Rona AYBAY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rona AYBAY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2017 Salı

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 11


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 11


3- Esas Hakkındaki İnceleme 

Kabul edilebilirlik kararı verilen başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır. Anayasa, kabul edilebilirlik ve esas incelemesi ayrımı yapmaksızın, 
bireysel başvuruların bölümlerce karara bağlanacağına yer vermektedir (m. 149/2). Yasada da aynı hususa işaret edilmektedir (m. 49/1). 

a- Bildirme 

Kabul edilebilirlik kararı verilince, bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hallerde görüşünü yazılı olarak 
mahkemeye bildirir (m. 49/2). 

Burada kabul edilebilirlik kararının, örneğin aleyhine bireysel başvuruda bulunulan bir mahkeme kararı lehine olduğu için bireysel başvuru isteğinde bulunmamış tarafa da tebliği gerekirdi. Çünkü, idari veya adli yolların tüketilerek, olağan yasa yolu sonucu hak elde etmiş olan kimsenin hakkının bir şekilde etkilenme olasılığı olan tarafın bundan haberdar edilmesi ve diyeceklerini söyleyebilmesi gerekir. Adalet Bakanlığı’na tebligat yapılması ve Bakanlığın görüş bildirebilmesine karşın, mahkemeden hak kazanmış kimsenin görüş bildirmesine olanak tanınmaması, silahların eşitliği ilkesiyle çelişmektedir. Ayrıca, bu hak sahibinin kazandığı hakkının korunmasını isteme hakkı da verilmeliydi. Çünkü, Anayasa Mahkemesinin vereceği ihlal kararında, kazanılmış hakların çiğnenip çiğnenmeyeceği de belli değil. Kuşkusuz hukuk devletinin olmazsa olmazı kazanılmış haklara saygıdır. Ancak yeni bir kurum ve uygulamanın nasıl olacağında tam bir açıklık yoktur. Bakanlığı bilgilendirmedeki amaç kadar, esas mahkemesinde hak kazanmış tarafın da diyeceklerinin sorulmasının sakıncasından söz edilemez. 

Eğer burada Adalet Bakanlığına bildirimde amaç, konu AİHM’ne götürüldüğünde Dışişleri Bakanlığına konuyla ilgili yeterli dokuman iletilmesinin sağlanması ise, 
Anayasa Mahkemesi kararından sonra da bu bilgilerin hazırlanması mümkündür. Mahkeme kararında hukuki zenginleşme olsun diye Bakanlığın görüşüne ihtiyaç 
duyuluyorsa, o zaman diğer tarafın da bilgilendirmesi gerekirdi. 

b-İnceleme 

Yasadaki düzenlemeye göre, komisyonlar ve bölümler, bireysel başvuruyu incelerken, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuru ile ilgili olan ve gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir (m. 49/3). 

Delillerin istenmesine kadar uzanan inceleme, Anayasada yer olan “bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” 
(Anayasa, m. 148/4; 6216, m. 49/6) düzenlemesi ile çelişmektedir. 

Çünkü örneğin, Ceza Yargılama Yasasında, temyiz incelemesi sırasında “hukuka kesin aykırılık halleri” başlığı altında, “hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde 
edilen delile dayanması”nın bozma nedeni olduğu (5271, m. 289/1-i) düzenlemesi yer almaktadır. 

Oysa, Anayasada bu yasaklanırken (m. 148/4); Yasada, hem “bilgi, belge ve deliller” isteniyor (m. 49/3); hem de gerekli görülmesi halinde (ki bu temyizden 
geçmiş aşamayı da içerir), duruşma yapılması (m. 49/4) kabul edilmektedir. Yasadaki bu düzenleme, deliller bakımından Anayasanın 148/4 nci maddesi 
ile çelişmektedir. Çünkü, delil konusu temyiz mahkemesince incelenmektedir. 

Burada duruşma açılabilmesi Anayasa ile uyumludur. Çünkü Anayasadaki(m. 149/6), “Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. 
Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir” düzenlemesi buna olur 
vermektedir. 

c-Tedbir kararı 

Bölümler, esas inceleme aşamasında, tedbir kararı verebilirler. Tedbir kararı ancak re’sen veya başvurucunun talebi üzerine verilebilir. Tedbir kararının 
verilebilmesinde ölçü, tedbirin, “başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu” görülmesidir (6216, m. 49/5). 

Tedbir kararı verilmesi, yürürlüğün durulması şeklinde olabileceği gibi, başka gerekçelere de dayanabilir. Anayasa koyucu tarafından öngörülmeyen tedbir 
kararının, yasa koyucu tarafından kabul edilmesi yerindedir. Zaten temel hakkın korunması zorunluluğu, ihlalin varlığı halinde tedbiri de kaçınılmaz kılmaktadır. 

Ancak tedbir kararı verilebilmesi bakımından açık hak ihlalleri ile ilgili dosyaların öncelikli incelenmesi konusunda açık bir düzenleme yok ise de, mahkemenin 
bunu gözeteceği düşüncesindeyim. Zaten yasada, tedbir kararı verilen dosyaların 6 ay içinde karara bağlanması zorunluluğu bunu göstermektedir (m. 49/5). 

Fakat, tedbir verilen dosyaların 6 ay içinde esastan incelenip karara bağlanamaması halinde tedbir kararının kendiliğinden kalkacağına ilişkin düzenleme (m. 49/5 son cümle) yerinde değildir. Çünkü tedbir kararındaki gerekçe ortadan kalktı ise, dosyanın esastan ihlal yoktur şeklinde karara bağlanması gerekir. 
Şayet, tedbir kararındaki gerekçe devam ediyor ise, kendiliğinden tedbirin sona ermesi, yani 6 aylık sürede dosyanın karara bağlanmaması/bağlanmaması 
mahkemeye olan güveni sarsar. 

*Almanya’da tedbir kararının tekrarlanmasında daire üyelerinin üçte iki çoğunluğu ile mümkündür. Tedbir kararının verilmesi, askıya alma etkisi yaratır24. 

d- İncelemede Sınırlama 

Anayasada gerek kabul edilebilirlik/edilemezlik, gerekse esastan inceleme bakımından açık bir sınırlama yer almamaktadır. 
Anayasada sadece “bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar” oluşturulabileceği (m. 149/1); bireysel başvuruların bölümlerce karara bağlanacağı( m.149/2); yasa yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı (m. 148/3) hususları yer almaktadır. 

Oysa yasada Anayasada yer alan yasa yolunda gözetilmesi gereken hususa yer verilmekle beraber; şu düzenleme getirilmiştir: “Bölümlerin, bir mahkeme 
kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi 
ile sınırlıdır” (m. 49/6). Bireysel başvurunun can alıcı noktası burasıdır. 

e- Dayanılacak Mevzuat 

Esas hakkındaki incelemede, verilecek karara (m. 50) ışık tutabilecek mevzuatın hangileri olduğuna da yer verilmiştir. 
Buna göre, bireysel başvuruların incelenmesinde, 6216 sayılı Yasa ve içtüzükte hüküm varsa bunlar, bunlarda hüküm yoksa “ilgili usul kanunlarının bireysel 
başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır” (m. 49/7). Yani yasa koyucu mahkemeye geniş bir takdirilik alanı bırakmıştır. Mahkeme bu takdir yetkisini 
serbestçe kullanabilecektir. Oysa, aceleye getirilmeden bu husus açıkça düzenlenmeliydi. 

Yasa koyucu bununla da yetinmeyip, “esas hakkında incelemenin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar içtüzükle düzenlenir” (m. 49/8) demek suretiyle, 
konuya ilişkin asıl hükümleri içtüzüğe bırakmıştır. 

12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

-----

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 10


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 10


b - Başvuru Yöntemi 

aa) Nereye Başvuru 

Başvuruyu Anayasa Mahkemesi değerlendirecek(m.148/3). Ancak, Anayasada Anayasa Mahkemesine başvurulacağı belirtilmekte ise de, yasa koyucu, hakkın 
etkin kullanımını gözeterek dolaylı yoldan başvuruyu da kabul etmiştir. Buna göre, “doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla” 
başvuru yapılabilir. Yasa koyucu bununla da yetinmeyip, başvurunun “diğer yollarla kabulüne ilişkin usul ve esaslar”ın iç tüzükle düzenleneceğine de yer 
vermiştir (m.47/1). Başvurunun yazılı olması gerekir. 

bb - Başvuru Harcı 

Anayasada harçtan söz edilmemektedir. Yasaya göre ise, bireysel başvuruda harç alınacaktır (m.47/2). Yasada harçtan muafiyete yer verilmediği gibi, 
muafiyet yollamasında da bulunulmamıştır. Anayasa Mahkemesinin adli muafiyetle ilgili bir konuda harç alınmasını iptal eden bir kararı var. Bu karar 
dikkate alındığında kimi haklı nedenlerin varlığı halinde harçtan muafiyet söz konusu olabilecektir18. 

AİHM, bir kararında19 Türkiye’nin yasal düzenlemede bulunma yükümlülüğünü hatırlatmaktadır. Dolayısıyla Türkiye aleyhine verilen ihlal kararlarının tümünde 
yargının hatalı olmadığına işaret edilmektedir. 

AİHM, 492 sayılı Harçlar Yasası’nın 28/1-a maddesinde yer alan “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay 
içinde ödenir. Şu kadar ki, ölüm ve cismani zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında peşin alınan harcın oranı yirmide bir olarak uygulanır. 
Bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olması, hükmün tebliğe çıkarılmasına, takibe konulmasına ve kanun yollarına başvurulmasına engel teşkil etmez” 
düzenleme ile hak arama özgürlüğünün kısıtlandığına ilişkin hükmün değerlendirilmesini yapmıştır. 

Anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu yasa hükmünün Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmesine karşın AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının 
geriye yürümemesi nedeniyle hukuka aykırılığın son bulmuş sayılamayacağı değerlendirmesine bulunarak, ihlal sonucuna ulaşmış ve hükümetin/yasamanın bu konuda tedbir alması gerektiğine işaret etmiştir. 

AİHM, “öncelikle bir Sözleşmeci Devlet’in ulusal hukuk düzeni tarafından verilen zorunlu ve kesinleşmiş bir yargı kararının taraflardan birinin zararına etkisiz 
kalması durumunda, 6. Maddenin 1. paragrafıyla güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının anlamsız hale gelmiş olacağını hatırlatmaktadır. 
Bu nedenle, bir mahkeme kararı aşırı derecede geciktirilemez. Bu bağlamda pozitif yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla uygun ve yeterli yasal 
düzenlemeleri yapmak her Sözleşmeci Devlet’in görevidir. AİHM, ayrıca 492 sayılı yasada belirlendiği şekliyle mahkeme kararlarının infazına bağlı koşulları 
daha önce incelediğini hatırlatmaktadır20. Bu vesileyle 


AİHM, bu harçların peşin ödenme zorunluluğunun icra işlemlerinin başlatılmasını fiilen sınırladığını ve yargılama masraflarının ödenmesinin hukuk mahkeme lerine erişim için bir kural haline geldiğini kaydetmektedir.(…) Tüm bu unsurlar, AİHM’nin ulusal yetkililerin başvuranın mahkemeye erişme hakkını kısıtladığı ve bu hakkını esas bakımından ihlal ettiği sonucuna varmasına yetmektedir. Bu itibarla AİHM, AİHS’nin 6.maddesi 1.paragrafının ihlal edildiğine hükmetmektedir” demiştir. 

cc - Başvuru Dilekçesi 

Başvuru dilekçeyle yapılacaktır (m.47/3). Dilekçede başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal 
edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, 
başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolları öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir (m.47/3). 

Ayrıca, başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır (m.47/3-son cümle). 

Başvurucunun avukatı varsa vekaletnamesinin de dilekçeye eklenmesi gerekir (m.47/4). 

dd - Başvuruda Süre 

Yasada başvuru süresi bakımından 30 gün öngörülmüştür. Bu süre, ihlal işlemine karşı başvuru yolları öngörülmüşse bunun tüketildiği; başvuru yolları 
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren başlar (m.47/5). Yasadaki bu düzenleme karşısında iç hukukumuzda Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 
ilgili karara karşı başvurunun tüketildiği veya yasa yolu yoksa kararın öğrenilmesinden itibaren 30 günlük sürenin geçirilmesinden sonra bireysel başvuruda bulunulamayacaktır. 
Yasa koyucu ihlal işlemine karşı başvuru yolunun olup olmadığına göre ayrım getirmekle beraber, sürenin başlangıcını farklı düzenlemiştir. 

İlk durum, “başvuru, yollarının tüketildiği tarihten” itibaren 30 gün denmesi tartışma yaratabilir. Çünkü, “başvuru yollarının tüketildiği” konusundaki bilgiyi ilgili ancak tebliğ ile öğrenebilecektir. Tebliğ yapılmadan sürenin başlatılmaması gerekir. Sanırım yasa koyucunun olağan yasa yollarının öngörülmesi halinde 
bunun tüketildiğinin tebliğ veya başka yolla öğrenildiği tarihten başlatılması gerekir. Aksi takdirde, “başvuru yollarının tüketildiği tarihten” başlatılacak 30 günlük süre, hak aramayı engeller. 

Yine başvuru ile ilgili olarak, Anayasada yer alan, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek 
zorundadır” düzenlemesinin dikkate alınması gerekir (Anayasa, m.40/2). Anayasadaki bu düzenleme yasaya açıkça yansıtılmadığı gibi, yasanın 47/5 nci 
maddesinde yer alan, “başvuru yollarının tüketildiği” veya “ihlalin öğrenildiği” tarihten itibaren 30 günlük sürenin başlayacağına ilişkin düzenleme yerinde 
değildir. Ancak bu durumda Anayasanın doğrudan uygulanması veya yasanın bu hükmünün iptal edilmesi gerekir. 

Diğer yandan, işleme karşı öngörülen yasa yolu başvurusunda süreyi kaçırma, yanlış tebligat işlemleri nedeniyle kesinleşme veya bilinçli olarak yasa yoluna 
başvurmama yahut öngörülen yasa yolunun etkin olmayacağı düşüncesiyle tüketmeme gibi nedenlerle yasa yolu tüketilmeksizin/tüketilemeden 
kesinleşmiş işlemler bakımından, kesinleşme tarihinden itibaren 30 gün içerisinde bireysel başvuruda bulunulabilir. 

Ancak 30 günlük süre kısadır. AİHM’ne başvuruda iç hukuk yollarının tüketilmesinden itibaren altı aylık süre öngörüldüğü halde (AİHS, m.35/1), 
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda 30 günlük süre öngörülmesi başvuruya hazırlanma bakımından hak aramayı güçleştirebilir. Örneğin bu süre en az üç ay olarak öngörülebilirdi21. 

c - Başvurunun Kabulü Aşaması 

aa) Eksikliklerin İncelenmesi 

Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, haklı mazeretin kalktığı tarihten itibaren 15 gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delilerle 
birlikte başvurabilirler (m.47/5). Mahkeme öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebin kabul veya reddine karar verir 
(m.47/5-son cümle). 

Eğer başvuru evrakında eksiklikler varsa, mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline 15 günü geçmemek üzere bir süre verilir. Geçerli mazeret olmadan bu sürede eksikliğin tamamlanmaması halinde başvurunun reddine karar verileceği bildirilir (m.47/6). Burada, temel haklar gibi bir konuda başvuru evrakında eksiklik olup olamadığının takdirinin “mahkeme yazı işleri”ne bırakılması yerinde değildir. 

bb) Başvuruların Kabul Edilebilirliği Koşulları ve İncelenmesi 

Almanya’da mahkemelerden gelen işlerle ilgili ön incelemeyi Komiteler yapıyor. Her daire, her biri üç yargıçtan oluşan komite seçiyor. Komitenin kararı daire 
kararı ile eşdeğerdir. Kararlar duruşmasız veriliyor; ancak, gerekçelidir. Kararlar oybirliği ile verilir22. Bu komitece kabul edilen dava dosyası sayısı %1 olarak ifade edilmektedir23. 

Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır (m.48/3). Kabul edilebilirlik, bireysel başvuru hakkının kullanımının giriş kısmını oluşturmaktadır. 
Eğer kabul edilmezlik kararı verilirse bu kararlar kesin olduğundan (m.48/4), başvurunun esastan görüşülmesi söz konusu değildir. Zira ancak komisyon larca yapılan inceleme sonunda başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilirse esas incelemesi “bölümler” tarafından yapılabilecektir (m.49/1). 
Dolayısıyla kabul edilemezlik kararı çok önemlidir. 

Anayasada, bilindiği gibi, “bireysel başvuruların kabul edilebilirlik, incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir” (Anayasa, m. 149/1). 

Yine Anayasadaki düzenlemeye göre, “Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir” 
(Anayasa, m. 149/5). 

Yasada da, Anayasa koyucunun iradesini göz önünde tutarak, “Bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü ile ilgili hususlar içtüzükte düzenlenir” 
(6216, m. 22/2) denmiştir. 

İçtüzük, yasada, “Anayasa Mahkemesi içtüzüğünü” ifade etmektedir (6216, m.2/1-e). 

İçtüzük, konumuzla ilgili olup, Anayasa değişikliği öncesi, “mahkemenin çalışma esasları ve üyeleri arasındaki işbölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir” 
(m.149/3) biçiminde iken, komisyonların oluşumunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğüne (m.149/5) bırakılması yerinde olmamıştır. Çünkü temel haklar konusunda kabul edilebilirlik incelemesi yapacak olan ve mahkeme üyelerinden oluşması gereken Komisyonların oluşum biçiminin İçtüzüğe bırakılmaması gerekirdi. 
Çünkü, dolaylı da olsa bir hakla yakın bağlantılı işlem yapacak kurulun, yasallık ilkesine aykırı oluşturulması, anayasanın 13 ve egemenliğin kullanımıyla ilgili 
6 ncı maddesiyle çelişmektedir. 

Kuşkusuz bu husus Anayasa koyucunun iradesinin eleştirilmesi ile açıklanabilir. Kararı mahkeme verse de (6216, m.48/2), incelemenin komisyonlarca yapılması esası etkileyebilir. 

aaa) Kabul Edilemezlik Kararı 

Anayasa (m.149/5) ve yasada (m.48) kabul edilebilirlik incelemesinin komisyonlarca yapılacağı kabul edilmektedir. 

Kabul edilemezlik kararının verilebileceği haller yasada belirtilmiştir. Buna göre, “Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların 
kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir”(6216, 48/2). 

Yasanın bir maddesinde başvuru bakımından “güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan” etkilenenlerden söz edilirken (m.46/1); başka bir maddede(m.48/2), 
“önemli bir zarara uğramadığı” durumda kabul edilmezlik kararı verilebileceğine ilişkin düzenleme çelişkilidir. 

Yasayla, kabul edilemezlik kararı verilmesi güçleştirilmiştir. Çünkü, mahkemenin kabul edilemezlik kararını oybirliği ile vermesi gerekir. Oybirliği sağlanamayan 
dosyaların esastan incelenmek üzere bölümlere gönderilmesi zorunludur (m.48/3). Bu düzenleme, kabul edilebilirlik için oybirliğinin aranmaması (oy çokluğunun yeterli görülmesi) nedeniyle yerindedir. 

Yasa koyucu kabul edilebilirlik şartları ile incelemesinin yöntem (usul) ve esaslarıyla ilgili diğer hususların düzenlenmesini içtüzüğe bırakmıştır (m.48/5). 

bbb) Komisyonun hukuki Yapısı 

Komisyonlarca yapılacak kabul edilebilirlik incelemesinden sonra (Anayasa, m. 149/1), Mahkemece, başvuruların kabul edilmezliğine karar verilmezse 
(6216, m. 48/2), esas incelemesine geçilir. 

Anayasaya göre, Anayasa Mahkemesi iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. 
Genel Kurul gibi, bölümler kararlarını salt çoğunlukla alırlar (Anayasa, m. 149/1). 

Bireysel başvurular bölümlerce karara bağlanır (Anayasa, m. 149/2). Ancak Yasanın 48/2. maddesinde “mahkeme” kavramına yer verilmiş olup, bunun yerine “bölüm” denmesi daha doğru olurdu. Çünkü Anayasadaki “bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır” (m. 149/2) ve “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir” (Anayasa, m. 149/1-son cümle) düzenlemeleri karşısında, başvuru incelemesini komisyonlar yapacak ve kabul edilip edilmediğine “bölümlerce” karar verilecektir. Bu nedenle yasada “mahkeme” dendikten sonra, “kabul edilmezliğine karar verilebilir” (m. 48/2); “Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oybirliği ile karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik kararı verilir. Oy birliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir” (m. 48/3) denmek suretiyle komisyon, mahkeme ve bölüm yetkileri karmaşasına sebebiyet verilmiştir. Zira, 48 nci maddenin 3 ncü fıkrasında bölümler tarafından kabul edilebilirlik kararı verileceğini benimsediğimizi düşünsek bile (ve öyle olmalı), son cümledeki “oybirliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir” denmesi, eğer kabul edilebilirlik kararını (inceleme görevi komisyonlara ait) bölümler verecek ise, bölümlerin Anayasaya göre salt çoğunlukla (Anayasa, m. 149/1) karar vermesi gerektiği halde, burada kimin karar vereceği konusunda (48/2 nci maddede mahkeme deniyor) netlik olmadığından oybirliği ile salt çoğunluk da karmaşıklaşmaktadır. 

Zira komisyonların sadece “inceleme” yetki ve görevi olup, karar vermelerine ilişkin düzenleme bulunmadığı gibi, komisyonların Anayasa Mahkemesi 
üyelerinden oluşup oluşmadığında da açıklık bulunmamaktadır. 

Çünkü, “Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır” (Anayasa, m. 149/1); 17 üyeden kurulur (m. 146/1); Genel Kurul başkanla beraber 13 
üyelidir (m. 149/1); bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır (m. 149/1); Yasaya göre de, “mahkemede, bireysel başvuruları karara 
bağlamak üzere bir başkanvekili başkanlığında yedişer üyesi olan iki bölüm bulunur. Bölümler, bir başkanvekilinin başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır” (6216, m. 22/1); raportörlerin görevleri konusunda da Yasada “bireysel başvurularla ilgili olarak Kanunda ve İçtüzükte belirtilen görevleri ifa ederler” 
düzenlemesi (6216, m. 26/1) yer almaktadır. 

Dolayısıyla komisyonlarda görev alacaklar Anayasa Mahkemesi üyesi olmadıklarına göre, mahkeme genel kurulu veya bölümleri adına karara katılamazlar. Buna karşın, bölümlerce verilebilecek kararların (kabul edilebilirlik veya edilemezlik) komisyonlarca verilmesi açıkça mümkün olmadığı halde, “bölümlere havale edilir” şeklindeki (Yasa, m. 48/3) düzenlemede karışıklık mevcuttur. 

11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 9


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 9

-Olağan yasa yolundan geçmemiş kararlara karşı başvurunun kabul edilmemesi kabul edildiğinde, temel hak gözden kaçmış veya yanlış yorumlanma nedeniyle 
açıkça hak ihlali söz konusu ise bunlar için başvuru kabul edilemeyecek mi? 

Almanya’da anayasa şikayeti yoluna, “ancak bu yolla elde edilmek istenen amaca başka bir biçimde ulaşılamayacaksa başvurulabileceği” ve “Yasaların tanıdığı hak arama olanaklarının birey tarafından kullanılmamış olması ya da usule ilişkin nedenlerle başvurunun reddedilmiş olması durumlarında yargı yolunun tüketilmediği kabul” edilmekte dir15. 

Almanya’da, içtihat yoluyla yasa yolu tüketilmesi beklenmeksizin başvuru kabul edilmektedir. Bu üç halde mümkün görülmektedir. 

Bunlar16: 

1) Yasa yollarının tüketilmesinden bir sonuç alınmasının beklenmemesi ; 

2) Yasa yollarının tüketilmesinin beklenmesinin, başvuran açısından ağır ve telafisi olanaksız bir zarara yol açacak olması; 

3) Anayasa şikayetinin karara bağlanması, tüm toplumu ilgilendirecek, genel öneme sahip bir soruna ışık tutacak olması durumlarıdır. 

*Bizde ise, “Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır”(m.148/3) düzenlemesine yer verilmiştir. 

Bu şekilde bir düzenleme tartışma yaratacaktır. 

Anayasadaki bu düzenlemeyi iki şekilde değerlendirmek mümkündür. 

Birinci yaklaşıma göre, bireysel başvuru sadece olağan yasa yollarından geçerek kesinleşmiş kararlar için mümkündür. 
Bu görüşün kabul edilirse, bireysel başvuru alanı iyice daraltılmış olur. Denebilir ki, bu düzenlemeden hareketle, bireysel başvurunun temel koşulu, yasa 
yollarının tüketilmesidir. Yasa yolunu tüketmek istemeyen, tanınmış bir yasa yolu hakkını kullanmak istemeyen kimsenin bireysel başvuru hakkından da 
vazgeçtiğini kabul etmek gerekir. 

Ayrıca bireysel başvuru sayısının azaltılmasının bir yolu da yasa yolundan geçmiş kararlar için bu başvurunun kabul edilmesidir. 
Aksi takdirde başvuru sayısında patlama olur ve Anayasa Mahkemesi’nin iş yükü altından kalkılamaz hale gelir. 

İkinci yaklaşım ise, bireysel başvuru hakkı sadece yasa yollarından geçerek kesinleşmiş kararlar için değil, yasa yolundan geçip geçmediğine bakılmaksızın 
kesinleşmiş tüm kararlar için mümkündür. Çünkü, eğer sadece yasa yollarından geçerek kesinleşmiş kararlar için bireysel başvuru kabul edilecek olursa, 
tüketilecek yasa yolu olmayan veya verildiğinde kesinleşen kararlar bakımından bireysel başvuru mümkün olmayacak demektir. 

Oysa, Anayasadaki düzenlemeye göre bireysel başvurunun kabul ediliş nedeni, belli temel haklarla ilgili ihlallerin önlenmesidir. 
İhlallerin önlenmesi bakımından yasa yolundan geçerek kesinleşmişlik koşulunun aranması, peşinen temel hak ihlallerinden bir kısmına karşı başvurunun 
kapatılması demektir. 
Böyle bir kabul, Türkiye’nin AİHM’de mahkumiyetinin önlenmesine hizmet etmez. 

Anayasadaki bu düzenlemedeki “olağan kanun yollarının tüketilmiş” olmasını, hukukumuza göre o konu ile ilgili gerekli tüm yasa yollarının tüketilmiş olması 
şeklinde anlamak gerekir. 
Çünkü henüz tüketilmesi gereken yasa yolu/yolları varsa, ihlal, yasa yolu hakkı kullanılarak giderilebileceğinden, bu yolun tüketilmesinden sonra bireysel 
başvuruda bulunulabilecektir. 
Mevcut yasa yollarından geçilmeksizin doğrudan bireysel başvuruda bulunulabilmesinin kabulü, bireysel başvurunun olağanüstü bir yol oluşu ile bağdaşmaz. 

Anayasadaki bu düzenlemeyi, başka yollarla hakkın elde edilmesi mümkün veya olasılığı varsa, henüz bireysel başvuru aşamasına gelinmemiş demektir. 
Bireysel başvuru, diğer yargı organlarından geçerek kesinleşmiş kararlara karşı kabul edilmiştir. Bu kesinleşme ister olağan yasa yolundan geçilerek, isterse 
yasa yolları kapalı olduğu için verildiği anda kesinleşen karar olsun, isterse yasa yolu mevcut olmasına karşın kullanılmadığı için kesinleşen kararlar için olsun, 
ancak bu aşamadan sonra bireysel başvuru mümkün olabilecektir. 

En son ve olağanüstü bir başvuru yolu olarak kabul edilen bireysel başvurunun, ancak kesinleşmiş ve başvurulabilecek başka olağan yasa yolunun kalmaması 
durumu için öngörülmüş bir yol olarak kabulü gerekir. 

Kuşkusuz bu hususlar Anayasa Mahkemesinin kararlarıyla netleşecektir. 

e - Yasa Yolunda Gözetilecek Hususlar 

Anayasadaki düzenlemede, bireysel başvuruya bir kısıntı getiriliyor. Buna göre, “kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” (m. 148/4) denilmektedir. 

Burada konuyu farklı yönlerinden değerlendirmek gerekir. “Kanun yolunda gözetilmesi gereken” ifadesi, yasa yolu incelemesi yapan organın re’sen gözetmesi gerekenleri mi, yoksa taraflarca ileri sürülen ve ileri sürüldüğünde incelenebilecek konuları mı, yoksa bunların tümünü mü ifade etmektedir. Çünkü, özel hukukta kural olarak taleple bağlılık esası vardır. Talep edilemezse itiraz mercii çoğu halde o konuda değerlendirme yapmaz. 

Diğer yönden, “kanun yolunda gözetilmesi gereken” hususlarda inceleme yapılamayacağı öngörüldüğüne göre, yasa yolundan geçmeksizin kesinleşen işlemler bakımından, bireysel başvuru hakkı kullanılamaz diyebilecek miyiz? Veya bu hallerde (yasa yolundan geçmeyen işlemlerde), bireysel başvuru kabul 
edilmekle beraber, sadece yasa yoluna başvurulsaydı, yasa yolunda bakılabilecek hususlar mı değerlendirilmez diyeceğiz? 

Anayasanın 148 nci maddesinin 4 ncü fıkrası hangi noktadan bakılırsa bakılsın sorunlu olup, açıklık kazanmaya muhtaçtır. Eğer 148/4 ncü maddedeki 
düzenlemeden hareketle yasa yollarından geçmeksizin kesinleşen kararlar bakımından bireysel başvuru yolu kapalı dersek bile, yasada bunun izdüşümünü 
bulamıyoruz. Zira, yasada başvuru konusu olamayacak hususlar arasında, “kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar” 
yer almamaktadır. 

f - Bireysel Başvuru Dışında Kalan Hususlar 

Anayasada bireysel başvuru bakımından 148/4 ncü maddedeki “kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar” hariç, başvuru hakkı yasağı yer almamaktadır. 
Anayasada, bireysel başvuruya ilişkin “usul ve esaslar”ın yasayla düzenleneceği belirtilmektedir (m.148/5). Bu düzenlemeden de anlaşılacağı gibi, yasaya 
bırakılan husus, başvurunun yöntemidir. 

Anayasada hakkın kullanımı konusunda sınırlama getirileceği hususuna yer verilmeyip, sınırlama olarak da, “kamu gücü” ihlali koşulu, varsa “olağan yasa 
yollarının” tüketilmesi zorunluluğuna (m.148/3) ve yasa yolunda gözetilecek hususların inceleme dışı bırakıldığına (m.148/4) yer verilmiştir. 
Bu sınırlama diyebileceğimiz hususlar dışında özel hak maddesi olan 148 nci maddede bu hakka getirilecek sınırlama yoktur. 

Oysa Anayasamızın 13 ncü maddesinde yasayla getirilecek sınırlamalarda, “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak” sınırlamaya 
gidilebileceği hükmü yer almaktadır. 
Bireysel başvurunun hak (6216, m.45 vd.) olarak düzenlenmesi karşısında, Anayasanın 148 ncü maddesinde açıkça sınırlama öngörülmediğine göre, sınırlama konusunda güvenceleri belirten 13 ncü maddeye aykırı olarak hakkın etkin kullanımına yasayla sınırlama getirilmez. 

Yasaya baktığımızda (6216, m.45/2-3), “ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunla öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının 
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir” (m.45/2) ve “yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz” (m.45/3) şeklinde yasak alan oluşturulmuştur. 

-Anayasada örneğin, HSYK’nun “meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz” (m.159/10) hükmü yer almaktadır. Yargı mensuplarının meslekte kalıp kalmayacaklarının belirlenmesinde de dikkate alınabilecek veya birinci sınıfa ayrılmalarını engelleyecek işlemlere karşı yargı yolunun kapalı olması ve bu işlemlere karşı bireysel başvuru hakkının tanınmaması, anayasa değişikliğinde amaçlanan özgürlükleri genişletme ilkesiyle çelişmektedir. 

Özgürlüklerin asıl, sınırlandığı noktalardan başlanarak korunması gerekir. 

-Yine, anayasada sınırlama getirilmediği halde, idari işlem için idari ve yargısal işlem için yargısal yasa yolu tüketimi şartı getirilmekte iken; 
“yasama işlemleri” için doğrudan başvuru yasaklanmıştır (m.45/3). 

-Yasama işlemleri sadece yasalardan ibaret değildir. Yasanın doğrudan hak ihlaline sebebiyet vermesi halinde, buna karşı yasa yoluna (yargısal v.s.) 
başvurulma dahi redle sonuçlanacağı çok açık ise, buna rağmen bireysel başvuru konusu edilememesi, Anayasanın 148/3 ncü maddesine açıkça aykırılık 
oluşturmaktadır. Anayasa burada, şu veya bu organ demiyor, “kamu gücün”den söz ediyor. Kamu gücünün (hangisi olursa olsun), 3 ncü fıkrada belirtilen 
bir temel hakkı ihlal etmesi halinde bireysel başvuru kabul edilmektedir. Oysa yasa koyucu, “yasama işlemleri”ni hariç tutuyor. 

-Kuşkusuz burada, “yasama işlemleri” ile “düzenleyici idari işlemler” aleyhine yargı yoluna başvurularak, olağan başvuru yolları tüketildikten sonra bireysel 
başvuru yapılabileceğinden, anayasadaki düzenlemeden farklı yasal düzenleme getirilmesinde sakınca yoktur denebilir. Ancak anayasada “kamu 
gücü” kavramının yasama ve yürütme (idareyi) içerecek biçimde düzenlenmesine karşın, yasayla kimi işlemlerin başvurusu dışı bırakılması, yasanın “sadece yargısal işlemler/kararlar” bakımından bu başvuruyu kabul ettiği sonucunu doğurmaktadır. 

Oysa anayasa, işlemi kim yaparsa yapsın, o işleme karşı bireysel başvuru hakkını tanımaktadır. Kaldı ki, anayasada, “usul ve esaslar kanunla düzenlenir” 
denirken (m.148/5), hangi işlemlere/kararlara karşı başvuruda bulunulacağının takdiri yasamaya bırakılmamaktadır. 

Eğer bu konuyu teferruata ilişkin olduğu için yasamaya bırakmak zorundayız dersek, o zaman hakkın kullanımına sınırlama (konu) getirmemek gerekir. 
Aksi takdirde, hakkın kullanımına ilişkin 148 nci maddede yer almayan bir sınırlamayı 13 ncü maddeye aykırı olarak yasamanın getirebileceğini kabul 
etmek zorunda kalırız. 

-Bir diğer husus, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru dışında kalan kararları da kamu gücü tarafından kullanılan yetki olduğu halde, bunlara (örneğin 
Yüce Divan veya Parti Kapatma kararlarına) karşı bireysel başvurunun kabul edilmemesi Anayasadaki düzenlemeyle çelişmektedir. Yüce Divan sıfatıyla verilen karar için yeniden inceleme isteminin kabul edilmesi ve bu incelemenin Genel Kurul tarafından karara bağlanması bireysel başvuruya gerek kalmayacağı şeklinde düşünülebilir. Ancak, diğer kararları bakımından böyle bir hüküm yoktur. Parti Kapatma kararları AİHM’nce ihlal olarak kabul edilmektedir, bunlar için de benzeri bir düzenleme getirilmediğine göre, bireysel başvuru şeklinde değerlendirmeye alınabilirdi. Kaldı ki anayasada böyle bir yolun açılmasını engelleyen açık hüküm bulunmamaktadır; ancak yasayla yine daraltma getirilmiştir. 

g-Bireysel Başvuru ve Somut Norm Denetimi 

Bireysel başvuru incelemesi sırasında, Bölümlerce başvuru konusu yasa maddesi ile ilgili olarak anayasaya aykırılık incelemesi yapılabilir mi? 

Çünkü, anayasada açık hüküm olmamakla beraber, yasada “yasama işlemlerine karşı” bireysel başvuruda bulunulamayacağı yer almaktadır (6216, m.45/3). 
Yasama işlemlerinin başında yasa gelmektedir. Yasama işlemleri için doğrudan bireysel başvuruda bulunulamaz ise de, dolaylı başvuru mümkün olamaz mı? 

Bu konuda şunlar söylenebilir: 

Birinci düşünüş biçimi, bireysel başvuru bir dava değil ve Anayasa Mahkemesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı bir dava söz konusu olmadığından, 
somut norm denetimi yapılamaz. Çünkü, bireysel başvuru olağan yargılama bittikten sonra başvurulabilen olağanüstü bir başvuru yoludur. Olağan 
başvuru sırasında denetlenebilecek bir yasa metninin burada değerlendirilmesi mümkün değildir. 

İkincisi, bence, bireysel başvuruda somut norm denetimi yapılabilmelidir. Çünkü, anayasa mahkemesinin önünde bulunan dava ile ilgili olarak yasanın 
anayasaya açıkça aykırılığı söz konusu ise, yasadaki düzenlemeden hareketle (m.45/3) anayasaya aykırı yasanın yürürlükte kalmasının savunulması, 
bireysel başvuru kurumunun niteliği ile bağdaşmaz. Zira bireysel başvuruda amaç, temel hakka ilişkin kamusal işlemle ortaya çıkan ihlalinin önlenmesidir. 
Dolayısıyla bu temel haklardan herhangi birinin ihlal edilmesi yasadan kaynaklanıyorsa, yasaya karşı bireysel başvuruyu kabul etmeyip, ilgili yargı 
kararı bakımından incelemenin yapılması yerinde olmaz. 

Örneğin, ilgili adli yargı düzeninde anayasaya aykırılık somut norm denetimi yoluyla giderilmemiş veya böyle bir iddia ileri sürülmediği için, anayasaya aykırı 
yasaya göre hüküm kurulmuş ve temyiz mahkemesi de bunu onamış olabilir. Bu durumda açıkça anayasa hükmü ile çelişen bir normun anayasaya aykırılığını 
anayasa mahkemesinin değerlendirmemesi kabul edilemez. Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, “Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve 
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla” gerçekleştirilen başvuruları incelemekle görevlidir (Anayasa, m.148/3). Anayasa Mahkemesinin incelemesi, AİHS’de yer alıp, anayasada da güvenceye alınmış bir hakkın ihlal edilip edilmediğiyle ilgili olduğuna göre, davaya uygulanmış olan norma uygun olarak verilmiş karar Anayasaya aykırı ise, bu kararın dayanağı olan normun da 
anayasaya aykırı olacağı kesindir. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verirken, ihlale sebebiyet veren normu denetlememesi/incelememesi söz 
konusu edilemez. Amaç AİHS’de yer alan ve anayasayla güvenceye alınan bir hakkın korunması ise, bireysel başvuru üzerine yapılacak incelemede de anayasaya aykırı normun hukuk dünyasından çıkarılması, hukukunu üstünlüğünün/ hukuk devletinin zorunlu sonucudur. 

İnceleme sırasında açıkça anayasaya aykırılığı anlaşılan normun, esas mahkemesi tarafından bakılmakta olan dava sırasında somut norm denetimi yapılarak giderilmesini beklemek, anayasaya aykırı normların yürürlüğünün sürdürülmesi sonucunu doğurur. Bu nedenle, anayasada açıkça bireysel başvuruda somut norm denetimi konusunda anayasa mahkemesine somut norm denetimi yapabilme yetkisi verilmediğinden, Anayasa Mahkemesi bu yetkiyi kendinde göremez diyemeyiz. 
Hak ve özgürlüklerin korunması ile görevli ve yetkili kılınmış bir yargı organının, işin esasından kaynaklanan bu tür yetkileri kullanabilmesi gerekir. 
Nitekim Anayasa Mahkemesi 1993 yılında verdiği içtihadıyla yerinde olarak yürürlüğün durdurulmasına karar vermiştir. Bireysel başvuru incelemesinde de 
somut norm denetlemesi yapma yetkisini kendinde görmesini kabul etmek yararlı ve gerekli olacaktır. 

Bu yaklaşım kabul edilmezse, o zaman bireysel başvuru ile korunmak istenen hak korunmamış olacaktır. Sadece yasadaki düzenlemeden (m.45/3) hareketle, 
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yolunda somut norm denetimi yapamayacağını savunup, esas mahkemesinde devam eden davada def’i/itiraz 
yoluyla önüne gelen işte somut norm denetimi yapmasının kabulü çelişki doğuracaktır. Böyle bir hukuki yaklaşım, bir hukuk düzeninin kendi içerisindeki 
açmazları artırır ve insan hakları devleti kurulamaz. Söz konusu yasaya karşı somut norm denetimi süresi geçmiş olacağından anayasaya aykırı yasa için, 
somut norm denetimi işletilebilecektir. Somut norm denetiminde de, esas mahkemesi yoluyla gelen başvuruları inceleyip, bireysel başvuru yolu ile geleni 
kabul etmemek, hakkın tesliminden kaçınmak veya hakkın teslimini sürüncemede bırakmaktır. 

Bu durumda, yasanın 45/3 ncü maddesinin yürürlükten kaldırılması veya Anayasa Mahkemesince iptali gerekir. Çünkü, bireysel başvuruya konu hak, ilgili 
yasayla ihlal ediliyorsa, o hak korunmuyor demektir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla söz konusu hakkı korumakla görevli ve yetkili olduğuna 
göre, denetim kısıntısı getiren yasanın 45/3 ncü maddesinin iptali ve sonra bu konuda somut norm denetimi yapılması gerekir. 

Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi anayasaya uygunluk denetimi yapacağından, yasanın 45/3 ncü maddesiyle getirilen kısıtlama anayasanın üzerine çıkmış 
sayılacağından bu mümkün değildir. 

Bireysel başvuru yolunda somut norm denetimini kabul ettiğimizde, nasıl uygulanabileceği üzerinde de durmak gerekir. Burada da iki şekilde düşünülebilir. 
Birincisi, somut norm denetimini Anayasa Mahkemesinin bakmakta olduğu davaya uygulanacak yasanın varlığından hareketle, (doğrudan) somut norm 
denetiminde bulunmasıdır. İkincisi ise, Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru üzerine ihlal kararı verdikten sonra, anayasaya aykırılık tespiti yönünden yeniden yargılama yapmak üzere dosyayı ilgili mahkemeye göndererek, o mahkeme yoluyla somut norm denetimini (dolaylı yoldan) yine kendisinin karara bağlamasıdır. 

Ancak her iki halde de, anayasaya aykırı yasanın somut norm denetiminin yapılması mümkün olmakla beraber, birinci düşünüş biçiminin işletilmesinin 
yargılamanın ekonomikliği ve makul süre17 bakımından yararlı ve etkili olacağını düşünmekte ve önermekteyim. 

Anayasadaki düzenlemeye göre, bireysel başvuruların bölümlerce (m.149/2) ve yasaya karşı iptal ve itiraz başvurularının Genel Kurulca incelenmesi (m.149/2) 
karşısında, somut norm denetiminin bölümlerce Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’na taşınması gerekecektir. Konuya buradan yaklaşıldığında, bölümlerce 
yasanın anayasaya aykırılığı konusunun Genel Kurula taşınmasının, diğer mahkemelerde bakılmakta olan davalarla paralellik arz etmesi nedeniyle de, açık düzenleme olmadığı eleştirisi de önlenmiş olacaktır. 

Kuşkusuz bu konuda açık düzenleme getirilmesi gerekirdi. 

2 - Başvuru Hakkının Kullanımındaki Usuller Bakımından 

a - Kimler Başvurabilir 

Anayasada bu hak ayrımsız “herkese” tanınmıştır. Ancak yasada, ihlale yok açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı 
doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir (6216, m.46/1). 

Yasa koyucu, ayrıca kimlerin başvuramayacağını da belirtmiştir. Buna göre, “kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz” (6216, m.46/2). 

Özel hukuk tüzel kişileri bakımından da sınırlama getiren yasa koyucu, özel hukuk tüzel kişilerinin “sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle” bireysel başvuruda bulunabileceklerine yer vermiştir (6216, m.46/2). Oysa kamu hukuku tüzel kişilerinin de tüzel kişiliğine ait hakları olabilir, ancak bunlar başvuruda bulunamayacaklar. Böyle bir farklılık yaratılması anlaşılamamaktadır. 

Yasanın 48 nci maddesinin 1 nci fıkrasında, “bir hakkı doğrudan etkilenenler”in bireysel başvuruda bulunabileceklerine yer verilirken, 48/2 nci maddede 
“önemli bir zarara” uğramadığı denmek haktan yararlanma bakımından daraltma getirilerek çelişkiye düşülmüştür. 

Yasanın 48/2 nci maddesindeki bu düzenleme, kabul edilebilirlilik bakımından, hem yasanın 46/1 ncı maddesiyle çelişki oluşturmuş hem de Anayasanın 148/3 
ncü maddesine aykırı olmuştur. Çünkü Anayasada, temel hakkın ihlal edilmesi nedeniyle başvuru hakkı tanınırken, yasanın 48/2 nci maddesinde, zararın 
önemli olup olmadığı ayırımı getirilerek, “önemli bir zarara uğramadığı” şeklinde sübjektif değerlendirmeye yer verilmiştir. Anayasa (m.148/3) ve yasa 
(m.46/1) ile verilen hak, yasanın bir başka maddesi ile (m.48/2) etkisiz kılınmıştır. 

-Yasadaki bir sınırlama da yabancıların başvuruları ile ilgili. Buna göre, kural olarak yabancılar da bireysel başvuru hakkından yararlanırlar. 
Ancak sadece Türk vatandaşlarına tanınan haklar bakımından yabancıların bireysel başvuruda bulunmaları mümkün değildir. Bu düzenleme de Anayasa 
ile (m.148/3, herkes) çelişmekte ise de, Anayasa ile yabancılara yasak olan alanlar bakımından zaten anayasal haktan söz edilemeyeceği için burada bireysel başvuru bakımından hak kısıntısından söz edilemez. 

Gerek, AİHS’nde yer alan haklar bakımından vatandaşyabancı ayrımı yapılamaz ise de, “Anayasada güvence altına alınmış ayrımı yapılamaz ise de, 
“Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden söz edilmesi (m.148/3) nedeniyle, anayasada yabancılara getirilen hak kısıtlamasının 
bireysel başvuruya konu olamayacağı kabul etmek gerekir. 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 8


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 8


C - Değerlendirmeler 

1 - Bireysel Başvuru Hakkı Bakımından 

a - İşlemler Yönünden 

Anayasa’daki düzenlemeye göre (m.148/3), “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun 
yollarının tüketilmiş olması şarttır”. 

-Bu düzenleme gösteriyor ki, Anayasada yer alan tüm temel hak ve özgürlükler değil, Anayasanın güvenceye aldığı temel hak ve özgürlüklerden sadece 
“AİHS kapsamında ki herhangi bir” temel hak ve özgürlüğün ihlali bakımından bireysel başvuru hakkından söz edilebilir. 

-Bu durumda AİHS’de yer almakla beraber, Anayasada güvence altına alınmamış temel hak ve özgürlükler bireysel başvuru konusu edilemeyecektir9. 
Ancak AİHS’de yer alan temel haklar bakımından doğrudan AİHM’ne başvuru hakkı devam edecektir. 

-Bir başka açıdan da, Anayasada ek protokollerden açıkça söz edilmemesi karşısında, bunlarla ilgili başvurularda bulunulabilip bulunulamayacağı tartışmalı 
bırakılmıştır. Fakat yasa bu eksikliği gidermiştir (m.45/1). 

-Diğer yönden, ülkemiz tarafından yürürlüğe konmamış ek protokoller zaten iç hukukun parçası haline gelmiş olamayacaklarından, bunlar bakımından da bireysel başvuru hakkının kullanılamayacağını söyleyebiliriz. 

-Ayrıca, AİHS’de yer almayan, ancak anayasayla güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükler bakımından da bireysel başvuru yoluna gidilemeyecektir. 

-Bu durumda, AİHS’de açıkça yer almamakla beraber, AİHM içtihatları ile sözleşme hükümlerinin yorumu yoluyla geliştirilen hakların, Anayasada açıkça yer alması durumunda da bireysel başvuru hakkının kullanılabilip kullanılamayacağı tartışma yaratabilir. 

Çünkü, “Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin” ihlali halinde 
bireysel başvuruda bulunulabileceğine göre, sözleşmede yer almayan ve AİHM içtihadı ile geliştirilen bir hakla ilgili ne gibi işlem yapılacağı tartışma yaratabilir. 
Bu durumun açıkça düzenlenmemesi nedeniyle sorunlar yaşanabilir. 

Ancak bence, bu gibi durumlarda, AİHM’nin içtihadıyla geliştirilen hak/haklar, anayasamızda açıkça tanınmış/düzenlenmiş bir hak olursa, AİHS’de açıkça yer 
almasa da, AİHM kararıyla geliştirilmiş bir hak olması nedeniyle, bireysel başvuru konusu edilebilmelidir. 

b – Kamu Gücü İhlali 

Anayasa ve yasada, söz konusu temel hak ve özgürlüklerden herhangi birinin sadece “kamu gücü tarafından” ihlal edilmesi halinde bireysel başvuru konusu 
edilebileceği yer almaktadır (Anayasa, m.148/3; 6216, m.45/1). 

Kamu gücü kavramı, yasama, yürütme ve yargı organı işlemlerini içermektedir. Anayasada kamu gücü kavramına yer verilerek yasama işlemleri bakımından da 
anayasa şikayetine başvurulabileceğine olur verilirken10, yasada (m.45/3), “yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler”in bireysel başvuru dışında 
bırakılması, tüm kamu gücü bakımından başvuru hakkının kullanılamayacağını ortaya koymaktadır. Yasadaki bu düzenleme, anayasadaki düzenlemeyi 
daralttığından açıkça anayasaya aykırıdır. Çünkü, anayasa koyucu bir hakkın kullanımında, ihlal edenlerin yelpazesini geniş tuttuğu ve bu konu bakımından 
açıkça sınırlama ilkelerine yer vermediği halde, yasa koyucu ihlal işlemlerinin sahiplerinde daraltma getirmekle anayasaya aykırı düzenleme getirmiştir. 

Anayasada yer alan, herkes, “ Temel hak ve özgürlüklerden, (…) herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 
başvurabilir” düzenlemesi, bireysel başvuruyu sadece yargı kararı/kararları bakımından kabul etmemiştir. Bir başka deyişle, Anayasanın tüm kamusal işlemler bakımından kabul ettiği bireysel başvuru hakkının yargı kararı dışında kullanılamaz hale getirilmesi (6216, m.45/3) anayasaya açık aykırılık oluşturmaktadır. 
Kamu gücünün sadece yargı kararlarına indirgenmesi, anayasanın bu konuyla ilgili özel maddesinde sınırlamaya gidilebileceğine ve hangi nedenlerle 
sınırlama getirilebileceğine ilişkin açık bir düzenleme olmamasına karşın, yasayla getirilen daraltma Anayasa’nın 13 ncü maddesine aykırıdır11. 

c - Hakkı İhlal Etme 

Bir hakkın kamu gücü tarafından ihlali halinde başvuruda bulunulabilecektir. İhlal kavramı, hakkın az veya çok, tümden veya kısmen kullanılamaması, elde 
edilememesi, elden çıkması şeklinde anlaşılabilir12. Bu nedenle hakkın ihlali, sadece maddi hukukla ilgili değildir. 

Bir hakkın ihlali, varlığına dokunulması veya kullanımına engel olunması yahut tümden kaybedilmesine sebebiyet verilebilecek bir uygulama sadece maddi hukuk değil, usul hukuku hükümleri ile de olabilir. Zaten usul hükümlerinin ihlali hakkın daha baştan ihlaline sebebiyet verecektir. 

Örneğin, 

Hak arama özgürlüğünün kullanımında haksızlık yapılmışsa, zaten hakkın elde edilmesi söz konusu olamayacağından, hem elde edilemeyen hak, hem de hak 
arama özgürlüğü ihlal edilmiş olacaktır. Bu nedenle hak ihlali kavramını maddi ve usul hukuku boyutlu değerlendirmek gerekir. 

Hakkın açıkça ihlal edilmediğinin önemi yoktur; önemli olan, hak sahibinin hakkının ihlal edildiği noktasında “iddiasının” olmasıdır. Bu iddianın doğru olup 
olmadığı Anayasa Mahkemesince belirlenecektir. 

Burada, ihlal eylemi/işleminin doğrudan olmasa da dolaylı ihlale sebebiyet veriyorsa, bunun da bireysel başvuru kabulü ile değerlendirilmesi gerekir. 
Çünkü, AİHS kapsamında ve Anayasada güvence altına alınmayan bir hak ihlali varsa ve ihlal bağlantı nedeniyle Sözleşme ve Anayasada güvence altına 
alınmış bir hakkın ihlaline dolaylı sebebiyet veriyorsa/ verebiliyorsa, bu durumda da başvuru yoluyla korunan temel hakkın doğrudan ihlal edildiği biçiminde 
değerlendirilmesi gerekir. Aksi takdirde, ihlal edilen hak doğrudan Sözleşme ve dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere 
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve 
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”. 

Anayasada yer almıyor, dolaylı hak ihlalini başvuru çerçevesine alınamayacağının kabulü, temel hak güvencesini zayıflatır. Zaten Anayasada, “doğrudan ihlal edildiği” şeklinde bir düzenleme yer almadığına göre, dolaylı yoldan hak ihlalinin de başvuru kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Anayasada dolaylı hak ihlalinin bireysel başvuruya konu edilemeyeceği konusunda açık bir düzenleme olmadığına göre, temel hakkı güçlendirici yorum yapılması gerekir. 

d - Olağan Yasa Yolunun Tüketilmesi 

Ancak yasa koyucu, Anayasada yer alan bu açık hükmü aynen almak yerine, “idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının” tüketilmesi gerektiğine yer vermiştir (6216, m.45/2). Yasadaki bu düzenleme “olağan” sözcüğüne yer vermediğinden, “olağanüstü” yasa yolunun da tüketilmesi gerektiği şeklinde anlaşılabilecektir. 
Ancak, hak sahibinin lehine yorumla Anayasadaki düzenlemenin esas alınması veya yasada değişikliğe gidilmesi gerekir. 

-Burada, yasa yollarının “tüketilmiş olması gerekir” kavramından hareketle, bireysel başvuru için, olağan yasa yolunun mutlaka tüketilmiş olması aranacak mı? 

Anayasadaki düzenlemeden hareketle, olağan yasa yolları tüketilmeyen kararlar bakımından bireysel başvuru hakkı kullanılamaz demek mümkündür. Çünkü, 
bireysel başvurunun kabul edilmesindeki amaç, temel hakların korunmasıdır. Temel hakların korunmasında olağan yasa yolunun bitirilmesi koşulunun aranması hak aramanın engellenmesidir. 

-Diğer yandan, öngörülen olağan yasa yoluna/yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiş kararlar bakımından bireysel başvuruda bulunulabilecek mi? 

Burada, yasa yolu tüketilmesini, var olan yasa yollarının mutlaka tüketilmesi gerekmediği; bu yollardan geçmeksizin kesinleşmiş kararlar bakımından diye 
kabul etmek gerekir görüşü savunulabilir. Denebilir ki, bireysel başvuruda amaç bireyin ihlal edilen hakkının teslim edilmesinin sağlanmasıdır. 
Öyleyse, olağan yasa yollarının tüketilmesini aramaya gerek yoktur. Anayasada yer alan olağan yasa yollarının tüketilmesi koşulu, eğer bu yollar tüketilmemiş 
ise karar kesinleşmemiş olacağından, kesinleşmemiş kararlara karşı bireysel başvuruda bulunulmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Çünkü, bireysel 
başvuru olağan değil, olağanüstü bir başvuru yoludur. Dolayısıyla varsa olağan yasa yollarının tüketilmesi gerekir. 

Bir başka açıdan, size tanınmış yasa yolları hakkınızı kullanmadığınıza göre, sizin bireysel başvuru hakkınız yoktur denilemez. Bu nedenle, başvuru yollarının 
tüketilmesi şartı, mevcut olağan yasa yolu halen varsa veya yasa yoluna başvurulmuş ise bu tüketilmeden bireysel başvuruda bulunulamaz biçiminde anlamak gerekir. Uzayan/uzayabilecek yasa yolunu kısaltmak ve bir an önce hakkına kavuşmak isteyen birinin, olağan yasa yoluna başvurma süresini geçirerek, doğrudan bireysel başvuruda bulunabilmesine engel olunmaması gerekir. 

-Olağan yasa yolu tanınmamış işlemler varsa ne olacak? Sanırım bunlar için de bireysel başvuru hakkının kullanılabilmesi gerekir. 

-Hatta, AİHM kararlarına yansıdığı gibi, başvurulabilecek olağan yasa yolundan sonuç alınamayacağı/etkin olmadığı açık hallerde de yasa yolunu tüketmemişsin 
diyerek bireysel başvuru talebinin reddedilmemesi gerekir. 

-Olağanüstü yasa yoluna başvurulmuş olunursa, genelde bir aylık süre geçirilmiş olacağı için, bireysel başvuru süresi kaçırılmış olacağından, olağanüstü yasa 
yolundan istediği sonucu alamayanların bireysel başvuru hakkını kullanabilip kullanamayacağı da ortada sorun olarak durmaktadır. Oysa bu halde de bireysel 
başvurunun kabul edilmesi gerekirdi. 

-Yüksek Seçim Kurulu, Sayıştay ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu işlemleri bakımından ise, bu işlemler yargı kararları olmayıp kendine özgü kararlar 
olduklarından ayrı bir değerlendirmede bulunmak gerekir. 

Sayıştay’ın kimi işlemleri hariç13, kararlarına karşı idari yargı yolu kapalıdır (Anayasa, m.160/1). 

HSYK kararlarından sadece meslekten çıkarma kararları için yargı yolu açıktır (Anayasa, m.159/10). Yine Yüksek Seçim Kurulu Kararları da kesindir 
(Anayasa, m.79/2). Bunlar yasada belirtilen (6216, m.45/3), Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı kararlar olduklarından bireysel başvuruya konu 
edilemeyecekler demektir. Ancak, Uyuşmazlık Mahkemesi kararları da kesindir (Anayasa, m.158/1)14. 

Bu kararlar da kamu gücü tarafından verilmektedir. Anayasaya göre bu kararlara karşı da bireysel başvuruda bulunulabilecektir. 
Ancak yasadaki düzenleme karşısında (6216, m.45/3), konu tartışmaya açıktır. 

-Olağan yasa yolunun tüketilmesi arandığına göre, kesinleşmiş karara karşı başvurulabilecek demektir. Bu durumda, idari yargıya gidilemeyen kararlar için 
bireysel başvurunun kabul edilmesi gerekir. Örneğin, Sayıştay ve Yüksek Seçim kurulu kararları kesindir. Bu kararlara karşı da başvurulabilecek 
mi. Anayasada bu husus açıkça düzenlenmediği gibi, yasanın 45/3 ncü maddesindeki düzenlemeye göre de engel bulunmamaktadır. 

9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR) BÖLÜM 7


ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU  (ANAYASA ŞİKAYETİ / ANLAMI, KAPSAMI VE OLASI SORUNLAR)  BÖLÜM 7


II. OTURUM 

Oturum Başkanı Av. Ahmet GÜREL 
TBB Yönetim Kurulu Üyesi 

Sunucu - Değerli konuklar, panelimizin İkinci Oturum Başkanlığını yapmak üzere Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Av. Ahmet Gürel’i davet 
ediyorum. 

Diğer konuşmacılarımızı da davet etmek istiyorum. Anayasa Mahkemesi Üyesi Sayın Alparslan Altan, Yargıtay Üyesi Sayın Doç. Dr. İbrahim Şahbaz, 
Danıştay Üyesi Sayın Tacettin Şimşek. 

Av. Ahmet GÜREL (Oturum Başkanı)- Sayın konuklar, değerli meslektaşlar tüm meslek yaşamı boyunca insan hakları ve hukukun üstünlüğü için mücadele veren, savunma mesleğine üstün katkılarda bulunan, çok değerli Birlik Başkanımız Sayın Özdemir Özok’un anısına düzenlediğimiz panelin birinci 
bölümünde akademisyenlerle konu enine boyuna tartışıldı. Bu bölümde yüksek yargı temsilcileri ve hukuk uygulayıcıları konuya ilişkin bizleri aydınlatacaklar. 

Ben sırasıyla kendilerine söz vereceğim, ama bizde bir deyiş vardır, su küçüğün söz büyüğün. Yaşça en büyük üyeden başlamak üzere sırasıyla söz vereceğim. 

Konuşmacıların kısa bir özgeçmişini anlatmak istiyorum. 

Birinci konuşmacımız Doç. Dr. İbrahim Şahbaz, 01.10.1955 yılında Divriği’de doğan Şahbaz, 80 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olduktan 
sonra Ankara hâkim adayı olarak mesleğe başlamış, sırasıyla Sorgun ve Kığı Cumhuriyet Savcı Yardımcılığı, Türkoğlu ve Hacıbektaş Cumhuriyet Savcılığı, 
Adalet Bakanlığı Tetkik Hâkimliği, Yargıtay Tetkik Hâkimliği, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı görevlerinde bulunmuştur. 15 Nisan 2007 tarihinde Yargıtay Üyeliğine 
seçilen Sayın Şahbaz halen Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi Üyesi olarak görevini sürdürmektedir. Fransızca bilen Şahbaz’ın “Anayasada Kişi Özgürlüğü ve 
Güvenliği, Yarı Doğrudan Demokrasi Konumu Olarak Referandum ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Karşılaştırmalı Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü, İletişimin Denetlenmesi ve Yasal Deliller” adlı eserleriyle çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır. 

Buyurun Sayın Şahbaz. 
Doç. Dr. İbrahim Şahbaz 
Yargıtay 4. Ceza Dairesi Üyesi 

I - GİRİŞ 

Uzun süreden beri hukukumuzda anayasa şikayeti/bireysel başvuru hakkının/yönteminin kabul edilmesi savunulmaktaydı1. 
Konuyla ilgili değişik görüşler ortaya çıktıkça bireysel başvurunun temel hak ve özgürlüklerin korunmasında sihirli bir değnek olacağı sonucuna ulaşıldı. 
Böyle bir yargı üzerine de, önce Anayasada değişiklik gerçekleştirildi2; sonra ilgili yasa çıkarıldı3. 

Bu sunumda, böyle bir kuruma gereksinim olup olmadığından çok, getirilen düzenlemelerin hukukumuza katkısında ortaya çıkabilecek sorunlar üzerinde duracağım. 

II - BİREYSEL BAŞVURU 

A - Kavram 

Kimi ülkelerde “Anayasa Şikayeti ”4; Kimi ülkelerde “ Bireysel başvuru ”5 kavramlarına yer verilirken; kimi ülkelerde de, bazı farklılıklarına karşın amparo 
başvurusu6 kavramı kullanılmaktadır. 

Almanya’da anayasa şikayeti, yalnızca spesifik anayasa hukukunu ihlalinin denetlenebileceği istisnai bir hukuk yolu olarak kabul ediliyor7. 

Anayasamız (m.148) ve yasamız (6216, m.45-51) “bireysel başvuru” kavramına yer vermiştir. 

B - Kavramın Anlamı 

Anayasada, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri başlığı altında “ Bireysel başvuruları karara ” bağlamak (m.148/1); “ Bireysel başvuru ” (m.148/4-5) Şeklinde yer verilen kavramın açıklaması yer almamaktadır. 

Yasada ise, tanıma yer verilmeyip, “bireysel başvuru”nun bir hak olduğu belirtilmiştir (6216, m.45). O halde hukukumuz bakımından bireysel başvurunun temel hakların korunması hakkı olduğunu söyleyebiliriz. 

Ancak bireysel başvuru Almanya’da, temel haklar veya temel haklara benzer (özdeş) haklara aykırı işlemlere karşı Anayasa Mahkemesine yapılan bir başvuru 
hakkı olarak kabul edilmiştir (Alman Anayasası, m.93/1-4a). 

Almanya’da anayasada belirtilen temel haklar için kabul edilmiş, AİHS dikkate alınmamıştır. 

C - Başvurunun Niteliği 

Bireysel başvuru olağanüstü bir yasa yolu/hukuki çare olarak düşünülmektedir8. Bu aynı zamanda bir dava olarak kabul edilmektedir. Dava olarak kabul edilen 
Bireysel Başvuru yöntemi, genellikle kesin hükümlere (olağan yasa yolu tüketilmiş hükümlere) karşı bir başvuru yolu olduğundan, olağanüstü yasa yolu olarak açılabilecek bir dava türüdür. Bu nedenle, bireysel başvuru genellikle Anayasa Mahkemesi veya Yüksek Mahkemede gerçekleştirilmektedir. 

III - TÜRKİYE’DE BİREYSEL BAŞVURU 

Anayasada tüm kamu gücünün kararları için kabul edilen bireysel başvuru yöntemi, sonuçta yargı kararları için benimsenmiş bir yol olarak sonlandırılmıştır. 
Dolayısıyla bireysel başvurunun bireyin temel haklarının kamu gücüne karşı korunması amaçlanırken, yasayla getirilen düzenlemeyle, bundan da vazgeçilmiştir. 

Konuyla ilgili değerlendirmeden önce, konuyla ilgili düzenlemelerin ortaya konmasında yarar görülmüştür. 

A - Anayasadaki Düzenlemeler 

Bireysel Başvuru ile ilgili olarak Anayasada şu düzenlemeler vardır: 

-“Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından 
uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar” (m.148/1). 

-“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü 
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır” (m.148/3).

-“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” (m.148/4). 
-“Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir” (m.148/5). 

Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usulü ile ilgili düzenlemeler de şöyledir: 

-“Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. 
Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını 
salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir” (m.149/1). 

-“Siyasî partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır” (m.149/2). 

-“Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir” (m.149/5). 

-“Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir” (m.149/6). 

B - Yasadaki Düzenlemeler 

Bireysel başvuru hakkı:–“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir”(m.45/1). 

Anayasada AİHS’ne ek protokollere yer verilmemiştir. Anayasada sadece AİHS’ne yollamada bulunulması daraltıcı gibi olsa da, Türkiye yeni ek protokollere taraf oldukça iç hukukun parçası haline geleceğinden, yasada ek protokollere yer verilmeseydi de, AİHS dendiğinde bunun ek protokolleri içerdiği kabul edilmelidir. 

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”(m.45/2). 

“Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı 
denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz”(m.45/3). 

Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar:-“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı 
doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir”(m.46/1). 

“Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda 
bulunabilir”(m.46/2). 

“Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz”(m.46/3). 

Bireysel başvuru usulü:-“Bireysel başvurular, bu Kanunda ve İçtüzükte belirtilen şartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler 
veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilir. Başvurunun diğer yollarla kabulüne ilişkin usul ve esaslar İçtüzükle düzenlenir”(m.47/1). 

“Bireysel başvurular harca tabidir”(m.47/2). 

“Başvuru dilekçesinde başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve 
özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, 
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden 
olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır”(m.47/3). 

“Başvurucu bir avukat tarafından temsil ediliyorsa, vekâletnamenin sunulması gerekir”(m.47/4). 

“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. 
Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte 
başvurabilirler. 
Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder”(m.47/5). 

“Başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı işleri tarafından eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline onbeş günü 
geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceği 
bildirilir”(m.47/6). 

Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi:

- “Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir”(m.48/1). 

“Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir”(m.48/2). 

“Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oy birliği ile karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik 
kararı verilir. Oy birliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir” (m.48/3). 

“Kabul edilemezlik kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilir”(m.48/4). 

“Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir”(m.48/5). 

Esas hakkındaki inceleme:-“Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır. 
Başkan iş yükünün bölümler arasında dengeli bir şekilde dağıtılması için gerekli önlemleri alır”(m.49/1). 

“Bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. 
Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir”(m.49/2). 

“Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve 
incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir”(m.49/3). 

“Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilir”(m.49/4). 

“Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun 
talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. 
Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar”(m.49/5). Burada yeniden tedbir kararı verilebileceği öngörülmemiş ise de, tekrar tedbir kararının verilebileceğinin kabul edilmesi gerekir. Aksi takdirde, bireysel başvuru konusunda altı aylık süre içerisinde karar verilememesinin faturası başvuru sahibine çıkarılmış olur. 
Hukuk devletinde yargının yavaş işlemesinin olumsuzluklarının hak sahiplerine çıkarılmaması zorunludur. 

“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan 
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”(m.49/6). 

“Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır”(m.49/7). 

Esas hakkında incelemenin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir”(m.49/8). 

Kararlar:-“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının 
ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez”(m.50/1). 

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili 
mahkeme ye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâller de başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. 
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse 
dosya üzerinden karar verir”(m.50/2). 

Burada dosyanın iade edildiği mahkemenin, ihlale son verme bakımından ne yapacağı konusunda açıklık bulunmamaktadır. 

Anayasa Mahkemesi ihlal kararı üzerine dava dosyasını hangi mahkemeye gönderecek? Burada birkaç olasılık söz konusu olabilir. İhlale sebebiyet veren karar yasa yolundan geçmeksizin kesinleşmiş bir karar ise, bu kararı veren esas mahkemesine gönderilebilir. Veya ihlale sebebiyet veren karar, yasa yolu incelemesi yapan mahkeme ise, o mahkemeye gönderebilir. 
Yahut, hem esas mahkemesi, hem de yasa yolu incelemesi yapan mahkeme ihlale sebebiyet vermişse, dosya hangi mahkemeye gönderilecek? Bu konularda 
açıklık bulunmamaktadır. 

Yasa yolu incelemesine konu olacak hususların bireysel başvuruda inceleme yapılamayacağına (Anayasa, m.148/4) ilişkin düzenleme, zaten yerinde 
olmadığından, bireysel başvuru konusunda açıkça anayasaya aykırılık varsa yine de inceleme yapılamayacak mı? Bu mümkün olmadığından, gereğinde yasa 
yolu incelemesi yapan mahkemeye de göndermek gerekebilir. 

Kaldı ki, esas mahkemesince bir hak ihlaline sebebiyet verilmiş ve bu ihlale konu husus yasa yolu denetlemesinde dikkate alınmamış ise, Anayasa Mahkemesi 
anayasa hükmünün ihlalini görmemezlikten gelemeyeceğinden, yasa yolu incelemesine konu olacak hususlarda da inceleme yapabilecektir. Bu inceleme 
duruma göre doğrudan veya dolaylı olabilir. 

“Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır. 
Bu kararlardan hangilerinin Resmî Gazetede yayımlanacağına ilişkin hususlar İçtüzükte gösterilir”(m.50/3). 

“Komisyonlar arasındaki içtihat farklılıkları, bağlı oldukları bölümler; bölümler arasındaki içtihat farklılıkları ise Genel Kurul tarafından karara bağlanır. 
Buna ilişkin diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir”(m.50/4). 

“ Davadan Feragat hâlinde, düşme kararı verilir”(m.50/5). 

Başvuru hakkının kötüye kullanılması:-“Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, 
ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir”(m.51/1). 


8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***