatib, başkan yardımcılığına Riyad Seyf ve Sehir Atasi 
getirilmiştir. Koalisyon’da Suriye Ulusal Konseyi dışında Suriyeli Türkmenler ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin üçer üye ile temsili sağlanmış ve 
kadınların %15 oranında temsil edilmesi kararlaştırılmıştır. Yeni Koalisyon’da ayrıca Suriye’nin on dört vilayetinden yerel temsilcilerin bulunması, dış ve 
iç muhalefet arasındaki koordinasyon eksikliğini giderilmesi açısından önem arz etmektedir. Koalisyon, Suriye’deki devrim hareketinden %33, siyasi oluşumlar 
ve kitlelerden %45 oranında katılım sağlayarak toplamda 400 üyeye ulaşmıştır.14 

Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu, kuruluşunun ardından bir bildiri yayımlamış, Koalisyon’un çatısı altındaki muhalif gruplar arasında 
sağlanan uzlaşmayı dünya kamuoyuna duyurmuştur. Uzlaşma sağlanan hususlardan bazıları aşağıda sıralanmıştır. 

• Doha toplantısında hazır bulunan Suriye Ulusal Konseyi ve diğer muhalif gruplar Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun 
teşkil edilmesi konusunda anlaşmıştır. Koalisyon’un üyeliği bütün Suriyeli muhalefet gruplarına açıktır. 
• Koalisyon, herhangi bir şekilde rejimle diyaloga girmeyecektir. 
• Koalisyon, devrimin ortak askeri konseylerini destekleyecektir. 
• Koalisyon uluslararası arenada tanındıktan sonra Geçici Suriye Hükümeti’ni kuracaktır.15 

Koalisyon, kuruluşunun ardından Türkiye, Körfez ülkeleri, Arap Birliği, ABD, Fransa ve İngiltere tarafından Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınmıştır. 
Koalisyon’un Konsey’in durumuna düşmemesi için önümüzdeki süreçte ülke içinde Esed rejimine karşı silahlı mücadele veren unsurların güvenini 
kazanması önem arz etmektedir. Ülke içindeki silahlı unsurların tek çatı altında toplanması ile Suriye muhalefeti, uluslararası toplumun güvenini 
kazanabilecek ve Batılı ülkelerin desteğini temin edebilecek konuma gelebilir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Koalisyon Esed sonrası dönem için ortak 
bir politik vizyon üzerinde mutabakata varmazsa yeniden parçalanma riskinden kurtulamayacak ve dolayısıyla Koalisyon’un etkili bir muhalefet gerçekleştirmesi 
mümkün olamayacaktır. 


3 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 1


BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 1























BİLGE ADAMLAR KURULU 
Başkan 
Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral) 

Başkan Yardımcıları 
İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi) 
Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı) 

Kurul Üyeleri 

Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali) 
Özdem SANBERK (E. Büyükelçi) 
Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi) 
Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi) 
Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral) 
Oktar ATAMAN (E. Orgeneral) 
Sabahattin ERGİN (E. Koramiral) 
Nur VERGİN (Prof. Dr.) 
Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.) 
Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.) 
İlter TURAN (Prof. Dr.) 
Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.) 
Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.) 


SUNUŞ 

2011 Yılında başlayan Arap uyanışı süreci Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’deki iktidarların değişmesine neden olurken, Suriye’de Esed rejimi ile muhalefet hareketi arasında iç savaşa yol açmıştır. Suriye krizi sadece Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel ölçekte bir anlaşmazlık meydana getirmiştir. Esed rejiminin reform talebiyle gösteri düzenleyen halka ateş açmasıyla iç savaşa dönüşen Suriye krizi, Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Türkiye’ye 120 binin üzerinde Suriyeli sığınmacının giriş yapmasına sebep olan kriz, Türk karar mercilerini güneyde ciddi bir imtihanla karşı karşıya bırakmıştır. 

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), krizin geleceğine yönelik öngörülerde bulunarak karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye” raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı ve BİLGESAM Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nden Uzman Ali Semin tarafından hazırlanan rapor 9 Kasım 2012 tarihinde icra edilen 15. Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiştir. Rapor, Kurul üyelerinin görüş ve önerileri doğrultusunda geliştirilmiş ve yayına hazırlanmıştır. 

“Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye” çalışması Suriye krizinin seyrini, diğer Arap devletlerindeki değişim süreçlerinden ayrılan yönlerini, Esed rejimine karşı gelişen muhalefet hareketinin siyasi ve askeri yapısını incelemektedir. Rapor, Suriye krizini bölgesel ve küresel ölçekte değerlendirmekte ve krizin Türkiye’ye etkilerini tespit etmektedir. Raporda, krizin geleceğine ilişkin dört farklı senaryo üzerinde durulmakta ve Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda karar mercilerine politika önerileri sunulmaktadır. 

Raporun karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Uzman Ali Semin’e, rapora değerli görüş ve önerileriyle önemli katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli vakitlerini sarf eden başta (E) Oramiral Salim Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu’na teşekkür ederim. 

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 
BİLGESAM 
Başkanı 

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE 

YÖNETİCİ ÖZETİ 

   2011’de Arap dünyasında başlayan halk hareketleriyle birlikte Suriye’de halk kitlesel yürüyüşler düzenleyerek Baas rejiminden reform talebinde bulunmaya 
başlamıştır. Suriye halkı, ülkedeki sıkıyönetim uygulamasının kaldırılmasını, bireysel hakların genişletilmesini, gelir dağılımında adaletin tesisini ve iktidardaki 
Baas Partisi’nin gücünün sınırlandırılmasını talep etmiştir. Esed rejimi ise yasal çerçevede bazı düzenlemeler yapmakla birlikte Baas Partisi’nin tekelini sona erdirecek bir reform gerçekleştirmemiş, ülke geneline yayılan kitlesel yürüyüşleri silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya çalışmıştır. 

İlk etapta reform talep eden halk kitleleri rejimin şiddetli baskısıyla karşılaşınca, Esed rejiminin devrilmesini istemeye ve silahlanmaya başlamıştır. 
Silahlanan muhalefet hareketiyle Esed rejimine bağlı güvenlik güçleri arasındaki çatışmalarneticesinde Suriye krizi iç savaş halini almıştır. Esed rejiminin 
halka ateş açmasıyla başlayan iç savaşta on binlerce Suriye vatandaşı hayatını kaybetmiş, 100 binlerce vatandaş komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. 

Suriye krizi, ulusal ölçekteki çatışmaların ötesinde bölgesel ve küresel seviyede bir anlaşmazlığa dönüşmüş; ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde üç boyutlu 
bir ihtilaf meydana getirmiştir. Kriz, Orta Doğu’da Şii-Sünni gerilimine yol açarken, dünyada demokratikleşme hareketlerini destekleyen aktörlerle otoriter 
yönetimleri destekleyen devletler arasında mücadeleye neden olmuştur. Suriye krizi, uluslararası ilişkilerde insan hakları ihlalleri durumunda dış müdahaleleri 
gerekli gören trendle, devletlerin mutlak egemenliğini savunan ve dış müdahalelere karşı çıkan trendin karşı karşıya gelmesine yol açmıştır. 

Suriye krizi; Nusayri azınlığın iktidardaki etkinliği ve Baas ideolojisi, Esed rejimine sağlanan güçlü dış destek, muhalefetin zayıf ve parçalı yapısı, Batılı 
ülkelerin çekimser tutumundan dolayı iktidarın değiştiği Arap ülkelerindeki süreçlerden farklı bir seyir izlemiştir.1 

Suriye muhalefeti, yurtdışında muhalif grupları tek çatı altında toplayarak Suriye Ulusal Konseyi’ni teşkil etmiş, daha sonra Konsey’in yerini daha geniş 
temsil niteliğine sahip Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu almıştır. Ulusal Koalisyon her ne kadar muhalefet hareketini tek bir çatı 
altında toplamışsa da Esed sonrası Suriye için ortak bir siyasi vizyon ortaya koymamıştır. Bu durum ise muhalefet hareketinin kırılganlığını devam ettirmektedir. 

Muhalefet hareketi, ülke içinde de Esed rejimini silahlı güç kullanarak devirmek hedefiyle askeri bir yapılanmaya giderek Özgür Suriye Ordusu’nu kurmuştur. 
Yurtdışındaki siyasi yapılanma diplomatik temaslarla ve Suriye Halkının Dostları toplantıları sayesinde muhalefetin uluslararası düzeyde tanınması 
ve muhalefete destek sağlanması için çalışırken, Özgür Suriye Ordusu ve diğer silahlı muhalif gruplar yurtiçinde Esed rejimine karşı silahlı mücadeleyi 
yürütmektedir. 

Suriye krizi, Orta Doğu’da bölgesel bir anlaşmazlığa yol açmış, bölgede Şii-Sünni gerilimine zemin hazırlamıştır. Bölgede krizin çözümüne yönelik Esed 
rejiminin devamı ve son bulması şeklinde iki yaklaşım öne çıkmıştır. İran, Irak ve Lübnan’daki Hizbullah Esed iktidarının ayakta kalması yönünde irade 
gösterirken, 

Türkiye ve başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap dünyası Suriye’de iktidar değişimini gerekli görmüştür. Suudi Arabistan ve Katar öncülüğünde 
Körfez ülkelerinin girişimiyle Suriye krizi Arap Birliği’nin gündemine taşınmış, Birliğin geliştirdiği barış planına Esed rejimi riayet etmeyince 
Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. 

Suriye krizi bölgesel düzeydeki çözüm arayışlarının ardından 2012 yılının ilk aylarında Arap Birliği tarafından Birleşmiş Milletler gündemine getirilmiştir. 
BM-Arap Birliği özel temsilcisi olarak atanan Kofi Annan, Suriye’de geçiş sürecini sağlayabilecek süreci Annan Planı’yla yönetmeye çalışmış, ancak çatışmalar sona erdirilememiştir. Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin Esed rejimi aleyhindeki karar tasarılarını veto etmiş, Esed rejimine yaptırım uygulanmasını 
sağlayabilecek ve Suriye’ye müdahalenin önünü açabilecek girişimler sonuçsuz kalmıştır. Başkanlık seçimleri öncesinde muhalefete destek konusunda pasif hareket eden ABD’nin ve Batı’nın önümüzdeki süreçte Suriyeli muhaliflere daha fazla destek sağlayacağı değerlendirilmektedir. 

Suriye krizi, Türkiye ve Suriye’nin coğrafi yakınlığı, iki ülke arasındaki tarihi ve kültürel bağlar ve ekonomik karşılıklı bağımlılık nedeniyle Türkiye’yi 
yakından ilgilendirmektedir. Arap uyanışı süreci başladığında Esed rejimine reform çağrılarını yüksek sesle dile getirmeye başlayan Türkiye, rejimin gösteri 
yürüyüşleri düzenleyen halka ateş açmasıyla birlikte krizdeki tutumunu değiştirmiştir. Türkiye, Arap devletleriyle birlikte Arap Birliği ve Birleşmiş 
Milletler nezdindeki çözüm girişimlerini desteklemiş, Esed rejimi üzerindeki uluslararası baskıyı artırmak amacıyla Suriye’ye tek taraflı yaptırımlar uygulamıştır. 

Kriz; Türkiye’ye giriş yapan sığınmacılar, Esed rejiminin PKK terör örgütüne sağladığı destek, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler ve iki ülke 
arasındaki ticaretin sona ermesi nedeniyle Türkiye’yi doğrudan etkilemiştir. Suriye krizi Türkiye’nin Irak ve İran’la ilişkilerinde problemlere zemin hazırlayarak Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilemiştir. Türkiye, Suriye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini yeterince değerlendirememiş, krizin tarafı haline gelmeye başlamıştır. 

Suriye krizinde önümüzde süreçte dört muhtemel senaryo gerçekleşebileceği değerlendirilmektedir. Birinci senaryo Suriye’de kurulabilecek bir geçiş 
hükümeti ile krizin aşılmasıdır. İkinci muhtemel senaryo Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle desteklenecek Özgür Suriye Ordusu veya uluslararası bir 
müdahale ile devrilmesidir. Üçüncü senaryo Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma sürecine girmesidir. Dördüncüsü 
ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen Baas rejiminin ayakta kalması ve iktidarını muhafaza etmesidir. 

Türkiye, güney sınırında meydana gelen ve güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden bu krizden en az zararla çıkmak için gerekli tedbirleri almalıdır. Türkiye, Batılı müttefikleri ile birlikte hareket ederek krizin çözüm sürecinde çatışmadan ziyade insani yardım noktasında öne çıkmalı, dikkat ve enerjisini Suriye’nin yeniden inşasına teksif etmelidir. 

1. GENEL 

Arap dünyası, 2011 yılından itibaren otoriter iktidar yapılarına karşı gelişen halk hareketleriyle birlikte siyasi bir dönüşüm sürecine girmiştir. Arap halkları, 
demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini sokak yürüyüşleriyle dile getirmeye, otoriter iktidar yapılarına itiraz etmeye başlamıştır. Tek adam 
ve aile yönetimlerinin tahakkümüne, sıkıyönetim uygulamalarına başkaldıran Arap toplumları insan haklarının korunması, siyasi özgürlüklerin sağlanması, 
gelirlerin adil paylaşılması ve işsizliğin giderilmesi için değişim istemektedir. Reform taleplerinin seslendirildiği gösteri yürüyüşleri ile başlayan ve bazı ülkelerde silahlı isyan hareketlerine dönüşen Arap uyanışı Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarların devrilmesine yol açmıştır. Yönetimin değişmediği 
Arap ülkelerinde ise halkın taleplerinin ayaklanmaya dönüşmesini engellemek maksadıyla iktidarlar, siyasi reformlara ve ekonomik destek seçeneklerine 
yönelmiştir. 

Arap uyanışı sürecinin 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta üniversite mezunu seyyar satıcı Muhammed El-Buazizi’in kendini yakmasıyla başlayan gösteri 
yürüyüşleriyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Tunus’ta başlayan gösteriler neticesinde Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocak 2011 tarihinde 
23 yıllık iktidarını bırakmak zorunda kalmıştır. Mısır halkının Kahire’de Tahrir Meydanı’ndaki gösterileriyle 30 sene Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek, 
11 Şubat 2011’de istifa etmiştir. Libya’da Muammer Kaddafi iktidarına karşı başlayan halk hareketi silahlı isyana dönüşmüş, NATO öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerinin müdahalesi neticesinde Kaddafi Ekim 2011’de devrilmiştir. Yemen’deki halk hareketi Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’i, 
23 Kasım 2011 tarihinde Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) barış planı çerçevesinde Riyad’da yetkilerini devretmeye mecbur bırakmıştır. 

Demokratikleşme istikametinde müspet bir gelişme olarak değerlendirildiği için çoğunlukla “Arap baharı” ifadesiyle isimlendirilen süreç, Orta Doğu’da 
aynı zamanda istikrarsız bir döneme yol açabilecek dinamikler ortaya çıkarmıştır. Dini, mezhepsel ve etnik farklılıklar temelinde beliren bu dinamikler, 
bölgede yeni çatışma alanlarına zemin hazırlarken bölge dışı aktörlerin de Orta Doğu’daki gelişmeleri yönlendirebileceği bir konjonktür meydana getirmiştir. 
Tunus ve Mısır’daki olumlu süreçlerin aksine Arap devriminin çıkmaza girdiği Suriye krizi bu açıdan kritik bir örnektir. Rusya’nın Akdeniz’deki 
tek askeri üssüne ev sahipliği yapan, İran’ın Arap dünyasındaki tek müttefiki olan Suriye’deki süreç Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. 

Suriye’de Baas rejimine karşı gelişen halk hareketi, reform talepleri ve kitlesel yürüyüşlerle başlamış, iktidarın muhalefeti şiddetle bastırma yoluna gitmesiyle 
silahlı isyana dönüşmüştür. Beşşar Esed iktidarının muhalefet gösterilerini bastırma hedefiyle halka karşı şiddete başvurması, yerleşim yerlerini bombalaması 10 binlerce Suriye vatandaşının ölümüne, 100 binlerce vatandaşın ise ülkeyi terk etmesine yol açmıştır. Özgür Suriye Ordusu’nun kurulması ve Esed’e bağlı güvenlik güçlerinin mukavemetini nispeten koruması ile de kriz bir iç savaş halini almıştır. Dış aktörlerin gerek Esed rejimi gerekse muhalefet tarafında müdahil oldukları kriz ülke çapında bir sıcak çatışma alanı doğururken, Suriye üzerinde bölgesel ve küresel düzeyde bir nüfuz mücadelesi başlatmıştır. 

Bu raporda; Suriye krizinin seyri, diğer Arap devletlerindeki değişim süreçlerinden ayrılan yönleri ve sonuçları değerlendirilmekte, Esed rejimine karşı gelişen muhalefet hareketi silahlı gücü ile birlikte incelenmektedir. Raporda kriz, bölgesel ve küresel ölçekte ele alınmakta, krizin Türkiye’ye etkileri 
değerlendirilmekte ve krizin seyrine ilişkin senaryolar geliştirilmektedir. 

2. SURİYE KRİZİ 

Türkiye, Irak, Ürdün, İsrail ve Lübnan’la sınırı, Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan Suriye, Orta Doğu bölgesinde ve Arap dünyasında stratejik bir konuma 
sahiptir. İsrail-Filistin çatışma alanına yakınlığı, Şii jeopolitiği hattında İranIrak-Hizbullah irtibatındaki işlevi ve Türkiye ile oldukça uzun bir sınıra sahip 
olması Suriye’yi Tel Aviv, Tahran ve Ankara için önemli kılmaktadır. Türkiye ve İsrail’in güvenliği ve İran’ın dış politika hedefleri için hassas bir coğrafi 
konumda yer alan Suriye, Lübnan’daki istikrarı da doğrudan etkileyebilecek bir aktör statüsündedir. 

Esed yönetimi Arap ülkelerindeki halk hareketlerinin ortaya çıktığı ilk dönemde bu değişim rüzgârının Suriye’yi etkileyeceğini hesap etmemiştir. Beşşar 
Esed, 31 Ocak 2011 tarihinde Wall Street Journal gazetesine verdiği röportajda Mısır, Tunus ve Yemen’deki protesto gösterilerinin, Orta Doğu’da ‘’yeni 
bir çağa öncülük ettiğini’’ ve Arap yöneticilerin halkın siyasi ve ekonomik isteklerini yerine getirmek için daha fazlasını yapması gerekeceğini ifade etmiştir.1 

Ancak gösteri ve yürüyüşlerin 2011 yılının Şubat ayında Der’a şehrinde başlaması ve 15 Mart’tan itibaren ülkenin diğer bölgelerine yayılması 
Arap uyanışı sürecinin Suriye’yi de etkisi altına aldığını göstermiştir. Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri, ilk etapta silahsız kitle gösterileri şeklinde 
ortaya çıkan muhalefet hareketini bastırmak için ateş açmaya başlamış, böylece kriz büyümüştür. Güvenlik güçlerinin muhalif gösterileri şiddet ve baskı ile 
engelleme teşebbüsü, ülkedeki halk hareketinin Şam, Halep, Hama ve Humus gibi Suriye’nin diğer kentlerine yayılmasına yol açmıştır. 

Suriye’de halkı sokaklarda kitlesel yürüyüş eylemleri yapmaya sevk eden temel neden, Esed iktidarının reform yapması yönündeki taleplerdi. Suriye halkının 
talep ettiği reformlar dört başlık altında değerlendirilebilir: 

• 8 Mart 1963 tarihinden beri ülkede uygulanan olağanüstü halin kaldırılması, 
• İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, çeşitli hükümet kurumlarının sivilleştirilmesi, güvenlik birimlerinin görev alanlarının yeniden tanımlanması, yasama, yürütme ve yargı organlarının yapılandırılması ve yargının bağımsızlaştırılması, 
• Bireysel hakların tanımlanması (Suriye kimliği olmayan Kürtlere vatandaşlık hakkı tanınması) ve ülkedeki gelir dağılımında adaletin tesis edilmesi, 
• Siyasi partiler yasasında değişiklik yapılması ve iktidardaki Baas Partisi’nin gücünün sınırılandırılması.2 


Bu talepler karşısında Esed iktidarı, ağırdan alarak da olsa bazı reformlar yapmaya başlamıştır. 29 Mart 2011 tarihinde görevdeki hükümet istifa etmiş, 
14 Nisan 2011 tarihinde bir önceki hükümette Tarım Bakanı olan Adil Safer başkanlığında yeni bir hükümet kurulmuştur.3 Şam’da kurulan yeni hükümet-
te Dışişleri Bakanı Velid Muallim ve Savunma Bakanı Ali Habib yerini korumuştur. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed, 16 Nisan’da kurulan yeni hükümetten, ülkede 48 yıldan beri uygulanan “olağanüstü hal” durumunun bir hafta içinde kaldırılmasını talep etmiştir.4 
Suriye’deki olağanüstü hal durumu Esed’in isteği doğrultusunda yeni hükümet tarafından kaldırılmıştır. Yurttaşlık hakkına sahip olmayan ve büyük 
çoğunluğu ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan yaklaşık 300 bin Kürt kökenli Suriyeliye kimlik verilmiştir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

23 Şubat 2017 Perşembe

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER RAPORUNDAN İRAN NÜKLEER SANTRALLERİNİN HEDEFİ ASKERİDİR ...


BİRLEŞMİŞ MİLLETLER RAPORUNDAN  İRAN NÜKLEER SANTRALLERİNİN HEDEFİ ASKERİDİR ...


Tercüme RAFAEL SADİ

İran'nın kendisi Barış  adına nükleer  santral inşa ettiğini iddia ediyor, ancak Uluslararası Atom Enerjisi Kurumundaki diplomatlar  , gelecek hafta yayınlanacak olan raporda İran'nın  Nükleer başlıklı füzeleri gösteren bilgisayar görüntüleri bulduklarını ve buna ilaveten de  yeni bir  nükleer santral  tespit edildiğini belirtiyorlar.

İran'a olası bir saldırı konuşulurken  Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu diplomatları İran'daki nükleer santrallerin söylüyorlar .

AP

Uluslararası  Atom Enerjisi Kurumu gelecek hafta açıklayacakları yeni raporda İran'ın nükleer programı ile ilgili olarak  şüphelerin  en şiddetlisinin oluştuğunu beyan ettiler. Kurum ile ilgili olan diplomatlar bunu  dün (Cuma)  günü dile getirdiler.

Viyana'daki  yetkililerin ifadesine göre  12 sahifelik raporda henüz yayınlanmamış bilgiler yer almaktadır.Özellikle  uydu aracılığı ile çekilmiş görüntülerde   otobüs boyutunda  ve askeri birliklerde üretilmiş olan konteynerler  görülmektedir. Raporda  İranlı  mühendislerin bilgisayarlı simülasyonlar ile  nükleer başlıklı füzelerin üretilmesi konusunda çalıştıklarını belgeleyen  deliller yer alacaktır.

AP 

2007  Senesinde yayınlanmış olan Amerikan  İstihbarat raporuna  göre İran  4 sene öncesinde  Nükleer silah üretimi yapmaktan engellendiği belirtilmektedir. 
Diplomatların ifadesine göre İran  bu tarihten sonra da  denemelerine devam etmiş ancak daha az çaba sarfetmiştir. 

BM  kurumu da son yayınladığı raporda benzer endişeler dile getirmiş ve benzer denemeler  bugün bile devam etmektedir denmiştir.

Yeni  raporda 10'dan fazla ülke kuruma istihbarat bilgisi temin etmiş ve  bu bilgiler ışığında İran'nın gizlice Nükleer silah geliştirdiği tespit edilmiştir. 
Bu bilgiler  arasında İran'ın Balistik Füzelere  monte edilebilir  Nükleer başlıklar geliştirdiği bilgiside mevcut.

Diplomatların iddiasına   göre en azından iki yabancı ülke kurumu  '' Ki bu kurumlar devlet kurumları değildir'' İran'a  cabaları ile destek vermişlerdir. 
Ancak yayınlanacak olan raporda bu kurumların isimleri belirtilmemiştir.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun  keskin raporu aslında  batılı lider ülkelerin hizmetinde olacak ve İslam  Cumhuriyetine karşı yaptırımlar  oluşturmanın ötesinde, bu sayede ÇİN ve RUSYA'yı dizginlemeye  yarayacaktır. Bu iki ülkenin evvelce  karşı geldiği bir durumdu. İran Nükleer  çalışmalarının  askeri değil sivil amaçlar taşıdığı iddiasındaydı şimdiye kadar.

DEĞERLENDİRME   İLAVE TESİSLER....

Değerlendirme odur ki  , İran'da  şimdiye kadar bilinmeyen başka  tesisler de mevcut  olup bu tesislerde  gizlice İran'ın kendi Askeri Nükleer silah programı devam ettirilmektedir. Bu  pogram çerçevesinde batılı ülkelerin görüşüne  göre balistik füzelere  monte edilebilecek nükleer başlıklar üretilecektir. 
Ki buna   basitçe  ATOM BOMBASI  diyebiliriz.

Amerikalılar Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun raporunun yayınlanması ile İslam Cumhuriyetine karşı uluslararası tutumun sertleştirilmesininin sağlanabileceğini umud ediyorlar. ABD  Başkanı Barak Obama dün Fransa da
G-20'lerin  açılış konuşmasında yanında  Fransa  Cumhurbaşkanı Nikolai Sarkozi'nin yanında '' Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun  İran ile ilgili raporunu gelecek hafta yayınlayacağını ve ben ve  Cumhurbaşkanı Sarkozi benzeri görülmemiş bir baskıyı İran'a karşı kullanmak konusunda  anlaştık. 
Bu İran'nın  taahhüdlerinde durması içindir''  dedi.

ABD devlet  basın  sözcüsü Bayan Viktorya Nuland de  konuya değindi ve  ''Haftalar ve aylar boyunda  defalarca söyledik biz İran ile  askeri çatışma istemiyoruz. Bu bizim kararımız olarak  devam etmektedir.''

Basın  sözcüsü  İran'a karşı suçlayıcı bir  tavır ile '' İran'ın başarısızlığı UAEK ile  işbirliği oluşturamamış olması ve uluslararası taahüdünü yerine getirme mesidir.Ve bu havada bir gerilim yaratmaktadır.İran'ın sorumluluğu bu gerilimi indirmek  ve  şeffaflığı ile tesis edebileceği güven temin etmek olacaktır. 
Bunda  Uluslararası  Atom Enerjisi Kurumunun ve  Güvenlik Konseyinin kararlarına uymak ile  mümkün olabilir '' Dedi.

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/3033.htm


***